Türkiye’deki aşı çalışmalarının bir çatı altında toplanması gerekir. Bunun için Devlet bünyesinde özel bir merkez kurulmalıdır. Bu merkezde görev alan bilim insanları özel olarak korunmalıdır. ASELSAN’da bilgisayar mühendislerinin öldürülmesi göz ardı edilmemelidir. Türkiye’de yerli aşı üretimi için seferberlik ilan edilmelidir. Türkiye’de yerli aşı, insanlık için daha güvenli olacağından, sadece Türkiye için değil öncelikle İslâm dünyası, sonra da mazlum milletler için çok ciddi tercih nedeni olabilecektir. Çünkü yaşanan süreç 3. Dünya Savaşı’nın biyolojik savaş boyutudur.
Filozof Sun-Tzu Savaş Sanatı adlı klasik
kitabında “Düşmanı ve kendinizi iyi biliyorsanız, yüzlerce savaşa
bile girseniz sonuçtan emin olabilirsiniz. Kendinizi bilip, düşmanı
bilmiyorsanız, kazanacağınız her zafere karşın yenilgiyle de tanışabilirsiniz.
Ne kendinizi ne de düşmanı biliyorsanız, sizin için gireceğiniz her savaşta
yenilgi kaçınılmazdır.”[1] demektedir. Bu ifadenin koronavirüs salgını
ile birlikte dünyanın her tarafında aynı anda başlatılan, çok ciddi ve merkezî psikolojik
harekâtın ürünü olan psikolojik kampanyayı anlamak için bir
başlangıç teşkil ettiği son derece açıktır. Çünkü bir merkezden
düğmeye basılmış, tüm psikolojik harekât ajanları, uyuyan hücreler harekete
geçmiştir. Yürütülen psikolojik harekât, salgının tahribatından daha büyük
bir tahribat yapmaktadır. Sular durulduğunda psikolojik harekâtın
tahribatı daha iyi fark edilip anlaşılacaktır. Bu denli
yoğun psikolojik harekât, arka planda bir şeylerin planlanıp yürürlüğe sokulmak
istendiğinin çok önemli bir göstergesidir. Koronavirüs salgını
sürecinde üretilen yabancı aşılar, “küresel hâkimiyet projesinin”,
“tek dünya hükûmeti”, “tek dünya devleti”, “tek din”, “tek para-tek banka”,
“tek hukuk”, “tek güvenlik sistemi (ordu-polis)”, “iki sınıf” ve “küresel
dijital dünya düzeni”, “yeni dünya düzeni”, “dünya nüfusunun 500 milyona
indirilmesi projesi” ve “büyük sıfırlama stratejisi” kapsamında ele alınıp
değerlendirilmelidir.
Bu çerçevedeki gelişmeler duygusallıktan uzak ve gerçekçi
bir şekilde tahlil edilmelidir. Yıllardır duygusal tepki verip kaybeden bir
coğrafyanın mensuplarıyız. Amacımız, duygusallıktan kurtulup yaşadığımız
durumu, objektif şekilde ortaya koyabilmek ve kendimizi aldatmamaktır. Bu
amaçla okuduğunuz yazıda aşıların lehindeki ve aleyhindeki görüşlerine yer
verilmektedir. Gayemiz bir başkasının satranç tahtasında piyon olmak yerine
oyun kurmak, oyun kurucu olmaktır. O nedenle gerçekçi olmak, büyük davanın öncü
ve önder kadroları için vazgeçilmez, olmazsa olmaz bir ilke ve düsturdur. Dolayısıyla
4 T formülü asla unutulmamalıdır: Doğru tespit, doğru teşhis, doğru
tedavi, doğru tedbir.
Genelde tüm dünyada özelde Türkiye’de salgına karşı kullanılacak aşılara, aşıların muhtevasına karşı ciddi bir tepki vardır ve her geçen gün de yaygınlaşmaktadır. Özellikle virüsün sürekli mutasyona uğraması salgınla ilgili yeni varyantların ortaya çıkması, yapılmış/mevcut aşıların ıskartaya çıkması, yapılan aşıların yan etkilerinin meydana gelmesi, aşılananların tekrar korona olması kafaların çok daha fazla karışmasına, insanları korkuya, paniğe ve ümitsizliğe sevk etmektedir. Bu gidişat, yönetimlerle halk arasındaki ilişkilerin gerilmesine, gayrimemnunların sayısının her geçen gün daha da artmasına sebebiyet vermektedir. Bu durum küresel diktatörlük sistemini kurmak isteyenlerin işini kolaylaştırmaktadır. Bu yazıda, Kovid-19 salgını için ithal edilen aşılar ele alınıp değerlendirilecek, yerli ve millî bir aşı sistemi kurmanın önemine dikkat çekilecektir.[2]
Dünya Nüfusunun “500 Milyon” Civarında Olmasını İsteyenler
Siyonist zümrenin/küresel sermayecilerin son
yıllarda “seçkinler” “insanüstü ırk” edebiyatı ve “dünya
nüfusunun fazlalığı”, “atıklar sorunu”, “gereksizler”, “robotların hayatın her
alanına girdiği ve girmesi gerektiği” tarzında yoğun psikolojik harekât
yapması, “Tanrının krallığının” ilan edilmesi için şartların
olgunlaştığına inanmalarındandır. Koronavirüs salgını ile ilan etmek
istedikleri “küresel dünya hükûmetine” ABD Başkanı Trump’ın ve onu
destekleyen kesimin yaklaşmaması, yüz vermemesi ile ABD’de bir iç kavganın
başlatılması, dünya nüfusunu azaltmak için öngördükleri tüm dünya
nüfusunun aşılanması stratejinin uygulanamaması tehlikesinden dolayıdır.
İsrailli Siyonist Yuval Noah Harari başta olmak üzere
bazı yazar ve akademisyenlerin makalelerinde ve kitaplarında, Siyonist
amentünün 2.,3.,4. varsayımlarına uygun şekilde “seçkinler”, “elitler” ve “süper
insanlar” tabirlerini sık sık kullanarak bir zihinsel altyapı oluşturmaya
çalışmaktadırlar. Harari, Sapiens, Homo Deus, 21 Yüzyıl İçin 21 Ders adlı
kitaplarında değişik vesilelerle böyle bir zümreden, sınıftan
bahsetmektedir: “İnsan hakları ya da insan eşitliği, en güçlü
insanları hadım ederek süper insanların gelişmesinin önüne
geçilebilir, hatta bunlarla Homo Sapiens’in bozulmasına ve soyunun tükenmesine
bile neden olabiliriz. (…)Eğer seçkin bir millet insanlığın gelişimine
devamlı önayak oluyorsa onu, insan türünün evrimine bir katkı sağlamayan
diğerlerinden üstün tutmalıyız. (…) Nasıl ki Homo Sapiens (bugünün
insanı) maymunlara ya da neanderthale ‘Ne istersin?’ diye
sormamışsa, geleceğin süper insanı ‘Homo Deus’ da bugünün insanı Homo
Sapiens’e kanunları yaparken, !Ne düşünüyorsun, ne
istersin?’ diye sormayacak.”[3]
Stephen Hawking de 2018 yılındaki kitabında “insanüstü
bir ırktan” ve bunun “insanlığın sonunu
getirmesinden” bahsetmektedir: “Zenginlerin, çocuklarının DNA’ları
üzerinde yapacakları değişikliklerle oluşacak insanüstü ırk, insanlığın sonunu
getirecek.”[4] Dünya nüfusunun ne kadar olduğuna ilişkin
farklı kaynaklarda çeşitli bilgiler bulunmaktadır. Bazı araştırmalara
göre dünya nüfusu 1900’de 1,6 milyar, 1950’de 2,5 milyar,
2006’da 6,5 milyar, 2011’de 7 milyar olan dünya nüfusu, 2025’te 8,2 milyar,
2050’de ise 9 milyar civarında olacaktır.[5]
Bir başka araştırmaya göre 14 Mayıs 2018’de
dünya nüfusu 7 milyar 622 milyon 106 bin 064 ve 25 Nisan 2020 itibarıyla dünya
insan nüfusunun 7 milyar 784 milyon olduğu tahmin edilmektedir. ABD Sayım Bürosu, Birleşmiş Milletler, 2018 yılında dünya
nüfusunu 7 milyar 472 milyon 985 bin 269 şeklinde hesaplamıştır.[6] Bazı araştırmalara göre de dünya nüfusunun 2040 -
2050 yılları arasında 8 ila 10,5 milyar
arasında olması öngörülürken; BM’ye göre 2050 için
9,8 milyar ve 2100 için de 11,2 milyar olacaktır. Daha başka araştırmalarda
dünya nüfusunun 2100 yılında 10-12/15 milyara ulaşacağı tahmin ediliyor.[7]
194 ülke içinde dünyanın en kalabalık ülkeleri -sırasıyla-
Çin Halk Cumhuriyeti, Hindistan, ABD, Endonezya ve Brezilya’dır. Hindistan
nüfusunun Çin’i geçeceği ve en hızlı nüfus artışının ise Afrika’da yaşanacağı
öngörülmektedir. Nüfus artış hızı, AB ülkelerinde 1,6, Afrika’da 4,8
(Nijerya’da 7,6)’dır. Dünya nüfusu yılda yaklaşık 65-70 milyon artmaktadır.[8]
Kendilerine “seçkinler” diyen bazı
kesimler/Siyonistler, kendilerinin “efendi” geri kalanlarının
ise “kimliksiz köle” olduğu bir dünya (‘yeni dünya
düzeni’) tasavvur etmektedirler. Bu nedenle yukarıda dünya nüfusu ile
ilgili verdiğimiz rakamlar, bu kesimlerin uykusunu kaçırmaktadır. Öngördükleri
“tek dünya devleti” ve “tek dünya hükûmetinde” böylesine kalabalık
bir nüfusu kontrol etme şanslarının olmadığını öngörmektedirler. O sebeple
1962 yılında İsrail Başbakanı David Ben Gurion’un ifade ettiği gibi dünya
nüfusunu azaltacak “haplara” ya da virüslere ihtiyaç
vardır. “300’ler Komitesi” üyesi, İsrail Başbakanı David
Ben Gurion’un 1962 yılındaki konuşması, bugün yaşananların kısa bir özeti
ya da tasviri gibidir: “Hayalimdeki, 1987 yılında Soğuk Savaş sona
ermiş olacaktır. Rusya’da büyüyen halkın özgürlük talepleri ve halk
topluluklarının yaşam standartlarının yükseltilmesi için yapacağı baskılar
Sovyetler Birliği’ni demokrasiye sürükleyecektir. Diğer taraftan, çiftçi ve
işçilerin artan güçleri ile bilim adamlarının artan politik
erkleri, Amerika’yı da planlı ekonomi güdülen sosyal bir devlet hâline
getirecektir. Batı ve Doğu Avrupa bağımsız cumhuriyetlerden
oluşan sosyalist ve demokrat bir federasyon hâlinde
birleşecektir. Bir Avrasya federal devleti olarak kalacak olan Rusya
dışında tüm ülkeler dünya birliği içinde birleşeceklerdir. Bu birliğin
uluslararası bir polis gücü olacak ve diğer tüm ordular
lağvedilecektir. Böylece artık savaşlar olmayacaktır. İbrani
peygamberi Yeşaya tarafından öngörüldüğü gibi Kudüs’te Birleşmiş Milletler
tarafından tüm insanlar için büyük bir tapınak inşa
edilecektir. Yükseköğretim dünyadaki herkesin kullanabileceği bir hak
hâline gelecektir. Çin ve Hindistan’daki korkunç nüfus artışını, icat
edilecek bir hap yavaşlatacaktır.”[9] Bu kesim, uzun zamandır mevcut dünya nüfusunun fazla
olduğunu ileri sürerek “dünya nüfusunun ciddi bir şekilde
azaltılması” gerektiğini savunmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.
Eka-Bilim (1977)
kitabının yazarlarından Bay John P. Haldem, “Yeryüzündeki insan
nüfusunun en fazla bir milyar olması gerektiğini” ifade etmiştir.[10] ABD’nin Georgia Eyaletinde Elbert kasabasında,
meçhul şahıslar tarafından yaptırılan “Yeni Dünya Düzeni İçin On
Emir”in yer aldığı ve “Dünya nüfusunun 500 milyona
indirilmesi” gerektiğinin belirtildiği “Georgia Rehber Taşı Anıtı”nın
varlığı bu açıdan dikkat çekicidir. Anıt üzerinde yer alan ve 8 farklı dilde
yazılan bu emirler şöyle sıralanır: “İnsan nüfusunu daima doğa
ile uyumlu olarak 500 milyonun altında tut. Farklılıkların ve uygunluğun,
gelişiminin çoğaltılmasını bilgece idare et. İnsanlığı yaşayan yeni bir dil ile
birleştir. Tutku, inanç, gelenek ve her şeyi yönet. İnsanları ve ulusları, adil
yasalar ve hakkaniyetli mahkemeler ile koru. Bütün anlaşmazlıkları ülkeler üstü
bir mahkemeye bağla. Küçük yasalar ve kullanışsız protokollerden kaçın. Kişisel
hakları, sosyal görevler ile dengele. Gerçeği, güzelliği, aşkı, sonsuzlukla
ahenk kurma arayışını takdir et. Dünyada bir kanser olma, doğaya yer bırak,
doğaya yer bırak.”[11]
“Dünya nüfusunu 500 milyonun altına indirmek istemelerinin
sebebi nedir?” sorusundan ziyade cevabı aranması gereken daha önemli soru
şudur: “Dünya nüfusunu 500 milyonun altına indirmek için
öngördükleri strateji ve politikalar nelerdir?” “Georgia Rehber Taşı
Anıtı”nı yaptıranların kim olduğu bilinmiyor; ancak anıttaki “Dünya
nüfusunun 500 milyon civarına indirilmesi” ile ilgili çalışma yapanları,
değişik zamanlardaki açıklamalardan tahmin etmek zor değildir.
Rockefeller ile yapılan bir röportajda, “Sistemin
işlemesi için 300-500 milyon insana ihtiyacımız var. Gerisi
fazlalık.” demesi, öngörülen “yeni dünya düzeni” için gerekli
olan dünya nüfusuna ilişkin özel bir planlama yapıldığına işaret etmektedir.[12] Bill Gates 2015 yılında TED’te verdiği
konferansta “Dünyada 6,8 milyar insan var ve bu rakam 9 milyara doğru
çıkıyor. İyi bir aşılama programı ve sağlık hizmetiyle bunu %10-15 azaltabiliriz.” demekle[13] yaşadığımız salgın döneminde aşı ve aşı sonrası
sunulan sağlık hizmetleri üzerinden yürütülen psikolojik savaşın özel bir
amacının olduğunu göstermektedir.
Gates’in salgının başlamasından sonra büyük bir telaş ve
heyecan içerisinde “Tüm dünyanın aşılanması gerekir.” demesine bu
açıdan yaklaşılmalıdır. Salgın tüm dünyada daha görülmemişken Gates’in bu
çıkışının farklı boyutları olabilir: 1. Aşı ile insanları
kısırlaştıracaklar. 2. Tüm dünyayı aşılayarak çok büyük bir
para kazanacaklardır. 3. Virüs fabrikasyon olabilir. 4. Aşı
ellerinde mevcuttur. 5. Ürettikleri aşılar, yakın gelecekte
çok ciddi ölümlere sebebiyet verebilir.
CNN’in kurucusu Ted Turner; “Bence nüfus kontrolü
son derece önemli. Kendi servetimden 1 milyar doları ‘Birleşmiş
Milletler Nüfus Kontrolü Programı’na bağışladım. Ben üstünde 225
milyon insanın yaşadığı bir dünyada rahat olabilirim, daha fazlasını istemem.”[14] diyecek kadar
vahşileşmiştir. Muhtemelen Ted Turner’ın yardımının ve
teklifinin bir sonucu olsa gerekir ki; BM’nin Küresel Biyoçeşitlilik
Belirleme Raporu’nda, “Yeryüzündeki insan sayısının yüzde 85
azaltılması” önerilmektedir.[15] Bugünkü dünya nüfusunun 7 milyar civarında olduğu
varsayılırsa; BM Raporuna göre bu nüfusun yüzde 85’i yani yaklaşık 6 milyar
insan bir şekilde yok edilmelidir. Dünya nüfusunun azaltılmasına ilişkin hedef
kitle, tarihî süreç içerisinde değişiklik arz etmektedir. Malthus, alt sınıftan
olanların çoğalması engellenmesi gerekir, derken, Alexis Carrel, İnsan
Denen Bu Meçhul kitabında, “Hapishanede ve akıl hastanesinde
yatanların korunmaması gerektiğini” savunmuştur.[16]
Medyadaki haberlere göre günümüzdeki İsrail yöneticileri de
aynı mantıkla hareket edip “engellilerin, hasta olanların tedavisinde
ayırımcılık yapmaktadır”. İsrail Kanalı 13 Televizyonu, Kovid-19
hastalarının solunum cihazına bağlanması gerektiği durumlarda kimlere öncelik
verileceğiyle ilgili Sağlık Bakanlığı’na ait belgeyi yayımladı. Söz konusu
belgede, kendi ihtiyaçlarını tek başlarına gideremeyecek düzeyde bedensel ve
zihinsel engelliler, kalp, akciğer, karaciğer, böbrek hastaları ve sinir
sisteminde bozukluk olanlar, psikolojik travma geçirenler, tedavisi olmayan
hastalığı veya bunamadan mustarip olanlar, ölüm döşeğindekiler ile Kovid-19’dan
kurtulma şansı yüzde 20’den az olanların solunum cihazından en son
faydalandırılacağı belirtildi. Bakanlığın bu açıklamasına karşı
“Engelliler İçin Eşit Haklar Komisyonu”nun açıklaması Siyonist mantığın çok
ciddi bir eleştirisi mahiyetindedir: “Hükûmet, devlet hazinesine
para getirme kıstaslarını taşımayanları gözden çıkarıyor. Hayatı boyunca
İsrail’e hizmet etmiş ve engelli hâle gelmiş kişilerin marjinalleştirilmesi ve
ikinci derece vatandaş muamelesi görmesi mümkün değil.”[17]
Bill Gates, Rockefeller, Ted Turner gibi Siyonistler, dünya
nüfusunun 500 milyon civarına indirgenmesi gerektiğini savunduklarına göre
tasfiye edilecek olanlar, “sadece hasta olanlar”, “suçlu olanlar” değil;
insanlığın çok daha geniş bir kesimidir. Böyle düşünenler gerçekte
insan mı? Hayır, bunlar insan olamazlar: “… Bunlar hayvanlar gibidir,
hatta daha aşağılıktırlar.”(7 Araf 179). Öyleyse bu noktada ana soru,
tasfiye edilecek kesimler kimlerdir? Tasfiyede kıstas nedir? Bu
tasfiye etme hakkı kime aittir ve hangi hakla, hangi gerekçe ile? Harari,
bu konuda “süper seçkinler” ve “gereksizler” tanımlaması yaparak
kendilerine göre “gereksiz” olanların, “bütün acımazlığına
rağmen” tasfiye edilebileceklerini açık bir şekilde ifade etmekten
çekinmemektedir: “21. yüzyılda ilerlemenin trenine yetişenler, yaratmanın
ve yürütmenin ilahi kudretine ererlerken, geride kalanlar yok olma tehlikesi
ile karşı karşıyalar... Yeni Dünya, ‘süper seçkinler’ ve ‘gereksizler’ arasında
bir dünya olabilir. (…) Askerî ve ekonomik olarak vazgeçilmez olan yoksullar
yerine kendi çıkarları için hareket eden 20. yüzyıl elitleri, 21. yüzyılda
üçüncü sınıf insanları taşıyan vagonları (her ne kadar acımasız olsa da)
tamamen geride bırakmak ve sadece birinci sınıfla geleceğe doğru ilerlemek
istiyorlar. (…) İnsanın şuur ve bilinç sahibi olmasının avantaj olduğunu
ve bu yüzden şuursuz, duygusuz robotların onların yerlerini alamayacaklarını
düşünenler için geleceğin dünyası bir hayal kırıklığına gebe: Atlar, öyle ya da
böyle bir bilinç sahibiydiler; sahiplerini tanırlar, evlerini kendileri
bulurlar, kızgınlık veya keyiflerini belli ederler, sıcaklık ve sevgi
gösterirlerdi. Ama biz arabaları tercih ettik. Çünkü arabalar, daha çok yükü
daha uzun mesafelere taşıyorlardı. İşte sıradan insanlar da robot-insanların becerileri
karşısında işlevsiz kalacaklar ve egemenler; atları attıkları gibi gereksiz
insanları da bir kenara atacaklardır.”[18]
Benzer düşünceler, Zygmunt Bauman tarafından da
seslendirilmektedir: “Dünya, ıskarta insan, (işsiz) tüketilmiş mal ve
eşyanın çöpleri ile doldu. Modernite için, bir varlık olan insanın
ıskartaya (çöpe) dönüşmesi ile eşyanın çöpe dönüşmesi aynıdır. Atık insanlar
hız kesmeden çoğalıp muazzam miktarlara ulaşırken gezegendeki çöp alanları ve
atığı geri dönüşüme sokacak araçlar giderek azalmakta. Bundan sonra gündemimiz,
atık insanların ve insani atıkların tasfiyesidir.” [19] Siyonizm’in bu yaklaşımları, bize
geçmişte Firavun’un İsrailoğulları’na uyguladığı stratejiyi
hatırlatmaktadır: “…(Firavun) dedi ki: “Erkek çocuklarını
öldüreceğiz ve kadınlarını sağ bırakacağız. Hiç şüphesiz biz, onlara karşı
kahir bir üstünlüğe sahibiz.” (7 A’râf 127).
Geçmişte Firavun’un İsrailoğulları’na uyguladığı soykırımı, şimdi Siyonistler, tarihte yaşadıklarını unutarak, tüm dünya insanlığına karşı uygulamaya çalışmaktadırlar. Öyleyse Siyonistler 21. asrın Firavunlarıdırlar. Sonları da Firavun gibi olacaktır. (26 Şu’arâ 52-56; 26 Şu’arâ 60-67) Bu noktada göz önüne almamız gereken en önemli nokta, Siyonizm’in, insan nüfusunu 500 milyon civarına çekebilmek için ne tür bir strateji, taktikler, yöntemler ve projeler geliştirdiği ve geliştirmekte olduğudur?
Siyonizm’in Dünya Nüfusunu Azaltmak ve Kontrol Edebilmek İçin Kullandığı Yöntemler
Kendilerine “küresel elitler”, “insanüstü ırk” adını
veren “soykırım hareketi” mensupları (insanlıktan nasibi
olmayanlar zümresi), ”aşağı sınıftan” gördüğü ırkların, insanların
çoğalmasını engellemek hatta soylarını tüketmek için, “dünya nüfusunun
azaltılması” için çok uzun zamandan beri çalışmaktadırlar.
Rockefeller Sağlık Araştırmaları Enstitüsü tarafından
1931 yılında Porto Rikolu 300 kişi üzerinde kanser deneyi yapan projenin
yürütücüsü Cornelius Rhoads, şu iğrenç açıklamayı yapmaktan
utanmamıştır: “Porto Rikolular bu dünyadaki en pis, en tembel,
yozlaşmış bir ırktır. 13’nü öldürerek ve diğerlerinin kanser olmasını
sağlayarak bu ırkı ortadan kaldırmak için elimden gelenin en iyisini yaptım.”[20] Böylesi bir katil, 1940 yılında gizlilik içerisinde
yürütülen kimyasal silah projesinin başına getirilmiş, Atom Enerji Komisyonu
başdanışmanı yapılmış ve kendisine “Legion of Merit
Nişanı” verilmiştir.[21] 9 Haziran 1969’da ABD Savunma Departmanı Biyolojik
Araştırma Enstitüsü üst düzey yöneticisi ve proje yöneticisi, Dr. Donald
Mac Arthur’un Beyaz Saray’daki bir toplantıdaki şu ifadeleri, gerçekten ibret
verici ve düşündürücüdür: “Bugüne kadar bilinen tüm hastalıklara
neden olan bütün organizmalardan birçok yönden ayrılan yeni bir bulaşıcı
mikroorganizmanın 5 veya 10 yıl arasında geliştirilmesi mümkün
olacaktır. Daha önemli bir nokta da şu: Bu mikroorganizma, mevcut bulaşıcı
hastalıklara karşı güvendiğimiz bağışıklık ve iyileştirici işlemlerin hepsine
karşı çıkabilecek yapıdadır. İnsan bağışıklık sistemini yok edecek
biyolojik silah üzerinde düşmanlar çalışmaktadır. Bu araştırmayı biz
yapmadığımız takdirde bizim açımızdan büyük bir zafiyet oluşacaktır.”[22]
Siyonist lobinin etkin isimlerinden olan ve ABD Başkanları
Carter, Reagan, George H. W. Bush dönemlerinde önemli görevlerde
bulunan Brzezinski, biyolojik silahları ve savaşı savunmuş, Between
Two Ages (1976) adlı kitabında 2018 yılı için
bir biyolojik saldırının varlığına dikkat çekmiştir: “Bir
uzmanın belirttiğine göre 2018 yılına gelindiğinde gizli
savaşı gerçekleştirmek için başlıca ulusların liderlerine çeşitli
teknolojik tekniklerin kullanımı sunulacak. Bir ulus bakteriyolojik yollarla
bir rakibe gizlice saldırabilir. Kendi silahlı kuvvetleriyle düşman ulusu
devralmadan önce alternatif olarak hava modifikasyon teknikleri, kuraklık
veya fırtına gibi taktikler üretilip kullanılabilir.[23]
Uygulamaları ve değişik zamanlardaki açıklamaları göz önüne
aldığımızda, dünya nüfusunu azaltmakla ilgili geliştirdikleri projeleri ya da
uyguladıkları yöntemleri, aşağıdaki gibi özetleyebiliriz: Beyin yıkama ve
zihin kontrol yöntemlerini kullanarak köleleştirme, yanlış cinsel eğitim
ile çocuk yapmayı engelleme, çocuğu külfet gösterme, toplumsal
cinsiyet eşitliği küresel projesi ile çocuksuz aile modelleri(!), “ailesiz
toplum” modelini yaygınlaştırma, çocuk yapmaya engel cinsel tatmin
yollarını meşrulaştırma ve yaygınlaştırma: cinsel yönelim-LGBTIQ+, pedofili,
zoofili, negrofili, robotla seks, ensest, eş değiştirme, grup seksi, sperm
ve yumurta bankaları kurmak, taşıyıcı annelik müessesi inşa etmek, ilaçlara
yapılan özel katkılarla gizlice kısırlaştırma, kısırlaştırıcı ve
hastalık yapıcı aşıları kullandırma, kullanmaya mecbur etme, sperm
öldürücüleri bilerek ya da bilmeyerek kullandırmak, kürtaj yaptırmak,
özendirmek, doğum kontrol hapları kullandırmak, genetiği
değiştirilmiş temel besinli ürünler ve katkı maddeleri ile
kısırlaştırma, biyolojik savaş ile nüfusu azaltma projesi: salgın
hastalıklar meydana getirmek (İspanyol gribi, domuz gribi, ebola gibi tüm
salgınlar, koronavirüs salgını), uyuşturucuların
yaygınlaştırılması ve ölümcül boyuta taşınması, 3. Dünya Savaşı’nın
çıkarılması ya da yerel savaşların tüm dünyaya yaygınlaştırılması, kaosun
sürekli kılınması, intihara teşvik ve intiharları yaygınlaştırma.[24]
Gelinen aşamada dünya nüfusunu azaltmak için en ciddi silah, koronavirüs salgını ve bununla ilgili Siyonist zümrenin/küresel sermayecilerin ürettiği veya üreteceği aşılar olacaktır. Bu gerçeğin çok iyi görülmesi gerekmektedir.
İnsanın Hücre Yapısı
Aşı ve virüsler üzerinde yapılan tartışmaları, tartışmalarda geçen kavramları ve bu salgında insanlığa sunulan aşıların mahiyetini, muhtemel avantaj ve dezavantajlarını daha iyi anlayabilmek için insanın hücre yapısını,[25] alanımız olmadığı için, teknik ayrıntıya girmeden ana hatları ile incelemekte fayda vardır. Vücudun temel yapı birimi hücredir. Hücreler birleşerek dokuları, dokular birleşerek organları, organlar birleşerek organizmayı, vücudu meydana getirmektedirler.[26] Her bir hücre tipinin ihtisaslaştığı bir ya da birkaç özel fonksiyonu olup, insanın bütün özelliklerini ihtiva eden karmaşık bir yapısı vardır (Şekil 1).
Şekil 1: Hücre Yapısı. Guyton, A.H., Hall, J., E., Tıbbi Fizyoloji, Nobel Tıp Kitapevleri,11. Basım, 2007, s. 3-40.
Hücreler etrafında bir hücre zarı vardır. Zarın
içerisinde stoplazma (hücre sıvısı) ve çekirdek denen iki ana kısım
bulunmaktadır. “Hücre zarlarının temel fonksiyonu, iç ortam özelliklerinin
sabit kalmasını, dış ortamdan etkilenmemesini sağlamaktır.” “Hücrenin çevresi
ile seçimli madde alışverişi yapması, gerekli olan maddelerin içeriye alınması,
iç reaksiyonlar sonucunda stoplazmada oluşan işe yaramayan artık
maddelerin/ürünlerin dışarıya atılması hücre zarları aracılığıyla
gerçekleşmektedir.” “Biyoelektrik olaylar da, hücre zarlarının bir işlevidir.”[27]
Çekirdek, stoplazmadan bir çekirdek zarı ile
ayrılmaktadır. Stoplazma, hücre zarı ile çevrilidir. Hücre, “protoplazma” denen
beş temel maddeden (su, elektrolitler, proteinler, lipitler ve karbonhidratlar)
meydana gelmiştir. Bir hücrenin fonksiyonları, “organel” diye isimlendirilen
fiziksel alt sistemler (Hücre zarı, çekirdek zarı, endoplazmik retikulum zarı, mitokondri
zarı, lizozomlar ve golgi aygıtı.) tarafından iş birliği içerisinde icra
edilmekte, yürütülmektedir.[28] Organellerin yüksek organizasyon
özellikleri vardır. “Hücrenin bütün organelleri, lipit ve proteinlerden oluşan
bir zarfla çevrelenmiştir (Şekil 2).
Şekil 2: Stoplazma ve çekirdek içindeki organeller. Guyton, A.H., Hall, J., E., age., s.3-40)
Hücre çekirdeği, en önemli yapılarından biri olup
hücrenin kontrol merkezidir. Kontrol çekirdekte bulunan genler aracılığıyla
yapılmaktadır ( Şekil 3).
Şekil 3: Çekirdek Yapısı. Guyton, A.H., Hall, J., E., age., s. 3-40.
“Genler, hücrenin kendi kendisini kontrol etmesini ve
çoğalmasını sağlamaktadır.” DNA, canlının genetik bilgisinin şifresinin
depolandığı bir moleküldür. “DNA molekülü organizmaya ait genetik bilgi
deposudur. Genetik bilgi 4 bazın (kimyasal adıyla adenin A,, cytosine C,
guanine G, ve thymine T) göre özgün hâle gelir ve DNA molekülü boyunca uzar
gider.” Adenin (A), ve Timin(T) iki, Guanın (G) ve Sitozin (C) üç hidrojen bağı
ile birbirine bağlanmıştır. Genetik bilgi bu bazların dizilimleri ile ortaya
çıkan bir şifre, bir kriptodur.” “Gen, DNA’nın bir parçacığı/bölümüdür.” “Gen,
bir biyolojik ünite olarak tanımlanan organizmanın, gelecek nesillere aktarılan
(kalıtsal) karakteristikleridir. Genler hücrenin içindeki kromozom yapılarında
bulunur.” “Genom, bir organizmanın sahip olduğu genetik şifrelerin tamamına
denmektedir. Genom bir organizmanın toplam DNA içeriğidir.”[29]
Çekirdekçiğin oluşumu önce çekirdekte başlar. “Önce
kromozomlardaki özgül DNA (Deoksiribonükleik asit) genleri, RNA’nın
sentezlemesini sağlar. Sentezlenen RNA (nibonükleik asit)’nın bir bölümü,
çekirdekçikte depolanır, büyük bir bölümü ise nükleer porlardan stoplazmaya
geçer.” Stoplazmada bu RNA’lar, olgun ribozomları meydana getirmek üzere özgül
proteinlerle bir araya gelirler. Bunlar da stoplazmik proteinleri oluştururlar.[30] “Bir hücrenin canlı kalması, büyümesi ve çoğalması
için çevresindeki sıvıdan besin ve diğer maddeleri hücre içine alması gerekir.
Maddelerin çoğu hücre zarını “difüzyon” ve “aktif taşınma” ile geçer. Çok büyük
partiküller, endositoz denen hücre zarının özelleşmiş bir işlevi ile hücreye
alınırlar. Hücre içerisinde sindirilmeyen kısımlar, Kalıntı cisimler, eksositoz
denen endositozon tersi olan bir işlemle dışarıya atılırlar.”[31]
“Genler, hücre içinde hangi enzimin, hangi kimyasal
maddenin ve hangi sentezin yapılacağını tayın ederek hücre fonksiyonlarını
tayın etmektedirler. Genetik kontrolün genel yapısı şekil 4’te
verilmektedir. DNA olarak adlandırılan her gen, başka bir nükleik asit olan
RNA’nın yapımını otomatik olarak kontrol etmektedir. RNA ise hücre içerisine
yayılarak özel protein yapımını kontrol eder. Her hücrede yaklaşık 30 binden
fazla gen bulunmaktadır.”[32]
Şekil 4: Hücre fonksiyonunun kontrol eden genlerin genel şeması. Guyton, A.H., Hall, J., E., age., s.3-40.
Hücre çekirdeğindeki genler, uç uca birbirine eklenerek
son derece uzun, moleküler ağırlığı olan DNA çift sarmalını oluştururlar.
DNA’yı oluşturan temel kimyasal bileşikler, 1- Fosforik asit, 2- Deoksiriboz
adı verilen şeker, 3- Dört adet temel nitrojenli baz. “Genetik şifre, DNA, hücre
içindeki proteinlerin oluşumunu kontrol etme yeteneğidir. Hücre
fonksiyonlarının pek çoğu stoplazmada gerçekleşir. DNA’nın hemen hemen hepsi
ise hücre çekirdeğinde yer alır.” Dolayısıyla stoplazmada vuku bulan kimyasal
olayların DNA tarafından kontrol edilmesi gerekmektedir.
Bunu yolu nedir? DNA, stoplazmada meydana
gelen olayları nasıl kontrol etmektedir? DNA bu kontrol işlemini çekirdek
içinde bulunan ve DNA tarafından kontrol edilen RNA (Ribonükleik asit)
aracılığıyla yapmaktadır. DNA tarafından ilgili şifre mRNA (Mesajcı Ribonükleik
Asit)’ya iletilmekte; şifreyi alan mRNA’nın az bir kısmı çekirdek içinde
kalmakta, büyük bir kısmı ise çekirdek porlarından difüzyonla sitoplazmaya
geçerek sitoplazmada vuku bulan protein sentezini/kimyasal reaksiyonları
şifreye göre kontrol etmektedir. “DNA’dan ribozoma taşınan bilgiler, tRNA
isimli bir diğer RNA molekülünün yardımıyla, tek tek aminoasitlerin
üretilmesini ve bunların birleştirilerek hem hücrenin inşasında hem de hücre
içi süreçlerin çalışmasında rol alan proteinlerin oluşturulmasını
sağlamaktadır.
mRNA, canlının DNA’sı ile en etkin unsur olan proteinler
arasındaki iletişim kuran bir aracı durumundadır. DNA’dan mRNA
oluşumuna transkripsiyon, mRNA’nın okunması sonrasında taşıyıcı RNA (tRNA)
yardımıyla proteinlerin üretilmesine translasyon adı verilmektedir.”[33] Protein yapımında birbirinden bağımsız olarak farklı
fonksiyonları icra eden üç RNA vardır: 1-Haberci / mesajcı RNA (Messenger
RNA): Protein yapımını kontrol etmek için sitoplazmaya genetik şifreyi
taşır. 2- Taşıyıcı RNA (Transfer RNA): Protein molekülünün
yapımında kullanılmak üzere aktive edilmiş aminoasitleri ribozomlara taşır.
3- Ribozomal RNA: Yaklaşık 75 farklı protein ile ribozomları
oluşturur. Ribozomlar protein moleküllerinin bir araya getirildiği
fiziksel ve kimyasal yapılardır.”[34]
Hücrede Biyokimyasal Aktivite ve Genetik Fonksiyonların Kontrolü
Hücrede biyokimyasal faaliyetleri yapıyı korumak için kontrol eden, yöneten iki temel yöntem vardır. 1. Genetik düzenleme: Gen aktivitelerinin kendileri tarafından kontrol edilmesi, 2. Enzim düzenleme mekanizması: Bazı hücre aktiviteleri, hücre içinde bulunan inhibitör veya aktivitor tarafından kontrol edilmektedir. Bu maddeler, doğrudan hücre içindeki özgül enzimlere etki ederek hücredeki biyokimyasal fonksiyonları kontrol ederler.[35] Bu iki kontrol mekanizması, hücredeki faaliyetlerin hücre yapısını dolayısıyla insan yapısını bozmayacak şekilde ayarlayan, düzenleyen yapıyı koruyan mekanizmalardır.
Tehlike: Tahrip Edici Kontrol Mekanizması
“Hücre içinde olmayan bazı maddeler/bazı hormonlar, hücre
içindeki kontrol sistemlerinden birini veya daha fazlasını aktive veya inhibe
ederek hücre içi biyokimyasal tepkimeleri kontrol edebilirler.”[36] O zaman hücrenin fıtratı bozulmakta, insan
organizmasının aleyhine olacak şekilde çalışmaya başlamaktadır. Hücre yapısına
burada yer vermemizin ana sebebi genetik teknolojinin ulaştığı seviyenin,
genoma müdahale edebilme imkânının var olmasına dikkat çekmek içindir. Nitekim
GDO’lu ürünler böyle bir yaklaşımın eseridir: “Bilimciler, genlerin
kodlama sistemini anladıktan sonra, bunların nesilden nesile aktarıldıklarını
fark etmişlerdir. Bu kalıtsal geçiş ancak taşıdığı genlerin değişimi ile
farklılaşabilmektedir. Yeni bir yapı ise, hücreye başka bir kimlik
ve farklı ürünleri üretebilme yetisini katabilmektedir. Bu yaklaşım,
teknolojik gelişmelerin önemli hareket noktası olmuştur.”[37]
mRNA tipi aşılarla ilgili yapılan tartışmaların özünde,
hücrenin doğal çalışmasında olumsuz etkiler meydana getirecek bir dış
müdahalenin yapılıp yapılmadığı olgusu yer almaktadır. Dünya nüfusunu 500
milyon civarına indirmek isteyenlerin konuşmalarını ve aşı sektörünün
arkasındaki Bill Gates’in 2015 yılında, “Dünya’da 6,8 milyar
insan var ve bu rakam 9 milyara doğru çıkıyor. İyi bir aşılama programı
ve sağlık hizmetiyle bunu %10-15 azaltabiliriz.” ifadesini genetik
teknolojinin ulaştığı seviyeyi göz önüne alarak salgında servis edilen aşıların
muhtevasını değerlendirmek, sorgulamak zorundayız. Korona-19 virüsünün bu
kadar hızlı mutasyona uğraması doğal olarak mı meydana gelmekte yoksa genetik
teknoloji kullanılarak virüsün yapısında zamana bağımlı yapılan bir kodlamanın
sonucu mudur?
Bu, hayati bir sorudur. Türkiye’nin bu sorunun cevabını bilimsel düzlemde araştırması ve objektif şekilde vermesi gerekmektedir? Gelecek nesilleri olumsuz etkileyecek bir sürecin olup olmadığı objektif, tarafsızca cevaplandırılmalıdır. Mevcut aşılara karşı insanlardaki endişeleri gidermek, tarihî bir sorumluluktur. Bugün aşı karşıtı diye suçlanıp susturulmak istenenler, kendilerini değil, gelecek nesilleri düşünmektedirler. Aşıya değil, mevcut aşıların muhtevalarından endişeli oldukları için mevcut aşılara karşılar.
Bağışıklık Sistemi ve Antikorlar
Bağışıklık sistemi, insanlar tarafından mikrop
diye tanımlanan enfeksiyona yol açabilen virüs, bakteri, mantar ve parazit gibi
mikroorganizmaların zarar verici etkilerine karşı vücudu koruyan bir
mekanizmadır. Bağışıklık sistemi görevi, öncelikle mikropların vücuda
girmelerini engellemek, girerse girdikleri yerde yutmak, yayılmalarını
engellemek veya geciktirmektir.[38]
Bir virüs veya bakteriye karşı vücuttaki bağışıklığın
“lokal”, “hümoral” ve “hücresel” olmak üzere üç türü vardır: Bunlar “Lokal
bağışıklık, mikrobun vücuda girdiği bölgede, Kovid örneğinde burun
ve boğazda oluşan bağışıklıktır. Kovid-19’a karşı lokal bağışıklık enfeksiyon
geçirilerek veya burun yoluyla uygulanan aşılarla ele edilebilir; kas içine
zerk edilen aşıların böyle bir etkisi olması mümkün değildir. Hümoral bağışıklık, virüse
karşı antikorların oluşmasıyla karakterizedir. Bu antikorların nötralizan ve
non-nötralizan olanları vardır. Esas koruyucu olanlar virüsü öldüren nötralizan
antikorlardır; bunların ölçülmesi için özel laboratuvarlar gerekir. Rutinde
ölçülen virüse karşı oluşan tüm antikorlardır; bunların ne kadarının
nötralizan, ne kadarının non-nötralizan cinsten olduğunu ayırt etmek
mümkün değildir. Yüksek toplam antikor seviyelerinin koruyuculuğunun
daha fazla olduğu iddia edilmekle beraber bunun derecesi ve koruyuculuğun
hangi seviyeden itibaren başladığı meçhuldür. Hücresel bağışıklık, T-lenfositleri
aracılığıyla kazanılır ve hastalıklardan uzun vadede korunmada asıl önemli
olandır; bağışıklığın hafızasıdır da denebilir. Bunun ölçülmesi için de
özel laboratuvarlar gerekir.”[39]
Antikorlar, vücuda giren yabancı hücreler için üretilen protein yapılı silahlar olup istilacıları etkisiz hâle getirmekle görevlidirler. Vücut karşılaştığı hemen hemen her düşmana uygun bir antikor üretebilir. Temelde iki görevleri vardır: 1.Vücuda giren düşman hücreye (antijen) bağlanmak. 2. Bağlanma gerçekleştikten sonra antijenin biyolojik yapısını bozmak ve yok etmek. Kanda ve hücre dışı sıvıda bulunan antikorlar, hastalıklara neden olabilecek bakterilere veya virüslere bağlanarak onları bedenin savaşçı hücrelerinin yok etmesi için işaretlemektedirler.[40]
Virüsler
Aşılamanın mahiyetinin daha iyi anlaşılabilmesi için şu
anki durumu göz önüne alarak virüslerin çalışma tarzını, hedef hücreye (konakçı
hücreye) uyguladıkları stratejileri hatırlamakta fayda vardır. Virüsler: Yaşamak
için başka organizmaların canlı hücrelerinin içine girerek yaşayıp çoğalabilen
ve ancak elektron mikroskobu aracılığıyla görülebilen, hastalık yapıcı canlı
organizmalardır. Virüsler genellikle antibiyotik tedavilere cevap
vermezler. Virüsler, bakterilerden 10 ile 100 kat daha küçük olan varlıklardır.
Bakterilerin büyüklükleri 200 nanometrenin üzerindedir. “İncelenen virüslerin
çoğu 20 ile 350 nanometre arasında bir çapa sahiptirler.”[41] (Şekil 5) Cansız yüzeylerde ömürleri çok
kısadır. Virüslerin yapısı aşağıda özet olarak verilmektedir: “DNA
veya RNA genetik malzemesinden meydana gelmiş olup belli bir hücre yapısına
sahip değillerdir. DNA/RNA, “Kapsid adı verilen koruyucu bir protein ile
çevrilidirler.” “Bazı virüslerde kapsidi çevreleyen “viral
zarf” olarak adlandırılan hedef hücre (konak hücre) zarına benzeyen
çift katlı “lipit bir membran” vardır. Zarf
yüzeyindeki glikoproteinler, virüsü konakçının/hedefin bağışıklık
sisteminden korumaya yardımcı olabildiği gibi konakçı reseptörlerini tanımasına
ve reseptörlere bağlanmasına aracılık etmektedirler.” “Virüslerin
kendi metabolizması yoktur. Herhangi bir enerji üretebilecek hücresel
mekanizmalara ve ‘organellere’ sahip değillerdir. Çoğalmaları için mutlaka
diğer organizmaların canlı hücrelerine ihtiyaçları vardır. Çoğaldıkları bu
hücrelere ‘konakçı hücre’ denmektedir.”[42] Ancak bir başka canlı hücrenin içine girince onların
yapısını bozarak, onun besinini ve enerjisini kullanarak çoğalma özelliğine
sahiptirler ve hedef canlıda hastalığa sebebiyet verirler.[43]
Şekil 5: Covid-19 Virüsünün (SARS-CoV-2) Yapısı, F. Şahin, S. Demir, age., s. 57-76.
Virüsler, özel algılayıcıları aracılığıyla hedef
hücrenin/konakçı hücrenin kendisine uygun olup olmadığını öncelikle tespit
etmektedirler. Bu tespiti yaptıktan sonra virüsler, hedef aldığı
diğer canlı bir hücrenin içine girebilmek için kendine özgü
taktiklerle hedef hücreyi şaşırtabilme, kendisini düşman görmemesini
sağlayabilme, onun bir parçası, dostu, hatta besini diye takdim edip
yanıltabilme yeteneğine sahiptir. Virüs hedef hücrenin içine
girdikten sonra onu dost kabul eden ev sahibi hücre, virüsün
DNA’sını kendi çekirdeğinin içine taşmakta;
hücre protein ürettiğini zannederek bu yeni DNA’yı
kopyalamaya başlamaktadır.[44] Ev sahibi hücre, hiç farkına varmadan kendi düşmanını,
kendisi aleyhine üreten bir fabrikaya dönüşmektedir. “Virüs
replikasyonu, virüs partikülleri içindeki, genetik malzemenin çoğaltılması işlemidir.”[45]
Bir insan hücresinde 20 binden fazla protein
varken, koronavirüste
yaklaşık 30 protein bulunmaktadır. Bu sınırlı protein sayısından
dolayı virüs bir başka canlının hücresinde yaşamak zorundadır. Yarasaların
bünyesinde yaşayan ve ona zarar vermeyen virüsler bir başka canlıya bulaştığı
zaman ona zarar vermektedirler. Bünyesindeki protein eksikliğini gidermek için
bir başka canlının hücresine girip orada çoğalmak zorundadır.
Normal şartlar altında insan bağışıklık sistemi kendisine yabancı gördüğü her şeye savaş açıp onu yok etmek istemektedir. Bir insan hücresine giden yollar, normal şartlar altında yabancılara/dış istilacılara karşı “kilitlidir.” Yabancılar içeri alınmaz. Virüsler bu gerçeği bildiği için, kişinin hücrelerine girebilmek için bu “kilitleri” açmak zorundadır. Virüsler bu kilitleri açacak anahtar olarak kendi proteinlerini kullanmaktadır.[46] İçeri giren virüs, hücrenin normalde kendisi için kullandığı proteinlere bağlanarak kendini çoğaltmaya başlar. Ele geçirilen hücre bir virüs fabrikasına dönüşür. Virüsler, ev sahibi hücrede üreme işlemlerini tamamladıktan sonra, kendisi ve üreyen yeni virüsler ile birlikte, aynı işi başka hedef hücrelerde/konakçı hücrelerde yapmak üzere bulundukları hücreyi terk etmektedirler. Virüs ev sahibi hücreyi öldürerek veya ona zarar vererek veya onu değiştirerek veya ona hiçbir şey yapmayarak terk edebilir. Bu virüsün ve hücrenin cinsine bağlıdır.[47]
Virüslerin Sınıflandırılması ve Mutasyonu
Virüsler, boyutlarına ve şekillerine bağlı şekilde
sınıflandırılmaktadır. “Virüsler sahip oldukları genetik/genom yapısına
göre tanımlanmakta ve sınıflandırılmaktadırlar”. Buna göre iki ana sınıf
vardır: 1. DNA virüsleri: DNA molekülü içermektedir, 2.
RNA virüsleri, RNA molekülü içermektedir. Bu ana sınıflamada yer alan
her bir grup daha ayrıntılı sınıflandırılmalara tabi tutulmaktadır. “Bazı RNA
virüsleri pozitif yönelimli, bazıları ise negatif yönelimlidirler”. Pozitif
yönelimli viral RNA Virüsleri (mRNA) konakçı hücre içerisinde translasyona
hızlı bir şekilde başlar. Negatif yönelimli viral RNA, mRNA’yı tamamlayıcıdır.”[48]
Salgın döneminde en çok kullanılan kavramlardan biri “mutasyondur.” Mutasyonun sözlük anlamı,” 1. Başkalaşım, değişim, dönüşüm, modifikasyon, metamorfoz, 2. Değişinim, nesilden nesile aktarılan kalıtsal değişmeler.”[49] diye verilmektedir. Tıbbi anlamı ise organizmanın var olan, doğal yapısında meydana gelen istenmeyen genetik değişimlerdir: “Virüsler replikasyon esnasında çeşitli mekanizmalarla genetik değişikliğe uğrarlar. Virus genomundaki (DNA veya RNA’daki bazı baz değişiklikleri, antijenik kayma (antijenik sürüklenme) adı verilen mutasyonlarla sonuçlanabilir. Bu durum genomda meydana gelen her nokta mutasyonda görülmez. Bazı nokta mutasyonları ifade edilen proteinlerde herhangi bir değişikliğe neden olmazlar. Bunlar sessiz mutasyon diye adlandırılır. Antijenik kaymalar, virüslerin virülenlerini, konakçı çevreleri, aşı ya da immun yanıtlara verdiği cevaplarda değişiklikler oluşturur. Antijenik kayma, aynı zamanda virüsün genomunda büyük değişiklikler (rekombinasyon) olduğunda ortaya çıkar. Genetik rekombinasyon, bir nükleik asit(NA) ipliğinin kırıldığı ve daha sonra farklı bir NA mölekülü ile birleşmesi ile meydana gelir. Re Rekombinasyon hem RNA hem de DNA virüslerinde yaygındır. RNA virüslerinde genellikle aynı türden fakat biraz farklı genom nükleosid sekanslarına sahip virüs şuşlarının, aynı hücreyi eş zamanlı enfekte etmeleriyle ortaya çıkar. Bölünmüş bir genomu olan farklı virüs suşları genleri karıştırıp birleştirebilir. Benzersiz özelliklere sahip yeni virüsler üretebilirler. Bu duruma reassortment denir.”[50] “Mutasyon, büyük, küçük ölçekli olabilir. Büyük ölçekli olanda, kromozomun belli bir bölgesinin kaybı, belli bir bölgesinin kendi kendine yer değiştirmesi veya dışarıdan gen yapılarına ve dizilimlerine müdahale edilerek yer değişikliği söz konusudur. Küçük ölçekli olanlarda, sadece nükleotid bazların (A,T,G,C gibi) yeri değişebilir, buna göre başkalaşım meydana gelebilir. Bir kez karakter değişti mi, tekrar geri dönüşüm olmaz, sonrası bir meçhule doğru gidebilir. Beklentiler dışında yeni tablolar karşımıza çıkabilir ve bazen da istenmeyen getirileri, önlenemez boyutuna ulaşabilir.”[51]
Aşı
Genelde aşılar, dozları zayıflatılmış, hastalık taşıyan
mikroplardan, virüslerden ibarettir. Zayıflatılmış mikroplar, vücuda ithal
edilerek bağışıklık sisteminin bunlarla mücadele etme imkânı ve gücü
kuvvetlendirilmektedir. Aşılar, virüslerin çalışma mantığı, stratejisi göz
önüne alınarak vücut savunma sisteminin kuvvetlendiren
mekanizmalardır: “Aşılar, patojenlere karşı önleyici ilk savunma hattıdır.
Aşılama, bir bireyin bağışıklık sistemini uyarmak için hastalık yapan ajanın az
miktarda inaktive edilmiş, zayıflatılmış hâlinin veya bu ajana ait antijenik
(alt birim) bir molekülün insanlara veya hayvanlara
verilmesidir. Aşıların uygulanması ile insanların bağışıklık
sistemi, patojenle spesifik olarak mücadele etmek için beyaz kan hücrelerini (B
ve T hücreleri) üreterek yanıt verir. Edinilmiş (adaptıf) bağışıklık sisteminin
gelişimini sağlar. Viral pandemilere neden olan patojen virüs türleri (şuşları)
önceden tanılanmış olmadıkları için aşılarının da önceden geliştirilmesi mümkün
olmamaktadır. Genellikle pandemiler başladıktan sonra patojen
virüsler tanılanır. Kültür ortamlarında çoğaltıldıktan sonra aşılar
geliştirilebilir. Geliştirilen aşılar virüs türüne bağlı olarak
geliştirildiğinden dolayı diğer türlerde etkili değillerdir. Aşılar
kararlı virüsler üzerinde çok etkilidir. …Hızla mutasyona uğrayana karşı
başarılı bir şekilde kullanılması zordur.” [52]
Aşılar farklı şekillerde sınıflandırılmaktadır:
1. Grup Sınıflandırma (İlk ve eski tasnif şekli): 1.
Geleneksel olan aşılar / inaktif aşılar (eski platform aşılar), 2. Geleneksel
olmayan aşılar (Yeni platform aşılar).[53] Ercüment Ovalı, mevcut aşı sistemlerini aşağıda
verilen tabloda tasnif etmiş, avantaj ve dezavantajlarını
karşılaştırmıştır.
Model |
Üretim kolaylığı |
Maliyet |
Etkinlik |
Güvenirlilik |
Deneyim |
İnaktif Virüs |
+ |
++ |
++++ |
++++ |
++++ |
Atenue Virüs |
+ |
+++ |
+++++ |
++ |
+++ |
DNA/RNA Aşıları |
++ |
+ |
+++ |
++ |
++ |
Protein |
++ |
+ |
+++ |
+++ |
+++ |
VLP Virüs Benzeri |
++ |
+ |
+++ |
+++ |
++ |
Vektör Aşılar |
+ |
+ |
+++++ |
++ |
++ |
+, Ovalı, Aşıları kendi aralarında mukayese etmek için
kullanmıştır. |
Tablo
1: Aşı Modelleri Sorunları/Avantajları (Kemal Üçüncü, Odatv.com, 24.11.2020[54]
Bugün koronavirüs için piyasaya sürülen aşıları yukarıdaki tabloya göre şu şekilde değerlendirebiliriz: Çin’in ölü virüs aşısı: Geleneksel/klasik aşılar/“inaktif aşılar”, Pfizer ve BioNTech’in aşıları: mRNA aşıları/“mesajcı/haberci ribonükleik asit” aşıları, Oxford aşıları: “Adenovirüs” aşılar ve Rus Aşısı: Vektör yapılı aşılar.
Eski Platform Aşılar/İnaktif Aşılar/Klasik Aşılar/Geleneksel Aşılar
Geleneksel aşılar, dozları zayıflatılmış,
hastalık yapma özelliğinden arındırılmış antijenlerdir
(mikroplar-virüsler). Aşı,
bir virüs/mikrobun tamamının zayıflatılmış hâlini veya virüsü oluşturan
parçaları içeren molekülleri vücuda ithal etme/enjekte etme operasyonudur. Zayıflatılmış
virüsler-mikroplar, vücuda verilerek “vücudun bunları tanıması ve
bu virüslere-mikroplara karşı direnç gösterip antikor/savunma
hücreleri-molekülleri oluşturarak” bağışıklık sistemini
kuvvetlendirmesi sağlanmaktadır. Burada yapılan, vücuda giren ve tanınmayan bir
yabancı unsura karşı vücudun savunma sisteminin, kendine yabancı olanı
tanıması, buna karşı saldırıya geçerek vücudu korumasıdır. Aşı sayesinde vücut
savunma sistemi, dışardan gelen yabancıyı düşman olarak
tanımakta antikorları (savunma moleküllerini) hızlıca çoğaltarak,
virüs-mikrop yeterince çoğalamadan onu yok etmektedir.[55] Özetle aşı, düşmanı tanıma ve onunla savaşma
yeteneklerini, gücünü artırma olgusudur.
Ercüment Ovalı’ya göre yaygın kullanılan eski platform
aşılarında temel sorun, içerisine adjuvan denen yabancı
maddelerin katılmasıdır:[56] “Eski platform aşıların temel mantığı, Hangi
mikroorganizma hedefleniyorsa onu öldürmek, inaktive etmek ve kişilerin
vücuduna enjekte etmektir; böylece ölü virüs veya ölü bakteriye karşı vücudun
bağışıklığını oluşturmaktır. Hedeflenen mikrobun ölü ya da
çoğalamayan formunun veya mikrop parçalarının,
proteinlerinin kullanıldığı aşılardır. Enfeksiyon yaratmayan bu mikrop
veya mikrop parçaları insana verildiğinde vücut bu mikroplara karşı kolayca
bağışıklık geliştirebilmektedir. Bu aşıların en önemli avantajı çok fazla
deneyim olması ve dolayısı ile güvenlilikleridir. Ancak üretimleri zor ve
pahalıdır. Endüstri bu sorunu aşabilmek için, yani az sayıda mikrop/virüs
kullanarak çok sayıda aşı üretebilmek için, içine güçlendirici yani adjuvan adı
verilen bazı kimyasallar koyarlar.(…) Bu aşıların tek başına etkili olabilmesi
çoğunlukla çok fazla virüs ya da bakteri kullanmak gerektirdiğinden ve bu
maliyetleri daha da artırdığından; bunun içinde bir adjuvan yani
güçlendirici koyarlar. …Adjuvanın amacı, virüsleri ya da antijenleri paket
hâlinde tutmak, dağılmamasını sağlamak, irritasyon yaparak o bölgeye immün
sistemi çağırmaktır. (…) Bu grup aşılarında ismini kötüye çıkartan bu
içine koyulan güçlendiricilerin yaptığı yan etkilerdir. O yüzden içine koyulan
bu güçlendiricilerden en popüler olan alum dediğimiz alüminyum
tuzları kullanılarak 10 kat daha az virüs kullanır hâle getirir.
Dolayısıyla 100 tane virüs üretileceğine 10 tane virüs üreterek aynı sonuç
alınabilir. Ama bunların da kendine ait yan etkileri vardır. Bütün
dünya uzun zamandır bunlar doğru mu, değil mi diye tartışır? (…) Güvenli
platformlardır ama en büyük sorunları üretim maliyetleridir ve
içine adjuvan koymadan istenileni çok verememeleridir. (…) Aşı
karşıtlarının en çok eleştirdiği nokta da budur. Çünkü bu ajanların sinir
sisteminde sorun açtığı iddiasındadırlar.”
Ovalı’nın dikkat çektiği en önemeli konulardan biri,
geleneksel aşılarda adjuvan denilen, yan etkileri olan bir
maddenin virüsün bünyesine konulmasıdır. Bu maddenin bugüne kadar
yaptığı yan etkiler nelerdir? Böyle bir raporlama yöneticilerimizin elinde varsa
bunu açıklamaları zorunludur. Koronavirüs salgını ile birlikte geleneksel
aşılardan olan Sinovac’ın bünyesinde adjuvan dışında herhangi bir yabancı madde
daha bulunmakta mıdır? Evetse bunun sebebi nedir? Yakın ve uzak
gelecekte muhtemel yan etkileri neler olabilir? Küresel bir biyolojik savaş
ortamının yaşandığı bir evrede, bu soruları öncelikte devletin sorması ve ona
göre tedbir alması, bu konuda milleti aydınlatması, kafalardaki şüpheleri
gidermesi gerekmez mi?
Devletin farklı tezleri olan bilim insanlarını bir araya getirip, tartıştırıp, ortak bir çözüm ortaya koyması gerekmez mi? Böyle bir ortamda insanların, medya ve sosyal medyada tartışılan ve konuşulan bu iddialardan dolayı Sinovac aşısını olmak istememesi en doğal hakları değil midir? Niçin bu tepki “aşı karşıtlığı” diye nitelendirip insanlar suçlanmakta, psikolojik baskı altına alınmakta, mevcut aşıları olmadıkları için onlara yaptırım uygulanmaktadır. Bu şekilde bir gayrimemnun üretmenin gelecekte bir bedeli olmayacak mıdır?
Yeni Platform Aşılar/Yeni Tip Aşılar/mRNA Aşıları (“Mesajcı Ribonükleik Asit”)
Bu aşıların çalışma tarzı, üzerine oturtulduğu
strateji, geleneksel aşılardan çok farklıdır: Biyoteknoloji uzmanı Semih
Tareen, “Moderna tarafından açıklanan RNA aşısı, virüsün S kılıf proteininin
“prefusion” hâlini (yani virüs hücre ile birleşmeden önceki hâlini)
oluşturuyor. S-2P ismi verilen S kılıf proteininin bu hâlini oluşturmak
için, yüzeyde 2 tane Prolin aminoasiti kullanıyorlar, 2P ismi de oradan
geliyor. Böylece bağışıklık, virüsün hücre ile birleşmeden önceki hâlini
tanıyabilecek. Virüslerin çoğu hücreye bağlanırken kılıf proteinlerinde
konformasyon değiştirirler; aşıların bu değişik konformasyonları tanıması
önemlidir.”[57] Virüsün veya bakterinin genetik yapısı ve protein
nitelikleri öğrenildikten sonra tamamen sentetik olan mRNA
aşısına kodlanmaktadır. Kodlanmış mRNA, canlının hücresine
verilmektedir. Bundan dolayı bu aşının virüslere cevap verebilme hızının çok
yüksek olduğu iddia edilmektedir: Pfizer’ın aşı araştırmalarının başındaki
Dr. Kathrin Jansen, “mRNA platformu, özünde tamamen sentetiktir. Çok çok
hızlı bir şekilde üretebileceğiniz, iyi tanımlanmış bir moleküldür. Hiçbir
canlı virüs, canlı hücre kültürü, yumurta, vs. kullanmanız gerekmez.”[58]
BioNTech firmasının kurucularından Uğur Şahin, “mRNA
aşılarının bir avantajı, çok hızlı bir şekilde dönüştürülebilir olmasıdır. Eğer
bağışıklıkta bir azalma görülecek olursa, aşılar hızlıca adapte edilebilir ve
yeniden yüksek bağışıklık kazandırılabilir. mRNA aşılarının onaylanması,
yepyeni bir tıp alanı yaratacaktır.” mRNA aşıları ilgili ileri sürülen
tehlikelerden biri yan etki, “enflamasyon”un meydana gelmesidir. Biologics
Danışmanlık Firması’nın başkanı ve FDA Aşı Araştırmaları ve Denetimi Birimi’nin
eski başkanı Norman Baylor, “Büyük soru şudur: Enflamasyona neden olmadan
vücut içerisine nasıl gireceksiniz? Savunma sisteminin kandırmaya çalışmak her
zaman bir endişe kaynağıdır ki aşıların yaptığı da budur. Bu sırada
istemediğiniz yan etkiler oluşabilir. Savunma sistemi inanılmaz karmaşıktır ve
kişiden kişiye değişebilir.” [59]
Yapılan tartışmaları göz önüne aldığımızda, mRNA aşıları
ilgili endişeler geleneksel aşılara nazaran fazladır. Her iki aşıda yabancı
ülkeler ve şirketler tarafından üretildiğinden halkta haklı bir endişe vardır.
mRNA aşısı ile ilgili kaygılardan biri “aşıda yapılan
kodlamalara” bağlı olarak “genlere müdahale” edebilme olgusunun
var olup olmadığıdır. Bu konuda bilim dünyasında genetik teknolojisinden dolayı
bir mutabakat yoktur. mRNA’yı savunanlar bütün işlemlerin hücre
çekirdeğinde değil hücre sitoplazmasında yapıldığı noktasından hareket
etmektedirler. Bilkent Üniversitesi’nde sentetik biyoloji profesörü olan
Urartu Şeker, “mRNA, sadece sitoplazmaya girebilir. Buraya
girdikten sonra, antijenin üretilmesini sağlar ve sonrasında parçalanır. mRNA,
bir “gen parçası” değildir; dolayısıyla genoma girip de burada herhangi bir
değişim yaratamaz. mRNA aşısının, DNA ile çalışan aşılara karşı en büyük
avantajı, zaten çekirdeğe girmesine gerek olmamasıdır. Çekirdek
içerisine istediğimiz her şeyi, kolay kolay sokamıyoruz; keşke sokabilsek.
O zaman sentetik biyoloji bambaşka bir boyut alırdı. mRNA,
stabilitesi çok düşük bir moleküldür; en büyük dezavantajı da bu. Ama bu,
aşılar açısından avantajlı hâle dönüşüyor. mRNA aşısında molekül, sitoplazma
dediğimiz, DNA’yı barındıran hücre çekirdeğinin dışında kalan sıvıda
bulunmaktadır. İşini yaptıktan sonra da bozunarak yok olur.”
Semih Tareen, “…RNA aşısı için RNA sekansı (kansere veya
virüse karşı bağışıklık üretecek bir sekans) labda üretilir ve lipid
nanopartiküllerin içine konur. Bu lipidler hücre tarafından alınımı
kolaylaştırır. Aşı enjekte edildiği noktada (omuzdaki deltoid kası), oradaki
hücreler tarafından alınır ki bunların çoğunluğu kas hücresidir. Stoplazma
içine alınan RNA orada geçici olarak kalır (yarım saat ila 1 saat kadar) ve bu
sürede hücre tarafında proteine dönüştürülür. Kısa süre sonra geriye kalan RNA
diğer hücre RNA molekülleri gibi degrede olur. RNA moleküllerinin hücre
çekirdek içine ve dışına transferi çok kontrollü olacak şekilde
evrimleşmiştir. RNA aşılarında RNA sitoplazmada kalır. Hücre
çekirdeği içine geçecek aktif transport özelliğine sahip değil.” Cornell
Üniversitesi’nden Mark Lynas, “Bu aşılama karşıtı aktivistler tarafından
kasıtlı olarak kafa karışıklığı ve güvensizlik yaratmak için uydurulan bir
bilgi. Genetik modifikasyon, yabancı DNA’nın bir insan hücresinin çekirdeğine
kasıtlı olarak sokulmasını içerir ve aşılar bunu yapmaz.” [60]
Cornell Üniversitesi’nden Mark Lynas’ın “Genetik
modifikasyon, yabancı DNA’nın bir insan hücresinin çekirdeğine kasıtlı olarak
sokulmasını içerir ve aşılar bunu yapmaz.” ifadesini göz önüne
aldığımızda, normal şartlar altında çok doğrudur. Ancak dünya nüfusunu 500
milyon civarına çekmek isteyen, Bill Gates-Rockefeller’in başını çektiği şer ittifakının
elinde en tehlikeli öldürücü bir silah hâline dönüşebilir. mRNA
aşıları programlanabilme özelliğine sahip olduğuna göre programcının ne tür bir
mesaj yüklediği, ne tür bir fonksiyon icra et dediği son derece önemlidir. Bu
gerçek göz ardı edilmemelidir. Mayo Clinic’in Aşı Araştırma
Grubu Yöneticisi ve İmmünolog Richard Kennedy’ye göre “mRNA aşıları
özel makineler tarafından üretilen ve takip edilebilen, bileşenleri
değiştirilebilen aşılardır. “mRNA’nın doğası gereği, geliştirilen Koronavirüs
aşıları canlı zayıflatılmış virüs içeren diğer aşılara göre daha güvenli
olabilir. mRNA aşılarının faydalarından biri, her şeyin bir makine
tarafından yapılabilmesidir, böylece bakteriyel kontaminasyon (bulaşma) veya
diğer kontaminantlar konusunda endişelenmenize gerek kalmaz. Aşıda canlı virüs
yoktur, bu yüzden aşıya giren her şey çok dikkatli bir şekilde kontrol
edilebilir ve izlenebilir. Böylece mRNA aşıları diğer aşılardan daha tehlikeli
değil hatta diğerlerinden daha güvenlidir.”[61]
Burada en dikkat çekici nokta “aşıya giren her şeyin kontrol
edilebilmesi ve izlenebilmesidir.” Unutmamak gerekir ki, bu teknolojiye
sahip olanlar, gelecekte insan genetiği üzerinde çok daha fazla müdahale etme
gücüne ve imkânına kavuşacaklardır. mRNA aşıları ile ilgili en
ciddi iddialardan biri, içerisinde graphen denilen bir maddenin
bulunmasıdır. “Nano teknolojik bir materyal olan bu malzeme”, “kan ve beyin
bariyerini aşabilir”, hücreleri birbirine saldırtabilir”, “kansere sebebiyet
verebilir, insanın halüsinasyonlar görmesine, sesler duymasına sebebiyet
verebilir ve beyne komut vermeyi mümkün kılabilir.”[62]
İlaç endüstrisinde klinik analistlik yapan ve aynı zamanda
bilimsel yazılar kaleme alan Karen Kingston, mRNA aşısının mahiyeti
ile ilgili açıklamasında “Grafen oksidin zehirli” olduğunu ifade
etmektedir: “Üreticiden bağımsız olarak tüm mRNA
aşılarının pegile lipid nanob parçacıkları içermektedir. mRNA aşıları
için alınan patentler veya FDA belgeleri incelendiğinde bu
görülebilecektir. Grafen oksidin patentlerde listelenmemesinin nedeni ise aşıda
grafen varlığı ifşa edilmek istenmiyor ve bir ticari
sır olarak tanımlanıyor. Ancak gerçek neden, muhtemelen grafen oksidin
zehirli olduğunun iyi bilinmesidir. Bir maddenin strese dayanma kabiliyeti
açısından zıt özelliklere sahiptir. Titanyumdan 4000 daha güçlü ve çok
yüksek sıcaklıklara dayanaklıdır. Farmasötik endüstrisinden alınan belgelere
göre, grafen oksit mekanik ve dielektrik özellikleri vardır. Bu da grafen
oksitin bir elektrik iletkeni olarak hareket edebileceği anlamına
gelir. Grafen oksit enjekte edildiğinde ne pozitif ne de negatif olarak
yüklenir, ancak aşılarda da bulunan iyonlaşabilir lipitler yük oluşturabilir.”[63] Belçikalı Johan Denis, mRNA aşısı
için, “İnsanlık üzerinde bir deney. Sizi insan yapan bütün özelliklerinizi
kaybedebilirsiniz.”[64] Çok ciddi bu iddialarla ilgili Sağlık Bakanlığı’nın ve
bilim insanlarının bir an önce açıklama yapmasında fayda vardır.
Almanya’da 2000 yılında Cure Vac isimli bir şirket
kurulmuştur. Bu şirketin sponsoru Bill Gates’tir. Kovid-19 aşısını
üretip piyasaya sürmek isteyen Cure Vac’ın kendi sitesinde “mRNA molekülünün
taşıyıcı olduğu” ifade edilmektedir: “Haberci RNA (mRNA) haberci molekülüne
dayanan tamamen yeni bir ilaç sınıfının geliştirilmesine öncülük ediyoruz.
Temel ilke, bu molekülün, vücudun çeşitli hastalıklarla savaşmak için kendi
aktif bileşenlerini üretebilmesi sayesinde bilgi için bir veri taşıyıcı olarak
kullanılmasıdır.”
Filipinler Manila Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden emekli
Farmakoloji ve Toksikoloji Profesörü Dr. Romeo Quijano’un mRNA aşısı ile ilgili
değerlendirmeleri daha ürkütücü ve düşündürücüdür: “Eksojen mRNA, doğası gereği
bağışıklığı uyarıcıdır ve mRNA’nın bu özelliği faydalı veya zararlı olabilir.
Adjuvan aktivite sağlayabilir ve antijen ekspresyonunu inhibe edebilir ve immün
cevabı olumsuz etkileyebilir. Doğuştan gelen bağışıklık algılamanın farklı mRNA
aşı formatları üzerindeki paradoksal etkileri tam olarak anlaşılmamıştır. mRNA
bazlı bir aşı, yalnızca iltihaplanma ile değil aynı zamanda potansiyel olarak
otoimmünite ile de ilişkili olan güçlü tip I interferon tepkilerini
indükleyebilir ve kan pıhtılaşmasını ve patolojik trombüs oluşumunu teşvik
edebilir. Diğer tehlikelerin yanı sıra, virüs vektörlü aşılar doğal olarak
oluşan virüslerle rekombinasyona uğrayabilir ve bulaşma veya virülansı
etkileyen istenmeyen özelliklere sahip olabilecek hibrit virüsler üretebilir.
Rekombinasyonun olası sonuçlarının, mevcut araçlar ve bilgilerle doğru bir
şekilde ölçülmesi pratik olarak imkânsızdır. Bununla birlikte, riskler, mutant
virüs türlerinin ortaya çıkması, artmış patojenite ve gelişigüzel toplu aşılama
kampanyalarının ardından beklenmedik ciddi yan etkiler (ölüm dâhil) olabilir.”[65]
Acıbadem Sağlık Grubu hastaneleri GMP ve Hücre tedavi
ürünleri danışmanı, mesul müdürü, doku tipleme laboratuvarları
sorumlusu ve Acıbadem Kozyatağı Kemik İliği Nakil Merkezi’nde
bulunan Ercüment Ovalı’ya göre “Bu aşılarda, bakteri ya da
virüse ait parçacıklar kişinin vücut hücreleri tarafından
üretilmektedir. Bunlar hedeflediği mikroba karşı bakteri ya da virüse ait
parçacıkları kişinin vücut hücrelerine yaptırırlar. Başka bir anlatımla, kişiye
bir yapay DNA ya da RNA vererek virüse ait parçacıkları kişinin vücuduna
yaptırtırlar. (…) Bu aşılar saf RNA, DNA ya da DNA taşıyan viral
vektörlerden oluşur. (…)Bu aşılar çok ucuz ve çok etkilidirler;
çünkü vücut uzun süre bu virüse karşı parçacıkları yapmaya devam eder. Ama en
büyük dezavantajı vücudu, kendi bağışıklığının hedefi hâline
getirtirler. Sonuçta o parçayı vücut ürettiği için üreten hücresinin
bağışıklığının hedefi hâline gelir. Kazara enjekte edilen bu madde
dolaşıma girip beyin dokusuna ya da başka hayati dokuya yerleşirse orayı da
hedef hâline getirebilir. Bu da otoimmün ve nörolojik yan etkiler için zemin
hazırlamak anlamına gelmektedir. (…) Dolayısıyla yeni platform aşılar ucuz,
etkili ama vücudun kendi hücrelerini hedef hâline getirdikleri için
uzun ve kısa vadede çok iyi tartışılması gereken aşılardır. (…) Bu aşıların en
büyük sorunu, çok yeni olmaları ve hiçbir deneyimin olmayışıdır. Uzun vadede ne
yapacakları bilinmemektedir. Çünkü enjekte edilen RNA veya DNA Kovid-19
virüsünün parçalarını alıcının vücuduna yaptırarak, aşılayan kişinin bedenini
bağışıklık sisteminin hedefi hâline getirirler. Burada soru
şudur, enjekte edilen bu genetik materyalin az da olsa bir kısmı sinir
sistemine, kalbe vb. gidebilir mi? Giderse ne olur? Ya da bu
aşıların aşırı kimyasal salgısına (interferon gibi) neden oldukları
bilinmektedir. Peki bu durum uzun vadede otoimmun hastalıkların tetiğini
çekebilir mi? Üstelik bu aşıların yaratıcısı olan Nbiontech ve
Moderna gibi grupların daha önce enfeksiyon kontrolü için aşı üretim
deneyimleri de yoktur. Bir de chip teorisi var. Çip aşılarla
bizi uzaktan idare edecekler diyenler var. Evet elektronik/bio chiplerle
insanlar kodlanabilir, takip edilebilir. Ama aşılarda konuşulan chipler,
iğne yerine kullanılan üzerinde mikro iğneler içeren kare plaklardır. Kişiler
bu çipi koluna bastırarak kendi, kendisini aşılayacak sonra da atacaktır. (…) 1
milyon kişiyi aşılama durumunda olunsa, rakam çok düşük olacağından güvenli
kullanılabilir. Ancak, içinde bulunduğumuz Kovid-19 pandemi sürecinde dünyadaki
insanların yarısını, 3,5 milyarı aşılamaktan bahsediyoruz; Bu durum yüzbinlerce
insanda oluşacak yan etkiden söz ediyoruz demek anlamına gelecektir. Burada
binde 1’lik, 10 binde 1’lik ya da 30 binde 1’lik bir
reaksiyonun milyardaki karşılığı korkunç bir rakamdır. İşte bu yüzden çok
dikkatli edilmelidir. (…) Aşıda RNA kullanılıyorsa tekrara ihtiyacı
vardır; çünkü RNA vücuda bu parçaları kısa süreyle yaptırır, kısa süre sonra
kaybolur, kaybolduğu için de vücuda yeniden hatırlatma gerekir. (…) Bu tip
aşıların uzun vadede ne gibi sorunlara neden olabileceği net değildir. ”[66]
Ovalı’nın dikkat çektiği tehlikeyi, Bill Gates’in 2015
yılında, “Dünyada 6,8 milyar insan var ve bu rakam 9
milyara doğru çıkıyor. İyi bir aşılama programı ve sağlık hizmetiyle bunu
%10-15 azaltabiliriz.” şeklindeki konuşması ile birlikte
değerlendirdiğimizde; mRNA yapılı yeni platform aşıların dünya
nüfusunun azaltılması için kullanılabileceği tehlikesini ortaya koymaktadır. Ovalı, “elektronik/bio
chip’lerle insanlar kodlanabilir, takip edilebilir.” ifadesinden
sonra “aşılardaki chiplerde böyle bir şey olmayacaktır” demesi, kendi
açısından doğrudur ve de samimidir. Ancak dünya nüfusunu 500 milyona indirmek
isteyenler için böyle bir imkânı kullanmak istememeleri söz konusu değildir ve
bu tür aşılar da bu bağlamda şer cephesine iyi bir imkân sunmaktadır.
Burada dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, mRNA ile üretilen aşıların genler üzerinde kontrol etme imkânı sağlayabilme yeteneğidir. RNA üzerinden insan DNA’sını değiştirebilecek bir yapı son derece tehlikelidir. Aşıyı geliştirenler bu konuda açık değiller. Şu an başarılıp başarılmadığı bilinmemekle beraber bu konuda mRNA aşıları ile ilgili en ciddi tartışmalardan biri budur. mRNA türü aşılar, haberleşme yeteneği bulunan moleküler parçacıklar üretebiliyor. Üretilen madde biyolojik bir madde olmayıp sentetik bir malzemedir. Aşı ile birlikte insanın RNA’sına sentetik madde girmektedir. Bu sentetik maddenin insanın organik malzemesini kirletme, değiştirme, zarar verme özelliği yok mudur? Bu konunun açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Diğer taraftan dünya nüfusunu 500 milyon civarına indirmek isteyenler, mRNA türü aşıları biyolojik silah olarak kullanabilecekledir. Kimsenin bundan şüphesi olmasın. O zaman da istediklerine ulaşabilirler.
Aşılar Konusunda Kafa Karıştıran Sorular
Türkiye’de aşı konusunda tartışılan ve kafa karışıklığına
sebebiyet veren bir konu da ithal edilen aşıların tahlil sonuçlarının, aşının
muhtevasının, bileşenlerinin ne olduğunun kamuoyuna açıklanmaması, medya ve
sosyal medyada yapılan yorum ve değerlendirmelere tatmin edici bilimsel
cevaplar verilmemesidir. Bu da mevcut ithal aşılara güveni sarsmaktadır. mRNA
aşılarına güven konusunda aşıyı üreten firmalar da bir garanti
verememektedir. İsmail Balık, “İnaktif aşılarla ilgili eldeki bilgilere göre
uzun vadede bir risk görünmüyor. mRNA aşısı ile alakalı olarak da değerli
bilim insanları Uğur Şahin ve Özlem Türeci’nin de aktardığı
gibi, 20 yıllık bir süreçte aşının etkisi ile alakalı kesin konuşmak
mümkün değil. Ancak bir enfeksiyon uzmanı olarak, yıllardır bakteriler ve
virüslerle çalışmış bir bilim insanı olarak, bilimin bugün gösterdiklerinin
ışığında mRNA aşısı için de teoride bir risk görmüyorum. Ama elbette bilimin
henüz keşfetmediği bir durum varsa onu şu an bilmemiz mümkün değil…”[67] Osman Müftüoğlu, “Aşı üreticileri
maalesef bu konuda da net ve açık bir yanıt veremiyor.”[68] Serhat Fındık’a göre en problemli aşı, mRNA türü
aşılar olup, genlerimiz bunların saldırılarına açık hâle getirilmektedir.
“…Dört çeşit aşıdan en problemli olanı bu (RNA) aşıdır. Her şeyden evvel bugüne
kadar gelen aşılara hiç benzemiyor. …RNA aşısında virüsün canlı bir birimini
alıyorlar ve vücuda veriyorlar. Elçi RNA’nın hedeflediği yer de DNA’mızdır.
Şimdi savunma sistemimizden beyine ve kalbe, oradan tüm hücrelere hepsinde
DNA var. Ve burada örneğin kanseri önleyici, pıhtılaşmayı önleyici,
felç önleyici vs. birçok genler var. Şimdi bu tüm genlerimizi RNA
aşısındaki etkene açık hâle getiriyorsunuz. Ve maalesef bu RNA’nın nereye
yapışacağına, nereyi etkileyeceğine dair hiçbir bulgu yok.”[69]
İnsanların kafasına karıştıran ve şüphelenmelerine neden
olan aşı olmadan önce imzalanması istenen “Aşı/izlem bilgilendirme ve rıza
belgesi”nde, aşı firmasının hiçbir sorumluluk üstlenmemiş
olmasıdır.[70]
İnsanları mevcut aşılara karşı daha da fazla tedirgin eden aşı üreticilerinin, faz 3 denemelerinde Türkiye’yi kobay olarak kullandıklarını belirtmeleridir. “Sinovac firmasının genel müdürü Helen Yang, “Biz Türkiye’de klinik deney yapıyoruz. Faz 3 deneyleri için hazırlanıyoruz, bu son aşama ve üçüncü faz denemeleri yapıyoruz.”[71] ifadesini kullanır. Diğer taraftan TTB Genel Sekreteri Vedat Bulut, Sağlık Bakanlığı’nın “aşıda acil kullanım onayı” kararına ilişkin “Çin aşısının Faz-3 sonuçları henüz çıkmadı. Acil kullanım onayı için verilerin kamuoyuyla ve meslek örgütleriyle şeffaf bir şekilde paylaşılması gerekir ki insanlar aşıya güven duysun.”[72] şeklindeki açıklaması, aşıya karşı olmayı değil mevcut aşıların tam denemesi yapılmadan kullanıma açılmasına karşı olunduğunun açık bir ifadesidir.
Sürü Bağışıklığı Aşı ve Mutasyon:Virüsün Varyantlarına Aşı Yetiştirebilmek
Aşılarla insanların bağışıklık sistemi kuvvetlendirilerek
virüslere karşı mücadelede insan savunma mekanizmasına üstünlük
kazandırılmakta, virüsün insan organizmasında yapabileceği tahribat
engellenmektedir. Ancak aşılar, genelde mevcut virüsün özellikleri göz önüne
alınarak geliştirildiğinden virüslerde genellikle kendine saldıran mekanizmaya
karşı kendini koruyacak özelliklerini geliştirip kuvvetlendirmektedir. Virüsün
aşılara karşı kendi savunma mekanizmasını geliştirip kuvvetlendirmesine mutasyon adı
verilmektedir. Virüsün mutasyonu iki şekilde gerçekleşebilmektedir: 1. Virüsün
kendi kendine savunma mekanizmasını kuvvetlendirmesi, 2. İnsanın virüse
dışarıdan yapacağı müdahale ile virüsün savunma mekanizmasını kuvvetlendirmesi.
İkinci ihtimal biyolojik savaş için virüsü, biyolojik ajan
hâline getirerek düşman olan hedef ülke veya insan unsuruna daha ciddi zarar
vermek, onda kalıcı tahribatlar meydana getirmek amaçlıdır. Teknolojinin bugün
geldiği nokta itibarıyla bu işi yapabilmede farklı alternatifler vardır:
1. Seçenek: Her salgın sürecinde belli bir
zamandan sonra laboratuvarlarda virüsün genetik yapısında değişiklikler
yapılarak var olan aşılara karşı yapısı kuvvetlendirilerek yeni bir salgın
meydana getirilebilir. Laboratuvar ortamında yapılan deneylerde virüsün geçirdiği
mutasyonlarda virüsün aldığı şekil görülebilmektedir. Amaç biyolojik savaş ise
her mutasyon için ayrı bir salgın ve her salgın için de bir aşı
geliştirilebilir. Bugünkü teknoloji buna imkân vermektedir. Amaç biyolojik
savaş değil de insanlığı kurtarmak ise gözlemlenebilen ve muhtemel her mutasyon
için aşı senaryoları hazırlamak mümkündür.
2. Seçenek: Virüs salgınına karşı
kullanılmak istenen aşı üzerinden bu iş programlanabilir. Bu durumda üretilen
aşıda kullanılan teknoloji önemli hâle gelir. Geleneksel aşılarda virüsün
savunma sisteminde yapılan zayıflatma, hasar virüs tarafından belli bir zaman
sonra tamir edilip virüs kendisini kuvvetlendirebilir. mRNA türü aşılarda ise
kullanılan sentetik malzeme dışarıdan programlanabildiğinden yapılabilecek bir
dış müdahale ile insan savunma sistemi virüse karşı zayıflatılabilir ya da
virüsün saldırı mekanizması daha da kuvvetlendirilebilir. Var olan teknoloji,
geliştirilen teknoloji buna imkân vermektedir ya da yakın bir gelecekte imkân
verebilir.
Bugün koronavirüsün, çok hızlı mutasyona uğraması ve farklı
varyantlarının gelişmesi insanların kafasını karıştırmakta insanlarda bir
biyolojik savaşla karşı karşıya kaldıkları duygusunu kuvvetlendirmektedir. Bir
varyantta etkili olduğu iddia edilen bir aşının diğer varyantta etkili
olmayacağı söylenmektedir. Bu bağlamda virüs önce Çin’de
(Wuhan) ortaya çıktı, dünya Wuhan pandemisi ile tanıştı. Bu ilk
salgının arkasından Alfa varyantı İngiltere’de, Beta varyantı Güney Afrika’da,
Gama varyantı Brezilya’da, Delta varyantı Hindistan’da ortaya çıktı.[73] Yaklaşık iki yıl içinde dünya, virüsün beş farklı şekli
ile tanıştı. Bu kadar hızlı mutasyona uğrayabilen bir virüse aşı yetiştirmek
nasıl mümkün olacak, sorusu en can alıcı önemdedir. Çünkü bir varyant için
etkili olan bir aşı, diğer varyant için etkili olamamaktadır. Bu durumda aşı
hızlıca nasıl geliştirilecektir? Bu konuda İtalyan
Stefano Montanari, çok açık bir şeklide, aşı geliştirdiklerini
söyleyenleri sahtekârlıkla suçlamaktadır. “Evet, bir virüs var, tamamen
yeni. Hâlâ laboratuvarda mı ürettiklerini yoksa yarasalardan mı yoksa başka bir
yerden mi geldiğini kesin olarak söyleyemem. Kesin olarak söyleyebileceğim şudur:
Virüs, kozmik hızda mutasyona uğruyor, hâlâ statüsünü arama aşamasında, daha
sonra bir yerde duracak... Dün bir virüstü ve yarın başka bir virüs olacak.
İtalya’dakiyle, Çin’deki virüs aynı değil. İnanılmaz bir geçirgenliğe sahip,
patolojik olarak bulaşıcı. Ancak sağlıklı olanlarda asemptomatiktir (belirti
göstermez). Bu şartlar altında aşı hakkında yapılan tüm konuşmalar küresel bir
sahtekârlıktır. O kadar çabuk mutasyona uğruyor ki onu takip edip aşılar
yaratmamız imkânsızdır. Ayrıca bu tür virüsler aşılanamaz. 200 defa
hastalanabilirsin ama bağışıklık gelişmez. 50 yıl önce koronavirüslere
karşı aşı geliştirme ihtimalinden bahsetmiş olsaydım beni kapıdan atarlardı.”[74]
Nitekim İngiltere’de koronavirüsün yeni bir mutasyonu ortaya
ilk çıktığında Almanya’da aşı geliştiren BionThec patronlarından Uğur
Şahin’in “Dokuz mutasyona uğramış bir tür ve şu anda bu varyanta karşı
aşımızın koruma sağlayıp sağlamayacağını henüz bilmiyoruz…”[75] demesi hızlıca mutasyona uğrayan bir virüse karşı
uygulanan aşıların geçerliliğini kaybedeceği manasına gelmektedir. Öyleyse ana
çözüm ne olmalıdır? sorusuna, Montanari, “Hızla mutasyona uğrayan,
antikor oluşturmayan koronavirüse karşı aşı hiçbir işe yaramaz. Koronavirüse
karşı aşı diye tutturmaları tam bir küresel sahtekârlık. Kış aylarında yapılan
soğuk algınlığı aşıları da sahtekârlık. Korona virüse karşı yapmamız gereken,
bağışıklık sistemimizi güçlendirmemizdir.”[76] şeklinde cevap vermektedir.
Benzer düşünceyi Türkiye’nin ilk korona aşısı için kolları
sıvayanlardan Ercüment Ovalı da ifade etmektedir: “Her yıl yeni
aşı üretmek gerekecek ve sonuçta klasik tip aşılar tabloya hâkim olacak ancak
onların etkinliği de yüzde 40’a düşecektir.” Ovalı’ya
göre “Kademeli aşılama, virüsün daha dirençli hâle gelmesini sağlayacağı
için daha da yaygınlaşmasına sebep olacaktır.”[77]
Türkiye’nin ilk burundan sprey aşısını geliştiren Ahmet
Çağlar Özketen’e göre de, virüsün sürekli mutasyona uğradığı bir süreçte, sürü
bağışıklığından bahsetmek, ona güven bağlamak doğru bir yaklaşım değildir. “Mutant
virüslerin bu denli yüksek yaygınlık gösterdiği ve mutantın da mutantının
ortaya çıktığı ortamlarda sürü bağışıklığından söz edilemez. Çünkü birine karşı
kazanılan bağışıklık diğeri tarafından ortadan kaldırılır. Nasıl ki yakın zamana
kadar Vuhan yaygındı şimdi İngiliz, Güney Afrika ve Brezilya’dan söz ediyoruz.
Her biri için yeniden sürü bağışıklığı da mümkün değil…”[78]
Geçmişte aşı konularında çok önemli tespit ve uyarılar
yapan Ahmet Rasim Küçükusta aşı ile ilgili izlenen politikaları
eleştirmektedir: “Bu senede aşıda durum özetle şöyle: Grip aşısı kalmadı,
hangi korona aşısını verelim? Ölü virüslü mü, mRNA’ lı vektörlü mü, zayıflatılmış
virüslü mü? Neli isterseniz, hepsi de var…”[79] Nail Ersöz ise, “Bir hekim olarak
uyarıyorum; faz 3 çalışması yapılmamış, dünyadaki tek gen aşısı olan mRNA
aşısını lütfen yaptırmayalım. Aşı olup olmamak konusunda sadece siz karar
verebilirsiniz” [80] diyerek görevini yerine getirmektedir.
İlk yazdığım yazıda Kovid-19’un laboratuvarda üretilme
ihtimalinin çok yüksek olduğunu belirtmiştik. Bunu üretenlerin amacını 3. Dünya
Savaşı’nı biyolojik savaşla başlatmak olduğunu, bu yolla hem dünya nüfusunu
ciddi bir şekilde azaltmak hem de tek dünya devletini kurmak için var olan tüm
yönetimleri krize sürükleyerek halkla aralarını açıp çökertmek olduğunu ifade
etmiştik. Kovid-19 virüsünün bu kadar hızlı mutasyona uğraması, doğal şekilde
meydana gelmekten ziyade laboratuvarlarda genetiği ile oynanarak yeni versiyonlarının
elde edilebileceğini göz önüne almak gerekmektedir.
Virüs üzerinden geliştirilebilecek teknoloji ile her insanın
DNA ve RNA kodlarına ulaşmak istenmiş olabilir. Türkiye’yi yönetenlerin bu
ihtimali gözönüne almasında fayda vardır. Dijital diktatörlüğe dayanan “yeni
dünya düzeni” kurmak isteyenlerin tüm aşı sektörü üzerinde hâkimiyet kurma, aşı
sektörünü finanse etme isteği; David Ben Gurion’un 1962 yılında, “Çin ve
Hindistan nüfusunu azaltmak için bir hap yeter.” ifadesi ve Bill Gates’in
bugün, “Binlerce aşı fabrikası kuracağız!” sözünü bu açıdan yeniden
değerlendirmek gerekmektedir.
Dünya, merkezinde Siyonizm’in yer aldığı şer ittifakının “küresel biyolojik, ekolojik ve genetik savaşı” ile karşı karşıyadır. Genelde dünyanın özelde de Türkiye’nin bu gerçeği görmesi gerekir. Öyleyse devletin, milletin ya var olan aşılara güvenmesini sağlamak için bir stratejisi geliştirmesi ya da bir an önce yerli ve millî bir aşı geliştirmek için seferberlik ilan etmesi gerekir. Yasaklamalarla, tehditlerle insanları aşı olmaya zorlamanın, bir bedelinin olacağı unutulmamalıdır!
Salgınla İlgili Verilen İstatistiklerde Cevap Arayan Sorular
Her akşam televizyon kanallarında salgınla ilgili Sağlık
Bakanlığı’nın verdiği istatistikler yayımlanmaktadır. Bunlarla ilgili aşağıdaki
soruların cevaplarının objektif bir şekilde verilmesi gerekmektedir: Kovid-19
virüsünden vefat edenlerin sayısı ile virüse yakalanmayıp diğer hastalıklardan
hayatını kaybedenlerin sayısı niçin birlikte verilmemektedir? Her
yıl gripten vefat edenler verilirken bu yıl gripten aramızdan ayrılanlar niçin
verilmemektedir? Kendisine virüse bulaşanların yüzde kaçının hiçbir hastalığı
yoktu ve vefat etti, yüzde kaçının da kronik hastalığı vardı ve vefat etti?
Hayatını kaybedenlerin hangi hastalıktan vefat ettiğinin en iyi anlaşılmasının
yolu otopsi iken niçin vefat edenlere otopsi yapılmamaktadır? Acaba vefat
edenlere otopsi yapılmasını engelleyen bir mekanizma var mı? DSÖ’nün böyle bir
talimatı söz konusu mu? Virüsü en iyi analiz etme ve tanımanın yollarından biri
otopsi olamaz mı? Başka hastalıklardan vefat edenlerin ölüm raporlarına
koronadan dolayı vefat etti diye yazılmakta mıdır, yazılmış mıdır? Böyle bir
ihtimal hiç düşünüldü mü? Bu noktada medyada isim, tarih, yer belirtilerek
ortaya atılan iddialara sorumluların gerekli tatmin edici cevabı vermesi
gerekmez mi? 2, 3, 4. aşı olduğu hâlde koronaya yakalananların sayısı nedir ve
niçin her gün verilen istatistiklerde yer almamaktadır?
Aşı olduğu hâlde (1. veya 2. veya 3. veya 4.) hayatını
kaybedenler var mıdır? Varsa sayıları nedir ve niçin günlük istatistiklerde yer
almamaktadır? Aşı olanlarda meydana gelen yan etkiler nelerdir? Bununla ilgili
bir istatistik var mı? Aşı olanların belli aralıklarla kontrole gelmesi
söylenmekte midir? Söylenmiyorsa neden? Aşı olanların yüzde kaçında kanda
pıhtılaşma ve veya kanda iltihap, hafıza kaybı, kalp krizi vb. meydana
gelmiştir?
Aşı olup da tekrar koronaya yakalananların virüsü başkalarına bulaştırma ihtimali var mıdır? Virüs mutasyonlarının yaş gruplarına göre kendilerini ayarlaması nasıl olmaktadır? Önce 65 yaş üstü, sonra 50 yaş üstü, sonra 30 yaş üstü sonra 15 yaş üstü, şimdi de çocukları hedef almakta onlarda etkili olmaktadır? Bu doğal mıdır? Yoksa virüs veya aşılar üzerinde bir zamansal programla yapılarak yaş gruplarını hedefe koyma mı vardır?
Koronadan Öldü Denilenlere Niçin Otopsi Yapılmamaktadır?
İnsanların gerçek vefat nedenleri, otopsi yapılarak daha iyi
anlaşılabilmektedir. İtalya’da yaygın olarak kullanılan “Ölüler yalan
konuşmaz!” sözü, bu amaçla söylenmiş olabilir. Aynı zamanda virüs hakkında
daha iyi ve sağlam bilgiler elde etme imkânı olabilir.[81] Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Uzmanı Halis
Dokgöz, “Kovid-19 tanısı konulmuş olgularda tıbbi otopsi yapılabilirse
vücudun tüm sistemleri araştırılarak yeni bulgular elde edilir. Bu durum hem
ülkemizin hem de dünyada yeni tıbbi uygulamaların önünü açabilir… “Unutmayalım,
ölüler canlıları eğitir.”[82]
Ömer Faruk Doğan, “Bu virüsün tam bir genetik haritası ile
içerdiği proteinler açıklanmıyor. Bu virüse enjekte edilmesi başarılmış 4 adet
HIV proteini olduğu da yayınlarda mevcut. Yani mutasyon döngüsünü belirleyen bu
protein ise insanın direk bağışıklık sistemine saldırıyor. Vücut
bu saldırıya uğrayınca kendi hücrelerine karşı antikor üretebilir.
Yani vücudun özellikle bağışık hücrelerini kör topal ve sağır edebilir. (…) Bu
hemen oluşmuş ise mutasyonu ve bunun etkinliğinin hangi tür hücre
reseptörlerine yapıştığını belirler. Dolayısı ile benim en başta dediğim gibi
bu virüsü kör etmenin yolu onun RNA zincirini bozmaktan geçer. Bu molekülün
antioksidanlarda mesela usnik asitte veya dyphractaic asitte olma ihtimalleri
üzerinde durmak gerekir. Antiviral ilaçlar kullanılıyor. Ama bildiğim kadarı
ile invitro olarak virüsle olan ilintisi de çekilip gösterilmedi.
Otopsi uygulamasında, otopsi hemen yapılır ise virüs izole edilip
çoğaltılabilir.”[83]
Patalog John A. Lee, “Ölüm belgesi yazma
kuralları, istatistikleri güvensiz hâle getirecek yönde değiştirildi. Otopsiyi
desteklemek yerine otopsi yapılmaması yönünde talimatlar yayımlanmaya başlandı.
Gerçek ölüm sebeplerini bulmak ancak ölüleri inceleyerek mümkün olabilirdi.
Fakat otopsinin, hastalığı anlamaya en çok yardımcı olabileceği bu dönemde,
verilen tavsiyelerle otopsi yapılması engellendi. Genellikle adli tabip
tarafından ölüm nedeninin bulunması talep edilir. Modern tıp dünyasında buna
hâlâ ihtiyaç duyulması, doktorlar arasında bile garip karşılanabiliyor. Hasta
hayattayken yapılan onca muayene, test, görüntüleme tekniği, hastayı tedavi
eden doktorlara hastanın ölüm nedenini söylemez mi? Görülüyor ki hayır,
otopsiler genelde beklenmeyeni ortaya çıkarır. Testler ve görüntüleme
teknikleri, yanlış yönlendirici olabilir ve tedavi uygulayan doktorların
konuyla ilgili ilk izlenimleri, yeterli kanıta dayalı olmadığı için yanıltıcı
olabilir. Hâlâ koronavirüsü anlamaya çalışıyoruz. Tıbbi kariyerimde, bir
hastalığın doğru teşhisi veya hastaların neden öldüğü konusunun bu kadar önemli
olduğuna tanık olmadım. Buna rağmen salgının en başlarında, ölüm belgesi yazma
kuralları, istatistikleri güvensiz hâle getirecek yönde değiştirildi. Otopsiyi
desteklemek yerine otopsi yapılmaması yönünde talimatlar yayınlanmaya başlandı.
Normalde ölüm belgesini iki doktor yazabilir. Bunlardan
biri, hastayı tedavi eden, tanıyan veya yakın zamanda görmüş olan biri
olmalıdır. Bu değiştirildi. Sadece Kovid-19’a özel olarak, belge tek bir doktor
tarafından verilebilir hâle getirildi. Ve bu doktorun hastayı muayene etmiş
olmasına hatta hastayla tanışmış olmasına bile gerek duyulmadı.
Baş Adli Tabip, 26 Mart’ta bir talimat yayınlayarak Covid-19
vakalarını adli tıp sürecinden çıkardı: “Her Kovid-19 ölümü, adli tıptan
geçmesi gerekmeden, sadece ölüm sertifikası süreci ile yönetilecektir.” Royal
College of Pathologists de Şubat’taki talimatında ‘Eğer bir ölüm Kovid-19
enfeksiyonu ile bağlantılı ise, post-mortem incelemeye gerek olmadan ölüm
belgesi verilebilir.’ diyor.
Elde edilen sonuçlar, tedavilerin geliştirilmesini sağlar,
halk sağlığı istatistiklerinin devamlılığına ve geliştirilmesine katkıda
bulunur. Teşhisteki sapmaları önler ve tıbbın dürüst olmasını sağlar. Otopsiler
ayrıca, hasta hayattayken alınabilenden daha fazla organdan doku alınmasına ve
moleküler ve genetik çalışmaların yapılabilmesine olanak verir.”[84] Aykut Özdarendereli, “Aşı için virüsün izolasyonu
hayati öneme sahiptir.”[85] Klaus Püschel, Hamburg’da yapılan otopsi sonuçları
için, “Hamburg’da geçmişte başka bir hastalığı olmadan hiç kimse Kovid’den
ölmedi! İncelenen 140’tan fazla insanın yaklaşık %80’inin kardiyovasküler
hastalıklar nedeniyle öldü…”[86]
İtalya’da açıklanan otopsi raporlarında ise Kovid-19
yerine, “Obezite, koroner kalp hastalığı, astım veya kronik obstrüktif
akciğer hastalığı, periferik arter hastalığı, diabetes mellitus tip 2 ve
nörodejeneratif” hastalıklar nedeniyle öldükleri açıklaması yapılmıştır.[87]
Uzmanların bu açıklamalarının uzantısında sorulması gereken ana soru, Türkiye’de ve dünyada koronavirüsten dolayı öldüğü söylenenlerle ilgili niçin otopsi yapılmamaktadır? Otopsi yapılmasını engelleyen küresel bir mekanizma mı vardır? Bu mekanizma Türkiye üzerinde de etkili midir?
Mevcut Aşılara Karşı Güvensizliğin Sebepleri
Kovid-19’dan dolayı üretilip servis edilen mevcut aşılara
duyulan güvensizliğin ana sebeplerini aşağıdaki gibi özetleyebiliriz: Yukarıda
belirttiğimiz, Sağlık Bakanlığı’nın koronavirüs salgını nedeniyle her gün
yayınladığı istatistiklerle ilgili halkın kafasında oluşan sorulara tatmin
edici cevapların verilmemesi ya da hiç cevap
verilmemesi. Geçmiş dönemlerde dünyada ve Türkiye’de
salgınlarla ilgili yapılan açıklama ve uygulamaların daha sonra yanlış
olduğunun anlaşılması. Pandemi ile hem bilim hem de siyaset dünyasının birbiri
ile çelişen söylemleri, bir mutabakatın olmaması.
Geleneksel aşıların içerisine konan alum
maddesinin gelecekte muhtemel yan etkilerinin neler olabileceğinin
söylenmemesi. Geleneksel aşılardan olan Çin tarafından üretilen Sinovac
aşısına (CoronaVac) “Çin aşısı” denmesi. Ankara Üniversitesi Tıp
Fakültesi İnfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı ve İlaç Bilincini
Geliştirme ve Akılcı İlaç Derneği Başkanı İsmail Balık, “Bunun aslında Çin
aşısı diye adlandırılması yanlış oldu. Bir negatif algı oluşmasına
sebebiyet veriyor gibi hissediyoruz. Bu tip inaktif aşılar birçok ülke
tarafından üretilebiliyor. Bu sebeple bu aşıya ‘Çin aşısı’ dememiz
terminolojik olarak da doğru değil.”[88]
mRNA türü aşıların muhtevasında bulunan maddelerin neler
olduğunun açık bir şekilde ifade edilmemesi, içlerinde barındırdıkları
nanopartiküllerin varlığı ve dışarıdan programlanabilme özelliklerinden dolayı
aşının gelecekteki yan etkilerine karşı ciddi endişelerin bulunması, Aşılarla
ilgili dile getirilen endişelere yöneticilerin, ilgili birimlerin/kurumların
tatmin edici bir cevap verme yerine susturmayı, tehdit etmeyi öne çekmeleri.
Aşıların kısa, orta ve uzun vadede olabilecek yan etkileri
ile açık tatmin edici, güven verici bir açıklamanın yapılmamış olması. Aşı
olacaklara imzalatılan formlarda aşı firmalarına ciddi bir sorumluluk
yüklenmemesi. “Koronadan vefat etti” denilenlere otopsi yapılmasının
yasaklanması.
AB ve ABD’nin geleneksel aşılardan olan Sinovac aşısını
kabul etmemesi; AB ve ABD’de üretilen aşıları (BioNTech-Pfizer, Moderna ve
AstraZeneca) yaptırmayanlara ülkelerine giriş izni/vize vermemeleri. Bu
nedenle önemli bir insan unsuru, küresel salgın döneminde üretilen aşılara
güvenmemektedir. İnaktif aşılarla, mRNA türü aşılar arasında tercih
yapamamaktadır.
Türkiye’de her iki aşıyı üretenlerin kimlikleri, geçmiş dönemde yaptıkları aşıların sonuçları. Bill Gates, Elun Musk, Rochefeller, Henry Kissenger, Harari ve bunların ekolünden olanların küresel salgın dönemindeki konuşmaları, “büyük sıfırlamadan” bahsetmeleri, “Dünyanın eski dünya olmayacağını” beyan etmelerinin oluşturduğu şuur altı. Bu şer mekanizmasının dünya nüfusunu azaltma konusunda geçmişte yaptıkları konuşmalar ve yaptıkları uygulamalar…
Aşıya Değil Mevcut Aşılara Karşı Olmak Olgusu
Bütün bunları kafasında sorgulayan insan unsuru, özünde
aşıya karşı değildir. Yukarıda ifade edilen nedenlerden dolayı mevcut aşılara
güven duymadığından karşıdır. Öncelikle bu gerçeğin görülmesi gerekmektedir. Bu
konuda endişe taşıyanlar sadece sade vatandaşlar değil alanın uzmanları da
endişelidir.
Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın “İnaktif yöntemle
üretilen aşılar daha güvenilirdir. Tarihte bilinen en iyi yöntem budur. Bunun
uzun vadeli sonuçlarını biliyoruz. Virüsün genetik yoluyla geliştirilen mRNA
aşıları kısa vadede iyi sonuç verdi. Ama orta ve uzun vadede nasıl bir etkisi
olacağını bilmiyoruz.” demesi mRNA aşılarına insanların güvenmesini mi
yoksa güvenmemesini sağlamaktadır?...
AB ve ABD ülkeleri yabancılara vize
için BioNTech-Pfizer, Moderna ve AstraZeneca aşılarını olmayı şart
koşması,[89] insanların Sinovac aşısına güvenmesini mi yoksa
güvenmemesini mi sağlar? Bu gerçekleri göz önüne aldığımızda mevcut
aşıları olmak istemeyenleri “aşı karşıtı” ilan etmek doğru mudur,
adil midir? Kimin haklı, kimin haksız olduğunu hiçbir endişeye mahal vermeyecek
şekilde ortaya koyacak çok adil/yüce bir mahkeme vardır elbette!
Devlet, milleti ikna edecek bilimsel toplantılar yapma yerine her seferinde baskı ile sonuca varmayı strateji olarak benimsemiş, aşı olmayanlara hayatı zindan edecek yasaklar dönemini başlatmış ve her geçen gün de kapsam alanını genişletmektedir. İnsanlar, gönül rızası ile değil, devletin dayatması, baskısı ve tehdidi sonucu kerhen aşı yaptırmak zorunda kalmaktadır. Türkiye’yi yönetenler, aşı ile ilgili getirilen yasaklar yüzünden ciddi bir gayrimemnunlar kitlesi üretildiğini görmek zorundadırlar.
Türkiye’de Yerli Aşının ve İlaç Sanayinin Aciliyeti
Türkiye, 1999 yılında aşı üretimini ve 2011 yılında da
Hıfzıssıhha Enstitüsü’nü kapatmıştır. “Devletin elindeki iki ilaç fabrikası
kapatılmıştır.”[90] Özelleştirme ya da ithal etme devletin temel
politikalarından biri hâline gelmiştir. Dost ve/veya stratejik ortak ve/ veya
model ortak kabul edilen AB, ABD ve İsrail ile gerilim meydana gelip taahhüt
ettikleri silahları, uçakları vb. şeyleri vermediklerinde, Türkiye kendi
içerisine dönüp bu alanlarda hem kamu hem de özel sektör olarak ciddi
yatırımlar yapmış ve çok daha başarılı sonuçlar elde etmiştir. İHA’lar,
SİHA’lar, füze sistemleri, tank ve diğer silahlar, Türkiye’de başarılı bir
şekilde üretilir olmuştur. Her geçen gün dışa bağımlılık azalmaktadır.
Küresel salgın ile birlikte başlayan dönem, bir gerçeği daha
görünür kılmıştır. Şer cephesinin (Siyonizm-ABD-İngiltere-İsrail) dijital
diktatörlük olan yeni dünya düzenini kurabilmek için, tek dünya devleti,
tek hükûmet, tek hukuk, tek din, tek eğitim, tek merkez bankası, tek para
sistemine ilişkin projesini ve şehir devletleri projesini, “büyük
sıfırlama” projesini hayata geçirebilmek için, Bill Gates’in tabiriyle “aşılama
ve sağlık hizmetleri” üzerinden dünya nüfusu 500 milyon civarına
düşürülmek istenmektedir. Küresel salgın bu amaçla başlatılmış ve yol boyu bu
amaç için de kullanılmaktadır, kullanılmaya da devam edilecektir. Başlatılan
biyolojik savaş dikkat çekmesin diye başlangıçtan bu yana büyük ve yoğun bir
psikolojik savaş devreye sokulup ısrarla sürdürülmektedir.
Bu biyolojik savaşı yok edecek, psikolojik savaşı tersine
çevirecek tüm insanlığı koruyabilecek güç ve potansiyel Türkiye’de mevcuttur.
Bu nedenle Türkiye, yerli/millî aşı ve ilaç sistemini kurmalıdır. Bu potansiyel
Türkiye’de vardır ve devlet bu potansiyelin farkına varmalıdır. Ovalı’ya
göre Türkiye’de WHO listesinde “3 inaktif aşı (Acıbadem-Labcell, Kayseri ve
Selçuk Üniversiteleri), 1 mRNA aşısı (Selçuk Üniversitesi), 1 DNA aşısı
(Ege Üniversitesi), 2 Adenovirüs aşısı (Ankara ve Kayseri Üniversiteleri), 2
protein peptit aşısı (Boğaziçi ve Ege Üniversiteleri) ve 2 VLP aşısı (ODTÜ ve
Bezm-i Âlem Üniversiteleri)” olmak üzere 11 aşı çalışması yer almaktadır.[91]
Bunların bir çatı altında toplanması gerekir. Bunun için devlet bünyesinde özel bir merkez kurulmalıdır. Bu merkezde görev alan bilim insanları özel olarak korunmalıdır. ASELSAN’da bilgisayar mühendislerinin öldürülmesi göz ardı edilmemelidir. Türkiye’de yerli aşı üretimi için seferberlik ilan edilmelidir. Türkiye’deki yerli aşı insanlık için daha güvenli olacağından, sadece Türkiye için değil, öncelikle İslâm dünyası sonra da mazlum milletler için çok ciddi tercih nedeni olabilecektir. Çünkü yaşanan süreç 3. Dünya Savaşı’nın biyolojik savaş boyutudur. Yerli aşı, “büyük sıfırlama” yapmak isteyenlere, “Koronavirüs salgını dünya düzenini sonsuza dek değiştirecek” (Henry Kissenger) diyenlere çok ciddi bir cevap olacak, yürüttükleri hem biyolojik savaş hem de psikolojik savaş tersine çevrilecektir. 21. asrın Firavunları olarak tarihin karanlığına gömüleceklerdir.
[1] Sun-Zu, Savaş Sanatı, çev. Ali Demir,
Kastaş Yayınları, İstanbul, 2008, s.62.
[2] Bu yazıda ele alacağımız konunun daha iyi anlaşılabilmesi için daha önceden yazdığımız aşağıdaki makalelerin okunmasında fayda vardır: Burhanettin Can, “Biyolojik Savaş Üzerinden “Dijital Dünya Düzenini” İnşa Etmek-1”, Umran, sayı: 308, 2020, “Biyolojik Savaş Üzerinden “Dijital Dünya Düzenini” İnşa Etmek-2: “Kaostan Kaynaklanan Düzen Projesi”, Umran, sayı: 309-10, 2020,, “Biyolojik Savaş Üzerinden “Dijital Dünya Düzenini” İnşa Etmek-3: “Dünya Nüfusunun 500 Milyona İndirilmesi Projesi”, Umran. sayı: 311-12, 2020, “Biyolojik Savaş Üzerinden “Dijital Dünya Düzenini” İnşa Etmek-4: “Büyük Sıfırlama Projesi”, Umran. sayı: 321, 2021.
[3] Y., N. Harari, Homo Deus, çev. Poyraz
Nur Taneli, Kollektif Kitap, İstanbul, 14. Baskı 2018; s. 53, 266, 239,
364; http://www.diken.com.tr/homo-sapiensin-yazari-harari-gereksizler-diye-yeni-bir-sinif-doguyor/
[4] Ahmet Hamdi Çakıcı, “Türkiye'de 'Ailesiz Toplum Projesi” http://ahmethakancakici.blogspot.com/2018/11/ailesiz-toplum-modern-family-ya-sonras.html; http://ahmethakancakici.blogspot.com/2018/10/ailesiz-toplum-4-bi-acayip-aileler.html
[5] R. Kurtoğlu, Biyo-Politik Savaşlar
İklim- Su- Gıda- GDO- Sağlık İstihbaratı, Destek Yayınları, İstanbul,
2016, s. 50-60.
[6] Vikipedi Özgür Ansiklopedisi, İnsan Aşırı
Nüfusu,
[7] agy.
[8] Abdurrahman Dilipak, “İdeal Dünya Nüfusu Ne Olmalı?”; Yeni Akit, 14 Ağustos 2017.
[9] J. Coleman, 300’ler Komitesi, Komplocular
Hiyerarşisi, Destek Yayınları, 4. Baskı, 2016,
s. 50-51, 34-35, 91-92, 147-157.
[10] R. Kurtoğlu, age., s. 50-60.
[11] A. Dilipak, agy. https://www.webtekno.com/uzerinde-insan-nufusunu-500-milyona-indirin-yazili-korkunc-anit-h36928.html;
Ayrıca bk. http://www.gizemligercekler.com/dunya-nufusunu-500-milyonun-altinda-tut
[12] Ahmet Hamdi Çakıcı, agy.
[13] http://kritikesik.com/tag/edebiyatgazetesi/page/14/,
Daniel Taylor, '”Vaccinate The World: Gates, Rockefeller Seek Global Population
Reduction”, çev. Dr. Alp Bayraktar, yaklasansaat.com, 14 Eylül 2010.
[14] R. Kurtoğlu, age., s. 50-60.
[15] R. Kurtoglu, age., s. 50-60.
[16] Soner Yalçın, Saklı Seçilmişler, Kırmızıkedi
Yayınevi, İstanbul, 2017, s. 445-450, 34-2.
[17]https://www.aa.com.tr/tr/dunya/israilde-saglik-bakanliginin-oncelikli-kovid-19-hastalarini-iceren-belgesi-tartisiliyor/1810824
[18] Y.H. Harari, age. Burhanettin
Can, “İslâm Coğrafyası ve Küresel Savaş-2: “Küresel
Savaş” Türkiye Üzerinden mi(!)? Çıkarılmak İsteniyor”, Umran, sayı:
278, 2017.
[19] Ömer Erdem, “Iskarta Hayatlar, Iskarta Hayatlar”, https://www.hurriyet.com.tr/kitap-sanat/iskarta-zamanlar-iskarta-hayatlar-40962170
[20] Soner Yalçın, “Yeşil Devrim”, Sözcü, 12
Kasım 2014, Ahmet Hamdi Çakıcı, agy.
[21] Soner Yalçın, agy., Ahmet Hamdi
Çakıcı, agy.
[22] Soner Yalçın, “Yeşil Devrim”, Sözcü, 12
Kasım 2014, Ahmet Hamdi Çakıcı, agy.
[23] Soner Yalçın, “Yeşil Devrim”, Sözcü, 12 Kasım 2014, Ahmet Hamdi Çakıcı, agy.
[24] Ahmet Hamdi Çakıcı, agy., Abdurrahman
Dilipak, agy., http://kritikesik.com/tag/edebiyatgazetesi/page/14/ Daniel
Taylor, agy., Soner Yalçın, agy., Kürşad
Berkkan, Corona ve Virüs Savaşları, Eftalya, İstanbul, 2020,
s. 11-70, İsmail Tokalak, Dünyada İlaç ve Kimya Terörü, Ataç
Yayınları, İstanbul, 2019, s. 173-175, 200-215.
[25] Guyton, A.H., Hall, J., E., Tıbbi Fizyoloji, Nobel
Tıp Kitapevleri, 11. Basım, 2007, s. 3-40.
[26] Şeminur Topal, Değiştirilen Gen mi?, Sen mi?,
Evren mi?, Yeni İnsan Yayınevi, İstanbul, Eylül 2007, s. 9-22.
[27] Ferit Pehlivan, Biyofizik, Hacettepe-TAŞ,
Ankara, 1997, s. 40.
[28] Guyton, A.H., Hall, J., E., age., s.
3-40, Ferit Pehlivan, age., s. 40.
[29] Şeminur Topal, age., s. 9-22.
[30] Guyton, A.H., Hall, J., E., age., s. 3-40, Çağrı
Mert Bakırcı, “mRNA Nedir? Aşılarda mRNA Nasıl Kullanılır?”18 Kasım 2020. https://evrimagaci.org/mrna-nedir-asilarda-mrna-nasil-kullanilir-9555
[31] Guyton, A.H., Hall, J., E., age., s. 3-40.
[32] Guyton, A.H., Hall, J., E., age., s. 3-40.
[33] Guyton, A.H., Hall, J., E., age., s. 3-40, Çağrı
Mert Bakırcı, agy.
[34] Guyton, A.H., Hall, J., E., age., s. 3-40.
[35] Guyton, A.H., Hall, J., E., age., s. 3-40.
[36] Guyton, A.H., Hall, J., age., s. 3-40.
[37] Şeminur Topal, age., s. 9-22.
[38] U.H. Hüşan, Biyolojik Terör Riskine Karşı Tıbbi
Müdahalenin Etkinliğinin İrdelenmesi ve Yerel Yanıtın Geliştirilmesi, Basılmamış
Doktora Tezi Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2010,
Kürşad Berkkan, age., s. 11-70, İsmail Tokalak, age., s. 171-181.
[39]Ahmet Rasim Küçükusta, “Moderna'nın Aşısı Biontech'inkinden Daha Fazla Antikor Oluşumuna Sebep Oluyor”, İndependent Türkiye, 5 Eylül 2021.
[40] U. H. Hüşan, U.H., age. Kürşad Berkkan, age., s.
11-70, İsmail Tokalak, age., s. 171-181.
[41] F. Şahin, S. Demir, Virüsler, Viral Pandemileri
Etkileyen Faktörler ve Sonuçları, Küresel Salgının Anatomisi, İnsan ve Toplumun
Geleceği, TÜBA Yayınları, Ankara 2020, s. 57-76.
[42] F. Şahin, S. Demir, age., s. 57-76.
[43] İsmail Tokalak, age., s. 171-181,
Kürşad Berkkan,11-70, Guyton, A.H., Hall, J., E., age., s. 18-19.
[44] İsmail Tokalak, age., s. 171-181,
Kürşad Berkkan, age., s. 11-70.
[45] F. Şahin, S. Demir, age., 57-76.
[46] Nevan Krogan(Niceliksel Biosciences Enstitüsü Direktörü
Kaliforniya Üniversitesi, San Francisco) COVID-19 tedavisi zaten mevcut
olabilir, 20 Mart 2020, https://www.livescience.com/covid-19-treatments-might-exist.html
[47] İsmail Tokalak, age., s. 171-181,
Kürşad Berkkan, age., s. 11-70, F. Şahin, S.
Demir, age., 57-76.
[48] F. Şahin, S. Demir, age., 57-76.
[49] B. Orhan Doğan, Living English Dictionary,
İngilizce-Türkçe, Türkçe-İngilizce Sözlük, Kılavuz yayınları,
İstanbul, 2013.
[50]F. Şahin, S. Demir, age., 57-76.
[51] Şeminur Topal, age., 9-22.
[52] F. Şahin, S. Demir, age., 57-76.
[53] https://www.sozcu.com.tr/2020/gundem/yeni-asi-tartismasi-inaktif-asi-mi-mrna-asisi-mi-uzmanlar-yanitladi-6153670/?utm_source=dahafazla_haber&utm_medium=free&utm_campaign=dahafazlahaber
[54] https://odatv4.com/bakan-bey-keske-diger-asilardan-bahsederken-24112015.html
[55] İsmail Tokalak, age., 173-175, 200-215.
[56] https://odatv4.com/bakan-bey-keske-diger-asilardan-bahsederken-24112015.html https://www.sozcu.com.tr/2020/gundem/yeni-asi-tartismasi-inaktif-asi-mi-mrna-asisi-mi-uzmanlar-yanitladi-6153670/?utm_source=dahafazla_haber&utm_medium=free&utm_campaign=dahafazlahaber
[57] Çağrı Mert Bakırcı, agy.
[58] Çağrı Mert Bakırcı, agy.
[59] Çağrı Mert Bakırcı, agy.
[60] https://www.ntv.com.tr/galeri/saglik/mrna-asisi-ile-ilgili-dogru-bilinen-yanlislar,YJH3jlkSVEKr7jrhCfl3FQ
[61] https://www.ntv.com.tr/galeri/saglik/mrna-asisi-ile-ilgili-dogru-bilinen-yanlislar,YJH3jlkSVEKr7jrhCfl3FQ
[62] Serpil
Özkan, Herkesin Dikkatine, https://threadreaderapp.com/thread/1384923477585575939.html.
[63] https://www.5gvirusnews.com/saglik/eski-pfizer-calisani-uyardi-h628.html, https://newsvoice.se/2021/07/karen-kingston-covidvaccinerna-grafenoxid/
[64] https://www.5gvirusnews.com/saglik/iste-sakincalari-h372.html
[65] Hüseyin Vodinalı, “Aşıyla İlgili Yanıt Bekleyen
Sorular”, Veryansın TV. 17 Kasım 2020.
[66] https://odatv4.com/bakan-bey-keske-diger-asilardan-bahsederken-24112015.html https://odatv4.com/hangi-asi-09122055.html Arslan
Bulut, “Şimdi Bütün Aşılar Sil Baştan!”, Yeniçağ, 23 Aralık
2020.
[67] https://www.sozcu.com.tr/2020/gundem/yeni-asi-tartismasi-inaktif-asi-mi-mrna-asisi-mi-uzmanlar-yanitladi-6153670/?utm_source=dahafazla_haber&utm_medium=free&utm_campaign=dahafazlahaber
[68] Osman Müftüoğlu, “Aşı Hakkında Her Şey”, Hürriyet 22 Kasım 2020.
[69] Ufuk Coşkun, 10 May 2021, “Covid, PCR ve Aşılar Üzerine
Bir Söyleşi”, Milat, 10 Mayıs 2021.
[70] Arslan
Bulut, “Aşı Olanlardan Alınan ‘Onam’ İmzası!”, Yeniçağ, 6
Şubat 2021.
[71] Arslan
Bulut, agy.
[72] Arslan
Bulut, “Aşıdan Önce Testi Konuşmak Gerekir!”, Yeniçağ, 21
Aralık 2020.
[73] Temel Yılmaz, “Dördüncü Dalga Kapımızda; Devlet
Denenmiş, Etkili Olmamış Önlemler Yerine Daha Stratejik Kararlar Almalı”, Habertürk, 05.07.2021.
[74] Arslan
Bulut, “DSÖ'nün övgüsüne mazhar olmak iyi bir şey mi?”, Yeniçağ, 9
Ocak 2021.
[75] Arslan
Bulut, “Şimdi Bütün Aşılar Sil Baştan!”, Yeniçağ, 23
Aralık 2020.
[76] Aslan Bulut, “Bütün Dünya Aptal da Bir Tek Siz mi
Akıllısınız?”, Yeniçağ, 26 Kasım 2020.
[77] Arslan
Bulut, “Şimdi Bütün Aşılar Sil Baştan!”, Yeniçağ, 23
Aralık 2020.
[78] https://www.haberturk.com/yazarlar/muharrem-sarikaya/3024536-asinin-verdigi-sahte-guvenlik
[79] Arslan
Bulut, “Bu Bir Aşı Değil, ‘Zombi’ İğnesi!”, Yeniçağ, 23
Kasım 2020.
[80] Arslan Bulut, agy.
[81] 5gvirusnews Haber Merkezi İstanbul-Araştırma / 23 Aralık
2020
[82] https://www.5gvirusnews.com/saglik/adli-profesorden-katil-virus-yok-h39.html
[83] https://www.5gvirusnews.com/saglik/otopsi-ile-asi-baglantisi-h404.html
[84] https://www.coronagercegi.com/post/kovid-sayimi
[85] https://www.milliyet.com.tr/egitim/veteriner-hekimlerin-korona-mucadelesi-6185421
[86]https://rairfoundation.com/renowned-forensic-doctor-destroys-media-killer-virus-lies-nobody-has-died-of-covid-19-in-hamburg-without-previous-illness-watch/
[87] https://www.5gvirusnews.com/saglik/italyada-olu-yalan-soylemez-h64.html
[88] https://www.sozcu.com.tr/2020/gundem/yeni-asi-tartismasi-inaktif-asi-mi-mrna-asisi-mi-uzmanlar-yanitladi-
[89] Arslan
Bulut, “Köpek Pasaportu ve Aşı Pasaportu!”, Yeniçağ, 5
Mart 2021.
[90] https://www.evrensel.net/haber/432931/prof-dr-murat-civaner-asiyi-ureten-insanlik-patentleyip-satan-sirketler
[91] https://odatv4.com/bakan-bey-keske-diger-asilardan-bahsederken-24112015.html