1 Şubat 2005 Salı

MEDENİYETLER ÇATIŞMASINDA MÜSLÜMANLARIN YOL HARİTASI-II: KÜLTÜR VE MEDENİYET DEĞERLER SİSTEMİNE DAYALI BİR BÜTÜNDÜR

 (Umran Dergisi)

“İlk işim isim ve kavramları değiştirmek olacaktır. Çünkü toplum, isim ve kavramları yanlış tabir etmek ve kullanmakla bozulur” Konfüçyüs

 

Giriş 

Huntington’un ileri sürdüğü ve ABD yönetiminin fiiliyata döktüğü ‘medeniyetler çatışması’ tezinden hareketle, farklı değer sistemleri arasındaki mücadelenin temel yasalarını incelemeye başlamıştık. Geçen yazımızda Huntington’un tezinin asıl amacını ortaya koyarak ABD ve AB politikalarına ve Müslüman coğrafyadaki insan unsurlarının bu politikalar karşısındaki tavrına ilişkin genel bir değerlendirme yapmıştık. Ayrıca İslam’ın, temel değerler açısından Batı değerler sistemine ve yaşam tarzına hayatın her alanında muhalefet ederek meydan okuduğunu belirtmiştik.

Bu yazıda kültür ve medeniyet kavramları ve bunların değerler sistemi ile olan ilişkisi incelenecektir.

Kavramsal Kargaşa

Konfüçyüs’e, ‘Toplumun kaderi senin eline verilirse onu düzeltmek ve iyileştirmek için ne yapardın?’ diye sormuşlar. Konfüçyüs’ün verdiği cevap çok anlamlı ve çok düşündürücüdür:

“İlk işim, isim ve kavramları değiştirmek olacaktır. Çünkü toplum, isim ve kavramları yanlış tabir etmek ve kullanmakla bozulur”.1

Max Moller ise şöyle der:

‘Kelimelerin yanlış ve bozuk kullanılması önce eserde dil hastalığı, sonra da ahlâkta hastalık doğurur; çünkü bozuk bir kelime ve yanlış bir deyim giderek yaşamanın bir parçası haline gelir.’1

Bu konularda hassas olan Cemil Meriç, Müslüman dünyanın içindeki kaosu, Konfüçyüs’e benzer bir değerlendirme ile seslendirir:

“Kaynaklarından kopan bir intelijensiyanın kaderi, bir mefhum hercümerci içinde boğulmaktır...”2

Kavramların öneminden dolayı öncelikle kültür ve medeniyet kavramlarından ne anlaşılması gerektiği konusunu açıklığa kavuşturmamız gerekir. Çünkü ‘Onlarla Bunların’ (geçen yazımızda kullandığımız tabirler) son 100 yıldır yürüttüğü psikolojik savaşta, tüm kavramlar alt üst edildiğinden dolayı bu ülkenin insanlarının kafası karma karışıktır. Batı karşısında alınan mağlubiyetlerin sonucunda oluşan bir güven kaybı ve bunun doğurduğu bir aşağılık kompleksinin sonucu, kendi medeniyetinden kopma ve Batı medeniyetine dahil olma gibi bir zihniyet değişimi meydana gelmiştir. Türkiye’deki kendi kültür ve medeniyetini inkar, toplum katmanlarından ziyade yönetici katmanlarda meydana gelmiş ve bunun tahribatı topluma doğru yayılmıştır. Toplum yöneticileri eliyle zihnen tahrip edilme aşamasına sürüklenmiştir. ‘On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan’(Onuncu Yıl Marşı) sloganı, bu anlayışı güzel bir şekilde sembolize etmektedir. ‘Yaratılmış olan(!)’ kafası karışık bir nesil, bugün, Rauf ve Serdar Denktaş’ın tabirleri ile, ‘AB’den gelen paralar karşılığında Kıbrıs’ı vererek’ kurtuluşa erebileceklerini sanmaktadır. Yarın da Türkiye için aynı şeyin kendilerinden talep edileceğini hiç düşünmemektedirler. Peki bu suç, sadece onlara mı aittir? Yoksa yıllardır Kıbrıs ve Türkiye’yi yönetip de, Konfüçyüs’ün tabiri ile, ‘isim ve kavramları bozarak’ nesli marjinalleştiren (İki ayrı kültürün etkisinde Şizofren)3 yönetici bürokrat-aydın kesime mi? Bu noktada Rauf Denktaş’ın, ‘Suç bizde. Gençlerimize dînî ve millî değerleri öğretmedik’ itirafının hatırlanmasında fayda vardır.

Bugün bu kafa karışıklığı daha da ilginç bir boyutta seyretmektedir. Yıllardır Batı medeniyetine dahil olmayı savunanların bir kesimi, şimdi AB’ye karşı çıkmakta; yıllardır Batı medeniyetine karşı çıkanların bir kesimi de AB’yi savunmaktadır. Milli Görüş hareketinden gelen bir Başbakan ve onun partisinin yöneticileri, AB’yi bir ‘zihniyet değişimi’ ve bir ‘medeniyet projesi’ olarak görebilmektedirler:

“Bu bir medeniyet projesidir... Bu bir zihniyet değişimidir. Bu zihniyet değişimini sağlarken uyumsal tüm değişimi gerçekleştiren Türkiye, uygulamada aynı oranda uyumu sağlayamayabilir... Türkiye AB’ye medeniyetler uzlaşmasının bir temsilcisi olarak girecektir...”4-a

“Çünkü AB müktesebatı Türkiye’de bir medeniyet projesi olan AB’nin üstün insanlık değerleri manzumesi olarak kabul görmektedir. Türkiye, AB’nin performansının müktesebatın AB sathında standart olarak uygulanmasından geçtiğini bilmekte ve bunun bilinci içinde hareket etmektedir. Dolayısıyla kendisine düşen rolü yerine getirmek için azami gayret göstermektedir... AB laik olduğunu, medeniyet projesi olduğunu sadece müktesebatla değil kendi tarihinde çok kültürlü, çok etnik yapıyı hoşgörü kültürü ile bir arada yaşatan Türkiye’yi bünyesine dahil ederek kanıtlayacaktır. Bu AB’nin daha laik ve demokratik, üstün insanlık değerlerine sahip bir medeniyet olduğunun tescili olacaktır. AB’nin bu şansı insanlık değerleri adına değerlendirmesi gerekmektedir... Türkiye’nin batılılaşma hedefi AB bünyesine katılarak nihai hedefine varmış olacaktır.” 4-b

Bu, kafaların ne kadar karışık olduğunun bir göstergesi değil midir? Bu mağlubiyet psikolojisidir. Kendi varlık nedenini yok saymaktır. Kendi değer sistemini başkalarının değer sistemi yanında hor görenlerin, değil diklenmeye dik durmaya mecallerinin olamayacağının en güzel tanığı tarihtir.

Bunun nedeni Konfüçyüs’ün, Max Moller’in ve Cemil Meriç’in dikkat çektiği kavramsal yozlaşmadır. Bir de Onlarla (dışarıdakiler) bunların (içerdekiler) yürüttükleri yoğun bir psikolojik savaşın etkisi altında kalınmaktadır. Gerçeği aydınlatabilmek için zihni bir arındırma yapmalı, kafa karışıklığını giderebilmek için öncelikle kültür ve medeniyet kavramlarını yerli yerine oturtmalıyız.

Medeniyet

Medeniyet kavramı, farklı ülkelerde ve farklı bilim dallarında farklı şekillerde tanımlanmıştır. Literatürde medeniyetin 20 civarında tarifi yer almaktadır.2

İslam Ansiklopedisinin medeniyet maddesinde, medeniyet kelimesinin kökeni aşağıdaki şekilde verilmektedir:

“Arapça’da ‘şehir anlamına gelen ve müdün köküne dayanan medine isminden Osmanlı Türkçesinde medeniyet kelimesi türetilmiştir. Medeni ve medini, şehre mensup şehirli manasına gelmektedir. Daha sonra medine kelimesinden temeddün türetilerek şehirli veya medeni hayat yaşamak anlamında kullanılmıştır. Ancak bu kelimelerin yaygın kullanılmaya başlanması eski Grek eserlerinin tercüme edilmesinden sonradır. Grekçe de şehir ve şehir devleti anlamına gelen polis kelimesi için medine; devlet ve yönetim anlamına gelen politeia kelimesi için ‘es-siyasetü’l-medeniyye’ tabiri kullanılmıştır... Daha sonraları hem bedeviliği hem de medeniliği (hadarîlik, hadare) ifade etmek üzere toplumun tüm yaşamını temsil eden bir kelime olarak umran kullanılmıştır.”6

Medine, medeniyet, temeddün, hadaret, hadare, umran, karye, beled, mesken ve arz kelimelerinin daha geniş bir analizi, Erdoğan Pazarbaşı’nın ‘Kuran ve Medeniyet’ adlı kitabında yapılmaktadır.6

Arapça’da genellikle hadare, son devir Osmanlı Türkçe’sinde medeniyet ve günümüz Türkçe’sinde ise uygarlık kelimeleri aynı anlamlı olarak kullanılmaktadır.

Fransızca’da civilisation, Almanca’da ziviliasation, İngilizce’de civilization İtalyanca’da civilta diye geçen kelimeler şehirli anlamına gelen civilis kelimesinden türetilmişlerdir.

Medeniyet kelimesinin Fransızca karşılığı olan “civilisation”ın lügat mânası, ‘şehirleşmek, şehre uymak, şehirli gibi ince zarif olmak, özel manada bütün insanlar için lazım olan hayat şekli demektir’ Medeniyet (civilisation) kelimesi, ilk olarak Fransa’da Marquis de Mirabeau tarafından 1757’de ve bundan on yıl sonra da İngilizce’de kullanılmaya başlanmıştır. Almanca’da civilisation kelimesi pek fazla ilgi görmemiş, Almanlar daha ziyade kültür (kultur, bildung) kelimesini kullanmayı tercih etmişlerdir.2

Medeniyet kavramı, genel olarak, 3 farklı anlamda kullanılmaktadır:

          “Başkalarına karşı görgülü davranma konusunda insana kendini kontrol etme yeteneği veren kural ve değerler bütünü.

          Gelişmiş olan toplumları gelişmemiş olanlardan ayırt eden özellikler. Bu anlamıyla toplumların gelişmişlik birikimini ifade eder. Bu anlamıyla Medeniyet daha ziyade Batı ile özdeşleştirilip tekil halde kullanılmaktadır.

          Ortak özellikler gösteren sosyal gruplar veya bunların ürettiği şeylerin bütünüdür. Bu anlamıyla çoğul kullanılır.”5

Medeniyet kelimesi, birinci anlamıyla pratik hayat içerisinde kibar, görgülü, davranışları tutarlı insanlar için ‘medeni insan’ deyişiyle kullanılmaktadır.

Medeniyetin 2. anlamda kullanılmaya başlanması, 19. yüzyılda başlar, günümüze kadar devam eder. Bu anlamda Medeniyet denince, Batı’nın ulaştığı bilim, teknik, yaşam tarzı ve değerler anlaşılmaktadır. Kısacası Batı demektir. Guenon’a göre bu Batı’nın kendi kendine verdiği berattır.7 Batı’ya göre Batı’nın dışında bir medeniyet olamaz. Son 200-300 yıl içerisinde Batı, bilim ve teknikte elde ettiği üstünlüklere dayanarak kendisini önceki dönemlerden ve çağdaşlarından ayrı ve üstün gösteren bir terim olarak medeniyet kelimesini yalnızca kendisi için kullanmaya başlamıştır. Böylelikle kendi dışındaki toplumları aşağı görmek ve onları sömürebilmek için medenileştirmek(!) gibi bir rol biçmiştir kendisine. Sahip olduğu değerleri onlara dayatarak onları asimile etmeyi bir metot olarak benimsemiştir. Bu anlamda medeniyet sanayileşememiş ülkeleri sömürebilmek için üretilen bir psikolojik savaş sloganıdır. Özellikle Osmanlı’nın son döneminden başlayarak günümüze kadar medeniyet kavramı, Batı yandaşları tarafından hep bu anlamda kullanılmıştır. Yıllardır AB’nin bir medeniyet projesi olarak takdim edilmiş olmasının nedeni de budur. Fukuyama, Sovyetlerin çökmesinden sonra yazdığı Tarihin Sonu kitabında, ‘Batı medeniyetinin en üstün ve insanlığın son durağı tek bir medeniyet’ olduğunu iddia ederken benzer mantıkla hareket etmektedir.

Oysa Batı medeniyeti bir yabancılaşma ve bir bunalım medeniyetidir. Nitekim daha 18. yüzyılda Rousseau, medeniyeti, insanlığın kendisine bir yabancılaşması olarak görmüştür. Gustave Flaubert ve Arthur Rimbaud, 19. asrın ikinci yarısında medeniyetin kendini imha ettirecek hastalıkları kendi bünyesinde taşıdığını ileri sürmüşlerdir. I. Cihan Savaşından sonra Oswald Spengler, Max Weber, Clive Bell ve Rene Guenon gibi düşünürler Batı medeniyetini bunalım kaynağı olarak görmeye başlamışlardır.2 II. Cihan Savaşı bu olguyu daha da kuvvetlendirmiştir.

 Fukuyama 11 Eylül öncesinde yazdığı Büyük Çözülme kitabında, genelde tüm sanayileşmiş, özelde ise Batı toplumlarındaki değerlerin erozyonunu gözler önüne sererek yeni bir anlayışa ihtiyaç olduğunu ileri sürmektedir. Dolayısıyla Rousseau’dan Fukuyama’ya kadar geçen yaklaşık 3 asırlık süreç (öncesi zaten vahşet ve karanlıktır), Batı medeniyetinin bir bunalım medeniyeti ve bir yabancılaştırma medeniyeti olduğunu göstermektedir.

3. anlamda medeniyet kelimesi özellikle Toynbee tarafından kullanılmıştır. Toynbee’ye göre tek bir medeniyet yoktur. Tarihte 21 ayrı medeniyet var olmuştur ve bunlardan 6 tanesi varlığını devam ettirebilmektedir. Gene Toynbee’ye göre medeniyetlerin ayırt edici unsuru Din olmaktadır.

 Huntington Medeniyetler Çatışması adlı çalışmasında medeniyet kavramını Toynbee gibi kullanmaktadır. Huntington’a göre Medeniyet kültürel bir varlıktır:

“Bir medeniyetten bahsettiğimiz zaman neyi kastediyoruz? Medeniyet kültürel bir varlıktır. Köyler, bölgeler, etnik gruplar, milliyetler, dînî gruplar. Bütün bunların hepsi, kültürel çeşitliliğin farklı seviyelerinde ayrı kültürlere sahiptirler”... Bir medeniyet, bu suretle, insanların kendilerini diğer türlerden ayırt eden yönünden başka onların sahip olduğu en yüksek kültürel gruplaşma ve en geniş kültürel kimlik seviyesidir. Medeniyet, hem dil, tarih, din, adetler, müesseseler gibi ortak objektif unsurlar vasıtasıyla ve hem de insanların sübjektif olarak kendi kendilerini teşhis etmeleri suretiyle tarif edilir.”8

Sosyolog Maclver ise medeniyeti maddi unsurları baz alarak tanımlamaktadır. Açıkça söylememiş olmasına karşılık Medeniyeti ikinci anlamı ile sadece Batı için kullanmaktadır. Bu açıdan kültürle medeniyet arasında ciddi bir ayırım yapmaktadır:

“Medeniyetten; biz insanın hayatı üzerinde müessir şartları kontrol maksadıyla sarf etmiş olduğu cehtler neticesinde meydana getirdiği mekanizma ve teşkilatın umumi heyetini kastediyoruz. Bu itibarla medeniyet mefhumu, içtimai teşkilat sistemlerini, tekniği, maddi aletleri ve vasıtaları içine aldığı gibi seçim sandıklarını, telefonu, ticaret odalarını, demiryollarını, kanunları, mektepleri, bankaları ve bankacılığı da ihtiva eder..

Kültür ise; bu manada kullanılan medeniyetin antitezidir. Bu taktirde kültür; yaşayış ve düşünüş tarzımızda, günlük münasebetlerimizde, sanatta, edebiyatta, dinde, sevinç ve eğlencelerimizde tabiatımızın kendisini ifade etmesidir”.9

Ülkemizde kültür ve medeniyet üzerinde ilk ciddi çalışmayı yapan Ziya Gökalp’tir. Ziya Gökalp kültür ve medeniyet kavramlarını birbirinden ayırır ve onlara ayrı anlamlar yükler. Kültürü milli, medeniyeti ise milletlerarası bir olgu olarak görür:

“Bir medeniyet müteaddit milletlerin müşterek malıdır. Çünkü her medeniyeti, sahipleri olan müteaddit milletler, müşterek bir hayat yaşayarak vücuda getirmişlerdir. Bu sebeple her medeniyet, mutlaka, beynelmileldir. Fakat bir medeniyetin, her millette aldığı hususi şekilleri vardır ki, bunlara hars (kültür) adı verilir”.10 “Hars milli olduğu halde, medeniyet beynelmileldir. Hars bir milletin dînî, ahlakî, hukukî, muakalevî, bediî, lisanî, iktisadî ve fennî hayatlarının ahenktar bir mecmuasıdır. Medeniyetse, aynı mamureye dahil birçok milletlerin sosyal hayatlarının ortak bir toplamıdır. Meselâ, Avrupalı milletler arasında ortak bir “Batı Medeniyeti” vardır. Bu medeniyetin içinde birbirinden bağımsız bir İngiliz harsı, bir Fransız harsı, bir Alman harsı vs. vardır... Medeniyet usul vasıtasıyla ve ferdi iradelerle vücuda gelen içtimaî hadiselerin mecmuudur. Mesela dine dair bilgiler ve ilimler usul ve irade ile vücuda geldiği gibi, ahlâka, hukuka, güzel sanatlara, iktisada, muakaleye, lisana ve fenlere dair bilgiler ve nazariyeler de hep fertler tarafından usul ve irade ile vücuda getirilmişlerdir. Binaenaleyh, aynı mamure dahilinde bulunan bütün bu mefhumların, bilgilerin ve ilimlerin mecmuu medeniyet dediğimiz şeyi meydana getirir.

Harsa dahil olan şeyler ise; usul ile, fertlerin iradesiyle vücuda gelmemişlerdir, suni değillerdir. Nebatların, hayvanların uzvi hayatı nasıl kendiliğinden ve tabii surette inkişaf ediyorsa, harsa dahil olan şeylerin teşekkül ve tekamülü de tıpkı öyledir.”11

Gökalp’ın bu tanımlaması, medeniyetin ikinci anlamını çağrıştırmaktadır. Gökalp’in tanımlamasında ‘sosyal hayatın ortak yanları’ ifadesinde değer sisteminin olup olmadığı belli değildir. Eğer bununla değer sistemini kast etmişse dolaylı olarak kültür ve medeniyet kavramlarını birbirine bağlamış olmaktadır. Gökalp’in ifadelerinden Milletlerin harsının olabileceği ancak medeniyetlerinin olamayacağı gibi bir anlam ortaya çıkmaktadır. Medeniyeti üst sistem, kültürleri ise alt sistem kategorisine sokmuştur. Oysa her ikisinin de hem üst sistemleri hem de alt sistemleri mevcuttur. Böyle bir yola girmesinin nedeni; içinde yaşadığı ortam, bir de ‘Türkleşmek, İslamlaşmak ve Batılılaşmak’ tezindeki ‘Batılılaşmak’ boyutunu rahatlatabilmek ve uygun bir zemin hazırlayabilmek için olabilir.

Cemil Meriç ve Abadan, medeniyeti 2. anlamını dikkate alarak tanımlamaktadırlar.12,13 İbrahim Kafesoğlu medeniyeti, kültürel temel üzerine yükselen milletlerarası bir olgu olarak görür:

“Medeniyet, milletlerarası ortak değerler seviyesine yükselen anlayış, davranış ve yaşama vasıtaları bütünüdür. Bu ortak değerlerin kaynağı kültürlerdir”.14

Hilmi Ziya Ülken ise medeniyeti, bütün maddi dünyayı şekillendiren bir değerler sistemi olarak tanımlar:

“Her medeniyet bir değerler sistemidir. İnsan; inanan, düşünen ve tesir eden bir varlık olduğu için, bütün medeniyetlerin temelinde bir inanış, düşünce ve hareket sistemi vardır… Herhangi bir medeniyet -günün birinde- yeryüzünden silinse bile, kurduğu binalar, yaptığı eşyalar vasıtasıyla onun bir zamanlar nasıl bir inanç, düşünce ve hareket sistemine sahip olduğunu anlayabiliriz”.13

Literatürde yer alan medeniyetin birinci ve ikinci anlamlarını esas alan tanımlamalar hariç, diğerlerinin tümünde; ortak değerlerden neşet eden, bir üst kimlik oluşturan bir yaşam, davranış, düşünce ve teknik ve eserlerin bütünü olarak bir tanımlamanın yapıldığı görülmektedir Aslında ikinci anlamda da Batılı değerler, açıkça söylenmese bile zımnen referans alınmaktadır. Ancak Batı’nın diğer medeniyetler karşısındaki üstünlüğü, bilim ve teknoloji alanında olduğu için dikkatleri hep o tarafa çekmek, sömürmek ve asimile etmek için kendisine daha avantajlı bir durum sağlamaktadır. Çatışma taraftarları ise, özellikle Toynbee, Huntington, medeniyetlerin harcında yer alan temel değerleri öne çekmeyi yeğ tutmaktadırlar.

Yukarıda yapılan tanımlamalardan medeniyetlerin, değerler sistemi üzerinde yükselen birbiri ile organik bütünlüğü olan bir sistemi temsil ettikleri sonucuna ulaşılabilir:

“Medeniyet, toplumsal amaçlar, düşünce, teknik ve kurumlarla uyum sağlayan bir bütündür.”1

Kültür

Kültür (culture) kelimesi, Latince cultura kelimesinden türetilmiş olup, toprağı tarıma hazır hale getirmek anlamına gelmektedir. Osmanlıca da hars, Fransızca ve İngilizce’de culture, Almanca’da kultur, İtalyanca’da cultura, kültür kelimesi anlamına gelmektedir.

 ‘Tarih, sosyoloji, etnoloji, sosyal antropoloji, sosyal psikoloji’ gibi sosyal bilimler, kültür konusu ile ilgilenirler. Ancak, bunların her biri kültürü, kendisini ilgilendiren boyutuyla ele alır. Bunun için bu bilim dallarına bağlı olarak değişik tanımları yapılmaktadır. Amerika’nın tanınmış antropologlarından Kroeber ile Klukhohn kültürün 164 tarifini tespit etmişlerdir.6

İnsanların ihtiyaçlarını, ‘biyolojik, içtimai ve ruhi’ olmak üzere 3 ana grupta sınıflandırmak mümkündür. İnsanların toplu olarak yaşamaya başlaması ile bu ihtiyaçların karşılanmasında ortaya çıkan karşılıklı bağımlılık, ilişkilere belli kural ve kaidelerin konmasını zorunlu hale getirmiştir. İşte kültür böylesi bir zorunluluktan ortaya çıkmıştır. Toprağın tarıma hazır hale getirilmesi ile bireylerin toplum haline getirilmesi için eğitilmesi, norm ve standartlara uyar hale getirilmesi arasındaki ilişki, toplumsal hayat için kültür kavramının kullanılmasına imkan vermiştir. Toplumsal hayatın yaşanır olması ve toplumun geleceğe hazır hale getirilebilmesi için kültürün iki ana fonksiyonu icra etmesi gerekir:

          Biyolojik, içtimai, ruhi ihtiyaçların karşılanmasında normlar, standartlar, kaideler ve kurallar koyarak insanlar arasındaki ilişkileri tanzim etmek.

          Bütün bunları terbiye sistemi ile nesilden nesile aktararak nesiller arası ilişkiyi tanzim etmek.9

Bu boyutları ile bakıldığında ‘Kültür, insanlar tarafından paylaşılan ve gelecek kuşaklara intikal ettirilen bir semboller sistemidir’.16 Toplum içerisinde ihtiyaçların karşılanmasının tanzimi için gerekli kurallar, kaideler norm ve standartlar, o toplumun düşünce sistemi, değer sistemi, kullandıkları sembol ve tekniklere bağımlı olarak ortaya konabilmektedir. Kültürle ilgili yapılan tanımlamalarda bunu görmek mümkündür. İngiliz Antropologu E.B.Taylor’a göre;

“Kültür; bilgiyi, imanı, sanatı, ahlakı, hukuku, örf ve adetleri, ferdin mensup olduğu cemiyetin bir uzvu olması itibariyle kazandığı itiyatlarını ve bütün maharetlerini ihtiva eden gayet girift bir bütündür.”9

E. Sapir, kullanıldığı bilim dallarına göre kültüre 3 farklı anlam yüklemiştir:

          “İnsanın hayatında içtimai yoldan tevarüs ettiği maddi ve manevi her unsuru ihtiva eder.”

          “Kültürden ferdi inceliğin daha ziyade konvansiyona tabi bir ideali kast olunmaktadır.”

          “Herhangi bir cemiyetin yeryüzünde seçkin bir mevkie sahip olmasını temin eden şu umumi tutum ve davranışlarını, hayat telakkilerini ve medeniyetin hususi tezahürlerini tek bir terimin içine sığdırmaktır..”9

Alman Antropoloji alimi Thurnwald, kültür ve medeniyet kavramları arasında ayırım yaparken birbirleri ile karşılıklı etkileşim içerisinde bulunduğuna da dikkat çeker:

“Kültür, tavırlardan, davranış tarzlarından, örf ve adetlerden, düşüncelerden, ifade şekillerinden, kıymet biçmelerden, tesislerden ve teşkilattan mürekkep öyle bir sistemdir ki, tarihi bir mahsul olmak üzere teşekkül etmiş, ananeye bağlı bir cemiyet içinde onun medeni teçhizatı ve vasıtaları ile karşılıklı tesirler neticesinde meydana çıkmış ve bütün unsurlarının zamanla yekdiğerine kaynaması sayesinde ahenkli bir bütün haline gelmiştir. Buna mukabil medeniyet, birikmiş bir bilgiye ve teknik vasıtalarına sahip olmayı ifade eder. Bir formülle ifade edilmesi istendiği taktirde denebilir ki kültür, takınılmış bir tavırdır; medeniyet ise bilme ve yapabilmedir.”9

Burada gizli bir şekilde medeniyet kavramı, Batı anlamında kullanılmaktadır.

Kültürü; C. Wissler, “Bir halkın yaşama tarzı..”,9 Krober, ‘Öğrenilmiş ve aktarılmış hareket, reaksiyonlar ve alışkanlıklar, teknikler, fikirler, değerler ve teşvik edilen davranışların tümü’,13 E.W.F. Tomlin ‘İnsan hayatına mana veren, insanı yükselten kısacası, “hayatı yaşanmaya değer kılan” bir şey...’,13 T. S.Eliot, ‘Herhangi bir toplumun dininin vücut bulmuş bir şekli..,17 Malinowski ‘Toplumun yarattığı teknoloji ürünleri, tüketim maddeleri, kurumlarına şekil veren ilkeleri, fikirleri, zanaatı, inançları ve gelenekleri’ olarak tanımlar18... (1969 yılında) UNESCO uzmanları, “Bir insan topluluğunun kendi tarihi tekamülü hususunda sahip olduğu şuur demektir; o surette ki, bu insan topluluğu bu tarihi tekamül şuuruna atfen varlığını devam ettirme azmini gösterir ve gelişmesini sağlar.”19 diye tanımlamaktadır.

Ülkemizde kültür ve medeniyet üzerinde ilk çalışmayı yapan Ziya Gökalp’tir. Ziya Gökalp’in bu konudaki düşüncelerini medeniyet kısmında inceledik.

Cemil Meriç kültürün tanımlanamaz olduğunu söylemiştir.

“Kültür, kaypak bir kavramdır. Tahlil edemezsiniz, çünkü unsurları sonsuz. Tasvir edemezsiniz çünkü bir yerde durmaz. Manasını kelimelerle belirtmeye kalktınız mı, elinizde havayı tutmuş gibi olursunuz. Bakarsınız ki, her yerde hava var, ama avuçlarınız bomboş.”20

Meriç, kültür yerine irfanı kullanmayı tercih etmiştir:

“Batı’nın kültürü var bizim ise irfanımız. İrfan, insanoğlunun has bahçesi, ayırmaz, birleştirir. Bu bahçede kinler susar, duvarlar yıkılır, anlaşmazlıklar sona erer. İrfan kendini tanımakla başlar. Kendini tanımak için ön yargıların köleliğinden kurtulmak gerekir. İrfan, nefis terbiyesi, olgunluğa açılan kapı, amelle taçlanan ilim. Kültür, irfana göre katı ve fakir. İrfan insanı insan yapan vasıfların bütünü, yani hem ilim, hem iman ve hem de edep. Batı kültürün vatanı, Doğu irfanın. Ne Batı’yı tanıyoruz ne Doğu’yu, en az tanıdığımız ise kendimiz..”.20

Bazen, kültür ve medeniyet yerine İbn Haldun’un kullandığı Umran kavramını kullanır.2

Sosyolog Ali Şeriati’ye göre kültür:

“Bir ulusun tarihi boyunca biriktirip, kendine özgü bir şekil verdiği zihni,manevi,  sanatsal, tarihi, edebi, dini ve duygusal birikimlerinin semboller, işaretler, gelenekler, adet, sosyal yaşantı ve anıtlar şeklinde ortaya çıkmasıdır. Bu birikimler, o ulusun acılarını, itilimlerini, karakterini, sosyal özelliklerini, hayat tarzını, sosyal ilişkilerini ve ekonomik yapısını simgeler... Kültür toplumun gerçek varlığının göstergesi ve üst yapısı, kısacası toplumun tüm tarihidir”... Kültür, her şeyden evvel bir halkın tüm hayat belirtilerinin bir sanat tarzında oluşan birliğidir.”21

Mümtaz Turhan, Kültür Değişmeleri adlı eserinde kültürle ilgili bir çok tanımlamaları inceledikten sonra aşağıdaki gibi bir tanımlama yapmaktadır:

“Kültür, bir cemiyetin sahip olduğu maddi ve manevi kıymetlerden teşekkül eden öyle bir bütündür ki, cemiyet içinde mevcut her nevi bilgiyi, alakaları, itiyatları, kıymet ölçülerini, umumi tutum, tavır, görüş ve zihniyet ile her nevi davranış şekillerini içine alır. Bütün bunlar, birlikte, o cemiyet mensuplarının ekserisinde müşterek olan ve onu diğer cemiyetlerden ayırt eden hususi bir hayat tarzı temin eder.”9

Kültürü; Mehmet Kaplan, “Dili, mûsıkiyi, mimâriyi, dağı, taşı her şeyden önce insanı işlemek, bunları ulaşabilecekleri en yüksek, en güzel, en ince noktaya kadar ulaştırmak..”,22 İbrahim Kafesoğlu, “Bir topluluğun dünya görüşünü kadrolayan manevi değerlerle, bu manevi güçlerin faal hayata yansımasından doğan teknolojinin oluşturduğu bir ‘bütün’...”,15 Erol Güngör, “Bir inançlar, bilgiler, hisler ve heyecanlar bütünü...”,23 Yılmaz Öztuna, “Bir milletin hayatının maddî olmayan taraflarının toplamı...”,13 Hilmi Ziya Ülken, “milletin içinde bulunduğu medeniyet şartlarına göre yarattığı bütün dil, ilim, sanat, felsefe, örf ve adetler ve bunların toplamı...”,13 Sadi Irmak, “Halk ruhunun yaşattıklarının bilinçaltına yerleşmiş izlerinin toplamı...”13 olarak tanımlamaktadırlar.

Tanımlar arasında nüanslar olsa da hepsinde ortak olan nokta, kültürün değerler sistemine dayandırılarak tarif edilmesidir.

Kültür ve Medeniyet Arasındaki İlişki

Yukarıdaki incelemelerden görülebileceği gibi kültür ve medeniyet kavramlarına yüklenen anlamlar, hem ülkeden ülkeye, hem de bilim dalından bilim dalına farklılık göstermektedir. Amerikalı antropologlardan Kroeber ile Klukhohn kültürün 164 tarifini tespit etmişlerdir.6 Cuvillier ise Sosyolojinin Elkitabı’nda medeniyetin 20 tarifini vermektedir.2 Bu iki kavramın tarihi süreç içerisinde tam ve net evrensel bir tanımı yapılamamıştır. Alman literatüründe kültür ve medeniyet kavramları arasında bir ayırım yapılmazken, Anglosakson literatüründe ayırım yapılmaktadır.9 “Sosyolog ve antropologların yüzde doksanı “medeniyet” kelimesini kullanmazlar, “kültür” kelimesini tercih ederler. Kimine göre bu iki kavram eş anlamlıdır, kimine göre farklıdır.”12

 Genelde Kültür daha geniş çerçeveli kabul edilmekte olup maddi ve manevi kültür diye iki ana kısma ayrılmaktadır. Bu yaklaşımla medeniyet kavramı, kültür kavramının içerisine sokulmaya çalışılmıştır. Maddi kültürle medeniyet; manevi kültürle de kültürün ana çatısını oluşturan değerler sistemi (Din, örf, adet, gelenek, görenek, felsefi görüş, norm, standartlar) kast edilmektedir. Fransızca’da kültür, daha çok sosyologların manevi kültür dedikleri kültürdür. Amerikanca da ise kültürden anlaşılan maddi kültür yani medeniyettir.24

Kültür ve medeniyeti birbirinden bağımsız gören insan unsurlarını, genel olarak kabaca, 4 sınıfta toplayabiliriz:

1.     Gruptakiler (Onlar): Batı’nın psikolojik savaş uzmanları ve bunlarla birlikte çalışan Batılı düşünürler. Bunlar, Batı’nın ulaştığı bilim ve teknolojik üstünlüğü bir medeniyet olarak gösterip dünyanın geri kalanlarını psikolojik baskı altına alarak asimile edebilmek ve sömürmek için uğraşırlar.

2.         Gruptakiler (Bunlar): İşbirlikçi düzeyine ulaşmış içimizdeki Batı hayranları.

3.         Gruptakiler: Yoğun propagandanın etkisi altında şaşırmış ve bunalmış iyi niyetliler.

4.   Gruptakiler: Mağlubiyetlerin verdiği yıkımla yoğun propagandanın etkisinden kendisini kurtaramayıp toplumsal değerler sistemini koruyabilmek için böyle bir ayırımla, Batı’nın bilim ve teknolojisini alabilmeyi düşünenler. Bilim ve teknoloji tüm insanlığın ortak malıdır deme yerine, medeniyet tüm insanlığın ortak malıdır deme yanılgısı içerisindedirler.

Eğer insanlık tek bir medeniyet etrafında birleşebilmiş olsaydı, dördüncü gruptakiler haklı olabilirdi. Oysa birinci ve ikinci gruptakiler zaten Batı dışında başka bir medeniyet tanımıyorlar. Batı’yı insanlığın son ve nihai durağı olarak görüyorlar. Toynbee ve Huntington gibi çatışma taraftarları da, medeniyetleri farklı kültürel değerlerden dolayı aynı olarak görmüyorlar. Dördüncü gruptakilerin kendi kendilerine icat ettikleri ve dahil olduklarını sandıkları tek bir insanlık medeniyeti üzerine; 21. asırda başlatılan haçlı seferleri ile Irak’ta ve Filistin’de girişilen katliamları göz önüne alarak bir kez daha düşünmelerinde fayda vardır.

Bu iki kavram Şeriati tarafından güzel bir benzetme ile birbirine bağlanmıştır. Şeriati, kültürü çekirdek, medeniyeti ise bu çekirdek etrafında oluşan daha dış bir olay olarak ele almaktadır:

“Kültür özel, medeniyet ise genel bir karakter taşır. Kültür, tarih boyunca bir toplumda meydana gelen bütün maddi ve manevi değerlerden ibarettir. Eğer kültürü amaç ve hedef bakımından ve hareket halinde olan bir olay şeklinde ele alırsak, kültüre, her toplumun zenginlik ve kişilik sahibi olmak yolunda harcadığı çabadır, diyebiliriz. Buna göre medeniyet daha dışa ait bir olaydır. Kültür ise bir çekirdektir. Ve medeniyet yönünün en önemli özelliğidir. ... Kültür, her şeyden evvel bir halkın tüm hayat belirtilerinin bir sanat tarzında oluşan birliğidir.”1

Sosyolog Erol Güngör de Şeriati gibi, kültürün millet hayatındaki yön göstericiliğinin hayatî önemine dikkat çeker:

“Kültür ve medeniyet ayrımı, biz Türkler için, sadece sosyolojik bir kavram meselesi değildir; millet hayatına nasıl bir yön vereceğimiz konusundaki isteklerimize objektif ve ilmi destek bulma gayretleridir. Her toplumun kültürü, o toplumda yaşayan insanların çeşitli problemlere karşı denedikleri çözüm yollarından meydana gelmiştir. Çözüm tarzlarından bazıları zamanla sabit hale gelerek, toplumun bütününe mal olur ve toplumun kültürünü oluşturur.”23

Öyleyse kültürü, bütün değerleri içinde barındıran bir tohum; medeniyeti de bu tohumdan neşet eden bir ürün, bir meyve olarak ifade edebiliriz. Bu durumda her kültür, kendine özgü, kendi rengini taşıyan bir medeniyet ortaya çıkaracaktır. Gerek kültür, gerekse medeniyetler ortak özellikleri itibari ile daha üst sistemler oluşturabilirler. İslam medeniyeti, Batı medeniyeti, Çin ve Hint medeniyetleri gibi. Üst kültür ve medeniyet sistemlerinin altında alt kültür ve medeniyet sistemleri vardır. Üst sistemlerin var olması daha alt sistemlerin var olmasını reddetmemizi gerektirmez.

Kültür ve Medeniyet Değişimi

Birinci ve ikinci gruptakiler, Batı’nın bilim ve teknolojideki üstün konumunu bayraklaştırıp bizim değerler sistemimizden vazgeçmemizi istemektedirler. Bizi bir kültürel yozlaşmanın içine sokarak varlık nedenimizi ortadan kaldırmaktır nihai amaçları. Medeniyet projesi diye bize yıllardır dayatılan şey, sosyolojik anlamda Kültürel değişimdir. Öyleyse kültürel değişim nedir? Bu soruyu en güzel ve en açık bir şekilde sosyolog Malinowski cevaplandırmaktadır:

“Kültür değişmesi, bir cemiyetin mevcut nizamını yani içtimai, maddi ve manevi medeniyetini bir tipten başka bir tipe kalbeden bir prosestir. Böylece kültür değişmesi, bir cemiyetin siyasi yapısında, idari müesseselerinde ve toprağa yerleşme ve iskan tarzında, iman ve kanaatlerinde, bilgi sisteminde, terbiye cihazında, kanunlarında, maddi alet ve vasıtalarında, bunların kullanılmasında, içtimai iktisadının dayandığı istihlak maddelerinin sarfında az çok husule gelen tahavvülleri ihtiva eder...”9

Kültür ve medeniyet kendi içerisinde tutarlı bir bütünlüktür, eklektizmi kabul etmezler. Eklektik yapı, daima baskın kültür ve medeniyetin menfaatine çalışır. Baskın olan, muhatabını asimile edebilir. AB sürecinde Türkiye’de yaşanan ‘zina tartışmasına’ Verhaugen’in ‘Avrupa değerleri tartışılmazdır’ tarzında verdiği cevap, bunun en güzel bir örneğidir. AB sürecinde bizden kendimizi, kimliğimizi, değerlerimizi kısacası bizi biz yapan her şeyi reddetmemizi, hatta onlara savaş açmamızı istemektedirler:

“Hatta ileri gidip şunu bile söyleyebiliriz: Avrupa’da kabul görmek istiyorsa Müslüman Türk imajının aleyhinde çalışmalar yapılmalı... Çünkü Türkiye’nin üyeliği konusunda yapılan tartışmalar gelip Türkiye’nin Müslümanlığına takılıyor... AB bugünkü Türkiye’yi istemiyor. Ne bugünkü siyasi yapıyı, ne de bugünkü kültürel yapıyı istiyor... Ve en önemlisi tabii, Türk halkının da Avrupalı değerleri içselleştirip yaşam tarzına yansıtmasını istiyor. Yani Avrupa gibi olan ve yaşayan bir Türkiye istiyor. Bu bağlamda azınlıkların, Kürtlerin, eşcinsellerin... vs. kimliklerini daha sesli telaffuz etmelerini sağlayacak bir süreç işleyecektir.”25

Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac da aynı şeyleri söylemektedir:

“Başka bir ifadeyle Türkiye’nin değerlerini yaşam tarzını, kurallarını derinden değiştirmesi gerekmektedir. ... Bizim paylaştığımız tüm değerleri ve kuralları benimsemesi ve bunun için Türkiye’nin kayda değer çabalar göstermesi gerekmektedir”26

Sonuç: Umran= Kültür+Medeniyet

Kültür ve medeniyet madalyonun iki yüzüdür. Bir bütünün iki farklı yansımasıdır.

Kültürün maddi ve manevi olarak ikiye ayrılma zarureti, böyle bir sorunu ortadan kaldırabilmek amaçlıdır. Kaba bir benzetmeyle kültür yazılım, medeniyet ise donanımdır. Sorun yumurta tavuk meselesidir. Bu sorunu en iyi çözüme bağlayan İbn Haldun’dur. Umran kavramı ile sorunu çözmüştür. İbn Haldun’a göre ‘tarihin, sosyolojinin ve antropolojinin konusu Umran’dır’. İslam, medeniyet ve kültürü tek kelime olarak Umran’la ifade etmiştir.2,12

Umran, bir toplumun temel değerlerinden neşet eden ‘içtimai hayattır’. Umran tarihin ve insanlığın bir bütün olarak ifade edilmesidir. İnsanlığın hem bedevilik hem de hadarîlik dönemlerini kapsar.

Onun için Umran bir ağaçtır; kökü kültür, meyveleri ise medeniyet olan bir ağaç. Bir toplumun olumlu ve olumsuz tüm tarihini gerçekçi bir şekilde kuşatan bir süreklilik ve bütünlüktür Umran. Olumsuzlukları bir ders ve imtihan olarak gören bir anlayış; olumsuzluklardan iyilik ve güzellik üreten bir bakıştır.

 Kökleri Hz. Adem’e kadar uzanan tarihsel bir derinliktir Umran:

“(Allah)Adem’e isimlerin hepsini öğretti.(2 Bakara 31).

 Peygamberler silsilesi ile beslenerek gelen bir değerler sistemi ve onun tüm hayatı kuşatıp yoğurması, yol boyu kendine yabancılaşan insana insanlığı öğretmesidir Umran:

“Senin Rabbin, ‘ana yerleşim merkezlerine’ onlara ayetlerimizi okuyan bir peygamber göndermedikçe şehirleri yıkıma uğratıcı değildir. Ve biz, halkı zulmetmekte olan şehirlerden başkasını da yıkıma uğratıcı değiliz.”(28 Kasas 59)

Aynı zamanda Sırat-ı Müstakîm üzere olup tüm sapmalara ve zulme karşı İbrahimî bir duruştur, Umran.

Umran, ana değişmez kabul ettiği değerler etrafında bir şekillenme ve şekillendirmedir. Eklektizmi kabul etmez. Ancak kapalı değil açık bir sistemdir. Kendi ana frekanslarına uymayan her şeyi dışlar. Diğerlerini de ele alıp yoğurur ve şekillendirip kendine mal eder. Umran, ‘hikmeti müminin yitik malı olarak görür, nerede bulursa alır. Onu alırken de aldığı kabın şekline bakmaz.’ O nedenle bir hikmet ve bir irfandır Umran.

Eğer bu coğrafyada yeni sömürgeciliğe karşı kalıcı, köklü ve ciddi bir mücadele verilecekse; bunun İslam’ı dışlayarak yapılması mümkün değildir. Ekonomik, askerî, bilimsel ve teknolojik olarak güçlerinin zirvesinde ve fakat toplumsal sermayelerini tüketmiş bir kültür ve medeniyete karşı, ancak toplumsal sermayesi güçlü olan bir başka kültür ve medeniyet mücadele edebilir. İşte o da İslam kültür ve medeniyeti yani Umran’dır.                                                     

Notlar:

1-Şeriati A. Medeniyet ve Modernizm, Düşünce Yayınları, İstanbul, 1980, S:40-120

2- Meriç C., Umrandan Uygarlığa, Ötüken Yayınları, İstanbul, 1977, S: 95-120

3-Tezcan, M., Sosyal ve Kültürel Değişme, A.Ü., Eğitim Bilimleri Fakültesi Yayınları No 129,  Ankara, 1984

4- AB Sempozyumu a- Başbakan Erdoğan’ın Konuşması; b- AK Parti Sosyal İşlerden  Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Nükhet Hotar Göksel’in Konuşması

5- İslam Ansiklopedisi, Medeniyet maddesi

6- Pazarbaşı E., Kuran ve Medeniyet, Pınar Yayınları, İstanbul, 1996

7- Guenon, Rene, Doğu ve Batı, Çeviren: Fahrettin Arslan, İstanbul, Yeryüzü Yayınları,1980.

8- Huntington S.P., Medeniyetler Çatışması, Vadi Yayınları, Ankara, 1997

9- Turhan M., Kültür Değişmeleri, M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları Nu, 16, İstanbul  1997, S: 40-50

10- Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, Hazırlayan: Mehmet Kaplan, İstanbul, Kültür     Bakanlığı Yayını,1976.

11- Ziya Gökalp, Hars ve Medeniyet, Ankara, Diyarbakır’ı Tanıtma ve Turizm Derneği  Yayını,1972.

12- Meriç C., age, S: 40-50

13- Arslanoğlu İ., Kültür ve Medeniyet Kavramları, G.Ü., Eğitim Fakültesi, İnternet sitesi, 2005

15-Kafesoğlu, İbrahim. “Milli Kültür-Siyaset İlişkisi”, Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, 4.1984, 1.

16- Erdentuğ, Nermin, “Kültür Nedir?”, Milli Kültür Dergisi, 3(6),11.1981, 35.

17- Eliot, T.S. Kültür Üzerine Düşünceler, Çeviren: S. Kantarcıoğlu, Ankara, Kültür Bakanlığı,1981 .

18-Kültür ve Turizm Bakanlığı, 1. Milli Kültür Şurası, “Genelde Kültür ve Temel Değerler Komisyonu Raporu”, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayını,1983. 1. Milli Kültür Şurası (23-27 Ekim 1982) Komisyon Raporları, Ankara, Kültür ve Turizm bakanlığı Yayını, 1983.

 19- Köseoğlu N., Milli Kültür ve Kimlik, Ötüken Yayınları, İstanbul,1997, S: 147

 20- Meriç C., Kültürden İrfana, İnsan Yayınları, İstanbul, 1986,S: 15

 21-Şeriati A., a.g.e, S:22

 22- Kaplan, Mehmet.”Kültür ve Kültürü Meydana Getiren Unsurlar”, Türk Kültür ve  Medeniyeti 1, 1976, 68.

23- Güngör, Erol, Kültür Değişmesi ve Milliyetçilik, İstanbul, Ötüken Yayınevi, 1986., S:1-40

24-Meriç C., Kültürden İrfana, İnsan Yayınları, İstanbul, 1986, S: 44

25- Bülent Güven, Sosyal Demokrat Alman-Türk Forumu Başkanı, Hamburg Eyaleti Yönetim Kurulu Üyesi Siyaset Bilimci, ile Yapılan Ropörtaj, Gerçek Hayat, 15 Ekim 2004 Sayı 2004-42(208) S:16-17.

26-       Zaman gazetesi 17.12.2004

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...