1 Aralık 2004 Çarşamba

MEDENİYETLER ÇATIŞMASINDA MÜSLÜMANLARIN YOL HARİTASI İslâm Batı’nın Yalancı ve İkiyüzlü Sistemine Meydan Okuyor

 (Umran Dergisi)

“Hıristiyanlar kendi dinlerini muhafaza edemeyince, Müslümanları da Hak Dinden saptırmaya çalışıyorlar.” Mustafa Hacı- Bulgaristan Müftüsü


Giriş: Neden?

Irak’ın işgali için ileri sürülen gerekçelerin hiçbirinin doğru olmadığı anlaşılmış olmasına ve ileri sürülen gerekçelerin kasıtlı kamuoyu oluşturma amaçlı olduğu bizzat kendileri tarafından itiraf edilmiş olmasına rağmen; Irak işgali ısrarla devam etmekte ve medeni(!) batı dünyasından hiçbir ses çıkmamaktadır. Neden?

Ebû Garib cezaevinde esirlere reva görülen insanlık dışı davranışlar, bizzat kendileri tarafından filme alınmış ve gene kendileri tarafından medyaya sızdırılmıştır. Neden?

Diğer taraftan Müslümanların kutsal bir ibadet ayı olduğu çok iyi bilinen Ramazan ayında, camiler dahil tüm sivil yerleşim bölgeleri bombalanmış ve tanklarla yıkılmıştır. Neden?

Bombalanan bir camideki yaralı ve silahsız oldukları bilinen insanlar öldürülmüş ve görüntüleri kameraya alınmıştır. Neden?

Filistin’de yaşlı, kadın ve çocuk demeden insanlar öldürülmektedir. Neden?

Türkiye’deki medyanın büyük bir kesimi, gerçekleri örtbas etmeye, olup biteni meşru ve doğal göstermeye çalışmaktadır. Neden?

ABD ve AB(Onlar) tarafından başta Türkiye olmak üzere İslam ülkeleri ve İslam’la ilgili söylenen her şey, içerdeki bir kısım medya, yazar, aydın, bilim adamı, bürokrat ve siyasetçi(Bunlar) tarafından alkışlanmakta ve canla başla desteklenmektedir. Neden?

Dışardan ABD ve AB Kıbrıs’ı verin diyor; içerden bunlar verip kurtulalım temposu tutuyorlar. Neden?

Dün Onlar, Halifeliği kaldırın dediler; Bunlar, bunun gerekçelerini hazırladılar. Neden? Şimdi Onlar, Halifeliği geri getirin diyorlar; Bunlar, 80 yıl yapıp ettiklerini ve söylediklerini yok farz edip evet halifelik iyidir ve elzemdir diyorlar. Neden?

Dün Onlar İslamî devlet olmaz dediler; Bunlar, çağdaşlığa ve laikliğe aykırıdır gerekçesi ile şevkle icraata başladılar. Şimdi Onlar, Ilımlı İslam Cumhuriyeti olun dedikçe, Bunlar devlet İslam’la barışmalı, İslam’ı dışlayarak bir şey yapılamaz diyorlar. Neden?

Onlar İslam’ı kaldırın, yıkın, yok edin dediler; Bunlar, Kemalizm diye yeni bir din inşa ettiler ve bu dinin âmentüsünü İslam’a nazire olarak 6 okla sembolleştirdiler. Şimdi Onlar, ‘Kemalizm devrini tamamladı, Türkiye’nin önünde engeldir’ diyorlar, Bunlar evet deyip eleştiriye Mustafa Kemal’in Dolmabahçe sarayındaki yatak yorganından başlıyorlar.1 Neden?

Dün Onlar, imparatorluğu tasfiye edebilmek için ulus devlet iyidir dediler; Bunlar, doğrudur deyip imparatorluğu yıkmak için kolları sıvadırlar. Şimdi Onlar, kendi imparatorluklarını kurabilmek için milliyetçiliği kötüleyerek Yeni Dünya Düzeni ve Küreselleşmenin erdeminden bahsediyorlar; Bunlar koro halinde milliyetçiliği yerden yere vurup globalleşmeyi göklere çıkarıyorlar. Neden?

Dün Onlar, Osmanlı sistemini kötüleyip yıkmak istediler; Bunlar, tarihten silip atmak için seferber oldular. Şimdi Onlar, BOP kapsamında model bir ülke olarak Osmanlı misyonunu yüklenip bizim jandarmalığımızı yapın diyorlar; Bunlar, Osmanlının adaletini ve sisteminin iyiliğini anlata anlata bitiremiyorlar. Neden?

Dün Onlar, dinler arası diyalogu gündeme getirdiklerinde; Bunlar zaten bizim tarihimizin bir dinler diyalogu olduğunu orkestra halinde seslendirdiler. Şimdi Onlar dinler arası savaştan bahsediyorlar; Bunlar bu savaşı haklı göstermek için İslamî terör, dini terör söylemini yükseltiyorlar.Neden?

Onlar bize, sizin düşmanlarınız İsrail hariç tüm komşularınızdır, her kötülük onlardan gelmektedir; her türlü cinayet ve eylemin arkasında dün Sovyetler vardı, bugün İran, Irak ve Suriye var derken; Bunlar koro halinde daha gür sesle doğrudur diye bağırıyorlar. Neden?

Onlar Kürtler etnik azınlık, aleviler dini azınlık derken; Bunlar basın bildirileri, her türlü toplantı ile yeri göğü inletiyorlar. Neden?

Dışarıdaki Onları anladık, Onları tanıyoruz, biliyoruz ve Onların bize her türlü kötülüğü reva görmesini, bizim kalkınmamızı ve güçlenmemizi istememelerini anlayabiliyoruz. Çünkü Onlar düşmandır. 1000 yıllık tarihin karşı saflara koyduklarıdır. Peki içerdeki Bunlar kimdir? Dışarıdaki Onlarla aralarındaki bağ nedir? Ortak paydaları nedir? Niçin Bizden ziyade Onlara yakındırlar ve Onlarla işbirliği içinde bulunurlar?

Neden Bunlar halkın isteklerine hep hayır, Onların isteklerine hep evet derler?2 Neden bunlar bu topraklara, bu dine ve bu millete bu denli hınç ve öfke beslerler. Niçin ‘Türkiye yönetimi, Türklere bırakılamayacak kadar önemlidir’ derler; bunu söyleme cesaretini kimden alırlar?

Bu yazı dizisinde, bu ve benzer soruların cevaplarını araştıracağız. Farklı değer sistemleri arasında bir mücadele olup olmadığını, varsa neler yapılması gerektiğini tartışacağız. Ancak bu sayıda, bir alt yapı çalışması olarak genel bir değerlendirme ve durum tespiti yapılacaktır.

Soğuk Savaş Sonrası İki Evre

Soğuk savaş diye bahsedilen dönemde dünya, ABD ve SSCB patronluğunda iki ana nüfuz bölgesine ayrılmıştı. Bir tarafta NATO, diğer tarafta Varşova Paktı vardı. Her türlü kötülüğün baş sorumlusu olarak, ABD, SSCB patronluğundaki komünizmi gösterirken; SSCB de, ABD patronluğundaki kapitalizmi göstermekteydi. Böylelikle taraflar kendi nüfuz bölgelerindeki halkları korku altında tutarak birlikteliği sağlıyorlardı. Sovyetlerin çöküşü ile Komünist blok dağılmış, ABD tek süper güç olarak rakipsiz kalmıştır. Her iki blokta yer almış toplumlar için gösterilecek bir düşman ortada kalmamıştır.

Sovyetlerin çöküşünden sonraki devreyi, iki evreye ayırmak mümkündür:

Birinci Evre: Berlin duvarının yıkılışından 11 Eylül 2001’e kadar olan dönem: Yeni Dünya Düzeni, Globalleşme(Hümanizm Çağı).

İkinci Evre: 11 Eylül 2001’den sonraki dönem: Medeniyetler Çatışması.

Birinci Evre: Yeni Dünya Düzeni, Globalleşme(Hümanizm Cağı) 

Bu dönem, ABD değerlerinin tüm dünyaya kabul ettirilmesi için her şeyin cazip sloganlarla pazarlandığı bir dönemdir. İnsan hakları, hukukun üstünlüğü, özgürlük, serbestlik, bireyin kutsallığı, kardeşlik, diyalog, hoşgörü, din, dil, ırk ve cins ayırımı yok, sınır yok, uluslar arası hukuk ve uluslar arası kurumlar, serbest pazar, özel sektörün kutsallığı, din ve vicdan hürriyeti, düşünce hürriyeti, ifade hürriyeti, demokrasi, laiklik, dünya vatandaşlığı ve tek bir evrensel medeniyet.

Evet bütün bunlar; bu dönemde geniş halk kitlelerini, özellikle de, ‘hedef ülke’ diye tabir edilen sömürgeleştirilecek ülkeleri tatlı bir rüya alemine sokup uyutmak için çok cazip sloganlar olarak sıkça kullanılmıştır. Gerçekten de milletler, bu masalın etkisi ile insanlık türküleri söyleyip mutlu olduklarını göstermişlerdir. Dinler arası hoşgörü, dinler arası diyalog toplantıları hem ulusal ve hem de uluslar arası bazda gerçekleştirilmiştir. Diyalog toplantılarına iştirak eden Müslüman camia bu sanal barış dünyasına kendisini iyice kaptırıp kendinden geçmiştir. Oysa bu dönemde Anglikan kilisesi ve Papalık makamı, Ortadoğu ve Asya’nın Hıristiyanlaştırılması için seferberlik ilan etmiştir.3

Diyalog toplantılarının devam ettiği bu dönemde ABD’nin psikolojik savaş merkezi tarafından, birbirini tamamlayacak şekilde hazırlanmış iki çalışma (iki tez, iddia) ardarda kamuoyuna sunulmuştur. Tezlerden biri, Fukuyama’nın ‘Tarihin Sonu’, diğeri ise Huntington’un ‘Medeniyetler Çatışması’ idi.

Önce Fukuyama, Tarihin Sonu tezi ile Batı medeniyetinin insanlığın en son evresi olduğunu, Batı medeniyetinden başka bir medeniyetin var olamayacağını ileri sürmüştür. Fukuyama bu iddiası ile; Batıyı bir tarafta, dünyanın geri kalanını karşı tarafta konumlandırmış oluyordu.

Bu dönemde dikkat çeken bir nokta da, sanayileşmiş toplumların içerisinde toplumsal bazda bir bunalım ve çözülme yaşandığına ilişkin çalışmaların yoğunlaşmış olmasıdır. ABD toplumsal yapısı, Fukuyama tarafından ‘Büyük Çözülme’ çalışması ile gündeme taşınmıştır. Fukuyama’ya göre ABD toplumunda; Suç, Aile, Güven olmak üzere 3 ana grupta meydana gelen bir toplumsal sermaye tükenişi vardır. Suç oranları (şiddet, hırsızlık, kentsel kargaşa) gittikçe artmaktadır. Şiddet kullanma ilk öğretim düzeyine inmiştir. Uyuşturucu, alkol bağımlılığı yaygınlaşmaktadır. Aile hayatı çökmektedir. Evliliğe ilgi azalmakta, ‘birlikte yaşama’ anlayışı öne çıkmaktadır. Birliktelikler, kadın-erkek ikileminden eşcinsel ikilemine doğru kaymaktadır. Gayrı meşrû çocuk sayısı hızla artmaktadır. Kadınlar çocuk yapmak istemediğinden nesil yaşlanmaktadır. Bireyciliğin bir değer olarak ortaya çıkması ile fertler çevrelerine karşı duyarsızlaşmaktadır. Bireyler hiçbir konuda ve alanda sınırlama istememektedir. Bu gelişmenin doğal sonucu olarak fertler, yalnızlaşmakta, birbirlerine, topluma ve kurumlara güvenleri yıkılmaktadır. Özellikle polis, asker ve kiliseye karşı ciddi bir güven bunalımı yaşanmaktadır. Daha da önemlisi ABD’deki farklı ırk ve inançtan insanların birbirlerine karşı güvensizliklerinde ciddi artışlar vardır. Bu güvensizliğin sonucu alt kimlikler öne çıkmakta Amerikalılık bilinci kaybolmaktadır.4,5

İkinci tez, Huntington’un ‘Medeniyetler Çatışması’ tezidir. Tezin, Fukuyama’nın çalışması ile yakın ilişkisi vardır. Fukuyama’nın vurguladığı ABD toplumsal yapısındaki çözülme, Huntington’un tezinin temel dayanak noktalarından birini teşkil etmektedir. Huntington tezini, ‘çözülen ABD toplumu nasıl bir arada tutulabilir?’ üzerine kurgulamıştır. Bu amaçla, ABD’nin baştan beri kullandığı çok eski bir formülü (Düşmanı ile var olma, tehlike ve tehdit altında korku ile bütünleşme)6,7 devreye sokmaya çalışmıştır:

“Birleşik devletler hep kendisini bir şeyin karşıtı olarak tanımlamıştır. II.George’un, Avrupa monarşilerinin, Avrupa emperyalizminin, Faşizmin, Komünizmin. Ortada sürekli olarak kendi kimliğimizi şekillendirmemize yardımcı olan bir düşman olmuştur. Kime karşı olduğumuzu bilmez isek, kim olduğumuzu nasıl bileceğiz?”8

Sovyetlerin çöküşünden sonra halkına takdim edeceği bir düşmanı kalmayan ABD, varlığını devam ettirebilmek için yeni bir düşmana(!) muhtaçtır. Huntington Medeniyetler Çatışması tezi ile ABD’ye yeni bir düşman inşa etmektedir.Tez, medeniyetler arasında diyalogun değil, çatışmanın var olduğunu ve bunun kaçınılmazlığını iddia etmektedir. Huntington çatışma için 6 neden göstermekte ve bunlardan 3’ünü dinle ilişkilendirmektedir:

1. ‘Medeniyetler birbirlerinden tarih, dil, kültür, gelenek ve en mühimi de din yoluyla farklılaşırlar.’

2. ‘20. asrın sonlarından itibaren dünya sekülarizasyondan uzaklaşmakta, din yeniden doğmakladır.’

3. “…Etnisiteden daha fazla din, insanlar arasında keskin ve dışlayıcı şekilde bir ayırım yapmaktadır.”9

Olay din bazına indirilince düşmanın da kim olması gerektiği ortaya çıkmaktadır. Baş düşman İslam’dır ve İslam medeniyeti ile savaş Irak’ta olduğu gibi kitle imha silahları kullanılarak gerçekleştirilecektir.10

Şirket Devletin Özelleştirme Dayatması

Bu dönemde serbest piyasa kutsanmış, devletçilik her türlü kötülüğün kaynağı olarak gösterilmiştir. Özelleştirilme konusunda başta Türkiye olmak üzere tüm ülkelere baskı yapılmıştır. Bununla yetinilmemiş, her alanda yapılacak özelleştirmede mutlaka yabancı ortaklık şartı getirilmesi istenmiştir. ABD’nin bundaki ısrarı yapısından kaynaklanmaktaydı. 1876’da Amerika’daki tekelci sermayenin temsilcisi olarak şaibeli bir şekilde seçilen Başkan Hayes ABD’yi bir şirket devlet olarak tanımlar:

“Amerikan Hükümeti halkın, halk tarafından, halk için yönetimi değildir artık; Amerikan hükümeti şirketlerin, şirketler tarafından, şirketler için yönetildiği bir hükümettir.”11

Şirket Devlet anlayışı, ABD’nin ana felsefesidir. Hiçbir başkan buna karşı çıkamamış, hatta bu anlayışı kuvvetlendirmekle kendini sorumlu tutmuştur.

(Eski ABD başkanlarından Woodrow Wilson) “Madem ki ticaret milli sınırları tanımıyor ve madem ki imalatçı dünyayı Pazar olarak görmek istiyor; onun ülkesinin bayrağı da kendisini takip etmeli ve milletlerin ona kapalı olan kapıları kırılmalıdır: Para babalarının elde ettiği tavizler, dik kafalı milletlerin egemenliklerinin ayaklar altına alınması pahasına da olsa, devletin bakanları tarafından korunmalıdır. Dünyanın hiçbir köşesi bırakılamayacak veya ihmal edilemeyecek şekilde sömürgeler oluşturulmalı veya edinilmelidir.”12

İkinci Dünya savaşından sonra Başkan Truman’ın yaptığı açıklamalar Wilson’unkilerden farklı değildir.11

Bir Şirket Devlet olarak ABD’nin uluslar arası şirketler lehine özelleştirme istemesi, uluslar arası şirketlerle ulusal şirketler ve devletler arasında yeni bir güç savaşının ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Bu da dünyada gerilimi artıran önemli bir başka parametredir. Bu önemli bir fay hattıdır (Birinci Fay Hattı).

İki Yüzlülük ve Çifte Standartçılık: Demokrasi Faydalıdır/ Zararlıdır

Soğuk Savaş sonrasının birinci evresinde demokrasi baş tacıdır. Ancak ikinci evreye geçmeden önce ABD halkı için demokrasinin o kadar da iyi, erdemli bir şey olmadığı seslendirilmeye başlanmıştır. Ancak bu evrede Batı dışı ülkeler için Demokrasi dayatması yapılmakta ve demokratik değerlerin hayata mutlaka geçirilmesinden bahsedilmektedir. Gerçekte bu ülkelere demokrasinin gelmesi mi isteniyordu; yoksa mevcut diktatörlükler bu yola tehdit edilip daha fazla tavize mi zorlanıyordu, orası pek açık değildi. Gerçekte Müslüman coğrafyadaki tüm diktatörlükler Batı’nın ürünüydü.

ABD için ilke çok açıktı:

 “…ABD çıkarlarına uyumlu bir diktatörlük, demokrasiye tercih edilmelidir.”13

Birinci evrenin sonuna doğru ABD politikasına yön verenlerin, koro halinde demokrasiyi karalamaya ve ABD çıkarları için tehlikeli göstermeye çalışmalarının bir nedeni vardı:

  “(Huntington) Kendi kaderini tayın hakkı için yani her grubun kendi yolunu izlemesine izin verilmesi-çeşitli gerekçeler ileri sürülebilir ama bu da toplumun ve devletin gittikçe parçalara bölünmesine ve dağılmasına neden olabilir. Dahası demokrasiler bu sorunu çözmeye uygun değildir. Tam anlamı ile bir demokratikleşme ve demokrasinin işlemesi etnik, dini ve mahalli gruplar arasındaki ilişkileri şiddetlendirebilir... Bu Birleşik devletlerin geleceği ile ilgili olarak çok ciddi sorunları gündeme getirmektedir..”14

ABD’de etkili isimlerden biri olan Robert D. Kaplan, ‘Demokrasi ve hümanizm çağı kapanmıştır. Savaşlar devam edecektir’ demektedir:

“…Eğer dost ile düşman ve demokrasi ile diktatörlük tanımlarına mutlak anlamlar yüklersek, zafer şansı azalır.”15

“.. Demokrasi görüşümüz bile değişmeli. Pakistan, Mısır ve Tunus gibi ülkelerin demokratikleşmesini istemek yerine, zararsız diktatörlüklere ve karışık rejimlerin farklı türlerine bu çabamızda bize destek verdikleri sürece hoşgörüyle yaklaşacağız. Bunda ahlakdışı ya da ikiyüzlü bir şey yok… Savaşlar devam edecek, çünkü liberal elitlerin ötesinde, insanlık her zamanki kadar bölünmüş durumda”.16

Batı, baştan beri sanayileşmemiş ülkelerin tümünde yukarıda öngörülen anlayışa

uygun bir politika izlemiş, kendi çıkarlarını savunacak diktatörleri işbaşına getirmiştir. Bu yüzden de Müslüman coğrafyada hemen her ülkenin halkları ile yönetimleri arasında sorun vardır ve bu sorun, Onlarla-Bunların işbirliği ile bilinçli olarak derinleştirilmektedir.

Soğuk Savaş sonrası dönemin birinci evresinde, özellikle, Türkiye ve Ortadoğu ülkelerinde bir taraftan halka zulmedilmesi sağlanılmış; diğer taraftan da zulme uğrayanların hakları savunulmaya kalkışılmıştır. Bir el ile vurmuşlar, öteki ile korumaya kalkmışlardır. Oysa her iki el de aynı gövdeye aittir. İkince evrede girişilecek işgaller karşısında halk tarafsızlaştırılmak isteniyordu. İçerdeki diktatörler baskı yapıp halkı canından bezdirecek; ABD ise karşı saflara geçip diktatörleri eleştirerek mazlum halkın gönlünü kazanacaktı. Böylece kendi ülkelerindeki zulümden bunalanlar, Batı medeniyetine ve onun temel değerlerine sıcak bakacak, muhalefet etmeyecekti. Nitekim Türkiye’de 28 Şubat Postmodern darbesinden sonra böyle bir süreç yaşanmış; Müslümanların bir kesimi, önceden karşı çıktıkları bir medeniyetin temel değerlerini benimsemeye ve hatta onları İslam’ın değerleri ile özdeş görmeye başlamıştı.17 28 Şubat Postmodern darbesinin getirdiği zihinsel kırılmanın sonucundur ki Milli Görüş hareketinden gelen bir siyası kadro, kayıtsız şartsız AB’ye girmeye çalışmaktadır. Ortada medeniyetler arasında bir buluşma veya diyalog yoktur. Çünkü diyalogda karşılıklı kriterler olur, onlar üzerinden pazarlık yapılır. Uzlaşma bunun uzantısında gelir. Şimdi bize söylenen ‘Avrupa değerlerinin tartışılamaz’ olduğudur. Bizden İstenen, tek yanlı olarak başka bir medeniyete, kendi medeniyet değerlerini terk ederek teslim olmaktır.

ABD ve AB, demokrasiyi, alt kimliklerin uyanmasına sebebiyet verdiğinden dolayı kendileri için zararlı görürken; alt kimliklerin uyanması için azınlık haklarını demokrasinin bir gereği imiş gibi bölünme hakkı olarak başka ülkelere dayatmaktadırlar. Sanayileşmiş ülkeler kendi halklarına üst milliyetçiliği(entegrasyon), sanayileşmemiş ülke halklarına da (hedef ülkelerde) etnik milliyetçiliği(bölünme) tavsiye etmektedir. Bu tam bir ikiyüzlülük ve tam bir çifte standart değil midir?

Kitle İmha Silahları Üretip Satanlar Masum Satın alanlar Suçlu

Birinci evrede, kitle imha silahlarının(biyolojik, kimyasal, nükleer) insanlar tarafından son derece kolay bir şekilde elde edilebileceği ve bu açıdan dünyanın eskisine nazaran daha güvensiz ve tehlikeli olduğu propagandası belli merkezlerden empoze edilmeye ve yaygınlaştırılmaya çalışıldı. Bu silahlara sahip bazı(hayalî) terörist grupların var olduğu ısrarla tekrarlandı. Öyle bir hava oluşturuldu ki, her an her şey olabilirdi!

Ancak şu sorular sorulmadı: Kitle imha silahlarını kimler üretip satıyor? Kimler, bu konuda uluslararası hukuka ve BM kararlarına uymuyor? Niçin tehlike üretim aşamasında engellenmiyor? Cevap basitti. Çünkü bu silahlar sanayileşmiş ülkeler tarafından üretiliyordu. Bu silahlara sahip olanların değil de, sahip olmayanların tehlikeli olması nasıl bir mantıktı? Kitle imha silahlarına sahip olduğu söylenen teröristler, eskiden komünistler arasından çıkıyordu; şimdi de Müslümanlar arasından çıkıyor!?

Afganistan ve Irak işgal edilmesine rağmen bu terörist gruplar, ellerindeki bu silahları bir türlü kullanmıyorlar. Neden? Kullanamazlar, çünkü ellerinde böyle silahlar yok. 11 Eylül eylemi ile ABD’yi titretenler(!), büyük bir Müslüman katliamı yaşanırken benzer eylemleri neden yapmıyorlar? Yapamazlar çünkü önceki eylemleri de onlar yapmadı. Ancak birinci evrede kamuoyunun böyle bir tehlikeye şartlandırılması istendi ve ABD Psikolojik savaş makinesi bu amaçla çalıştırıldı.

İkinci Evre: Medeniyetler ya da Değerler Çatışması

Soğuk Savaş sonrasının birinci evresinde bu tezlerin ortaya atılmasının nedeni

başlangıçta pek anlaşılamadı. Çünkü insanlar, Hümanizm şarkıları ile kendilerinden geçmişlerdi. Değişik kesimler, medeniyet çatışması tezine bir hayal ürünü olarak baktılar. Huntington’un tezinin özellikle aydınlardan ve bilim adamlarından tepki göreceği, yadırganacağı bekleniyordu. Yapılmak istenen şey farklıydı; tartışmalar aracılığıyla yeni bir soğuk savaşa kamuoyunu alıştırmak. Kabullendirmek ise sonraki işti. Hümanizm çağının sarhoşluğu içinde olanlara medeniyetler çatışmasını benimsetmek için şok tedavi uygulanacaktı. Bunun için uygun bir ortam, hava oluşturulmalıydı. 11 Eylül sabahı ABD derin devleti, el-Kaide adına yüksek teknolojiyi kullanarak ABD’yi vururken ABD psikolojik savaş makinesi gerekli koşullandırmayı yapmak için zaten hazır bekliyordu: ‘Müslüman coğrafyanın değişik ülkelerinden gelen El Kaide üyesi teröristler İkiz kuleleri yerle bir etmiş, Pentagon’u vurmuş ve ABD başkanını korkutup kaçırtmıştı.’

Dünya şok içerisinde ne olup bittiğini anlayamadan, ‘karanlıktaki prensler’ (derin devlet) adına, korkudan nerede olduğu belli olmayan başkan Bush ortaya çıkıp, ‘100 yıl sürecek bir haçlı savaşını başlattığını’ tüm dünyaya duyuruyordu. ABD’nin hasretle beklenen baş düşmanı İslam nihayet ortaya çıkmış ve medeniyetler savaşını başlatarak Huntington’u haklı çıkarmıştı:

“... Medeniyetlerin çatışması global politikaya hakim olacak. Medeniyetler arasındaki fay hatları geleceğin muharebe hatlarını teşkil edecek. Medeniyetler arasındaki mücadele modern dünyadaki mücadelenin nihai evrimi olacak.”18

İslam Yayılıyor

Dünyadaki gelir dağılımında tam bir adaletsizlik hakim. Dünyada kişi başına düşen ortalama gelir, 5000$ civarında. Bunun bir tarafında 25000$ ortalama geliri olan ülkeler, diğer tarafında 800$’in altında geliri olan ülkeler var.19 Genelde dünyanın güneyi ve doğusundakiler fakir, kuzeyi ve batısındakiler zengindir. Enerji ve kıymetli madenler açısından güneydekiler zengin, kuzeydekiler fakirdir. Güney teknolojiye sahip değilken kuzey teknolojiye sahiptir. Güneyin zengin kaynakları, kuzeyliler tarafından işletilmekte ve kullanılmaktadır. Çevreyi zenginler kirletmekte, bedeli fakirler ödemektedir. En kirli teknoloji fakirlerin ülkelerinde kurulmaktadır. Diğer taraftan sanayileşmiş ülkeler, sanayileşmemiş ülkeleri sömürmekte ve sömürü çarkının kolay dönmesi için fakir ülkelerdeki diktatörlükleri desteklemektedir. Yerli işbirlikçi zümreler bu desteğe dayanarak, lüks ve israf içerisinde yaşamakta; halkı açlık ve sefalet içerisinde bırakmaktadır. İşkence ve baskıyı her geçen gün artırmaktadırlar. Fikir, düşünce ve inanç özgürlüğü yok gibidir. Bu durum, zengin ülkelerle fakir ülkeler arasında ciddi bir fay hattı (İkinci Fay Hattı) meydana getirmiştir ve bu fay hattında gerilim artmaktadır.

Genel olarak sanayileşmemiş ve batı tarafından sömürülen ülkelerde özel olarak da İslam coğrafyasında, hem yönetimlere hem de Batıya karşı büyük bir kin ve nefret dalgası yayılmaktadır. Bu ülkelerde biri halkla yönetimler (Üçüncü Fay Hattı), diğeri halkla Batılı emperyalistler arasında (İkinci Fay Hattı) olmak üzere birbiri ile ilintili iki ayrı fay hattı oluşmuştur. Birinde meydana gelen kırılma ötekini de tetikleyecektir. Biriken bu kin ve nefret, fay hatlarının çok yüksek bir şiddette kırılmasına sebebiyet verecektir.

Diğer taraftan zengin ülkeler, kendi içlerinde ciddi bir dengesizliği ve adaletsizliği barındırmaktadır. Toplumun bir kesimi aşırı zenginleşirken, önemli bir kesimi de gittikçe fakirleşmektedir. Bu da sanayileşmiş ülkelerdeki zenginlerle fakirler arasında ciddi bir fay hattı(Dördüncü Fay Hattı) oluşturmakta ve her geçen gün bu fay hattında da gerilim artmaktadır.

Diğer taraftan Fukuyama’nın, Brzezinsky’nin, Baudrillard’ın ve Garaudy’nin dikkat çektiği sanayileşmiş ülkelerdeki ahlakî çöküş ve insanın kendisine yabancılaşması, artan bir dozajda devam etmekte; bunun doğal sonucu olarak da bunalım artmaktadır. İslam haricindeki diğer dinler, bu ruhsal çöküntüye cevap verememektedir. Çünkü hayatla bağlantılarını sekülerizm adına kesmişlerdir:

“(Huntington) Batı kültürüne, bazen Hıristiyan ve yıkıcı olduğu için karşı çıkılmaktadır. Mahalli kültüre dönüş en belirgin biçimde Müslüman toplumlarda ve Asya toplumlarında görülmektedir. Bütün Müslüman ülkelerde İslamî diriliş kendini göstermekte, hemen hepsinde en belirgin sosyal, kültürel ve entelektüel hareket haline gelmekte, etkisini en çok da politikada göstermektedir. …İslam dünyası, toplumlarının ‘Batı zehiri ile zehirlenmesine’ tepki göstermektedir.”21

Baskı altında tutulan, hakları gasp edilen, aşağılanan, zulme uğrayan ve/veya ruhsal bir çöküntü içinde olan tüm insanların, yönelecekleri ve sığınacakları tek bir merci ve tek bir yol vardır. O da Allah’tır ve İslam’dır. Onun için tüm ezilmiş halklar arasında İslam hızla yayılmaktadır ve yayılacaktır da. Bu nedenle Müslümanlar, batı toplumlarının içerisinde erimemekte tam tersine batılı toplumları etkilemektedirler:

 “(Kotkin, 1992)Batıdaki Müslümanların çoğalmasıyla birlikte Avrupa’da ‘on üçüncü ulus’ ortaya çıktı... Bunun yarattığı korku giderek bütün Batıyı sarıyor... Batı ile Avrupa’daki ‘on üçüncü ulus’ arasındaki sürtüşmenin bundan sonraki aşaması tarihi bir hesaplaşmaya kadar varabilir.”20

 “(Bernard Lewis, 28.7.2004) Bu yüzyılın sonunda Avrupa İslamileşecek. Göç ve demografi bunu göstermekte. Avrupalılar geç evleniyorlar ve çocuk yapmıyorlar ya da az çocukları oluyor. Fakat büyük bir göç söz konusu; Almanya’da Türkler, Fransa’da Araplar, İngiltere’de de Pakistanlılar var. Bunlar erken evlenip çok çocuk yapıyor. Bugünkü eğilime bakılırsa, en geç 21. yüzyılın sonunda Avrupa’nın nüfusunda Müslümanlar çoğunlukta olacak.”22

İslam, zulme meydan okuduğu için dünyadaki ezilenlerin, yoksulların, horlananların ve mazlumların dini olarak yayılıyor.

İslam, bunalımdan çıkış arayanların, iç dengeye kavuşmak isteyenlerin dini olarak yayılıyor.

İslam, annelik zevkini tatmak isteyen, meta olmaktan kurtulmak isteyenlerin dini olarak yayılıyor.

İslam, insanın kendisine yabancılaşmasından korkanların dini olarak yayılıyor.

İslam, fıtratını arayanların dini olarak yayılıyor.

Sonuç: İslam Meydan Okuyor

Batı adaletsizdir, merhametsizdir ve sevgisizdir. Batı tehditçi, darbeci ve özgürlüklere karşıdır. Batı demek sınıfsal ayırım demek, haksızlık ve sömürü demektir. Batı korku ve şiddet üzerine inşa edilmiştir. O nedenle Batı, barışı değil savaşı; düzeni değil kaosu sever. Batı, insan fıtratına açılmış bir savaştır.

Batı yalancı, iki yüzlü ve çifte standartçıdır. Bugünkü bunalımın ana kaynağı sekülerleşmedir. ABD bu çıkmazdan yıllarca devre dışına ittikleri Hıristiyanlığı bir koltuk değneği olarak kullanıp çıkmak istemektedir. Bu amaçlı bir dini söylem, asırlar içerisinde inşa ettikleri seküler sistemin daha hızlı çökmesine yardımcı olacaktır.

İnsan fıtratına uymayan tüm sistemler ve uygulamalar tarihin çöp sepetine atılacaktır. 21. asırda İslam, insanlığın geleceği olacaktır, kurtuluşu olacaktır.

 İslam, insan fıtratına uyan yegane değerler sistemi olduğu için her alanda meydan okuyor:

İslam, insanı bir bütün olarak ele aldığından, en iyi tanıdığından, insan fıtratına uygunluğundan dolayı birey için söylediği her şey, onu huzura ve mutluluğa götürmektedir.

İslam, ferdi, bir taraftan birey olarak ele alıp onun özel hayatını tanzim ederken; diğer taraftan onun toplumsal yönüne hitap edip cemaat olarak yaşamasını öğütlemektedir. Böylelikle insanı, hem bireysel bir varlık hem de toplumsal bir varlık olarak ele alıp inşa etmektedir. Akrabalık hukuku ve komşuluk hukuku ihdas ederek insanın yalnızlaşmasına, yalnızlaştığı için de müstağnileşmesine, benmerkezci olmasına mani olmaktadır. Cemaat içinde onu hem denetliyor hem de güven içerisinde olmasını sağlıyor.

İslam, paylaşmayı öngörüyor. Sermayenin tek elde toplanmasına karşı çıkıyor. Bundan dolayı bugünkü anlamdaki tekelleşmeyi reddediyor. Zenginlerin malında fakirin hakkı olduğunu söyleyip, o hakkı alıp sahiplerine veriyor. Zenginlerin mallarını istedikleri gibi tasarruf etme halkı olmadığını, halkın zararına mal edinilemeyeceğini ve kullanılmayacağını haykırıyor.

İslam, faize, tefeciliğe karşı çıkıyor. Faizi en büyük günahlardan kabul ederek Allah’a açılmış bir savaş olarak değerlendiriyor. Tüketim ekonomisine karşı çıkarak israfı değil tutumluluğu öğütlüyor. ‘Serbest pazar tektanrıcılığı şirk dini’nin ana gelir kaynakları olan tüketim, faiz, uyuşturucu-alkol , fuhuş ve rüşveti gayrı meşru ilan ederek ‘Serbest pazar tektanrıcılığı şirk dini’ne meydan okuyor.

İslam, nereden, kimden ve nasıl gelirse gelsin zulme karşı çıkıyor. Zulmü en ağır suç sayıyor. Dünyanın neresinde bir zulüm varsa onun def edilmesinden kendini sorumlu tutuyor.

İslam, aile hayatını, dede-nine, anne-baba ve çocuk(torun) üçlüsü ekseninde ele alarak nesiller arası bağı, sağlam bir zemine oturtuyor. Onlar arasında yeni bir hukuk ihdas ediyor. Çocukların öldürülmesine engel oluyor, çocuk yapmayı teşvik ediyor.

İslam, kadının tüketim, reklam, pazarlama ve fuhuş sektörünün elinde oyuncak olmasına karşı çıkıyor. Onu, cinsel bir meta, bir haz aracı olmaktan çıkarıp, ayaklarının altında cennet olan kutsal bir varlık, anne olarak konumlandırıyor.

 İslam, kamusal alan, özel alan ayırımı yapmadan tüm hayatı bir bütün olarak ele alıyor, parçalamıyor; bu bütünlük içerisinde hayatı tanzim ediyor. Böylelikle insanları, evde başka, sokakta başka, okulda başka ve kurumda başka davranış sergilemek zorunda bırakmıyor, insandaki bütünlüğü parçalamıyor. Şizofren olmayan, kendisi ile, ailesi ile, akrabası ile, komşusu ile, milleti ile, devleti ile barışık, dengeli, şahsiyetli bir insan unsuru inşa ediyor.

 İslam, İki dünyayı birleştiriyor; dünyayı, ahiretin tarlası yaparak insana ektiklerini biçeceği hesap gününü, ödül ve cezayı hatırlatarak aşırılıklardan kaçınmasını emrediyor. Onu dengeli, mütevazı olmaya çağırıyor. Ona mutluluğa giden yolu ve bu yol üzerindeki mayınları gösteriyor.

İslam, insanın Allah’la ilişkisini düzenleyerek, onu yalnızca Allah’la korkutarak, başka korkuları kalbinden söküp atarak özgürleştiriyor, şahsiyet sahibi yapıp yüceleştiriyor.

Özetle, İslam meydan okuyor ve İslam yayılıyor.

Ve Onlar Müslümanları hedef alarak;

‘Bunlar bizim yaşam tarzımıza karşılar. Bunun için 100 yıl sürecek bir Haçlı savaşını başlattık’ diyorlar.

Biz Müslümanlar da Hz. İbrahim’i örnek alarak, Onun durduğu(İbrahimî Duruş) gibi dimdik durarak;

«Biz, sizlerden ve Allah’ın dışında tapmakta olduklarınızdan gerçekten uzağız.

Sizi (artık) tanımayıp-inkâr ettik. Sizinle aramızda, siz Allah’a bir olarak iman edinceye kadar ebedi bir düşmanlık ve bir kin baş göstermiştir.»(64 Mümtahine 4) diyoruz.

Ve İslam galip gelecektir, zalimler, kafirler,münafıklar istemese de.                              

Kaynaklar

1- Ardıç E. , Atatürk’ün Yatağı Yorganı, Star, 17 Kasım 2004

2- İnan K., Hayır Diyebilen Türkiye, Timaş Yay, İstanbul, 2. Baskı, 1995

3-Turgut S., ‘Gizli Tarikatlar ve Savaş’, Akşam, 21.04.2004.

4-Fukuyama F., Büyük Çözülme, Sabah Kitap, (Çeviri), 1999.

5-Fukuyama F., Güven, Türkiye İş Bankası Yay, (Çeviri), 1998.

6- Chomsky, N. Terörizm Kültürü ABD Terörü, Pınar Yay, İstanbul 11991 s: 221 )

7- Akfırat, A. Özel Savaş Pentagon, Kaynak Yay. İstanbul, 1997 S200-201)):

8- Huntington,S.P., Medeniyetler Çatışması, Vadi Yay, Ankara, 1997 S.:120 ):

9. Huntington,S.P., age. S:18-21.

10- Huntington, S.P., age. S:86.

11- Ataöv T.,’ ABD; “Şirketlerin, şirketler tarafından, şirketler için yönetimidir” ‘, NPQ, Cilt 6 ,Özel sayı, 2004, S:18-21

12- Garaudy R., Çöküşün Öncüsü ABD, Nehir Yay, İstanbul, 1997, S: 51

13- Akgün B., “Faşizm, Bilim ve Çatışmacı Zihniyet: Huntington, Lewis ve Batının Bitmeyen Düşmanları”, Liberal Düşünce, yıl 9, sayı 35 yaz 2004 S: 109-112. (Soğuk savaşın dorukta olduğu yıllarda Huntington’un yazdığı, Değişmekte Olan Ülkelerde Siyasal Düzen adlı kitaptan alıntı)

14- Huntington,S.P., age S:119

15- Kaplan R.D. , “ Zafer için Her şey Mubah”, Radikal, 14 Ekim 2001.

16- Kaplan R.D. , “ Dış Politika İçe Dönmeli”, Radikal, 23 Eylül 2004.

17-Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı(TGTV), AB Yolunda Türkiye, 10. İstişare toplantısı Tebliğleri, İstanbul, 2004

18-Huntington,S.P., age. S.15-16,18 ):

19 Nas N., ‘Belirsizlik İçinde Denge Aramak Artık Bir Zorunluluktur’, NPQ, Cilt 6 ,Özel sayı, 2004, S:24-26

20- Kotkin, J., ‘Dünya Ekonomisine Yön Veren Kabileler’, NPQ, c.1/3, 1992, s. 50-55 )

21- Huntington, S.P., age S:107

22- Birol Akgün, a.g.y.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...