1 Mart 2023 Çarşamba

BUGÜN, ÖNCELİKLE BİRLİK, BERABERLİK, FEDAKÂRLIK, DAYANIŞMA VE YARDIMLAŞMA GÜNÜDÜR

(Umran Dergisi)

 

“Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmediği kimsedir.

      Mümin de halkın can ve mallarını kendisine karşı emniyette bildikleri kimsedir.”

                                                                                                        Hz. Peygamber (s.)

 

Öncelikle merkez üssü Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesi olmak üzere çevresi ile birlikte 11 ili içine alan (Kahramanmaraş, Hatay, Gaziantep, Osmaniye, Malatya, Adıyaman, Adana, Diyarbakır, Kilis ve Şanlıurfa, Elazığ) ve Lübnan, Kıbrıs, Irak, İsrail, Ürdün, İran ve Mısır’ı da etkileyen bu büyük depremde ölenlere Allah’tan rahmet, geride kalan yakınlarına da baş sağlığı ve sabır diliyorum. Tüm milletimizin ve ümmetimizin başı sağ olsun. Allah sabır ve metanet versin. Bu büyük afetten dolayı tüm mağdur olanların taksiratlarını affetmesini, bundan sonraki hayatlarında kendilerine yardım etmesini, böyle bir felaketten alacağımız ders ve tedbirlerle bizleri muhafaza etmesini Allah’tan niyaz ediyorum.

Türkiye, depremi en yüksek ”acil durum” olan “4. seviye acil durum” olarak ilan ederken Dünya Sağlık Örgütü, “3. seviye acil durum” ilan etmiştir.[1] Kahramanmaraş merkezli bu büyük depremin oluşumu, etkisi, sonuçları ve deprem sonrasında yaşanan ve yaşanacaklar açısından iyi okunması ve tahlil edilmesi gerekir. Bu büyük olay çok farklı boyutlarda ele alınıp analiz edilmeli ve değerlendirilmelidir:

•           Deprem öncesi, deprem süreci ve deprem sonrası boyutlar,

•         Deprem Sürecinde AFAD-gönüllü kuruluşlar-asker-polis-yardıma koşanların koordinasyonu, sevk ve idare boyutu,

•           Teknik boyut: mühendislik-temel bilimler boyutu,

•           İlahi/uhrevi-mucizevi boyutu,

•           Ahlaki boyutu,

•           Sosyal/sosyolojik, ekonomik, hukukî ve siyasal boyutları,

•           Bazı yasaların tartışılması: afet yasası, imar affı, EMASYA Protokolü,

•           Stratejik boyut (iç- dış güvenlik),

•           Psikolojik savaş ve sosyolojik savaş boyutları

•           Dil ve söylem boyutu: toplumu koruma/bütünleştirme;

•           Dezenformasyon boyutu: toplumu ayrıştırma/çatıştırma/kutuplaştırma

•           Çocuk hırsızlığı/kaçırma ve organ kaçakçılığı şebekesi boyutları,

•           Yağma, hırsızlık, soygun boyutu,

•           Sabotaj-çalışmaları engelleme,

•           Bölgede çatışan projeler boyutu,

•           21. yüzyıl için “Büyük Sıfırlama Projesi” boyutu,

•           Kadife darbe boyutu: gayrimemnun üretme, kin ve nefret yayma stratejisi,

•           İstihbarat savaşları/beşinci kol faaliyeti-yabancı yardım ekiplerinde ajan olma boyutu,

•           Hibrit savaşlar ve göçmenler; iç göç ve göçmen sorunu, demografik yapıda olabilecek bölgesel, yerel değişimler boyutu,

•           Salgın hastalık boyutu,

•           Yıkılan, tarumar olan yerlerin doğru yerlerde yeniden inşa, imar boyutu,

•           Depremzedelerin normal hayata intibak ettirilmeleri boyutu.

Bu çok farklı ve karmaşık boyutların hem süreç bakımından hem de yaklaşım bakımından gerçekçi bir şekilde ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir. Depremin etkilediği coğrafi alan gerçekten de çok büyüktür. Yaklaşık 14 milyonluk bir insan unsuru depremden doğrudan etkilenmiştir. Bu oran dünyadaki bazı ülkelerin nüfuslarından fazladır.  Depremden doğrudan etkilenen 11 ilimiz vardır. Bunların olduğu yüzölçümü, Türkiye yüzölçümünün yaklaşık yüzde 20’sidir. Doğrudan etkilenen nüfus, Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde 17’sidir. Bölge Türkiye’nin toplam gayrisafi yurt içi hasılasının ise yüzde 10,1’ini gerçekleştirmekteydi. Depremden etkilenen Gaziantep’in tek başına yıllık ihracatı 11 milyar dolar civarındaydı. Meydana gelen hasarın boyutunu daha iyi görebilmek için “Ukrayna’da bir yıldır süren savaşın yol açtığı hasarın, 2 dakika süren Türkiye’deki depremin meydana getirdiği hasarın 1/10’u kadar bile olmadığını” göz önüne almakta fayda vardır.[2]

Bazı bilim insanlarının depremle ilgili yaptığı açıklamalar, yaşanan felaketin büyüklüğünü görme ve anlama bakımından çok önemlidir, Japonya Tohoku Üniversitesi Profesörü Shinjin şöyle diyor: “Bu deprem ancak 1000 yılda bir görülebilecek bir şiddete sahip. Türkiye’deki son deprem Çin’deki Siçuan, Alaska, Yeni Zelanda ve Tibet depremlerinden bile daha büyük ve kötüydü. Üstelik saydıklarımın üçü kırsal kesimde oldu, can kaybı azdı. Türkiye’deki ise doğrudan yerleşim yerlerinde meydana geldi.”[3]

Kahramanmaraş merkezli depremin meydana geldiği günden bugüne kadar, depremin oluşu ile ilgili değişik yaklaşımlar ve iddialar söz konusudur. Bunların nedeni, 20. asrın sonu ile 21. asrın başlangıcında teknolojide meydana gelen baş döndürücü gelişmelerin “deprem, sel, yanardağ patlaması, tsunami” gibi doğal afetler diye isimlendirilen olayları tetiklemekte kullanılabileceği varsayımı olup ABD ve Rusya’nın böyle bir teknolojiye sahip olduğu olgusudur. Özellikle ABD’nin ekolojik savaş bağlamında yoğun çalışmalarının ve testlerinin olduğu ifade edilmektedir. Bu tür olaylara ilişkin değişik makaleler yazılmış ve konu bilim dünyasında tartışılmıştır.

Kahramanmaraş merkezli depremin meydana gelmesi ile ilgili yaklaşımları aşağıdaki gibi sınıflandırabiliriz:

1.                   Dünyanın evrimi sürecine uygun şekilde sahip olunan yapısal dinamiklerin, levhaların hareketi ve doğal sonucunda meydana gelmesi,

2.                     İlahi iradenin uyarma, cezalandırma amaçlı olarak doğal seyre, gidişata müdahale etmesi, hızlandırması sonucunda meydana gelmesi,

3.                     HAARP teknolojisini kullanarak fay hatlarını harekete geçirerek depreme sebebiyet verme,[4]

4.                     Hidrolik kırılma veya yatay delme yöntemi ile kaya gazı ve petrol edebilmek için kimyasal maddeler ve kumla birlikte milyonlarca litre suyun yeraltına pompalama sonucu fay hatlarının harekete geçmesinin depreme sebebiyet vermesi, [5]

5.                     Milyonlarca litre atık suların yer altına pompalaması sonucu fay hatlarının harekete geçmesinin depreme sebebiyet vermesi.[6]

Hangi şekilde ve boyutta olursa olsun hepsinde de ilahi irade vardır. İlahi iradeye rağmen hiçbir şey bu evrende vuku bulamaz ve meydana gelemez. Vuku bulan her olayda ya bir ilahi yasa yer almakta ya da bir ilahi yasa bir başka ilahi yasa ile yer değiştirmektedir. O nedenle mesaj almasını bilenler için bu büyük depremde çok büyük bir ilahi mesaj ve uyarı vardır. Bu bağlamda İslâm tarihindeki Uhud Savaşı’nın ikinci evresi çok güzel bir örnektir. Kazanılmış olan bir savaşın hangi nedenlerle kaybedildiği Âl-i İmran suresinin 120-170. ayetlerinde çok güzel özetlenmiştir. Orada dile getirilen, seslendirilen uyarılar ve değerlendirmeler, günümüzde yaşanan pek çok olayda tecelli etmektedir, görmek ve anlamak isteyenler için. HAARP teknolojisi ayrıca bir başka yazıda değişik boyutları ile ele alınıp değerlendirilecektir.

Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı felaketin büyüklüğünü görerek duygusallıktan uzak bir yaklaşımla mesele objektif bir şekilde ele alınmalı, hak ve adalet işin merkezine konmalı, ahiret hayatındaki yargılama asla unutulmamalıdır ve özellikle başkalarının zarar göreceği meselelerde çok daha fazla hassas davranılmalıdır. Bu sorumluluk sahibi her insanın vazifesidir. Olay; afet/deprem öncesi, afet/deprem süreci (depremin başlamasından kurtarma ve enkaz kaldırma faaliyetlerinin son bulmasına kadar ki süre) ve afet/deprem sonrası olmak üzere üç ayrı düzlemde, yukarıda ifade edilen boyutlar göz önüne alınarak analiz edilmelidir. Tek amacımız hakikat olmalı, hatalar, eksiklikler, başarı ve başarısızlıklar ortaya konmalı ve deprem kuşağındaki ülkemiz için geleceğe dönük yeni ve gerçekçi tedbirler alınmalı, yeni stratejiler belirlenmeli ve yeni yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Bu yazı serisinin de amacı bu olup bu büyük deprem farklı boyutları ile yol boyu ele alınıp değerlendirilecektir. Okuduğunuz yazıda depremin yol açtığı yıkımın farklı boyutlarının neden olacağı sosyal bunalımı en aza indirebilmek için bu ülkenin tüm insanlarının birlik, beraberlik ve dayanışma içinde hareket etmesi gerektiği konusu ve şer merkezler tarafından yürütülen sosyo-psikolojik savaş ve buna karşı alınabilecek tedbirler boyutu ele alınıp değerlendirilecektir. 

Şer İttifakının Psikolojik, Sosyolojik Savaş Makinesinin Dişlisi Olmamak

Türkiye’deki bu büyük depremin, giriş kısmında dikkat çektiğimiz çok yönlü ve çok boyutlu etkilerinin olacağı gerçeğini ve bu coğrafyada çatışan yaklaşık 15 proje gerçeğini göz önüne aldığımızda, devletiyle milletiyle ülkenin çok dikkatli ve hassas davranması gerekmektedir. Şimdilik başını ABD’nin çektiği Şer İttifakı/Cephesinin (ABD, Siyonizm, İngiltere, İsrail, AB), genelde tüm Türkiye’de özel olarak da deprem bölgelerinde çok şiddetli bir psikolojik ve sosyolojik savaş yürüttüğü görülmektedir. Hem medya-sosyal medyadan hem de sahada çalışan gönüllülerden alınan bilgiler bu istikamettedir. Şer İttifakı’nın bugüne kadar ülkemiz aleyhine yaptıkları açıklamalar, ortaya koyduğu tavırlar da bugünkü durumu desteklemektedir. Dolayısıyla burada, psikolojik savaş ve sosyolojik savaş ana hatları ile özetlenerek tüm duyarlı insanların bu konuya dikkatlerini çekmek istemekteyiz. Slogancı, kabadayıca ve ayrıştırıcı/çatıştırıcı yaklaşımların psikolojik ve sosyolojik savaş ortamlarında işe yaramadığı tam tersine Şer İttifakı’nın amaçlarına ve hedeflerine hizmet ettiği gerçeği iyi görülmelidir.

İkinci nesil kadife darbe olan ‘Arap Baharı’, Taksim ve Boğaziçi kadife darbe süreçlerinde bu hatanın nelere mal olduğunu millet olarak gördük ve yaşadık. Bu yaklaşımdan hoşlanmayanlar Arap Baharının yaşandığı ülkelerde bugün hangi ‘baharların’ yaşandığına daha dikkatli bakmalarında fayda vardır. Kadife darbelerin dayanak noktası, gayrimemnunların ittifakının bir merkeze toplanması ve bir merkez tarafından yönetilmesidir. Boğaziçi kadife darbe sürecinin devam ettiğini göz önüne alırsak “asrın felaketi” diye nitelenen depremin meydana getireceği gayrimemnunların sayısının çok daha fazla olabileceği olgusu göz ardı edilmemelidir.

Geçmiş dönemlerde yapılan en büyük hatalardan biri, bu tür yaklaşımların “komplo teorisi” deyip aşağılanması ve dikkat çekilen tehlikelerin göz önüne alınmamasıdır. Oysa insanlığın yeryüzü seyahati İblis’in Hz. Âdem’le eşine kurduğu büyük komplonun, tuzağın bir sonucudur. İblis’in yolundan gidenler de atalarının kendilerine çizdiği bu stratejiyi değişik araç ve vasıtalarla değişik şekil ve görüntü altında tarih boyu devam ettirmiş ve devam ettirmektedirler.

O sebeple peşin hükümlü olmamalı ve çeşitli iddiaları “komplo teorileri” deyip görmemezlikten gelmemeli. Dijital teknoloji çağında teknolojiye sahip olanların yapabilecekleri gerçekçi bir şekilde araştırılmalı ve iddialar ihtiyatlı bir şekilde değerlendirilmelidir.  Bugün hem Türkiye genelinde hem de deprem bölgelerinde çok yoğun ve sinsice yürütülen bir psikolojik ve sosyolojik savaş süreci vardır; bu süreç çok dikkatli takip edilmeli ve zamanında gerekli tedbirler alınmalıdır. Öyleyse, sosyo-psikolojik savaş nedir?

Psikolojik Savaş Nedir?

Psikolojik savaş, değer sistemleri, ülkeler ve milletler arasındaki mücadelede uygulanan bir mücadele şeklidir. İnsanlık tarihinin başlangıcından itibaren kullanılmasına rağmen, sistemleştirilmesi ve çok etkin hâle gelmesi 20. asırda gerçekleşmiştir. Psikolojik savaş, “Askerî silah ve askerî harekât dışında mütalâa edilebilecek olan bütün araçların ve eylem şekillerinin kullanılmasıyla yürütülen bir savaş şekli”[7] diye tanımlanmaktadır. Bu savaşta amaç, zihinleri yıpratarak insanların karar verme mekanizmasını dumura uğratmaktır. Psikolojik savaşın hedefi, karar verici merkezlere veya güçlere karşı, bir ülke halkının, bir yönetimin, bir grubun veya bir devletin direncini kırmak; ülkede fitne ve fesadın etkin olmasını sağlayarak yönetimleri kararsızlığa itmek, sonuçta suçlu psikolojisine sokarak teslim olmasını sağlamaktır. Suçlu olduğunu kabullenen fert, grup, yönetim, toplum veya devletin, mevcut otoriteye itaatinin sağlanması temel hedeftir. Bu savaşta muhataplar, hareket edemez hâle getirilip suçlanır, suçlu hâle sokularak teslim alınır ve eğitilerek sisteme, otoriteye bağlı hâle getirilir.

Bu amaçla insanlar, sürekli birbiriyle çelişen yoğun bir bilgi bombardımanına tâbi tutulurlar. Günlük hayatın içinde yorgun düşen insanlar bu tezatlar yumağı içinden doğru olanları bulup ayıklayamaz ve şaşırırlar. Suçlanan kesimin, suçlu veya iddiaların doğru olduğuna inanırlar. Psikolojik savaşta, savaşı yürüten merkezin çeşitli kolları, farklı ideolojiler ve farklı örgütler aracılığıyla ihtilafları körüklerler. Karşılıklı suçlamaların yapılması sağlanarak ülkede gerilim artırılır. Halk, bu suçlama ve bilgi bombardımanı anaforunda, korkuya kapılarak tarafsızlık yolunu seçebilir.

Psikolojik savaşın başarılı yürütülebilmesinin en temel unsurlarından biri; savaşı yürüten merkezin, psikolojik savaş açacağı grup, cemaat, parti, hükûmet/yönetim, toplum veya devlete, değişik teşkilat, yapı veya fertler aracılığıyla sızma işlemidir. Sızma işlemi, yıllar öncesinden başlar; istenen şahıs veya örgüt, istenen konuma getirilinceye kadar, sabırla bir mücadele yürütülür: FETÖ olayında olduğu gibi.  Psikolojik savaşı yürüten merkez, örümcek gibi ağlarını örer, ilmekleri ve düğümlerini atar. Mekanizma tamamlandıktan sonra, bu sahte örgütler ve şahıslar, “dolambaçlı harp taktiği” uygulayarak saldırır ve yavaş yavaş meşhur olmalarını sağlar. Sonra yoğun bir saldırı başlatarak, teşkilat, cemaat, parti, devlet ve toplum içinde yeni ihtilaflar meydana getirerek bölme, parçalama ve yok etme işlemini gerçekleştirmek ister. Türkiye’de, 28 Şubat postmodern darbe sürecinde Ali Kalkancı ve Aczimendiler operasyonu. Irak-Suriye denkleminde el-Kaide-IŞİD operasyonu gibi.

Bu operasyonlarla, bazen arzu edilen şahıs liderliğe yükseltilebilir. Bazen de kamuoyunda arzu edilen hedef ele geçirilmiş ise, hiçbir şey yokmuş gibi suskunluk tercih edilir ve işler bir başka bahara ertelenir. Bazen kullanılan şahıs veya örgütler, kullanan irade için tehlike arz etmeye başlamışsa ortadan kaldırılmaları, temizlenmeleri de söz konusu olabilir. 1960’dan günümüze Türkiye’deki toplumu kamplaştırıp birbirine kırdıran ve bu yolla şartları olgunlaştırıp siyasi iktidarları yıpratarak darbeye zemin hazırlayan, aynı derin mekanizmaya bağlı, düşman görünen kardeşlerdir. Size rağmen, sizin adınıza, sizi yok etmek için, örgüt kurmak ve örgütlemek, psikolojik savaşın mantığıdır. FETÖ’nün yapısında bu fotoğraf, çok daha iyi bir şekilde görülebilmektedir. Türkiye’de 11 Eylül 1980 günü akan kanın, 12 Eylül 1980 gününde birdenbire kesilmiş olması bir tesadüf değildi.

Psikolojik Savaş, Bulanık Propaganda, Diplomasi ve Askerî Mücadele

Psikolojik savaş, tek başına bir işe yaramaz; genelde, diplomatik ve askerî faaliyetlerle birlikte kullanılır.[8] Türkiye’de her ihtilalden önce yoğun bir psikolojik savaş ortamı yaşanması, yığınla cinayet işlenmesi, sabotaj ve bombalama eylemlerinin olması, halkın susturularak teslim alınması içindir.[9] Psikolojik savaşta aşırı hırs, asilik, şımarıklık, korku duygusu çok kullanılan temel yardımcı eğilimlerdir. Bu eğilimler kullanılarak örgütlenme, cephe hareketi ve yıpratma hareketi yürütülür. Psikolojik savaşta, açık, gizli, yarı gizli olacak şekilde propaganda yapılır. Psikolojik savaş, hemen hemen bulanık propaganda ağırlıklıdır; kaynağı açık değildir. “Belgeler var”, “İddialar var”, “Duyumlar var”, “Halk arasında söylentiler var” şeklindeki değerlendirmeler, psikolojik savaşta çok sık kullanılan ifadelerdir.

Psikolojik savaş, muhatabın zihni üzerine yoğunlaşmış, iradesini çözmeye, suçlu olduğuna inandırmaya ve teslim almaya dönük bir savaş olarak, muhatabın teslim alınıp eğitilmesi ve eski sisteme kazandırılmasını hedefler. O açıdan bir ideoloji veya bir sisteme karşı mücadele veren insanların, uğrunda mücadele verdikleri düşünce ve fikirlerin gözden düşürülmesi gerekir. Fikri temsil eden şahısların yıpratılması önceliklidir. Bu amaçla, diğer psikolojik savaş faaliyetlerinin yanı sıra, o inanç veya düşünce sistemindeki temel kavramların anlamları çarpıtılarak, anlam alanlarının içi boşaltılarak halk yanıltılmaya çalışılır. Kavramların yıpratılması, gözden düşürülmesi, çarpıtılması değişik şekillerde yapılmaktadır. “Onlar, kelimeleri konuldukları yerlerinden saptırırlar.” (5/Mâide 13) ayetinde dikkat çekilen tehlike budur. (Bk. 11/Hud 92; 39/Zümer 67; 6/En’âm 91; 9 Tevbe 31; 2/Bakara 42)

Sosyolojik Savaş

Türkiye genelinde özellikle deprem bölgelerinde, Hatay, Kilis, İskenderun, Diyarbakır’da Şer İttifakı (ABD-Siyonizm-İsrail-İngiltere-AB) tarafından dozajı gittikçe artan pis bir propaganda ve bir psikolojik harekât/savaş, yoğun bir şekilde medya/sosyal medya, internet ve fısıltı gazetesi üzerinden yürütülmektedir. Neyin doğru, neyin yanlış olduğunu anlamak, özel bir dikkat ve enerji harcamayı gerektirmektedir. Sosyolojik savaş amaçlı bir tuzak kurulup genişletilmeye çalışılmaktadır.  Öyleyse, sosyolojik savaş nedir? Sosyolojik savaş, “sosyoloji teorilerinin savaş fenomenine uygulanarak, hedef toplumun işleyişine yöneltilen sosyolojik müdahaleleri ifade eden bir kavramdır.”[10]

Sosyolojik savaşta, hedef alınan toplumun dayanışma ve bütünleşme kapasitesini zayıflatma, ortadan kaldırma, tahrif etme-dönüştürme amaçlanmakta; toplumdaki farklı sosyal güçler, kesimler, karşı karşıya getirilip aktif hâlde kitlesel çatışmaya sokularak toplumsal bir fitne ve fesat ortamı inşa edilmeye çalışılmaktadır. Ardından hedef topluma müdahale edilerek toplum ya yeni ortak paydalar etrafında şekillendirilip yapılandırılmakta ya da etnik, mezhepsel, dinî merkezli olarak bölünüp parçalanmaktadır. Bireyleri, cemaatleri/hareketleri, mezhepleri, kavimleri, sınıfları,  halkları, ideolojileri ve dinleri ayrıştırma-çatıştırma sosyolojik savaş stratejisinde esastır.[11] Dolaylı harp stratejisine uygun olarak çok ciddi kirli bilgi yayarak, psikolojik savaş, zihinsel bir karmaşa oluşturup insanların birbirlerine olan güvenini yıkmak ve bireyselleştirmek istenmektedir. Mevcut toplumsal fay hatlarına enerji yüklemek ve yeni toplumsal fay hatları inşa ederek toplumun/milletin birbirine düşürülmesi, vuruşturulması hedeflenmektedir. En tehlikeli insan unsurundan biri olan kifayetsiz muhterisler, böyle bir süreçte yoğun, aktif bir şekilde kullanılmaktadır.

Deprem sürecinde sosyo-psikolojik bir savaş ortamında yaşadığımızı öncelikle Türkiye’yi yönetenler sonra da tüm sivil toplum örgütleri ve millet görmeli, ona göre düşünmeli, konuşmalı ve davranmalıdır. Osmanlı’nın parçalanması süreci unutulmamalıdır. Kifayetsiz, çapsız, ufuksuz insan unsurlarını kullanarak Arap halkının belli bir kesimini Osmanlı’ya karşı isyan ettirebilmek ve ardından Osmanlı’yı bölebilmek için İngilizlerin nasıl çalıştıklarını bugün böyle bir dönemde hatırlamakta fayda vardır: “Bir takım olarak kendimizi “işgalciler” olarak adlandırmıştık. Geleneksel İngiliz dış politikasının bugüne dek kabul edilmiş duvarlarını kırarak, atalarımızın önümüze koyduğu parlak geçmişe rağmen Şark’ta yeni bir ulus yaratmak istiyorduk. Bu nedenle Kahire’deki melez istihbarat örgütümüzden, uzak ve yakındaki tüm üst düzey yöneticilere kadar hepimiz, hep birlikte bu işi gerçekleştirmek için var gücümüzle çalışıyorduk… Bazılarımız bölgede, belli bir potansiyele sahip bir topluluğun var olduğuna karar vermişlerdi. Bu topluluk Araplardı; Araplar, verimli bir topluluktu; dini düşünceleri gerçekten muazzamdı; çalışkan üretken ve siyasetten anlayan insanlardı; ancak karakter itibariyle baskın olmaktan çok edilgen bir özelliğe sahiptiler… Şimdilerde bağımsızlık ve özgürlük ateşi, düşü çığ gibi yayılıyordu Araplar arasında. Sonunda İngiltere Türkiye’yle savaşa giriştiğinde, Şark’ı ve Garb’ı saracak bir savaş patlak verdiğinde biz, İngiltere’nin eline, Asya kıtasının bu yakasında yeni bir Arap dünyasının boy vermesine katkıda bulunmak için büyük bir fırsat geçeceğine inanıyorduk.”[12]

Dünya savaşı öncesi Lawrence Osmanlı devletini bölüp parçalamak için uğraşıyordu. Bugün de Lawrence’ın torunları, genelde tüm İslâm coğrafyasını, özelde Türkiye’yi bölmek, parçalamak için uğraşmaktadırlar. Yunanistan batıdan sürekli rahatsız edip dururken şer ittifakının taşeronları, tetikçileri, PKK/PYD/YPG/IŞİD güneydoğudan saldırıp durmaktadırlar.

Bu büyük deprem felaketinin meydana getirdiği büyük tahribat ortamında Şer İttifakı’nın yürüttüğü sosyo-psikolojik savaşı, önce Türkiye’yi yönetenlerin sonra da siyasi muhalefetin, gönüllü kuruluşların ve topyekûn bir milletin görmesi, bilmesi ve gereğini yapması olmazsa olmazdır. Tarih yeniden tekerrür etmemelidir.

Yaşananların Sosyo-Psikolojik Savaş Açısından Değerlendirilmesi

Depremde başlangıçtan bugüne kadar olanları sosyo-psikolojik savaş yaklaşımı ile ele alıp değerlendirdiğimizde, Şer İttifakı’nın ve kişisel zaaf ve kaprislerin, bağnazlığın neden olduğu bir psikolojik harekâtla Türkiye’nin karşı karşıya olduğu çok rahat bir şekilde görülebilir. Bu bağlamda medya ve sosyal medyada yalan ve abartı düzleminde yapılan yıkıcı propagandalardan; yeri ve zamanı uygun olmayan açıklamalardan, siyasi olarak bağnazlık göstergesi olan seviyesiz hakaret ve suçlamalardan meydana gelen bir kesiti aşağıda özetle sunmaktayız.[13]

1. Grup

•      “Alevilerin olduğu yerlere/köylere yardım gönderilmiyor, engelleniyor.”

•      “Biz Arap Nusayri olduğumuz için devlet bize yardım göndermiyor.”

•      “Hatay Samandağ’a teröristler geldi, eylem yapacaklar.”

•      “Arap, Alevi, Kürt nüfusun yoğunlukta olduğu illere AFAD gitmiyor.”

•      “Hatay’da çadır dağıtılmadı.”

•      “Hatay’da onlarca vinç ve iş makinesi AFAD talimatı olmadığı için kullanılmadan bekletiliyor.”

•      “Hatay’da Yapı Denetim Müdürlüğü’ndeki evraklar yok ediliyor.”

•      “Valilik İBB’yi Hatay’dan çıkartmaya çalışıyor.”

•      “HDP’li belediyenin yardım aracına el konuldu.”

•      “Avrupalı yetkililer: Suriye tarafında yıkım çok fazla, Türkiye’ye yeni bir göç dalgası olacak.”

•      “Burada iç savaş var, Suriyeliler yağmaya başladı.”

•      “Hatay elden gidiyor.”  “Hatay’ın nüfusu 1 milyon 670 bin. Resmî verilere göre 500 bin civarında Suriyeli var. Ama gayri resmi sayı 800 binin üzerinde. Yaklaşık her 2 kişiden biri Suriyeli. Hatay’daki doğumların yüzde 75’ini Suriyeli kadınlar yapıyor. Yeni doğan her dört çocuktan üçü Suriyeli. Savaş psikolojisi hormonları bozmuş. 11 ayda doğum yapan, altı yılda altı çocuk yapan Suriyeli kadınlar var. Çoğunun üç-dört eşi var ve hepsi de çok çocuk yapıyor. Demografik yapı bizim aleyhimize gelişiyor. 12 yıl sonra belediye başkanının Suriyeli olması hiçbirimizin hoşuna gitmez.” “Suriyeliler Samandağ'da yağma yapıyor.” “Suriyeliler Fenerbahçe tırını yağmaladı.” “Suriyeli deprem çalışmalarında itfaiyecinin telefonunu çaldı.”

•      “KYK yurtlarına daha çok Suriyelilerin yerleştirildiği, bu kişilerin odalarda nargile içtikleri ve müstehcen içerikli görüntüler paylaştıkları…”

•      “Kapılar açıldı, Suriye’den yüz binlerce sığınmacı getiriliyor.”

•       “Türkiye-Suriye sınırındaki bazı duvarlar yıkıldı, çeteler Türkiye’ye giriyor.”

•       “Bir Afgan, çıkan cesetlerin elini kesip altınlarını çalıyor.”

•      “Mersin KYK’da kız öğrenciler Suriyeli erkekler tarafından taciz ediliyor.”

•      “Mersin’e gönderilen akaryakıt gemisi EPDK tarafından engellendi.”

•      “Depremde hasar gören Mersin Şehir Hastanesi boşaltılıyor.”

•      “Ses vermedim, çünkü Suriyeli olduğum için beni enkazdan çıkarmazdınız.”

2. Grup

•      “Enkazdan önce AK Partililer çıkartılıyor.”

•       “Belediye başkanı gelince kurulan çadırlar, başkan gidince toplandı.”

•      “Diyanet, Elazığ’daki Harput Külliyesi’ni depremzedelere açmadı.”

•      “AK Partili ve MHP’li vekiller, Cumhur ittifakı sahada…”

•      “Adıyaman’ın arkasında Adıyaman’a sevdalı reis var.”

•      “Bazı namussuz kişiler kampanya yaparak, Hatay’da asker, jandarma, polis göremedik gibi yalan yanlış iftiralar atıyorlar.”

•      “Türkiye'de bu süreci istismar eden, ticarette yolsuzluklara giden tüm tefecilere, fitne gruplarına karşı OHAL ile müdahale etme imkânını devlete vermiş olacaktır.”

•      “Ne geziyorsun Türkiye’yi, sen İstanbul’una bak. İngiliz uşağı. Defol!”

•      “Yaşananlara siyaset üstü bakmayı, iktidarla hizalanmayı reddediyorum. Bu çöküş tam da sistematik rant siyasetinin sonucudur.”

•      “Gerekirse tutuklanın.”, “Gelsinler tutuklasınlar.”, “Yazıklar olsun size.” 

•      “23 Kasım 2022 Düzce depremi sonrası hasar tespit çalışmalarını öğretmenler ve imamlar yaptı.”

•      “Kızılay’ın konteyner üretemeyen fabrikasını torpille gelen kebapçı genel müdür yönetiyor.”

3. Grup

•      “Yüzlerce afetzede Ankara Esenboğa Havalimanı’nda bekletiliyor.”

•      “Erbil’den Adıyaman’a gelen iş makinaları bekletiliyor, engelleniyor.”

•      “Arama kurtarma yapılmıyor.”

•      “Hırsızlık ve yağma hadiseleri az da olsa görülmektedir.” “Sorumlularla ilgili her tür tedbir kararlarının-gözaltı, tutuklama, yurt dışına çıkış yasağı vs. alınması konusunda gerekenler yapılmaktadır.”

•       “AFAD koordinasyonu dışında herhangi bir koordinasyona müsaade etmeyeceğiz ve bu noktada AFAD koordinasyonu ile hareket edersek daha hızlı yardımlarımızı ulaştırabiliriz”

4. Grup

•      “AFAD, deprem bölgesine yardım götürmüyor.

•      “Deprem bölgesinde İHA kullanılmadı.”

•      “EMASYA Protokolü üzerinden spekülasyon, tartışma; deprem bölgesine asker niçin gelmedi, niçin gönderilmiyor?”

•      “Ortada devlet yok, koordinasyon yok” ve “Asker daha dün ortada görünmeye başlamış.”

•      “Bölgede güvenlik problemi had safhada, marketler ve tırlar yağmalanıyor.”

•      “Yeni sistem yüzünden askere görev vermiyorlar, güvenlik yerde sürünüyor.”

•      ‘Sivil hükümet bu işle baş edemez, asker gelsin.’

•      “AFAD gibi asker de sahada yoktu. Hemen her büyük felakette hızla sahaya çıktığı bilinen askere, afet bölgesi ve sosyal medyadan yapılan çağrılara rağmen geç saatlere kadar sahaya çıkma talimatı verilmedi.”

•      “Malatya Kızılay Bölge Kan Merkezi tamamıyla yıkıldı.”

•      “Malatya Özel Güvenim Bakım Merkezi’ndeki engelli bireyler sokakta kalıyor.”

•      “Adana Havalimanı uçuşlara kapatıldı.”

5.  Grup

•      “Afetzedeler çöp konteynerleri arasında yaşıyor.”

•       “Deprem mağdurlarına yardım yapılmadan önce GBT araştırması yapılıyor.”

•      “Üzerinde bira reklamı olduğu için, içinde polar kazak bulunan yardım kutuları geri çevrildi.”

•       “Deprem bölgesinde kullanılacak araç ve ekipmanlar gümrük vergisi uygulandığı için bekletiliyor.”

•      “Enkaz başındaki kurtarma ekibi, yukarıdan emir gelmeyince işe başlayamıyor.”

•      “Afet bölgesine gönderilen iş makinaları bekletiliyor.”

•       “AFAD acil gönüllü çağrısı yaptı.”

•       “TKP’nin yardımlarına el konuldu.”

•      “AHBAP yardım kurumunun yardımları engelleniyor.”

•      “TÜBİTAK deprem bölgesiyle ilgili projeyi reddetti.”

6.  Grup

•      “AFAD, akşam 8.5 şiddetinde deprem beklendiğini açıkladı.”

•      “Maraş’ta fay hattı kopmuş, 8.5 büyüklüğünde deprem bekleniyor.”

•      “Samsun’da bir saat içinde 6.3 şiddetinde deprem olacak.”

•      “Sakarya’da 5.5 büyüklüğünde deprem meydana geldi.”

•      “Atatürk Barajı’nda çatlaklar oluştu.”

•      “Hatay’da baraj patladı, Allah aşkına yardım edin.”

•      “Kahramanmaraş’ta yanardağ patladı.”

7. Grup

•      “Şanlıurfa’da çocuklar çalınıyor.”

•      “Ankara’da bazı kişiler deprem bölgesinden evlerine aldıkları çocuklara şiddet uyguluyor.”

8. Grup

•       “Kimliği belirlenemeyen cenazeler resmî rakamlara dâhil edilmiyor.”

•      “Antakya’da cenazeler isim yerine numara verilerek gömülüyor.”

•       “Savcılar mesai bitti, diye işlem yapmadığı için cenazeler defnedilemiyor.”

9. Grup

•      “Arap ülkelerinden deprem yardımı gelmedi.”

•       “İsrail’den gelen yardım ekibi bekletiliyor.”

•      “Avusturyalı kurtarma ekibi bir çocuğu kurtaracakken Türk ekibi kameralarla gelip görevi devraldı.”

•      “Macar yardım ekibi kötü muameleye maruz kaldı.”

10. Grup

•       “Deprem bölgesinde bir yağmacı direğe bağlandı.”

•      “Afet bölgesinde yakalanan yağmacının kulağını kestiler.”

•      “Cenazelerimizi çıkaramıyoruz, kepçeciler çocukların ceplerindeki telefonları çalıyorlar.”

11. Grup

•      “Türkiye’yi işgal planı”, “ABD’nin “Millenium Challenge-2002” tatbikatı”

•      “Kahramanmaraş’taki depreme ABD’li şirketin açtığı 6 bin metrelik petrol kuyusu sebep oldu.”

•      “ABD ile irtibatlı şirketlerin Pazarcık’ta petrol araması bahanesi ile deprem bombası patlatmaları depreme sebebiyet verdi.”

•      “Deprem HAARP teknolojisi kullanılarak ABD tarafından meydana getirildi.”

Yukarıdaki ifadelerin, eleştirilerin, yorumların çok az bir kısmı doğru büyük bir kısmı ise kasıtlıdır. Doğru ve gerçekçi olanlara, daha sonra daha başka hataları, eksiklikleri de ekleyerek ayrıca değerlendireceğiz. Bugünlerde olumsuzlukları tartışmak yararlı değil, zararlıdır. Bu büyük krizin başlangıç döneminde acil olanları yapıp yaraları sarmak, toplumsal barışı ve dayanışmayı sağlamak öncelikli görev ve sorumluluğumuzdur. Aksi takdirde ülke ve millet olarak ödenecek bedel çok ağırlaşacaktır. Bunu söylerken hataları, kusurları, ihmalleri olanları masum kabul edelim ve onlardan hesap sorulmasın demiyoruz.

Yaralar sarılmadan toplumsal barış ve güven ortamı sağlanmadan sosyal fay hatları meydana getirecek her türlü tartışma ve eylem son derece tehlikelidir. Çünkü yukarıdaki özetlediğimiz bir kısım yorum ve değerlendirmelerde ana amaç, sosyo-psikolojik bir savaşı başlatmak, derinleştirmek, ülkede var olan sosyal fay hatlarına enerji yüklemek ve yeni sosyal fay hatları inşa etmektir. Sosyo-psikolojik savaş bağlamında Şer İttifakı ve onların yerli iş birlikçilerinin hedeflerini, amaçlarını aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

•       Ülke içinde çatışma çıkararak ayrıştırmak/kamplaştırmak ve Türkiye’yi bölmek,

•       Toplumsal dayanışmayı yıkmak,

•       Devlete olan güveni sarsmak,

•       Dinî hassasiyeti olan yardım kuruluşlarını itibarsızlaştırmak, ayrımcılık yapmak,

•       NATO’nun müdahalesine zemin hazırlamak,

•       40 yaş altı neslin dine ve dindara bakışını olumsuzlaştırmak,

•       Tüm müteahhitleri hırsız konumuna sokmak,

•       Diyarbakır, Hatay, Antakya, İskenderun gibi Kürt ve Arap nüfusun olduğu bölgelere kasıtlı olarak yardım yapılmadığı olgusunu kuvvetlendirip etnik ve mezhepsel düşmanlığı körüklemek,

•       Hatay, Antakya, İskenderun’dan Arap, Suriyeli ve Nusayri/levi olmayanların göç etmesini ve bölgede etnik bakımdan Arap, mezhebi açıdan da Nusayri nüfusun hâkim olmasını sağlamak. Gelecekte referandumla bağımsızlık, özerklik istemek,

•       Suriyeli göçmenler arasında milliyetçiliğin kuvvetlenmesini ve Türkiye’ye karşı düşmanlık duygularının pekişmesini sağlamak,

•       Göçmenleri hibrit savaşta kullanılabilecek bir aktör hâline getirmenin psikolojik ortamını hazırlamak,

•       Devleti uluslararası ilişkilerde zayıf duruma düşürmek,

•       Yeni sosyal fay hatları oluşturarak Şer İttifakı’nın kaos çıkarma imkânlarını artırmak,

Bu afet döneminde, Şer İttifakı’nın bu stratejik hedeflerine hizmet edecek her türlü dil, söylem, tavır ve davranıştan kaçınmak gerekmektedir. Öyleyse, ne yapmalıyız?

Sosyo-Psikolojik Savaş Ortamlarında Duyulan/Öğrenilen Haberlerin/Bilgilerin Kontrol Altına Alınıp Yaygınlaştırılmasına Engel Olmak ve Mahiyetini Araştırmak

Sosyo-psikolojik savaş ortamlarında ister sevinç, isterse kötü haber olsun ilk yapılacak şey duyulan haberin yaygınlaşmasına mâni olup kontrol altına almaktır. Sonra, bu konuda birikimli, yetenekli kişilerin, yapıların, birimlerin değerlendirmesine imkân vermek, analiz yapıldıktan sonra kullanmak ya da kullanmamaktır. Bunun aksi bir davranış, “Şeytana uymaktır.”; “Şer İttifakı’na hizmet etmektir.” Bu sebeple Kur’ân-ı Kerim’de Müslümanlar bazı özel ifadeler kullanılarak uyarılmaktadır: “Kendilerine güven veya korku haberi geldiğinde, onu yaygınlaştırıverirler. Oysa bunu Peygambere ve kendilerinden olan emir sahiplerine götürmüş olsalardı, onlardan sonuç-çıkarabilenler, onu bilirlerdi. Allah'ın üzerinizdeki fazlı ve rahmeti olmasaydı, azınız hariç herhâlde şeytana uymuştunuz.” (4/Nisâ 83)

Ayetteki “Allah'ın üzerinizdeki fazlı ve rahmeti olmasaydı, azınız hariç herhâlde şeytana uymuştunuz.” ifadesi, çok ciddi bir uyarıdır. İnkâr edenler, münafıklar, müfsitler, müşrikler ve zalimler genel olarak gerek iman edenlere ve gerekse birbirlerine karşı yürüttükleri mücadelede hiçbir ahlaki ölçü tanımazlar. Bunu, tarihe İfk hadisesi diye geçen ve Kur’ân’da özel olarak yer alan olayda görebilmekteyiz. Organize “Münafık bir grup”, Hz. Peygamber’in hanımı Hz. Ayşe’yi zina yapmakla itham edip psikolojik bir hareket yürütmüşler ve Müslümanları tam bir fitnenin içerisine sürüklemişlerdir (24/Nûr 11). Münafıklar iftirayı ilk ortaya atanlardı. Fakat iftirayı alıp yaygınlaştıranlar ise Müslümanlardı. Münafıklar, İblis’in yolundan gitmenin gereğini yapmaktaydılar. Nitekim Mâide suresi 41. ve 42. ayetlerinde de böyle bir topluluğun varlığına ve de çalışma tarzına dikkat çekilmektedir.

Sorun, münafık bir topluluğun/şer güçlerin, ajan provokatörlerin iftira uydurup yaymaya çalışması değil; bu kesimin uydurduğu bir yalanı, iman edenlerin sorumluluk duymadan, tahkik etmeden alıp kullanması ve yaygınlaştırmasıdır (24/Nûr 12-16). Bu iki ayette, bu tür vakalarda Allah, iman edenlere şöyle bir yol göstermektedir: 1. “Hayırlı zanda bulunup” “bu bir iftiradır deyip susmak”, 2. “Şahit istemek.” Allah bu tür olaylarla hem sahabe neslini hem de gelecek nesilleri eğitmekte ve gelecek nesillerin bu tür durumlarda nasıl davranmaları gerektiği konusunda iman edenlere öğüt vermektedir (24/Nûr 17, 18).

Toplumun ahlakını, dayanışmasını bozacak, güvenini sarsacak her şeyin, toplum içerisinde yaygınlaştırılması, yaygınlaştırılmak istenmesi, ciddi bir suç olup gerektiği şekilde cezalandırılacağı ve bu tür davranışları yapanların “Şeytanın adımlarını izlediği”, “Şeytanın yolundan gittiği” ve bedelini ahirette mutlaka ödeyeceği, şahitliği de, “kendi dilleri, elleri ve ayaklarının yapacağı” ifade edilmektedir. (24/Nûr 19-25).

Haberle ilgili Nisâ 83’te geçen “Allah'ın üzerinizdeki fazlı ve rahmeti olmasaydı” ifadesi, haberle ilgili olan Nûr Suresi 10-25. ayetleri arasında tam dört kez (Nûr/10, 14, 20, 21) farklı eklemelerle geçmektedir. Bu sert uyarının haberle ilgili tekrarlanması, bir taraftan haberlerin kullanılmasında gereken hassasiyetin gösterilmesinin önemini belirtirken; diğer taraftan da bu konuda Müslümanların zaaf sahibi olduklarını da ifade etmektedir

Duyulan Haberleri Tahkik Etmek Zorunluluğu

Duyulan haber konusunda ilk yapılması gereken, haberin kontrol altına alınıp yaygınlaşmasının engellenmesi ve ilgili mercilere ulaştırılarak değerlendirilmesinin sağlanmasıdır. İkinci yapılması gereken ise, haberin kaynağının ve doğruluğunun tahkik edilmesidir.  Nisâ suresi 83. ayeti, haberin yaygınlaştırılmayıp kontrol altına alınmasına dikkat çekerken, Nûr suresi 11. ve Mâide auresi 41-42. ayetleri de haberin kaynağına dikkat çekmektedir.

Yaşanan bu büyük deprem felaketinde yürütülen psikolojik savaşta, son derece karmaşık haberler yaymak suretiyle insanların düşünme mekanizması dumura uğratılmak istenmektedir. Bu hâle getirilebilen fert sunulan her şeyi doğru olarak kabul etmektedir. Bu ise toplum içerisinde büyük bir tahribata sebebiyet vermektedir. Bu nedenle Kur’ân-ı Kerim, Müslümanları uyararak gelen haberleri tahkik etmelerini istemektedir: “Ey iman edenler, eğer bir fasık, size bir haberle gelirse, onu “etraflıca araştırın.” Yoksa cehalet-sonucu bir kavme kötülükte bulunursunuz da sonra işlediklerinize pişman olursunuz.” (49/Hucurât 6)

Haberlerin tahkik edilmesi konusunda dikkat çekici olan nokta, Kur’ân-ı Kerim’in bu konuyu Hz. Süleyman’la “Hüdhüd kuşu” arasındaki bir olay vesilesiyle de dile getirmesidir. (27/Neml 20-29). Hz. Süleyman, ordusuyla sefere çıkarken “Hüdhüd kuşu”, Hz. Süleyman’a Saba Melikesi Belkıs’tan haber getirdiğini söylediğinde; Hz. Süleyman getirilen haberin doğruluğunu tahkik etmeden bilgiyi kullanmamıştır (27/Neml 27-28).  Olayları ele alıp değerlendirirken, yorumlarken Hz. Davud’la ilgili “iki davacı kardeş kıssası” referans alınmalıdır (38/Sâd 21-26). Hz. Davud, sadece tek koyun sahibini dinlemiş; 99 koyun sahibini dinlemeden karar vermiştir (38/Sâd 24).

Davalıyı dinleyip de davacıyı dinlemeden karar veren Hz. Davud, Allah tarafından çok sert bir şekilde uyarılmış, insanlar arasında hak ile hükmetmesi istenmiştir: “Ey Davud! Biz seni yeryüzünde halife yaptık. O hâlde insanlar arasında adaletle hükmet. Heva ve hevese uyma, sonra bu seni Allah'ın yolundan saptırır. Şüphesiz Allah’ın yolundan sapanlar, hesap gününü unutmalarından dolayı onlar için şiddetli bir azap vardır.” (38/Sâd 26). Hz. Davud’a yapılan uyarıda, konumuz açısından en can alıcı nokta, hak ve adaletin tüm insanlar için geçerli olduğudur. Bu insanlar hangi dinden, hangi mezhepten, hangi partiden, hangi tarikattan, hangi cemaatten, hangi vakıf ya da STK’dan olursa olsun fark etmez; mutlaka hak ve adaletin gereği yapılmalıdır.

En Güzel Tarzda Bir Dil ve Söylem Kullanılmalıdır

Deprem elbette ilgili bilim insanlarınca incelenecek, değişik yorumlar yapılacak gelecek için projeksiyonlar ve stratejiler ortaya konacaktır. Bu, olayın teknik boyutu olmakla birlikte süreçte kullanılacak dil ve söylem önemlidir. Toplumsal dayanışmayı bozacak, milleti basit, kısır çekişmeler içerisine çekecek, sosyal fay hattı oluşturabilecek yorum, değerlendirme ve dilden bu aşamada uzak durulmalıdır. Benzer şekilde bu büyük deprem siyasi malzeme konusu yapılmamalıdır.

Hayatın ve kâinatın huzur içerisinde idame etmesi, fesadın ortaya çıkıp yaygınlaşmaması mizan, adl ve kıst’ın esas alınması ile mümkündür. Kur’ân-ı Kerim’e göre hayat ve kâinat, mizan ve adalet üzerine kurulmuştur. Allah insanlara gönderdiği kitap ve peygamberlerle bunların muhtevasını açıklamış ve insanlığın ancak mizan ve adaletle ayakta durabileceğini bildirmiştir (57/Hadîd 25). Onun için mizanın bozulmaması, adaletle korunması ana bir görev ve sorumluluk olarak insanın omuzlarına yüklenmiştir (55/Rahmân 7-9). Hz. Davud’a halifelik görev ve sorumluluğu, bu çerçevededir (38/Sâd 26). Hz. Âdem ile İblis arasında başlayan mücadeleden bu yana tarihi şekillendiren ana dinamik hak, hukuk ve adaletin nasıl inşa edilebileceği olgusudur. Kur’ân-ı Kerim bu soruyu nirengi noktası olarak görmekte ve buna dikkat çekmektedir (74/Müddessir 18-24). Mizan ve adaletin bozulması, toplumları ifsat etmekte ve de helaklarına sebep olmaktadır (7/A’râf 81-85, 10/Yûnus 83, 11/ Hûd 84-85).

Osmanlı’nın son döneminden başlayıp günümüze kadar gelen kargaşanın, istikrarsızlığın, bunalımın ve kavganın arkasında bu gerçek yatmaktadır. Türkiye’de siyasi ve toplumsal dilin bozulmasının ana nedeni, mizan bozukluğudur. Bu deprem felaketinde de ne yazık ki medya, sosyal medya ve siyasette kullanılan dil ve söylemde mizan bozulmuş, ölçü kaçmıştır.  Depremde canı yananların, acı çekenlerin dillerinde, söylemlerinde suçlama, hakaret olması, ölçüyü kaçırmaları anormal değildir ve de eleştirilemez.

Dil ve Üslup İlahi Mizana Uygun Olmalıdır

Dil bir iletişim aracıdır. Kullanılan kelimeler, kavramlar muhataplar arasında ki ilişkiyi ya kuvvetlendirir ya da bozar. Birçok kötülüğün, şerrin kaynağı yanlış ve kötü dildir. Hz. Peygamber (s.): “Muhakkak ki âdemoğlunun yanlışlıklarının çoğu dilindedir.”[14] İnsanı ateşe sürükleyen, ülkeyi, toplumu kargaşaya sürükleyen, etrafa kin ve nefret saçan kötü bir dilden başkası değildir. Hz. Peygamber (s.): “İnsanları burunları üzerine ateşe sürükleyen dillerin mahsulünden başka ne olabilir?”[15] diyor. O nedenle dil güvenliği, Müslüman’ın temel özelliklerinden biridir. İnsanın bütün uzuvlarını etkileyen, onların üzerinde baskı kuran en önemli azalardan biri, insanın dilidir.[16] Bu bağlamda en çok birbirini etkileyen iki organ kalp ve dildir. Hz. Peygamber (s.): “Kulun kalbi doğru olmadıkça imanı doğru olmaz. Kalbi de, dili doğru olmadıkça doğru olmaz.”[17] Kalp ve dilin bu ilişkisinden dolayı bir müminle mümin olmayanın kalpleri ve dilleri birbirlerinden farklı olmak zorundadır: Hz. Peygamber (s.): “Mümin bir kimsenin dili, kalbinin arkasındadır. Konuşmak istediği zaman kalbiyle o şeyi düşünür, sonra diliyle onu gerçekleştirir; münafığın dili kalbinin önündedir. Bir şeyi kastettiğinde diliyle söyler, kalbiyle düşünmez.”[18]

Dil, İfsat Edici Değil İnşa Edici Olmalıdır

Güzel bir dil yeşertir, kötü bir dil ise kurutur. Biri meyvesini verir öteki meyveleri kurutur. Kur’ân-ı Kerim en güzel tarz mücadelede kullanılacak dili, bir güzel ağaçla ve güzel bir bitki ile ilişkilendirmektedir: “Görmedin mi ki, Allah nasıl bir örnek vermiştir: Güzel bir söz, güzel bir ağaç gibidir ki, onun kökü sabit, dalı ise göktedir. Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Allah insanlar için örnekler verir; umulur ki onlar öğüt alır-düşünürler. Kötü (murdar) söz ise, kötü bir ağaç gibidir: Onun kökü yerin üstünden koparılmış, kararı (yerinde durma, tutunma imkânı) kalmamıştır. Allah, iman edenleri, dünya hayatında ve ahirette sapasağlam sözle sebat içinde kılar.” (14/İbrahim 24-27). “Güzel şehrin bitkisi, Rabbinin izniyle çıkar; kötü olandan ise kavruktan başkası çıkmaz.” (7/A’râf 58)

Bu benzetmeden çıkarılacak sonuç, en güzel tarzda mücadele bir denge, bir kararlılık, bir bolluk ve bereket hareketi, bir inşa, bir fıtrata dönme hareketidir. Mücadelede güzel bir dil kullanımı, İbrahim suresinin 14/24-27. ayetlerinde bir ağaçla temsil edilirken; A’râf suresi 7/58’de bir şehrin bitkisine benzetilmektedir. Bu benzetmelerle en güzel tarz mücadelenin hem bireysel boyutuna (14/24-27) hem de toplumsal boyutuna (7/58) dikkat çekilmektedir. Bir milletin değerlerinin korunması, zenginleştirilip geliştirilmesi, toplumsal dayanışmanın kuvvetlenmesi hem bireyin hem toplumun hem de siyasetin görevi olmalıdır. O nedenle bugünlerde kullanılacak dil, ifsat edici değil inşa edici olmalıdır.

Dil, “İyilikler Kötülükleri Giderir” İlkesine Uygun Olmalıdır

Kötülükleri iyiliklerle uzaklaştırmak, sabırla dağ devirmek, bugünün en önemli görevlerinden biri olmalıdır. (11/Hûd 114-115; 23/Mü’minûn 96). Kötülüğü en güzel, en estetik bir tarzda uzaklaştırmak, müminlerin taşıması gereken bir vasıftır. (28/Kasas 54-55). Kötülük yapanlara iyilik yaparak onların kalplerini yumuşatmak ve hatta dostluğunu kazanmak mümkün olabilir:

“İyilikle kötülük bir olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir.” (41/34, bak: 60/7).

Af ve Kolaylık Yolunu İlke Edinmek

İnsanın yapısında hem iyi özellikler hem de kötü özellikler iç içedir. Şeytan ve onun yolundan gidenler, insanın kötülük cephesine hitap ederek hep kötü meziyetlerini öne çıkarmaya çalışırlar. Cendereye sıkıştırılmış, her şeyi ters yüz edilmiş ve kafası karmakarışık olan insanları uyarabilmek için insanın iyilik cephesine açık, etkileyici, nazik bir dil ve bir üslup ile hitap edilmelidir. Onun için Kur’ân, “Onlara öğüt ver ve onlara nefislerine ilişkin açık ve etkileyici söz söyle.” (4/Nisâ 63) demektedir. Bu ilke, sadece mazlumlar için değil, aynı zamanda zalimler için de geçerlidir.  Allah, Hz. Musa ile kardeşi Harun’u Firavun’a uyarmak için gönderirken yumuşak davranmalarını onlara öğütlemesi anlamlı, düşündürücü ve dikkat çekicidir: “İkiniz Firavun'a gidin, çünkü o azmış bulunmaktadır.”  “Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki o öğüt alıp-düşünür ya da içi titrer-kokar.” (20/43-47).

Fitne ve fesadın etkin olduğu dönemlerde, kriz dönemlerinde kullanacağımız dil, yapacağımız davet, tebliğ, nasihat ve mücadele yumuşak, etkileyici ve kuşatıcı olmalı, kolaylaştırıcı olmalı, zorlaştırıcı olmamalı, müjdeleyici olmalı, nefret ettirici olmamalıdır: “Sevindirin, nefret ettirmeyin, kolaylaştırın, zorlaştırmayın.” “Uyumlu olun, ihtilâf etmeyin, teskin edin, nefret ettirmeyin.”[19] Sözün en güzelini kullanmayı hedeflemeli (17/İsrâ 53) ve başkalarının kutsallarına saygı göstermeliyiz (6/En’âm108). Zorluklar, karanlıklar içerisinde el yordamı ile yol bulmaya çalışanların yaptığı hata ve kötülüklere karşı affedici olunmalıdır (7/A’râf 198-199). O nedenle kullanacağımız dil yıkmayı değil yapmayı, kaybetmeyi değil kazanmayı hedeflemelidir.

Sonuç: Millet ve Devlet Şer Güçlerin Psikolojik Savaşına Karşı Duyarlı Olmalı ve Birlikte Hareket Etmelidir

BOP ve Büyük İsrail, 2. Sevr, İslâm’ın İslâm’la Savaşı gibi projeler kapsamında Türkiye başta olmak üzere İslâm coğrafyası etnik ve mezhep tabanlı çatışmanın içerisine çekilerek bölünmek, parçalanmak, birbirine düşürülerek, birbirine kırdırılarak tasfiye edilmek istenmektedir.  “Asrın felaketi” diye nitelendirilen ve yaklaşık 14 milyon insanı etkileyen, ekonomiyi derinden sarsan bir kriz ortamında, hemen hemen her şeyini kaybetmiş farklı toplum kesimlerinin, insanların kolayca tahrik edilip bir sosyal patlama meydana getirmek mümkündür. Böyle bir sosyal patlamanın meydana gelmemesi için başta siyasetçiler olmak üzere depremden fiilen mağdur olmamış farklı toplum kesimlerinin, özellikle dini hassasiyeti yüksek olanların en güzel tarzda mücadele konusunda aşırı hassas olmaları, kısır siyasi çekişmelere girmemeleri önemlidir. Hangi siyasi parti olursa olsun, tüm siyasiler hep birlikte hareket ederek, birbirine muhalefeti şimdilik terk ederek insanların temel haklarını, insanın sağlıklı yaşam hakkı doğrultusunda, toplumun lehine olacak şekilde çözüme kavuşturmak üzere omuz omuza vermelidirler.

Müslümanlar herkese karşı af edici, merhametli ve şefkatli davranmalıdırlar. Bu başarıldığı takdirde ülkenin birlik ve beraberliği sağlanmış olacaktır. Bu büyük afet en az zararla atlatılarak ülke içinde barış ve huzurun kapıları açılacaktır. Böyle bir dayanışmaya sahip bir ülkeyi, Şer İttifakı’nın yıkması da mümkün değildir. En güzel tarz mücadele söylenmesi gerekeni, yapılması gerekeni en estetik, en hikmetli ve en basiretli bir şekilde, muhatabın kalbini etkileyebilecek ve etkilenip öğüt alabilecek bir üslupta, bir tarzda ifade etmek veya yapmaktır. Muhatabın kalbinde, vicdanında titreme meydana getirebilmektir, düşünmesini sağlayabilmektir.

En güzel tarz mücadele kötülükleri iyilikle uzaklaştırabilmektir. Kendisine zulmedenleri hidayet yoluna bıkmadan, usanmadan, kin gütmeden çağırabilmektir. Bedduacı değil duacı olmaktır. Yılanı deliğinden çıkarabilmektir. Kendi içinde tutarlı olmaktır. Sabrıyla dağ devirmektir. Dengeli ve kararlı olmaktır. Yunus olmaktır, Yunus gibi bir dil kullanmaktır.

Özellikle siyasetin dili kin ve nefretle bozulmamalıdır. Bugün, kendisini öldürmek isteyen kardeşlerine karşı Hz. Yûsuf gibi davranma; Yûsuf gibi, “Bugün size karşı sorgulama-kınama yoktur.” diyebilme günüdür.

Bu ülkeyi seven insanların kendi nefisleri aleyhine de olsa hakkı ayağa kaldırması ve adaleti hakım kılması şarttır, hatta zorunludur. (5/Mâide 8). Sosyo-psikolojik savaş, kesintisiz bir mücadele şekli olup günümüzde ileri teknoloji kullanılarak yürütülmektedir. Toplum, yoğun bir bilgi bombardımanına tâbi tutulmaktadır. Genelde topluma sunulan 100 bilgiden 99’u doğru biri yanlıştır. 99 doğru bilgi, sadece o yanlış olan bir tek bilginin, toplum tarafından ya da muhataplar tarafından doğru kabul edilip kullanılması için sunulmaktadır. Bugün hedef, Türkiye’nin diz çöktürülüp parçalanmasıdır. Bunu Türkiye’de yaşayan herkesin görmesi; bunu göremeyenlere de en güzel tarzda mücadele ilkelerine uygun olarak anlatılması gerekir.

O nedenle, ortalıkta dolaşan haberlerin, sıhhat derecesi araştırılmadan, analiz edilmeden kullanılması, düşman ve rakip güçlerin emellerine hizmet etmekten başka hiçbir işe yaramaz. Günümüzde sosyal medya aracılığıyla bu çeşit yanlış bilgilendirmeler çok yapılmaktadır. Sosyal medya kullanıcılarının bu konuda özel bir dikkat göstermesi, sorumlulukla hareket etmesi gerekmektedir.

Bugün depremin neden olduğu karmaşa ortamında medya ve sosyal medya üzerinden yayılan aslı astarı olmayan yığınla kirli bilgi tahkik edilmeden alınıp paylaşılmaktadır. Oysa yapılması gereken, hayırlı zanda bulunmak, şahit ya da belge istemek, yüzleştirmek ve iddiaları araştırıp tahkik etmek olmalıdır.

O nedenle Müminler, 21. asır Haçlı Seferleri’nde kullanılan, yüksek dozajlı sosyo-psikolojik savaşa karşı çok duyarlı olmalıdırlar. (3/Âl-i İmran 118-120; 4/Nisâ 83) Bugünkü kaos ortamında “hayırlı bir zanda” bulunup haberleri bloke emeli yaygınlaştırmamalı (49/Hucurât 12); Hz. Peygamber’in (s.) ifadesi ile iman edenler “hüsnü zanda bulunmalı,”[20]  “ zanna yer vermemeli…” ve “Allah'ın emrettiği şekilde kardeşler olmalıdır.”[21] Her türlü haberi önce kontrol altına alıp yaygınlaşması engellenmeli sonra da değerlendirmesi yapılıp birlik ve dayanışmayı sağlayacak şekilde gereği yapılmalıdır. (58/Mücadele 8-10)

Öncelikle Türkiye’yi yönetenlerin bu gerçeği görmesi gerekir. Ortalığa salınan her bilgiye anında cevap verme yerine; çok hızlı ve sağlam bir analiz ve sentez yapılıp bilginin muhtemel kaynakları araştırılıp, niyeti ve hedefi okunup ona göre bir söylem ve tavır belirlenmelidir.  Türkiye, çok iyi yetişmiş psikolojik savaş/harekât uzmanlarına sahiptir. Siyasi iktidar, bu uzmanlardan bir kriz masası kurmalı, onlarla iş birliği içerisinde süreci yönetmelidir. Ayrıca Türkiye’yi yönetenlerin Türkiye’nin içinde birlik ve beraberliği sağlayacak bir dil, bir söylem ve bir davranış ortaya koyması ve tüm muhalefetle tokalaşması ve siyasi mücadeleye bir seviye kazandırması tarihi bir sorumluluktur.

Bu bağlamda şu tedbirlerin öncelikle alınmasında ve kamuoyuna duyurulmasında fayda vardır: “Asrın afeti” olgusu “millî güvenlik” kapsamına alınmalıdır. Bu büyük felaketle ilgili, canla başla çalışan tüm gönüllü kuruluşlara, STK’lara ve yardım yapanlara ayırım yapılmadan sembolik ödüller verilmeli, takdir edilmelidir. Bunun için yeri ve zamanı gelince özel bir toplantı düzenlenmelidir. Etnik ve mezhepsel yapılanmaya sebebiyet verecek iç göçe müsaade edilmemelidir. Göç etmek isteyenlerin gönülleri kazanılmalı ve yeni sağlam yerleşim birimlerine sahip olacaklarına ikna edilmelidirler. Kentsel dönüşümün hızlı ve sağlıklı bir şekilde gerçekleştirilmesi için yeni bir yol haritası ortaya konmalıdır. Dönüşüm esnasında hiçbir ranta göz yumulmamalı, kâr amacı güdülmemeli ve özellikle vatandaşın lehine olacak şekilde yeni bir imar planı hazırlanmalıdır. Barınma hakkının yanı sıra beslenme, sağlık ve eğitim hakları için de benzer yol haritası ortaya konmalıdır. İstismara sebebiyet verecek hiçbir iş yapılmamalı, her şey kamuoyuna, özellikle de siyasilere açık ve şeffaf bir şekilde yapılmalıdır.  Meclis’te grubu bulunan partilerden bir komisyon oluşturulmasında çok büyük fayda vardır.  Yaygın hastalıklar için acilen tedbir alınmalıdır. Bu büyük afet olayında başarı ve başarısızlıklar objektif olarak tespit edilip gerekli yasal ve idari düzenleme gerçekleştirilmelidir. Henüz vakit varken!

________________________________________

[1] https://tr.m.wikipedia.org/wiki/2023_Gaziantep-Kahramanmara%C5%9F_depremleri

[2] Cihat Yaycı, “Dünya Tarihinin En Büyük Deprem Yıkımı ve Sonrası”, 13.02.2023; https://www.tv100.com/dunya-tarihinin-en-buyuk-deprem-yikimi-ve-sonrasi-makale-651999

[3] Cihat Yaycı, agy.

[4] Jerry Smith, Kıyamet Silahı HAARP, Koridor Yayıncılık, İstanbul, 2007, İngilizce baskı, 1998. Ali Bektan, HAARP’in Hedefi Türkiye, Motto, İstanbul, 2021.

[5] Dr. Mahir E. Ocak, “Yapay Depremler”, Bilim ve Teknik, 2016, TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi; services.tubitak.gov.tr/edergi/yazi.pd… Hidrolik çatlatma çoğu ülkede yasak… Petrol sondajları deprem tetikler mi,

12.02.2023; https://www.odatv4.com/makale/hidrolik-catlatma-cogu-ulkede-yasak-petrol-sondajlari-deprem-tetikler-mi-270416. Yakup Yalvaç  11 Şubat 2023 

Deprem Tetiklenmiş Olabilir. Bilim | AAAShttps://www.science.org/content/article/huge-study-links-wastewater-injection-wells-earthquakes#:~:text=Scientists%20have%20documented%20an%20astronomical,burgeoning%20oil%20and%20gas %20üretim,  Ryan Schultz, “Hidrolik Kırılmanın Neden Olduğu Depremleri Anlamak”, 7 Ağustos 2020; ( rjs10@stanford.edu ; 0000-0002-1796-9622 ), Stanford Üniversitesi, ABD;  https://doi.org/10.1029/2020EO147870;  https://eos.org/editors-vox/understanding-earthquakes-caused-by-hydraulic-fracturing.  https://teyit.org/analiz-abdli-petrol-sirketinin-kahramanmarasta-petrol-ararken-depremi-tetikledigi-iddiasi

https://twitter.com/tegarut/status/1624465163993612295

[6] Petrol sahası atık sularından kaynaklanan depremler,

https://earth.stanford.edu/news/earthquakes-oil-field-wastewater;

https://phys.org/news/2019-07-oilfield-wastewater-trigger-earthquakes-decades.amp;

https://www.nationalgeographic.com/environment/article/earthquakes-near-oil-fields-could-persist-after-drilling-stops;

https://www.earth.columbia.edu/articles/view/3072 news.mit.edu/2021/preventin…;

https://www.science.org/content/article/huge-study-links-wastewater-injection-wells-earthquakes#:~:text=Scientists%20have%20documented%20an%20astronomical,burgeoning%20oil%20and%20gas%20production

[7] R. Korkut, Psikolojik Savunma, Ankara, 1975, s. 2-5.

[8]M. Megret, Psikolojik Savaş, Varlık Yayınları, İstanbul, 1972, s.103.

[9] N. Chomsky, ABD Terörü, Terörizm Kültürü, Pınar Yayınları, İstanbul, 1991, s. 22-23. B. Can, “Halkı Sindirme Operasyonları”, Umran, 1996.

[10] Y. Çağlayan, Osmanlı’dan Ortadoğu’ya Sosyolojik Savaş, Etkileşim, İstanbul, 2013, s. 43-45.  B. Can, “Sosyolojik Savaş Amaçlı 15 Temmuz İhanet Hareketinin Bir Yıllık Döneminin Değerlendirilmesi-1: Siyasî İktidara Rağmen Operasyonları Yürüten “Gizli Kirli El” ve “Gizli Karanlık Güç” Kimdir?”, Umran, 2017. B. Can, “Şehir Üniversitesi Operasyonu Bağlamında 15 Temmuz İhanet Hareketinin Sosyolojik Savaş Boyutunu Bir Kez Daha Düşünmek”, Umran, 2019.

[11] Y. Çağlayan, age. B. Can, “Sosyolojik Savaş Amaçlı 15 Temmuz İhanet Hareketinin Bir Yıllık Döneminin Değerlendirilmesi-1: Siyasî İktidara Rağmen Operasyonları Yürüten “Gizli Kirli El” ve “Gizli Karanlık Güç” Kimdir?, Umran, 2017.

[12] T. E. Lawrence,  Bilgeliğin Yeni Direği, Rey Yayıncılık, Kayseri, 1991, s. 60-61; 57-58.

[13] T.C. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı Dezenformasyonla Mücadele Merkezi tarafından günlük yayımlanan Dezenformasyon Bülteni, 12-13 Şubat 2023. Nedim Şener, “50 Deprem Yalanı, Ne Bu Acı Ne Bu Yalanlar Unutulur”, Hürriyet, 13 Şubat 2023. Hasan Basri Yalçın, “Yalan Haberler Canımızı Yaktı”, Sabah, 13 Şubat 2023. Cihat Yaycı, agy. Gaffar Yakınca, “Sabotaj Çetesi mi? Gazeteci Değil Sabotajcı”, Aydınlık, 13 Şubat 2023. İsmail Zelvi, “Deprem Bombası”, Milat, 13 Şubat 2023. Bülent Orakoğlu, “Amerika 96 Saat İçerisinde Türkiye’yi İşgal Edebilir mi?”, Yeni Şafak, 12 Şubat 2023. Müyesser Yıldız, “Asker Nerede diye Soranlara Hatırlatılır”, 12 Şubat 2023, https://muyesseryildiz.com/2023/02/12/asker-nerede-diye-soranlara-hatirlatilir/ Gökçer Tahincioğlu, https://t24.com.tr/haber/bir-haftalik-enkaz-ve-hafiza-raporu-yillarca-dinlenmeyen-uyarilar-yerle-bir-olan-sehirler-afallayan-afad-depremzede-feryadindan-kacan-ekranlar-engellenen-sosyal-medya-ohal-ve-deftere-yazilan-ofke,1091847

[14] Taberânî, İbn Ebî Dünya, Beyhakî.

[15] İbn Mâce, Hâkim.

[16] Tirmizî.

[17] Harâitî.

[18] Harâitî.

[19] Ebû Dâvud, Edep 20, (4835); Müslim, Cihâd 6, (1737); (1998). 

[20] Kütüb-i Sitte, Hadis No: 7139.

[21] Buhari, Nikâh 45, Edeb 57, 58, Feraiz 2; Müslim, Birr 28-34, (2563 - 2564); Ebu Dâvud, Edeb 40, 56, (4882, 4917); Tirmizi, Birr 18, (1928).

 

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...