1 Haziran 2022 Çarşamba

BOĞAZİÇİ KADİFE DARBE SÜRECİ-3: GÖÇMENLER/SIĞINMACILAR AŞAMASI VE SOROS


(Umran Dergisi Haziran 2022 Yazısıdır)


Şer ittifakı (Siyonizm-ABD-İngiltere-İsrail), 21. yüzyılı “dijital dönüşüm” yüzyılı olarak öngörmekte, bu sebeple “büyük sıfırlama” (big reset) stratejisini uygulamaya sokmak istemektedir. Şer ittifakı, küresel salgın sürecini bu amaca dönük olarak değerlendirmiştir. Bunun için tüm dünyada var olan yönetimler/hükümetler ekonomik krizle yıpratılarak kadife darbelere uygun bir zemin oluşturulmaya çalışılmıştır. Hedef, siyasi iktidarları düşürebilecek bir gayrimemnunlar kitlesi inşa etmek olmuştur.

 Süreç devam etmekte, şer ittifakı ile dünyadaki ulusal yönetimler arasında ciddi bir hesaplaşma dönemi başlamak üzeredir. Avrasya coğrafyasında başlatılan ve devam ettirilmek istenen olaylara bu açıdan bakmak gerekmektedir. ABD Başkanı Trump, 25 Eylül 2018’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda “Küreselleşme ideolojisini reddettiklerini, ulusalcılık doktrinini kabul ettiklerini”[1] açıklamakla ABD’de WASP denilen Amerikan milliyetçileri ile Siyonist hareket arasındaki kavgada tarafını seçerek küreselci ekip Siyonizm’e karşı açık bir tavır almıştır.

Trump’ın daha sonra küresel salgının “tek merkezden”, “tek bir dünya hükümeti” tarafından yönetilmesi tekliflerine karşı çıkarak salgına karşı bir mücadele başlatmıştır. Henry Kissenger, Bill Gates, Hariri gibi Siyonist hareketin sözcüleri, küresel salgının “tek merkezden”, “tek bir dünya hükümeti” tarafından yönetilmesinde ısrarcı olmuşlar ve Trump’ın bunu gerçekleştirmesini istemişlerdir. Salgın ile mücadele için öngörülen böyle bir yapılanma ile Siyonizm, hedeflediği “tek dünya hükûmeti”, “tek dünya devleti”, “tek para sistemi”, “tek hukuk yapısı” ve “tek din” projesini hayata geçirebilecekti. Ancak salgının sürecinin yönetilme şekli, stratejisi üzerinde iki yapı anlaşamamış; Trump’ın temsil ettiği yapı buna, tam tersini yaparak, ABD’yi içe kapatarak cevap vermiştir. O andan itibaren bir taraftan Soros’un kadife darbeci ekibi eyaletlerde kadife darbe sürecini (4. Nesil Kadife Darbe Süreci) başlatırken; diğer taraftan Siyonist sermaye ABD’yi ekonomik krizin içine çekmeye ve krizi derinleştirmeye, böylece Trump yönetimini yıpratmaya çalışmıştır. Muhtemelen kongre binasının işgal hadisesi de sürecin bir devamıdır. Bu sürecin sonunda kadife darbe süreci ABD’de hedefine ulaşmış ve Trump seçimleri kaybederek şimdilik tasfiye edilmiştir. 

Sovyetler Birliği çöktükten sonra başlayan süreç dünyadaki savaş mantığının ve stratejisinin değişmesine sebep olmuştur. Konvansiyonel savaşlar, ordular ve silahlar dönemi yerine bunların da işin içerisinde olduğu ve en son kullanılan araçlar hâline geldiği yeni bir savaş türü ortaya çıkmıştır: Hibrit savaşları. Bu savaş türünde ordu, konvansiyonel silah daha az kullanılacak, bunun yerine askeri şirketler, teröristler, mafya, göçmen savaşçılar, göçmenler, istihbarat örgütleri ve hedef ülkedeki gayrimemnun kitleler, sivil toplum örgütleri kullanılacaktır.

Soros ekibinin stratejisini çizip başlattığı kadife darbeler/renkli darbeler, hibrit savaşlarının ilk uygulaması olarak kabul edilebilir. Kadife darbelerdeki mantığı inceleyip buradan yeni bir savaş stratejisi ortaya koyan Rusya Genelkurmay Başkanı Gerasimov olmuştur. Gerasimov Doktrini’nin öngördüğü savaş stratejisi, 2014 Ukrayna savaşlarında başarı ile uygulanmış ve Kırım Rusya tarafından ilhak edilmiştir. 

Birinci nesil kadife darbeler Sırbistan, Gürcistan, Ukrayna, Kırgızistan, Kıbrıs hattında gerçekleşmiştir. Büyük Ortadoğu Projesi ile Büyük İsrail projesinde öngörülen ülkelerin bölünmesi için ikinci nesil kadife darbeler “Arap Baharı” sürecinde hayata geçirilmiştir. Dönemin Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’in ifadesi ile “22 ülkenin sınırları” yeniden çizilmek istenmiştir. Irak, Suriye, Libya, Sudan, Somalı, Yemen gibi ülkelerin bir kısmı fiilen ve hukuken bölünmüş; bir kısmı ise fiilen bölünüp hukuken bölünmemiştir.  

Taksim Kadife Darbe Süreci, üçüncü nesil, Boğaziçi Kadife Darbe Süreci de beşinci nesil kadife darbe süreçleridir.   Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör atanması ile başlatılan olaylar zinciri, Türkiye’de 5. nesil kadife darbe sürecinin uygulamaya sokulmasını sağlamıştır. Taksim Gezi Parkı olayları, nasıl sadece “3-5 çapulcunun” işi değildi ise Boğaziçi Üniversitesi’nde meydana gelen ve yol boyu farklı renk ve görüntülere bürünen olaylar da, sadece “3-5 sapkının” ve Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin-akademisyenlerinin işi değildi. Beşinci nesil kadife darbe sürecinin siyasi iktidar açısından en etkili aşaması Sedat Peker ile başlatılan süreç olup dördüncü aşamadır. Beşinci aşaması yolsuzluklar, altıncı aşaması ekonomik kriz ve yedinci aşaması ise ‘Göçmenler’/‘Sığınmacılar’/‘Mülteciler’/‘Geçici Koruma Altında Olanlar’ ile başlatılmıştır.

Yedinci aşamanın en temel özelliği, göçmenler olgusu ile ekonomik krizin iç içe geçmiş olmasının neden olduğu “sosyal pozitif geri besleme” (olumsuzlukların olumsuzlukları tetikleyip beslemesi, yaygınlaştırması ile ortaya çıkan olumsuz durum) olgusudur.

Bu yazıda yedinci aşamanın birinci evresi, kadife darbelerin beyni ve finansörü Soros, merkeze konularak bir değerlendirme yapılacaktır. Bunun da sebebi İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve MHP lideri Bahçeli’nin Ümit Özdağ’ın göçmenlerle/sığınmacılarla ilgili başlattığı sürece ilişkin yaptıkları değerlendirmeler ve kullandıkları ifadelerdir.

Özdağ-Soros ve Göçmenle/ Mülteciler/Sığınmacılar Olgusu

Göçmen/sığınmacı olgusunun Türkiye’nin gündemine etkin bir şekilde oturması, üzerinde çok yoğun ve sert tartışmaların başlaması, Ümit Özdağ’ın göçmenlerle ilgili yaptığı basın açıklaması sonrasına tekabül eder. Hatırlanacağı üzere şöyle demişti: “Biz ’onlara ev yaparız, dönerler’ demiyoruz. Burası dünyanın lunaparkı değil. Her önüne gelen buraya gelemez. Biz 8 milyonunu da vatanlarına yollayacağız.”[2] “Örtülü istilaya direneceğiz.”[3] “Zafer Partisi iktidarında Türkiye’deki tüm sığınmacılar 1 yıl içinde vatanlarına geri dönecek, gerekirse zorla...”[4]

Eş zamanlı olarak sosyal medyaya sokulan sığınmacı karşıtı “Sessiz İstila” filmini kendisinin finanse ettiğini açıklaması, tartışmanın sertleşmesine ve çok ağır ifadelerin kullanılmaya başlamasına sebebiyet vermiştir. Filmde Türkiye’nin 3 Mayıs 2043’te “sığınmacılar tarafından işgal edildiği” ifade etmekte, “yönetimin bunlara sessiz kalması” eleştirilmekte ve yönetim suçlanmaktadır.[5],[6]

Ümit Özdağ’ın sözleri ve “Sessiz İstila” filminde yer alan iddialar üzerine İçişleri Bakanı Soylu, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin açıklamaları ve kullandıkları ifadeler analiz edildiğinde göçmenler/sığınmacılar olgusunun, ekonomik kriz ile birlikte çok farklı bir aşamaya taşınmak istendiği anlaşılmaktadır. (Bize göre bu aşama Boğaziçi Kadife Darbe Sürecinin yeni bir aşaması, yedinci aşamadır.) İçişleri Bakanı Soylu’nun Özdağ ve “Sessiz İstila” filmi ile ilgili yaptığı açıklamalar çok sert, ağır ve de oldukça açıktır: “Muhatabım değil. Ben bu adamı adam yerine ve insan yerine koymam… Bu hayvandan aşağı bir adamdır… ‘Esfeli safilin’dir… Bu kadar basit… Adam yerine koymam… Kendisi adam yerine girmeye çalışıyor… Soros çocuğu ve operasyon çocuğudur… Bu kadar açık… İstihbarat elemanı olduğu apaçık bellidir…”[7]

Bakan Soylu’nun kadife darbelerin stratejisi ve beyin takımı ile ilişkisi açısından Özdağ’la Soros arasında irtibat kurması; Özdağ’ı “Soros ve operasyon çocuğu” diye nitelendirip “Sessiz İstila” filminin bir “Soros taktiği” olduğunu kamuoyu önünde ilan etmesi, Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı Boğaziçi kadife darbe sürecinin yeni bir aşamaya geldiğinin en güzel ve dikkat çekici bir ifadesidir: “Sessiz İstila filmi için para verdiğini açıklayan Ümit Özdağ bu filmi nasıl finanse etmiş. Bu, Soros taktiğidir. Bu vatandaşımızı korkutmaya yönelik bir süreci tetiklemeye çalıştılar. Bunların insanlık ile alakası yok. Bunlar için İslâm’ın güzel sözleri var. Hayvandan aşağıdır. Böyle tipler. Evet, bir problem var. 4 milyon sığınmacı var Türkiye’de. Dünyada en çok sığınmacı olan ülkeyiz. Ama yalan üzerinden değerlendirerek insanları birbirine kırdırıyorlar. Siz insan değilsiniz. Siz insanlık sıfatından çıkmışsınız. Lübnan’da çekilen görüntüler Türkiye’de çekilmiş gibi, gösterildi… Sessiz İstila bir edepsizliktir. Bir yalandır ve bunu ortaya koyup bunu sosyal medya üzerinden toplumu tahrik eden ve direk hükûmeti hedef alan saldırı ile karşı karşıyayız. Bot hesaplar ile kamuoyu oluşturmaya çalışılıyor.”[8]

Bakan Soylu Özdağ hadisesinde “Sessiz İstila” filmine atıfta bulunarak “Değirmenin suyunun nereden geldiğine” dikkat çekmekte ve yargıyı göreve davet etmektedir: “Yargının yapması gereken şu. Bu film kin, nefret ve düşmanlık üzerine yapıldı. Eğer bu filmi Ümit Özdağ fonladıysa nereden buldu parayı. Bu parayı Özdağ, Ruşen Çakır gibi sen de ABD’deki birtakım Türkiye’yi karıştırmaya yönelik vakıflardan mı aldın, onlardan mı fonlandın? Ruşen Çakır ile oturup sohbet edip, eziyet çeken insanların üzerinden başkalarının para ile keyif yapmak, bu ülkenin yargısı tarafından cezasız bırakılmayacaktır. Bunlar bu ülkenin çocukları değiller, bunlar başka ülkelerin çocukları olmuşlar.”[9]

Bu iddialar çok ağırdır. Yargının konunun üzerine giderek Türkiye’nin karanlık dehlizlerinde neler organize edilmek istendiğini açığa çıkarması gerekmektedir. Ancak sorun bununla bitmemeli, Soros ile çalışan, iş tutan bütün yapılar masaya adil bir şekilde yatırılmalıdır.  Bakan Soylu, sorunu daha geniş bir çerçevede ele alarak dünyadaki göç olgusunun ana nedenleri üzerinde durmakta ve göçlere neden olan başta ABD olmak üzere AB ülkelerini açık bir şekilde eleştirmekte ve suçlamaktadır: “Afganistan’daki göçün sebebi biz miyiz? Suriye’deki savaşı biz mi başlattık? Irak’a girip biz burayı özgürleştireceğiz diyen ABD dediğini yaptı mı? Yoksa insanların orada yarınlarını mı aldı? Peki, Yemen, Lübnan ya Orta Asya. Eğer iç savaş varsa eğer yoksulluk varsa, bir taraftan eğitim, suya gıdaya erişemiyorsa bu insanlar ne yapacaklar? İnsanları vekâlet savaşının içerisine düşürmüşsünüz. Çekilmişsiniz, yetmemiş afyon tarlaları kurarak bunu dünyada satışa sunuyorsunuz. Bunu biz yapmadık papyon takan Batılılar yaptı. Bugün bu operasyonların içinde de onlar var.”[10]

Soylu daha önce Afgan göçü ile ilgili yaptığı bir açıklamada, düzensiz göçün arkasında ABD’nin eski Türkiye büyükelçisi şimdiki Kabil Büyükelçisi olduğunu ve onun göreve başlaması ile afyon üretiminin aşırı bir şekilde arttığını açıkça seslendirmiştir: “Sadece Suriye değil, aslında bir problemimiz daha var, bu da Afganistan kaynaklı düzensiz bir göçtür. Şunu açık ve net söyleyeyim: Burada Amerika net bir oyunla karşı karşıyadır. Amerika’nın Afganistan’daki Büyükelçisi kimdir? 15 Temmuz darbesindeki büyükelçidir. Peki, afyon üretimi en çok ne zaman artmıştır? O, oraya gittikten sonra. Peki, bir soru daha: Afganistan kaynaklı düzensiz göç ne zaman artmıştır? O adam oraya gittikten sonra.”[11]

Soylu ABD ve AB’yi sadece göçe neden olmakla suçlamamakta, aynı zamanda yoksulluğun, uyuşturucu ticaretinin, vekâlet savaşlarının ve ülkelerin bölünmesinin de müsebbibi olarak suçlamaktadır. Anlaşılan o ki, şer ittifakı ile Türkiye arasındaki kavga daha da sertleşecek ve derinleşecektir. O nedenle bu konularla ilgili araştırma raporlarının şimdiden hazırlanmasında fayda vardır. Soylu’ya göre bu saldırıların nedeni 2023 seçimleridir: “Bir taraftan aman aman sakın göndermeyin diyeceksiniz el altından. Büyükelçi üzerinden operasyon yapanlar var. Dışarıdan ve içeriden saldırı var. Bunun sebepleri var. 2023 yılında seçim var.”[12]

Bu noktada unutulmaması gereken gerçek kadife darbelerin seçim merkezli operasyonlar olduğudur. Bakan Soylu’ya göre göçmenler üzerinden başlatılan kampanya, yurt dışından ve tek bir merkez tarafından yönetilmektedir: “Bu olaylar hepsi bir merkezden yönetiliyor. Batı eksenini AB ve ABD oluşturuyor. Büyükelçiler içinde operasyon yapıyorlar. Türkiye göçmen deposu olsun istiyorlar. AB Türkiye’nin ‘göçmen deposu’ olmasını istiyor. Bu teklifi kaç kere getirdiler. Bizim yaptığımız insanlık yetmiyor. Tam tersini istiyorlar. Tamamen Türkiye’yi dışarıdan getirdikleri ve daha sonra operasyon yapabileceği bir sistem içerisine düşürmek istiyorlar.”[13]  Soylu’nun, “AB Türkiye’nin ‘göçmen deposu’ olması istiyor. Bu teklifi kaç kere getirdiler.” ifadesini göz önüne aldığımızda, şer ittifakının niyetinin göçmenler üzerinden Türkiye’ye bir operasyon çekeceği olgusudur.

Bunca tarihî tecrübeye sahip Türkiye’nin, ülkedeki göçmen birikimine zamanında müdahale etmesi ve ona göre bir yol haritası ve strateji çizmesi gerekmez miydi? Gerekmez mi? Türkiye duygusallıktan kendini kurtarmalı, şimdiden göçmenlerle ilgili yapılan araştırmaları, projeleri, çalışmaları masaya yatırarak gerekli tedbirleri almalıdır. Göçmenler üzerinden gerçekleştirilecek eylemler, ekonomik krizle birleşince çok büyük sosyal patlamalara neden olabilir.

Bakan Soylu’nun göçmenler meselesini, 15 Temmuz 2016 Darbe girişimine atıfta bulunarak Özdağ, Kavala ve Soros denkleminde değerlendirmesi, bir “kaos planına” dikkat çekmesi, Türkiye’deki Taksim ve Boğaziçi ile başlatılan kadife darbeler zincirinin devam ettiği, 2023 seçimlerine kadar da devam edeceği anlamına gelmektedir: “Kaos planıyla 15 Temmuz’da yarım kalan işimizi tamamlayacağız… Kaos planı yapacak kişileri bekliyoruz. Yeni Soros’un Kavalaları’nı bekliyoruz. Şuramıza kadar dolduk. 15 Temmuz’da tamamlayamadığımız işi tamamlayacağız.”[14]

Bakan Soylu’nun “ABD’nin yayımladığı son insan hakları raporunda Türkiye ile ilgili bölümü” için yaptığı yorum ve değerlendirme, Türkiye’nin ABD merkezli bir ihanet hareketi ile karşı karşıya kaldığının ve her fırsatta ABD’nin değişen şartlara bağlı olarak yeni bir ihanet planını devreye soktuğunun bir göstergesidir: “Orada (raporda) diyor ki Türkiye FETÖ ve PKK’ya haşin davranıyor. Onlar terörist değil, onlar siyasi tutuklu diyor. Yani biz onları siyaset sebebiyle tutuklu hâle getirmişiz, diyor. Yetmedi. İçişleri Bakanlığı’nı eleştiren büyük bir paragraf açıyor. Biz PKK’ya ve FETÖ’ye karşı şiddetle mukabele ediyormuşuz… FETÖ’ye müsamaha göstermiyormuşuz. PKK’ya müsamaha göstermiyormuşuz. LGBT’ye müsamaha göstermiyormuşuz. Türkiye huzurlu bir hâle gelmiş. Ve bu huzurlu hâle gelmelerinden de bunlar rahatsızlanmış. Sizin bizim hakkımızda rapor yazmanız değil, biz sizin hakkınızda rapor yazarsak esas yandı gülüm keten helva.

Sen 15 Temmuz Darbesinde, Sayın Cumhurbaşkanımızın uçağı havadayken onun nerede olduğunu birilerine göstermek için yayınlar yapmadın mı? Sen Afganistan’ı işgal ettiğinde 17 bin dekardan, Afganistan’daki uyuşturucu, narkotik veya haşhaş üretimini 300 bin dekarın üzerine çıkarıp, Afganistan’dan bütün dünyaya yayılan eroinle karşı karşıya bırakmadın mı? Bizim senin hakkında hazırlayacağımız raporlar Meydan Larousse olur. Senin yazacağın rapor hiçbir anlam ifade etmiyor.”[15]

Soylu’nun “Sizin bizim hakkımızda rapor yazmanız değil, biz sizin hakkınızda rapor yazarsak esas yandı gülüm keten helva.” “Bizim senin hakkında hazırlayacağımız raporlar Meydan Larousse olur. Senin yazacağın rapor hiçbir anlam ifade etmiyor.” ifadeleri sade vatandaş tarafından kullanılmış olsaydı çok fazla anlamı olmayabilirdi. Sorumlu bir bakan tarafından bu cümleler sarf ediliyorsa, bu raporlar yazılmalı ve gelecekteki mücadeleler için şimdiden hazır olunmalıdır. Gereği yapılmalıdır. Türkiye, hep savunma konumunda kalmamalıdır. Bunun için Türkiye içerde gayrimemnun üretmemelidir. Milleti, muhalefet partileri dâhil, ortak payda etrafında toparlayacak bir dil kullanmalı ve ona uygun çalışma ve strateji ortaya koymalıdır. Alay ve hakaretlerle Türkiye’de ne birlik sağlanır ne de sorunlara çözüm üretilebilir.

Göçmenler üzerinden Ümit Özdağ’ın ifrata varan sözlerinin ve “Sessiz İstila” filminde işlenen konunun perde arkasının daha iyi anlaşılabilmesi için MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın’ın Özdağ’a gösterdiği tepkiye yansıyan cümleler dikkat çekmektedir. Bunlar Soylu’nun açıklamalarını desteklemekte, konuya belli boyutları ile açıklık kazandırmaktadır: “Özdağ, İsrail ve Yahudi lobileriyle ve ABD’deki Yahudi think-tank kuruluşu JINSO ile kurduğu gizli ilişkilerin, Rant Corporation ile görüşmelerinin sebebini açıklamalıdır. Özdağ, ASAM bütçesiyle gerçekleştirdiği İsrail gezilerinde Mescid-i Aksa’yı mı yoksa MOSSAD’ı mı ziyaret etmiştir? Ümit Özdağ’ın ‘Yurtta Sulh Konseyi’ üyesi olup olmadığı araştırılmalı; bu sözde milliyetçinin, aslında Türk milliyetçiliğinin kripto düşmanı ve Türkiye’de küresel aktörler adına görev yapan pis bir ajan olup olmadığı acilen aydınlatılmalıdır.”[16] Özdağ’la ilgili Bakan Soylu’nun ifadeleri ile Semih Yalçın’ın ifadeleri, iddiaları örtüşmektedir. Muhatap “ajan olmakla” suçlanmaktadır. Öyleyse gereği niçin yapılmamaktadır?

“Kaos-İstikrarsızlık”  ve “Provokatörler”

Göçmenler üzerinden başlatılan tartışmalarla ilgili Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamaları, Soylu kadar açık olmamakla birlikte, ima yoluyla aynı manaya ve aynı olguya vurgu yapmakta, Türkiye’de ve bölgede AB ve ABD tarafından bir “kaos ve istikrarsızlık” plan ve projesinin yürürlüğe sokulmak istendiğine dikkat çekmektedir: “Türkiye’nin bugüne kadar 500 bin Suriyeliyi gönderdiği ‘güvenli bölge’ye şimdi de 1 milyon göçmen daha göndermesi ve onlara güvenli bir yaşam imkânı sunması, AB ve ABD’den oluşan Batı ekseninin hiçbirinin işine gelmiyor. Bu politikayı, Türkiye’nin hem Suriye’de hem de bölge halkları nezdinde itibarını artıracağı için engellemek, hem de bölgede kaos ve istikrarsızlık yaratmak için istiyorlar…”[17]

Cumhurbaşkanı Erdoğan’a göre Türkiye’nin Suriye’ye 1 milyon gönüllü göçmen göndermesi, AB ve ABD’nin işine gelmemektedir. Öyleyse şer ittifakı tarafından göçmenler üzerinden uygulanmak istenen gizli bir operasyon olmalıdır. Kaos ve istikrarsızlığı ne ile nasıl ve kimlerle gerçekleştirmek istemektedirler. Kamuoyunun ikna edilmesi için gerekli belge ve dokümanların ikna edici bir şekilde deşifre edilerek kamuoyuna açıklanmalı ve göçmenler üzerinden kurulmak istenen oyun bozulmalıdır.

Cumhur İttifakı içerisinde yer alan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisinin TBMM’deki grup toplantısındaki açıklamalarında Suriyeli sığınmacılar üzerinden yürütülen kampanyanın farklı boyutlarına dikkat çekmiştir. Konuşmasında, “Provokatörlerin devrede olduğunu”, “anlaşmazlıkların sorun haline getirilmek istendiğini”, “olayların iyi analiz edilmesi ve gerekli tedbirlerin alınması gerektiğini” belirtmiştir: “Suriyeli sığınmacıları bahane eden bazı provokatörlerin devrede olduğu net olarak görülmektedir. En küçük bir anlaşmazlığın büyütülmesi hedeflenmektedir. Biz bu alçakların oyununu bozacağız, alayını birden hüsrana uğratacağız. Biz düzensiz göç ve sığınmacı konusunu ortak bir iradeyle Türk milletinin gündeminden çıkarmakla mesulüz. Oyun, sinsidir, tehlike kol gezmektedir. Hepinizin bilhassa dikkatini çekiyorum; cepheleşmelerin açtığı öfke çukurları feci sonuçlara kapı aralayacaklardır. Türkiye’de geçici koruma statüsünde bulunuyorken huzuru kimler bozuyorsa derhal, gözünün yaşına bakılmadan sınır dışı edilmelidir.”[18]

Özdağ’ın açıklama ve girişimlerini MHP lideri Bahçeli, “karanlık mahfiller tarafından düzenlenmiş küresel bir operasyon” olarak nitelendirmiştir: “Türkiye’miz maksadı bulanık, meşrebi buruşuk, meselesi bunalım çıkarmak olan müflis odaklar eliyle karanlık bir ortama sürüklenmek, kavga ve kargaşa iklimine sokulmak istenmektedir. Kaldı ki dış tazyik ve telkinlerin refakatiyle Türkiye Cumhuriyeti’ne meydan okunmaktadır. Nereye ve hangi çevrelere hizmetkârlık yaptıkları sır olmayan menfur zihniyetlerin siyasi kamuflaja bürünerek sokak üslubuna heveslenmeleri, bu vesileyle toplum huzurunu zehirleme teşebbüsleri çok ciddi bir tehdittir.”[19]

Soros, Kadife Darbeler-Karanlık Odaklar-Kaos-İstikrarsızlık Denklemi

Cumhurbaşkanı Erdoğan, İçişleri Bakanı Soylu, MHP Lideri Bahçeli ve MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın Ümit Özdağ’ın göçmenler ile ilgili yaptığı çıkıştan sonra yaptıkları açıklamalarda, Soros ismi ile karanlık odaklar, kaos ve istikrarsızlık kavramlarını çok sık kullanmışlardır. “Soros’un Kavalaları” tabiri, bize tüm kadife darbeler zincirini hatırlatmaktadır.

Kadife darbeler, seçim endeksli, dış destekli, gayrimemnunların ittifakına ve gerilime dayalı, seçim öncesi, esnası ve sonrasında sokak hâkimiyeti kurarak ve genellikle “yumuşak güç” (soft power) kullanarak (zaman zaman, özel amaçla sert güç kullanılmaktadır), STK’lar aracılığıyla siyasi iktidarları düşürmeyi hedefleyen yeni bir darbe türüdür.[20]  Kadife darbeler, o ülkenin yerli görüntülü sivil toplum örgütlerinin önderliğinde, kitle hareketi ile yönetimleri devirme sanatı olarak tanımlanabilir.

Dünyada bugüne kadar gerçekleştirilmiş olan kadife darbelerin ana stratejisini çizen beyin takımı, Soros merkezli Siyonist-mason bir kadrodur (Dış Beyin-Birinci Halka) (Şekil-1). Bu, hedef ülkelerin dışında bir merkezdir. Hedef ülkelerde, ana stratejiye uygun bir şekilde kadife darbelerin yönetilebilmesi için o ülke içerisinde var olan, o ülkenin vatandaşı konumundaki Mason-Sabetayist-Siyonist iş birlikçilerden oluşan ikinci derecede bir beyin takımı (iç beyin- ikinci halka) daha vardır. Bu iki merkez, mevcut siyasi iktidara, sisteme/devlete karşı olan “gayrimemnun örgütleri”, bir “çatı kuruluş” etrafında (“taşeron yapı”) birleştirerek (yönetimin üçüncü halkası), ana stratejiyi ve ana stratejinin öngördüğü tüm taktikleri bunlar aracılığıyla hayata geçirmeye çalışmaktadır.

“Çatı kuruluşta” yer alan kadroların/yöneticilerin tümü, bu iş birliğinden haberdar olmayabilir; ya da meseleye ortak düşmana/rakibe karşı çıkar birliği gözüyle bakabilir. “Çatı kuruluş”, ülkedeki tüm gayrimemnunları ya da önemli bir kısmını kuşatacak tarzda, öngörülen strateji ve taktikleri devreye sokmakta ve ona göre davranmaktadır. Gayrimemnunlar, her dinden her inançtan ve her siyasi görüşten olabilir. Önemli olan mevcut siyasi iktidardan memnun olmamasıdır.

Şekil-1; Kadife Darbelerin Yönetim Mekanizması 

Kadife darbelerin en temel özellikleri, diktatör inşa edip tüm gayrimemnunları diktatöre karşı eylem birliğine sokmak, asker ve polis gücünü, bürokrasiyi tarafsız hâle getirmek ya da üstü kapalı desteklerini almak, bölmek ve yargının, siyasi iktidarın elini kolunu bağlayıcı kararlar almasını sağlamaktır. Diktatöre karşı mücadelede özgürlükler ve özellikle medyanın özgürlüğü çok önemli bir slogandır.

Soros, Sovyetlerin dağılması ile birlikte yeni bir savaş türü olarak hocası Karl Popper’in ‘açık toplum’ fikrini benimsemiş, bu düşünce üzerine bir felsefe ve bir mücadele anlayışı geliştirmiştir. 1945 yılında Karl Popper Açık Toplum ve Düşmanları kitabını yazar. Kitabın ana iddiası, toplumların “değişmez doğrular” tarafından yönetilemeyeceğidir: “Bilimde değişmez doğrular yoktur ve bilimsel önermelerin bilimselliği doğrulanamaz olmalarından gelmektedir. İşte bu doğrulanamayan bilimsel ifadelere bilimselliğini katan ise olabildiğince ayrıntılı ifadeler olmalarıdır. O nedenle toplumlar değişmez doğrular tarafından yönetilemez.”[21]

Soros bu yaklaşımı kendine referans alarak toplumları yönetmenin ve var olan iktidarları değiştirmenin yöntemi olarak kadife darbeler yaklaşımını benimsemiştir. Açık Toplum Enstitüsü’nü bu amaçla kurmuştur. Soros’a göre mevcut yönetimler ülkeleri yönetmek için değişmez bazı doğruları benimsemektedir. Bu yaklaşımın doğal sonucu Soros’un doğrularını benimsememiş ülkelerdeki “mevcut yönetimlerin sivil olanın karşısında bir tehdit olarak kabul edildiğini şu açıklamalar ortaya koymaktadır: “Piyasa köktenciliği, piyasa merkezli politikaların ürettiği olumlu sonuçların akabinde giderek daha fazla itibar kazanmaktadır… (bu durum) istikrarı sağlamak ve eşitsizliği azaltmak için ekonomiye bir çeşit politik müdahalede bulunulmasını gerekli kılmaktadır. İşte bu noktadaki ciddi sorun, politik kararların, piyasalardan da kusurlu olmasıdır.”[22] 

Soros belirsizliği benimsediği için “açık toplum” kavramının açık bir tanımını özellikle yapmadığını iddia etmektedir: “Kurduğum vakıf ağında, hiçbir zaman açık toplumu tanımlamadık. Eğer tanımlasaydık, organizasyon daha kemikleşmiş hâle gelirdi; bu hâliyle, esneklik ayırt edici özelliğimiz oldu. Ortak bir hedef olarak açık toplumun benimsenmesinin önündeki engellerden biri, evrensel fikirleri kabul etmeme yönündeki hayli yaygın eğilimdir. Açık toplum, bir evrensel fikir olarak, özgürlük, demokrasi, hukuk düzeni, insan hakları, sosyal adalet ve toplumsal sorumluluk ilkelerini temsil etmektedir. İçinde yaşadığımız dünya, bazı yönlendirici ilkeler olmadan anlamlandırılamayacak kadar karmaşıktır.”[23]

Soros bir taraftan açık toplum için kesin bir tanım yapmadık derken diğer taraftan “bazı yönlendirici ilkelere” ihtiyaç vardır, diyerek kendi içerisinde ciddi bir tezadı yaşatmaktadır. Bu noktada temel soru, bazı “yönlendirici ilkelerin” ve “evrensel fikirlerin” çerçevesini kim çizecektir ve ne hakla?!  Kadife darbelerin felsefi özüne yerleştirilmiş olan bu yaklaşım Soros ve onun temsil ettiği akımın dümen suyunda gitmeyen her ülke, her yönetim ve her düşünce yanlıştır, saçmadır, otoriterdir ve diktatörlüktür. Bu yönetimlere karşı mücadele etmenin yolu, o ülkelerdeki sivil toplum örgütlerini mevcut yönetime karşı harekete geçirmektir.

Soros bu yaklaşım çerçevesinde Açık Toplum Vakfı’nı kurdu. 2018 yılı itibarı ile 70’ten fazla ülkede faaliyet göstermekte; dünya genelinde vakıfların 2017 yılındaki toplam bütçesi 940,7 milyon dolardır. Kurulduğu günden bu yana yapılan toplam harcama 14 milyar dolardır.[24] Krizlere müdahale etmesi, yönlendirmesi bağlamında International Crisis Group’u kurmuştur, ABD’deki en etkin yapılardan Council on Foreign Relations yani CFR’nin üyesidir. Network Media Programı adında bir medya ağı mevcuttur. Doğu ve Güneydoğu Avrupa, Rusya, Kafkaslar, Orta ve Güneybatı Avrupa’yı kapsayan ve geniş bir coğrafyaya yayın yapan CIA tarafından kurulan Radio Free Europe/Radio Liberty’nin arşivlerini satın almıştır. Soros’un spekülasyonlarının bu derece etkin olmasının nedeni spekülasyonların üst düzey istihbaratlara dayanması ve gizli yollardan kurum içi bilgi almasıdır. 1997’de patlak veren Güneydoğu Asya krizinin mimarlarındandır ve Alman asıllı Yahudi banker ailesi Rothchild’ler ile ilişkisi vardır. George Bush, oğul Bush ve Bin Ladin ailesi ile irtibatlı Carlyle Grubu ile ilişkilidir, silah sanayisinin içindedir ve Pentagon’a silah satmaktadır.[25]

Soros belli bir stratejiye uygun olarak hareket etmektedir. SSCB dağıldıktan sonra kadife darbeler ile yönetimlerini değiştirmek istediği ülkeler şunlardır: Arnavutluk, Azerbaycan, Bosna Hersek, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Ermenistan, Estonya, Hırvatistan, Karadağ, Kazakistan, Kosova, Litvanya, Macaristan, Makedonya, Moğolistan, Moldova, Özbekistan, Polonya, Romanya, Rusya, Sırbistan, Slovakya, Tacikistan ve Türkiye.

Soros-Göçmenler/Sığınmacılar Denklemi

Bakan Soylu, göçmenler/sığınmacılar olayı ile ilgili yaptığı açıklamadan dolayı Özdağ’a niçin “Soros’un çocuğu”, “operasyon çocuğu” demiştir?  Soros ile Türkiye’ye göç arasında ne tür bir ilişki vardır? “Stratejik Göç Mühendisliği” nedir? Bugün Türkiye’de uygulanmakta mıdır? Bu bağlamda sorgulanması gereken çok önemli bir nokta, “Transit göç ülkesi” olan Türkiye’ye gelen Suriyelilerin, Afganlıların, Pakistanlıların, Afrikalıların, AB ülkelerine gitmesini, Türkiye’nin niçin engellediği, AB’ye göç etmeleri için kapılarını niçin açmadığıdır?  Buna Türkiye’yi kim ve nasıl ikna etmiştir? Bu sorunun cevabını aradığımızda ilginç bir isim ve yapı ile karşılaşmaktayız:  George Soros ve kurucusu olduğu Açık Toplum Enstitüsü.

Soros, Açık Toplum Enstitüsü’nün faaliyetleri ve sığınmacı sorunuyla ilgili temaslarda bulunmak üzere Kasım 2015’te Türkiye’ye gelmiştir. Soros, 8 Kasım 2015’te Wall Street Journal gazetesinden Emre Peker ile yaptığı röportajda, konumuz açısından iki noktaya vurgu yapmıştır: “Sığınmacılar Türkiye’de kalmalı, bu daha ucuz ve verimli çözümdür. Avrupa’ya giden mültecileri Türkiye’de durdurmak için iş birliği şart ve başta Almanya Başbakanı Angela Merkel olmak üzere Avrupalı liderler bu iş birliği için isteklidir.”[26] Soros’un bu konuşmasından sonra, 20 Mart 2016’da, Türkiye ile AB arasında, ”Yeni Düzensiz Göçmenlerin Geri Kabulü” antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşma kapsamında; “Türkiye’den Avrupa’ya çeşitli yollarla geçen sığınmacılar, 4 Nisan 2016’dan itibaren Türkiye’ye gönderilmeye başlanmıştır.”[27] Böylece Türkiye iki yönlü sığınmacı kıskacına alınmıştır: 1. Suriye’den/Afganistan’dan/Pakistan’dan/Afrika’dan, Türkiye’ye gelen sığınmacılar; 2. Türkiye’den Avrupa’ya geçen sığınmacıların Türkiye’ye geri gönderilmesi. 

Bu antlaşma ile Türkiye, AB ülkelerine gidecek sığınmacıların önünü keserek Türkiye’de tutmuş; Türkiye göç açısından AB’nin önünde tam bir “tampon ülke” hâline gelmiştir. Bunun neticesinde Türkiye’deki göçmen sayısı gittikçe artmıştır. Dönemin başbakanı Binali Yıldırım’a göre Türkiye, AB ile imzaladığı bu anlaşmanın sonucunda AB’ye olan göçün önünü keserek AB’ye çok büyük bir iyilikte bulunmuştur. Yıldırım, 24 Kasım 2016’da TRT’de yaptığı bir konuşmada AB’ye yapılan iyiliğin düzeyini belirtmek için, “Türkiye olmasa, akın akın mülteciler Avrupa’yı istila edecek.”[28] ifadesini kullanmıştır. Yıldırım’ın bu ifadesi hem düşündürücü hem üzücü hem de ibret vericidir.

Bizim açımızdan ilginç  ve önemli olan Soros’un Türkiye üzerinden AB’ye olan göç olayı ile yakından ilgilenmesi; “Gerçek bir kriz bunun farkına varılmalı. Avrupa Birliği’ni tahrip edebilecek bir süreç yaşanıyor”, “…AB maliyeti nereden karşılayacağını bilmiyor.” diyerek Avrupalı liderlere ve Birleşmiş Milletler’e ve Türkiye’ye göçle ilgili ‘6 adım’ önerisini (“Mülteci Başına 15 Bin Avro”, “Yeterli Destek Sağlanmalı”, “Göç Birimi Oluşturulmalı”, “Global Standartlar”, “Güvenli Kanallar”, “STK’ler Harekete Geçmeli”) sunmasıdır. Önerisinde Soros, Türkiye’nin AB’ye olan göçü ülkesinde durdurmasında Türkiye’nin çıkarının ne olacağını sorarak Türkiye’yi yemlemek istemektedir: “Türkiye’nin çıkarı ne olacak? Üstlendiği maliyetler telafi edilmeli. Ve maliyetler geçmişte olduğundan çok daha fazla artacak. Türkiye ile AB’nin yakınlaşmaya ihtiyacı var. Bir süre önce Türkiye Rusya ilişkileri çok yakındı. Cumhurbaşkanı Erdoğan Putin’i rol model olarak kabul ediyordu. Ancak bu ilişkiyi Rusya’nın Suriye’ye müdahalesi bozdu. Rusya büyük Katherina dönemine döndü. Bu Ortodoks Hristiyanların çıkarlarını savunmak yani haçlı seferlerini başlatan zihniyettir. Rusya kendi geleneksel modeline döndü. Ve Erdoğan’ın amaçları arasında mutabakat mümkün değil. AB de Türkiye de birbirine muhtaç.”[29]

Soros’un Türkiye üzerinden AB’ye yönelen göçle ilgisinin sebebini anlayabilmek için “Stratejik Göç Mühendisliği” kavramının ne olduğunun hatırlanmasında fayda vardır. Bu konularda çalışan M. Greenhill bu kavramı aşağıdaki gibi açıklamaktadır: “Stratejik göç mühendisliği tabiri, devletler ya da devlet dışı aktörler tarafından, belli bir bölgede yaşayan nüfusun güçlendirilmesi, zayıflatılması ya da muhtevasının değiştirilmesini sağlayan yollarla, askerî ve siyasî amaçlar dâhilinde kasti şekilde yaratılmış iç ve dış göçleri ifade ediyor… Mühendislik eseri göçleri yaratan araçlar, tehditten askerî güç kullanımına, kazanç vaadinden finansal teşviklere, hatta normalde kapalı olan sınırların açılıp basitçe geçişin kolaylaştırılmasına uzanan geniş bir skalayı kapsıyor.”[30]  Bu kavram çerçevesindeki “kapalı olan sınırların açılıp basitçe geçişin kolaylaştırılması” ifadesini göz önüne aldığımızda Türkiye’nin Irak-Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesi olgusu, şer ittifakı tarafından önceden planlanan Arap Baharı kadife darbe sürecinin bir parçası mıydı? O zaman mayınları temizledik, şimdi de duvar yapmaktayız!

Soros, muhtemelen stratejik göç mühendisliği kapsamında, “belli bir bölgede yaşayan nüfusun güçlendirilmesi, zayıflatılması ya da muhtevasının değiştirilmesi” ile ilgili olarak AB ile Türkiye arasında arabuluculuk yapmıştır. Bu girişimi ile Türkiye’de bir kadife darbe için gerekli ortamı sağlayacak bir zaman kazanmak istemiş olabilir. Nitekim Türkiye’de göçmen sayısının artması ve siyasi iktidarın göçmen politikasındaki gösterdiği zafiyetler, bugün Soros’a ekonomik kriz üzerinden Boğaziçi Kadife Darbe Sürecinin yedinci aşamasını başlatma imkân ve fırsatını vermiştir.

Soros ve Türkiye

Türkiye’nin 1999 AB adaylığından sonra, Temmuz 2001 de Soros’un Açık Toplum Enstitüsü, İstanbul’da bir irtibat bürosu kurmuş; Ekim 2004’de de büro temsilcilik statüsüne kavuşturulmuştur. Başlangıçta açık toplum enstitüsü kurmak yerine temsilcilikle faaliyet gösterilmiş ve Türkiye’de var olan ve Açık Toplum Enstitüsü’nün çalışma alanında çalışan bazı kuruluşlar ile iş birliği yapılıp onların desteklenmesi benimsenmiştir. Kurulan Açık Toplum Enstitüsü’nün Türkiye Temsilciliği danışma kurulu başkanı ve aynı zamanda Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etütler Vakfı (TESEV) Yönetim Kurulu Başkanı Can Paker’di.[31] 2008 yılında ise Türkiye’de Açık Toplum Vakfı kurulmuştur ve 2001-2006 döneminde Türkiye’de 86 projeye 7 milyon dolar destek vermiştir. Açık Toplum Vakfı’nın kurucu Mütevelli Heyeti’nde Can Paker, Osman Kavala, İshak Alaton ve Murat Sungur; Kurucu Yönetim Kurulu’nda Can Paker, Osman Kavala ve Leyla Alaton yer almıştır. Kerim Paker ile Üstün Ergüder ise yedek üyeler olup İshak Alaton deneticidir.[32]

Soros’un Türkiye’de yol boyu değişik danışmanları olmuştur: Dr. Can Paker (Başkan-İş Adamı-TESEV), Nebahat Akkoç (Sivil Toplum-Diyarbakır Kadın Merkezi), Özlem Dalkıran (Uluslararası Af Örgütü), Neşe Düzel (Gazeteci), Ömer Madra (Açık Radyo’nun sahibi), Nadire Mater, Prof. Dr. Ahmet İnsel (Akademisyen-Yazar), Prof. Dr. Eser Karakaş (Akademisyen-Yazar), Osman Kavala (İş adamı), Oğuz Özerden (Bilgi Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı), Salim Uslu (Hak-İş Konfederasyonu Başkanı).[33]

“Vakfın 2008-13 yılları arasındaki 5 yıllık dönemi kapsayan faaliyet raporunun girişinde İshak Alaton imzasıyla yer alan yazıda, kaynaklarının “çok büyük ölçüde” Soros’tan geldiği belirtilmektedir: “Açık Toplum Vakıflar ağı uluslararası ölçekte günümüzde 72 ülkede faaliyet gösteriyor. Faaliyetleri için gerek duyduğu kaynakları çok büyük ölçüde, kurucusu olan ve Wall Street tarihinin en başarılı yatırımcısı sayılan George Soros sağlıyor. Bu raporda göreceğiniz gibi, Açık Toplum Vakfı’nın bu kaynaktan elde ettiği yıllık ortalama 4 milyon TL gibi bir fon söz konusudur.”[34]

Türkiye’deki Açık Toplum Vakfı 5 yıllık dönemde, 2008-2013,  “aralarında TOG, TESEV, DİTAM, DİSA, SALT, TÜSEV, GPOT, Anadolu Kültür, KA-MER, LGBT gibi örgütlerin/kurumların de bulunduğu 75 sivil toplum kuruluşu; aralarında Koç, Bilgi, Kültür Üniversitelerinin yanı sıra, Boğaziçi Üniversitesi’nin de bulunduğu 15 farklı kamu kurumu ile toplam 252 projenin içinde” yer almış, 755 bin 774 kişi ile temas kurulmuş; bu beş yıllık dönemde STK ve kamu kurumlarının projelerine 11,6 milyon TL maddi destek sağlanmıştır. 2016 yılında ise 53 kurumun gerçekleştirdiği 64 projeye 5,5 milyon Türk lirası destek verilmiştir. Bunun 1,8 milyon Türk lirası mültecilerle ilgili çalışmalara harcanmıştır.[35]

Son dönemde Suriyeli mültecilerle ilgili yapılan çalışmalar yoğunlaşmıştır. Bu bağlamda Hacettepe Üniversitesi Göç ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (HUGO) ile İltica ve Göç Araştırması Merkezi (İGAM), 2017 tarihli Suriyeliler Barometre Raporunu gerçekleştirmiştir. “Ayrıca GAP Gençlik Derneği ile Suriyeli mültecilerin haklarını öğrenmelerini destekleyen ve Suriyeli öğretmenlere Türkçe ders verilmesini öngören projeler de Açık Toplum Vakfı tarafından desteklenmiştir.[36]

Açık Toplum Vakfı’nın Türkiye’de desteklediği bazı projeler şunlardır: “Bağımsız Türkiye Komisyonu, Ders Kitaplarında İnsan Hakları Taraması, Eğitim Reformu Girişimi, Sosyal Politika Forumu, Herkes İçin İnsan Hakları, 20 İlde İnsan Hakları Filmleri Gösterimi, Bireysel Silahsızlanma Projesi, STK Eğitim Merkezi, Gezici Afet Eğitim Merkezi, KAGİDER Kadın Fonu, Namus Cinayetlerini Önleme Projesi, Kadın Filmleri Festivali, Açık Radyo, Beyoğlu Gazetesi ve Uluslararası Basın Enstitüsü ile birlikte Gazetecilik Eğitim Semineri, LGBT Hakları, Tutuklu Hakları vb.”[37]

Sonuç

Soros ve ekibinin göçmenler/sığınmacılar/mültecilerle ilgi yaptıkları çalışmaları, kadife darbeler ve stratejik göç mühendisliği kapsamında ele aldığımızda mesele, “ensar-muhacir kardeşliğinin” dışına taşınabilecek bir sorun olarak karşımıza çıkarılabilir. Stratejik göç mühendisliği tanımında yer alan “devletler ya da devlet dışı aktörler tarafından, belli bir bölgede yaşayan nüfusun güçlendirilmesi, zayıflatılması ya da muhtevasının değiştirilmesi” olgusu ciddi bir tehlikenin işaretlerini vermektedir.

Suriye, Afgan, Pakistan, Afrika göçmenleri arasında CIA, MOSSAD, MI6, KGB, Muhaberat, İran, Fransız, Alman istihbarat ajanlarının vb. olmaması mümkün değildir. Bunlar şimdilik uyuyan hücrelerdir. Yarın göçmenle/ sığınmacılarla ilgili gerekli şartlar toplumsal düzlemde oluştuğunda, toplumsal gerilim arttığında, süreci hızlandırmak amacıyla bu unsurlar harekete geçecekler, geçirileceklerdir.  Devlet Bahçeli’nin, “Düzensiz göçün, adı konmamış bir istila” olduğunu belirtmesi, mevcut göç olayında yaşanacak olan ciddi bir tehlikenin varlığına işaret şeklinde değerlendirilmelidir: “Düzensiz göç, adı konmamış bir istiladır. Yakalananlar derhal gönderilmelidir. Suriyeli sığınmacılar, ülkelerinden ayrılış nedenleri ortadan kalktıktan sonra geri gönderilmelidir. Misafirliğin süresi sınırlıdır. Bayram günlerinde ülkelerine gidebilen Suriyelilerin geri dönmelerine gerek yoktur.”[38] 

Eski İçişleri Bakanı Sadettin Tantan bu konuda “sesli işgal” kavramını kullanmaktadır:  “Özellikle son 20 yılda gelenlerin büyük çoğunluğunun Türkiye’ye uyum sağlayamadığı ise bilinen bir gerçek.  İltica ve Göç Alanındaki Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Planı, 2005 yılında son hâlini alarak AKP hükûmeti döneminde hazırlandı. Henüz 2005 yılında sanki Arap Baharı’nın yaratacağı göç dalgası bilinerek Türkiye’nin göç politikasına müdahale edilmesi tesadüf olabilir mi? Cumhuriyet tarihimizde eşi benzeri görülmemiş bu göç akını, artık sessiz işgal olmaktan çıkmış sesli bir işgale dönmüştür. Türkiye, AB tarafından kendisine dayatılan eylem planını yırtıp atarak yerli ve milli bir Göç ve Sığınmacı Eylem Planı’nı uluslararası hukuk çerçevesinde yeniden oluşturmak zorundadır. Sessiz işgalin, sesli işgale dönüşmesine dur demek hepimizin; bu ülkenin kurucu iradesine, milletimize, tarihimize karşı bir sorumluluğudur.”[39]

MHP’nin 2018 tarihli Sınırı Aşan Göçler Raporu’nda Türkiye’de yaşanan göçmen olayı hayli geniş bir şekilde, farklı boyutları ile analiz edilmiş ve yol boyu muhtemel tehlikelere dikkat çekilmiştir.  Raporda Türkiye’nin uyguladığı “açık kapı politikasının”, “denetimsiz, stratejisiz göç olgusunun” Türkiye için ciddi bir sorun meydana getireceği ifade edilmiştir: “Türk toplumuyla arasına mesafe koyma eğiliminde olan ve Türk toplumuna uyum ve aidiyeti yetersiz olmasına rağmen vatandaşlık yoluyla Türkiye’de kalıcı hâle gelmeye başlayan bir nüfusun Türkiye’nin geleceği açısından tehditler barındırdığı açıktır. …Bu tehdidin boyutu özellikle büyük devletlerin kışkırtmalarıyla Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkıcı veya bölücü bir mahiyet kazanması da mümkündür…

Bu bağlamda toplumsal çatışma sinyallerinin de mevcut olduğu bir sosyolojide oy kaygısının ötesine geçen politikalar belirlenmesi zaruridir. Aksi takdirde gerek sosyal gerekse de güvenlik krizlerinin ortaya çıkacağı kaçınılmaz bir gerçektir… Türkiye’de uluslararası koruma kapsamında bulunan yabancılara, özellikle de Suriyelilere, ilişkin olarak ayakları yere basan bir kalıcı çözüm geliştirilmesinin Orta Doğu’nun kırılgan ve yıkıcı ikliminde Türkiye için bir beka sorunu olduğu açıktır… İnsani değerler ile ülke çıkarları arasında bir denge sağlanması ve sürecin doğru yönetilmesi önemlidir.”[40]

Yaklaşık dört yıl önce hazırlanan bir raporda gelecekte Suriyeli göçmenlerle ilgili meydana gelebilecek muhtemel tehlikelere dikkat çekilmesi çok önemli bir olgudur. MHP bu raporu normal şartlar altında başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere devletin tüm kurumlarına ve de tüm siyasi partilere göndermiş olmalıdır.  Devlet, bu ve buna benzer raporlardaki verileri, önerileri göz önüne alarak çok hızlı bir şekilde gelişmekte olan soruna çözüm bulmalı, gerilimi düşürmeli, iç bütünlüğü sağlamalıdır.

Göçmenlerle ilgili ikna edici belge ve dokümanlar yerinde zamanında toplumla paylaşılmalı ve halkın gönlü kazanılmalı ve ikna edilmelidir. Hayat pahalılığının, ekonomik krizin ana müsebbibi göçmenler gösterilmek istenmektedir. Göçmenlerle ilgili yapılan şikâyetler görmemezlikten gelinmemeli, yapılan hatalar varsa ki vardır, düzeltilmelidir. Aksi takdirde ekonomik krizin meydana getirdiği stres, gerilim çok ciddi bir fay hattı oluşumuna sebebiyet vererek göçmenler üzerinden bir sosyal patlama hayata geçirilebilir. Buna imkân verilmemelidir.

Henüz Vakit Varken!


[1] Bartu Soral, “Yenidünya Düzeni”, Cumhuriyet, 30 Eylül 2018.

[2] “Özdağ da Koroya Katıldı”, Aydınlık7 Mayıs 2022.

[3] Arslan Bulut, “Tahrik Değil Tehcir ve İstilâ Var”, Yeni Çağ, 13 Mayıs 2022.

[4] Melih Pekdemir, “Hakarete ve Nefrete Sığınmak”, Birgün, 9 Mayıs 2022.

[5] Bülent Orakoğlu, “Zafer Partisi Lideri Ümit Özdağ MOSSAD Ajanı mı?, Yeni Şafak, 9 Mayıs 2022.

[6] Faruk Arvas, “Bakan Soylu'dan 'İstila' Provokasyonuna Cevap”, https://www.tgrthaber.com.tr/politika/bakan-soyludan-istila-provokasyonuna-cevap-2826234

[7] Selcan Taşçı, “Ört ki Ölem!..” Yeni Çağ, 7 Mayıs 2022.

[8] Bülent Orakoğlu, agy., Faruk Arvasagy.

[9] Bülent Orakoğlu, agy., Faruk Arvasagy. Bakan Soylu’nun bir bakan olarak çok ağır hakaretler içeren ifadeleri kullanmaması gerektiğini, bunu onaylamadığımızı burada belirtmekte fayda vardır.

[10] Bülent Orakoğlu, agy., Faruk Arvasagy.

[11] https://t24.com.tr/haber/soyludan-eski-abdbuyukelcisi-john-bassa-suclama-afganistandaki-afyon-uretimi-o-gidinceartti,750036

[12] Faruk Arvasagy.

[13] Bülent Orakoğlu, agy., Faruk Arvasagy.

[14] Faruk Arvas, agy.

[15] “Özdağ da Koroya Katıldı”, agy.

[16] Bülent Orakoğlu, agy.

[17] Bülent Orakoğlu, agy.

[18] https://www.tbmm.gov.tr/Haber/Detay?haberSiraNo=153976

[19]https://www.mhp.org.tr/htmldocs/mhp/5002/mhp/Milliyetci_Hareket_Partisi_Genel_Baskani_Sayin_Devlet_BAHCELI__nin_sosyal_medya_hesabi_twitter_uzerinden_yayinladiklari_mesajla.html

[20] Gene Sharp, Diktatörlükten Demokrasiye Kurtuluş İçin Teorik Bir Çerçeve, The Albert Einstein Enstitüsü, 2010, s.10-16.

[21] Sinan Oğan, Turuncu Devrimler, Bir Harf Yayınları, İstanbul, 2004, s. 507-530.

[22] Sinan Oğan, age., s. 507-530.

[23] Sinan Oğan, age., s. 507-530.

[24] https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-46349417

[25] Sinan Oğan, age., s. 507-530.

[26] Mehmet Ali Güller, “Soros İstedi, AKP Türkiye’yi ‘Tampon Ülke’ Yaptı”, Cumhuriyet, 9 Mayıs 2022.

[27] Mehmet Ali Güller, agy.

[28] Mehmet Ali Güller, agy.

[29] George Soros, “Suriyeli Mültecilerin Yıllık Maliyeti 11 Milyar Euro”, Hürriyet, 9 Kasım 2015. Murat Sabuncu, "Erdoğan’ın Rol Modeli Putin’di", Cumhuriyet, 9 Kasım 2015.

[30] Kelly M. Greenhill, Bir Savaş Silahı Olarak Stratejik Göç Mühendisliği”, Journal of Civil Wars, 2008; https://www.tandfonline.com/doi/abs/10.1080/13698240701835425

[31] Sinan Oğan, age., s. 507-530.

[32] https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-46349417

[33] Erhan Öztürk, “Darbelerin Gölgesi Soros”, Tercüman, 28-30 Mart 2005.

[34] https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-46349417

[35]  https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-46349417

[36]  https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-46349417

[37]  https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-46349417, Erhan Öztürk, agy.

[38] https://www.ensonhaber.com/gundem/358-devlet-bahcelinin-grup-toplantisi-konusmasi

[39] Sadettin Tantan, “Sessiz Değil Sesli İşgal!”,  Cumhuriyet, 6 Mayıs 2022.

[40] Milliyetçi Hareket Partisi, Sınırı Aşan Göç Komisyonu, Sınırı Aşan Göçler Raporu, Ar- Ge Yayınları 1, Ankara 2018, s. 155-158.

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...