Şer ittifakı (Siyonizm-ABD-İngiltere-İsrail), 21. yüzyılı “dijital dönüşüm” yüzyılı olarak öngörmekte, bu sebeple “büyük sıfırlama” (big reset) stratejisini uygulamaya sokmak istemektedir. Şer ittifakı, küresel salgın sürecini bu amaca dönük olarak değerlendirmiştir. Bunun için tüm dünyada var olan yönetimler/hükümetler ekonomik krizle yıpratılarak kadife darbelere uygun bir zemin oluşturulmaya çalışılmıştır. Hedef, siyasi iktidarları düşürebilecek bir gayrimemnunlar kitlesi inşa etmek olmuştur.
Süreç devam etmekte, şer ittifakı ile
dünyadaki ulusal yönetimler arasında ciddi bir hesaplaşma dönemi başlamak
üzeredir. Avrasya coğrafyasında başlatılan ve devam ettirilmek istenen olaylara
bu açıdan bakmak gerekmektedir. ABD Başkanı Trump, 25 Eylül 2018’de
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda “Küreselleşme ideolojisini
reddettiklerini, ulusalcılık doktrinini kabul ettiklerini”[1] açıklamakla ABD’de WASP denilen Amerikan milliyetçileri
ile Siyonist hareket arasındaki kavgada tarafını seçerek küreselci ekip
Siyonizm’e karşı açık bir tavır almıştır.
Trump’ın daha sonra küresel salgının “tek merkezden”,
“tek bir dünya hükümeti” tarafından yönetilmesi tekliflerine karşı çıkarak
salgına karşı bir mücadele başlatmıştır. Henry Kissenger, Bill Gates,
Hariri gibi Siyonist hareketin sözcüleri, küresel salgının “tek
merkezden”, “tek bir dünya hükümeti” tarafından yönetilmesinde ısrarcı
olmuşlar ve Trump’ın bunu gerçekleştirmesini istemişlerdir. Salgın ile mücadele
için öngörülen böyle bir yapılanma ile Siyonizm, hedeflediği “tek dünya
hükûmeti”, “tek dünya devleti”, “tek para sistemi”, “tek hukuk yapısı” ve “tek
din” projesini hayata geçirebilecekti. Ancak salgının sürecinin yönetilme
şekli, stratejisi üzerinde iki yapı anlaşamamış; Trump’ın temsil ettiği yapı
buna, tam tersini yaparak, ABD’yi içe kapatarak cevap vermiştir. O andan
itibaren bir taraftan Soros’un kadife darbeci ekibi eyaletlerde
kadife darbe sürecini (4. Nesil Kadife Darbe Süreci) başlatırken; diğer
taraftan Siyonist sermaye ABD’yi ekonomik krizin içine çekmeye ve krizi
derinleştirmeye, böylece Trump yönetimini yıpratmaya çalışmıştır. Muhtemelen
kongre binasının işgal hadisesi de sürecin bir devamıdır. Bu sürecin sonunda
kadife darbe süreci ABD’de hedefine ulaşmış ve Trump seçimleri kaybederek
şimdilik tasfiye edilmiştir.
Sovyetler Birliği çöktükten sonra başlayan süreç dünyadaki
savaş mantığının ve stratejisinin değişmesine sebep olmuştur. Konvansiyonel
savaşlar, ordular ve silahlar dönemi yerine bunların da işin içerisinde olduğu
ve en son kullanılan araçlar hâline geldiği yeni bir savaş türü ortaya
çıkmıştır: Hibrit savaşları. Bu savaş türünde ordu, konvansiyonel silah
daha az kullanılacak, bunun yerine askeri şirketler, teröristler, mafya, göçmen
savaşçılar, göçmenler, istihbarat örgütleri ve hedef ülkedeki gayrimemnun
kitleler, sivil toplum örgütleri kullanılacaktır.
Soros ekibinin stratejisini çizip başlattığı kadife
darbeler/renkli darbeler, hibrit savaşlarının ilk uygulaması olarak kabul
edilebilir. Kadife darbelerdeki mantığı inceleyip buradan yeni bir savaş
stratejisi ortaya koyan Rusya Genelkurmay Başkanı Gerasimov
olmuştur. Gerasimov Doktrini’nin öngördüğü savaş stratejisi, 2014 Ukrayna
savaşlarında başarı ile uygulanmış ve Kırım Rusya tarafından ilhak
edilmiştir.
Birinci nesil kadife darbeler Sırbistan, Gürcistan, Ukrayna,
Kırgızistan, Kıbrıs hattında gerçekleşmiştir. Büyük Ortadoğu Projesi ile Büyük
İsrail projesinde öngörülen ülkelerin bölünmesi için ikinci nesil kadife
darbeler “Arap Baharı” sürecinde hayata geçirilmiştir. Dönemin
Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’in ifadesi ile “22 ülkenin sınırları” yeniden
çizilmek istenmiştir. Irak, Suriye, Libya, Sudan, Somalı, Yemen gibi ülkelerin
bir kısmı fiilen ve hukuken bölünmüş; bir kısmı ise fiilen bölünüp hukuken
bölünmemiştir.
Taksim Kadife Darbe Süreci, üçüncü nesil, Boğaziçi Kadife
Darbe Süreci de beşinci nesil kadife darbe
süreçleridir. Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör atanması ile
başlatılan olaylar zinciri, Türkiye’de 5. nesil kadife darbe sürecinin
uygulamaya sokulmasını sağlamıştır. Taksim Gezi Parkı olayları, nasıl
sadece “3-5 çapulcunun” işi değildi ise Boğaziçi
Üniversitesi’nde meydana gelen ve yol boyu farklı renk ve görüntülere bürünen
olaylar da, sadece “3-5 sapkının” ve Boğaziçi Üniversitesi
öğrencilerinin-akademisyenlerinin işi değildi. Beşinci nesil kadife
darbe sürecinin siyasi iktidar açısından en etkili aşaması Sedat Peker ile
başlatılan süreç olup dördüncü aşamadır. Beşinci aşaması yolsuzluklar, altıncı
aşaması ekonomik kriz ve yedinci aşaması ise
‘Göçmenler’/‘Sığınmacılar’/‘Mülteciler’/‘Geçici Koruma Altında Olanlar’ ile
başlatılmıştır.
Yedinci aşamanın en temel özelliği, göçmenler olgusu
ile ekonomik krizin iç içe geçmiş olmasının neden olduğu “sosyal
pozitif geri besleme” (olumsuzlukların olumsuzlukları tetikleyip beslemesi,
yaygınlaştırması ile ortaya çıkan olumsuz durum) olgusudur.
Bu yazıda yedinci aşamanın birinci evresi, kadife darbelerin beyni ve finansörü Soros, merkeze konularak bir değerlendirme yapılacaktır. Bunun da sebebi İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve MHP lideri Bahçeli’nin Ümit Özdağ’ın göçmenlerle/sığınmacılarla ilgili başlattığı sürece ilişkin yaptıkları değerlendirmeler ve kullandıkları ifadelerdir.
Özdağ-Soros ve Göçmenle/ Mülteciler/Sığınmacılar Olgusu
Göçmen/sığınmacı olgusunun Türkiye’nin gündemine etkin bir
şekilde oturması, üzerinde çok yoğun ve sert tartışmaların başlaması, Ümit
Özdağ’ın göçmenlerle ilgili yaptığı basın açıklaması sonrasına tekabül eder.
Hatırlanacağı üzere şöyle demişti: “Biz ’onlara ev yaparız,
dönerler’ demiyoruz. Burası dünyanın lunaparkı değil. Her önüne gelen
buraya gelemez. Biz 8 milyonunu da vatanlarına yollayacağız.”[2] “Örtülü istilaya direneceğiz.”[3] “Zafer Partisi iktidarında Türkiye’deki tüm sığınmacılar
1 yıl içinde vatanlarına geri dönecek, gerekirse zorla...”[4]
Eş zamanlı olarak sosyal medyaya sokulan sığınmacı
karşıtı “Sessiz İstila” filmini kendisinin finanse ettiğini
açıklaması, tartışmanın sertleşmesine ve çok ağır ifadelerin kullanılmaya
başlamasına sebebiyet vermiştir. Filmde Türkiye’nin 3 Mayıs 2043’te
“sığınmacılar tarafından işgal edildiği” ifade etmekte, “yönetimin
bunlara sessiz kalması” eleştirilmekte ve yönetim suçlanmaktadır.[5],[6]
Ümit Özdağ’ın sözleri ve “Sessiz İstila” filminde yer alan
iddialar üzerine İçişleri Bakanı Soylu, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP Genel
Başkanı Bahçeli’nin açıklamaları ve kullandıkları ifadeler analiz edildiğinde göçmenler/sığınmacılar
olgusunun, ekonomik kriz ile birlikte çok farklı bir aşamaya taşınmak istendiği
anlaşılmaktadır. (Bize göre bu aşama Boğaziçi Kadife Darbe Sürecinin yeni bir
aşaması, yedinci aşamadır.) İçişleri Bakanı Soylu’nun Özdağ ve “Sessiz İstila”
filmi ile ilgili yaptığı açıklamalar çok sert, ağır ve de oldukça
açıktır: “Muhatabım değil. Ben bu adamı adam yerine ve insan yerine
koymam… Bu hayvandan aşağı bir adamdır… ‘Esfeli safilin’dir… Bu kadar basit…
Adam yerine koymam… Kendisi adam yerine girmeye çalışıyor… Soros çocuğu ve
operasyon çocuğudur… Bu kadar açık… İstihbarat elemanı olduğu apaçık
bellidir…”[7]
Bakan Soylu’nun kadife darbelerin stratejisi ve beyin takımı
ile ilişkisi açısından Özdağ’la Soros arasında irtibat kurması; Özdağ’ı “Soros
ve operasyon çocuğu” diye nitelendirip “Sessiz İstila” filminin bir “Soros
taktiği” olduğunu kamuoyu önünde ilan etmesi, Türkiye’nin karşı karşıya
kaldığı Boğaziçi kadife darbe sürecinin yeni bir aşamaya geldiğinin en güzel ve
dikkat çekici bir ifadesidir: “Sessiz İstila filmi için para
verdiğini açıklayan Ümit Özdağ bu filmi nasıl finanse etmiş. Bu, Soros
taktiğidir. Bu vatandaşımızı korkutmaya yönelik bir süreci tetiklemeye
çalıştılar. Bunların insanlık ile alakası yok. Bunlar için İslâm’ın güzel
sözleri var. Hayvandan aşağıdır. Böyle tipler. Evet, bir problem var. 4 milyon
sığınmacı var Türkiye’de. Dünyada en çok sığınmacı olan ülkeyiz. Ama yalan
üzerinden değerlendirerek insanları birbirine kırdırıyorlar. Siz insan
değilsiniz. Siz insanlık sıfatından çıkmışsınız. Lübnan’da çekilen
görüntüler Türkiye’de çekilmiş gibi, gösterildi… Sessiz İstila bir
edepsizliktir. Bir yalandır ve bunu ortaya koyup bunu sosyal medya üzerinden
toplumu tahrik eden ve direk hükûmeti hedef alan saldırı ile karşı
karşıyayız. Bot hesaplar ile kamuoyu oluşturmaya çalışılıyor.”[8]
Bakan Soylu Özdağ hadisesinde “Sessiz İstila” filmine atıfta
bulunarak “Değirmenin suyunun nereden geldiğine” dikkat çekmekte ve yargıyı
göreve davet etmektedir: “Yargının yapması gereken şu. Bu film kin,
nefret ve düşmanlık üzerine yapıldı. Eğer bu filmi Ümit Özdağ fonladıysa
nereden buldu parayı. Bu parayı Özdağ, Ruşen Çakır gibi sen de ABD’deki
birtakım Türkiye’yi karıştırmaya yönelik vakıflardan mı aldın, onlardan mı
fonlandın? Ruşen Çakır ile oturup sohbet edip, eziyet çeken insanların
üzerinden başkalarının para ile keyif yapmak, bu ülkenin yargısı tarafından
cezasız bırakılmayacaktır. Bunlar bu ülkenin çocukları değiller, bunlar
başka ülkelerin çocukları olmuşlar.”[9]
Bu iddialar çok ağırdır. Yargının konunun üzerine
giderek Türkiye’nin karanlık dehlizlerinde neler organize edilmek istendiğini
açığa çıkarması gerekmektedir. Ancak sorun bununla bitmemeli, Soros ile çalışan,
iş tutan bütün yapılar masaya adil bir şekilde yatırılmalıdır. Bakan
Soylu, sorunu daha geniş bir çerçevede ele alarak dünyadaki göç olgusunun ana
nedenleri üzerinde durmakta ve göçlere neden olan başta ABD olmak üzere AB
ülkelerini açık bir şekilde eleştirmekte ve
suçlamaktadır: “Afganistan’daki göçün sebebi biz miyiz? Suriye’deki
savaşı biz mi başlattık? Irak’a girip biz burayı
özgürleştireceğiz diyen ABD dediğini yaptı mı? Yoksa insanların orada
yarınlarını mı aldı? Peki, Yemen, Lübnan ya Orta Asya. Eğer iç savaş varsa eğer
yoksulluk varsa, bir taraftan eğitim, suya gıdaya erişemiyorsa bu insanlar ne
yapacaklar? İnsanları vekâlet savaşının içerisine düşürmüşsünüz.
Çekilmişsiniz, yetmemiş afyon tarlaları kurarak bunu dünyada satışa sunuyorsunuz.
Bunu biz yapmadık papyon takan Batılılar yaptı. Bugün bu operasyonların
içinde de onlar var.”[10]
Soylu daha önce Afgan göçü ile ilgili yaptığı bir
açıklamada, düzensiz göçün arkasında ABD’nin eski Türkiye büyükelçisi
şimdiki Kabil Büyükelçisi olduğunu ve onun göreve başlaması ile afyon
üretiminin aşırı bir şekilde arttığını açıkça seslendirmiştir: “Sadece
Suriye değil, aslında bir problemimiz daha var, bu da Afganistan kaynaklı
düzensiz bir göçtür. Şunu açık ve net söyleyeyim: Burada Amerika net bir
oyunla karşı karşıyadır. Amerika’nın Afganistan’daki Büyükelçisi kimdir?
15 Temmuz darbesindeki büyükelçidir. Peki, afyon üretimi en çok ne zaman
artmıştır? O, oraya gittikten sonra. Peki, bir soru daha: Afganistan
kaynaklı düzensiz göç ne zaman artmıştır? O adam oraya gittikten sonra.”[11]
Soylu ABD ve AB’yi sadece göçe neden olmakla suçlamamakta,
aynı zamanda yoksulluğun, uyuşturucu ticaretinin, vekâlet savaşlarının ve
ülkelerin bölünmesinin de müsebbibi olarak suçlamaktadır. Anlaşılan o ki, şer
ittifakı ile Türkiye arasındaki kavga daha da sertleşecek ve derinleşecektir. O
nedenle bu konularla ilgili araştırma raporlarının şimdiden hazırlanmasında
fayda vardır. Soylu’ya göre bu saldırıların nedeni 2023 seçimleridir: “Bir
taraftan aman aman sakın göndermeyin diyeceksiniz el altından. Büyükelçi
üzerinden operasyon yapanlar var. Dışarıdan ve içeriden saldırı var. Bunun
sebepleri var. 2023 yılında seçim var.”[12]
Bu noktada unutulmaması gereken gerçek kadife darbelerin
seçim merkezli operasyonlar olduğudur. Bakan Soylu’ya göre göçmenler üzerinden
başlatılan kampanya, yurt dışından ve tek bir merkez tarafından
yönetilmektedir: “Bu olaylar hepsi bir merkezden yönetiliyor. Batı
eksenini AB ve ABD oluşturuyor. Büyükelçiler içinde operasyon yapıyorlar.
Türkiye göçmen deposu olsun istiyorlar. AB Türkiye’nin ‘göçmen deposu’ olmasını
istiyor. Bu teklifi kaç kere getirdiler. Bizim yaptığımız insanlık
yetmiyor. Tam tersini istiyorlar. Tamamen Türkiye’yi dışarıdan
getirdikleri ve daha sonra operasyon yapabileceği bir sistem içerisine düşürmek
istiyorlar.”[13] Soylu’nun, “AB Türkiye’nin ‘göçmen deposu’
olması istiyor. Bu teklifi kaç kere getirdiler.” ifadesini göz
önüne aldığımızda, şer ittifakının niyetinin göçmenler üzerinden Türkiye’ye bir
operasyon çekeceği olgusudur.
Bunca tarihî tecrübeye sahip Türkiye’nin, ülkedeki göçmen
birikimine zamanında müdahale etmesi ve ona göre bir yol haritası ve strateji
çizmesi gerekmez miydi? Gerekmez mi? Türkiye duygusallıktan kendini kurtarmalı,
şimdiden göçmenlerle ilgili yapılan araştırmaları, projeleri, çalışmaları
masaya yatırarak gerekli tedbirleri almalıdır. Göçmenler üzerinden
gerçekleştirilecek eylemler, ekonomik krizle birleşince çok büyük sosyal
patlamalara neden olabilir.
Bakan Soylu’nun göçmenler meselesini, 15 Temmuz 2016 Darbe girişimine
atıfta bulunarak Özdağ, Kavala ve Soros denkleminde değerlendirmesi,
bir “kaos planına” dikkat çekmesi, Türkiye’deki Taksim ve Boğaziçi
ile başlatılan kadife darbeler zincirinin devam ettiği, 2023 seçimlerine kadar
da devam edeceği anlamına gelmektedir: “Kaos planıyla 15 Temmuz’da yarım
kalan işimizi tamamlayacağız… Kaos planı yapacak kişileri bekliyoruz. Yeni
Soros’un Kavalaları’nı bekliyoruz. Şuramıza kadar dolduk. 15 Temmuz’da
tamamlayamadığımız işi tamamlayacağız.”[14]
Bakan Soylu’nun “ABD’nin yayımladığı son insan hakları
raporunda Türkiye ile ilgili bölümü” için yaptığı yorum ve değerlendirme,
Türkiye’nin ABD merkezli bir ihanet hareketi ile karşı karşıya kaldığının ve
her fırsatta ABD’nin değişen şartlara bağlı olarak yeni bir ihanet planını
devreye soktuğunun bir göstergesidir: “Orada (raporda) diyor ki Türkiye FETÖ ve
PKK’ya haşin davranıyor. Onlar terörist değil, onlar siyasi tutuklu diyor. Yani
biz onları siyaset sebebiyle tutuklu hâle getirmişiz, diyor. Yetmedi. İçişleri
Bakanlığı’nı eleştiren büyük bir paragraf açıyor. Biz PKK’ya ve FETÖ’ye karşı
şiddetle mukabele ediyormuşuz… FETÖ’ye müsamaha göstermiyormuşuz. PKK’ya
müsamaha göstermiyormuşuz. LGBT’ye müsamaha göstermiyormuşuz. Türkiye huzurlu
bir hâle gelmiş. Ve bu huzurlu hâle gelmelerinden de bunlar rahatsızlanmış.
Sizin bizim hakkımızda rapor yazmanız değil, biz sizin hakkınızda rapor
yazarsak esas yandı gülüm keten helva.
Sen 15 Temmuz Darbesinde, Sayın Cumhurbaşkanımızın uçağı
havadayken onun nerede olduğunu birilerine göstermek için yayınlar yapmadın mı?
Sen Afganistan’ı işgal ettiğinde 17 bin dekardan, Afganistan’daki uyuşturucu,
narkotik veya haşhaş üretimini 300 bin dekarın üzerine çıkarıp, Afganistan’dan
bütün dünyaya yayılan eroinle karşı karşıya bırakmadın mı? Bizim senin hakkında
hazırlayacağımız raporlar Meydan Larousse olur. Senin yazacağın rapor hiçbir
anlam ifade etmiyor.”[15]
Soylu’nun “Sizin bizim hakkımızda rapor yazmanız değil, biz
sizin hakkınızda rapor yazarsak esas yandı gülüm keten helva.” “Bizim senin
hakkında hazırlayacağımız raporlar Meydan Larousse olur. Senin yazacağın rapor
hiçbir anlam ifade etmiyor.” ifadeleri sade vatandaş tarafından kullanılmış
olsaydı çok fazla anlamı olmayabilirdi. Sorumlu bir bakan tarafından bu
cümleler sarf ediliyorsa, bu raporlar yazılmalı ve gelecekteki mücadeleler için
şimdiden hazır olunmalıdır. Gereği yapılmalıdır. Türkiye, hep savunma konumunda
kalmamalıdır. Bunun için Türkiye içerde gayrimemnun üretmemelidir. Milleti,
muhalefet partileri dâhil, ortak payda etrafında toparlayacak bir dil
kullanmalı ve ona uygun çalışma ve strateji ortaya koymalıdır. Alay ve
hakaretlerle Türkiye’de ne birlik sağlanır ne de sorunlara çözüm üretilebilir.
Göçmenler üzerinden Ümit Özdağ’ın ifrata varan sözlerinin ve “Sessiz İstila” filminde işlenen konunun perde arkasının daha iyi anlaşılabilmesi için MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın’ın Özdağ’a gösterdiği tepkiye yansıyan cümleler dikkat çekmektedir. Bunlar Soylu’nun açıklamalarını desteklemekte, konuya belli boyutları ile açıklık kazandırmaktadır: “Özdağ, İsrail ve Yahudi lobileriyle ve ABD’deki Yahudi think-tank kuruluşu JINSO ile kurduğu gizli ilişkilerin, Rant Corporation ile görüşmelerinin sebebini açıklamalıdır. Özdağ, ASAM bütçesiyle gerçekleştirdiği İsrail gezilerinde Mescid-i Aksa’yı mı yoksa MOSSAD’ı mı ziyaret etmiştir? Ümit Özdağ’ın ‘Yurtta Sulh Konseyi’ üyesi olup olmadığı araştırılmalı; bu sözde milliyetçinin, aslında Türk milliyetçiliğinin kripto düşmanı ve Türkiye’de küresel aktörler adına görev yapan pis bir ajan olup olmadığı acilen aydınlatılmalıdır.”[16] Özdağ’la ilgili Bakan Soylu’nun ifadeleri ile Semih Yalçın’ın ifadeleri, iddiaları örtüşmektedir. Muhatap “ajan olmakla” suçlanmaktadır. Öyleyse gereği niçin yapılmamaktadır?
“Kaos-İstikrarsızlık” ve “Provokatörler”
Göçmenler üzerinden başlatılan tartışmalarla ilgili
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamaları, Soylu kadar açık olmamakla birlikte, ima
yoluyla aynı manaya ve aynı olguya vurgu yapmakta, Türkiye’de ve bölgede AB ve
ABD tarafından bir “kaos ve istikrarsızlık” plan ve projesinin
yürürlüğe sokulmak istendiğine dikkat çekmektedir: “Türkiye’nin bugüne
kadar 500 bin Suriyeliyi gönderdiği ‘güvenli bölge’ye şimdi de 1 milyon
göçmen daha göndermesi ve onlara güvenli bir yaşam imkânı sunması, AB ve
ABD’den oluşan Batı ekseninin hiçbirinin işine gelmiyor. Bu politikayı,
Türkiye’nin hem Suriye’de hem de bölge halkları nezdinde itibarını artıracağı
için engellemek, hem de bölgede kaos ve istikrarsızlık yaratmak için
istiyorlar…”[17]
Cumhurbaşkanı Erdoğan’a göre Türkiye’nin Suriye’ye 1 milyon
gönüllü göçmen göndermesi, AB ve ABD’nin işine gelmemektedir. Öyleyse şer
ittifakı tarafından göçmenler üzerinden uygulanmak istenen gizli bir operasyon
olmalıdır. Kaos ve istikrarsızlığı ne ile nasıl ve kimlerle gerçekleştirmek
istemektedirler. Kamuoyunun ikna edilmesi için gerekli belge ve dokümanların
ikna edici bir şekilde deşifre edilerek kamuoyuna açıklanmalı ve göçmenler
üzerinden kurulmak istenen oyun bozulmalıdır.
Cumhur İttifakı içerisinde yer alan MHP Genel Başkanı Devlet
Bahçeli, partisinin TBMM’deki grup toplantısındaki açıklamalarında Suriyeli
sığınmacılar üzerinden yürütülen kampanyanın farklı boyutlarına dikkat
çekmiştir. Konuşmasında, “Provokatörlerin devrede olduğunu”, “anlaşmazlıkların
sorun haline getirilmek istendiğini”, “olayların iyi analiz edilmesi ve gerekli
tedbirlerin alınması gerektiğini” belirtmiştir: “Suriyeli sığınmacıları bahane
eden bazı provokatörlerin devrede olduğu net olarak görülmektedir. En
küçük bir anlaşmazlığın büyütülmesi hedeflenmektedir. Biz bu alçakların
oyununu bozacağız, alayını birden hüsrana uğratacağız. Biz düzensiz göç ve
sığınmacı konusunu ortak bir iradeyle Türk milletinin gündeminden çıkarmakla
mesulüz. Oyun, sinsidir, tehlike kol gezmektedir. Hepinizin bilhassa dikkatini
çekiyorum; cepheleşmelerin açtığı öfke çukurları feci sonuçlara kapı
aralayacaklardır. Türkiye’de geçici koruma statüsünde bulunuyorken huzuru
kimler bozuyorsa derhal, gözünün yaşına bakılmadan sınır dışı edilmelidir.”[18]
Özdağ’ın açıklama ve girişimlerini MHP lideri Bahçeli, “karanlık mahfiller tarafından düzenlenmiş küresel bir operasyon” olarak nitelendirmiştir: “Türkiye’miz maksadı bulanık, meşrebi buruşuk, meselesi bunalım çıkarmak olan müflis odaklar eliyle karanlık bir ortama sürüklenmek, kavga ve kargaşa iklimine sokulmak istenmektedir. Kaldı ki dış tazyik ve telkinlerin refakatiyle Türkiye Cumhuriyeti’ne meydan okunmaktadır. Nereye ve hangi çevrelere hizmetkârlık yaptıkları sır olmayan menfur zihniyetlerin siyasi kamuflaja bürünerek sokak üslubuna heveslenmeleri, bu vesileyle toplum huzurunu zehirleme teşebbüsleri çok ciddi bir tehdittir.”[19]
Soros, Kadife Darbeler-Karanlık
Odaklar-Kaos-İstikrarsızlık Denklemi
Cumhurbaşkanı Erdoğan, İçişleri Bakanı Soylu, MHP Lideri
Bahçeli ve MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın Ümit Özdağ’ın göçmenler ile
ilgili yaptığı çıkıştan sonra yaptıkları açıklamalarda, Soros ismi ile
karanlık odaklar, kaos ve istikrarsızlık kavramlarını çok sık
kullanmışlardır. “Soros’un Kavalaları” tabiri, bize tüm kadife
darbeler zincirini hatırlatmaktadır.
Kadife darbeler, seçim endeksli, dış destekli,
gayrimemnunların ittifakına ve gerilime dayalı, seçim öncesi, esnası ve
sonrasında sokak hâkimiyeti kurarak ve genellikle “yumuşak güç” (soft power)
kullanarak (zaman zaman, özel amaçla sert güç kullanılmaktadır), STK’lar
aracılığıyla siyasi iktidarları düşürmeyi hedefleyen yeni bir darbe türüdür.[20] Kadife darbeler, o ülkenin yerli görüntülü
sivil toplum örgütlerinin önderliğinde, kitle hareketi ile yönetimleri devirme
sanatı olarak tanımlanabilir.
Dünyada bugüne kadar gerçekleştirilmiş olan kadife
darbelerin ana stratejisini çizen beyin takımı, Soros merkezli Siyonist-mason
bir kadrodur (Dış Beyin-Birinci Halka) (Şekil-1). Bu, hedef ülkelerin
dışında bir merkezdir. Hedef ülkelerde, ana stratejiye uygun bir şekilde kadife
darbelerin yönetilebilmesi için o ülke içerisinde var olan, o ülkenin vatandaşı
konumundaki Mason-Sabetayist-Siyonist iş birlikçilerden oluşan ikinci derecede
bir beyin takımı (iç beyin- ikinci halka) daha vardır. Bu iki merkez, mevcut
siyasi iktidara, sisteme/devlete karşı olan “gayrimemnun örgütleri”, bir “çatı
kuruluş” etrafında (“taşeron yapı”) birleştirerek (yönetimin üçüncü halkası),
ana stratejiyi ve ana stratejinin öngördüğü tüm taktikleri bunlar aracılığıyla
hayata geçirmeye çalışmaktadır.
“Çatı kuruluşta” yer alan kadroların/yöneticilerin tümü, bu
iş birliğinden haberdar olmayabilir; ya da meseleye ortak düşmana/rakibe karşı
çıkar birliği gözüyle bakabilir. “Çatı kuruluş”, ülkedeki
tüm gayrimemnunları ya da önemli bir kısmını kuşatacak tarzda,
öngörülen strateji ve taktikleri devreye sokmakta ve ona göre davranmaktadır.
Gayrimemnunlar, her dinden her inançtan ve her siyasi görüşten olabilir. Önemli
olan mevcut siyasi iktidardan memnun olmamasıdır.
Şekil-1; Kadife Darbelerin Yönetim Mekanizması
Kadife darbelerin en temel özellikleri, diktatör inşa edip
tüm gayrimemnunları diktatöre karşı eylem birliğine sokmak, asker ve polis
gücünü, bürokrasiyi tarafsız hâle getirmek ya da üstü kapalı desteklerini almak,
bölmek ve yargının, siyasi iktidarın elini kolunu bağlayıcı kararlar almasını
sağlamaktır. Diktatöre karşı mücadelede özgürlükler ve özellikle medyanın
özgürlüğü çok önemli bir slogandır.
Soros, Sovyetlerin dağılması ile birlikte yeni bir savaş
türü olarak hocası Karl Popper’in ‘açık toplum’ fikrini benimsemiş, bu düşünce
üzerine bir felsefe ve bir mücadele anlayışı geliştirmiştir. 1945 yılında
Karl Popper Açık Toplum ve Düşmanları kitabını yazar. Kitabın
ana iddiası, toplumların “değişmez doğrular” tarafından
yönetilemeyeceğidir: “Bilimde değişmez doğrular yoktur ve bilimsel
önermelerin bilimselliği doğrulanamaz olmalarından gelmektedir. İşte bu
doğrulanamayan bilimsel ifadelere bilimselliğini katan ise olabildiğince
ayrıntılı ifadeler olmalarıdır. O nedenle toplumlar değişmez doğrular
tarafından yönetilemez.”[21]
Soros bu yaklaşımı kendine referans alarak toplumları
yönetmenin ve var olan iktidarları değiştirmenin yöntemi olarak kadife darbeler
yaklaşımını benimsemiştir. Açık Toplum Enstitüsü’nü bu amaçla kurmuştur.
Soros’a göre mevcut yönetimler ülkeleri yönetmek için değişmez bazı doğruları
benimsemektedir. Bu yaklaşımın doğal sonucu Soros’un doğrularını benimsememiş
ülkelerdeki “mevcut yönetimlerin sivil olanın karşısında bir tehdit olarak
kabul edildiğini şu açıklamalar ortaya koymaktadır: “Piyasa köktenciliği,
piyasa merkezli politikaların ürettiği olumlu sonuçların akabinde giderek daha
fazla itibar kazanmaktadır… (bu durum) istikrarı sağlamak ve eşitsizliği
azaltmak için ekonomiye bir çeşit politik müdahalede bulunulmasını gerekli
kılmaktadır. İşte bu noktadaki ciddi sorun, politik kararların, piyasalardan da
kusurlu olmasıdır.”[22]
Soros belirsizliği benimsediği için “açık toplum” kavramının
açık bir tanımını özellikle yapmadığını iddia etmektedir: “Kurduğum vakıf
ağında, hiçbir zaman açık toplumu tanımlamadık. Eğer tanımlasaydık,
organizasyon daha kemikleşmiş hâle gelirdi; bu hâliyle, esneklik ayırt edici
özelliğimiz oldu. Ortak bir hedef olarak açık toplumun benimsenmesinin önündeki
engellerden biri, evrensel fikirleri kabul etmeme yönündeki hayli yaygın
eğilimdir. Açık toplum, bir evrensel fikir olarak, özgürlük, demokrasi, hukuk
düzeni, insan hakları, sosyal adalet ve toplumsal sorumluluk ilkelerini temsil
etmektedir. İçinde yaşadığımız dünya, bazı yönlendirici ilkeler olmadan
anlamlandırılamayacak kadar karmaşıktır.”[23]
Soros bir taraftan açık toplum için kesin bir tanım yapmadık
derken diğer taraftan “bazı yönlendirici ilkelere” ihtiyaç vardır, diyerek
kendi içerisinde ciddi bir tezadı yaşatmaktadır. Bu noktada temel soru, bazı
“yönlendirici ilkelerin” ve “evrensel fikirlerin” çerçevesini kim çizecektir ve
ne hakla?! Kadife darbelerin felsefi özüne yerleştirilmiş olan bu
yaklaşım Soros ve onun temsil ettiği akımın dümen suyunda gitmeyen her ülke,
her yönetim ve her düşünce yanlıştır, saçmadır, otoriterdir ve diktatörlüktür.
Bu yönetimlere karşı mücadele etmenin yolu, o ülkelerdeki sivil toplum
örgütlerini mevcut yönetime karşı harekete geçirmektir.
Soros bu yaklaşım çerçevesinde Açık Toplum Vakfı’nı kurdu.
2018 yılı itibarı ile 70’ten fazla ülkede faaliyet göstermekte; dünya genelinde
vakıfların 2017 yılındaki toplam bütçesi 940,7 milyon dolardır. Kurulduğu
günden bu yana yapılan toplam harcama 14 milyar dolardır.[24] Krizlere müdahale etmesi, yönlendirmesi bağlamında
International Crisis Group’u kurmuştur, ABD’deki en etkin yapılardan Council on
Foreign Relations yani CFR’nin üyesidir. Network Media Programı adında bir
medya ağı mevcuttur. Doğu ve Güneydoğu Avrupa, Rusya, Kafkaslar, Orta ve
Güneybatı Avrupa’yı kapsayan ve geniş bir coğrafyaya yayın yapan CIA tarafından
kurulan Radio Free Europe/Radio Liberty’nin arşivlerini satın almıştır.
Soros’un spekülasyonlarının bu derece etkin olmasının nedeni spekülasyonların üst
düzey istihbaratlara dayanması ve gizli yollardan kurum içi bilgi almasıdır.
1997’de patlak veren Güneydoğu Asya krizinin mimarlarındandır ve Alman asıllı
Yahudi banker ailesi Rothchild’ler ile ilişkisi vardır. George Bush, oğul Bush
ve Bin Ladin ailesi ile irtibatlı Carlyle Grubu ile ilişkilidir, silah
sanayisinin içindedir ve Pentagon’a silah satmaktadır.[25]
Soros belli bir stratejiye uygun olarak hareket etmektedir. SSCB dağıldıktan sonra kadife darbeler ile yönetimlerini değiştirmek istediği ülkeler şunlardır: Arnavutluk, Azerbaycan, Bosna Hersek, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Ermenistan, Estonya, Hırvatistan, Karadağ, Kazakistan, Kosova, Litvanya, Macaristan, Makedonya, Moğolistan, Moldova, Özbekistan, Polonya, Romanya, Rusya, Sırbistan, Slovakya, Tacikistan ve Türkiye.
Soros-Göçmenler/Sığınmacılar Denklemi
Bakan Soylu, göçmenler/sığınmacılar olayı ile ilgili yaptığı
açıklamadan dolayı Özdağ’a niçin “Soros’un çocuğu”, “operasyon çocuğu”
demiştir? Soros ile Türkiye’ye göç arasında ne tür bir ilişki
vardır? “Stratejik Göç Mühendisliği” nedir? Bugün Türkiye’de uygulanmakta
mıdır? Bu bağlamda sorgulanması gereken çok önemli bir nokta, “Transit
göç ülkesi” olan Türkiye’ye gelen Suriyelilerin, Afganlıların,
Pakistanlıların, Afrikalıların, AB ülkelerine gitmesini, Türkiye’nin niçin
engellediği, AB’ye göç etmeleri için kapılarını niçin
açmadığıdır? Buna Türkiye’yi kim ve nasıl ikna etmiştir? Bu
sorunun cevabını aradığımızda ilginç bir isim ve yapı ile
karşılaşmaktayız: George Soros ve kurucusu olduğu Açık
Toplum Enstitüsü.
Soros, Açık Toplum Enstitüsü’nün faaliyetleri ve sığınmacı
sorunuyla ilgili temaslarda bulunmak üzere Kasım 2015’te Türkiye’ye
gelmiştir. Soros, 8 Kasım 2015’te Wall Street Journal gazetesinden Emre
Peker ile yaptığı röportajda, konumuz açısından iki noktaya vurgu yapmıştır:
“Sığınmacılar Türkiye’de kalmalı, bu daha ucuz ve verimli
çözümdür. Avrupa’ya giden mültecileri Türkiye’de durdurmak için iş birliği
şart ve başta Almanya Başbakanı Angela Merkel olmak üzere Avrupalı
liderler bu iş birliği için isteklidir.”[26] Soros’un bu konuşmasından sonra, 20 Mart 2016’da,
Türkiye ile AB arasında, ”Yeni Düzensiz Göçmenlerin Geri
Kabulü” antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşma
kapsamında; “Türkiye’den Avrupa’ya çeşitli yollarla geçen sığınmacılar, 4
Nisan 2016’dan itibaren Türkiye’ye gönderilmeye başlanmıştır.”[27] Böylece Türkiye iki yönlü sığınmacı kıskacına
alınmıştır: 1. Suriye’den/Afganistan’dan/Pakistan’dan/Afrika’dan, Türkiye’ye
gelen sığınmacılar; 2. Türkiye’den Avrupa’ya geçen sığınmacıların Türkiye’ye
geri gönderilmesi.
Bu antlaşma ile Türkiye, AB ülkelerine gidecek
sığınmacıların önünü keserek Türkiye’de tutmuş; Türkiye göç açısından AB’nin
önünde tam bir “tampon ülke” hâline gelmiştir. Bunun neticesinde
Türkiye’deki göçmen sayısı gittikçe artmıştır. Dönemin başbakanı Binali
Yıldırım’a göre Türkiye, AB ile imzaladığı bu anlaşmanın sonucunda AB’ye olan
göçün önünü keserek AB’ye çok büyük bir iyilikte
bulunmuştur. Yıldırım, 24 Kasım 2016’da TRT’de yaptığı bir konuşmada
AB’ye yapılan iyiliğin düzeyini belirtmek için, “Türkiye olmasa, akın akın
mülteciler Avrupa’yı istila edecek.”[28] ifadesini kullanmıştır. Yıldırım’ın bu ifadesi hem
düşündürücü hem üzücü hem de ibret vericidir.
Bizim açımızdan ilginç ve önemli olan Soros’un
Türkiye üzerinden AB’ye olan göç olayı ile yakından ilgilenmesi; “Gerçek
bir kriz bunun farkına varılmalı. Avrupa Birliği’ni tahrip edebilecek bir süreç
yaşanıyor”, “…AB maliyeti nereden karşılayacağını bilmiyor.” diyerek
Avrupalı liderlere ve Birleşmiş Milletler’e ve Türkiye’ye göçle ilgili ‘6
adım’ önerisini (“Mülteci Başına 15 Bin Avro”, “Yeterli Destek
Sağlanmalı”, “Göç Birimi Oluşturulmalı”, “Global
Standartlar”, “Güvenli Kanallar”, “STK’ler Harekete
Geçmeli”) sunmasıdır. Önerisinde Soros, Türkiye’nin AB’ye olan göçü
ülkesinde durdurmasında Türkiye’nin çıkarının ne olacağını sorarak Türkiye’yi
yemlemek istemektedir: “Türkiye’nin çıkarı ne olacak? Üstlendiği
maliyetler telafi edilmeli. Ve maliyetler geçmişte olduğundan çok daha fazla
artacak. Türkiye ile AB’nin yakınlaşmaya ihtiyacı var. Bir süre önce Türkiye
Rusya ilişkileri çok yakındı. Cumhurbaşkanı Erdoğan Putin’i rol model olarak kabul
ediyordu. Ancak bu ilişkiyi Rusya’nın Suriye’ye müdahalesi bozdu. Rusya büyük
Katherina dönemine döndü. Bu Ortodoks Hristiyanların çıkarlarını savunmak yani
haçlı seferlerini başlatan zihniyettir. Rusya kendi geleneksel modeline döndü.
Ve Erdoğan’ın amaçları arasında mutabakat mümkün değil. AB de Türkiye de
birbirine muhtaç.”[29]
Soros’un Türkiye üzerinden AB’ye yönelen göçle ilgisinin
sebebini anlayabilmek için “Stratejik Göç Mühendisliği” kavramının ne olduğunun
hatırlanmasında fayda vardır. Bu konularda çalışan M. Greenhill bu kavramı
aşağıdaki gibi açıklamaktadır: “Stratejik göç mühendisliği tabiri,
devletler ya da devlet dışı aktörler tarafından, belli bir bölgede yaşayan
nüfusun güçlendirilmesi, zayıflatılması ya da muhtevasının değiştirilmesini
sağlayan yollarla, askerî ve siyasî amaçlar dâhilinde kasti şekilde yaratılmış
iç ve dış göçleri ifade ediyor… Mühendislik eseri göçleri yaratan araçlar,
tehditten askerî güç kullanımına, kazanç vaadinden finansal teşviklere, hatta
normalde kapalı olan sınırların açılıp basitçe geçişin kolaylaştırılmasına
uzanan geniş bir skalayı kapsıyor.”[30] Bu kavram çerçevesindeki “kapalı olan sınırların
açılıp basitçe geçişin kolaylaştırılması” ifadesini göz önüne aldığımızda
Türkiye’nin Irak-Suriye sınırındaki mayınların temizlenmesi olgusu, şer
ittifakı tarafından önceden planlanan Arap Baharı kadife darbe sürecinin bir
parçası mıydı? O zaman mayınları temizledik, şimdi de duvar yapmaktayız!
Soros, muhtemelen stratejik göç mühendisliği kapsamında, “belli bir bölgede yaşayan nüfusun güçlendirilmesi, zayıflatılması ya da muhtevasının değiştirilmesi” ile ilgili olarak AB ile Türkiye arasında arabuluculuk yapmıştır. Bu girişimi ile Türkiye’de bir kadife darbe için gerekli ortamı sağlayacak bir zaman kazanmak istemiş olabilir. Nitekim Türkiye’de göçmen sayısının artması ve siyasi iktidarın göçmen politikasındaki gösterdiği zafiyetler, bugün Soros’a ekonomik kriz üzerinden Boğaziçi Kadife Darbe Sürecinin yedinci aşamasını başlatma imkân ve fırsatını vermiştir.
Soros ve Türkiye
Türkiye’nin 1999 AB adaylığından sonra, Temmuz 2001 de
Soros’un Açık Toplum Enstitüsü, İstanbul’da bir irtibat bürosu kurmuş; Ekim
2004’de de büro temsilcilik statüsüne kavuşturulmuştur. Başlangıçta açık toplum
enstitüsü kurmak yerine temsilcilikle faaliyet gösterilmiş ve Türkiye’de var
olan ve Açık Toplum Enstitüsü’nün çalışma alanında çalışan bazı kuruluşlar ile
iş birliği yapılıp onların desteklenmesi benimsenmiştir. Kurulan Açık Toplum
Enstitüsü’nün Türkiye Temsilciliği danışma kurulu başkanı ve aynı zamanda
Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etütler Vakfı (TESEV) Yönetim Kurulu Başkanı Can
Paker’di.[31] 2008 yılında ise Türkiye’de Açık Toplum Vakfı
kurulmuştur ve 2001-2006 döneminde Türkiye’de 86 projeye 7 milyon dolar destek
vermiştir. Açık Toplum Vakfı’nın kurucu Mütevelli Heyeti’nde Can Paker, Osman
Kavala, İshak Alaton ve Murat Sungur; Kurucu Yönetim Kurulu’nda Can Paker,
Osman Kavala ve Leyla Alaton yer almıştır. Kerim Paker ile Üstün Ergüder ise
yedek üyeler olup İshak Alaton deneticidir.[32]
Soros’un Türkiye’de yol boyu değişik danışmanları olmuştur:
Dr. Can Paker (Başkan-İş Adamı-TESEV), Nebahat Akkoç (Sivil Toplum-Diyarbakır
Kadın Merkezi), Özlem Dalkıran (Uluslararası Af Örgütü), Neşe Düzel (Gazeteci),
Ömer Madra (Açık Radyo’nun sahibi), Nadire Mater, Prof. Dr. Ahmet İnsel
(Akademisyen-Yazar), Prof. Dr. Eser Karakaş (Akademisyen-Yazar), Osman Kavala
(İş adamı), Oğuz Özerden (Bilgi Üniversitesi Mütevelli Heyeti Başkanı), Salim
Uslu (Hak-İş Konfederasyonu Başkanı).[33]
“Vakfın 2008-13 yılları arasındaki 5 yıllık dönemi kapsayan
faaliyet raporunun girişinde İshak Alaton imzasıyla yer alan yazıda,
kaynaklarının “çok büyük ölçüde” Soros’tan geldiği belirtilmektedir: “Açık
Toplum Vakıflar ağı uluslararası ölçekte günümüzde 72 ülkede faaliyet
gösteriyor. Faaliyetleri için gerek duyduğu kaynakları çok büyük ölçüde,
kurucusu olan ve Wall Street tarihinin en başarılı yatırımcısı sayılan George
Soros sağlıyor. Bu raporda göreceğiniz gibi, Açık Toplum Vakfı’nın bu kaynaktan
elde ettiği yıllık ortalama 4 milyon TL gibi bir fon söz konusudur.”[34]
Türkiye’deki Açık Toplum Vakfı 5 yıllık dönemde,
2008-2013, “aralarında TOG, TESEV, DİTAM, DİSA, SALT, TÜSEV, GPOT,
Anadolu Kültür, KA-MER, LGBT gibi örgütlerin/kurumların de bulunduğu 75 sivil
toplum kuruluşu; aralarında Koç, Bilgi, Kültür Üniversitelerinin yanı sıra,
Boğaziçi Üniversitesi’nin de bulunduğu 15 farklı kamu kurumu ile toplam 252
projenin içinde” yer almış, 755 bin 774 kişi ile temas kurulmuş; bu beş yıllık
dönemde STK ve kamu kurumlarının projelerine 11,6 milyon TL maddi destek
sağlanmıştır. 2016 yılında ise 53 kurumun gerçekleştirdiği 64 projeye 5,5
milyon Türk lirası destek verilmiştir. Bunun 1,8 milyon Türk lirası
mültecilerle ilgili çalışmalara harcanmıştır.[35]
Son dönemde Suriyeli mültecilerle ilgili yapılan çalışmalar
yoğunlaşmıştır. Bu bağlamda Hacettepe Üniversitesi Göç ve Siyaset Araştırmaları
Merkezi (HUGO) ile İltica ve Göç Araştırması Merkezi (İGAM), 2017 tarihli
Suriyeliler Barometre Raporunu gerçekleştirmiştir. “Ayrıca GAP Gençlik Derneği
ile Suriyeli mültecilerin haklarını öğrenmelerini destekleyen ve Suriyeli
öğretmenlere Türkçe ders verilmesini öngören projeler de Açık Toplum Vakfı
tarafından desteklenmiştir.[36]
Açık Toplum Vakfı’nın Türkiye’de desteklediği bazı projeler şunlardır: “Bağımsız Türkiye Komisyonu, Ders Kitaplarında İnsan Hakları Taraması, Eğitim Reformu Girişimi, Sosyal Politika Forumu, Herkes İçin İnsan Hakları, 20 İlde İnsan Hakları Filmleri Gösterimi, Bireysel Silahsızlanma Projesi, STK Eğitim Merkezi, Gezici Afet Eğitim Merkezi, KAGİDER Kadın Fonu, Namus Cinayetlerini Önleme Projesi, Kadın Filmleri Festivali, Açık Radyo, Beyoğlu Gazetesi ve Uluslararası Basın Enstitüsü ile birlikte Gazetecilik Eğitim Semineri, LGBT Hakları, Tutuklu Hakları vb.”[37]
Sonuç
Soros ve ekibinin göçmenler/sığınmacılar/mültecilerle ilgi
yaptıkları çalışmaları, kadife darbeler ve stratejik göç mühendisliği
kapsamında ele aldığımızda mesele, “ensar-muhacir
kardeşliğinin” dışına taşınabilecek bir sorun olarak karşımıza
çıkarılabilir. Stratejik göç mühendisliği tanımında yer alan “devletler ya da
devlet dışı aktörler tarafından, belli bir bölgede yaşayan nüfusun
güçlendirilmesi, zayıflatılması ya da muhtevasının değiştirilmesi” olgusu
ciddi bir tehlikenin işaretlerini vermektedir.
Suriye, Afgan, Pakistan, Afrika göçmenleri arasında CIA,
MOSSAD, MI6, KGB, Muhaberat, İran, Fransız, Alman istihbarat ajanlarının vb.
olmaması mümkün değildir. Bunlar şimdilik uyuyan hücrelerdir. Yarın göçmenle/
sığınmacılarla ilgili gerekli şartlar toplumsal düzlemde oluştuğunda, toplumsal
gerilim arttığında, süreci hızlandırmak amacıyla bu unsurlar harekete
geçecekler, geçirileceklerdir. Devlet Bahçeli’nin, “Düzensiz
göçün, adı konmamış bir istila” olduğunu belirtmesi, mevcut göç
olayında yaşanacak olan ciddi bir tehlikenin varlığına işaret şeklinde
değerlendirilmelidir: “Düzensiz göç, adı konmamış bir istiladır.
Yakalananlar derhal gönderilmelidir. Suriyeli sığınmacılar, ülkelerinden
ayrılış nedenleri ortadan kalktıktan sonra geri gönderilmelidir. Misafirliğin
süresi sınırlıdır. Bayram günlerinde ülkelerine gidebilen Suriyelilerin geri
dönmelerine gerek yoktur.”[38]
Eski İçişleri Bakanı Sadettin Tantan bu konuda “sesli
işgal” kavramını kullanmaktadır: “Özellikle son 20 yılda
gelenlerin büyük çoğunluğunun Türkiye’ye uyum sağlayamadığı ise bilinen bir
gerçek. İltica ve Göç Alanındaki Avrupa Birliği
Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Planı, 2005 yılında
son hâlini alarak AKP hükûmeti döneminde hazırlandı. Henüz 2005 yılında
sanki Arap Baharı’nın yaratacağı göç dalgası bilinerek Türkiye’nin göç
politikasına müdahale edilmesi tesadüf olabilir mi? Cumhuriyet tarihimizde
eşi benzeri görülmemiş bu göç akını, artık sessiz işgal olmaktan çıkmış sesli
bir işgale dönmüştür. Türkiye, AB tarafından kendisine dayatılan eylem
planını yırtıp atarak yerli ve milli bir Göç ve Sığınmacı Eylem
Planı’nı uluslararası hukuk çerçevesinde yeniden oluşturmak
zorundadır. Sessiz işgalin, sesli işgale dönüşmesine dur demek
hepimizin; bu ülkenin kurucu iradesine, milletimize, tarihimize karşı bir
sorumluluğudur.”[39]
MHP’nin 2018 tarihli Sınırı Aşan Göçler Raporu’nda
Türkiye’de yaşanan göçmen olayı hayli geniş bir şekilde, farklı boyutları ile
analiz edilmiş ve yol boyu muhtemel tehlikelere dikkat
çekilmiştir. Raporda Türkiye’nin uyguladığı “açık kapı
politikasının”, “denetimsiz, stratejisiz göç olgusunun” Türkiye için ciddi bir
sorun meydana getireceği ifade edilmiştir: “Türk toplumuyla arasına mesafe
koyma eğiliminde olan ve Türk toplumuna uyum ve aidiyeti yetersiz olmasına
rağmen vatandaşlık yoluyla Türkiye’de kalıcı hâle gelmeye başlayan bir
nüfusun Türkiye’nin geleceği açısından tehditler barındırdığı
açıktır. …Bu tehdidin boyutu özellikle büyük devletlerin kışkırtmalarıyla
Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkıcı veya bölücü bir mahiyet kazanması da mümkündür…
Bu bağlamda toplumsal çatışma sinyallerinin de mevcut olduğu
bir sosyolojide oy kaygısının ötesine geçen politikalar belirlenmesi
zaruridir. Aksi takdirde gerek sosyal gerekse de güvenlik krizlerinin
ortaya çıkacağı kaçınılmaz bir gerçektir… Türkiye’de uluslararası koruma
kapsamında bulunan yabancılara, özellikle de Suriyelilere, ilişkin olarak
ayakları yere basan bir kalıcı çözüm geliştirilmesinin Orta Doğu’nun kırılgan
ve yıkıcı ikliminde Türkiye için bir beka sorunu olduğu açıktır… İnsani
değerler ile ülke çıkarları arasında bir denge sağlanması ve sürecin doğru yönetilmesi
önemlidir.”[40]
Yaklaşık dört yıl önce hazırlanan bir raporda gelecekte
Suriyeli göçmenlerle ilgili meydana gelebilecek muhtemel tehlikelere dikkat
çekilmesi çok önemli bir olgudur. MHP bu raporu normal şartlar altında başta
Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere devletin tüm kurumlarına ve de tüm siyasi
partilere göndermiş olmalıdır. Devlet, bu ve buna benzer
raporlardaki verileri, önerileri göz önüne alarak çok hızlı bir şekilde
gelişmekte olan soruna çözüm bulmalı, gerilimi düşürmeli, iç bütünlüğü
sağlamalıdır.
Göçmenlerle ilgili ikna edici belge ve dokümanlar yerinde
zamanında toplumla paylaşılmalı ve halkın gönlü kazanılmalı ve ikna
edilmelidir. Hayat pahalılığının, ekonomik krizin ana müsebbibi göçmenler
gösterilmek istenmektedir. Göçmenlerle ilgili yapılan şikâyetler görmemezlikten
gelinmemeli, yapılan hatalar varsa ki vardır, düzeltilmelidir. Aksi takdirde
ekonomik krizin meydana getirdiği stres, gerilim çok ciddi bir fay hattı
oluşumuna sebebiyet vererek göçmenler üzerinden bir sosyal patlama hayata
geçirilebilir. Buna imkân verilmemelidir.
Henüz Vakit Varken!
[1] Bartu Soral, “Yenidünya Düzeni”, Cumhuriyet, 30 Eylül 2018.
[2] “Özdağ da Koroya Katıldı”, Aydınlık, 7 Mayıs 2022.
[3] Arslan Bulut, “Tahrik Değil Tehcir ve İstilâ Var”, Yeni
Çağ, 13 Mayıs 2022.
[4] Melih
Pekdemir, “Hakarete ve Nefrete Sığınmak”, Birgün, 9 Mayıs 2022.
[5] Bülent Orakoğlu, “Zafer Partisi Lideri Ümit Özdağ
MOSSAD Ajanı mı?, Yeni Şafak, 9 Mayıs 2022.
[6] Faruk Arvas, “Bakan Soylu'dan 'İstila'
Provokasyonuna Cevap”, https://www.tgrthaber.com.tr/politika/bakan-soyludan-istila-provokasyonuna-cevap-2826234
[7] Selcan Taşçı, “Ört ki Ölem!..” Yeni Çağ, 7
Mayıs 2022.
[8] Bülent Orakoğlu, agy., Faruk Arvas, agy.
[9] Bülent Orakoğlu, agy., Faruk Arvas, agy. Bakan
Soylu’nun bir bakan olarak çok ağır hakaretler içeren ifadeleri kullanmaması
gerektiğini, bunu onaylamadığımızı burada belirtmekte fayda vardır.
[10] Bülent Orakoğlu, agy., Faruk Arvas, agy.
[11] https://t24.com.tr/haber/soyludan-eski-abdbuyukelcisi-john-bassa-suclama-afganistandaki-afyon-uretimi-o-gidinceartti,750036
[12] Faruk Arvas, agy.
[13] Bülent Orakoğlu, agy., Faruk Arvas, agy.
[14] Faruk Arvas, agy.
[15] “Özdağ da Koroya Katıldı”, agy.
[16] Bülent Orakoğlu, agy.
[17] Bülent Orakoğlu, agy.
[18] https://www.tbmm.gov.tr/Haber/Detay?haberSiraNo=153976
[19]https://www.mhp.org.tr/htmldocs/mhp/5002/mhp/Milliyetci_Hareket_Partisi_Genel_Baskani_Sayin_Devlet_BAHCELI__nin_sosyal_medya_hesabi_twitter_uzerinden_yayinladiklari_mesajla.html
[20] Gene Sharp, Diktatörlükten Demokrasiye
Kurtuluş İçin Teorik Bir Çerçeve, The Albert Einstein Enstitüsü, 2010,
s.10-16.
[21] Sinan Oğan, Turuncu Devrimler, Bir Harf
Yayınları, İstanbul, 2004, s. 507-530.
[22] Sinan Oğan, age., s. 507-530.
[23] Sinan Oğan, age., s. 507-530.
[24] https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-46349417
[25] Sinan Oğan, age., s. 507-530.
[26] Mehmet Ali Güller, “Soros İstedi, AKP Türkiye’yi ‘Tampon
Ülke’ Yaptı”, Cumhuriyet, 9 Mayıs 2022.
[27] Mehmet Ali Güller, agy.
[28] Mehmet Ali Güller, agy.
[29] George Soros, “Suriyeli Mültecilerin Yıllık Maliyeti 11
Milyar Euro”, Hürriyet, 9 Kasım 2015. Murat Sabuncu,
"Erdoğan’ın Rol Modeli Putin’di", Cumhuriyet, 9
Kasım 2015.
[30] Kelly M. Greenhill, “Bir Savaş Silahı Olarak Stratejik Göç Mühendisliği”, Journal of Civil Wars, 2008; https://www.tandfonline.com/doi/abs/10.1080/13698240701835425
[31] Sinan Oğan, age., s. 507-530.
[32] https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-46349417
[33] Erhan Öztürk, “Darbelerin Gölgesi Soros”, Tercüman, 28-30
Mart 2005.
[34] https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-46349417
[35] https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-46349417
[36] https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-46349417
[37] https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-46349417, Erhan
Öztürk, agy.
[38] https://www.ensonhaber.com/gundem/358-devlet-bahcelinin-grup-toplantisi-konusmasi
[39] Sadettin Tantan, “Sessiz Değil Sesli
İşgal!”, Cumhuriyet, 6 Mayıs 2022.
[40] Milliyetçi Hareket Partisi, Sınırı Aşan Göç Komisyonu, Sınırı Aşan Göçler Raporu, Ar- Ge Yayınları 1, Ankara 2018, s. 155-158.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder