(Umran Dergisi)
“Siz, insanlara iyiliği emrediyorken, kendinizi mi unutuyorsunuz? Oysa siz kitabı okumaktasınız. Yine de akıllanmayacak mısınız?”
(2/Bakara, 44)
Osmanlı’yı
yıkmak için Batı ile iş birliği yapanların, “Osmanlı sonrasında ne olacak, nasıl bir dünya kurulacak?” tasavvurlarının
yokluğu ve daha da önemlisi iş birliği yaptıkları güçlerin niyetlerini,
hedeflerini okuyamaması, sınırları cetvelle çizilmiş ülkelerin ve iş birlikçi
diktatörlüklerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Ardından kültür ve medeniyet
değiştirme projeleri yürürlüğe sokulmuş, buna karşı çıkan samimi dava insanları
ile menfaatleri zedelenen eski iş birlikçiler, yeni iş birlikçiler üzerinden
tasfiye edilmiş ve yeni diktatörlükler inşa edilmiştir.
İkinci
Cihan Savaşı’nın sonunda Tahran, Moskova, Qubeec ve Yalta antlaşmaları ile Batı
Bloku ile Komünist Blok arasında dünya paylaşılmıştır. Daha sonra bu iki blok, NATO ve Varşova Paktları adı altında
bir hâkimiyet mücadelesi yürütmüşlerdir. Zamanla Hindistan’ın önderliğinde
Bağlantısızlar Bloku ortaya çıkmıştır. Bu şekilde güçler arasında kurulan
denge, Varşova Paktı’nın çökmesi ile bozulmuştur. Dünya, genelde Batı’nın
açgözlülüğünün, doymazlığının ve kan emiciliğinin hedefi hâline gelecek yeni
bir sömürgecilik dönemi ile karşı karşıya kalmıştır.
ABD,
İngiltere, Siyonizm-İsrail, AB ve Vatikan, İslâm
coğrafyasını hem değer sistemi ekseninde hem de ekonomik eksende dönüştürmeye ve yok etmeye çalışmaktadır. Sovyetlerin
çöküşünden sonra NATO’da konsept değişikliği yapılmış, Düşman sembolü
“kırmızı”dan “yeşil”e dönüştürülerek İslâm yeni düşman ilan edilmiştir.
ABD
derin devletinin 11 Eylül provokasyonu ile birlikte bu eksen, İslâm dünyasına
açık bir saldırıya geçmiştir. Afganistan ve Irak işgalleri bunun sonucudur. İslâm coğrafyası için bu, ABD eski başkanı
George Bush’un tabiriyle 21. yüzyılda “100 yıl sürecek yeni Haçlı Seferleridir.”
Müslümanların asla unutmaması gereken gerçek, 21. asırda yeni Haçlı Seferleri
ile karşı karşıya kaldıklarıdır. Bu noktada hatırlanması lazım gelen bir diğer
gerçek de tıpkı eski Haçlı Seferleri’nde olduğu gibi yeni Haçlı Seferleri’nde
de her türlü ihanetin, iş birlikçiliğin, şuursuzluğun, dar görüşlülüğün kısa
vadeli menfaatçiliğin vuku bulacağıdır.
İslâm dünyası
adıyla anılan bölge Birinci Cihan Savaşı sonrasından başlamak üzere bir tezadı
-genel olarak- bünyesinde barındırmaktadır. Genelde iş başındaki yönetimler ya
Sovyetlerin ya da Batı’nın iş birlikçisi konumundadırlar. Mevcut sistemlerin
bariz vasfı, kendi milletine yabancı, halkını düşman konumuna yerleştiren ya
Batı ya da Sovyet değerlerine göre kurulmalarıdır. Sovyetlerin çöküşünden sonra
birkaç istisna dışında hepsi Batı ile iş birliği içine girmişlerdir.
Bu süreçte dava merkezli hareketler çok ağır bedeller ödemişlerdir. Bununla birlikte İslâm coğrafyasında Hakk ve Batıl mücadelesi asla son bulmamış, ödenen bedellerle her geçen gün şuurlanan İslâmî hareketler ortaya çıkmış, mücadelesini vermiştir ve vermeye de devam etmektedir. Bu yazı serisinde, devam eden bu büyük mücadelenin minimum zayiatla başarılı olabilmesi için bir yol haritası ortaya koyma bağlamında genelde Müslümanların karşı karşıya kaldığı ana sorunlar ele alınıp değerlendirilecektir. İlk etapta İslâm dünyasında savaşan projeler ve İslâm dünyasının sorunları ana hatları ile ele alınıp incelenecektir.
Savaşan Projeler
Sovyetlerin çöküşü ile birlikte İkinci Cihan Savaşı’nın sonunda yapılmış Tahran, Moskova, Qubeec ve Yalta antlaşmalarının ve süreç içerisinde NATO ile Varşova Paktı ülkeleri arasında imzalanan “nükleer silahların kısıtlandırılması” gibi antlaşmaların ciddi bir hükmü kalmamıştır. Özellikle Şer İttifakı (ABD, İngiltere, Siyonizm, İsrail), diğer NATO ülkelerini devre dışı bırakarak “yeni bir dünya”/“yeni dünya düzeni” kurma projesini hayata geçirmek için pek çok alt projeyi devreye sokmuştur. Aşağıda ana hatları ile verilen projeler şartlara, zaman, mekâna bağlı olarak bazen birbiri ile çatışmakta bazen de uzlaşmaktadır:
Birinci Grup
Projeler
•
21. Yüzyıl ABD Yüzyılı
Olacak Projesi (PNAC)(ABD),
•
Kadife Darbeler Projesi
(Şer İttifakı, Siyonizm,)
•
Büyük Sıfırlama Projesi
(Şer İttifakı, Siyonizm),
•
Küresel Savaş Projesi
(Şer İttifakı- Siyonizm),
•
Biyolojik ve Ekolojik
Savaşla Tüm Ülke Yönetimlerini Ekonomik Olarak Çökertme Projesi (Şer
İttifakı-Siyonizm),
•
Melez/Hibrit Savaşlar
Dönemi Projeleri (Şer İttifakı, Rusya, Çin),
•
Şehir Devletleri Projesi
(Siyonizm),
•
Tek Dünya Devleti/Tek
Dünya Hükûmeti (Siyonizm),
•
Rusya’nın Küresel Güç
Olma Projesi,
•
İngiltere’nin Küresel Güç
Olma Projesi,
•
Çin’in Küresel Güç Olma
Projesi,
•
Model Ortaklık Projesi
(ABD),
•
“Serbest Piyasa”- “Özelleştirme Projesi”
(ABD-Siyonizm-Küresel Sermaye-AB),
•
Rusya ve Çin’i Bölerek ve Kuşatarak Küresel Güç
Olma İmkânlarını Yok Etme Projesi (Şer İttifakı).
•
İkinci Grup
Projeler
•
Düşmanla/Rakiple Güvenlik
Alanının Dışında Hesaplaşma Projesi (ABD/Çin/Rusya/İngiltere): Vekâlet
Savaşları,
•
Yerli İş Birlikçiler İnşa
Etme Projesi/Fillerin Ehlileştirilme Projesi (Şer İttifakı, Rusya, Çin,
İsrail),
•
Bölge Güçlerinin
Birbirini Dengeleme Projesi-Ayrı Dengeli Güç Odakları (Şer İttifakı, Rusya,
Çin),
•
Etnik-Mezhepsel Fay
Hatları Oluşturma Projesi-Kaos Projesi (ABD/AB/Rusya/Çin/Siyonizm).
Üçüncü Grup
Projeler
•
Sıcak Denizlere İnme-Eski
Müttefikleri Kazanma Projesi (Rusya),
•
ABD’nin Yayılmasını
Engelleme Projeleri (Rusya- Çin: ŞİO-BRIC Ülkeleri),
•
Çin’in İpek Yolu Projesi.
Dördüncü Grup
Projeler
•
Büyük Ortadoğu Projesi
[BOP; Şer İttifakı (ABD-İsrail-İngiltere-Siyonizm)],
•
Büyük İsrail Projesi
(BİP; İsrail-Siyonizm, ABD destekli)
•
2. Sevr Projesi (AB),
•
İslâm’ın İslâm’la
Savaştırılması Projesi (Şer İttifakı, Siyonizm, AB, Vatikan),
• Avrasya’nın-Büyük
Ortadoğu’nun Hıristiyanlaştırılması Projesi/’Dinler Arası Diyalog’ Projesi (Şer
İttifakı- Vatikan),
• ‘NATO’nun Avrasya ve Büyük Ortadoğu’ya Yerleşmesi Projesi’ (ABD, İngiltere, Siyonizm)
• Çok Kutuplu Ortadoğu Projesi: Bölge Güçlerinin (Türkiye, İran, Mısır, Suudi Arabistan) Birbirlerini Dengelemesi Projesi-Ayrı Dengeli Güç Odakları Oluşturma (Şer İttifakı, AB).
Beşinci Grup
Projeler
•
İran-ABD-AB Yakınlaşması
Projesi: İran’ı Küresel Sisteme Entegrasyon Projesi (Şer İttifakı-AB),
•
İran’da Kadife Devrim
Şartlarını Hazırlama Projesi (Şer İttifakı),
•
Türkiye-İran-Irak-Suriye
Savaşı Projesi (Siyonizm-ABD-İngiltere-AB),
•
Türkiye ile Birlikte
Büyük Ortadoğu’yu Değiştirme Projesi-Türkiye’nin Patronluğu (Şer İttifakı),
•
Türkiye’yi Irak-Suriye Bataklığına Çekme ve Boğma
Projesi (Şer İttifakı).
•
Altıncı Grup
Projeler
•
D-8’ler Projesi (Türkiye)
•
Yeni Osmanlı Projesi-
Bölgesel Güç Olma Projesi (Türkiye),
•
Türk Dünyası İş Birliği
Projesi/Türk Dilini Konuşan Ülkeler Konseyi/Türk Devletler Teşkilatı Projesi.
Yedinci Grup
Projeler
•
Şia Savunma Hattı Projesi
(İran-Irak-Suriye-Lübnan-Afrika)
• Şia Eksenini Parçalama,
Yayılmasını Engelleme ve Sünni Bir Eksen Meydana Getirme Projesi (Birinci
Eksen: Suudi Arabistan/Katar/Türkiye/Mısır; İkinci Eksen: Sünni Arap
Yönetimleri+İsrail),
• Teröre Karşı Güç Birliği (Suudi Arabistan ve 30 Ülke).
Söz
konusu projelerin kahir ekseriyeti, genellikle uzun vadeli 25, 50-100 yıllık
olarak hazırlanmıştır. Bu tür projeler, birkaç başarısız
operasyondan dolayı gündemden kaldırılmazlar. Genellikle yenilenir, yeni taktik
ve stratejiler geliştirilerek yeniden sahaya sürülürler ya da daha elverişli
şartlar olgunlaşıncaya/olgunlaştırılıncaya kadar yürürlükten kaldırılıp
ötelenirler. Bir projenin mensupları tarafından başlatılan bir olay, diğer
proje mensupları ile bazen çatışmaya bazen de uzlaşmaya sebep olabilmektedir. Stratejik
düzlemde yapılan her stratejik ve taktik hamleler, muhataplar tarafından
dikkate alınmakta ve ona göre kendilerine uygun karşı hamleler
geliştirmektedirler.
Bu projelerin çoğunda,
İslâm coğrafyasındaki Müslümanların birbiri ile savaşmaları gerçekleştirilmektedir.
Yığınla taşeronun kullanıldığı, vekâlet savaşlarının yapıldığı, istihbarat
örgütlerinin cirit attığı, kimin elinin kimin cebinde olduğunun kolayca
anlaşılamadığı, ölenin ve öldürenin tekbir getirdiği, çok kirli, pis ve
karanlık bir savaş yapılmakta; doğru ile yanlışın harmanlanarak servis edildiği
bir psikolojik harekât yürütülmektedir.
“Arap
Baharı” adı altında başlatılan ikinci nesil kadife darbe süreci, Tunus, Libya,
Suriye, Irak’ta kaosa dönüşürken; Mısır’da Sisi darbesi ile yeni bir diktatörlük
inşa edilmesine sebebiyet vermiştir. Pakistan, Afganistan, Yemen, Somali, Sudan
ve birçok Afrika ülkesinde de Müslüman Müslüman’ın kanını akıtmakta ve İslâm dünyası akıl tutulması yaşamaktadır.
Büyük İsrail ve Büyük Ortadoğu projeleri kapsamında, hukuken değil;
fakat fiilen, Libya’nın, Sudan’ın, Irak’ın ve Yemen’in bölünmüş olması, bu
projelerin adım adım uygulanmaya çalışıldığının bir göstergesidir.
Türkiye’de
vuku bulan olayları, hele 15 Temmuz 2016 ihanet hareketi sonrasını, bu projeler
kapsamında ele alıp değerlendirmek gerekmektedir. Türkiye’deki hiçbir olay,
günü birlik, aniden ve tesadüfen meydana gelmemektedir. Arka planda vuku bulan
çatışmayı, göz önüne almadıkça, sadece görünenle yetindikçe, anlık düşündükçe
hem gerçekleri göremez hem de gerekli çözümleri üretemeyiz. Bu coğrafyada meydana gelen olaylar, uzun
vadeli çizilmiş stratejilerin bir sonucudur. Taktik zafer ve mağlubiyetler
mutlaka önemlidir ve dikkate alınmalıdır. Ancak bundan daha önemli olan
stratejik zafer ve mağlubiyetlerdir. Bazı taktik zafer ve mağlubiyetlerin, yem
olarak kullanıldığı da asla unutulmamalıdır. Bugün İslâm
coğrafyasında vuku bulan tüm kanlı hadiseler, iç ve dış dinamiklerin
arakesitinde vuku bulmaktadır. Gelişmeler,
sürpriz olarak gözüken olaylar, öncelikle bu çatışma perspektifinde etkili olan
iç, bölgesel ve küresel dinamikler
açısından ele alınıp incelenmeli ve değerlendirilmelidir.
Tüm sorumluluğu ve suçu, dış güçlere yükleyip
kendimizi temize çıkarma, aklama yaklaşımı, gerçekçi bir yaklaşım olmadığı gibi
iman etmiş olmanın yüklediği görev ve sorumlulukla da uyuşmamaktadır. “Siz,
insanlara iyiliği emrederken, kendinizi mi unutuyorsunuz? Oysa siz kitabı
okumaktasınız. Yine de akıllanmayacak mısınız?” (2/Bakara 44) ayeti
kapsamında İslâm coğrafyasındaki iç dinamiklerin bu büyük kaos ortamının meydana
gelmesinde çok büyük payının bulunduğunu göz önüne almamız gerekmektedir. Bu
amaçla “İslâm Ümmetinin Helak Şekli: Birbiri ile Savaşma” adlı makalemiz, “helak”
anahtar kavramı merkezli olarak kaleme alınmıştır.[1]
Ümmetin içinde bulunduğu bu durum, bir başka anahtar kavram, fitne göz önüne
alınarak çeşitli makalelerde değerlendirilmiş, dersler çıkarılmış ve
tekliflerde bulunulmuştur.[2] Aşağıda
İslâm dünyasının sorunları öncelikle sınıflandırılacak ve bu gidişatın istikameti
sorgulanacaktır.
İslâm Dünyasının Temel Sorunları
İslâm
dünyası, özellikle Osmanlı’nın gerileme ve yıkılış dönemlerinden sonra, değişik
açılardan kendisini yenileyememiş, dünyanın ve Müslümanların gidişatını
gerektiği gibi ön görememiştir. Dünyadaki kültürel, sosyal, askerî, ekonomik,
ilmî ve teknolojik gelişimleri zamanında öngöremediği için de kendisini
yenileyememiştir. Birinci Dünya Savaşı İslâm dünyasının
parçalanması ve sömürgeleşmesini beraberinde getirmiştir. İkinci Dünya Savaşı
sonrasında kurulan dünya düzeninde İslâm coğrafyasında, Batı iş birlikçisi
yönetimlere karşı genel de Sovyetler tarafından beslenen ve desteklenen
“Sol-Sosyalist-Marksist” hareketler öne çıkmaya ve etkin olmaya başlamıştır.
Libya-İran hattında Batı iş birlikçisi yönetimlere, krallara, diktatörlere karşı
ordu, gençlik ve aydın kesiminden oluşan bir düzlemde çok ciddi direnişler
ortaya çıkmış, bu ülkelerde genellikle sol darbelerle iktidarlar askerlerin
eline geçmiştir. Batı iş birlikçisi krallar, diktatörler yerine Sovyet iş
birlikçisi, askerî diktatörler işbaşına gelmiştir. Birinciler ülkelerinde Batı
kültür ve medeniyetinin kodlarını inşa ederken, ikinciler “Sol-Marksist-Sosyalist”
düşüncenin kodlarını inşa etmeye başlamışlardır. Birinciler, Batı’dan askerî
ekonomik ihtiyaçlarını karşılarken; ikinciler Sovyetlerden karşılamaya
başlamışlardır. Süreç Sovyetlerin çöküşüne kadar böyle devam etmiştir.
Sovyetlerin çöküşünden sonra şer ittifakı öncülüğündeki Batı, yukarıda isimleri
verilen projeler savaşı ile İslâm dünyası öncelikli olmak şartıyla tüm dünyada “yeni dünya düzeni” adıyla yeni bir
dönem için özel operasyonlar yapmaya başlamıştır.
Osmanlı’nın
yıkılışından günümüze kadar İslâm dünyasının pek çok ülkesinde İslâmî
hareketler ortaya çıkmış, o günün şartlarına tekabül eden yoğun fikrî ve siyasi
çalışmalar yapılmış, ciddi fikrî eserler ortaya konmuştur. Mısır, İran ve
Pakistan merkezli İslâmî düşünce hareketleri çok verimli olmuş, ayrı bir İslâmî
kimlik inşasını sağlamış, “biz de varız ve iddialıyız” deme noktasına
Müslümanları getirmiştir. Tunus, Cezayir, Mısır, Türkiye, Irak, İran, Pakistan
ve Malezya’da yapılan fikrî, kültürel ve siyasî çalışmalar, İslâmî mücadeleyi
yeni bir boyuta taşımış ve İslâmî bir kimliğin inşasının önünü açmıştır. İran İslâm
Devrimi ile mücadele bambaşka bir boyuta taşınmıştır. Türkiye’de Millî Görüş Hareketi, Mısır’da
Müslüman Kardeşler Hareketi, Cezayir’de FİS Hareketi, Tunus’ta El-Nahda
Hareketi ve Pakistan’da Cemaat-i İslâmî Hareketi diğer İslâm
ülkelerindeki mücadelelere örnek olmuş, pek çok ülkede partileşme hareketi
hızlanmış, siyasi bir mücadele üzerinden İslâm için mücadele edilmeye
başlanmıştır. Tunus, Cezayir, Mısır ve Türkiye’deki siyasal mücadeleler, askerî
ve yargısal darbelerin muhatabı olmuş, sürgünler yaşanmıştır.
Yükselen
İslâmî dalgayı engellemek ve itibarsızlaştırmak için Şer İttifakı destekli,
İslâmî görüntülü ya yeni hareketler inşa edilmiş ya da var olanlara sızılarak
ele geçirilip saptırılmıştır. Terörist hareketler inşa edilip İslâm
coğrafyasına yerleştirilmiştir. Bütün bu iş birlikçi yapılar adına değişik
İslâm ülkelerinde terör eylemleri, darbeler yapılmış, halka zulmedilmiş, ele
geçirdikleri kadınları cariye, erkekleri ise köle ilan etmiş, işkence ve
öldürme videoları yayınlanarak hem İslâm ülkelerinde hem de tüm dünyada İslâm’a
ve Müslümanlara karşı bir alerji hatta düşmanlık meydana gelmesine sebebiyet
verilmiştir. Türkiye’de FETÖ hareketi üzerinden yapılan askerî darbe girişimi,
Afganistan merkezli el-Kaide, Irak-Suriye hattında IŞİD hareketinin terör
eylemlerinin yaptığı tahribat çok büyük olmuştur.
Son yüzyılda İslâm adına verilen değişik boyutlardaki mücadeleler, bütün eksikliklerine ve hatalarına rağmen çok ciddi bir altyapı oluşturmuştur. Öncelikle bunun altının çizilmesinde fayda vardır. Oluşan bu altyapının daha iyiye, daha güzele doğru götürülebilmesi için şu anki sorunların duygusallıktan uzak, gerçekçi bir şekilde tespit edilmesi gerekmektedir. Bu sorunları değişik açılardan sınıflandırmak mümkündür. Aşağıda açıklama yapılmadan sadece sorunların bir listelemesi yapılmaktadır. Daha sonra sorunların bir kısmı, ayrı yazılar hâlinde ele alınıp değerlendirilecektir:
Hz. Âdem’in Yaratılması ve İblis’le Mücadelenin Sonucu Savaş İlanının ve Oluşan İkili Sistemin Unutulması
Hz. Âdem yaratıldıktan sonra Allah, melekler
topluluğuna “Âdeme secde edin!” diye emretmiş, bu emre cinlerden olan İblis
uymayarak Allah’a isyan etmiştir. İblis; cennete yerleştirilen Hz. Âdem ile
eşini tuzağa düşürerek cennetten çıkarılmalarına vesile olmuştur. Hz. Âdem ile
eşi tövbe etmiş ve bazı bilgilerle donatılarak yeryüzüne gönderilmişlerdir.
İblis kıyamet gününe kadar Allah’tan yaşama izni istemiş ve bu izin kendisine
verilmiştir. Bu izni alan İblis Hz. Âdem ve nesline “Sınırsız ve topyekûn” bir
savaş ilan etmiştir. Müslümanlar bu savaş ilanını yol boyu, günlük hayat
içerisinde unutmakta ve şeytanların tuzaklarına düşmektedirler. İblis’in açtığı bu savaş ile birbirine zıt ve birbiri ile çatışan bir genel
sistem ortaya çıkmıştır. Bu ikili genel sistem Müslümanlar tarafından
dikkate alınmamakta, gereği yapılmamaktadır:
İki Amaç: Allah’ın rızasını kazanmak-İblis’in rızasını
kazanmak
İki Değer Sistemi: Hak-Batıl
İki Yol: Sırât-ı Müstakim-Şeytanın Yolu
İki Rehber: Allah, Peygamber, Müminler-İblis, Tağut
İki Kimlik: İman Edenler-İnkâr edenler
İki Sistem: Vahiy, Fıtrat Merkezli-İblis, Heva Merkezli
İki Ahlak Sistemi: Vahiy, Fıtrat Merkezli-İblis,
Heva Merkezli
İki
Hukuk Sistemi: Vahiy, Fıtrat Merkezli-İblis, Heva Merkezli
İki
Kültür Medeniyet Sistemi: Vahiy, Fıtrat Merkezli-İblis-Heva
Merkezli
İki Hedef: Dünyanın İslâmlaştırılması, Fitne ve fesadın
kökünün kazınması-Dünyanın şeytanlaştırılması, fitne ve fesadın kök salması
Hatalar, Günahlar Durumunda İki Tavır: Tövbe
edip Allah’tan af dileme-Kibir hastalığına yakalanıp isyan ederek Allah’ı ve
başkalarını suçlama
Varılacak İki Yer: Cennet-Cehennem
Bu Dünya Öteki Dünya Denklemini İyi Kuramamak
· Ahireti
inkâr etmek değil canlı ve diri bir şekilde hafızada tutmamak, unutur gibi
olmak, bunun sonucunda dünyevileşmek.
· Dünyevileşmenin
devamında sekülerleşmek, laikleşmek.
· Günlük
hayat meşgalesi içerisinde hesap gününü unutmak, helalle haramı karıştırmak.
Hatta haramla helalin yerini değiştirmek.
· Adalet
konusunda duyarsızlaşmak, unutmak, adaletsizlik yapmak.
· Ahlaki
sorumlulukları yerine getirmemek, duyarsızlaşmak.
· Yıllık umre yaparak hataları ve günahları sıfırlama mantığını geliştirmek.
Melez Değer Sistemi, Akışkan Kimlikler Sorunu
Tarihin başlangıcında oluşan iki ana değer sisteminin temel
değerleri arasında uzlaşma yoktur. Uzlaşma ile meydana gelen sapma, Allah
tarafından peygamberler gönderilerek düzeltilmek istenmiştir. Bu durum, Hakk’la
batılın mücadelesine neden olmuştur. İslâm dünyasında en ciddi sıkıntılardan
biri, bu mücadelenin unutulması değerler konusunda hassas davranılmamasıdır.
Tarihin başlangıcından bugüne kadar yapılan
mücadelelerde önemli sorunlardan biri de Hakk değerlerle batıl değerlerin harmanlanarak
Hakk diye sunulmasıdır. Bu şekilde temel değerlerin harmanlanması ile oluşan
değer sistemi, melez değerler sistemi olup Hakk değildir, batıldır; maruf değil
münkerdir; helal değil haramdır; hasene değil, seyyiedir; tayyip değil,
habistir.
Kimliklerin
özünde değer sistemleri vardır. O nedenle melez değer sistemi, akışkan kimlik
oluşturur ve sosyal şizofreniye sebebiyet verir. Bugün İslâm dünyasının en
ciddi sorunu, akışkan kimlikler ve bunun neden olduğu sosyal şizofrenidir.
Münafık ve kalbinde hastalık olan insan unsurlarının çoğalmasının ve
yaygınlaşmasının ana nedeni budur.
Sistem Tasavvuru İçin Gaye (Misyon) ve Ufuk (Vizyon)
Sorunu
· Misyon
ve vizyonla ilgili 9+9=18 sorunun cevaplarını netleştirememek:
Gaye (Misyon) ile İlgili 9 Soru:
· 1.
Kâinat niçin yaratıldı? 2. İnsan niçin yaratıldı? 3. İnsanlık âleminde, biz
kimiz? 4. Biz hangi dünya görüşünün insanlarıyız? 5. Biz hangi bilgi kaynaklarını
kullanırız? 6. Biz hangi coğrafyanın insanlarıyız? 7. Biz hangi millete
mensubuz? 8. Biz hangi ümmete mensubuz? 9. Biz hangi kültür ve
medeniyetin çocuklarıyız?
Ufuk (Vizyon) ile İlgili 9 Soru:
· 1.
Biz nasıl bir insan istiyoruz? 2. Biz nasıl bir aile istiyoruz? 3. Biz nasıl
bir nesil istiyoruz? 4. Biz nasıl bir cemaat istiyoruz? 5. Biz nasıl bir millet
istiyoruz? 6. Biz nasıl bir ümmet istiyoruz? 7. Biz nasıl bir insanlık
istiyoruz? 8. Ekolojik anlamda biz nasıl bir dünya istiyoruz? 9. Biz farklı
inanç sistemlerine mensup insanların hak ve hukukunu koruyacak nasıl bir dünya
sistemi istiyoruz?
· İslâm’ın
öngördüğü yaşam tarzının, yaşanılır hâli olan sistemin bütün yönleri ile teorik
temellerinin inşa edilmemesi.
· 21.
asra hitap edecek, insanlığı kurtaracak sistemin “aile yapısı, ekonomik yapısı,
hukuksal yapısı, idari yapısı, devlet yapısı, uluslararası ilişkiler boyutu”
gibi çok değişik boyutlarının teorisinin yapılması ve yol boyu sürekli olarak
yenilenmesi çalışmalarının yapılmaması.
· Teorisiz
pratik yapılmasının oluşturduğu kaos ortamında yol kaybına uğranmasından çıkış
çalışmalarının yapılmaması…
Sorunları Çözme Yaklaşımında Hatalar Yapılması
· Olaylara stratejik olarak bakmamak ve ele almamak.
· Bütüne
bakmamak, tek boyutlu ve tek yönlü bakmak, alternatifleri düşünmemek.
· Büyük
fotoğrafa bakmamak, ayrıntıda boğulmak.
· Olaylar
üzerinde genellikle etkili olan dört ana dinamiği (1. İç dinamikler, 2.
Bölgesel dinamikler, 3. Küresel dinamikler, 4. İlahi irade) göz önüne almamak,
meselelere tek boyutlu bakmak.
· Sorunları
çözmede, teori inşasında, sistemsel ve bir bütün olarak meseleleri kendi kültür
ve medeniyet kodlarına göre ele almamak. 6 DT formülünü uygulamamak: 1. Doğru
terimler/kavramlar kullanmak, 2. Doğru tespit yapmak, 3. Doğru teşhis yapmak,
4. Doğru tedavi uygulamak, 5. Doğru tedbir almak, 6. Doğru terakki geliştirmek.
· Bilgi kaynaklarını bütün olarak kullanmamak.
Bilgi Kaynaklarına Sorunlu Yaklaşım
· Bilgi
kaynaklarımız: 1. Kur’ân, 2. Sünnet, 3. Akıl, 4. Beş duyu, 5. Deney ve gözlem,
6. Geçmişte yapılmış olan çalışmalar, 7. Temel değerlerimizle çatışmayan,
uyumlu olan insanlık tarihinin birikimleri.
· Geçmişteki
içtihatların, verilmiş fetvaların şartlarını, kapsam alanını, bugüne uygun olup
olmadığını göz önüne almadan kullanmaya kalkmak; bu yaklaşıma karşı fikir,
görüş beyan edenleri, kâfirlikle suçlamak, itham etmek, karalamak, linç etmeye
kalkmak.
· Genellikle
hadislere karşı çıkılması, özelde de senetleri sağlam olan bazı hadislerin çok
boyutlu değerlendirilmeden, “uydurmadır!” yaklaşımının sergilenmesi.
· Kur’ân’ın
tarihsel olduğu, günümüze hitap etmediği yaklaşımının sergilenmesi.
· Kur’ân’daki
kıssaların gerçekte olmadığı, sembolik olduğunun iddia edilmesi.
· Kur’ân’ın
manasının Allah’a ait olduğu, sözlerinin Hz. Muhammed’e (s.a.v.) ait olduğunun
iddia edilmesi.
· Kur’ân’da
yer alan tıp, fizik, astronomi, mühendislik, sosyoloji, psikoloji, maden,
metalürji vb. alanlarla ilgili olan ayetlerin tefsirine karşı çıkılması, bu tür
tefsir etme yaklaşımına da ilmî tefsir denmesi.
· Kur’ân
ve sünnet düzleminde konuya ilişkin tüm anahtar ve odak kavramları ve bunlarla
ilgili semantik alanı göz önüne almadan tefsir, yorum ve değerlendirme
yapılması.
· Tüm
insanlığa sunulacak ve ana temel değerler sabit kalmak şartıyla ikincil
değerler düzleminde zamana ve şartlara bağlı olarak sürekli güncellenecek
kültür ve medeniyet kodları inşa etmemek, kültürel iktidarı mümkün kılacak
atılımlarda bulunmamak. Bunun yerine hep geçmişle övünmek. Geçmişten günümüze
gelememek.
· Kendi
tezini veya iddiasını kuvvetlendiren ya da destekleyen ayet ve hadisleri
alması, farklı olanları dikkate almaması, bütüne bakmaması.
· Bazı tefsirlerde İsrailiyattan yapılan alıntıları görmemek, olduğu gibi alıp kullanmak.
Kavramsal Kargaşa
· Kur’ân
ve sünnetteki bazı kavramlar, anahtar ve odak mahiyetindedir. Çok
anlamlıdırlar. Bu tür kavramların olduğu konuları değerlendirme ve yorumlamada
semantik alanı ve çok boyutluluğu göz önüne almamak.
· Cihat
ile kıtal kavramlarını özdeş hâle getirmek.
· Seküler,
laik kesimler tarafından yapılan saldırılar karşısında kavramların anlam
alanlarını daraltmak, çarpıtmak, geçmişi suçlamak, karalamak.
· Kavramlar
üzerine inşa edilen hukuksal yapıyı çarpıtmak.
· İsrailiyatın
kavramlar üzerindeki tahribatına dikkat etmemek.
· Farklı
dillerde yapılan meal çalışmalarında Arapça kavramın anlam alanını daraltacak
şekilde anlamlandırmak.
Ahlak Sistemini Parçalamak, Duyarsızlaşmak
Ahlak, bir sistemin yaşayabilmesi için hukuk dışında
toplumsal denetimi sağlayan gönüllü yaptırım sistemidir.
· En
ciddi sorun ahlak konusunda duyarsızlaşmak, hatta ahlaksızlık yapmak.
· Fert,
aile, komşu, akraba, toplum, cemaat, hareket, teşkilat, parti, devlet, siyaset
ve uluslararası ilişkilerde olması gereken ahlaki kuralları uygulamamak ve
hassasiyet kaybına uğramak.
· Yandaşları
korumak.
· Kendinden
olan zalimleri, hırsızları, yolsuzluk yapanları, rüşvetçileri, zina yapanları
görmezden gelmek, korumak, “Kol kırılır yen içerisinde kalır.” yaklaşımını
uygulamak,
· Toplumsal
ve ekonomik sıkıntıları adil çekmemek, fakir olanları korumayıp daha fazla yük
yüklemek, kendi yandaşlarını ve imkânı olanları teşviklerle, vergi muafiyetleri
vb. imkânlarla daha da rahatlatmak.
· İhtilaf
ve ittifak ahlakına uymamak, tefrikaya düşmek.
· LGBTIQ+hareketini
savunmak, zinayı, fuhşu, cinsel yönelimi meşru görmek ve savunmak.
· Dinî
nikâhı ve şahitlik müessesesini oyuncak, evliliği evcilik edinmek, boşanmaları
ciddiye almayıp tedbir mekanizmaları geliştirmemek.
· Ahde
vefa etmemek.
· Yalanı
günlük hayatın bir parçası yapmak.
· Ekonomik
yaklaşımlarda, faizci, tefeci olmak, stokçuluk yapmak.
· Sözünde
durmamak, sözleşmelere uymamak, ihalelere fesat karıştırmak, yandaş politikası
uygulamak, rüşvet almak ve vermek.
Adalet Yerine Zulüm İcra Etmek
Adalet, olması gerekeni olması gereken yere, ait olduğu
konuma koymaktır. Tersi zülümdür.
· Adaletin
gereğini, ailede, komşulukta, akrabalıkta, mahallede, teşkilatta, cemaatte,
partide, toplumda, devlette, siyasette ve uluslararası ilişkilerde uygulamamak,
gerekli hassasiyeti göstermemek.
· Miras
ve boşanma hukukunda taraf tutmak, hassas davranmamak.
· İhalelerde
taraf tutmak.
· Kadro
tahsisi ve atamalarda adaletsizlik yapmak.
· Çocuklar
arasında ayırımcılık yapmak.
· Atamalarda
ehliyet ve liyakate riayet etmemek, emanetleri ehline vermeyerek, başta
emanete, ehil olana, ehil olmayana ve o emanetten istifade edecek tüm topluma
zulmetmek.
· Kendi
hatalarını hep başkalarının üzerine yıkmak, suçlamak.
· Sözleşmelere
uymamak, ihalelere fesat karıştırmak, yandaş politikası uygulamak, rüşvet
almak, vermek ve göz yummak.
· Kadınlara uygulanan şiddetin mahiyetini, gerekçesini, kim tarafından niçin uygulandığını, uygulayan kişilerin kişiliklerini, dindarlıklarını, gerekçelerini göz önüne almadan, araştırmadan, eylemin din ile ilgisi olup olmadığına bakmadan, araştırmadan doğrudan doğruya dini suçlamak, karalamak.
Sistemi Değiştirme Sorunu
Sistemler belli bir felsefî düşüncenin, inancın, ideolojinin
üzerine kurulurlar. Devlet, ideolojinin/inancın/değer sisteminin iktidar olması
hâlidir. Hayatın her alanındaki yapılanışın temelinde, kuruluş değer sistemi
etkindir. Yasalar, değer sisteminin öngördüğü hayat tarzının inşa edilmesi ve
korunması için vardır. Hükûmetler, devletin kuruluş felsefesine uygun olarak,
yasalar kapsamında ülkeyi yönetmekle sorumludur.
· Bu
gerçeğin gereğince algılanamaması ana sorundur.
· İslâm
kültür ve medeniyetinin değerleri üzerine inşa edilecek bir sistem modeli
oluşturmamak ya da oluşturamamak. Bu bağlamda teorisiz pratik yapmak. Eklektik
bir sistem yaklaşımı öngörmek.
· Karşılaştığı
sorunları kendi kültür ve medeniyet kodlarına göre çözmek yerine, Batı kültür
ve medeniyet kodlarına göre çözmeye kalkmak. Türkiye’nin, Cumhuriyet’in
başından bugüne gelinceye kadar dozajı değişmekle birlikte tüm yasal
düzenlemeleri Batı’dan alıp uygulaması, AB uyum yasaları.
· Sistem
modelini ithal etmek. Eğitimde Batı modellerini alıp kullanmak.
· Bu
yaklaşımın neden olduğu melez değer sisteminin, sosyal şizofreninin ve akışkan
kimliğin oluşmasını görememek ya da görmemek.
· Sistemi
İslâm kültür ve medeniyet kodlarına göre değiştirme kararlılığındaki zafiyet.
· Sistemi
değiştirmekle hükûmeti değiştirmek arasında sıkışmak.
· Sistemi
değiştirme yerine hükûmeti değiştirmekle yetinmek.
· Seküler,
kapitalist sistemi, hükûmet olarak yönetmek fakat ıslahat yapamamak, yapmamak,
yönettiği için de sistemi savunmak.
· Batı
iş birlikçisi, zalim diktatörler değişsin de ne olursa olsun, kim gelirse
gelsin zafiyetine düşmek, kervan yolda dizilir yaklaşımına dayanmak. Daha da
kötüsü, mevcut zalim iş birlikçilerin gitmesi için onların efendileri ile iş
birliği yaparak iş birlikçi konumuna düşmek.
· Demir yumruklu zalimler, diktatörler, iş birlikçiler mutlaka gitmeli ve fakat onların yerine kadife eldiven giydirilmiş demir yumruklu zalimler, diktatörler, iş birlikçiler gelmemelidir olgusuna dikkat etmemek.
Tedrici Toplumsal Değişim Yerine Ani Değişim İstemek
Toplumlar belli değerler etrafında oluşan bir kimliğin
mensubudur. Değerler sistemi ve kültür-medeniyet kodları, toplumlar için olmazsa
olmazdır. O nedenle seküler bir düşünce sisteminden İslâmî bir düşünce
sistemine geçiş ani olmaz, olamaz.
· İslâmî
hareketlerin toplumsal değişimin ani ve hızlı olmasını istemeleri yanlış bir
yaklaşımdır.
· İnsanların
giyim, kuşam ve yaşantılarını belirleyen, şekillendiren değerler sistemidir.
Değerler sistemini değiştirmeden şekli değişimleri öncelemek ve bunun için
insanlara baskı yapmak en önemli hatalardan biridir.
· İnsanlara
etki eden aile içi ve aile dışı faktörlerin olumsuz etkisini gidermeden
suçlamak, karalamak, yapılan temel yanlışlardan biridir.
· Teknoloji
üretmemek ve fakat teknolojinin yan etkilerini göz önüne almadan alıp
kullanmak.
· Çizgi
film, film, bilgisayar oyunları, reklam, müzik alanlarında kendi kültür ve
medeniyet kodlarına göre üretim yapmamak, bunu önemsememek.
· Dijital
dönüşümü göz önüne almamak, dijital dönüşümü kendi kültür ve medeniyet
kodlarımıza göre şekillendirebilmek için üretime yönelmemek.
· Toplumsal
değişim ve dönüşümde etkili olan akrabalık, komşuluk, mahallelik ilişkilerine
dikkat etmemek, bunun için ahlak inşa etmemek.
· Bütün
toplumsal değişimin başlatıcısı ve devam ettiricisinin, yönetici kadrolar
olduğunun bilincinde olmamak ve onlara bu sorumluluğu yüklememek, sorumsuz
davranmalarına ses çıkarmamak.
Toplumsal Dayanışmanın Sağlanamaması
· Kitabı
ve sünneti parçalamak.
· Mezhepçilik
yapmak, mezhep bağnazlığına saplanmak.
· Kavmiyetçilik
hastalığına yakalanmak.
· Sınıfsal
ayırım yapmak.
· Dünyevileşmek,
sekülerleşmek, laikleşmek denkleminde kafa karışıklığı ve suçlamak.
· Hizipçilik,
dar grupçuluk, particilik yapmak, savunduğu partisinin yaptığı her şeyi
savunmak, hep başkalarını suçlamak.
· Güven
bunalımı meydana getirmek.
· Genel
olarak İslâm toplumlarında, İslâm davası için mücadele eden farklı
cemaat-teşkilat-hareket-partilerin varlığını göz önüne almamak.
· Kendi
yapısını hak olarak görüp farklı yapıları suçlamak, karalamak, itham etmek.
· Kendi
teşkilat-cemaat-hareket-partisinin yaptığı hataları görmemek, kabul etmemek;
aynı hataları başka yapılar yaptığında suçlamak, hakaret etmek.
· Farklı
yapıların bazı ortak paydalar etrafında bir ve bütün olarak birlikte mücadele
etmesi için gayret sarf etmemek.
· Siyasî
partiyi, partisel mücadeleyi küfür olarak görmek ve mensuplarını küfürle itham
etmek, suçlamak.
· Devlet
memurluğunu küfür olarak görmek ve mensuplarını suçlamak.
· Bir
yapının mensuplarının yaptığı bazı yorum ve değerlendirmelerin hatalı, yanlış
olması durumunda suçlamak yerine en güzel tarzda bir mücadele yaklaşımı ile
ikna etmeyi denememek.
· Fitnenin
etkin olmasında katalizör rolü görmek.
İslâm’ın Emrettiği Tüm Dünyanın İslâmlaştırılması, Fitne ve Fesadın Kökünün Kazınması Stratejik Hedefini Unutmak ya da İhmal Etme
· Dünyadaki
fitne ve fesadın kökünün kazınması ve İslâm’ın iktidara gelmesi için uzun
vadeli, kapsamlı üst bir stratejinin eksikliği. Bu büyük hedef için uzun vadeli
25-50-100 yıllık bir stratejinin ve projelerin olmaması.
· Tüm
dünyanın İslâmlaştırılması için uzun vadeli, kapsamlı üst bir stratejinin
eksikliği. Bu büyük hedef için uzun vadeli 25-50-100 yıllık bir stratejinin ve
projelerin olmaması.
· Stratejinin
sınırsız ve topyekûn mücadele ilkesi üzerine oturtulmaması veya bu noktada zaaf
gösterilmesi.
· Kısa
vadeli taktiklerle yetinme zaafı göstermek.
· Küresel
düzlemdeki mücadelelere uygun olarak zamanında taktik ve stratejik hamlelerin
yapılmaması, yapılamaması. Bu bağlamda dünyayı okuyamamak, büyük fotoğrafa
bakmamak, ayrıntıda boğulmak.
· Geniş
ufuklu, donanımlı kadroların öncülüğünde, teşkilatlı, stratejik, plan ve
programlı, sınırsız ve topyekûn mücadele temelli devrimci mücadele için bir
toplumsal yapı inşa etmeyi hedeflememek ve inşa etmemek.
· Bu
büyük stratejiye uygun, hayatın her alanını kuşatacak kadroların yetiştirilmemesi,
teşkilatlanmanın yapılmaması.
· Toplumsal
bir değişim ve dönüşüm için gerekli, köklü teorik çalışmaların yapılmaması ve
toplumsal değişimin öngörülmemesi.
· ‘Modernist
Müslümanların’ veya liberallerin iktidarına razı olup devrimci mücadeleyi
bırakmak.
· Anlık
ve günlük düşünerek karşılaşılan sorunlara çözüm aramak, uzun vadeli
düşünmemek, hatta bunu gereksiz görmek.
· Sorunların
çözümünde ve kendi değer sistemi ile tezada düşmek.
· Seküler
dünyadan bilgi ve teori, çözüm ithal ederek, melez değerler sisteminin, akışkan
kimliğin oluşmasına ve bunun doğal sonucu olarak da sosyal şizofreniye
sebebiyet vermek.
Ümmetin Dayanışmasını, Birlikte Hareket Etmesini Sağlayamamak
· Bugün
dünyada yaklaşık 1,5 milyar Müslüman bir nüfus vardır. Bunu küresel politikada
bir güç hâline getirmemek.
· İslâm
İş Birliği Teşkilatı ve D-8’ler gibi kurulmuş yapıları verimli çalıştırmamak.
· Siyonizm’e,
İsrail’e karşı ortak bir strateji, politika geliştirmemek.
· Batı
sömürü mekanizmasına karşı ortak tavır almamak.
· Batının
uyguladığı ambargoları zamanında kırmamak.
· Batı
iş birlikçisi yönetimleri tasfiye etmemek.
· Teknoloji
üretmek için dayanışma içine girmemek.
· Batı’nın,
şer ittifakının, Rusya ve Çin’in İslâm ülkelerine yaptığı müdahalelere karşı
ortak hareket etmemek.
· Mezhepçi,
kavmiyetçi ve sınıfçı politikalar icra ederek dayanışmayı yıkmak.
· Teknoloji
üretmemek, üretilenlere başlangıçta karşı çıkmak sonra alıp kullanmak.
· Teknolojinin
meydana getireceği yan etkileri göz önüne almamak, harsı ve nesli korumamak.
· 21.
asrın teknolojik gelişmelerini takip edecek hatta önüne geçip şekillendirecek
tarzda İslâm dünyasında ekonomik, kültürel, sosyal, psikolojik ve askerî
dayanışma içerisine girmemek.
· Eğitim
sistemini buna göre düzenlememek.
· Teknolojik gelişmelerin ortaya çıkardığı dijital dönüşümü, gerektiği gibi algılayıp tedbir almamak ve bunu İslâm davası için kullanacak tarzda şekillendirmeye yönelmemek.
Yönetim Hastalıklarını Görmemek, Kabul Etmemek
Dava, insanlığı ateşten korumak, fitne ve fesadın
kökünü kazımak, adaleti inşa edip hâkim kılmak olması gerekirken bunlar
önemsenmemekte hatta unutulmakta, dünyevi ihtiraslar ön plana çıkmaktadır. Bu
hedef değişikliği, yönetim hastalığı dediğimiz hastalıklara sebebiyet
vermektedir:
· Yönetim
uygulamalarında hak, hukuk, adalet ve ahlak bazında çok ciddi zafiyetler ve
kırılmalar söz konusudur.
· Babadan
oğula, yakın akrabaya ilişkin bir yönetim devri vardır.
· Zengin
fakir arasındaki makas her geçen gün açılmaktadır. “Refahtan şımarıp azan
önde gelenlerin” kendileri ve çocukları, lüks ve sefa âlemlerinde
yaşamaktadır.
· Kişilere
bağımlı bir yönetim anlayışı geliştirilmektedir. İnsanların ölümlü olduğu adeta
unutulmaktadır.
· Yöneticilerin
çevresi yalakalık-yardakçılık-yağcılık yapmakta; devlet başkanının yanında
doğruyu söylemeyip münafıklık yapmaktadır.
· Polis
devleti despotizmi hâkimdir. Her üç kişiden birinin istihbaratçı olduğu bir
istihbarat cehennemi söz konusudur.
· Seçimler
göstermelik olup kazananı bellidir. Yönetim üzerine iş adamlarının ve yabancı
güçlerin aşırı bir etkisi vardır.
· Yabancıların
her istediğine “evet”, halkın her istediğine “hayır” diyen bir bürokrasi
mevcuttur.
· Kaliteli
birliktelik yerine nicelik ön plana çıkmıştır.
· Yönetim
ilkelerinde keyfîlik vardır, ortak payda kaybolmuş durumdadır.
· Yönetimlerde
adeta sevgi-saygı-şefkat ve merhamet zafiyeti vardır.
· Takva,
değer, Kur’ân ve sünnet temelli birliktelik yerine şahsi düşünce ve
yaklaşımlar, güç ve otorite etkin olmaya başlamıştır.
· Yönetici
atama ve görevlendirme ilkelerinde, 1-Ehliyet-liyakat, 2- Sahasında güçlü olma,
3- Emin-güvenilir olma, 4- Adil olma, 5- Sevgi-şefkat-merhamet sahibi olma, 6-
Yetki ve sorumluluk çerçevesini belirleme ve bilme, 7- Tüm yetenekleri
keşfedebilme gibi özellikler genel olarak ihmal edilmektedir.
· Akrabalık
ilişkisi, menfaat ilişkisi, ideoloji ilişkisi, fraksiyon, parti-teşkilat-cemaat
ilişkisi atamalarda etkindir. Pazarlıklar yapılmaktadır. Hatırlı olanların
atanması, ehil olanların atanmaması yaygınlaşmaktadır.
· Konuya
ve yönetim bilgisine sahip olmayanlar, düşünce tembelliği olanlar, çözüm
aramayanlar, kararsızlar, sorumluluktan kaçanlar, üst yönetimlere zorluk
çıkarmayanlar, evet efendimciler genellikle atanmaktadır.
· Atanan
yöneticiler bir müddet sonra bilgiçlik taslamak, gösteriş yapmak, kibir ve
gurur gibi hastalıklara yakalanmaktadır.
· Yöneticiler
sorumluluk almaktan kaçınmakta, yetki kullanmamakta, kararları netleştirmemekte
ve kendi yetkisinde bile olan işleri üst yönetime havale etmektedir.
· Bazı
güçler, mekanizmalar tarafından yöneticilerin mal, makam ve kadın zaafları
tespit edilip kurumun ve ülkenin zararına olacak tarzda kendilerine, rüşvet ve
şantajla iş yaptırılmaktadır.
· Şura
ilkesi adeta unutulmuştur, emir komuta sistemi çalışmakta, yönetici, lider
merkezli düşünceler, fikirler baskındır.
· Yönetimin
denetlenmesindeki denetim ilkesi, 1-Öz denetim, 2-Alt denetim, 3- Üst denetim
işlemez durumdadır.
· Benzer
şekilde devlet sisteminde denetim mekanizmaları ya çalışmamakta ya da
yönetimlerin hoşuna gidecek raporlar sunmaktadır.
Yukarıda ifade edilmeye çalışılan sorunlar, ana sorunlarımızdır. Bunları daha da çoğaltmak ve ayrıntılı hâle getirmek mümkündür.
Bu sorunları çözmek zor olabilir ve fakat imkânsız
değildir. Genelde İslâm dünyasında, özelde
Türkiye’deki gönüllü kuruluşlar, bilim uzmanları, kanaat önderleri bu sorunları
ciddiye almalı, birlikte konuyu enine boyuna tartışarak politikalar, projeler
üretmeli ve siyasi yapılara sunmalıdır; bu, bugün için en önemli tarihî görevlerden
biridir. Bu
yazı serisinde yol boyu bu sorunların bazıları, imkânlar nispetinde ele alınıp
değerlendirilecek ve çözüm önerilerinde bulunulacaktır.
“Nereye Gidiyorsunuz?”
Tekvîr Suresi, Mekke’de nazil olmuş bu dünya (yer küre hayatı) ile ahiret arasında ilişki kuran, burada yapıp ettiklerimizi sorgulama anlamında tefekkür etmemizi isteyen ve bunun için kıyamet ile ilgili bazı sahnelere dikkat çekerek nereye gittiğimizi sorgulatmak isteyen sureler zincirinden biridir. Üzerinde tefekkür edilmesi ve herkesin kendi durumunu değerlendirmesi ve sorgulaması açısından surenin tamamı aşağıya alınmıştır:
“Güneş katlanıp dürüldüğünde; yıldızlar bulandığında; dağlar yürütüldüğünde; kıyılmaz mallar bırakıldığında, vahşi hayvanlar bir araya toplandığında; denizler ateşlendiğinde (suları çekilip, volkanlar hâlinde ateş püskürdüğünde), nefisler eşleştirildiğinde (iyiler iyilerle, kötüler kötülerle bir araya toplandığında), diri diri toprağa gömülen kıza sorulduğunda; ‘Hangi günahtan dolayı öldürüldü?’ diye. Amel defterleri açıldığında; gök sıyrılıp açıldığında; cehennem kızıştırıldığında, ve cennet yaklaştırıldığında; herkes ne getirmiş olduğunu anlar. Şimdi yemin ederim o sinenlere (gündüzleri gözden kaybolan yıldızlara); o, akıp akıp yuvasına gidenlere; yöneldiği an geceye; nefeslendiği (ağardığı) an sabaha ki; kuşkusuz o Kur’ân, değerli bir elçinin sözüdür. O elçi güçlüdür; arşın sahibinin yanında çok itibarlıdır. Orada ona itaat edilir, güvenilir. Arkadaşınızı cin çarpmış değildir. And olsun o, Cebrail’i açık ufukta gördü. O, gayb hakkında cimri de değildir. O, kovulmuş bir şeytanın sözü değildir. Hâl böyle iken, siz nereye gidiyorsunuz? O, âlemler için öğütten başka bir şey değildir. Sizden dosdoğru bir yön (istikamet) tutturmak isteyenler için. Âlemlerin Rabbi Allah dilemeyince, siz dileyemezsiniz.” (8/Tekvîr, 1- 29)
Sureyi ana hatları ile dört ana kısımda/grupta
değerlendirmek mümkündür. Birinci grup, kıyametin vuku
bulması ile ilgili on iki büyük olayın yer aldığı kısımdır: “Güneşin
dürülmesi”; “Yıldızların bulanması”; “Dağların yürütülmesi”; “Kıyılmaz malların
bırakılması”; “Vahşi hayvanların toplanması”; “Denizlerin ateşlenmesi”;
“Nefislerin eşleştirilmesi”; “Diri diri gömülen kıza sorulması”; “Amel
defterlerinin açılması”; “Göğün sıyrılıp açılması”; “Cehennemin
kızıştırılması”; “Cennetin yaklaştırılması”.
İkinci grup, “Gündüzleri gözden kaybolan yıldızlara”; “Akıp yuvasına gidenlere”;
“Geceye”; “Ağardığı an sabaha” yemin edilen kısım olup daha sonra ifade
edileceklerin önemine, ağırlığına ve büyüklüğüne dikkat çekme ile ilgilidir. Bu
kısmın sonunda, “Kuşkusuz o Kur’ân, değerli bir elçinin sözüdür.” denerek Kur’ân’a
ve elçiye dikkat çekilmektedir.
Üçüncü grupta elçinin özelliklerine,
itibarına, söyledikleri sözlerin ve getirdiklerinin önemine, yaptığı çağrıya
vurgu yapılmaktadır. Bu çağrıya kulak vermeyenlerin, gereğini yerine
getirmeyenlerin “nereye gittiği” sorgulanmaktadır.
Dördüncü kısımda ise “Doğru yolu
arayanlar” ve “Doğru yola gitmek isteyenler” için “Kur’ân’ın öğüt” ve “Rehber” olduğu
ifade edilmektedir.
“Nereye gidiyorsunuz?” sorusu (81/26), Kur’ân’ın çağrısı ve Kur’ân’ın öngördüğü hayat tarzı ortada varken çağrıya uygun olmayan tüm davranış, tutum, tavır ve düşüncenin sorgulanması gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu bağlamda genelde İslâm dünyasının, özelde Türkiye’nin, daha da özel olarak dinî hassasiyet sahiplerinin, nereye doğru gittiklerini ve toplumsalın istikametinin nereye yöneldiğini sorgulaması gerekmektedir:
· Sigara, alkol, uyuşturucu ve fuhşun 10-12 yaş düzeyine
indiği bir Türkiye, nereye yelken açıp gitmektedir?
· Gökdelenleri ile komşulukların öldürüldüğü, cami ve
minareleri ile İslâm diyarı diye seslenen şehirlerin siluetlerinin yok edildiği
bir Türkiye nereye gitmektedir?
· 1+1, 1+2 ev politikaları ile geniş ailenin parçalanıp
çekirdek aileye dönüştürüldüğü, akrabalık ilişkilerinin yok edilmek üzere
olduğu bir Türkiye nereye gitmektedir?
· İstanbul’un tarihî yarımadasını otellerle doldurup,
turist bakışa teslim eden, evsiz kılınan, camilerini cemaatsiz bırakan bir
Türkiye nereye gitmektedir?
· Kreş ve huzurevlerini çoğaltan bir Türkiye nereye
gitmektedir?
· Rantiyenin, rüşvet ve yolsuzluğun doğallaştırıldığı
bir Türkiye nereye gitmektedir?
· Cinsiyet farklılığının ortadan kaldırılmak istendiği,
eşcinselliğin doğallaştırıldığı, aldatmanın, gayrimeşru çocuk meydana
getirilmesinin normalleştirildiği bir Türkiye nereye gitmektedir?
· Genç kız ve erkeklerin nikâhsız, aynı evde
yaşadıkları bir Türkiye nereye gitmektedir?
· İnsanlarının birbirine güvenmediği bir Türkiye nereye
gitmektedir?
· Mafyanın ve çetelerin kökünü kazımayan ya da
kazıyamayan bir Türkiye nereye gitmektedir?
· Boşanmaların arttığı, aile reisliğinin kalktığı,
evlerin arenaya ve otele döndürülmek istendiği bir Türkiye nereye yol
almaktadır?
· Etnik, mezhepsel ve sınıfsal bakımdan kamplaşan bir
Türkiye nereye gitmektedir?
· ‘Dindarlarının’ surlarla çevrili mekânlarda/lüks
sitelerde yaşadığı bir Türkiye nereye gitmektedir?
· Cuma, bayram namazlarında camileri tıklım tıklım
dolan, dindarlığı ile muhtevası uyuşmayan bir insan unsurunun her geçen gün
sayısının arttığı bir Türkiye nereye gitmektedir?
· Tüketen, tüketim toplumuna dönüşen, kredi kartları
ile borçlandırılarak yaşatılan bir toplumun inşa edildiği bir Türkiye nereye
gitmektedir?
· Dijital teknolojinin, sosyal medyanın, internetin şer
ittifakının elinde olduğu ve bunlara karşı çözüm üretmeyen bir Türkiye nereye
gitmektedir?
· Bu soruları daha da artırmak, genişletmek mümkündür.
Sonuç: Bu Gidişatın Temel Sebebi Dünyevileşmek, Sekülerleşmek ve Laikleşmektir
Bu soruları
sormamızdaki amaç, Kur’ân’daki “Nereye gidiyorsunuz?” sorusuna dikkat
çekmektir. Eğer iman edenler, insanlık bu dünyada bu sorunun cevabını düzgün
vermez ve gereğini yapmaz ise öteki dünyada “Kaçacak yer neresi!” diye
soracak ve cevabını da alacaktır: “O gün insan, ‘Kaçacak yer neresi!’ diyecektir.
‘Hayır hayır! Sığınılacak bir yer yok. O gün, ‘sonunda varılıp karar kılınacak
yer (müstakar)’ yalnızca Rabbi’nin katıdır. İnsana o gün, önceden takdim
ettikleri ve erteledikleri şeylerle haber verilir. Daha doğrusu insan, kendi
kendinin şahididir. Kendi mazeretlerini ortaya atsa bile.” (75/Kıyâmet, 10-15)
Bu gidişatın temel sebebi nedir? Nasıl bir zihinsel değişim, dönüşüm ya da kırılma yaşanmaktadır ki bunlar olmaktadır? Bunlar, dünyevileşmenin, sekülerleşmenin ve laikleşmenin doğal tezahürleri olarak karşımıza çıkmaktadır. İster kabul etsin ister kabul etmesinler Müslümanlar son derece tehlikeli bir şekilde dünyevileşmekte, sekülerleşmekte ve laikleşmektedirler. Öyleyse dünyevileşmek, sekülerleşmek ve laikleşmek nedir? Bu soruların cevaplarını inşallah gelecek yazılarımızda vermeye çalışacağız.
[1] Burhanettin Can, “Ümmetin Helak Şekli:
Parçalanıp Birbirine Zulmetme, Birbiri ile Savaşma”, Umran, 2014.
[2] Burhanettin Can, “İslâm Coğrafyasını Kasıp Kavuran Fitne-1: Fitne Kavramının Semantik Analizi”, Umran, Eylül 2016. “İslâm Coğrafyasını Kasıp Kavuran Fitne-2: Fitnenin Dört Boyutu”, Umran, Ekim 2016, “Türkiye’yi Kasıp Kavuran Fitne -3”, Umran, Kasım 2016. “İslâm Coğrafyasını Kasıp Kavuran Fitnenin Kökünü Kazımak İçin İblisin/Şeytanın Yolundan Gidenlere Karşı Sınırsız ve Topyekûn Bir Savaşa Hazır Olmak ve Tüm Dünyayı İslâmlaştırmak”, Umran, Aralık 2016. Türkiye’deki Fitnenin Perde Arkası: Şer İttifakı, “Hayır Diyebilen Bir Türkiye” İstemiyor”, Umran, Ocak 2017.