(Umran Dergisi)
“İlk işim isim ve kavramları
değiştirmek olacaktır. Çünkü toplum, isim ve kavramları yanlış tabir etmek ve
kullanmakla bozulur” Konfüçyüs
Giriş
Huntington’un ileri sürdüğü ve ABD yönetiminin
fiiliyata döktüğü ‘medeniyetler çatışması’ tezinden hareketle, farklı değer
sistemleri arasındaki mücadelenin temel yasalarını incelemeye başlamıştık.
Geçen yazımızda Huntington’un tezinin asıl amacını ortaya koyarak ABD ve AB
politikalarına ve Müslüman coğrafyadaki insan unsurlarının bu politikalar
karşısındaki tavrına ilişkin genel bir değerlendirme yapmıştık. Ayrıca İslam’ın,
temel değerler açısından Batı değerler sistemine ve yaşam tarzına hayatın her
alanında muhalefet ederek meydan okuduğunu belirtmiştik.
Bu yazıda kültür ve medeniyet kavramları ve bunların değerler sistemi ile olan ilişkisi incelenecektir.
Kavramsal Kargaşa
Konfüçyüs’e, ‘Toplumun kaderi senin eline verilirse
onu düzeltmek ve iyileştirmek için ne yapardın?’ diye sormuşlar. Konfüçyüs’ün
verdiği cevap çok anlamlı ve çok düşündürücüdür:
“İlk işim, isim ve kavramları değiştirmek olacaktır.
Çünkü toplum, isim ve kavramları yanlış tabir etmek ve kullanmakla bozulur”.1
Max Moller ise şöyle der:
‘Kelimelerin yanlış ve bozuk kullanılması önce eserde
dil hastalığı, sonra da ahlâkta hastalık doğurur; çünkü bozuk bir kelime ve
yanlış bir deyim giderek yaşamanın bir parçası haline gelir.’1
Bu konularda hassas olan Cemil Meriç, Müslüman
dünyanın içindeki kaosu, Konfüçyüs’e benzer bir değerlendirme ile seslendirir:
“Kaynaklarından kopan bir intelijensiyanın kaderi, bir
mefhum hercümerci içinde boğulmaktır...”2
Kavramların öneminden dolayı öncelikle kültür ve
medeniyet kavramlarından ne anlaşılması gerektiği konusunu açıklığa
kavuşturmamız gerekir. Çünkü ‘Onlarla Bunların’ (geçen yazımızda kullandığımız
tabirler) son 100 yıldır yürüttüğü psikolojik savaşta, tüm kavramlar alt üst
edildiğinden dolayı bu ülkenin insanlarının kafası karma karışıktır. Batı
karşısında alınan mağlubiyetlerin sonucunda oluşan bir güven kaybı ve bunun
doğurduğu bir aşağılık kompleksinin sonucu, kendi medeniyetinden kopma ve Batı
medeniyetine dahil olma gibi bir zihniyet değişimi meydana gelmiştir.
Türkiye’deki kendi kültür ve medeniyetini inkar, toplum katmanlarından ziyade
yönetici katmanlarda meydana gelmiş ve bunun tahribatı topluma doğru
yayılmıştır. Toplum yöneticileri eliyle zihnen tahrip edilme aşamasına
sürüklenmiştir. ‘On yılda on beş milyon
genç yarattık her yaştan’(Onuncu Yıl Marşı) sloganı, bu anlayışı güzel bir
şekilde sembolize etmektedir. ‘Yaratılmış olan(!)’ kafası karışık bir nesil,
bugün, Rauf ve Serdar Denktaş’ın tabirleri ile, ‘AB’den gelen paralar karşılığında Kıbrıs’ı vererek’ kurtuluşa
erebileceklerini sanmaktadır. Yarın da Türkiye için aynı şeyin kendilerinden
talep edileceğini hiç düşünmemektedirler. Peki bu suç, sadece onlara mı aittir?
Yoksa yıllardır Kıbrıs ve Türkiye’yi yönetip de, Konfüçyüs’ün tabiri ile, ‘isim
ve kavramları bozarak’ nesli marjinalleştiren (İki ayrı kültürün etkisinde
Şizofren)3 yönetici bürokrat-aydın kesime mi? Bu noktada Rauf Denktaş’ın, ‘Suç bizde. Gençlerimize dînî ve millî
değerleri öğretmedik’ itirafının hatırlanmasında fayda vardır.
Bugün bu kafa karışıklığı daha da ilginç bir boyutta
seyretmektedir. Yıllardır Batı medeniyetine dahil olmayı savunanların bir
kesimi, şimdi AB’ye karşı çıkmakta; yıllardır Batı medeniyetine karşı
çıkanların bir kesimi de AB’yi savunmaktadır. Milli Görüş hareketinden gelen
bir Başbakan ve onun partisinin yöneticileri, AB’yi bir ‘zihniyet değişimi’ ve bir ‘medeniyet
projesi’ olarak görebilmektedirler:
“Bu bir medeniyet projesidir... Bu bir zihniyet
değişimidir. Bu zihniyet değişimini sağlarken uyumsal tüm değişimi
gerçekleştiren Türkiye, uygulamada aynı oranda uyumu sağlayamayabilir...
Türkiye AB’ye medeniyetler uzlaşmasının bir temsilcisi olarak girecektir...”4-a
“Çünkü AB müktesebatı Türkiye’de bir medeniyet projesi
olan AB’nin üstün insanlık değerleri manzumesi olarak kabul görmektedir.
Türkiye, AB’nin performansının müktesebatın AB sathında standart olarak
uygulanmasından geçtiğini bilmekte ve bunun bilinci içinde hareket etmektedir.
Dolayısıyla kendisine düşen rolü yerine getirmek için azami gayret
göstermektedir... AB laik olduğunu, medeniyet projesi olduğunu sadece
müktesebatla değil kendi tarihinde çok kültürlü, çok etnik yapıyı hoşgörü
kültürü ile bir arada yaşatan Türkiye’yi bünyesine dahil ederek kanıtlayacaktır.
Bu AB’nin daha laik ve demokratik, üstün insanlık değerlerine sahip bir
medeniyet olduğunun tescili olacaktır. AB’nin bu şansı insanlık değerleri adına
değerlendirmesi gerekmektedir... Türkiye’nin batılılaşma hedefi AB bünyesine
katılarak nihai hedefine varmış olacaktır.” 4-b
Bu, kafaların ne kadar karışık olduğunun bir
göstergesi değil midir? Bu mağlubiyet psikolojisidir. Kendi varlık nedenini yok
saymaktır. Kendi değer sistemini başkalarının değer sistemi yanında hor
görenlerin, değil diklenmeye dik durmaya mecallerinin olamayacağının en güzel
tanığı tarihtir.
Bunun nedeni Konfüçyüs’ün, Max Moller’in ve Cemil Meriç’in dikkat çektiği kavramsal yozlaşmadır. Bir de Onlarla (dışarıdakiler) bunların (içerdekiler) yürüttükleri yoğun bir psikolojik savaşın etkisi altında kalınmaktadır. Gerçeği aydınlatabilmek için zihni bir arındırma yapmalı, kafa karışıklığını giderebilmek için öncelikle kültür ve medeniyet kavramlarını yerli yerine oturtmalıyız.
Medeniyet
Medeniyet kavramı, farklı ülkelerde ve farklı bilim
dallarında farklı şekillerde tanımlanmıştır. Literatürde medeniyetin 20
civarında tarifi yer almaktadır.2
İslam Ansiklopedisinin medeniyet maddesinde, medeniyet
kelimesinin kökeni aşağıdaki şekilde verilmektedir:
“Arapça’da ‘şehir anlamına gelen ve müdün köküne dayanan medine isminden
Osmanlı Türkçesinde medeniyet kelimesi türetilmiştir. Medeni ve medini, şehre
mensup şehirli manasına gelmektedir. Daha sonra medine kelimesinden temeddün türetilerek şehirli veya medeni hayat
yaşamak anlamında kullanılmıştır. Ancak bu kelimelerin yaygın kullanılmaya
başlanması eski Grek eserlerinin tercüme edilmesinden sonradır. Grekçe de şehir
ve şehir devleti anlamına gelen polis kelimesi için medine; devlet ve yönetim
anlamına gelen politeia kelimesi için ‘es-siyasetü’l-medeniyye’ tabiri
kullanılmıştır... Daha sonraları hem bedeviliği hem de medeniliği (hadarîlik,
hadare) ifade etmek üzere toplumun tüm yaşamını temsil eden bir kelime olarak umran
kullanılmıştır.”6
Medine, medeniyet, temeddün, hadaret, hadare, umran,
karye, beled, mesken ve arz kelimelerinin daha geniş bir analizi, Erdoğan
Pazarbaşı’nın ‘Kuran ve Medeniyet’ adlı kitabında yapılmaktadır.6
Arapça’da genellikle hadare, son devir Osmanlı
Türkçe’sinde medeniyet ve günümüz Türkçe’sinde ise uygarlık kelimeleri aynı
anlamlı olarak kullanılmaktadır.
Fransızca’da civilisation, Almanca’da ziviliasation,
İngilizce’de civilization İtalyanca’da civilta diye geçen kelimeler şehirli
anlamına gelen civilis kelimesinden türetilmişlerdir.
Medeniyet kelimesinin Fransızca karşılığı olan
“civilisation”ın lügat mânası, ‘şehirleşmek, şehre uymak, şehirli gibi ince
zarif olmak, özel manada bütün insanlar için lazım olan hayat şekli demektir’
Medeniyet (civilisation) kelimesi, ilk olarak Fransa’da Marquis de Mirabeau
tarafından 1757’de ve bundan on yıl sonra da İngilizce’de kullanılmaya
başlanmıştır. Almanca’da civilisation kelimesi pek fazla ilgi görmemiş,
Almanlar daha ziyade kültür (kultur, bildung) kelimesini kullanmayı tercih
etmişlerdir.2
Medeniyet kavramı, genel olarak, 3 farklı anlamda
kullanılmaktadır:
• “Başkalarına
karşı görgülü davranma konusunda insana kendini kontrol etme yeteneği veren
kural ve değerler bütünü.
• Gelişmiş
olan toplumları gelişmemiş olanlardan ayırt eden özellikler. Bu anlamıyla
toplumların gelişmişlik birikimini ifade eder. Bu anlamıyla Medeniyet daha
ziyade Batı ile özdeşleştirilip tekil halde kullanılmaktadır.
• Ortak
özellikler gösteren sosyal gruplar veya bunların ürettiği şeylerin bütünüdür.
Bu anlamıyla çoğul kullanılır.”5
Medeniyet kelimesi, birinci anlamıyla pratik hayat
içerisinde kibar, görgülü, davranışları tutarlı insanlar için ‘medeni insan’
deyişiyle kullanılmaktadır.
Medeniyetin 2. anlamda kullanılmaya başlanması, 19.
yüzyılda başlar, günümüze kadar devam eder. Bu anlamda Medeniyet denince,
Batı’nın ulaştığı bilim, teknik, yaşam tarzı ve değerler anlaşılmaktadır.
Kısacası Batı demektir. Guenon’a göre bu Batı’nın kendi kendine verdiği
berattır.7 Batı’ya göre Batı’nın dışında bir medeniyet olamaz. Son 200-300 yıl
içerisinde Batı, bilim ve teknikte elde ettiği üstünlüklere dayanarak kendisini
önceki dönemlerden ve çağdaşlarından ayrı ve üstün gösteren bir terim olarak
medeniyet kelimesini yalnızca kendisi için kullanmaya başlamıştır. Böylelikle kendi
dışındaki toplumları aşağı görmek ve onları sömürebilmek için
medenileştirmek(!) gibi bir rol biçmiştir kendisine. Sahip olduğu değerleri
onlara dayatarak onları asimile etmeyi bir metot olarak benimsemiştir. Bu
anlamda medeniyet sanayileşememiş ülkeleri sömürebilmek için üretilen bir
psikolojik savaş sloganıdır. Özellikle Osmanlı’nın son döneminden başlayarak
günümüze kadar medeniyet kavramı, Batı yandaşları tarafından hep bu anlamda
kullanılmıştır. Yıllardır AB’nin bir medeniyet projesi olarak takdim edilmiş
olmasının nedeni de budur. Fukuyama, Sovyetlerin çökmesinden sonra yazdığı Tarihin Sonu kitabında, ‘Batı
medeniyetinin en üstün ve insanlığın son durağı tek bir medeniyet’ olduğunu
iddia ederken benzer mantıkla hareket etmektedir.
Oysa Batı medeniyeti bir yabancılaşma ve bir bunalım
medeniyetidir. Nitekim daha 18. yüzyılda Rousseau, medeniyeti, insanlığın
kendisine bir yabancılaşması olarak görmüştür. Gustave Flaubert ve Arthur
Rimbaud, 19. asrın ikinci yarısında medeniyetin kendini imha ettirecek
hastalıkları kendi bünyesinde taşıdığını ileri sürmüşlerdir. I. Cihan
Savaşından sonra Oswald Spengler, Max Weber, Clive Bell ve Rene Guenon gibi
düşünürler Batı medeniyetini bunalım kaynağı olarak görmeye başlamışlardır.2
II. Cihan Savaşı bu olguyu daha da kuvvetlendirmiştir.
Fukuyama 11
Eylül öncesinde yazdığı Büyük Çözülme
kitabında, genelde tüm sanayileşmiş, özelde ise Batı toplumlarındaki değerlerin
erozyonunu gözler önüne sererek yeni bir anlayışa ihtiyaç olduğunu ileri
sürmektedir. Dolayısıyla Rousseau’dan Fukuyama’ya kadar geçen yaklaşık 3 asırlık
süreç (öncesi zaten vahşet ve karanlıktır), Batı medeniyetinin bir bunalım
medeniyeti ve bir yabancılaştırma medeniyeti olduğunu göstermektedir.
3. anlamda medeniyet kelimesi özellikle Toynbee
tarafından kullanılmıştır. Toynbee’ye göre tek bir medeniyet yoktur. Tarihte 21
ayrı medeniyet var olmuştur ve bunlardan 6 tanesi varlığını devam
ettirebilmektedir. Gene Toynbee’ye göre medeniyetlerin ayırt edici unsuru Din
olmaktadır.
Huntington Medeniyetler Çatışması adlı çalışmasında
medeniyet kavramını Toynbee gibi
kullanmaktadır. Huntington’a göre Medeniyet kültürel bir varlıktır:
“Bir medeniyetten bahsettiğimiz zaman neyi
kastediyoruz? Medeniyet kültürel bir varlıktır. Köyler, bölgeler, etnik
gruplar, milliyetler, dînî gruplar. Bütün bunların hepsi, kültürel çeşitliliğin
farklı seviyelerinde ayrı kültürlere sahiptirler”... Bir medeniyet, bu suretle,
insanların kendilerini diğer türlerden ayırt eden yönünden başka onların sahip
olduğu en yüksek kültürel gruplaşma ve en geniş kültürel kimlik seviyesidir. Medeniyet,
hem dil, tarih, din, adetler, müesseseler gibi ortak objektif unsurlar
vasıtasıyla ve hem de insanların sübjektif olarak kendi kendilerini teşhis
etmeleri suretiyle tarif edilir.”8
Sosyolog Maclver ise medeniyeti maddi unsurları baz
alarak tanımlamaktadır. Açıkça söylememiş olmasına karşılık Medeniyeti ikinci
anlamı ile sadece Batı için kullanmaktadır. Bu açıdan kültürle medeniyet
arasında ciddi bir ayırım yapmaktadır:
“Medeniyetten; biz insanın hayatı üzerinde müessir
şartları kontrol maksadıyla sarf etmiş olduğu cehtler neticesinde meydana
getirdiği mekanizma ve teşkilatın umumi heyetini kastediyoruz. Bu itibarla
medeniyet mefhumu, içtimai teşkilat sistemlerini, tekniği, maddi aletleri ve
vasıtaları içine aldığı gibi seçim sandıklarını, telefonu, ticaret odalarını,
demiryollarını, kanunları, mektepleri, bankaları ve bankacılığı da ihtiva
eder..
Kültür ise; bu manada kullanılan medeniyetin
antitezidir. Bu taktirde kültür; yaşayış ve düşünüş tarzımızda, günlük
münasebetlerimizde, sanatta, edebiyatta, dinde, sevinç ve eğlencelerimizde
tabiatımızın kendisini ifade etmesidir”.9
Ülkemizde kültür ve medeniyet üzerinde ilk ciddi
çalışmayı yapan Ziya Gökalp’tir. Ziya Gökalp kültür ve medeniyet kavramlarını
birbirinden ayırır ve onlara ayrı anlamlar yükler. Kültürü milli, medeniyeti
ise milletlerarası bir olgu olarak görür:
“Bir medeniyet müteaddit milletlerin müşterek malıdır.
Çünkü her medeniyeti, sahipleri olan müteaddit milletler, müşterek bir hayat
yaşayarak vücuda getirmişlerdir. Bu sebeple her medeniyet, mutlaka,
beynelmileldir. Fakat bir medeniyetin, her millette aldığı hususi şekilleri
vardır ki, bunlara hars (kültür) adı verilir”.10 “Hars milli olduğu halde,
medeniyet beynelmileldir. Hars bir milletin dînî, ahlakî, hukukî, muakalevî,
bediî, lisanî, iktisadî ve fennî hayatlarının ahenktar bir mecmuasıdır. Medeniyetse,
aynı mamureye dahil birçok milletlerin sosyal hayatlarının ortak bir
toplamıdır. Meselâ, Avrupalı milletler arasında ortak bir “Batı Medeniyeti”
vardır. Bu medeniyetin içinde birbirinden bağımsız bir İngiliz harsı, bir
Fransız harsı, bir Alman harsı vs. vardır... Medeniyet usul vasıtasıyla ve
ferdi iradelerle vücuda gelen içtimaî hadiselerin mecmuudur. Mesela dine dair
bilgiler ve ilimler usul ve irade ile vücuda geldiği gibi, ahlâka, hukuka, güzel
sanatlara, iktisada, muakaleye, lisana ve fenlere dair bilgiler ve nazariyeler
de hep fertler tarafından usul ve irade ile vücuda getirilmişlerdir.
Binaenaleyh, aynı mamure dahilinde bulunan bütün bu mefhumların, bilgilerin ve
ilimlerin mecmuu medeniyet dediğimiz şeyi meydana getirir.
Harsa dahil olan şeyler ise; usul ile, fertlerin iradesiyle vücuda gelmemişlerdir, suni değillerdir. Nebatların, hayvanların uzvi hayatı nasıl kendiliğinden ve tabii surette inkişaf ediyorsa, harsa dahil olan şeylerin teşekkül ve tekamülü de tıpkı öyledir.”11
Gökalp’ın bu tanımlaması, medeniyetin ikinci anlamını
çağrıştırmaktadır. Gökalp’in tanımlamasında ‘sosyal hayatın ortak yanları’
ifadesinde değer sisteminin olup olmadığı belli değildir. Eğer bununla değer
sistemini kast etmişse dolaylı olarak kültür ve medeniyet kavramlarını
birbirine bağlamış olmaktadır. Gökalp’in ifadelerinden Milletlerin harsının
olabileceği ancak medeniyetlerinin olamayacağı gibi bir anlam ortaya
çıkmaktadır. Medeniyeti üst sistem,
kültürleri ise alt sistem
kategorisine sokmuştur. Oysa her ikisinin de hem üst sistemleri hem de alt
sistemleri mevcuttur. Böyle bir yola girmesinin nedeni; içinde yaşadığı ortam,
bir de ‘Türkleşmek, İslamlaşmak ve Batılılaşmak’ tezindeki ‘Batılılaşmak’
boyutunu rahatlatabilmek ve uygun bir zemin hazırlayabilmek için olabilir.
Cemil Meriç ve Abadan, medeniyeti 2. anlamını dikkate
alarak tanımlamaktadırlar.12,13 İbrahim Kafesoğlu medeniyeti, kültürel temel
üzerine yükselen milletlerarası bir olgu olarak görür:
“Medeniyet, milletlerarası ortak değerler seviyesine
yükselen anlayış, davranış ve yaşama vasıtaları bütünüdür. Bu ortak değerlerin
kaynağı kültürlerdir”.14
Hilmi Ziya Ülken ise medeniyeti, bütün maddi dünyayı
şekillendiren bir değerler sistemi olarak tanımlar:
“Her medeniyet bir değerler sistemidir. İnsan; inanan,
düşünen ve tesir eden bir varlık olduğu için, bütün medeniyetlerin temelinde
bir inanış, düşünce ve hareket sistemi vardır… Herhangi bir medeniyet -günün
birinde- yeryüzünden silinse bile, kurduğu binalar, yaptığı eşyalar vasıtasıyla
onun bir zamanlar nasıl bir inanç, düşünce ve hareket sistemine sahip olduğunu
anlayabiliriz”.13
Literatürde yer alan medeniyetin birinci ve ikinci
anlamlarını esas alan tanımlamalar hariç, diğerlerinin tümünde; ortak değerlerden
neşet eden, bir üst kimlik oluşturan bir yaşam, davranış, düşünce ve teknik ve
eserlerin bütünü olarak bir tanımlamanın yapıldığı görülmektedir Aslında ikinci
anlamda da Batılı değerler, açıkça söylenmese bile zımnen referans
alınmaktadır. Ancak Batı’nın diğer medeniyetler karşısındaki üstünlüğü, bilim
ve teknoloji alanında olduğu için dikkatleri hep o tarafa çekmek, sömürmek ve
asimile etmek için kendisine daha avantajlı bir durum sağlamaktadır. Çatışma
taraftarları ise, özellikle Toynbee, Huntington, medeniyetlerin harcında yer
alan temel değerleri öne çekmeyi yeğ tutmaktadırlar.
Yukarıda yapılan tanımlamalardan medeniyetlerin,
değerler sistemi üzerinde yükselen birbiri ile organik bütünlüğü olan bir
sistemi temsil ettikleri sonucuna ulaşılabilir:
“Medeniyet, toplumsal amaçlar, düşünce, teknik ve kurumlarla uyum sağlayan bir bütündür.”1
Kültür
Kültür (culture)
kelimesi, Latince cultura kelimesinden türetilmiş olup, toprağı tarıma hazır
hale getirmek anlamına gelmektedir. Osmanlıca da hars, Fransızca ve
İngilizce’de culture, Almanca’da kultur, İtalyanca’da cultura, kültür kelimesi
anlamına gelmektedir.
‘Tarih,
sosyoloji, etnoloji, sosyal antropoloji, sosyal psikoloji’ gibi sosyal
bilimler, kültür konusu ile ilgilenirler. Ancak, bunların her biri kültürü,
kendisini ilgilendiren boyutuyla ele alır. Bunun için bu bilim dallarına bağlı
olarak değişik tanımları yapılmaktadır. Amerika’nın tanınmış antropologlarından
Kroeber ile Klukhohn kültürün 164 tarifini tespit etmişlerdir.6
İnsanların ihtiyaçlarını, ‘biyolojik, içtimai ve ruhi’
olmak üzere 3 ana grupta sınıflandırmak mümkündür. İnsanların toplu olarak
yaşamaya başlaması ile bu ihtiyaçların karşılanmasında ortaya çıkan karşılıklı
bağımlılık, ilişkilere belli kural ve kaidelerin konmasını zorunlu hale getirmiştir.
İşte kültür böylesi bir zorunluluktan ortaya çıkmıştır. Toprağın tarıma hazır
hale getirilmesi ile bireylerin toplum haline getirilmesi için eğitilmesi, norm
ve standartlara uyar hale getirilmesi arasındaki ilişki, toplumsal hayat için
kültür kavramının kullanılmasına imkan vermiştir. Toplumsal hayatın yaşanır
olması ve toplumun geleceğe hazır hale getirilebilmesi için kültürün iki ana
fonksiyonu icra etmesi gerekir:
• Biyolojik,
içtimai, ruhi ihtiyaçların karşılanmasında normlar, standartlar, kaideler ve
kurallar koyarak insanlar arasındaki ilişkileri tanzim etmek.
• Bütün bunları terbiye sistemi ile nesilden nesile aktararak nesiller arası ilişkiyi tanzim etmek.9
Bu boyutları ile bakıldığında ‘Kültür, insanlar tarafından paylaşılan ve gelecek kuşaklara intikal ettirilen bir semboller sistemidir’.16 Toplum içerisinde ihtiyaçların karşılanmasının tanzimi için gerekli kurallar, kaideler norm ve standartlar, o toplumun düşünce sistemi, değer sistemi, kullandıkları sembol ve tekniklere bağımlı olarak ortaya konabilmektedir. Kültürle ilgili yapılan tanımlamalarda bunu görmek mümkündür. İngiliz Antropologu E.B.Taylor’a göre;
“Kültür; bilgiyi, imanı, sanatı, ahlakı, hukuku, örf
ve adetleri, ferdin mensup olduğu cemiyetin bir uzvu olması itibariyle kazandığı
itiyatlarını ve bütün maharetlerini ihtiva eden gayet girift bir bütündür.”9
E. Sapir, kullanıldığı bilim dallarına göre kültüre 3
farklı anlam yüklemiştir:
• “İnsanın
hayatında içtimai yoldan tevarüs ettiği maddi ve manevi her unsuru ihtiva
eder.”
• “Kültürden
ferdi inceliğin daha ziyade konvansiyona tabi bir ideali kast olunmaktadır.”
• “Herhangi bir cemiyetin yeryüzünde seçkin bir mevkie sahip olmasını temin eden şu umumi tutum ve davranışlarını, hayat telakkilerini ve medeniyetin hususi tezahürlerini tek bir terimin içine sığdırmaktır..”9
Alman Antropoloji alimi Thurnwald, kültür ve medeniyet
kavramları arasında ayırım yaparken birbirleri ile karşılıklı etkileşim
içerisinde bulunduğuna da dikkat çeker:
“Kültür, tavırlardan, davranış tarzlarından, örf ve
adetlerden, düşüncelerden, ifade şekillerinden, kıymet biçmelerden, tesislerden
ve teşkilattan mürekkep öyle bir sistemdir ki, tarihi bir mahsul olmak üzere
teşekkül etmiş, ananeye bağlı bir cemiyet içinde onun medeni teçhizatı ve
vasıtaları ile karşılıklı tesirler neticesinde meydana çıkmış ve bütün
unsurlarının zamanla yekdiğerine kaynaması sayesinde ahenkli bir bütün haline
gelmiştir. Buna mukabil medeniyet, birikmiş bir bilgiye ve teknik vasıtalarına
sahip olmayı ifade eder. Bir formülle ifade edilmesi istendiği taktirde
denebilir ki kültür, takınılmış bir tavırdır; medeniyet ise bilme ve
yapabilmedir.”9
Burada gizli bir şekilde medeniyet kavramı, Batı
anlamında kullanılmaktadır.
Kültürü; C. Wissler, “Bir halkın yaşama tarzı..”,9
Krober, ‘Öğrenilmiş ve aktarılmış hareket, reaksiyonlar ve alışkanlıklar,
teknikler, fikirler, değerler ve teşvik edilen davranışların tümü’,13 E.W.F.
Tomlin ‘İnsan hayatına mana veren, insanı yükselten kısacası, “hayatı yaşanmaya
değer kılan” bir şey...’,13 T. S.Eliot, ‘Herhangi bir toplumun dininin vücut
bulmuş bir şekli..,17 Malinowski ‘Toplumun yarattığı teknoloji ürünleri,
tüketim maddeleri, kurumlarına şekil veren ilkeleri, fikirleri, zanaatı,
inançları ve gelenekleri’ olarak tanımlar18... (1969 yılında) UNESCO uzmanları,
“Bir insan topluluğunun kendi tarihi tekamülü hususunda sahip olduğu şuur
demektir; o surette ki, bu insan topluluğu bu tarihi tekamül şuuruna atfen
varlığını devam ettirme azmini gösterir ve gelişmesini sağlar.”19 diye
tanımlamaktadır.
Ülkemizde kültür ve medeniyet üzerinde ilk çalışmayı
yapan Ziya Gökalp’tir. Ziya Gökalp’in bu konudaki düşüncelerini medeniyet
kısmında inceledik.
Cemil Meriç kültürün tanımlanamaz olduğunu
söylemiştir.
“Kültür, kaypak bir kavramdır. Tahlil edemezsiniz,
çünkü unsurları sonsuz. Tasvir edemezsiniz çünkü bir yerde durmaz. Manasını
kelimelerle belirtmeye kalktınız mı, elinizde havayı tutmuş gibi olursunuz.
Bakarsınız ki, her yerde hava var, ama avuçlarınız bomboş.”20
Meriç, kültür yerine irfanı kullanmayı tercih etmiştir:
“Batı’nın kültürü var bizim ise irfanımız. İrfan,
insanoğlunun has bahçesi, ayırmaz, birleştirir. Bu bahçede kinler susar,
duvarlar yıkılır, anlaşmazlıklar sona erer. İrfan kendini tanımakla başlar.
Kendini tanımak için ön yargıların köleliğinden kurtulmak gerekir. İrfan, nefis
terbiyesi, olgunluğa açılan kapı, amelle taçlanan ilim. Kültür, irfana göre
katı ve fakir. İrfan insanı insan yapan vasıfların bütünü, yani hem ilim, hem
iman ve hem de edep. Batı kültürün vatanı, Doğu irfanın. Ne Batı’yı tanıyoruz ne
Doğu’yu, en az tanıdığımız ise kendimiz..”.20
Bazen, kültür
ve medeniyet yerine İbn Haldun’un
kullandığı Umran kavramını kullanır.2
Sosyolog Ali Şeriati’ye göre kültür:
“Bir ulusun tarihi boyunca biriktirip, kendine özgü
bir şekil verdiği zihni,manevi,
sanatsal, tarihi, edebi, dini ve duygusal birikimlerinin semboller,
işaretler, gelenekler, adet, sosyal yaşantı ve anıtlar şeklinde ortaya
çıkmasıdır. Bu birikimler, o ulusun acılarını, itilimlerini, karakterini,
sosyal özelliklerini, hayat tarzını, sosyal ilişkilerini ve ekonomik yapısını
simgeler... Kültür toplumun gerçek varlığının göstergesi ve üst yapısı,
kısacası toplumun tüm tarihidir”... Kültür, her şeyden evvel bir halkın tüm
hayat belirtilerinin bir sanat tarzında oluşan birliğidir.”21
Mümtaz Turhan, Kültür
Değişmeleri adlı eserinde kültürle ilgili bir çok tanımlamaları
inceledikten sonra aşağıdaki gibi bir tanımlama yapmaktadır:
“Kültür, bir cemiyetin sahip olduğu maddi ve manevi
kıymetlerden teşekkül eden öyle bir bütündür ki, cemiyet içinde mevcut her nevi
bilgiyi, alakaları, itiyatları, kıymet ölçülerini, umumi tutum, tavır, görüş ve
zihniyet ile her nevi davranış şekillerini içine alır. Bütün bunlar, birlikte,
o cemiyet mensuplarının ekserisinde müşterek olan ve onu diğer cemiyetlerden
ayırt eden hususi bir hayat tarzı temin eder.”9
Kültürü; Mehmet Kaplan, “Dili, mûsıkiyi, mimâriyi,
dağı, taşı her şeyden önce insanı işlemek, bunları ulaşabilecekleri en yüksek,
en güzel, en ince noktaya kadar ulaştırmak..”,22 İbrahim Kafesoğlu, “Bir
topluluğun dünya görüşünü kadrolayan manevi değerlerle, bu manevi güçlerin faal
hayata yansımasından doğan teknolojinin oluşturduğu bir ‘bütün’...”,15 Erol
Güngör, “Bir inançlar, bilgiler, hisler ve heyecanlar bütünü...”,23 Yılmaz
Öztuna, “Bir milletin hayatının maddî olmayan taraflarının toplamı...”,13 Hilmi
Ziya Ülken, “milletin içinde bulunduğu medeniyet şartlarına göre yarattığı bütün
dil, ilim, sanat, felsefe, örf ve adetler ve bunların toplamı...”,13 Sadi
Irmak, “Halk ruhunun yaşattıklarının bilinçaltına yerleşmiş izlerinin
toplamı...”13 olarak tanımlamaktadırlar.
Tanımlar arasında nüanslar olsa da hepsinde ortak olan nokta, kültürün değerler sistemine dayandırılarak tarif edilmesidir.
Kültür ve Medeniyet Arasındaki İlişki
Yukarıdaki incelemelerden görülebileceği gibi kültür ve medeniyet kavramlarına yüklenen anlamlar, hem ülkeden ülkeye, hem
de bilim dalından bilim dalına farklılık göstermektedir. Amerikalı
antropologlardan Kroeber ile Klukhohn kültürün 164 tarifini tespit etmişlerdir.6
Cuvillier ise Sosyolojinin Elkitabı’nda
medeniyetin 20 tarifini vermektedir.2 Bu iki kavramın tarihi süreç içerisinde
tam ve net evrensel bir tanımı yapılamamıştır. Alman literatüründe kültür ve medeniyet kavramları arasında bir ayırım yapılmazken, Anglosakson
literatüründe ayırım yapılmaktadır.9 “Sosyolog ve antropologların yüzde doksanı
“medeniyet” kelimesini kullanmazlar, “kültür” kelimesini tercih ederler. Kimine
göre bu iki kavram eş anlamlıdır, kimine göre farklıdır.”12
Genelde Kültür
daha geniş çerçeveli kabul edilmekte olup maddi ve manevi kültür diye iki ana
kısma ayrılmaktadır. Bu yaklaşımla medeniyet kavramı, kültür kavramının
içerisine sokulmaya çalışılmıştır. Maddi kültürle medeniyet; manevi kültürle de
kültürün ana çatısını oluşturan değerler sistemi (Din, örf, adet, gelenek,
görenek, felsefi görüş, norm, standartlar) kast edilmektedir. Fransızca’da
kültür, daha çok sosyologların manevi kültür dedikleri kültürdür. Amerikanca da
ise kültürden anlaşılan maddi kültür yani medeniyettir.24
Kültür ve medeniyeti birbirinden bağımsız gören insan
unsurlarını, genel olarak kabaca, 4 sınıfta toplayabiliriz:
1. Gruptakiler
(Onlar): Batı’nın psikolojik savaş uzmanları ve bunlarla birlikte çalışan
Batılı düşünürler. Bunlar, Batı’nın ulaştığı bilim ve teknolojik üstünlüğü bir medeniyet olarak gösterip dünyanın geri
kalanlarını psikolojik baskı altına alarak asimile edebilmek ve sömürmek için
uğraşırlar.
2. Gruptakiler
(Bunlar): İşbirlikçi düzeyine ulaşmış içimizdeki Batı hayranları.
3. Gruptakiler:
Yoğun propagandanın etkisi altında şaşırmış ve bunalmış iyi niyetliler.
4. Gruptakiler:
Mağlubiyetlerin verdiği yıkımla yoğun propagandanın etkisinden kendisini
kurtaramayıp toplumsal değerler sistemini koruyabilmek için böyle bir ayırımla,
Batı’nın bilim ve teknolojisini alabilmeyi düşünenler. Bilim ve teknoloji tüm
insanlığın ortak malıdır deme yerine, medeniyet tüm insanlığın ortak malıdır
deme yanılgısı içerisindedirler.
Eğer insanlık tek bir medeniyet etrafında
birleşebilmiş olsaydı, dördüncü gruptakiler haklı olabilirdi. Oysa birinci ve
ikinci gruptakiler zaten Batı dışında başka bir medeniyet tanımıyorlar. Batı’yı
insanlığın son ve nihai durağı olarak görüyorlar. Toynbee ve Huntington gibi
çatışma taraftarları da, medeniyetleri farklı kültürel değerlerden dolayı aynı
olarak görmüyorlar. Dördüncü gruptakilerin kendi kendilerine icat ettikleri ve
dahil olduklarını sandıkları tek bir insanlık medeniyeti üzerine; 21. asırda
başlatılan haçlı seferleri ile Irak’ta ve Filistin’de girişilen katliamları göz
önüne alarak bir kez daha düşünmelerinde fayda vardır.
Bu iki kavram Şeriati tarafından güzel bir benzetme
ile birbirine bağlanmıştır. Şeriati, kültürü çekirdek, medeniyeti ise bu
çekirdek etrafında oluşan daha dış bir olay olarak ele almaktadır:
“Kültür özel, medeniyet ise genel bir karakter taşır. Kültür,
tarih boyunca bir toplumda meydana gelen bütün maddi ve manevi değerlerden
ibarettir. Eğer kültürü amaç ve hedef bakımından ve hareket halinde olan bir
olay şeklinde ele alırsak, kültüre, her toplumun zenginlik ve kişilik sahibi
olmak yolunda harcadığı çabadır, diyebiliriz. Buna göre medeniyet daha dışa ait
bir olaydır. Kültür ise bir çekirdektir. Ve medeniyet yönünün en önemli
özelliğidir. ... Kültür, her şeyden evvel bir halkın tüm hayat belirtilerinin
bir sanat tarzında oluşan birliğidir.”1
Sosyolog Erol Güngör de Şeriati gibi, kültürün millet
hayatındaki yön göstericiliğinin hayatî önemine dikkat çeker:
“Kültür ve medeniyet ayrımı, biz Türkler için, sadece
sosyolojik bir kavram meselesi değildir; millet hayatına nasıl bir yön vereceğimiz
konusundaki isteklerimize objektif ve ilmi destek bulma gayretleridir. Her
toplumun kültürü, o toplumda yaşayan insanların çeşitli problemlere karşı
denedikleri çözüm yollarından meydana gelmiştir. Çözüm tarzlarından bazıları
zamanla sabit hale gelerek, toplumun bütününe mal olur ve toplumun kültürünü
oluşturur.”23
Öyleyse kültürü, bütün değerleri içinde barındıran bir tohum; medeniyeti de bu tohumdan neşet eden bir ürün, bir meyve olarak ifade edebiliriz. Bu durumda her kültür, kendine özgü, kendi rengini taşıyan bir medeniyet ortaya çıkaracaktır. Gerek kültür, gerekse medeniyetler ortak özellikleri itibari ile daha üst sistemler oluşturabilirler. İslam medeniyeti, Batı medeniyeti, Çin ve Hint medeniyetleri gibi. Üst kültür ve medeniyet sistemlerinin altında alt kültür ve medeniyet sistemleri vardır. Üst sistemlerin var olması daha alt sistemlerin var olmasını reddetmemizi gerektirmez.
Kültür ve Medeniyet Değişimi
Birinci ve ikinci gruptakiler, Batı’nın bilim ve
teknolojideki üstün konumunu bayraklaştırıp bizim değerler sistemimizden
vazgeçmemizi istemektedirler. Bizi bir kültürel yozlaşmanın içine sokarak
varlık nedenimizi ortadan kaldırmaktır nihai amaçları. Medeniyet projesi diye
bize yıllardır dayatılan şey, sosyolojik anlamda Kültürel değişimdir. Öyleyse kültürel
değişim nedir? Bu soruyu en güzel ve en açık bir şekilde sosyolog Malinowski
cevaplandırmaktadır:
“Kültür değişmesi, bir cemiyetin mevcut nizamını yani
içtimai, maddi ve manevi medeniyetini bir tipten başka bir tipe kalbeden bir
prosestir. Böylece kültür değişmesi, bir cemiyetin siyasi yapısında, idari
müesseselerinde ve toprağa yerleşme ve iskan tarzında, iman ve kanaatlerinde,
bilgi sisteminde, terbiye cihazında, kanunlarında, maddi alet ve vasıtalarında,
bunların kullanılmasında, içtimai iktisadının dayandığı istihlak maddelerinin
sarfında az çok husule gelen tahavvülleri ihtiva eder...”9
Kültür ve medeniyet kendi içerisinde tutarlı bir
bütünlüktür, eklektizmi kabul etmezler. Eklektik yapı, daima baskın kültür ve
medeniyetin menfaatine çalışır. Baskın olan, muhatabını asimile edebilir. AB
sürecinde Türkiye’de yaşanan ‘zina tartışmasına’ Verhaugen’in ‘Avrupa değerleri
tartışılmazdır’ tarzında verdiği cevap, bunun en güzel bir örneğidir. AB
sürecinde bizden kendimizi, kimliğimizi, değerlerimizi kısacası bizi biz yapan
her şeyi reddetmemizi, hatta onlara savaş açmamızı istemektedirler:
“Hatta ileri gidip şunu bile söyleyebiliriz: Avrupa’da
kabul görmek istiyorsa Müslüman Türk imajının aleyhinde çalışmalar yapılmalı...
Çünkü Türkiye’nin üyeliği konusunda yapılan tartışmalar gelip Türkiye’nin
Müslümanlığına takılıyor... AB bugünkü Türkiye’yi istemiyor. Ne bugünkü siyasi
yapıyı, ne de bugünkü kültürel yapıyı istiyor... Ve en önemlisi tabii, Türk
halkının da Avrupalı değerleri içselleştirip yaşam tarzına yansıtmasını
istiyor. Yani Avrupa gibi olan ve yaşayan bir Türkiye istiyor. Bu bağlamda
azınlıkların, Kürtlerin, eşcinsellerin... vs. kimliklerini daha sesli telaffuz
etmelerini sağlayacak bir süreç işleyecektir.”25
Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac da aynı şeyleri
söylemektedir:
“Başka bir ifadeyle Türkiye’nin değerlerini yaşam
tarzını, kurallarını derinden değiştirmesi gerekmektedir. ... Bizim
paylaştığımız tüm değerleri ve kuralları benimsemesi ve bunun için Türkiye’nin
kayda değer çabalar göstermesi gerekmektedir”26
Sonuç: Umran= Kültür+Medeniyet
Kültür ve medeniyet madalyonun iki yüzüdür. Bir
bütünün iki farklı yansımasıdır.
Kültürün maddi ve manevi olarak ikiye ayrılma
zarureti, böyle bir sorunu ortadan kaldırabilmek amaçlıdır. Kaba bir benzetmeyle
kültür yazılım, medeniyet ise donanımdır. Sorun yumurta tavuk meselesidir. Bu
sorunu en iyi çözüme bağlayan İbn Haldun’dur. Umran kavramı ile sorunu
çözmüştür. İbn Haldun’a göre ‘tarihin, sosyolojinin ve antropolojinin konusu Umran’dır’.
İslam, medeniyet ve kültürü tek kelime olarak Umran’la ifade etmiştir.2,12
Umran, bir
toplumun temel değerlerinden neşet eden ‘içtimai hayattır’. Umran tarihin ve
insanlığın bir bütün olarak ifade edilmesidir. İnsanlığın hem bedevilik hem de
hadarîlik dönemlerini kapsar.
Onun için Umran bir ağaçtır; kökü kültür, meyveleri
ise medeniyet olan bir ağaç. Bir toplumun olumlu ve olumsuz tüm tarihini
gerçekçi bir şekilde kuşatan bir süreklilik ve bütünlüktür Umran.
Olumsuzlukları bir ders ve imtihan olarak gören bir anlayış; olumsuzluklardan
iyilik ve güzellik üreten bir bakıştır.
Kökleri Hz.
Adem’e kadar uzanan tarihsel bir derinliktir Umran:
“(Allah)Adem’e isimlerin hepsini öğretti.(2 Bakara
31).
Peygamberler
silsilesi ile beslenerek gelen bir değerler sistemi ve onun tüm hayatı kuşatıp
yoğurması, yol boyu kendine yabancılaşan insana insanlığı öğretmesidir Umran:
“Senin Rabbin, ‘ana yerleşim merkezlerine’ onlara
ayetlerimizi okuyan bir peygamber göndermedikçe şehirleri yıkıma uğratıcı
değildir. Ve biz, halkı zulmetmekte olan şehirlerden başkasını da yıkıma
uğratıcı değiliz.”(28 Kasas 59)
Aynı zamanda Sırat-ı Müstakîm üzere olup tüm sapmalara
ve zulme karşı İbrahimî bir duruştur,
Umran.
Umran, ana değişmez kabul ettiği değerler etrafında
bir şekillenme ve şekillendirmedir. Eklektizmi kabul etmez. Ancak kapalı değil
açık bir sistemdir. Kendi ana frekanslarına uymayan her şeyi dışlar.
Diğerlerini de ele alıp yoğurur ve şekillendirip kendine mal eder. Umran, ‘hikmeti
müminin yitik malı olarak görür, nerede bulursa alır. Onu alırken de aldığı
kabın şekline bakmaz.’ O nedenle bir hikmet
ve bir irfandır Umran.
Eğer bu coğrafyada yeni sömürgeciliğe karşı kalıcı,
köklü ve ciddi bir mücadele verilecekse; bunun İslam’ı dışlayarak yapılması
mümkün değildir. Ekonomik, askerî, bilimsel ve teknolojik olarak güçlerinin
zirvesinde ve fakat toplumsal sermayelerini tüketmiş bir kültür ve medeniyete
karşı, ancak toplumsal sermayesi güçlü olan bir başka kültür ve medeniyet
mücadele edebilir. İşte o da İslam kültür ve medeniyeti yani Umran’dır.
Notlar:
1-Şeriati A. Medeniyet
ve Modernizm, Düşünce Yayınları, İstanbul, 1980, S:40-120
2- Meriç C., Umrandan
Uygarlığa, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1977, S: 95-120
3-Tezcan, M., Sosyal
ve Kültürel Değişme, A.Ü., Eğitim Bilimleri Fakültesi Yayınları No
129, Ankara, 1984
4- AB Sempozyumu a- Başbakan Erdoğan’ın Konuşması; b-
AK Parti Sosyal İşlerden Sorumlu Genel
Başkan Yardımcısı Nükhet Hotar Göksel’in Konuşması
5- İslam
Ansiklopedisi, Medeniyet maddesi
6- Pazarbaşı E., Kuran
ve Medeniyet, Pınar Yayınları, İstanbul, 1996
7- Guenon, Rene, Doğu
ve Batı, Çeviren: Fahrettin Arslan, İstanbul, Yeryüzü Yayınları,1980.
8- Huntington S.P., Medeniyetler Çatışması, Vadi Yayınları, Ankara, 1997
9- Turhan M., Kültür
Değişmeleri, M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları Nu, 16, İstanbul 1997, S: 40-50
10- Ziya Gökalp, Türkçülüğün
Esasları, Hazırlayan: Mehmet Kaplan, İstanbul, Kültür Bakanlığı Yayını,1976.
11- Ziya Gökalp, Hars
ve Medeniyet, Ankara, Diyarbakır’ı Tanıtma ve Turizm Derneği Yayını,1972.
12- Meriç C., age, S: 40-50
13- Arslanoğlu İ., Kültür ve Medeniyet Kavramları,
G.Ü., Eğitim Fakültesi, İnternet sitesi, 2005
15-Kafesoğlu, İbrahim. “Milli Kültür-Siyaset
İlişkisi”, Türk Dünyası Araştırmaları
Dergisi, 4.1984, 1.
16- Erdentuğ, Nermin, “Kültür Nedir?”, Milli Kültür Dergisi, 3(6),11.1981, 35.
17- Eliot, T.S. Kültür
Üzerine Düşünceler, Çeviren: S. Kantarcıoğlu, Ankara, Kültür Bakanlığı,1981
.
18-Kültür ve Turizm Bakanlığı, 1. Milli Kültür Şurası, “Genelde Kültür ve Temel Değerler Komisyonu
Raporu”, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayını,1983. 1. Milli Kültür Şurası (23-27 Ekim 1982) Komisyon Raporları,
Ankara, Kültür ve Turizm bakanlığı Yayını, 1983.
19- Köseoğlu
N., Milli Kültür ve Kimlik, Ötüken
Yayınları, İstanbul,1997, S: 147
20- Meriç C., Kültürden İrfana, İnsan Yayınları,
İstanbul, 1986,S: 15
21-Şeriati A.,
a.g.e, S:22
22- Kaplan,
Mehmet.”Kültür ve Kültürü Meydana Getiren Unsurlar”, Türk Kültür ve Medeniyeti 1,
1976, 68.
23- Güngör, Erol, Kültür
Değişmesi ve Milliyetçilik, İstanbul, Ötüken Yayınevi, 1986., S:1-40
24-Meriç C., Kültürden
İrfana, İnsan Yayınları, İstanbul, 1986, S: 44
25- Bülent Güven, Sosyal Demokrat Alman-Türk Forumu
Başkanı, Hamburg Eyaleti Yönetim Kurulu Üyesi Siyaset Bilimci, ile Yapılan
Ropörtaj, Gerçek Hayat, 15 Ekim 2004
Sayı 2004-42(208) S:16-17.
26- Zaman gazetesi 17.12.2004
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder