(Umran Dergisi)
“Hıristiyanlar kendi dinlerini muhafaza edemeyince, Müslümanları da Hak Dinden saptırmaya çalışıyorlar.” Mustafa Hacı- Bulgaristan Müftüsü
Giriş: Neden?
Irak’ın işgali için ileri sürülen gerekçelerin
hiçbirinin doğru olmadığı anlaşılmış olmasına ve ileri sürülen gerekçelerin
kasıtlı kamuoyu oluşturma amaçlı olduğu bizzat kendileri tarafından itiraf
edilmiş olmasına rağmen; Irak işgali ısrarla devam etmekte ve medeni(!) batı
dünyasından hiçbir ses çıkmamaktadır. Neden?
Ebû Garib cezaevinde esirlere reva görülen insanlık
dışı davranışlar, bizzat kendileri tarafından filme alınmış ve gene kendileri
tarafından medyaya sızdırılmıştır. Neden?
Diğer taraftan Müslümanların kutsal bir ibadet ayı
olduğu çok iyi bilinen Ramazan ayında, camiler dahil tüm sivil yerleşim
bölgeleri bombalanmış ve tanklarla yıkılmıştır. Neden?
Bombalanan bir camideki yaralı ve silahsız oldukları
bilinen insanlar öldürülmüş ve görüntüleri kameraya alınmıştır. Neden?
Filistin’de yaşlı, kadın ve çocuk demeden insanlar
öldürülmektedir. Neden?
Türkiye’deki medyanın büyük bir kesimi, gerçekleri
örtbas etmeye, olup biteni meşru ve doğal göstermeye çalışmaktadır. Neden?
ABD ve AB(Onlar) tarafından başta Türkiye olmak üzere
İslam ülkeleri ve İslam’la ilgili söylenen her şey, içerdeki bir kısım medya,
yazar, aydın, bilim adamı, bürokrat ve siyasetçi(Bunlar) tarafından
alkışlanmakta ve canla başla desteklenmektedir. Neden?
Dışardan ABD ve AB Kıbrıs’ı verin diyor; içerden
bunlar verip kurtulalım temposu tutuyorlar. Neden?
Dün Onlar, Halifeliği kaldırın dediler; Bunlar, bunun
gerekçelerini hazırladılar. Neden? Şimdi Onlar, Halifeliği geri getirin
diyorlar; Bunlar, 80 yıl yapıp ettiklerini ve söylediklerini yok farz edip evet
halifelik iyidir ve elzemdir diyorlar. Neden?
Dün Onlar İslamî devlet olmaz dediler; Bunlar,
çağdaşlığa ve laikliğe aykırıdır gerekçesi ile şevkle icraata başladılar. Şimdi
Onlar, Ilımlı İslam Cumhuriyeti olun dedikçe, Bunlar devlet İslam’la barışmalı,
İslam’ı dışlayarak bir şey yapılamaz diyorlar. Neden?
Onlar İslam’ı kaldırın, yıkın, yok edin dediler; Bunlar,
Kemalizm diye yeni bir din inşa ettiler ve bu dinin âmentüsünü İslam’a nazire
olarak 6 okla sembolleştirdiler. Şimdi Onlar, ‘Kemalizm devrini tamamladı,
Türkiye’nin önünde engeldir’ diyorlar, Bunlar evet deyip eleştiriye Mustafa
Kemal’in Dolmabahçe sarayındaki yatak yorganından başlıyorlar.1 Neden?
Dün Onlar, imparatorluğu tasfiye edebilmek için ulus
devlet iyidir dediler; Bunlar, doğrudur deyip imparatorluğu yıkmak için kolları
sıvadırlar. Şimdi Onlar, kendi imparatorluklarını kurabilmek için
milliyetçiliği kötüleyerek Yeni Dünya Düzeni ve Küreselleşmenin erdeminden
bahsediyorlar; Bunlar koro halinde milliyetçiliği yerden yere vurup
globalleşmeyi göklere çıkarıyorlar. Neden?
Dün Onlar, Osmanlı sistemini kötüleyip yıkmak
istediler; Bunlar, tarihten silip atmak için seferber oldular. Şimdi Onlar, BOP
kapsamında model bir ülke olarak Osmanlı misyonunu yüklenip bizim jandarmalığımızı
yapın diyorlar; Bunlar, Osmanlının adaletini ve sisteminin iyiliğini anlata
anlata bitiremiyorlar. Neden?
Dün Onlar, dinler arası diyalogu gündeme
getirdiklerinde; Bunlar zaten bizim tarihimizin bir dinler diyalogu olduğunu
orkestra halinde seslendirdiler. Şimdi Onlar dinler arası savaştan
bahsediyorlar; Bunlar bu savaşı haklı göstermek için İslamî terör, dini terör
söylemini yükseltiyorlar.Neden?
Onlar bize, sizin düşmanlarınız İsrail hariç tüm
komşularınızdır, her kötülük onlardan gelmektedir; her türlü cinayet ve eylemin
arkasında dün Sovyetler vardı, bugün İran, Irak ve Suriye var derken; Bunlar
koro halinde daha gür sesle doğrudur diye bağırıyorlar. Neden?
Onlar Kürtler etnik azınlık, aleviler dini azınlık
derken; Bunlar basın bildirileri, her türlü toplantı ile yeri göğü
inletiyorlar. Neden?
Dışarıdaki Onları anladık, Onları tanıyoruz, biliyoruz
ve Onların bize her türlü kötülüğü reva görmesini, bizim kalkınmamızı ve
güçlenmemizi istememelerini anlayabiliyoruz. Çünkü Onlar düşmandır. 1000 yıllık
tarihin karşı saflara koyduklarıdır. Peki içerdeki Bunlar kimdir? Dışarıdaki Onlarla
aralarındaki bağ nedir? Ortak paydaları nedir? Niçin Bizden ziyade Onlara
yakındırlar ve Onlarla işbirliği içinde bulunurlar?
Neden Bunlar halkın isteklerine hep hayır, Onların
isteklerine hep evet derler?2 Neden bunlar bu topraklara, bu dine ve bu millete
bu denli hınç ve öfke beslerler. Niçin ‘Türkiye yönetimi, Türklere
bırakılamayacak kadar önemlidir’ derler; bunu söyleme cesaretini kimden
alırlar?
Bu yazı dizisinde, bu ve benzer soruların cevaplarını araştıracağız. Farklı değer sistemleri arasında bir mücadele olup olmadığını, varsa neler yapılması gerektiğini tartışacağız. Ancak bu sayıda, bir alt yapı çalışması olarak genel bir değerlendirme ve durum tespiti yapılacaktır.
Soğuk Savaş Sonrası İki Evre
Soğuk savaş diye bahsedilen dönemde dünya, ABD ve SSCB
patronluğunda iki ana nüfuz bölgesine ayrılmıştı. Bir tarafta NATO, diğer
tarafta Varşova Paktı vardı. Her türlü kötülüğün baş sorumlusu olarak, ABD, SSCB
patronluğundaki komünizmi gösterirken; SSCB de, ABD patronluğundaki kapitalizmi
göstermekteydi. Böylelikle taraflar kendi nüfuz bölgelerindeki halkları korku
altında tutarak birlikteliği sağlıyorlardı. Sovyetlerin çöküşü ile Komünist
blok dağılmış, ABD tek süper güç olarak rakipsiz kalmıştır. Her iki blokta yer
almış toplumlar için gösterilecek bir düşman ortada kalmamıştır.
Sovyetlerin çöküşünden sonraki devreyi, iki evreye
ayırmak mümkündür:
Birinci Evre: Berlin duvarının yıkılışından 11 Eylül 2001’e kadar olan dönem: Yeni Dünya Düzeni, Globalleşme(Hümanizm Çağı).
İkinci Evre: 11 Eylül 2001’den sonraki dönem: Medeniyetler Çatışması.
Birinci Evre: Yeni Dünya Düzeni, Globalleşme(Hümanizm Cağı)
Bu dönem, ABD değerlerinin tüm dünyaya kabul
ettirilmesi için her şeyin cazip sloganlarla pazarlandığı bir dönemdir. İnsan
hakları, hukukun üstünlüğü, özgürlük, serbestlik, bireyin kutsallığı,
kardeşlik, diyalog, hoşgörü, din, dil, ırk ve cins ayırımı yok, sınır yok,
uluslar arası hukuk ve uluslar arası kurumlar, serbest pazar, özel sektörün
kutsallığı, din ve vicdan hürriyeti, düşünce hürriyeti, ifade hürriyeti,
demokrasi, laiklik, dünya vatandaşlığı ve tek bir evrensel medeniyet.
Evet bütün
bunlar; bu dönemde geniş halk kitlelerini, özellikle de, ‘hedef ülke’ diye
tabir edilen sömürgeleştirilecek ülkeleri tatlı bir rüya alemine sokup uyutmak
için çok cazip sloganlar olarak sıkça kullanılmıştır. Gerçekten de milletler,
bu masalın etkisi ile insanlık türküleri söyleyip mutlu olduklarını
göstermişlerdir. Dinler arası hoşgörü, dinler arası diyalog toplantıları hem
ulusal ve hem de uluslar arası bazda gerçekleştirilmiştir. Diyalog
toplantılarına iştirak eden Müslüman camia bu sanal barış dünyasına kendisini
iyice kaptırıp kendinden geçmiştir. Oysa bu dönemde Anglikan kilisesi ve
Papalık makamı, Ortadoğu ve Asya’nın Hıristiyanlaştırılması için seferberlik
ilan etmiştir.3
Diyalog toplantılarının devam ettiği bu dönemde
ABD’nin psikolojik savaş merkezi tarafından, birbirini tamamlayacak şekilde
hazırlanmış iki çalışma (iki tez, iddia) ardarda kamuoyuna sunulmuştur.
Tezlerden biri, Fukuyama’nın ‘Tarihin
Sonu’, diğeri ise Huntington’un ‘Medeniyetler
Çatışması’ idi.
Önce Fukuyama, Tarihin Sonu tezi ile Batı medeniyetinin
insanlığın en son evresi olduğunu, Batı medeniyetinden başka bir medeniyetin
var olamayacağını ileri sürmüştür. Fukuyama bu iddiası ile; Batıyı bir tarafta,
dünyanın geri kalanını karşı tarafta konumlandırmış oluyordu.
Bu dönemde dikkat çeken bir nokta da, sanayileşmiş
toplumların içerisinde toplumsal bazda bir bunalım ve çözülme yaşandığına
ilişkin çalışmaların yoğunlaşmış olmasıdır. ABD toplumsal yapısı, Fukuyama
tarafından ‘Büyük Çözülme’ çalışması
ile gündeme taşınmıştır. Fukuyama’ya göre ABD toplumunda; Suç, Aile, Güven
olmak üzere 3 ana grupta meydana gelen bir toplumsal sermaye tükenişi vardır.
Suç oranları (şiddet, hırsızlık, kentsel kargaşa) gittikçe artmaktadır. Şiddet
kullanma ilk öğretim düzeyine inmiştir. Uyuşturucu, alkol bağımlılığı
yaygınlaşmaktadır. Aile hayatı çökmektedir. Evliliğe ilgi azalmakta, ‘birlikte
yaşama’ anlayışı öne çıkmaktadır. Birliktelikler, kadın-erkek ikileminden
eşcinsel ikilemine doğru kaymaktadır. Gayrı meşrû çocuk sayısı hızla
artmaktadır. Kadınlar çocuk yapmak istemediğinden nesil yaşlanmaktadır.
Bireyciliğin bir değer olarak ortaya çıkması ile fertler çevrelerine karşı
duyarsızlaşmaktadır. Bireyler hiçbir konuda ve alanda sınırlama istememektedir.
Bu gelişmenin doğal sonucu olarak fertler, yalnızlaşmakta, birbirlerine,
topluma ve kurumlara güvenleri yıkılmaktadır. Özellikle polis, asker ve
kiliseye karşı ciddi bir güven bunalımı yaşanmaktadır. Daha da önemlisi
ABD’deki farklı ırk ve inançtan insanların birbirlerine karşı
güvensizliklerinde ciddi artışlar vardır. Bu güvensizliğin sonucu alt kimlikler
öne çıkmakta Amerikalılık bilinci kaybolmaktadır.4,5
İkinci tez, Huntington’un ‘Medeniyetler Çatışması’
tezidir. Tezin, Fukuyama’nın çalışması ile yakın ilişkisi vardır. Fukuyama’nın
vurguladığı ABD toplumsal yapısındaki çözülme, Huntington’un tezinin temel
dayanak noktalarından birini teşkil etmektedir. Huntington tezini, ‘çözülen ABD
toplumu nasıl bir arada tutulabilir?’ üzerine kurgulamıştır. Bu amaçla, ABD’nin
baştan beri kullandığı çok eski bir formülü (Düşmanı ile var olma, tehlike ve
tehdit altında korku ile bütünleşme)6,7 devreye sokmaya çalışmıştır:
“Birleşik devletler hep kendisini bir şeyin karşıtı
olarak tanımlamıştır. II.George’un, Avrupa monarşilerinin, Avrupa
emperyalizminin, Faşizmin, Komünizmin. Ortada sürekli olarak kendi kimliğimizi
şekillendirmemize yardımcı olan bir düşman olmuştur. Kime karşı olduğumuzu
bilmez isek, kim olduğumuzu nasıl bileceğiz?”8
Sovyetlerin çöküşünden sonra halkına takdim edeceği
bir düşmanı kalmayan ABD, varlığını devam ettirebilmek için yeni bir düşmana(!)
muhtaçtır. Huntington Medeniyetler
Çatışması tezi ile ABD’ye yeni bir düşman inşa etmektedir.Tez, medeniyetler
arasında diyalogun değil, çatışmanın var olduğunu ve bunun kaçınılmazlığını
iddia etmektedir. Huntington çatışma için 6 neden göstermekte ve bunlardan
3’ünü dinle ilişkilendirmektedir:
1. ‘Medeniyetler birbirlerinden tarih, dil, kültür,
gelenek ve en mühimi de din yoluyla farklılaşırlar.’
2. ‘20. asrın sonlarından itibaren dünya
sekülarizasyondan uzaklaşmakta, din yeniden doğmakladır.’
3. “…Etnisiteden daha fazla din, insanlar arasında
keskin ve dışlayıcı şekilde bir ayırım yapmaktadır.”9
Olay din bazına indirilince düşmanın da kim olması gerektiği ortaya çıkmaktadır. Baş düşman İslam’dır ve İslam medeniyeti ile savaş Irak’ta olduğu gibi kitle imha silahları kullanılarak gerçekleştirilecektir.10
Şirket Devletin Özelleştirme Dayatması
Bu dönemde serbest piyasa kutsanmış, devletçilik her
türlü kötülüğün kaynağı olarak gösterilmiştir. Özelleştirilme konusunda başta
Türkiye olmak üzere tüm ülkelere baskı yapılmıştır. Bununla yetinilmemiş, her
alanda yapılacak özelleştirmede mutlaka yabancı ortaklık şartı getirilmesi
istenmiştir. ABD’nin bundaki ısrarı yapısından kaynaklanmaktaydı. 1876’da
Amerika’daki tekelci sermayenin temsilcisi olarak şaibeli bir şekilde seçilen
Başkan Hayes ABD’yi bir şirket devlet olarak tanımlar:
“Amerikan Hükümeti halkın, halk tarafından, halk için
yönetimi değildir artık; Amerikan hükümeti şirketlerin, şirketler tarafından,
şirketler için yönetildiği bir hükümettir.”11
Şirket Devlet anlayışı, ABD’nin ana felsefesidir.
Hiçbir başkan buna karşı çıkamamış, hatta bu anlayışı kuvvetlendirmekle kendini
sorumlu tutmuştur.
(Eski ABD başkanlarından Woodrow Wilson) “Madem ki
ticaret milli sınırları tanımıyor ve madem ki imalatçı dünyayı Pazar olarak
görmek istiyor; onun ülkesinin bayrağı da kendisini takip etmeli ve milletlerin
ona kapalı olan kapıları kırılmalıdır: Para babalarının elde ettiği tavizler,
dik kafalı milletlerin egemenliklerinin ayaklar altına alınması pahasına da
olsa, devletin bakanları tarafından korunmalıdır. Dünyanın hiçbir köşesi
bırakılamayacak veya ihmal edilemeyecek şekilde sömürgeler oluşturulmalı veya
edinilmelidir.”12
İkinci Dünya savaşından sonra Başkan Truman’ın yaptığı
açıklamalar Wilson’unkilerden farklı değildir.11
Bir Şirket Devlet olarak ABD’nin uluslar arası şirketler lehine özelleştirme istemesi, uluslar arası şirketlerle ulusal şirketler ve devletler arasında yeni bir güç savaşının ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Bu da dünyada gerilimi artıran önemli bir başka parametredir. Bu önemli bir fay hattıdır (Birinci Fay Hattı).
İki Yüzlülük ve Çifte Standartçılık: Demokrasi Faydalıdır/ Zararlıdır
Soğuk Savaş sonrasının birinci evresinde demokrasi baş
tacıdır. Ancak ikinci evreye geçmeden önce ABD halkı için demokrasinin o kadar
da iyi, erdemli bir şey olmadığı seslendirilmeye başlanmıştır. Ancak bu evrede
Batı dışı ülkeler için Demokrasi dayatması yapılmakta ve demokratik değerlerin
hayata mutlaka geçirilmesinden bahsedilmektedir. Gerçekte bu ülkelere
demokrasinin gelmesi mi isteniyordu; yoksa mevcut diktatörlükler bu yola tehdit
edilip daha fazla tavize mi zorlanıyordu, orası pek açık değildi. Gerçekte
Müslüman coğrafyadaki tüm diktatörlükler Batı’nın ürünüydü.
ABD için ilke çok açıktı:
“…ABD
çıkarlarına uyumlu bir diktatörlük, demokrasiye tercih edilmelidir.”13
Birinci evrenin sonuna doğru ABD politikasına yön
verenlerin, koro halinde demokrasiyi karalamaya ve ABD çıkarları için tehlikeli
göstermeye çalışmalarının bir nedeni vardı:
“(Huntington) Kendi kaderini tayın hakkı için
yani her grubun kendi yolunu izlemesine izin verilmesi-çeşitli gerekçeler ileri
sürülebilir ama bu da toplumun ve devletin gittikçe parçalara bölünmesine ve
dağılmasına neden olabilir. Dahası demokrasiler bu sorunu çözmeye uygun
değildir. Tam anlamı ile bir demokratikleşme ve demokrasinin işlemesi etnik,
dini ve mahalli gruplar arasındaki ilişkileri şiddetlendirebilir... Bu Birleşik
devletlerin geleceği ile ilgili olarak çok ciddi sorunları gündeme
getirmektedir..”14
ABD’de etkili isimlerden biri olan Robert D. Kaplan, ‘Demokrasi
ve hümanizm çağı kapanmıştır. Savaşlar devam edecektir’ demektedir:
“…Eğer dost ile düşman ve demokrasi ile diktatörlük
tanımlarına mutlak anlamlar yüklersek, zafer şansı azalır.”15
“.. Demokrasi görüşümüz bile değişmeli. Pakistan,
Mısır ve Tunus gibi ülkelerin demokratikleşmesini istemek yerine, zararsız
diktatörlüklere ve karışık rejimlerin farklı türlerine bu çabamızda bize destek
verdikleri sürece hoşgörüyle yaklaşacağız. Bunda ahlakdışı ya da ikiyüzlü bir
şey yok… Savaşlar devam edecek, çünkü liberal elitlerin ötesinde, insanlık her
zamanki kadar bölünmüş durumda”.16
Batı, baştan beri sanayileşmemiş ülkelerin tümünde
yukarıda öngörülen anlayışa
uygun bir politika izlemiş, kendi çıkarlarını
savunacak diktatörleri işbaşına getirmiştir. Bu yüzden de Müslüman coğrafyada
hemen her ülkenin halkları ile yönetimleri arasında sorun vardır ve bu sorun, Onlarla-Bunların
işbirliği ile bilinçli olarak derinleştirilmektedir.
Soğuk Savaş sonrası dönemin birinci evresinde,
özellikle, Türkiye ve Ortadoğu ülkelerinde bir taraftan halka zulmedilmesi
sağlanılmış; diğer taraftan da zulme uğrayanların hakları savunulmaya
kalkışılmıştır. Bir el ile vurmuşlar, öteki ile korumaya kalkmışlardır. Oysa
her iki el de aynı gövdeye aittir. İkince evrede girişilecek işgaller
karşısında halk tarafsızlaştırılmak isteniyordu. İçerdeki diktatörler baskı
yapıp halkı canından bezdirecek; ABD ise karşı saflara geçip diktatörleri
eleştirerek mazlum halkın gönlünü kazanacaktı. Böylece kendi ülkelerindeki
zulümden bunalanlar, Batı medeniyetine ve onun temel değerlerine sıcak bakacak,
muhalefet etmeyecekti. Nitekim Türkiye’de 28 Şubat Postmodern darbesinden sonra
böyle bir süreç yaşanmış; Müslümanların bir kesimi, önceden karşı çıktıkları
bir medeniyetin temel değerlerini benimsemeye ve hatta onları İslam’ın
değerleri ile özdeş görmeye başlamıştı.17 28 Şubat Postmodern darbesinin
getirdiği zihinsel kırılmanın sonucundur ki Milli Görüş hareketinden gelen bir
siyası kadro, kayıtsız şartsız AB’ye girmeye çalışmaktadır. Ortada medeniyetler
arasında bir buluşma veya diyalog yoktur. Çünkü diyalogda karşılıklı kriterler
olur, onlar üzerinden pazarlık yapılır. Uzlaşma bunun uzantısında gelir. Şimdi
bize söylenen ‘Avrupa değerlerinin tartışılamaz’ olduğudur. Bizden İstenen, tek
yanlı olarak başka bir medeniyete, kendi medeniyet değerlerini terk ederek
teslim olmaktır.
ABD ve AB, demokrasiyi, alt kimliklerin uyanmasına sebebiyet verdiğinden dolayı kendileri için zararlı görürken; alt kimliklerin uyanması için azınlık haklarını demokrasinin bir gereği imiş gibi bölünme hakkı olarak başka ülkelere dayatmaktadırlar. Sanayileşmiş ülkeler kendi halklarına üst milliyetçiliği(entegrasyon), sanayileşmemiş ülke halklarına da (hedef ülkelerde) etnik milliyetçiliği(bölünme) tavsiye etmektedir. Bu tam bir ikiyüzlülük ve tam bir çifte standart değil midir?
Kitle İmha Silahları Üretip Satanlar Masum Satın alanlar Suçlu
Birinci evrede, kitle imha silahlarının(biyolojik,
kimyasal, nükleer) insanlar tarafından son derece kolay bir şekilde elde
edilebileceği ve bu açıdan dünyanın eskisine nazaran daha güvensiz ve tehlikeli
olduğu propagandası belli merkezlerden empoze edilmeye ve yaygınlaştırılmaya
çalışıldı. Bu silahlara sahip bazı(hayalî) terörist grupların var olduğu
ısrarla tekrarlandı. Öyle bir hava oluşturuldu ki, her an her şey olabilirdi!
Ancak şu
sorular sorulmadı: Kitle imha silahlarını kimler üretip satıyor? Kimler, bu
konuda uluslararası hukuka ve BM kararlarına uymuyor? Niçin tehlike üretim
aşamasında engellenmiyor? Cevap basitti. Çünkü bu silahlar sanayileşmiş ülkeler
tarafından üretiliyordu. Bu silahlara sahip olanların değil de, sahip
olmayanların tehlikeli olması nasıl bir mantıktı? Kitle imha silahlarına sahip
olduğu söylenen teröristler, eskiden komünistler arasından çıkıyordu; şimdi de
Müslümanlar arasından çıkıyor!?
Afganistan ve Irak işgal edilmesine rağmen bu terörist gruplar, ellerindeki bu silahları bir türlü kullanmıyorlar. Neden? Kullanamazlar, çünkü ellerinde böyle silahlar yok. 11 Eylül eylemi ile ABD’yi titretenler(!), büyük bir Müslüman katliamı yaşanırken benzer eylemleri neden yapmıyorlar? Yapamazlar çünkü önceki eylemleri de onlar yapmadı. Ancak birinci evrede kamuoyunun böyle bir tehlikeye şartlandırılması istendi ve ABD Psikolojik savaş makinesi bu amaçla çalıştırıldı.
İkinci Evre: Medeniyetler ya da Değerler Çatışması
Soğuk Savaş sonrasının birinci evresinde bu tezlerin
ortaya atılmasının nedeni
başlangıçta pek anlaşılamadı. Çünkü insanlar, Hümanizm
şarkıları ile kendilerinden geçmişlerdi. Değişik kesimler, medeniyet çatışması
tezine bir hayal ürünü olarak baktılar. Huntington’un tezinin özellikle
aydınlardan ve bilim adamlarından tepki göreceği, yadırganacağı bekleniyordu.
Yapılmak istenen şey farklıydı; tartışmalar aracılığıyla yeni bir soğuk savaşa
kamuoyunu alıştırmak. Kabullendirmek ise sonraki işti. Hümanizm çağının
sarhoşluğu içinde olanlara medeniyetler çatışmasını benimsetmek için şok tedavi
uygulanacaktı. Bunun için uygun bir ortam, hava oluşturulmalıydı. 11 Eylül
sabahı ABD derin devleti, el-Kaide adına yüksek teknolojiyi kullanarak ABD’yi
vururken ABD psikolojik savaş makinesi gerekli koşullandırmayı yapmak için
zaten hazır bekliyordu: ‘Müslüman coğrafyanın değişik ülkelerinden gelen El
Kaide üyesi teröristler İkiz kuleleri yerle bir etmiş, Pentagon’u vurmuş ve ABD
başkanını korkutup kaçırtmıştı.’
Dünya şok içerisinde ne olup bittiğini anlayamadan,
‘karanlıktaki prensler’ (derin devlet) adına, korkudan nerede olduğu belli
olmayan başkan Bush ortaya çıkıp, ‘100 yıl sürecek bir haçlı savaşını
başlattığını’ tüm dünyaya duyuruyordu. ABD’nin hasretle beklenen baş düşmanı
İslam nihayet ortaya çıkmış ve medeniyetler savaşını başlatarak Huntington’u
haklı çıkarmıştı:
“... Medeniyetlerin çatışması global politikaya hakim olacak. Medeniyetler arasındaki fay hatları geleceğin muharebe hatlarını teşkil edecek. Medeniyetler arasındaki mücadele modern dünyadaki mücadelenin nihai evrimi olacak.”18
İslam Yayılıyor
Dünyadaki gelir
dağılımında tam bir adaletsizlik hakim. Dünyada kişi başına düşen ortalama
gelir, 5000$ civarında. Bunun bir tarafında 25000$ ortalama geliri olan
ülkeler, diğer tarafında 800$’in altında geliri olan ülkeler var.19 Genelde
dünyanın güneyi ve doğusundakiler fakir, kuzeyi ve batısındakiler zengindir.
Enerji ve kıymetli madenler açısından güneydekiler zengin, kuzeydekiler
fakirdir. Güney teknolojiye sahip değilken kuzey teknolojiye sahiptir. Güneyin
zengin kaynakları, kuzeyliler tarafından işletilmekte ve kullanılmaktadır.
Çevreyi zenginler kirletmekte, bedeli fakirler ödemektedir. En kirli teknoloji
fakirlerin ülkelerinde kurulmaktadır. Diğer taraftan sanayileşmiş ülkeler,
sanayileşmemiş ülkeleri sömürmekte ve sömürü çarkının kolay dönmesi için fakir
ülkelerdeki diktatörlükleri desteklemektedir. Yerli işbirlikçi zümreler bu
desteğe dayanarak, lüks ve israf içerisinde yaşamakta; halkı açlık ve sefalet
içerisinde bırakmaktadır. İşkence ve baskıyı her geçen gün artırmaktadırlar.
Fikir, düşünce ve inanç özgürlüğü yok gibidir. Bu durum, zengin ülkelerle fakir
ülkeler arasında ciddi bir fay hattı (İkinci
Fay Hattı) meydana getirmiştir ve bu fay hattında gerilim artmaktadır.
Genel olarak sanayileşmemiş ve batı tarafından
sömürülen ülkelerde özel olarak da İslam coğrafyasında, hem yönetimlere hem de
Batıya karşı büyük bir kin ve nefret dalgası yayılmaktadır. Bu ülkelerde biri
halkla yönetimler (Üçüncü Fay Hattı),
diğeri halkla Batılı emperyalistler arasında (İkinci Fay Hattı) olmak üzere birbiri ile ilintili iki ayrı fay
hattı oluşmuştur. Birinde meydana gelen kırılma ötekini de tetikleyecektir. Biriken
bu kin ve nefret, fay hatlarının çok yüksek bir şiddette kırılmasına sebebiyet
verecektir.
Diğer taraftan zengin ülkeler, kendi içlerinde ciddi
bir dengesizliği ve adaletsizliği barındırmaktadır. Toplumun bir kesimi aşırı
zenginleşirken, önemli bir kesimi de gittikçe fakirleşmektedir. Bu da
sanayileşmiş ülkelerdeki zenginlerle fakirler arasında ciddi bir fay hattı(Dördüncü Fay Hattı) oluşturmakta ve her
geçen gün bu fay hattında da gerilim artmaktadır.
Diğer taraftan Fukuyama’nın, Brzezinsky’nin,
Baudrillard’ın ve Garaudy’nin dikkat çektiği sanayileşmiş ülkelerdeki ahlakî
çöküş ve insanın kendisine yabancılaşması, artan bir dozajda devam etmekte;
bunun doğal sonucu olarak da bunalım artmaktadır. İslam haricindeki diğer
dinler, bu ruhsal çöküntüye cevap verememektedir. Çünkü hayatla bağlantılarını
sekülerizm adına kesmişlerdir:
“(Huntington) Batı kültürüne, bazen Hıristiyan ve
yıkıcı olduğu için karşı çıkılmaktadır. Mahalli kültüre dönüş en belirgin
biçimde Müslüman toplumlarda ve Asya toplumlarında görülmektedir. Bütün Müslüman
ülkelerde İslamî diriliş kendini göstermekte, hemen hepsinde en belirgin
sosyal, kültürel ve entelektüel hareket haline gelmekte, etkisini en çok da
politikada göstermektedir. …İslam dünyası, toplumlarının ‘Batı zehiri ile
zehirlenmesine’ tepki göstermektedir.”21
Baskı altında tutulan, hakları gasp edilen,
aşağılanan, zulme uğrayan ve/veya ruhsal bir çöküntü içinde olan tüm
insanların, yönelecekleri ve sığınacakları tek bir merci ve tek bir yol vardır.
O da Allah’tır ve İslam’dır. Onun için tüm ezilmiş halklar arasında İslam hızla
yayılmaktadır ve yayılacaktır da. Bu nedenle Müslümanlar, batı toplumlarının
içerisinde erimemekte tam tersine batılı toplumları etkilemektedirler:
“(Kotkin, 1992)Batıdaki
Müslümanların çoğalmasıyla birlikte Avrupa’da ‘on üçüncü ulus’ ortaya çıktı...
Bunun yarattığı korku giderek bütün Batıyı sarıyor... Batı ile Avrupa’daki ‘on
üçüncü ulus’ arasındaki sürtüşmenin bundan sonraki aşaması tarihi bir
hesaplaşmaya kadar varabilir.”20
“(Bernard
Lewis, 28.7.2004) Bu yüzyılın sonunda Avrupa İslamileşecek. Göç ve demografi
bunu göstermekte. Avrupalılar geç evleniyorlar ve çocuk yapmıyorlar ya da az
çocukları oluyor. Fakat büyük bir göç söz konusu; Almanya’da Türkler, Fransa’da
Araplar, İngiltere’de de Pakistanlılar var. Bunlar erken evlenip çok çocuk
yapıyor. Bugünkü eğilime bakılırsa, en geç 21. yüzyılın sonunda Avrupa’nın
nüfusunda Müslümanlar çoğunlukta olacak.”22
İslam, zulme meydan okuduğu için dünyadaki
ezilenlerin, yoksulların, horlananların ve mazlumların dini olarak yayılıyor.
İslam, bunalımdan çıkış arayanların, iç dengeye
kavuşmak isteyenlerin dini olarak yayılıyor.
İslam, annelik zevkini tatmak isteyen, meta olmaktan
kurtulmak isteyenlerin dini olarak yayılıyor.
İslam, insanın kendisine yabancılaşmasından
korkanların dini olarak yayılıyor.
İslam, fıtratını arayanların dini olarak yayılıyor.
Sonuç: İslam Meydan Okuyor
Batı adaletsizdir, merhametsizdir ve sevgisizdir. Batı
tehditçi, darbeci ve özgürlüklere karşıdır. Batı demek sınıfsal ayırım demek,
haksızlık ve sömürü demektir. Batı korku ve şiddet üzerine inşa edilmiştir. O
nedenle Batı, barışı değil savaşı; düzeni değil kaosu sever. Batı, insan
fıtratına açılmış bir savaştır.
Batı yalancı, iki yüzlü ve çifte standartçıdır.
Bugünkü bunalımın ana kaynağı sekülerleşmedir. ABD bu çıkmazdan yıllarca devre
dışına ittikleri Hıristiyanlığı bir koltuk değneği olarak kullanıp çıkmak
istemektedir. Bu amaçlı bir dini söylem, asırlar içerisinde inşa ettikleri
seküler sistemin daha hızlı çökmesine yardımcı olacaktır.
İnsan fıtratına uymayan tüm sistemler ve uygulamalar
tarihin çöp sepetine atılacaktır. 21. asırda İslam, insanlığın geleceği
olacaktır, kurtuluşu olacaktır.
İslam, insan
fıtratına uyan yegane değerler sistemi olduğu için her alanda meydan okuyor:
İslam, insanı bir bütün olarak ele aldığından, en iyi
tanıdığından, insan fıtratına uygunluğundan dolayı birey için söylediği her
şey, onu huzura ve mutluluğa götürmektedir.
İslam, ferdi, bir taraftan birey olarak ele alıp onun
özel hayatını tanzim ederken; diğer taraftan onun toplumsal yönüne hitap edip
cemaat olarak yaşamasını öğütlemektedir. Böylelikle insanı, hem bireysel bir
varlık hem de toplumsal bir varlık olarak ele alıp inşa etmektedir. Akrabalık
hukuku ve komşuluk hukuku ihdas ederek insanın yalnızlaşmasına, yalnızlaştığı
için de müstağnileşmesine, benmerkezci olmasına mani olmaktadır. Cemaat içinde
onu hem denetliyor hem de güven içerisinde olmasını sağlıyor.
İslam, paylaşmayı öngörüyor. Sermayenin tek elde
toplanmasına karşı çıkıyor. Bundan dolayı bugünkü anlamdaki tekelleşmeyi
reddediyor. Zenginlerin malında fakirin hakkı olduğunu söyleyip, o hakkı alıp
sahiplerine veriyor. Zenginlerin mallarını istedikleri gibi tasarruf etme halkı
olmadığını, halkın zararına mal edinilemeyeceğini ve kullanılmayacağını
haykırıyor.
İslam, faize, tefeciliğe karşı çıkıyor. Faizi en büyük
günahlardan kabul ederek Allah’a açılmış bir savaş olarak değerlendiriyor.
Tüketim ekonomisine karşı çıkarak israfı değil tutumluluğu öğütlüyor. ‘Serbest
pazar tektanrıcılığı şirk dini’nin ana gelir kaynakları olan tüketim, faiz,
uyuşturucu-alkol , fuhuş ve rüşveti gayrı meşru ilan ederek ‘Serbest pazar
tektanrıcılığı şirk dini’ne meydan okuyor.
İslam, nereden, kimden ve nasıl gelirse gelsin zulme
karşı çıkıyor. Zulmü en ağır suç sayıyor. Dünyanın neresinde bir zulüm varsa
onun def edilmesinden kendini sorumlu tutuyor.
İslam, aile hayatını, dede-nine, anne-baba ve
çocuk(torun) üçlüsü ekseninde ele alarak nesiller arası bağı, sağlam bir zemine
oturtuyor. Onlar arasında yeni bir hukuk ihdas ediyor. Çocukların öldürülmesine
engel oluyor, çocuk yapmayı teşvik ediyor.
İslam, kadının tüketim, reklam, pazarlama ve fuhuş
sektörünün elinde oyuncak olmasına karşı çıkıyor. Onu, cinsel bir meta, bir haz
aracı olmaktan çıkarıp, ayaklarının altında cennet olan kutsal bir varlık, anne
olarak konumlandırıyor.
İslam, kamusal
alan, özel alan ayırımı yapmadan tüm hayatı bir bütün olarak ele alıyor,
parçalamıyor; bu bütünlük içerisinde hayatı tanzim ediyor. Böylelikle
insanları, evde başka, sokakta başka, okulda başka ve kurumda başka davranış
sergilemek zorunda bırakmıyor, insandaki bütünlüğü parçalamıyor. Şizofren
olmayan, kendisi ile, ailesi ile, akrabası ile, komşusu ile, milleti ile,
devleti ile barışık, dengeli, şahsiyetli bir insan unsuru inşa ediyor.
İslam, İki
dünyayı birleştiriyor; dünyayı, ahiretin tarlası yaparak insana ektiklerini
biçeceği hesap gününü, ödül ve cezayı hatırlatarak aşırılıklardan kaçınmasını
emrediyor. Onu dengeli, mütevazı olmaya çağırıyor. Ona mutluluğa giden yolu ve
bu yol üzerindeki mayınları gösteriyor.
İslam, insanın Allah’la ilişkisini düzenleyerek, onu
yalnızca Allah’la korkutarak, başka korkuları kalbinden söküp atarak
özgürleştiriyor, şahsiyet sahibi yapıp yüceleştiriyor.
Özetle, İslam meydan okuyor ve İslam yayılıyor.
Ve Onlar Müslümanları hedef alarak;
‘Bunlar bizim
yaşam tarzımıza karşılar. Bunun için 100 yıl sürecek bir Haçlı savaşını
başlattık’ diyorlar.
Biz Müslümanlar da Hz. İbrahim’i örnek alarak, Onun
durduğu(İbrahimî Duruş) gibi dimdik durarak;
«Biz, sizlerden ve Allah’ın
dışında tapmakta olduklarınızdan gerçekten uzağız.
Sizi (artık) tanımayıp-inkâr
ettik. Sizinle aramızda, siz Allah’a bir olarak iman edinceye kadar ebedi bir
düşmanlık ve bir kin baş göstermiştir.»(64 Mümtahine 4) diyoruz.
Ve İslam galip gelecektir, zalimler, kafirler,münafıklar istemese de.
Kaynaklar
1- Ardıç E. , Atatürk’ün Yatağı Yorganı, Star, 17 Kasım 2004
2- İnan K., Hayır
Diyebilen Türkiye, Timaş Yay, İstanbul, 2. Baskı, 1995
3-Turgut S., ‘Gizli Tarikatlar ve Savaş’, Akşam, 21.04.2004.
4-Fukuyama F., Büyük
Çözülme, Sabah Kitap, (Çeviri), 1999.
5-Fukuyama F., Güven,
Türkiye İş Bankası Yay, (Çeviri), 1998.
6- Chomsky, N. Terörizm
Kültürü ABD Terörü, Pınar Yay, İstanbul 11991 s: 221 )
7- Akfırat, A. Özel
Savaş Pentagon, Kaynak Yay. İstanbul, 1997 S200-201)):
8- Huntington,S.P., Medeniyetler Çatışması, Vadi Yay, Ankara, 1997 S.:120 ):
9. Huntington,S.P., age. S:18-21.
10- Huntington, S.P., age. S:86.
11- Ataöv T.,’ ABD; “Şirketlerin, şirketler
tarafından, şirketler için yönetimidir” ‘, NPQ,
Cilt 6 ,Özel sayı, 2004, S:18-21
12- Garaudy R., Çöküşün
Öncüsü ABD, Nehir Yay, İstanbul, 1997, S: 51
13- Akgün B., “Faşizm, Bilim ve Çatışmacı Zihniyet: Huntington, Lewis ve Batının Bitmeyen Düşmanları”, Liberal Düşünce, yıl 9, sayı 35 yaz 2004 S: 109-112. (Soğuk savaşın dorukta olduğu yıllarda Huntington’un yazdığı, Değişmekte Olan Ülkelerde Siyasal Düzen adlı kitaptan alıntı)
14- Huntington,S.P., age S:119
15- Kaplan R.D. , “ Zafer için Her şey Mubah”,
Radikal, 14 Ekim 2001.
16- Kaplan R.D. , “ Dış Politika İçe Dönmeli”,
Radikal, 23 Eylül 2004.
17-Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı(TGTV), AB Yolunda Türkiye, 10. İstişare toplantısı Tebliğleri, İstanbul, 2004
18-Huntington,S.P., age. S.15-16,18 ):
19 Nas N., ‘Belirsizlik İçinde Denge Aramak Artık Bir
Zorunluluktur’, NPQ, Cilt 6 ,Özel
sayı, 2004, S:24-26
20- Kotkin, J., ‘Dünya Ekonomisine Yön Veren
Kabileler’, NPQ, c.1/3, 1992, s. 50-55 )
21- Huntington, S.P., age S:107
22- Birol Akgün, a.g.y.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder