1 Şubat 2023 Çarşamba

EY İMAN EDENLER! NEREYE GİDİYORSUNUZ? -1: İSLÂM DÜNYASININ TEMEL SORUNLARI

(Umran Dergisi)

Siz, insanlara iyiliği emrediyorken, kendinizi mi unutuyorsunuz? Oysa siz kitabı okumaktasınız. Yine de akıllanmayacak mısınız?”

                                                                                                  (2/Bakara, 44)

 

Osmanlı’yı yıkmak için Batı ile iş birliği yapanların, “Osmanlı sonrasında ne olacak, nasıl bir dünya kurulacak?” tasavvurlarının yokluğu ve daha da önemlisi iş birliği yaptıkları güçlerin niyetlerini, hedeflerini okuyamaması, sınırları cetvelle çizilmiş ülkelerin ve iş birlikçi diktatörlüklerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Ardından kültür ve medeniyet değiştirme projeleri yürürlüğe sokulmuş, buna karşı çıkan samimi dava insanları ile menfaatleri zedelenen eski iş birlikçiler, yeni iş birlikçiler üzerinden tasfiye edilmiş ve yeni diktatörlükler inşa edilmiştir.

İkinci Cihan Savaşı’nın sonunda Tahran, Moskova, Qubeec ve Yalta antlaşmaları ile Batı Bloku ile Komünist Blok arasında dünya paylaşılmıştır. Daha sonra bu iki blok, NATO ve Varşova Paktları adı altında bir hâkimiyet mücadelesi yürütmüşlerdir. Zamanla Hindistan’ın önderliğinde Bağlantısızlar Bloku ortaya çıkmıştır. Bu şekilde güçler arasında kurulan denge, Varşova Paktı’nın çökmesi ile bozulmuştur. Dünya, genelde Batı’nın açgözlülüğünün, doymazlığının ve kan emiciliğinin hedefi hâline gelecek yeni bir sömürgecilik dönemi ile karşı karşıya kalmıştır.

ABD, İngiltere, Siyonizm-İsrail, AB ve Vatikan, İslâm coğrafyasını hem değer sistemi ekseninde hem de ekonomik eksende dönüştürmeye ve yok etmeye çalışmaktadır. Sovyetlerin çöküşünden sonra NATO’da konsept değişikliği yapılmış, Düşman sembolü “kırmızı”dan “yeşil”e dönüştürülerek İslâm yeni düşman ilan edilmiştir.

ABD derin devletinin 11 Eylül provokasyonu ile birlikte bu eksen, İslâm dünyasına açık bir saldırıya geçmiştir. Afganistan ve Irak işgalleri bunun sonucudur. İslâm coğrafyası için bu, ABD eski başkanı George Bush’un tabiriyle 21. yüzyılda “100 yıl sürecek yeni Haçlı Seferleridir.” Müslümanların asla unutmaması gereken gerçek, 21. asırda yeni Haçlı Seferleri ile karşı karşıya kaldıklarıdır. Bu noktada hatırlanması lazım gelen bir diğer gerçek de tıpkı eski Haçlı Seferleri’nde olduğu gibi yeni Haçlı Seferleri’nde de her türlü ihanetin, iş birlikçiliğin, şuursuzluğun, dar görüşlülüğün kısa vadeli menfaatçiliğin vuku bulacağıdır.

İslâm dünyası adıyla anılan bölge Birinci Cihan Savaşı sonrasından başlamak üzere bir tezadı -genel olarak- bünyesinde barındırmaktadır. Genelde iş başındaki yönetimler ya Sovyetlerin ya da Batı’nın iş birlikçisi konumundadırlar. Mevcut sistemlerin bariz vasfı, kendi milletine yabancı, halkını düşman konumuna yerleştiren ya Batı ya da Sovyet değerlerine göre kurulmalarıdır. Sovyetlerin çöküşünden sonra birkaç istisna dışında hepsi Batı ile iş birliği içine girmişlerdir.

Bu süreçte dava merkezli hareketler çok ağır bedeller ödemişlerdir. Bununla birlikte İslâm coğrafyasında Hakk ve Batıl mücadelesi asla son bulmamış, ödenen bedellerle her geçen gün şuurlanan İslâmî hareketler ortaya çıkmış, mücadelesini vermiştir ve vermeye de devam etmektedir. Bu yazı serisinde, devam eden bu büyük mücadelenin minimum zayiatla başarılı olabilmesi için bir yol haritası ortaya koyma bağlamında genelde Müslümanların karşı karşıya kaldığı ana sorunlar ele alınıp değerlendirilecektir. İlk etapta İslâm dünyasında savaşan projeler ve İslâm dünyasının sorunları ana hatları ile ele alınıp incelenecektir.

Savaşan Projeler

Sovyetlerin çöküşü ile birlikte İkinci Cihan Savaşı’nın sonunda yapılmış Tahran, Moskova, Qubeec ve Yalta antlaşmalarının ve süreç içerisinde NATO ile Varşova Paktı ülkeleri arasında imzalanan “nükleer silahların kısıtlandırılması” gibi antlaşmaların ciddi bir hükmü kalmamıştır. Özellikle Şer İttifakı (ABD, İngiltere, Siyonizm, İsrail), diğer NATO ülkelerini devre dışı bırakarak “yeni bir dünya”/“yeni dünya düzeni” kurma projesini hayata geçirmek için pek çok alt projeyi devreye sokmuştur. Aşağıda ana hatları ile verilen projeler şartlara, zaman, mekâna bağlı olarak bazen birbiri ile çatışmakta bazen de uzlaşmaktadır:

Birinci Grup Projeler

              21. Yüzyıl ABD Yüzyılı Olacak Projesi (PNAC)(ABD),

              Kadife Darbeler Projesi (Şer İttifakı, Siyonizm,)

              Büyük Sıfırlama Projesi (Şer İttifakı, Siyonizm),

              Küresel Savaş Projesi (Şer İttifakı- Siyonizm),

              Biyolojik ve Ekolojik Savaşla Tüm Ülke Yönetimlerini Ekonomik Olarak Çökertme Projesi (Şer İttifakı-Siyonizm),

              Melez/Hibrit Savaşlar Dönemi Projeleri (Şer İttifakı, Rusya, Çin),

              Şehir Devletleri Projesi (Siyonizm),

              Tek Dünya Devleti/Tek Dünya Hükûmeti (Siyonizm),

              Rusya’nın Küresel Güç Olma Projesi,

              İngiltere’nin Küresel Güç Olma Projesi,

              Çin’in Küresel Güç Olma Projesi,

              Model Ortaklık Projesi (ABD),

        “Serbest Piyasa”- “Özelleştirme Projesi” (ABD-Siyonizm-Küresel Sermaye-AB), 

        Rusya ve Çin’i Bölerek ve Kuşatarak Küresel Güç Olma İmkânlarını Yok Etme Projesi (Şer İttifakı).

         

İkinci Grup Projeler

              Düşmanla/Rakiple Güvenlik Alanının Dışında Hesaplaşma Projesi (ABD/Çin/Rusya/İngiltere): Vekâlet Savaşları,

              Yerli İş Birlikçiler İnşa Etme Projesi/Fillerin Ehlileştirilme Projesi (Şer İttifakı, Rusya, Çin, İsrail),

              Bölge Güçlerinin Birbirini Dengeleme Projesi-Ayrı Dengeli Güç Odakları (Şer İttifakı, Rusya, Çin),

              Etnik-Mezhepsel Fay Hatları Oluşturma Projesi-Kaos Projesi (ABD/AB/Rusya/Çin/Siyonizm).

 

Üçüncü Grup Projeler

              Sıcak Denizlere İnme-Eski Müttefikleri Kazanma Projesi (Rusya),

        ABD’nin Yayılmasını Engelleme Projeleri (Rusya- Çin: ŞİO-BRIC Ülkeleri),

              Çin’in İpek Yolu Projesi.

               

Dördüncü Grup Projeler

              Büyük Ortadoğu Projesi [BOP; Şer İttifakı (ABD-İsrail-İngiltere-Siyonizm)],

              Büyük İsrail Projesi (BİP; İsrail-Siyonizm, ABD destekli)

              2. Sevr Projesi (AB),

              İslâm’ın İslâm’la Savaştırılması Projesi (Şer İttifakı, Siyonizm, AB, Vatikan),

     Avrasya’nın-Büyük Ortadoğu’nun Hıristiyanlaştırılması Projesi/’Dinler Arası Diyalog’ Projesi (Şer İttifakı- Vatikan),

          ‘NATO’nun Avrasya ve Büyük Ortadoğu’ya Yerleşmesi Projesi’ (ABD, İngiltere, Siyonizm)

          Çok Kutuplu Ortadoğu Projesi: Bölge Güçlerinin (Türkiye, İran, Mısır, Suudi Arabistan) Birbirlerini Dengelemesi Projesi-Ayrı Dengeli Güç Odakları Oluşturma (Şer İttifakı, AB).               

Beşinci Grup Projeler

              İran-ABD-AB Yakınlaşması Projesi: İran’ı Küresel Sisteme Entegrasyon Projesi (Şer İttifakı-AB),

           •              İran’da Kadife Devrim Şartlarını Hazırlama Projesi (Şer İttifakı),

              Türkiye-İran-Irak-Suriye Savaşı Projesi (Siyonizm-ABD-İngiltere-AB),

              Türkiye ile Birlikte Büyük Ortadoğu’yu Değiştirme Projesi-Türkiye’nin Patronluğu (Şer İttifakı),

              Türkiye’yi Irak-Suriye Bataklığına Çekme ve Boğma Projesi (Şer İttifakı).

               

Altıncı Grup Projeler

              D-8’ler Projesi (Türkiye)

              Yeni Osmanlı Projesi- Bölgesel Güç Olma Projesi (Türkiye),

              Türk Dünyası İş Birliği Projesi/Türk Dilini Konuşan Ülkeler Konseyi/Türk Devletler Teşkilatı Projesi.

 

Yedinci Grup Projeler

              Şia Savunma Hattı Projesi (İran-Irak-Suriye-Lübnan-Afrika)

       Şia Eksenini Parçalama, Yayılmasını Engelleme ve Sünni Bir Eksen Meydana Getirme Projesi (Birinci Eksen: Suudi Arabistan/Katar/Türkiye/Mısır; İkinci Eksen: Sünni Arap Yönetimleri+İsrail),

               Teröre Karşı Güç Birliği (Suudi Arabistan ve 30 Ülke).

Söz konusu projelerin kahir ekseriyeti, genellikle uzun vadeli 25, 50-100 yıllık olarak hazırlanmıştır. Bu tür projeler, birkaç başarısız operasyondan dolayı gündemden kaldırılmazlar. Genellikle yenilenir, yeni taktik ve stratejiler geliştirilerek yeniden sahaya sürülürler ya da daha elverişli şartlar olgunlaşıncaya/olgunlaştırılıncaya kadar yürürlükten kaldırılıp ötelenirler. Bir projenin mensupları tarafından başlatılan bir olay, diğer proje mensupları ile bazen çatışmaya bazen de uzlaşmaya sebep olabilmektedir. Stratejik düzlemde yapılan her stratejik ve taktik hamleler, muhataplar tarafından dikkate alınmakta ve ona göre kendilerine uygun karşı hamleler geliştirmektedirler.

Bu projelerin çoğunda, İslâm coğrafyasındaki Müslümanların birbiri ile savaşmaları gerçekleştirilmektedir. Yığınla taşeronun kullanıldığı, vekâlet savaşlarının yapıldığı, istihbarat örgütlerinin cirit attığı, kimin elinin kimin cebinde olduğunun kolayca anlaşılamadığı, ölenin ve öldürenin tekbir getirdiği, çok kirli, pis ve karanlık bir savaş yapılmakta; doğru ile yanlışın harmanlanarak servis edildiği bir psikolojik harekât yürütülmektedir.

“Arap Baharı” adı altında başlatılan ikinci nesil kadife darbe süreci, Tunus, Libya, Suriye, Irak’ta kaosa dönüşürken; Mısır’da Sisi darbesi ile yeni bir diktatörlük inşa edilmesine sebebiyet vermiştir. Pakistan, Afganistan, Yemen, Somali, Sudan ve birçok Afrika ülkesinde de Müslüman Müslüman’ın kanını akıtmakta ve İslâm dünyası akıl tutulması yaşamaktadır. Büyük İsrail ve Büyük Ortadoğu projeleri kapsamında, hukuken değil; fakat fiilen, Libya’nın, Sudan’ın, Irak’ın ve Yemen’in bölünmüş olması, bu projelerin adım adım uygulanmaya çalışıldığının bir göstergesidir.

Türkiye’de vuku bulan olayları, hele 15 Temmuz 2016 ihanet hareketi sonrasını, bu projeler kapsamında ele alıp değerlendirmek gerekmektedir. Türkiye’deki hiçbir olay, günü birlik, aniden ve tesadüfen meydana gelmemektedir. Arka planda vuku bulan çatışmayı, göz önüne almadıkça, sadece görünenle yetindikçe, anlık düşündükçe hem gerçekleri göremez hem de gerekli çözümleri üretemeyiz.  Bu coğrafyada meydana gelen olaylar, uzun vadeli çizilmiş stratejilerin bir sonucudur. Taktik zafer ve mağlubiyetler mutlaka önemlidir ve dikkate alınmalıdır. Ancak bundan daha önemli olan stratejik zafer ve mağlubiyetlerdir. Bazı taktik zafer ve mağlubiyetlerin, yem olarak kullanıldığı da asla unutulmamalıdır. Bugün İslâm coğrafyasında vuku bulan tüm kanlı hadiseler, iç ve dış dinamiklerin arakesitinde vuku bulmaktadır. Gelişmeler, sürpriz olarak gözüken olaylar, öncelikle bu çatışma perspektifinde etkili olan iç, bölgesel ve küresel dinamikler açısından ele alınıp incelenmeli ve değerlendirilmelidir.

Tüm sorumluluğu ve suçu, dış güçlere yükleyip kendimizi temize çıkarma, aklama yaklaşımı, gerçekçi bir yaklaşım olmadığı gibi iman etmiş olmanın yüklediği görev ve sorumlulukla da uyuşmamaktadır. “Siz, insanlara iyiliği emrederken, kendinizi mi unutuyorsunuz? Oysa siz kitabı okumaktasınız. Yine de akıllanmayacak mısınız?” (2/Bakara 44) ayeti kapsamında İslâm coğrafyasındaki iç dinamiklerin bu büyük kaos ortamının meydana gelmesinde çok büyük payının bulunduğunu göz önüne almamız gerekmektedir. Bu amaçla “İslâm Ümmetinin Helak Şekli: Birbiri ile Savaşma” adlı makalemiz, “helak” anahtar kavramı merkezli olarak kaleme alınmıştır.[1] Ümmetin içinde bulunduğu bu durum, bir başka anahtar kavram, fitne göz önüne alınarak çeşitli makalelerde değerlendirilmiş, dersler çıkarılmış ve tekliflerde bulunulmuştur.[2] Aşağıda İslâm dünyasının sorunları öncelikle sınıflandırılacak ve bu gidişatın istikameti sorgulanacaktır

 İslâm Dünyasının Temel Sorunları

İslâm dünyası, özellikle Osmanlı’nın gerileme ve yıkılış dönemlerinden sonra, değişik açılardan kendisini yenileyememiş, dünyanın ve Müslümanların gidişatını gerektiği gibi ön görememiştir. Dünyadaki kültürel, sosyal, askerî, ekonomik, ilmî ve teknolojik gelişimleri zamanında öngöremediği için de kendisini yenileyememiştir. Birinci Dünya Savaşı İslâm dünyasının parçalanması ve sömürgeleşmesini beraberinde getirmiştir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan dünya düzeninde İslâm coğrafyasında, Batı iş birlikçisi yönetimlere karşı genel de Sovyetler tarafından beslenen ve desteklenen “Sol-Sosyalist-Marksist” hareketler öne çıkmaya ve etkin olmaya başlamıştır. Libya-İran hattında Batı iş birlikçisi yönetimlere, krallara, diktatörlere karşı ordu, gençlik ve aydın kesiminden oluşan bir düzlemde çok ciddi direnişler ortaya çıkmış, bu ülkelerde genellikle sol darbelerle iktidarlar askerlerin eline geçmiştir. Batı iş birlikçisi krallar, diktatörler yerine Sovyet iş birlikçisi, askerî diktatörler işbaşına gelmiştir. Birinciler ülkelerinde Batı kültür ve medeniyetinin kodlarını inşa ederken, ikinciler “Sol-Marksist-Sosyalist” düşüncenin kodlarını inşa etmeye başlamışlardır. Birinciler, Batı’dan askerî ekonomik ihtiyaçlarını karşılarken; ikinciler Sovyetlerden karşılamaya başlamışlardır. Süreç Sovyetlerin çöküşüne kadar böyle devam etmiştir. Sovyetlerin çöküşünden sonra şer ittifakı öncülüğündeki Batı, yukarıda isimleri verilen projeler savaşı ile İslâm dünyası öncelikli olmak şartıyla tüm dünyada “yeni dünya düzeni” adıyla yeni bir dönem için özel operasyonlar yapmaya başlamıştır.

Osmanlı’nın yıkılışından günümüze kadar İslâm dünyasının pek çok ülkesinde İslâmî hareketler ortaya çıkmış, o günün şartlarına tekabül eden yoğun fikrî ve siyasi çalışmalar yapılmış, ciddi fikrî eserler ortaya konmuştur. Mısır, İran ve Pakistan merkezli İslâmî düşünce hareketleri çok verimli olmuş, ayrı bir İslâmî kimlik inşasını sağlamış, “biz de varız ve iddialıyız” deme noktasına Müslümanları getirmiştir. Tunus, Cezayir, Mısır, Türkiye, Irak, İran, Pakistan ve Malezya’da yapılan fikrî, kültürel ve siyasî çalışmalar, İslâmî mücadeleyi yeni bir boyuta taşımış ve İslâmî bir kimliğin inşasının önünü açmıştır. İran İslâm Devrimi ile mücadele bambaşka bir boyuta taşınmıştır. Türkiye’de Millî Görüş Hareketi, Mısır’da Müslüman Kardeşler Hareketi, Cezayir’de FİS Hareketi, Tunus’ta El-Nahda Hareketi ve Pakistan’da Cemaat-i İslâmî Hareketi diğer İslâm ülkelerindeki mücadelelere örnek olmuş, pek çok ülkede partileşme hareketi hızlanmış, siyasi bir mücadele üzerinden İslâm için mücadele edilmeye başlanmıştır. Tunus, Cezayir, Mısır ve Türkiye’deki siyasal mücadeleler, askerî ve yargısal darbelerin muhatabı olmuş, sürgünler yaşanmıştır.

Yükselen İslâmî dalgayı engellemek ve itibarsızlaştırmak için Şer İttifakı destekli, İslâmî görüntülü ya yeni hareketler inşa edilmiş ya da var olanlara sızılarak ele geçirilip saptırılmıştır. Terörist hareketler inşa edilip İslâm coğrafyasına yerleştirilmiştir. Bütün bu iş birlikçi yapılar adına değişik İslâm ülkelerinde terör eylemleri, darbeler yapılmış, halka zulmedilmiş, ele geçirdikleri kadınları cariye, erkekleri ise köle ilan etmiş, işkence ve öldürme videoları yayınlanarak hem İslâm ülkelerinde hem de tüm dünyada İslâm’a ve Müslümanlara karşı bir alerji hatta düşmanlık meydana gelmesine sebebiyet verilmiştir. Türkiye’de FETÖ hareketi üzerinden yapılan askerî darbe girişimi, Afganistan merkezli el-Kaide, Irak-Suriye hattında IŞİD hareketinin terör eylemlerinin yaptığı tahribat çok büyük olmuştur.

Son yüzyılda İslâm adına verilen değişik boyutlardaki mücadeleler, bütün eksikliklerine ve hatalarına rağmen çok ciddi bir altyapı oluşturmuştur. Öncelikle bunun altının çizilmesinde fayda vardır. Oluşan bu altyapının daha iyiye, daha güzele doğru götürülebilmesi için şu anki sorunların duygusallıktan uzak, gerçekçi bir şekilde tespit edilmesi gerekmektedir. Bu sorunları değişik açılardan sınıflandırmak mümkündür.  Aşağıda açıklama yapılmadan sadece sorunların bir listelemesi yapılmaktadır. Daha sonra sorunların bir kısmı, ayrı yazılar hâlinde ele alınıp değerlendirilecektir:

Hz. Âdem’in Yaratılması ve İblis’le Mücadelenin Sonucu Savaş İlanının ve Oluşan İkili Sistemin Unutulması

Hz. Âdem yaratıldıktan sonra Allah, melekler topluluğuna “Âdeme secde edin!” diye emretmiş, bu emre cinlerden olan İblis uymayarak Allah’a isyan etmiştir. İblis; cennete yerleştirilen Hz. Âdem ile eşini tuzağa düşürerek cennetten çıkarılmalarına vesile olmuştur. Hz. Âdem ile eşi tövbe etmiş ve bazı bilgilerle donatılarak yeryüzüne gönderilmişlerdir. İblis kıyamet gününe kadar Allah’tan yaşama izni istemiş ve bu izin kendisine verilmiştir. Bu izni alan İblis Hz. Âdem ve nesline “Sınırsız ve topyekûn” bir savaş ilan etmiştir. Müslümanlar bu savaş ilanını yol boyu, günlük hayat içerisinde unutmakta ve şeytanların tuzaklarına düşmektedirler. İblis’in açtığı bu savaş ile birbirine zıt ve birbiri ile çatışan bir genel sistem ortaya çıkmıştır. Bu ikili genel sistem Müslümanlar tarafından dikkate alınmamakta, gereği yapılmamaktadır:


İki Amaç: Allah’ın rızasını kazanmak-İblis’in rızasını kazanmak

İki Değer Sistemi: Hak-Batıl

İki Yol: Sırât-ı Müstakim-Şeytanın Yolu

İki Rehber: Allah, Peygamber, Müminler-İblis, Tağut

İki Kimlik: İman Edenler-İnkâr edenler

İki Sistem: Vahiy, Fıtrat Merkezli-İblis, Heva Merkezli

İki Ahlak Sistemi: Vahiy, Fıtrat Merkezli-İblis, Heva Merkezli

   İki Hukuk Sistemi: Vahiy, Fıtrat Merkezli-İblis, Heva Merkezli

   İki Kültür Medeniyet Sistemi: Vahiy, Fıtrat Merkezli-İblis-Heva Merkezli

İki Hedef: Dünyanın İslâmlaştırılması, Fitne ve fesadın kökünün kazınması-Dünyanın şeytanlaştırılması, fitne ve fesadın kök salması

Hatalar, Günahlar Durumunda İki Tavır: Tövbe edip Allah’tan af dileme-Kibir hastalığına yakalanıp isyan ederek Allah’ı ve başkalarını suçlama

Varılacak İki Yer: Cennet-Cehennem

Bu Dünya Öteki Dünya Denklemini İyi Kuramamak 

·                    Ahireti inkâr etmek değil canlı ve diri bir şekilde hafızada tutmamak, unutur gibi olmak, bunun sonucunda dünyevileşmek.

·                    Dünyevileşmenin devamında sekülerleşmek, laikleşmek.

·                    Günlük hayat meşgalesi içerisinde hesap gününü unutmak, helalle haramı karıştırmak. Hatta haramla helalin yerini değiştirmek.

·                    Adalet konusunda duyarsızlaşmak, unutmak, adaletsizlik yapmak.

·                    Ahlaki sorumlulukları yerine getirmemek, duyarsızlaşmak.

·                    Yıllık umre yaparak hataları ve günahları sıfırlama mantığını geliştirmek.

Melez Değer Sistemi, Akışkan Kimlikler Sorunu

Tarihin başlangıcında oluşan iki ana değer sisteminin temel değerleri arasında uzlaşma yoktur. Uzlaşma ile meydana gelen sapma, Allah tarafından peygamberler gönderilerek düzeltilmek istenmiştir. Bu durum, Hakk’la batılın mücadelesine neden olmuştur. İslâm dünyasında en ciddi sıkıntılardan biri, bu mücadelenin unutulması değerler konusunda hassas davranılmamasıdır.

Tarihin başlangıcından bugüne kadar yapılan mücadelelerde önemli sorunlardan biri de Hakk değerlerle batıl değerlerin harmanlanarak Hakk diye sunulmasıdır. Bu şekilde temel değerlerin harmanlanması ile oluşan değer sistemi, melez değerler sistemi olup Hakk değildir, batıldır; maruf değil münkerdir; helal değil haramdır; hasene değil, seyyiedir; tayyip değil, habistir.  Kimliklerin özünde değer sistemleri vardır. O nedenle melez değer sistemi, akışkan kimlik oluşturur ve sosyal şizofreniye sebebiyet verir. Bugün İslâm dünyasının en ciddi sorunu, akışkan kimlikler ve bunun neden olduğu sosyal şizofrenidir. Münafık ve kalbinde hastalık olan insan unsurlarının çoğalmasının ve yaygınlaşmasının ana nedeni budur.

Sistem Tasavvuru İçin Gaye (Misyon) ve Ufuk (Vizyon) Sorunu

·                    Misyon ve vizyonla ilgili 9+9=18 sorunun cevaplarını netleştirememek:

Gaye (Misyon) ile İlgili 9 Soru:

·                 1. Kâinat niçin yaratıldı? 2. İnsan niçin yaratıldı? 3. İnsanlık âleminde, biz kimiz? 4. Biz hangi dünya görüşünün insanlarıyız? 5. Biz hangi bilgi kaynaklarını kullanırız? 6. Biz hangi coğrafyanın insanlarıyız? 7. Biz hangi millete mensubuz? 8. Biz hangi ümmete mensubuz?  9. Biz hangi kültür ve medeniyetin çocuklarıyız?

Ufuk (Vizyon) ile İlgili 9 Soru:

·                  1. Biz nasıl bir insan istiyoruz? 2. Biz nasıl bir aile istiyoruz? 3. Biz nasıl bir nesil istiyoruz? 4. Biz nasıl bir cemaat istiyoruz? 5. Biz nasıl bir millet istiyoruz? 6. Biz nasıl bir ümmet istiyoruz? 7. Biz nasıl bir insanlık istiyoruz? 8. Ekolojik anlamda biz nasıl bir dünya istiyoruz? 9. Biz farklı inanç sistemlerine mensup insanların hak ve hukukunu koruyacak nasıl bir dünya sistemi istiyoruz?

·               İslâm’ın öngördüğü yaşam tarzının, yaşanılır hâli olan sistemin bütün yönleri ile teorik temellerinin inşa edilmemesi.

·               21. asra hitap edecek, insanlığı kurtaracak sistemin “aile yapısı, ekonomik yapısı, hukuksal yapısı, idari yapısı, devlet yapısı, uluslararası ilişkiler boyutu” gibi çok değişik boyutlarının teorisinin yapılması ve yol boyu sürekli olarak yenilenmesi çalışmalarının yapılmaması.

·               Teorisiz pratik yapılmasının oluşturduğu kaos ortamında yol kaybına uğranmasından çıkış çalışmalarının yapılmaması…

Sorunları Çözme Yaklaşımında Hatalar Yapılması

·                    Olaylara stratejik olarak bakmamak ve ele almamak.

·                    Bütüne bakmamak, tek boyutlu ve tek yönlü bakmak, alternatifleri düşünmemek.

·                    Büyük fotoğrafa bakmamak, ayrıntıda boğulmak.

·                    Olaylar üzerinde genellikle etkili olan dört ana dinamiği (1. İç dinamikler, 2. Bölgesel dinamikler, 3. Küresel dinamikler, 4. İlahi irade) göz önüne almamak, meselelere tek boyutlu bakmak.

·                    Sorunları çözmede, teori inşasında, sistemsel ve bir bütün olarak meseleleri kendi kültür ve medeniyet kodlarına göre ele almamak. 6 DT formülünü uygulamamak: 1. Doğru terimler/kavramlar kullanmak, 2. Doğru tespit yapmak, 3. Doğru teşhis yapmak, 4. Doğru tedavi uygulamak, 5. Doğru tedbir almak, 6. Doğru terakki geliştirmek.

·                    Bilgi kaynaklarını bütün olarak kullanmamak.

Bilgi Kaynaklarına Sorunlu Yaklaşım

·               Bilgi kaynaklarımız: 1. Kur’ân, 2. Sünnet, 3. Akıl, 4. Beş duyu, 5. Deney ve gözlem, 6. Geçmişte yapılmış olan çalışmalar, 7. Temel değerlerimizle çatışmayan, uyumlu olan insanlık tarihinin birikimleri.

·               Geçmişteki içtihatların, verilmiş fetvaların şartlarını, kapsam alanını, bugüne uygun olup olmadığını göz önüne almadan kullanmaya kalkmak; bu yaklaşıma karşı fikir, görüş beyan edenleri, kâfirlikle suçlamak, itham etmek, karalamak, linç etmeye kalkmak.

·               Genellikle hadislere karşı çıkılması, özelde de senetleri sağlam olan bazı hadislerin çok boyutlu değerlendirilmeden, “uydurmadır!” yaklaşımının sergilenmesi.

·               Kur’ân’ın tarihsel olduğu, günümüze hitap etmediği yaklaşımının sergilenmesi.

·               Kur’ân’daki kıssaların gerçekte olmadığı, sembolik olduğunun iddia edilmesi.

·               Kur’ân’ın manasının Allah’a ait olduğu, sözlerinin Hz. Muhammed’e (s.a.v.) ait olduğunun iddia edilmesi.

·               Kur’ân’da yer alan tıp, fizik, astronomi, mühendislik, sosyoloji, psikoloji, maden, metalürji vb. alanlarla ilgili olan ayetlerin tefsirine karşı çıkılması, bu tür tefsir etme yaklaşımına da ilmî tefsir denmesi.

·               Kur’ân ve sünnet düzleminde konuya ilişkin tüm anahtar ve odak kavramları ve bunlarla ilgili semantik alanı göz önüne almadan tefsir, yorum ve değerlendirme yapılması.

·               Tüm insanlığa sunulacak ve ana temel değerler sabit kalmak şartıyla ikincil değerler düzleminde zamana ve şartlara bağlı olarak sürekli güncellenecek kültür ve medeniyet kodları inşa etmemek, kültürel iktidarı mümkün kılacak atılımlarda bulunmamak. Bunun yerine hep geçmişle övünmek. Geçmişten günümüze gelememek.

·               Kendi tezini veya iddiasını kuvvetlendiren ya da destekleyen ayet ve hadisleri alması, farklı olanları dikkate almaması, bütüne bakmaması.

·               Bazı tefsirlerde İsrailiyattan yapılan alıntıları görmemek, olduğu gibi alıp kullanmak.

Kavramsal Kargaşa

·                    Kur’ân ve sünnetteki bazı kavramlar, anahtar ve odak mahiyetindedir. Çok anlamlıdırlar. Bu tür kavramların olduğu konuları değerlendirme ve yorumlamada semantik alanı ve çok boyutluluğu göz önüne almamak.

·                    Cihat ile kıtal kavramlarını özdeş hâle getirmek.

·        Seküler, laik kesimler tarafından yapılan saldırılar karşısında kavramların anlam alanlarını daraltmak, çarpıtmak, geçmişi suçlamak, karalamak.

·                    Kavramlar üzerine inşa edilen hukuksal yapıyı çarpıtmak.

·                    İsrailiyatın kavramlar üzerindeki tahribatına dikkat etmemek.

·               Farklı dillerde yapılan meal çalışmalarında Arapça kavramın anlam alanını daraltacak şekilde anlamlandırmak.

Ahlak Sistemini Parçalamak, Duyarsızlaşmak

Ahlak, bir sistemin yaşayabilmesi için hukuk dışında toplumsal denetimi sağlayan gönüllü yaptırım sistemidir.

·                    En ciddi sorun ahlak konusunda duyarsızlaşmak, hatta ahlaksızlık yapmak.

·                    Fert, aile, komşu, akraba, toplum, cemaat, hareket, teşkilat, parti, devlet, siyaset ve uluslararası ilişkilerde olması gereken ahlaki kuralları uygulamamak ve hassasiyet kaybına uğramak.

·                    Yandaşları korumak.

·                    Kendinden olan zalimleri, hırsızları, yolsuzluk yapanları, rüşvetçileri, zina yapanları görmezden gelmek, korumak, “Kol kırılır yen içerisinde kalır.” yaklaşımını uygulamak,

·                    Toplumsal ve ekonomik sıkıntıları adil çekmemek, fakir olanları korumayıp daha fazla yük yüklemek, kendi yandaşlarını ve imkânı olanları teşviklerle, vergi muafiyetleri vb. imkânlarla daha da rahatlatmak.

·                    İhtilaf ve ittifak ahlakına uymamak, tefrikaya düşmek.

·                    LGBTIQ+hareketini savunmak, zinayı, fuhşu, cinsel yönelimi meşru görmek ve savunmak.

·                    Dinî nikâhı ve şahitlik müessesesini oyuncak, evliliği evcilik edinmek, boşanmaları ciddiye almayıp tedbir mekanizmaları geliştirmemek.

·                    Ahde vefa etmemek.

·                    Yalanı günlük hayatın bir parçası yapmak.

·                    Ekonomik yaklaşımlarda, faizci, tefeci olmak, stokçuluk yapmak.

·                    Sözünde durmamak, sözleşmelere uymamak, ihalelere fesat karıştırmak, yandaş politikası uygulamak, rüşvet almak ve vermek.

Adalet Yerine Zulüm İcra Etmek

Adalet, olması gerekeni olması gereken yere, ait olduğu konuma koymaktır. Tersi zülümdür.

·               Adaletin gereğini, ailede, komşulukta, akrabalıkta, mahallede, teşkilatta, cemaatte, partide, toplumda, devlette, siyasette ve uluslararası ilişkilerde uygulamamak, gerekli hassasiyeti göstermemek.

·               Miras ve boşanma hukukunda taraf tutmak, hassas davranmamak.

·               İhalelerde taraf tutmak.

·               Kadro tahsisi ve atamalarda adaletsizlik yapmak.

·               Çocuklar arasında ayırımcılık yapmak.

·               Atamalarda ehliyet ve liyakate riayet etmemek, emanetleri ehline vermeyerek, başta emanete, ehil olana, ehil olmayana ve o emanetten istifade edecek tüm topluma zulmetmek.

·               Kendi hatalarını hep başkalarının üzerine yıkmak, suçlamak.

·               Sözleşmelere uymamak, ihalelere fesat karıştırmak, yandaş politikası uygulamak, rüşvet almak, vermek ve göz yummak.

·               Kadınlara uygulanan şiddetin mahiyetini, gerekçesini, kim tarafından niçin uygulandığını, uygulayan kişilerin kişiliklerini, dindarlıklarını, gerekçelerini göz önüne almadan, araştırmadan,  eylemin din ile ilgisi olup olmadığına bakmadan, araştırmadan doğrudan doğruya dini suçlamak, karalamak.

Sistemi Değiştirme Sorunu

Sistemler belli bir felsefî düşüncenin, inancın, ideolojinin üzerine kurulurlar. Devlet, ideolojinin/inancın/değer sisteminin iktidar olması hâlidir. Hayatın her alanındaki yapılanışın temelinde, kuruluş değer sistemi etkindir. Yasalar, değer sisteminin öngördüğü hayat tarzının inşa edilmesi ve korunması için vardır. Hükûmetler, devletin kuruluş felsefesine uygun olarak, yasalar kapsamında ülkeyi yönetmekle sorumludur.

·                    Bu gerçeğin gereğince algılanamaması ana sorundur.

·                    İslâm kültür ve medeniyetinin değerleri üzerine inşa edilecek bir sistem modeli oluşturmamak ya da oluşturamamak. Bu bağlamda teorisiz pratik yapmak. Eklektik bir sistem yaklaşımı öngörmek.

·                    Karşılaştığı sorunları kendi kültür ve medeniyet kodlarına göre çözmek yerine, Batı kültür ve medeniyet kodlarına göre çözmeye kalkmak. Türkiye’nin, Cumhuriyet’in başından bugüne gelinceye kadar dozajı değişmekle birlikte tüm yasal düzenlemeleri Batı’dan alıp uygulaması, AB uyum yasaları.

·                    Sistem modelini ithal etmek. Eğitimde Batı modellerini alıp kullanmak.

·                    Bu yaklaşımın neden olduğu melez değer sisteminin, sosyal şizofreninin ve akışkan kimliğin oluşmasını görememek ya da görmemek.

·                    Sistemi İslâm kültür ve medeniyet kodlarına göre değiştirme kararlılığındaki zafiyet.

·                    Sistemi değiştirmekle hükûmeti değiştirmek arasında sıkışmak.

·                    Sistemi değiştirme yerine hükûmeti değiştirmekle yetinmek.

·                    Seküler, kapitalist sistemi, hükûmet olarak yönetmek fakat ıslahat yapamamak, yapmamak, yönettiği için de sistemi savunmak.

·                    Batı iş birlikçisi, zalim diktatörler değişsin de ne olursa olsun, kim gelirse gelsin zafiyetine düşmek, kervan yolda dizilir yaklaşımına dayanmak. Daha da kötüsü, mevcut zalim iş birlikçilerin gitmesi için onların efendileri ile iş birliği yaparak iş birlikçi konumuna düşmek.

·                    Demir yumruklu zalimler, diktatörler, iş birlikçiler mutlaka gitmeli ve fakat onların yerine kadife eldiven giydirilmiş demir yumruklu zalimler, diktatörler, iş birlikçiler gelmemelidir olgusuna dikkat etmemek. 

Tedrici Toplumsal Değişim Yerine Ani Değişim İstemek

Toplumlar belli değerler etrafında oluşan bir kimliğin mensubudur. Değerler sistemi ve kültür-medeniyet kodları, toplumlar için olmazsa olmazdır. O nedenle seküler bir düşünce sisteminden İslâmî bir düşünce sistemine geçiş ani olmaz, olamaz.

·               İslâmî hareketlerin toplumsal değişimin ani ve hızlı olmasını istemeleri yanlış bir yaklaşımdır.

·               İnsanların giyim, kuşam ve yaşantılarını belirleyen, şekillendiren değerler sistemidir. Değerler sistemini değiştirmeden şekli değişimleri öncelemek ve bunun için insanlara baskı yapmak en önemli hatalardan biridir.

·               İnsanlara etki eden aile içi ve aile dışı faktörlerin olumsuz etkisini gidermeden suçlamak, karalamak, yapılan temel yanlışlardan biridir.

·               Teknoloji üretmemek ve fakat teknolojinin yan etkilerini göz önüne almadan alıp kullanmak.

·               Çizgi film, film, bilgisayar oyunları, reklam, müzik alanlarında kendi kültür ve medeniyet kodlarına göre üretim yapmamak, bunu önemsememek.

·               Dijital dönüşümü göz önüne almamak, dijital dönüşümü kendi kültür ve medeniyet kodlarımıza göre şekillendirebilmek için üretime yönelmemek.

·               Toplumsal değişim ve dönüşümde etkili olan akrabalık, komşuluk, mahallelik ilişkilerine dikkat etmemek, bunun için ahlak inşa etmemek.

·               Bütün toplumsal değişimin başlatıcısı ve devam ettiricisinin, yönetici kadrolar olduğunun bilincinde olmamak ve onlara bu sorumluluğu yüklememek, sorumsuz davranmalarına ses çıkarmamak.

Toplumsal Dayanışmanın Sağlanamaması

·               Kitabı ve sünneti parçalamak.

·               Mezhepçilik yapmak, mezhep bağnazlığına saplanmak.

·               Kavmiyetçilik hastalığına yakalanmak.

·               Sınıfsal ayırım yapmak.

·               Dünyevileşmek, sekülerleşmek, laikleşmek denkleminde kafa karışıklığı ve suçlamak.

·               Hizipçilik, dar grupçuluk, particilik yapmak, savunduğu partisinin yaptığı her şeyi savunmak, hep başkalarını suçlamak.

·               Güven bunalımı meydana getirmek.

 Farklı Cemaat, Teşkilat, Parti ve Hareketlere Sorunlu Yaklaşım 

·                    Genel olarak İslâm toplumlarında, İslâm davası için mücadele eden farklı cemaat-teşkilat-hareket-partilerin varlığını göz önüne almamak.

·                    Kendi yapısını hak olarak görüp farklı yapıları suçlamak, karalamak, itham etmek.

·                    Kendi teşkilat-cemaat-hareket-partisinin yaptığı hataları görmemek, kabul etmemek; aynı hataları başka yapılar yaptığında suçlamak, hakaret etmek.

·                    Farklı yapıların bazı ortak paydalar etrafında bir ve bütün olarak birlikte mücadele etmesi için gayret sarf etmemek.

·                    Siyasî partiyi, partisel mücadeleyi küfür olarak görmek ve mensuplarını küfürle itham etmek, suçlamak.

·                    Devlet memurluğunu küfür olarak görmek ve mensuplarını suçlamak.

·                    Bir yapının mensuplarının yaptığı bazı yorum ve değerlendirmelerin hatalı, yanlış olması durumunda suçlamak yerine en güzel tarzda bir mücadele yaklaşımı ile ikna etmeyi denememek.

·                    Fitnenin etkin olmasında katalizör rolü görmek.

İslâm’ın Emrettiği Tüm Dünyanın İslâmlaştırılması, Fitne ve Fesadın Kökünün Kazınması Stratejik Hedefini Unutmak ya da İhmal Etme

·               Dünyadaki fitne ve fesadın kökünün kazınması ve İslâm’ın iktidara gelmesi için uzun vadeli, kapsamlı üst bir stratejinin eksikliği. Bu büyük hedef için uzun vadeli 25-50-100 yıllık bir stratejinin ve projelerin olmaması.

·               Tüm dünyanın İslâmlaştırılması için uzun vadeli, kapsamlı üst bir stratejinin eksikliği. Bu büyük hedef için uzun vadeli 25-50-100 yıllık bir stratejinin ve projelerin olmaması.

·               Stratejinin sınırsız ve topyekûn mücadele ilkesi üzerine oturtulmaması veya bu noktada zaaf gösterilmesi.

·               Kısa vadeli taktiklerle yetinme zaafı göstermek.

·               Küresel düzlemdeki mücadelelere uygun olarak zamanında taktik ve stratejik hamlelerin yapılmaması, yapılamaması. Bu bağlamda dünyayı okuyamamak, büyük fotoğrafa bakmamak, ayrıntıda boğulmak.

·               Geniş ufuklu, donanımlı kadroların öncülüğünde, teşkilatlı, stratejik, plan ve programlı, sınırsız ve topyekûn mücadele temelli devrimci mücadele için bir toplumsal yapı inşa etmeyi hedeflememek ve inşa etmemek.

·               Bu büyük stratejiye uygun, hayatın her alanını kuşatacak kadroların yetiştirilmemesi, teşkilatlanmanın yapılmaması.

·               Toplumsal bir değişim ve dönüşüm için gerekli, köklü teorik çalışmaların yapılmaması ve toplumsal değişimin öngörülmemesi.

·               ‘Modernist Müslümanların’ veya liberallerin iktidarına razı olup devrimci mücadeleyi bırakmak.

·               Anlık ve günlük düşünerek karşılaşılan sorunlara çözüm aramak, uzun vadeli düşünmemek, hatta bunu gereksiz görmek.

·               Sorunların çözümünde ve kendi değer sistemi ile tezada düşmek.

·               Seküler dünyadan bilgi ve teori, çözüm ithal ederek, melez değerler sisteminin, akışkan kimliğin oluşmasına ve bunun doğal sonucu olarak da sosyal şizofreniye sebebiyet vermek.

Ümmetin Dayanışmasını, Birlikte Hareket Etmesini Sağlayamamak 

·                    Bugün dünyada yaklaşık 1,5 milyar Müslüman bir nüfus vardır. Bunu küresel politikada bir güç hâline getirmemek.

·                    İslâm İş Birliği Teşkilatı ve D-8’ler gibi kurulmuş yapıları verimli çalıştırmamak.

·                    Siyonizm’e, İsrail’e karşı ortak bir strateji, politika geliştirmemek.

·                    Batı sömürü mekanizmasına karşı ortak tavır almamak.

·                    Batının uyguladığı ambargoları zamanında kırmamak.

·                    Batı iş birlikçisi yönetimleri tasfiye etmemek.

·                    Teknoloji üretmek için dayanışma içine girmemek.

·                    Batı’nın, şer ittifakının, Rusya ve Çin’in İslâm ülkelerine yaptığı müdahalelere karşı ortak hareket etmemek.

·                    Mezhepçi, kavmiyetçi ve sınıfçı politikalar icra ederek dayanışmayı yıkmak.

·                    Teknoloji üretmemek, üretilenlere başlangıçta karşı çıkmak sonra alıp kullanmak.

·                    Teknolojinin meydana getireceği yan etkileri göz önüne almamak, harsı ve nesli korumamak.

·                    21. asrın teknolojik gelişmelerini takip edecek hatta önüne geçip şekillendirecek tarzda İslâm dünyasında ekonomik, kültürel, sosyal, psikolojik ve askerî dayanışma içerisine girmemek.

·                    Eğitim sistemini buna göre düzenlememek.

·                    Teknolojik gelişmelerin ortaya çıkardığı dijital dönüşümü, gerektiği gibi algılayıp tedbir almamak ve bunu İslâm davası için kullanacak tarzda şekillendirmeye yönelmemek.

Yönetim Hastalıklarını Görmemek, Kabul Etmemek

Dava, insanlığı ateşten korumak, fitne ve fesadın kökünü kazımak, adaleti inşa edip hâkim kılmak olması gerekirken bunlar önemsenmemekte hatta unutulmakta, dünyevi ihtiraslar ön plana çıkmaktadır. Bu hedef değişikliği, yönetim hastalığı dediğimiz hastalıklara sebebiyet vermektedir:

·                    Yönetim uygulamalarında hak, hukuk, adalet ve ahlak bazında çok ciddi zafiyetler ve kırılmalar söz konusudur.

·                    Babadan oğula, yakın akrabaya ilişkin bir yönetim devri vardır.

·                      Zengin fakir arasındaki makas her geçen gün açılmaktadır. “Refahtan şımarıp azan önde gelenlerin” kendileri ve çocukları, lüks ve sefa âlemlerinde yaşamaktadır.

·                    Kişilere bağımlı bir yönetim anlayışı geliştirilmektedir. İnsanların ölümlü olduğu adeta unutulmaktadır.

·                    Yöneticilerin çevresi yalakalık-yardakçılık-yağcılık yapmakta; devlet başkanının yanında doğruyu söylemeyip münafıklık yapmaktadır.

·                    Polis devleti despotizmi hâkimdir. Her üç kişiden birinin istihbaratçı olduğu bir istihbarat cehennemi söz konusudur.

·                    Seçimler göstermelik olup kazananı bellidir. Yönetim üzerine iş adamlarının ve yabancı güçlerin aşırı bir etkisi vardır.

·                    Yabancıların her istediğine “evet”, halkın her istediğine “hayır” diyen bir bürokrasi mevcuttur.

·                    Kaliteli birliktelik yerine nicelik ön plana çıkmıştır.

·                    Yönetim ilkelerinde keyfîlik vardır, ortak payda kaybolmuş durumdadır.

·                    Yönetimlerde adeta sevgi-saygı-şefkat ve merhamet zafiyeti vardır.

·                    Takva, değer, Kur’ân ve sünnet temelli birliktelik yerine şahsi düşünce ve yaklaşımlar, güç ve otorite etkin olmaya başlamıştır.

·                    Yönetici atama ve görevlendirme ilkelerinde, 1-Ehliyet-liyakat, 2- Sahasında güçlü olma, 3- Emin-güvenilir olma, 4- Adil olma, 5- Sevgi-şefkat-merhamet sahibi olma, 6- Yetki ve sorumluluk çerçevesini belirleme ve bilme, 7- Tüm yetenekleri keşfedebilme gibi özellikler genel olarak ihmal edilmektedir.

·                    Akrabalık ilişkisi, menfaat ilişkisi, ideoloji ilişkisi, fraksiyon, parti-teşkilat-cemaat ilişkisi atamalarda etkindir. Pazarlıklar yapılmaktadır. Hatırlı olanların atanması, ehil olanların atanmaması yaygınlaşmaktadır.

·                    Konuya ve yönetim bilgisine sahip olmayanlar, düşünce tembelliği olanlar, çözüm aramayanlar, kararsızlar, sorumluluktan kaçanlar, üst yönetimlere zorluk çıkarmayanlar, evet efendimciler genellikle atanmaktadır.

·                    Atanan yöneticiler bir müddet sonra bilgiçlik taslamak, gösteriş yapmak, kibir ve gurur gibi hastalıklara yakalanmaktadır.

·                    Yöneticiler sorumluluk almaktan kaçınmakta, yetki kullanmamakta, kararları netleştirmemekte ve kendi yetkisinde bile olan işleri üst yönetime havale etmektedir. 

·                    Bazı güçler, mekanizmalar tarafından yöneticilerin mal, makam ve kadın zaafları tespit edilip kurumun ve ülkenin zararına olacak tarzda kendilerine, rüşvet ve şantajla iş yaptırılmaktadır.

·                    Şura ilkesi adeta unutulmuştur, emir komuta sistemi çalışmakta, yönetici, lider merkezli düşünceler, fikirler baskındır.

·                    Yönetimin denetlenmesindeki denetim ilkesi, 1-Öz denetim, 2-Alt denetim, 3- Üst denetim işlemez durumdadır.

·                    Benzer şekilde devlet sisteminde denetim mekanizmaları ya çalışmamakta ya da yönetimlerin hoşuna gidecek raporlar sunmaktadır.

Yukarıda ifade edilmeye çalışılan sorunlar, ana sorunlarımızdır. Bunları daha da çoğaltmak ve ayrıntılı hâle getirmek mümkündür.

Bu sorunları çözmek zor olabilir ve fakat imkânsız değildir.  Genelde İslâm dünyasında, özelde Türkiye’deki gönüllü kuruluşlar, bilim uzmanları, kanaat önderleri bu sorunları ciddiye almalı, birlikte konuyu enine boyuna tartışarak politikalar, projeler üretmeli ve siyasi yapılara sunmalıdır; bu, bugün için en önemli tarihî görevlerden biridir. Bu yazı serisinde yol boyu bu sorunların bazıları, imkânlar nispetinde ele alınıp değerlendirilecek ve çözüm önerilerinde bulunulacaktır.

“Nereye Gidiyorsunuz?”

Tekvîr Suresi, Mekke’de nazil olmuş bu dünya (yer küre hayatı) ile ahiret arasında ilişki kuran, burada yapıp ettiklerimizi sorgulama anlamında tefekkür etmemizi isteyen ve bunun için kıyamet ile ilgili bazı sahnelere dikkat çekerek nereye gittiğimizi sorgulatmak isteyen sureler zincirinden biridir. Üzerinde tefekkür edilmesi ve herkesin kendi durumunu değerlendirmesi ve sorgulaması açısından surenin tamamı aşağıya alınmıştır:

“Güneş katlanıp dürüldüğünde; yıldızlar bulandığında; dağlar yürütüldüğünde; kıyılmaz mallar bırakıldığında, vahşi hayvanlar bir araya toplandığında; denizler ateşlendiğinde (suları çekilip, volkanlar hâlinde ateş püskürdüğünde), nefisler eşleştirildiğinde (iyiler iyilerle, kötüler kötülerle bir araya toplandığında), diri diri toprağa gömülen kıza sorulduğunda; ‘Hangi günahtan dolayı öldürüldü?’ diye. Amel defterleri açıldığında; gök sıyrılıp açıldığında; cehennem kızıştırıldığında, ve cennet yaklaştırıldığında; herkes ne getirmiş olduğunu anlar. Şimdi yemin ederim o sinenlere (gündüzleri gözden kaybolan yıldızlara); o, akıp akıp yuvasına gidenlere; yöneldiği an geceye; nefeslendiği (ağardığı) an sabaha ki; kuşkusuz o Kur’ân, değerli bir elçinin sözüdür. O elçi güçlüdür; arşın sahibinin yanında çok itibarlıdır. Orada ona itaat edilir, güvenilir. Arkadaşınızı cin çarpmış değildir.  And olsun o, Cebrail’i açık ufukta gördü. O, gayb hakkında cimri de değildir. O, kovulmuş bir şeytanın sözü değildir. Hâl böyle iken, siz nereye gidiyorsunuz? O, âlemler için öğütten başka bir şey değildir. Sizden dosdoğru bir yön (istikamet) tutturmak isteyenler için. Âlemlerin Rabbi Allah dilemeyince, siz dileyemezsiniz.” (8/Tekvîr, 1- 29)

Sureyi ana hatları ile dört ana kısımda/grupta değerlendirmek mümkündür.  Birinci grup, kıyametin vuku bulması ile ilgili on iki büyük olayın yer aldığı kısımdır: “Güneşin dürülmesi”; “Yıldızların bulanması”; “Dağların yürütülmesi”; “Kıyılmaz malların bırakılması”; “Vahşi hayvanların toplanması”; “Denizlerin ateşlenmesi”; “Nefislerin eşleştirilmesi”; “Diri diri gömülen kıza sorulması”; “Amel defterlerinin açılması”; “Göğün sıyrılıp açılması”; “Cehennemin kızıştırılması”; “Cennetin yaklaştırılması”.

 Bunların bir kısmı, insan havsalasının almadığı olaylardır. “Kıyılmaz malların bırakılması” ifadesinde, uğrunda çaba harcanan, mücadele edilen ve şehvetle bağlanılan malların bırakılıp gidileceğine özel bir vurgu yapılmaktadır. Böylelikle mal, mülk edinmeye bir anlam verilmektedir. “Amel defterlerinin açılması” ise bu dünyada yapılan her şeyin sorgulanıp ödül ve cezanın verilmesinin hatırlatılmasıdır. Herkesin öteye ne getirdiğini görüp bilmesi ve anlaması, bu kısmın sonunda dile getirilmektedir. (81/14)

İkinci grup, “Gündüzleri gözden kaybolan yıldızlara”; “Akıp yuvasına gidenlere”; “Geceye”; “Ağardığı an sabaha” yemin edilen kısım olup daha sonra ifade edileceklerin önemine, ağırlığına ve büyüklüğüne dikkat çekme ile ilgilidir. Bu kısmın sonunda, “Kuşkusuz o Kur’ân, değerli bir elçinin sözüdür.” denerek Kur’ân’a ve elçiye dikkat çekilmektedir.

Üçüncü grupta elçinin özelliklerine, itibarına, söyledikleri sözlerin ve getirdiklerinin önemine, yaptığı çağrıya vurgu yapılmaktadır. Bu çağrıya kulak vermeyenlerin, gereğini yerine getirmeyenlerin “nereye gittiği” sorgulanmaktadır.

Dördüncü kısımda ise “Doğru yolu arayanlar” ve “Doğru yola gitmek isteyenler” için “Kur’ân’ın öğüt” ve “Rehber” olduğu ifade edilmektedir.

“Nereye gidiyorsunuz?” sorusu (81/26), Kur’ân’ın çağrısı ve Kur’ân’ın öngördüğü hayat tarzı ortada varken çağrıya uygun olmayan tüm davranış, tutum, tavır ve düşüncenin sorgulanması gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu bağlamda genelde İslâm dünyasının, özelde Türkiye’nin, daha da özel olarak dinî hassasiyet sahiplerinin, nereye doğru gittiklerini ve toplumsalın istikametinin nereye yöneldiğini sorgulaması gerekmektedir:


· Sigara, alkol, uyuşturucu ve fuhşun 10-12 yaş düzeyine indiği bir Türkiye, nereye yelken açıp gitmektedir?

· Gökdelenleri ile komşulukların öldürüldüğü, cami ve minareleri ile İslâm diyarı diye seslenen şehirlerin siluetlerinin yok edildiği bir Türkiye nereye gitmektedir?

· 1+1, 1+2 ev politikaları ile geniş ailenin parçalanıp çekirdek aileye dönüştürüldüğü, akrabalık ilişkilerinin yok edilmek üzere olduğu bir Türkiye nereye gitmektedir?

· İstanbul’un tarihî yarımadasını otellerle doldurup, turist bakışa teslim eden, evsiz kılınan, camilerini cemaatsiz bırakan bir Türkiye nereye gitmektedir?

· Kreş ve huzurevlerini çoğaltan bir Türkiye nereye gitmektedir?

· Rantiyenin, rüşvet ve yolsuzluğun doğallaştırıldığı bir Türkiye nereye gitmektedir?

· Cinsiyet farklılığının ortadan kaldırılmak istendiği, eşcinselliğin doğallaştırıldığı, aldatmanın, gayrimeşru çocuk meydana getirilmesinin normalleştirildiği bir Türkiye nereye gitmektedir?

· Genç kız ve erkeklerin nikâhsız, aynı evde yaşadıkları bir Türkiye nereye gitmektedir?

· İnsanlarının birbirine güvenmediği bir Türkiye nereye gitmektedir?

· Mafyanın ve çetelerin kökünü kazımayan ya da kazıyamayan bir Türkiye nereye gitmektedir?

· Boşanmaların arttığı, aile reisliğinin kalktığı, evlerin arenaya ve otele döndürülmek istendiği bir Türkiye nereye yol almaktadır?

· Etnik, mezhepsel ve sınıfsal bakımdan kamplaşan bir Türkiye nereye gitmektedir?

· ‘Dindarlarının’ surlarla çevrili mekânlarda/lüks sitelerde yaşadığı bir Türkiye nereye gitmektedir?

· Cuma, bayram namazlarında camileri tıklım tıklım dolan, dindarlığı ile muhtevası uyuşmayan bir insan unsurunun her geçen gün sayısının arttığı bir Türkiye nereye gitmektedir?

· Tüketen, tüketim toplumuna dönüşen, kredi kartları ile borçlandırılarak yaşatılan bir toplumun inşa edildiği bir Türkiye nereye gitmektedir?

· Dijital teknolojinin, sosyal medyanın, internetin şer ittifakının elinde olduğu ve bunlara karşı çözüm üretmeyen bir Türkiye nereye gitmektedir?

· Bu soruları daha da artırmak, genişletmek mümkündür.

Sonuç: Bu Gidişatın Temel Sebebi Dünyevileşmek, Sekülerleşmek ve Laikleşmektir

 

Bu soruları sormamızdaki amaç, Kur’ân’daki “Nereye gidiyorsunuz?” sorusuna dikkat çekmektir. Eğer iman edenler, insanlık bu dünyada bu sorunun cevabını düzgün vermez ve gereğini yapmaz ise öteki dünyada “Kaçacak yer neresi!” diye soracak ve cevabını da alacaktır: “O gün insan, ‘Kaçacak yer neresi!’ diyecektir. ‘Hayır hayır! Sığınılacak bir yer yok. O gün, ‘sonunda varılıp karar kılınacak yer (müstakar)’ yalnızca Rabbi’nin katıdır. İnsana o gün, önceden takdim ettikleri ve erteledikleri şeylerle haber verilir. Daha doğrusu insan, kendi kendinin şahididir. Kendi mazeretlerini ortaya atsa bile.” (75/Kıyâmet, 10-15)  

Bu gidişatın temel sebebi nedir? Nasıl bir zihinsel değişim, dönüşüm ya da kırılma yaşanmaktadır ki bunlar olmaktadır? Bunlar, dünyevileşmenin, sekülerleşmenin ve laikleşmenin doğal tezahürleri olarak karşımıza çıkmaktadır. İster kabul etsin ister kabul etmesinler Müslümanlar son derece tehlikeli bir şekilde dünyevileşmekte, sekülerleşmekte ve laikleşmektedirler. Öyleyse dünyevileşmek, sekülerleşmek ve laikleşmek nedir? Bu soruların cevaplarını inşallah gelecek yazılarımızda vermeye çalışacağız.


[1] Burhanettin Can, “Ümmetin Helak Şekli: Parçalanıp Birbirine Zulmetme, Birbiri ile Savaşma”, Umran, 2014.

[2] Burhanettin Can, “İslâm Coğrafyasını Kasıp Kavuran Fitne-1: Fitne Kavramının Semantik Analizi”, Umran, Eylül 2016. “İslâm Coğrafyasını Kasıp Kavuran Fitne-2: Fitnenin Dört Boyutu”, Umran, Ekim 2016, “Türkiye’yi Kasıp Kavuran Fitne -3”, Umran, Kasım 2016. “İslâm Coğrafyasını Kasıp Kavuran Fitnenin Kökünü Kazımak İçin İblisin/Şeytanın Yolundan Gidenlere Karşı Sınırsız ve Topyekûn Bir Savaşa Hazır Olmak ve Tüm Dünyayı İslâmlaştırmak”, Umran, Aralık 2016. Türkiye’deki Fitnenin Perde Arkası: Şer İttifakı, “Hayır Diyebilen Bir Türkiye” İstemiyor”, Umran, Ocak 2017.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...