1 Ekim 2021 Cuma

Biyolojik Savaş Üzerinden “Dijital Dünya Düzenini” İnşa Etmek-5 “BİLEŞENLERİ BİLİNMEYEN YABANCI KAYNAKLI AŞILARA KARŞI ÇIKMAK AŞIYA KARŞI OLMAK DEMEK DEĞİLDİR!”


(Umran Dergisi Ekim 2021 Yazısıdır)

Türkiye’deki aşı çalışmalarının bir çatı altında toplanması gerekir. Bunun için Devlet bünyesinde özel bir merkez kurulmalıdır. Bu merkezde görev alan bilim insanları özel olarak korunmalıdır. ASELSAN’da bilgisayar mühendislerinin öldürülmesi göz ardı edilmemelidir. Türkiye’de yerli aşı üretimi için seferberlik ilan edilmelidir. Türkiye’de yerli aşı, insanlık için daha güvenli olacağından, sadece Türkiye için değil öncelikle İslâm dünyası, sonra da mazlum milletler için çok ciddi tercih nedeni olabilecektir. Çünkü yaşanan süreç 3. Dünya Savaşı’nın biyolojik savaş boyutudur.   

Filozof Sun-Tzu Savaş Sanatı adlı klasik kitabında “Düşmanı ve kendinizi iyi biliyorsanız, yüzlerce savaşa bile girseniz sonuçtan emin olabilirsiniz. Kendinizi bilip, düşmanı bilmiyorsanız, kazanacağınız her zafere karşın yenilgiyle de tanışabilirsiniz. Ne kendinizi ne de düşmanı biliyorsanız, sizin için gireceğiniz her savaşta yenilgi kaçınılmazdır.”[1] demektedir. Bu ifadenin koronavirüs salgını ile birlikte dünyanın her tarafında aynı anda başlatılan, çok ciddi ve merkezî psikolojik harekâtın ürünü olan psikolojik kampanyayı anlamak için bir başlangıç teşkil ettiği son derece açıktır.  Çünkü bir merkezden düğmeye basılmış, tüm psikolojik harekât ajanları, uyuyan hücreler harekete geçmiştir. Yürütülen psikolojik harekât, salgının tahribatından daha büyük bir tahribat yapmaktadır. Sular durulduğunda psikolojik harekâtın tahribatı daha iyi fark edilip anlaşılacaktır. Bu denli yoğun psikolojik harekât, arka planda bir şeylerin planlanıp yürürlüğe sokulmak istendiğinin çok önemli bir göstergesidir.  Koronavirüs salgını sürecinde üretilen yabancı aşılar, “küresel hâkimiyet projesinin”, “tek dünya hükûmeti”, “tek dünya devleti”, “tek din”, “tek para-tek banka”, “tek hukuk”, “tek güvenlik sistemi (ordu-polis)”, “iki sınıf” ve “küresel dijital dünya düzeni”, “yeni dünya düzeni”, “dünya nüfusunun 500 milyona indirilmesi projesi” ve “büyük sıfırlama stratejisi” kapsamında ele alınıp değerlendirilmelidir.

Bu çerçevedeki gelişmeler duygusallıktan uzak ve gerçekçi bir şekilde tahlil edilmelidir. Yıllardır duygusal tepki verip kaybeden bir coğrafyanın mensuplarıyız. Amacımız, duygusallıktan kurtulup yaşadığımız durumu, objektif şekilde ortaya koyabilmek ve kendimizi aldatmamaktır. Bu amaçla okuduğunuz yazıda aşıların lehindeki ve aleyhindeki görüşlerine yer verilmektedir. Gayemiz bir başkasının satranç tahtasında piyon olmak yerine oyun kurmak, oyun kurucu olmaktır. O nedenle gerçekçi olmak, büyük davanın öncü ve önder kadroları için vazgeçilmez, olmazsa olmaz bir ilke ve düsturdur. Dolayısıyla 4 T formülü asla unutulmamalıdır: Doğru tespit, doğru teşhis, doğru tedavi, doğru tedbir.

Genelde tüm dünyada özelde Türkiye’de salgına karşı kullanılacak aşılara, aşıların muhtevasına karşı ciddi bir tepki vardır ve her geçen gün de yaygınlaşmaktadır. Özellikle virüsün sürekli mutasyona uğraması salgınla ilgili yeni varyantların ortaya çıkması, yapılmış/mevcut aşıların ıskartaya çıkması, yapılan aşıların yan etkilerinin meydana gelmesi, aşılananların tekrar korona olması kafaların çok daha fazla karışmasına, insanları korkuya, paniğe ve ümitsizliğe sevk etmektedir. Bu gidişat, yönetimlerle halk arasındaki ilişkilerin gerilmesine, gayrimemnunların sayısının her geçen gün daha da artmasına sebebiyet vermektedir. Bu durum küresel diktatörlük sistemini kurmak isteyenlerin işini kolaylaştırmaktadır.  Bu yazıda, Kovid-19 salgını için ithal edilen aşılar ele alınıp değerlendirilecek, yerli ve millî bir aşı sistemi kurmanın önemine dikkat çekilecektir.[2]

Dünya Nüfusunun “500 Milyon” Civarında Olmasını İsteyenler

Siyonist zümrenin/küresel sermayecilerin son yıllarda “seçkinler” “insanüstü ırk” edebiyatı ve “dünya nüfusunun fazlalığı”, “atıklar sorunu”, “gereksizler”, “robotların hayatın her alanına girdiği ve girmesi gerektiği” tarzında yoğun psikolojik harekât yapması, “Tanrının krallığının” ilan edilmesi için şartların olgunlaştığına inanmalarındandır. Koronavirüs salgını ile ilan etmek istedikleri “küresel dünya hükûmetine” ABD Başkanı Trump’ın ve onu destekleyen kesimin yaklaşmaması, yüz vermemesi ile ABD’de bir iç kavganın başlatılması, dünya nüfusunu azaltmak için öngördükleri tüm dünya nüfusunun aşılanması stratejinin uygulanamaması tehlikesinden dolayıdır.

İsrailli Siyonist Yuval Noah Harari başta olmak üzere bazı yazar ve akademisyenlerin makalelerinde ve kitaplarında, Siyonist amentünün 2.,3.,4. varsayımlarına uygun şekilde “seçkinler”, “elitler” ve “süper insanlar” tabirlerini sık sık kullanarak bir zihinsel altyapı oluşturmaya çalışmaktadırlar. Harari, Sapiens, Homo Deus, 21 Yüzyıl İçin 21 Ders adlı kitaplarında değişik vesilelerle böyle bir zümreden, sınıftan bahsetmektedir:  “İnsan hakları ya da insan eşitliği, en güçlü insanları hadım ederek süper insanların gelişmesinin önüne geçilebilir, hatta bunlarla Homo Sapiens’in bozulmasına ve soyunun tükenmesine bile neden olabiliriz. (…)Eğer seçkin bir millet insanlığın gelişimine devamlı önayak oluyorsa onu, insan türünün evrimine bir katkı sağlamayan diğerlerinden üstün tutmalıyız. (…) Nasıl ki Homo Sapiens (bugünün insanı) maymunlara ya da neanderthale ‘Ne istersin?’ diye sormamışsa, geleceğin süper insanı ‘Homo Deus’ da bugünün insanı Homo Sapiens’e kanunları yaparken, !Ne düşünüyorsun, ne istersin?’ diye sormayacak.”[3]

Stephen Hawking de 2018 yılındaki kitabında “insanüstü bir ırktan” ve bunun “insanlığın sonunu getirmesinden” bahsetmektedir: “Zenginlerin, çocuklarının DNA’ları üzerinde yapacakları değişikliklerle oluşacak insanüstü ırk, insanlığın sonunu getirecek.”[4]  Dünya nüfusunun ne kadar olduğuna ilişkin farklı kaynaklarda çeşitli bilgiler bulunmaktadır. Bazı araştırmalara göre dünya nüfusu 1900’de 1,6 milyar, 1950’de 2,5 milyar, 2006’da 6,5 milyar, 2011’de 7 milyar olan dünya nüfusu, 2025’te 8,2 milyar, 2050’de ise 9 milyar civarında olacaktır.[5]  

Bir başka araştırmaya gör14 Mayıs 2018’de dünya nüfusu 7 milyar 622 milyon 106 bin 064 ve 25 Nisan 2020 itibarıyla dünya insan nüfusunun 7 milyar 784 milyon  olduğu tahmin edilmektedir. ABD Sayım Bürosu, Birleşmiş Milletler, 2018 yılında dünya nüfusunu 7 milyar 472 milyon 985 bin 269 şeklinde hesaplamıştır.[6] Bazı araştırmalara göre de dünya nüfusunun 2040 - 2050 yılları arasında 8 ila 10,5 milyar arasında olması öngörülürken;  BM’ye göre 2050 için 9,8 milyar ve 2100 için de 11,2 milyar olacaktır. Daha başka araştırmalarda dünya nüfusunun 2100 yılında 10-12/15 milyara ulaşacağı tahmin ediliyor.[7]

194 ülke içinde dünyanın en kalabalık ülkeleri -sırasıyla- Çin Halk Cumhuriyeti, Hindistan, ABD, Endonezya ve Brezilya’dır. Hindistan nüfusunun Çin’i geçeceği ve en hızlı nüfus artışının ise Afrika’da yaşanacağı öngörülmektedir. Nüfus artış hızı, AB ülkelerinde 1,6, Afrika’da 4,8 (Nijerya’da 7,6)’dır. Dünya nüfusu yılda yaklaşık 65-70 milyon artmaktadır.[8] 

Kendilerine “seçkinler” diyen bazı kesimler/Siyonistler, kendilerinin “efendi” geri kalanlarının ise “kimliksiz köle” olduğu bir dünya (‘yeni dünya düzeni’) tasavvur etmektedirler. Bu nedenle yukarıda dünya nüfusu ile ilgili verdiğimiz rakamlar, bu kesimlerin uykusunu kaçırmaktadır. Öngördükleri “tek dünya devleti” ve “tek dünya hükûmetinde” böylesine kalabalık bir nüfusu kontrol etme şanslarının olmadığını öngörmektedirler. O sebeple 1962 yılında İsrail Başbakanı David Ben Gurion’un ifade ettiği gibi dünya nüfusunu azaltacak “haplara” ya da virüslere ihtiyaç vardır.  “300’ler Komitesi” üyesi, İsrail Başbakanı David Ben Gurion’un 1962 yılındaki konuşması, bugün yaşananların kısa bir özeti ya da tasviri gibidir: “Hayalimdeki, 1987 yılında Soğuk Savaş sona ermiş olacaktır. Rusya’da büyüyen halkın özgürlük talepleri ve halk topluluklarının yaşam standartlarının yükseltilmesi için yapacağı baskılar Sovyetler Birliği’ni demokrasiye sürükleyecektir. Diğer taraftan, çiftçi ve işçilerin artan güçleri ile bilim adamlarının artan politik erkleri, Amerika’yı da planlı ekonomi güdülen sosyal bir devlet hâline getirecektir.  Batı ve Doğu Avrupa bağımsız cumhuriyetlerden oluşan sosyalist ve demokrat bir federasyon hâlinde birleşecektir. Bir Avrasya federal devleti olarak kalacak olan Rusya dışında tüm ülkeler dünya birliği içinde birleşeceklerdir. Bu birliğin uluslararası bir polis gücü olacak ve diğer tüm ordular lağvedilecektir. Böylece artık savaşlar olmayacaktır. İbrani peygamberi Yeşaya tarafından öngörüldüğü gibi Kudüs’te Birleşmiş Milletler tarafından tüm insanlar için büyük bir tapınak inşa edilecektir. Yükseköğretim dünyadaki herkesin kullanabileceği bir hak hâline gelecektir. Çin ve Hindistan’daki korkunç nüfus artışını, icat edilecek bir hap yavaşlatacaktır.”[9] Bu kesim, uzun zamandır mevcut dünya nüfusunun fazla olduğunu ileri sürerek “dünya nüfusunun ciddi bir şekilde azaltılması” gerektiğini savunmakta ve ellerinden geleni yapmaktadırlar.

Eka-Bilim (1977) kitabının yazarlarından Bay John P. Haldem, “Yeryüzündeki insan nüfusunun en fazla bir milyar olması gerektiğini” ifade etmiştir.[10]  ABD’nin Georgia Eyaletinde Elbert kasabasında, meçhul şahıslar tarafından yaptırılan “Yeni Dünya Düzeni İçin On Emir”in yer aldığı ve “Dünya nüfusunun 500 milyona indirilmesi” gerektiğinin belirtildiği “Georgia Rehber Taşı Anıtı”nın varlığı bu açıdan dikkat çekicidir. Anıt üzerinde yer alan ve 8 farklı dilde yazılan bu emirler şöyle sıralanır: “İnsan nüfusunu daima doğa ile uyumlu olarak 500 milyonun altında tut. Farklılıkların ve uygunluğun, gelişiminin çoğaltılmasını bilgece idare et. İnsanlığı yaşayan yeni bir dil ile birleştir. Tutku, inanç, gelenek ve her şeyi yönet. İnsanları ve ulusları, adil yasalar ve hakkaniyetli mahkemeler ile koru. Bütün anlaşmazlıkları ülkeler üstü bir mahkemeye bağla. Küçük yasalar ve kullanışsız protokollerden kaçın. Kişisel hakları, sosyal görevler ile dengele. Gerçeği, güzelliği, aşkı, sonsuzlukla ahenk kurma arayışını takdir et. Dünyada bir kanser olma, doğaya yer bırak, doğaya yer bırak.”[11]

“Dünya nüfusunu 500 milyonun altına indirmek istemelerinin sebebi nedir?” sorusundan ziyade cevabı aranması gereken daha önemli soru şudur: “Dünya nüfusunu 500 milyonun altına indirmek için öngördükleri strateji ve politikalar nelerdir?” “Georgia Rehber Taşı Anıtı”nı yaptıranların kim olduğu bilinmiyor; ancak anıttaki “Dünya nüfusunun 500 milyon civarına indirilmesi” ile ilgili çalışma yapanları, değişik zamanlardaki açıklamalardan tahmin etmek zor değildir.

Rockefeller ile yapılan bir röportajda, “Sistemin işlemesi için 300-500 milyon insana ihtiyacımız var. Gerisi fazlalık.” demesi, öngörülen “yeni dünya düzeni” için gerekli olan dünya nüfusuna ilişkin özel bir planlama yapıldığına işaret etmektedir.[12] Bill Gates 2015 yılında TED’te verdiği konferansta “Dünyada 6,8 milyar insan var ve bu rakam 9 milyara doğru çıkıyor. İyi bir aşılama programı ve sağlık hizmetiyle bunu %10-15 azaltabiliriz.” demekle[13] yaşadığımız salgın döneminde aşı ve aşı sonrası sunulan sağlık hizmetleri üzerinden yürütülen psikolojik savaşın özel bir amacının olduğunu göstermektedir.

Gates’in salgının başlamasından sonra büyük bir telaş ve heyecan içerisinde “Tüm dünyanın aşılanması gerekir.” demesine bu açıdan yaklaşılmalıdır. Salgın tüm dünyada daha görülmemişken Gates’in bu çıkışının farklı boyutları olabilir: 1. Aşı ile insanları kısırlaştıracaklar. 2. Tüm dünyayı aşılayarak çok büyük bir para kazanacaklardır. 3. Virüs fabrikasyon olabilir. 4. Aşı ellerinde mevcuttur. 5. Ürettikleri aşılar, yakın gelecekte çok ciddi ölümlere sebebiyet verebilir.  

CNN’in kurucusu Ted Turner; “Bence nüfus kontrolü son derece önemli. Kendi servetimden 1 milyar doları ‘Birleşmiş Milletler Nüfus Kontrolü Programı’na bağışladım. Ben üstünde 225 milyon insanın yaşadığı bir dünyada rahat olabilirim, daha fazlasını istemem.”[14] diyecek kadar vahşileşmiştir.   Muhtemelen Ted Turner’ın yardımının ve teklifinin bir sonucu olsa gerekir ki; BM’nin Küresel Biyoçeşitlilik Belirleme Raporu’nda, “Yeryüzündeki insan sayısının yüzde 85 azaltılması” önerilmektedir.[15] Bugünkü dünya nüfusunun 7 milyar civarında olduğu varsayılırsa; BM Raporuna göre bu nüfusun yüzde 85’i yani yaklaşık 6 milyar insan bir şekilde yok edilmelidir. Dünya nüfusunun azaltılmasına ilişkin hedef kitle, tarihî süreç içerisinde değişiklik arz etmektedir. Malthus, alt sınıftan olanların çoğalması engellenmesi gerekir, derken, Alexis Carrel, İnsan Denen Bu Meçhul kitabında, “Hapishanede ve akıl hastanesinde yatanların korunmaması gerektiğini” savunmuştur.[16]

Medyadaki haberlere göre günümüzdeki İsrail yöneticileri de aynı mantıkla hareket edip “engellilerin, hasta olanların tedavisinde ayırımcılık yapmaktadır”. İsrail Kanalı 13 Televizyonu, Kovid-19 hastalarının solunum cihazına bağlanması gerektiği durumlarda kimlere öncelik verileceğiyle ilgili Sağlık Bakanlığı’na ait belgeyi yayımladı. Söz konusu belgede, kendi ihtiyaçlarını tek başlarına gideremeyecek düzeyde bedensel ve zihinsel engelliler, kalp, akciğer, karaciğer, böbrek hastaları ve sinir sisteminde bozukluk olanlar, psikolojik travma geçirenler, tedavisi olmayan hastalığı veya bunamadan mustarip olanlar, ölüm döşeğindekiler ile Kovid-19’dan kurtulma şansı yüzde 20’den az olanların solunum cihazından en son faydalandırılacağı belirtildi. Bakanlığın bu açıklamasına karşı “Engelliler İçin Eşit Haklar Komisyonu”nun açıklaması Siyonist mantığın çok ciddi bir eleştirisi mahiyetindedir:  “Hükûmet, devlet hazinesine para getirme kıstaslarını taşımayanları gözden çıkarıyor. Hayatı boyunca İsrail’e hizmet etmiş ve engelli hâle gelmiş kişilerin marjinalleştirilmesi ve ikinci derece vatandaş muamelesi görmesi mümkün değil.”[17]

Bill Gates, Rockefeller, Ted Turner gibi Siyonistler, dünya nüfusunun 500 milyon civarına indirgenmesi gerektiğini savunduklarına göre tasfiye edilecek olanlar, “sadece hasta olanlar”, “suçlu olanlar” değil; insanlığın çok daha geniş bir kesimidir.  Böyle düşünenler gerçekte insan mı? Hayır, bunlar insan olamazlar: “… Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar.”(7 Araf 179). Öyleyse bu noktada ana soru, tasfiye edilecek kesimler kimlerdir? Tasfiyede kıstas nedir? Bu tasfiye etme hakkı kime aittir ve hangi hakla, hangi gerekçe ile? Harari, bu konuda “süper seçkinler” ve “gereksizler” tanımlaması yaparak kendilerine göre “gereksiz” olanların, “bütün acımazlığına rağmen” tasfiye edilebileceklerini açık bir şekilde ifade etmekten çekinmemektedir: “21. yüzyılda ilerlemenin trenine yetişenler, yaratmanın ve yürütmenin ilahi kudretine ererlerken, geride kalanlar yok olma tehlikesi ile karşı karşıyalar... Yeni Dünya, ‘süper seçkinler’ ve ‘gereksizler’ arasında bir dünya olabilir. (…) Askerî ve ekonomik olarak vazgeçilmez olan yoksullar yerine kendi çıkarları için hareket eden 20. yüzyıl elitleri, 21. yüzyılda üçüncü sınıf insanları taşıyan vagonları (her ne kadar acımasız olsa da) tamamen geride bırakmak ve sadece birinci sınıfla geleceğe doğru ilerlemek istiyorlar. (…) İnsanın şuur ve bilinç sahibi olmasının avantaj olduğunu ve bu yüzden şuursuz, duygusuz robotların onların yerlerini alamayacaklarını düşünenler için geleceğin dünyası bir hayal kırıklığına gebe: Atlar, öyle ya da böyle bir bilinç sahibiydiler; sahiplerini tanırlar, evlerini kendileri bulurlar, kızgınlık veya keyiflerini belli ederler, sıcaklık ve sevgi gösterirlerdi. Ama biz arabaları tercih ettik. Çünkü arabalar, daha çok yükü daha uzun mesafelere taşıyorlardı. İşte sıradan insanlar da robot-insanların becerileri karşısında işlevsiz kalacaklar ve egemenler; atları attıkları gibi gereksiz insanları da bir kenara atacaklardır.”[18]

Benzer düşünceler, Zygmunt Bauman tarafından da seslendirilmektedir: “Dünya, ıskarta insan, (işsiz) tüketilmiş mal ve eşyanın çöpleri ile doldu.  Modernite için, bir varlık olan insanın ıskartaya (çöpe) dönüşmesi ile eşyanın çöpe dönüşmesi aynıdır. Atık insanlar hız kesmeden çoğalıp muazzam miktarlara ulaşırken gezegendeki çöp alanları ve atığı geri dönüşüme sokacak araçlar giderek azalmakta. Bundan sonra gündemimiz, atık insanların ve insani atıkların tasfiyesidir.” [19] Siyonizm’in bu yaklaşımları, bize geçmişte Firavun’un İsrailoğulları’na uyguladığı stratejiyi hatırlatmaktadır: “…(Firavun) dedi ki: “Erkek çocuklarını öldüreceğiz ve kadınlarını sağ bırakacağız. Hiç şüphesiz biz, onlara karşı kahir bir üstünlüğe sahibiz.”   (7 A’râf 127).

Geçmişte Firavun’un İsrailoğulları’na uyguladığı soykırımı, şimdi Siyonistler, tarihte yaşadıklarını unutarak, tüm dünya insanlığına karşı uygulamaya çalışmaktadırlar. Öyleyse Siyonistler 21. asrın Firavunlarıdırlar. Sonları da Firavun gibi olacaktır. (26 Şu’arâ 52-56; 26 Şu’arâ 60-67) Bu noktada göz önüne almamız gereken en önemli nokta, Siyonizm’in, insan nüfusunu 500 milyon civarına çekebilmek için ne tür bir strateji, taktikler, yöntemler ve projeler geliştirdiği ve geliştirmekte olduğudur?

Siyonizm’in Dünya Nüfusunu Azaltmak ve Kontrol Edebilmek İçin Kullandığı Yöntemler

Kendilerine “küresel elitler”, “insanüstü ırk” adını veren “soykırım hareketi” mensupları (insanlıktan nasibi olmayanlar zümresi), ”aşağı sınıftan” gördüğü ırkların, insanların çoğalmasını engellemek hatta soylarını tüketmek için, “dünya nüfusunun azaltılması” için çok uzun zamandan beri çalışmaktadırlar.

Rockefeller Sağlık Araştırmaları Enstitüsü tarafından 1931 yılında Porto Rikolu 300 kişi üzerinde kanser deneyi yapan projenin yürütücüsü Cornelius Rhoads, şu iğrenç açıklamayı yapmaktan utanmamıştır:  “Porto Rikolular bu dünyadaki en pis, en tembel, yozlaşmış bir ırktır. 13’nü öldürerek ve diğerlerinin kanser olmasını sağlayarak bu ırkı ortadan kaldırmak için elimden gelenin en iyisini yaptım.”[20] Böylesi bir katil, 1940 yılında gizlilik içerisinde yürütülen kimyasal silah projesinin başına getirilmiş, Atom Enerji Komisyonu başdanışmanı yapılmış ve kendisine “Legion of Merit Nişanı” verilmiştir.[21]  9 Haziran 1969’da ABD Savunma Departmanı Biyolojik Araştırma Enstitüsü üst düzey yöneticisi ve proje yöneticisi, Dr. Donald Mac Arthur’un Beyaz Saray’daki bir toplantıdaki şu ifadeleri, gerçekten ibret verici ve düşündürücüdür:  “Bugüne kadar bilinen tüm hastalıklara neden olan bütün organizmalardan birçok yönden ayrılan yeni bir bulaşıcı mikroorganizmanın 5 veya 10 yıl arasında geliştirilmesi mümkün olacaktır. Daha önemli bir nokta da şu: Bu mikroorganizma, mevcut bulaşıcı hastalıklara karşı güvendiğimiz bağışıklık ve iyileştirici işlemlerin hepsine karşı çıkabilecek yapıdadır. İnsan bağışıklık sistemini yok edecek biyolojik silah üzerinde düşmanlar çalışmaktadır. Bu araştırmayı biz yapmadığımız takdirde bizim açımızdan büyük bir zafiyet oluşacaktır.”[22]

Siyonist lobinin etkin isimlerinden olan ve ABD Başkanları Carter, Reagan, George H. W. Bush dönemlerinde önemli görevlerde bulunan Brzezinski, biyolojik silahları ve savaşı savunmuş, Between Two Ages (1976) adlı kitabında 2018 yılı için bir biyolojik saldırının varlığına dikkat çekmiştir: “Bir uzmanın belirttiğine göre 2018 yılına gelindiğinde gizli savaşı gerçekleştirmek için başlıca ulusların liderlerine çeşitli teknolojik tekniklerin kullanımı sunulacak. Bir ulus bakteriyolojik yollarla bir rakibe gizlice saldırabilir. Kendi silahlı kuvvetleriyle düşman ulusu devralmadan önce alternatif olarak hava modifikasyon teknikleri, kuraklık veya fırtına gibi taktikler üretilip kullanılabilir.[23]

Uygulamaları ve değişik zamanlardaki açıklamaları göz önüne aldığımızda, dünya nüfusunu azaltmakla ilgili geliştirdikleri projeleri ya da uyguladıkları yöntemleri, aşağıdaki gibi özetleyebiliriz: Beyin yıkama ve zihin kontrol yöntemlerini kullanarak köleleştirme, yanlış cinsel eğitim ile çocuk yapmayı engelleme, çocuğu külfet gösterme, toplumsal cinsiyet eşitliği küresel projesi ile çocuksuz aile modelleri(!), “ailesiz toplum” modelini yaygınlaştırma, çocuk yapmaya engel cinsel tatmin yollarını meşrulaştırma ve yaygınlaştırma: cinsel yönelim-LGBTIQ+, pedofili, zoofili, negrofili, robotla seks, ensest, eş değiştirme, grup seksi, sperm ve yumurta bankaları kurmak, taşıyıcı annelik müessesi inşa etmek, ilaçlara yapılan özel katkılarla gizlice kısırlaştırma, kısırlaştırıcı ve hastalık yapıcı aşıları kullandırma, kullanmaya mecbur etme, sperm öldürücüleri bilerek ya da bilmeyerek kullandırmak, kürtaj yaptırmak, özendirmek, doğum kontrol hapları kullandırmak, genetiği değiştirilmiş temel besinli ürünler ve katkı maddeleri ile kısırlaştırma, biyolojik savaş ile nüfusu azaltma projesi: salgın hastalıklar meydana getirmek (İspanyol gribi, domuz gribi, ebola gibi tüm salgınlar, koronavirüs salgını),  uyuşturucuların yaygınlaştırılması ve ölümcül boyuta taşınması, 3. Dünya Savaşı’nın çıkarılması ya da yerel savaşların tüm dünyaya yaygınlaştırılması, kaosun sürekli kılınması, intihara teşvik ve intiharları yaygınlaştırma.[24]

Gelinen aşamada dünya nüfusunu azaltmak için en ciddi silah, koronavirüs salgını ve bununla ilgili Siyonist zümrenin/küresel sermayecilerin ürettiği veya üreteceği aşılar olacaktır.  Bu gerçeğin çok iyi görülmesi gerekmektedir.

İnsanın Hücre Yapısı

Aşı ve virüsler üzerinde yapılan tartışmaları, tartışmalarda geçen kavramları ve bu salgında insanlığa sunulan aşıların mahiyetini, muhtemel avantaj ve dezavantajlarını daha iyi anlayabilmek için insanın hücre yapısını,[25] alanımız olmadığı için, teknik ayrıntıya girmeden ana hatları ile incelemekte fayda vardır. Vücudun temel yapı birimi hücredir. Hücreler birleşerek dokuları, dokular birleşerek organları, organlar birleşerek organizmayı, vücudu meydana getirmektedirler.[26] Her bir hücre tipinin ihtisaslaştığı bir ya da birkaç özel fonksiyonu olup, insanın bütün özelliklerini ihtiva eden karmaşık bir yapısı vardır (Şekil 1).


Şekil 1: Hücre Yapısı. Guyton, A.H., Hall, J., E.,  Tıbbi Fizyoloji, Nobel Tıp Kitapevleri,11. Basım, 2007, s. 3-40.

Hücreler etrafında bir hücre zarı vardır. Zarın içerisinde stoplazma (hücre sıvısı) ve çekirdek denen iki ana kısım bulunmaktadır. “Hücre zarlarının temel fonksiyonu, iç ortam özelliklerinin sabit kalmasını, dış ortamdan etkilenmemesini sağlamaktır.” “Hücrenin çevresi ile seçimli madde alışverişi yapması, gerekli olan maddelerin içeriye alınması, iç reaksiyonlar sonucunda stoplazmada oluşan işe yaramayan artık maddelerin/ürünlerin dışarıya atılması hücre zarları aracılığıyla gerçekleşmektedir.” “Biyoelektrik olaylar da, hücre zarlarının bir işlevidir.”[27]

Çekirdek, stoplazmadan bir çekirdek zarı ile ayrılmaktadır. Stoplazma, hücre zarı ile çevrilidir. Hücre, “protoplazma” denen beş temel maddeden (su, elektrolitler, proteinler, lipitler ve karbonhidratlar) meydana gelmiştir. Bir hücrenin fonksiyonları, “organel” diye isimlendirilen fiziksel alt sistemler (Hücre zarı, çekirdek zarı, endoplazmik retikulum zarı, mitokondri zarı, lizozomlar ve golgi aygıtı.) tarafından iş birliği içerisinde icra edilmekte, yürütülmektedir.[28] Organellerin yüksek organizasyon özellikleri vardır. “Hücrenin bütün organelleri, lipit ve proteinlerden oluşan bir zarfla çevrelenmiştir (Şekil 2).

Şekil 2: Stoplazma ve çekirdek içindeki organeller. Guyton, A.H., Hall, J., E., age.,  s.3-40)

Hücre çekirdeği, en önemli yapılarından biri olup hücrenin kontrol merkezidir. Kontrol çekirdekte bulunan genler aracılığıyla yapılmaktadır ( Şekil 3).

 

Şekil 3: Çekirdek Yapısı. Guyton, A.H., Hall, J., E., age., s. 3-40.

“Genler, hücrenin kendi kendisini kontrol etmesini ve çoğalmasını sağlamaktadır.” DNA, canlının genetik bilgisinin şifresinin depolandığı bir moleküldür. “DNA molekülü organizmaya ait genetik bilgi deposudur. Genetik bilgi 4 bazın (kimyasal adıyla adenin A,, cytosine C, guanine G, ve thymine T) göre özgün hâle gelir ve DNA molekülü boyunca uzar gider.” Adenin (A), ve Timin(T) iki, Guanın (G) ve Sitozin (C) üç hidrojen bağı ile birbirine bağlanmıştır. Genetik bilgi bu bazların dizilimleri ile ortaya çıkan bir şifre, bir kriptodur.” “Gen, DNA’nın bir parçacığı/bölümüdür.” “Gen, bir biyolojik ünite olarak tanımlanan organizmanın, gelecek nesillere aktarılan (kalıtsal) karakteristikleridir. Genler hücrenin içindeki kromozom yapılarında bulunur.” “Genom, bir organizmanın sahip olduğu genetik şifrelerin tamamına denmektedir. Genom bir organizmanın toplam DNA içeriğidir.”[29]

Çekirdekçiğin oluşumu önce çekirdekte başlar. “Önce kromozomlardaki özgül DNA (Deoksiribonükleik asit) genleri, RNA’nın sentezlemesini sağlar. Sentezlenen RNA (nibonükleik asit)’nın bir bölümü, çekirdekçikte depolanır, büyük bir bölümü ise nükleer porlardan stoplazmaya geçer.” Stoplazmada bu RNA’lar, olgun ribozomları meydana getirmek üzere özgül proteinlerle bir araya gelirler. Bunlar da stoplazmik proteinleri oluştururlar.[30] “Bir hücrenin canlı kalması, büyümesi ve çoğalması için çevresindeki sıvıdan besin ve diğer maddeleri hücre içine alması gerekir. Maddelerin çoğu hücre zarını “difüzyon” ve “aktif taşınma” ile geçer. Çok büyük partiküller, endositoz denen hücre zarının özelleşmiş bir işlevi ile hücreye alınırlar. Hücre içerisinde sindirilmeyen kısımlar, Kalıntı cisimler, eksositoz denen endositozon tersi olan bir işlemle dışarıya atılırlar.”[31]

“Genler, hücre içinde hangi enzimin, hangi kimyasal maddenin ve hangi sentezin yapılacağını tayın ederek hücre fonksiyonlarını tayın etmektedirler.  Genetik kontrolün genel yapısı şekil 4’te verilmektedir. DNA olarak adlandırılan her gen, başka bir nükleik asit olan RNA’nın yapımını otomatik olarak kontrol etmektedir. RNA ise hücre içerisine yayılarak özel protein yapımını kontrol eder. Her hücrede yaklaşık 30 binden fazla gen bulunmaktadır.”[32]

 

Şekil 4: Hücre fonksiyonunun kontrol eden genlerin genel şeması. Guyton, A.H., Hall, J., E., age., s.3-40.

Hücre çekirdeğindeki genler, uç uca birbirine eklenerek son derece uzun, moleküler ağırlığı olan DNA çift sarmalını oluştururlar. DNA’yı oluşturan temel kimyasal bileşikler, 1- Fosforik asit, 2- Deoksiriboz adı verilen şeker, 3- Dört adet temel nitrojenli baz. “Genetik şifre, DNA, hücre içindeki proteinlerin oluşumunu kontrol etme yeteneğidir. Hücre fonksiyonlarının pek çoğu stoplazmada gerçekleşir. DNA’nın hemen hemen hepsi ise hücre çekirdeğinde yer alır.” Dolayısıyla stoplazmada vuku bulan kimyasal olayların DNA tarafından kontrol edilmesi gerekmektedir.

Bunu yolu nedir?  DNA, stoplazmada meydana gelen olayları nasıl kontrol etmektedir? DNA bu kontrol işlemini çekirdek içinde bulunan ve DNA tarafından kontrol edilen RNA (Ribonükleik asit) aracılığıyla yapmaktadır. DNA tarafından ilgili şifre mRNA (Mesajcı Ribonükleik Asit)’ya iletilmekte; şifreyi alan mRNA’nın az bir kısmı çekirdek içinde kalmakta, büyük bir kısmı ise çekirdek porlarından difüzyonla sitoplazmaya geçerek sitoplazmada vuku bulan protein sentezini/kimyasal reaksiyonları şifreye göre kontrol etmektedir. “DNA’dan ribozoma taşınan bilgiler, tRNA isimli bir diğer RNA molekülünün yardımıyla, tek tek aminoasitlerin üretilmesini ve bunların birleştirilerek hem hücrenin inşasında hem de hücre içi süreçlerin çalışmasında rol alan proteinlerin oluşturulmasını sağlamaktadır.

mRNA, canlının DNA’sı ile en etkin unsur olan proteinler arasındaki iletişim kuran bir aracı durumundadırDNA’dan mRNA oluşumuna transkripsiyon, mRNA’nın okunması sonrasında taşıyıcı RNA (tRNA) yardımıyla proteinlerin üretilmesine translasyon adı verilmektedir.”[33] Protein yapımında birbirinden bağımsız olarak farklı fonksiyonları icra eden üç RNA vardır: 1-Haberci / mesajcı RNA (Messenger RNA): Protein yapımını kontrol etmek için sitoplazmaya genetik şifreyi taşır. 2- Taşıyıcı RNA (Transfer RNA): Protein molekülünün yapımında kullanılmak üzere aktive edilmiş aminoasitleri ribozomlara taşır. 3- Ribozomal RNA: Yaklaşık 75 farklı protein ile ribozomları oluşturur.  Ribozomlar protein moleküllerinin bir araya getirildiği fiziksel ve kimyasal yapılardır.”[34]

 Hücrede Biyokimyasal Aktivite ve Genetik Fonksiyonların Kontrolü

Hücrede biyokimyasal faaliyetleri yapıyı korumak için kontrol eden, yöneten iki temel yöntem vardır. 1. Genetik düzenleme: Gen aktivitelerinin kendileri tarafından kontrol edilmesi, 2. Enzim düzenleme mekanizması: Bazı hücre aktiviteleri, hücre içinde bulunan inhibitör veya aktivitor tarafından kontrol edilmektedir. Bu maddeler, doğrudan hücre içindeki özgül enzimlere etki ederek hücredeki biyokimyasal fonksiyonları kontrol ederler.[35] Bu iki kontrol mekanizması, hücredeki faaliyetlerin hücre yapısını dolayısıyla insan yapısını bozmayacak şekilde ayarlayan, düzenleyen yapıyı koruyan mekanizmalardır.

Tehlike: Tahrip Edici Kontrol Mekanizması

“Hücre içinde olmayan bazı maddeler/bazı hormonlar, hücre içindeki kontrol sistemlerinden birini veya daha fazlasını aktive veya inhibe ederek hücre içi biyokimyasal tepkimeleri kontrol edebilirler.”[36] O zaman hücrenin fıtratı bozulmakta, insan organizmasının aleyhine olacak şekilde çalışmaya başlamaktadır. Hücre yapısına burada yer vermemizin ana sebebi genetik teknolojinin ulaştığı seviyenin, genoma müdahale edebilme imkânının var olmasına dikkat çekmek içindir. Nitekim GDO’lu ürünler böyle bir yaklaşımın eseridir:  “Bilimciler, genlerin kodlama sistemini anladıktan sonra, bunların nesilden nesile aktarıldıklarını fark etmişlerdir. Bu kalıtsal geçiş ancak taşıdığı genlerin değişimi ile farklılaşabilmektedir. Yeni bir yapı ise, hücreye başka bir kimlik ve farklı ürünleri üretebilme yetisini katabilmektedir. Bu yaklaşım, teknolojik gelişmelerin önemli hareket noktası olmuştur.”[37]

mRNA tipi aşılarla ilgili yapılan tartışmaların özünde, hücrenin doğal çalışmasında olumsuz etkiler meydana getirecek bir dış müdahalenin yapılıp yapılmadığı olgusu yer almaktadır. Dünya nüfusunu 500 milyon civarına indirmek isteyenlerin konuşmalarını ve aşı sektörünün arkasındaki Bill Gates’in 2015 yılında, “Dünya’da 6,8 milyar insan var ve bu rakam 9 milyara doğru çıkıyor. İyi bir aşılama programı ve sağlık hizmetiyle bunu %10-15 azaltabiliriz.” ifadesini genetik teknolojinin ulaştığı seviyeyi göz önüne alarak salgında servis edilen aşıların muhtevasını değerlendirmek, sorgulamak zorundayız. Korona-19 virüsünün bu kadar hızlı mutasyona uğraması doğal olarak mı meydana gelmekte yoksa genetik teknoloji kullanılarak virüsün yapısında zamana bağımlı yapılan bir kodlamanın sonucu mudur?

Bu, hayati bir sorudur. Türkiye’nin bu sorunun cevabını bilimsel düzlemde araştırması ve objektif şekilde vermesi gerekmektedir?  Gelecek nesilleri olumsuz etkileyecek bir sürecin olup olmadığı objektif, tarafsızca cevaplandırılmalıdır. Mevcut aşılara karşı insanlardaki endişeleri gidermek, tarihî bir sorumluluktur. Bugün aşı karşıtı diye suçlanıp susturulmak istenenler, kendilerini değil, gelecek nesilleri düşünmektedirler. Aşıya değil, mevcut aşıların muhtevalarından endişeli oldukları için mevcut aşılara karşılar.

Bağışıklık Sistemi ve Antikorlar

Bağışıklık sistemi, insanlar tarafından mikrop diye tanımlanan enfeksiyona yol açabilen virüs, bakteri, mantar ve parazit gibi mikroorganizmaların zarar verici etkilerine karşı vücudu koruyan bir mekanizmadır. Bağışıklık sistemi görevi, öncelikle mikropların vücuda girmelerini engellemek, girerse girdikleri yerde yutmak, yayılmalarını engellemek veya geciktirmektir.[38]

Bir virüs veya bakteriye karşı vücuttaki bağışıklığın “lokal”, “hümoral” ve “hücresel” olmak üzere üç türü vardır: Bunlar Lokal bağışıklık, mikrobun vücuda girdiği bölgede, Kovid örneğinde burun ve boğazda oluşan bağışıklıktır. Kovid-19’a karşı lokal bağışıklık enfeksiyon geçirilerek veya burun yoluyla uygulanan aşılarla ele edilebilir; kas içine zerk edilen aşıların böyle bir etkisi olması mümkün değildir. Hümoral bağışıklık, virüse karşı antikorların oluşmasıyla karakterizedir. Bu antikorların nötralizan ve non-nötralizan olanları vardır. Esas koruyucu olanlar virüsü öldüren nötralizan antikorlardır; bunların ölçülmesi için özel laboratuvarlar gerekir. Rutinde ölçülen virüse karşı oluşan tüm antikorlardır; bunların ne kadarının nötralizan, ne kadarının non-nötralizan cinsten olduğunu ayırt etmek mümkün değildir. Yüksek toplam antikor seviyelerinin koruyuculuğunun daha fazla olduğu iddia edilmekle beraber bunun derecesi ve koruyuculuğun hangi seviyeden itibaren başladığı meçhuldür. Hücresel bağışıklık, T-lenfositleri aracılığıyla kazanılır ve hastalıklardan uzun vadede korunmada asıl önemli olandır; bağışıklığın hafızasıdır da denebilir. Bunun ölçülmesi için de özel laboratuvarlar gerekir.”[39]

Antikorlar, vücuda giren yabancı hücreler için üretilen protein yapılı silahlar olup istilacıları etkisiz hâle getirmekle görevlidirler. Vücut karşılaştığı hemen hemen her düşmana uygun bir antikor üretebilir. Temelde iki görevleri vardır: 1.Vücuda giren düşman hücreye (antijen) bağlanmak. 2. Bağlanma gerçekleştikten sonra antijenin biyolojik yapısını bozmak ve yok etmek. Kanda ve hücre dışı sıvıda bulunan antikorlar, hastalıklara neden olabilecek bakterilere veya virüslere bağlanarak onları bedenin savaşçı hücrelerinin yok etmesi için işaretlemektedirler.[40]

Virüsler

Aşılamanın mahiyetinin daha iyi anlaşılabilmesi için şu anki durumu göz önüne alarak virüslerin çalışma tarzını, hedef hücreye (konakçı hücreye) uyguladıkları stratejileri hatırlamakta fayda vardır. Virüsler: Yaşamak için başka organizmaların canlı hücrelerinin içine girerek yaşayıp çoğalabilen ve ancak elektron mikroskobu aracılığıyla görülebilen, hastalık yapıcı canlı organizmalardır. Virüsler genellikle antibiyotik tedavilere cevap vermezler. Virüsler, bakterilerden 10 ile 100 kat daha küçük olan varlıklardır. Bakterilerin büyüklükleri 200 nanometrenin üzerindedir. “İncelenen virüslerin çoğu 20 ile 350 nanometre arasında bir çapa sahiptirler.”[41] (Şekil 5) Cansız yüzeylerde ömürleri çok kısadır.  Virüslerin yapısı aşağıda özet olarak verilmektedir: “DNA veya RNA genetik malzemesinden meydana gelmiş olup belli bir hücre yapısına sahip değillerdir. DNA/RNA, “Kapsid adı verilen koruyucu bir protein ile çevrilidirler.” “Bazı virüslerde kapsidi çevreleyen “viral zarf” olarak adlandırılan hedef hücre (konak hücre) zarına benzeyen çift katlı “lipit bir membran” vardır. Zarf yüzeyindeki glikoproteinler, virüsü konakçının/hedefin bağışıklık sisteminden korumaya yardımcı olabildiği gibi konakçı reseptörlerini tanımasına ve reseptörlere bağlanmasına aracılık etmektedirler.”  “Virüslerin kendi metabolizması yoktur. Herhangi bir enerji üretebilecek hücresel mekanizmalara ve ‘organellere’ sahip değillerdir. Çoğalmaları için mutlaka diğer organizmaların canlı hücrelerine ihtiyaçları vardır. Çoğaldıkları bu hücrelere ‘konakçı hücre’ denmektedir.”[42] Ancak bir başka canlı hücrenin içine girince onların yapısını bozarak, onun besinini ve enerjisini kullanarak çoğalma özelliğine sahiptirler ve hedef canlıda hastalığa sebebiyet verirler.[43]

 

Şekil 5: Covid-19 Virüsünün (SARS-CoV-2) Yapısı, F. Şahin, S. Demir, age., s. 57-76.

Virüsler, özel algılayıcıları aracılığıyla hedef hücrenin/konakçı hücrenin kendisine uygun olup olmadığını öncelikle tespit etmektedirler. Bu tespiti yaptıktan sonra virüsler, hedef aldığı diğer canlı bir hücrenin içine girebilmek için kendine özgü taktiklerle hedef hücreyi şaşırtabilme, kendisini düşman görmemesini sağlayabilme, onun bir parçası, dostu, hatta besini diye takdim edip yanıltabilme yeteneğine sahiptir.  Virüs hedef hücrenin içine girdikten sonra onu dost kabul eden ev sahibi hücre, virüsün DNA’sını kendi çekirdeğinin içine taşmakta; hücre protein ürettiğini zannederek bu yeni DNA’yı kopyalamaya başlamaktadır.[44] Ev sahibi hücre, hiç farkına varmadan kendi düşmanını, kendisi aleyhine üreten bir fabrikaya dönüşmektedir. “Virüs replikasyonu, virüs partikülleri içindeki, genetik malzemenin çoğaltılması işlemidir.”[45]

Bir insan hücresinde 20 binden fazla protein varken, koronavirüste yaklaşık 30 protein bulunmaktadır. Bu sınırlı protein sayısından dolayı virüs bir başka canlının hücresinde yaşamak zorundadır. Yarasaların bünyesinde yaşayan ve ona zarar vermeyen virüsler bir başka canlıya bulaştığı zaman ona zarar vermektedirler. Bünyesindeki protein eksikliğini gidermek için bir başka canlının hücresine girip orada çoğalmak zorundadır.

Normal şartlar altında insan bağışıklık sistemi kendisine yabancı gördüğü her şeye savaş açıp onu yok etmek istemektedir. Bir insan hücresine giden yollar, normal şartlar altında yabancılara/dış istilacılara karşı “kilitlidir.” Yabancılar içeri alınmaz. Virüsler bu gerçeği bildiği için, kişinin hücrelerine girebilmek için bu “kilitleri” açmak zorundadır. Virüsler bu kilitleri açacak anahtar olarak kendi proteinlerini kullanmaktadır.[46]  İçeri giren virüs, hücrenin normalde kendisi için kullandığı proteinlere bağlanarak kendini çoğaltmaya başlar. Ele geçirilen hücre bir virüs fabrikasına dönüşür. Virüsler, ev sahibi hücrede üreme işlemlerini tamamladıktan sonra, kendisi ve üreyen yeni virüsler ile birlikte, aynı işi başka hedef hücrelerde/konakçı hücrelerde yapmak üzere bulundukları hücreyi terk etmektedirler. Virüs ev sahibi hücreyi öldürerek veya ona zarar vererek veya onu değiştirerek veya ona hiçbir şey yapmayarak terk edebilir. Bu virüsün ve hücrenin cinsine bağlıdır.[47]

Virüslerin Sınıflandırılması ve Mutasyonu

Virüsler, boyutlarına ve şekillerine bağlı şekilde sınıflandırılmaktadır. “Virüsler sahip oldukları genetik/genom yapısına göre tanımlanmakta ve sınıflandırılmaktadırlar”. Buna göre iki ana sınıf vardır: 1. DNA virüsleri: DNA molekülü içermektedir, 2. RNA virüsleri, RNA molekülü içermektedir. Bu ana sınıflamada yer alan her bir grup daha ayrıntılı sınıflandırılmalara tabi tutulmaktadır. “Bazı RNA virüsleri pozitif yönelimli, bazıları ise negatif yönelimlidirler”. Pozitif yönelimli viral RNA Virüsleri (mRNA) konakçı hücre içerisinde translasyona hızlı bir şekilde başlar. Negatif yönelimli viral RNA, mRNA’yı tamamlayıcıdır.”[48]

Salgın döneminde en çok kullanılan kavramlardan biri “mutasyondur.” Mutasyonun sözlük anlamı,” 1. Başkalaşım, değişim, dönüşüm, modifikasyon, metamorfoz, 2. Değişinim, nesilden nesile aktarılan kalıtsal değişmeler.”[49] diye verilmektedir.  Tıbbi anlamı ise organizmanın var olan, doğal yapısında meydana gelen istenmeyen genetik değişimlerdir: “Virüsler replikasyon esnasında çeşitli mekanizmalarla genetik değişikliğe uğrarlar. Virus genomundaki (DNA veya RNA’daki bazı baz değişiklikleri, antijenik kayma (antijenik sürüklenme) adı verilen mutasyonlarla sonuçlanabilir. Bu durum genomda meydana gelen her nokta mutasyonda görülmez. Bazı nokta mutasyonları ifade edilen proteinlerde herhangi bir değişikliğe neden olmazlar. Bunlar sessiz mutasyon diye adlandırılır. Antijenik kaymalar, virüslerin virülenlerini, konakçı çevreleri, aşı ya da immun yanıtlara verdiği cevaplarda değişiklikler oluşturur. Antijenik kayma, aynı zamanda virüsün genomunda büyük değişiklikler (rekombinasyon) olduğunda ortaya çıkar. Genetik rekombinasyon, bir nükleik asit(NA) ipliğinin kırıldığı ve daha sonra farklı bir NA mölekülü ile birleşmesi ile meydana gelir. Re Rekombinasyon hem RNA hem de DNA virüslerinde yaygındır. RNA virüslerinde genellikle aynı türden fakat biraz farklı genom nükleosid sekanslarına sahip virüs şuşlarının, aynı hücreyi eş zamanlı enfekte etmeleriyle ortaya çıkar. Bölünmüş bir genomu olan farklı virüs suşları genleri karıştırıp birleştirebilir. Benzersiz özelliklere sahip yeni virüsler üretebilirler. Bu duruma reassortment denir.”[50] “Mutasyon, büyük, küçük ölçekli olabilir. Büyük ölçekli olanda, kromozomun belli bir bölgesinin kaybı, belli bir bölgesinin kendi kendine yer değiştirmesi veya dışarıdan gen yapılarına ve dizilimlerine müdahale edilerek yer değişikliği söz konusudur. Küçük ölçekli olanlarda, sadece nükleotid bazların (A,T,G,C gibi) yeri değişebilir, buna göre başkalaşım meydana gelebilir. Bir kez karakter değişti mi, tekrar geri dönüşüm olmaz, sonrası bir meçhule doğru gidebilir. Beklentiler dışında yeni tablolar karşımıza çıkabilir ve bazen da istenmeyen getirileri, önlenemez boyutuna ulaşabilir.”[51]

Aşı

Genelde aşılar, dozları zayıflatılmış, hastalık taşıyan mikroplardan, virüslerden ibarettir. Zayıflatılmış mikroplar, vücuda ithal edilerek bağışıklık sisteminin bunlarla mücadele etme imkânı ve gücü kuvvetlendirilmektedir. Aşılar, virüslerin çalışma mantığı, stratejisi göz önüne alınarak vücut savunma sisteminin kuvvetlendiren mekanizmalardır: “Aşılar, patojenlere karşı önleyici ilk savunma hattıdır. Aşılama, bir bireyin bağışıklık sistemini uyarmak için hastalık yapan ajanın az miktarda inaktive edilmiş, zayıflatılmış hâlinin veya bu ajana ait antijenik (alt birim) bir molekülün insanlara veya hayvanlara verilmesidir.  Aşıların uygulanması ile insanların bağışıklık sistemi, patojenle spesifik olarak mücadele etmek için beyaz kan hücrelerini (B ve T hücreleri) üreterek yanıt verir. Edinilmiş (adaptıf) bağışıklık sisteminin gelişimini sağlar. Viral pandemilere neden olan patojen virüs türleri (şuşları) önceden tanılanmış olmadıkları için aşılarının da önceden geliştirilmesi mümkün olmamaktadır.  Genellikle pandemiler başladıktan sonra patojen virüsler tanılanır. Kültür ortamlarında çoğaltıldıktan sonra aşılar geliştirilebilir. Geliştirilen aşılar virüs türüne bağlı olarak geliştirildiğinden dolayı diğer türlerde etkili değillerdir.  Aşılar kararlı virüsler üzerinde çok etkilidir. …Hızla mutasyona uğrayana karşı başarılı bir şekilde kullanılması zordur.” [52]

Aşılar farklı şekillerde sınıflandırılmaktadır:

1. Grup Sınıflandırma (İlk ve eski tasnif şekli): 1. Geleneksel olan aşılar / inaktif aşılar (eski platform aşılar), 2. Geleneksel olmayan aşılar (Yeni platform aşılar).[53]  Ercüment Ovalı, mevcut aşı sistemlerini aşağıda verilen tabloda tasnif etmiş, avantaj ve dezavantajlarını karşılaştırmıştır.  

 

Model

Üretim kolaylığı

Maliyet

Etkinlik

Güvenirlilik

Deneyim

İnaktif Virüs

+

++

++++

++++

++++

Atenue Virüs

+

+++

+++++

++

+++

DNA/RNA Aşıları

++

+

+++

++

++

Protein

++

+

+++

+++

+++

VLP Virüs Benzeri

++

+

+++

+++

++

Vektör Aşılar

+

+

+++++

++

++

+, Ovalı, Aşıları kendi aralarında mukayese etmek için kullanmıştır.


          Tablo 1: Aşı Modelleri Sorunları/Avantajları (Kemal Üçüncü, Odatv.com, 24.11.2020[54]

 

Bugün koronavirüs için piyasaya sürülen aşıları yukarıdaki tabloya göre şu şekilde değerlendirebiliriz: Çin’in ölü virüs aşısı: Geleneksel/klasik aşılar/“inaktif aşılar”,  Pfizer ve BioNTech’in aşıları: mRNA aşıları/“mesajcı/haberci ribonükleik asit” aşıları,  Oxford aşıları: “Adenovirüs” aşılar ve Rus Aşısı: Vektör yapılı aşılar.

Eski Platform Aşılar/İnaktif Aşılar/Klasik Aşılar/Geleneksel Aşılar

Geleneksel aşılar, dozları zayıflatılmış, hastalık yapma özelliğinden arındırılmış antijenlerdir (mikroplar-virüsler). Aşı, bir virüs/mikrobun tamamının zayıflatılmış hâlini veya virüsü oluşturan parçaları içeren molekülleri vücuda ithal etme/enjekte etme operasyonudur. Zayıflatılmış virüsler-mikroplar, vücuda verilerek “vücudun bunları tanıması ve bu virüslere-mikroplara karşı direnç gösterip antikor/savunma hücreleri-molekülleri oluşturarak” bağışıklık sistemini kuvvetlendirmesi sağlanmaktadır. Burada yapılan, vücuda giren ve tanınmayan bir yabancı unsura karşı vücudun savunma sisteminin, kendine yabancı olanı tanıması, buna karşı saldırıya geçerek vücudu korumasıdır. Aşı sayesinde vücut savunma sistemi, dışardan gelen yabancıyı düşman olarak tanımakta antikorları (savunma moleküllerini) hızlıca çoğaltarak, virüs-mikrop yeterince çoğalamadan onu yok etmektedir.[55] Özetle aşı, düşmanı tanıma ve onunla savaşma yeteneklerini, gücünü artırma olgusudur.

Ercüment Ovalı’ya göre yaygın kullanılan eski platform aşılarında temel sorun, içerisine adjuvan denen yabancı maddelerin katılmasıdır:[56] “Eski platform aşıların temel mantığı, Hangi mikroorganizma hedefleniyorsa onu öldürmek, inaktive etmek ve kişilerin vücuduna enjekte etmektir; böylece ölü virüs veya ölü bakteriye karşı vücudun bağışıklığını oluşturmaktır.  Hedeflenen mikrobun ölü ya da çoğalamayan formunun veya mikrop parçalarının, proteinlerinin kullanıldığı aşılardır. Enfeksiyon yaratmayan bu mikrop veya mikrop parçaları insana verildiğinde vücut bu mikroplara karşı kolayca bağışıklık geliştirebilmektedir. Bu aşıların en önemli avantajı çok fazla deneyim olması ve dolayısı ile güvenlilikleridir. Ancak üretimleri zor ve pahalıdır. Endüstri bu sorunu aşabilmek için, yani az sayıda mikrop/virüs kullanarak çok sayıda aşı üretebilmek için, içine güçlendirici yani adjuvan adı verilen bazı kimyasallar koyarlar.(…) Bu aşıların tek başına etkili olabilmesi çoğunlukla çok fazla virüs ya da bakteri kullanmak gerektirdiğinden ve bu maliyetleri daha da artırdığından; bunun içinde bir adjuvan yani güçlendirici koyarlar. …Adjuvanın amacı, virüsleri ya da antijenleri paket hâlinde tutmak, dağılmamasını sağlamak, irritasyon yaparak o bölgeye immün sistemi çağırmaktır. (…) Bu grup aşılarında ismini kötüye çıkartan bu içine koyulan güçlendiricilerin yaptığı yan etkilerdir. O yüzden içine koyulan bu güçlendiricilerden en popüler olan alum dediğimiz alüminyum tuzları kullanılarak 10 kat daha az virüs kullanır hâle getirir. Dolayısıyla 100 tane virüs üretileceğine 10 tane virüs üreterek aynı sonuç alınabilir. Ama bunların da kendine ait yan etkileri vardır. Bütün dünya uzun zamandır bunlar doğru mu, değil mi diye tartışır? (…) Güvenli platformlardır ama en büyük sorunları üretim maliyetleridir ve içine adjuvan koymadan istenileni çok verememeleridir. (…) Aşı karşıtlarının en çok eleştirdiği nokta da budur. Çünkü bu ajanların sinir sisteminde sorun açtığı iddiasındadırlar.”

Ovalı’nın dikkat çektiği en önemeli konulardan biri, geleneksel aşılarda adjuvan denilen, yan etkileri olan bir maddenin virüsün bünyesine konulmasıdır.  Bu maddenin bugüne kadar yaptığı yan etkiler nelerdir? Böyle bir raporlama yöneticilerimizin elinde varsa bunu açıklamaları zorunludur. Koronavirüs salgını ile birlikte geleneksel aşılardan olan Sinovac’ın bünyesinde adjuvan dışında herhangi bir yabancı madde daha bulunmakta mıdır?  Evetse bunun sebebi nedir? Yakın ve uzak gelecekte muhtemel yan etkileri neler olabilir? Küresel bir biyolojik savaş ortamının yaşandığı bir evrede, bu soruları öncelikte devletin sorması ve ona göre tedbir alması, bu konuda milleti aydınlatması, kafalardaki şüpheleri gidermesi gerekmez mi?

Devletin farklı tezleri olan bilim insanlarını bir araya getirip, tartıştırıp, ortak bir çözüm ortaya koyması gerekmez mi?  Böyle bir ortamda insanların, medya ve sosyal medyada tartışılan ve konuşulan bu iddialardan dolayı Sinovac aşısını olmak istememesi en doğal hakları değil midir?  Niçin bu tepki “aşı karşıtlığı”  diye nitelendirip insanlar suçlanmakta, psikolojik baskı altına alınmakta, mevcut aşıları olmadıkları için onlara yaptırım uygulanmaktadır. Bu şekilde bir gayrimemnun üretmenin gelecekte bir bedeli olmayacak mıdır?

Yeni Platform Aşılar/Yeni Tip Aşılar/mRNA Aşıları (“Mesajcı Ribonükleik Asit”)

 Bu aşıların çalışma tarzı, üzerine oturtulduğu strateji, geleneksel aşılardan çok farklıdır: Biyoteknoloji uzmanı Semih Tareen, “Moderna tarafından açıklanan RNA aşısı, virüsün S kılıf proteininin “prefusion” hâlini (yani virüs hücre ile birleşmeden önceki hâlini) oluşturuyor. S-2P ismi verilen S kılıf proteininin bu hâlini oluşturmak için, yüzeyde 2 tane Prolin aminoasiti kullanıyorlar, 2P ismi de oradan geliyor. Böylece bağışıklık, virüsün hücre ile birleşmeden önceki hâlini tanıyabilecek. Virüslerin çoğu hücreye bağlanırken kılıf proteinlerinde konformasyon değiştirirler; aşıların bu değişik konformasyonları tanıması önemlidir.”[57] Virüsün veya bakterinin genetik yapısı ve protein nitelikleri öğrenildikten sonra tamamen sentetik olan mRNA aşısına kodlanmaktadır. Kodlanmış mRNA, canlının hücresine verilmektedir. Bundan dolayı bu aşının virüslere cevap verebilme hızının çok yüksek olduğu iddia edilmektedir: Pfizer’ın aşı araştırmalarının başındaki Dr. Kathrin Jansen, “mRNA platformu, özünde tamamen sentetiktir. Çok çok hızlı bir şekilde üretebileceğiniz, iyi tanımlanmış bir moleküldür. Hiçbir canlı virüs, canlı hücre kültürü, yumurta, vs. kullanmanız gerekmez.”[58]

BioNTech firmasının kurucularından Uğur Şahin, “mRNA aşılarının bir avantajı, çok hızlı bir şekilde dönüştürülebilir olmasıdır. Eğer bağışıklıkta bir azalma görülecek olursa, aşılar hızlıca adapte edilebilir ve yeniden yüksek bağışıklık kazandırılabilir. mRNA aşılarının onaylanması, yepyeni bir tıp alanı yaratacaktır.” mRNA aşıları ilgili ileri sürülen tehlikelerden biri yan etki, “enflamasyon”un meydana gelmesidir. Biologics Danışmanlık Firması’nın başkanı ve FDA Aşı Araştırmaları ve Denetimi Birimi’nin eski başkanı Norman Baylor, “Büyük soru şudur: Enflamasyona neden olmadan vücut içerisine nasıl gireceksiniz? Savunma sisteminin kandırmaya çalışmak her zaman bir endişe kaynağıdır ki aşıların yaptığı da budur. Bu sırada istemediğiniz yan etkiler oluşabilir. Savunma sistemi inanılmaz karmaşıktır ve kişiden kişiye değişebilir.” [59]

Yapılan tartışmaları göz önüne aldığımızda, mRNA aşıları ilgili endişeler geleneksel aşılara nazaran fazladır. Her iki aşıda yabancı ülkeler ve şirketler tarafından üretildiğinden halkta haklı bir endişe vardır. mRNA aşısı ile ilgili kaygılardan biri “aşıda yapılan kodlamalara” bağlı olarak “genlere müdahale” edebilme olgusunun var olup olmadığıdır. Bu konuda bilim dünyasında genetik teknolojisinden dolayı bir mutabakat yoktur. mRNA’yı savunanlar bütün işlemlerin hücre çekirdeğinde değil hücre sitoplazmasında yapıldığı noktasından hareket etmektedirler. Bilkent Üniversitesi’nde sentetik biyoloji profesörü olan Urartu Şeker, “mRNA, sadece sitoplazmaya girebilir. Buraya girdikten sonra, antijenin üretilmesini sağlar ve sonrasında parçalanır. mRNA, bir “gen parçası” değildir; dolayısıyla genoma girip de burada herhangi bir değişim yaratamaz. mRNA aşısının, DNA ile çalışan aşılara karşı en büyük avantajı, zaten çekirdeğe girmesine gerek olmamasıdır. Çekirdek içerisine istediğimiz her şeyi, kolay kolay sokamıyoruz; keşke sokabilsek. O zaman sentetik biyoloji bambaşka bir boyut alırdı.  mRNA, stabilitesi çok düşük bir moleküldür; en büyük dezavantajı da bu. Ama bu, aşılar açısından avantajlı hâle dönüşüyor. mRNA aşısında molekül, sitoplazma dediğimiz, DNA’yı barındıran hücre çekirdeğinin dışında kalan sıvıda bulunmaktadır. İşini yaptıktan sonra da bozunarak yok olur.”

Semih Tareen, “…RNA aşısı için RNA sekansı (kansere veya virüse karşı bağışıklık üretecek bir sekans) labda üretilir ve lipid nanopartiküllerin içine konur. Bu lipidler hücre tarafından alınımı kolaylaştırır. Aşı enjekte edildiği noktada (omuzdaki deltoid kası), oradaki hücreler tarafından alınır ki bunların çoğunluğu kas hücresidir. Stoplazma içine alınan RNA orada geçici olarak kalır (yarım saat ila 1 saat kadar) ve bu sürede hücre tarafında proteine dönüştürülür. Kısa süre sonra geriye kalan RNA diğer hücre RNA molekülleri gibi degrede olur. RNA moleküllerinin hücre çekirdek içine ve dışına transferi çok kontrollü olacak şekilde evrimleşmiştir. RNA aşılarında RNA sitoplazmada kalır. Hücre çekirdeği içine geçecek aktif transport özelliğine sahip değil.” Cornell Üniversitesi’nden Mark Lynas, “Bu aşılama karşıtı aktivistler tarafından kasıtlı olarak kafa karışıklığı ve güvensizlik yaratmak için uydurulan bir bilgi. Genetik modifikasyon, yabancı DNA’nın bir insan hücresinin çekirdeğine kasıtlı olarak sokulmasını içerir ve aşılar bunu yapmaz.” [60]

Cornell Üniversitesi’nden Mark Lynas’ın “Genetik modifikasyon, yabancı DNA’nın bir insan hücresinin çekirdeğine kasıtlı olarak sokulmasını içerir ve aşılar bunu yapmaz.” ifadesini göz önüne aldığımızda, normal şartlar altında çok doğrudur. Ancak dünya nüfusunu 500 milyon civarına çekmek isteyen, Bill Gates-Rockefeller’in başını çektiği şer ittifakının elinde en tehlikeli öldürücü bir silah hâline dönüşebilir.  mRNA aşıları programlanabilme özelliğine sahip olduğuna göre programcının ne tür bir mesaj yüklediği, ne tür bir fonksiyon icra et dediği son derece önemlidir. Bu gerçek göz ardı edilmemelidir.  Mayo Clinic’in Aşı Araştırma Grubu Yöneticisi ve İmmünolog Richard Kennedy’ye göre “mRNA aşıları özel makineler tarafından üretilen ve takip edilebilen, bileşenleri değiştirilebilen aşılardır. “mRNA’nın doğası gereği, geliştirilen Koronavirüs aşıları canlı zayıflatılmış virüs içeren diğer aşılara göre daha güvenli olabilir. mRNA aşılarının faydalarından biri, her şeyin bir makine tarafından yapılabilmesidir, böylece bakteriyel kontaminasyon (bulaşma) veya diğer kontaminantlar konusunda endişelenmenize gerek kalmaz. Aşıda canlı virüs yoktur, bu yüzden aşıya giren her şey çok dikkatli bir şekilde kontrol edilebilir ve izlenebilir. Böylece mRNA aşıları diğer aşılardan daha tehlikeli değil hatta diğerlerinden daha güvenlidir.”[61]

Burada en dikkat çekici nokta “aşıya giren her şeyin kontrol edilebilmesi ve izlenebilmesidir.” Unutmamak gerekir ki, bu teknolojiye sahip olanlar, gelecekte insan genetiği üzerinde çok daha fazla müdahale etme gücüne ve imkânına kavuşacaklardır. mRNA aşıları ile ilgili en ciddi iddialardan biri, içerisinde graphen denilen bir maddenin bulunmasıdır. “Nano teknolojik bir materyal olan bu malzeme”, “kan ve beyin bariyerini aşabilir”, hücreleri birbirine saldırtabilir”, “kansere sebebiyet verebilir, insanın halüsinasyonlar görmesine, sesler duymasına sebebiyet verebilir ve beyne komut vermeyi mümkün kılabilir.”[62]

İlaç endüstrisinde klinik analistlik yapan ve aynı zamanda bilimsel yazılar kaleme alan Karen Kingston, mRNA aşısının mahiyeti ile ilgili açıklamasında “Grafen oksidin zehirli” olduğunu ifade etmektedir: “Üreticiden bağımsız olarak tüm mRNA aşılarının pegile lipid nanob parçacıkları içermektedir. mRNA aşıları için alınan patentler veya FDA belgeleri incelendiğinde bu görülebilecektir. Grafen oksidin patentlerde listelenmemesinin nedeni ise aşıda grafen varlığı ifşa edilmek istenmiyor ve bir ticari sır olarak tanımlanıyor. Ancak gerçek neden, muhtemelen grafen oksidin zehirli olduğunun iyi bilinmesidir. Bir maddenin strese dayanma kabiliyeti açısından zıt özelliklere sahiptir.  Titanyumdan 4000 daha güçlü ve çok yüksek sıcaklıklara dayanaklıdır. Farmasötik endüstrisinden alınan belgelere göre, grafen oksit mekanik ve dielektrik özellikleri vardır. Bu da grafen oksitin bir elektrik iletkeni olarak hareket edebileceği anlamına gelir. Grafen oksit enjekte edildiğinde ne pozitif ne de negatif olarak yüklenir, ancak aşılarda da bulunan iyonlaşabilir lipitler yük oluşturabilir.”[63]  Belçikalı Johan Denis, mRNA aşısı için, “İnsanlık üzerinde bir deney. Sizi insan yapan bütün özelliklerinizi kaybedebilirsiniz.”[64] Çok ciddi bu iddialarla ilgili Sağlık Bakanlığı’nın ve bilim insanlarının bir an önce açıklama yapmasında fayda vardır.

 Almanya’da 2000 yılında Cure Vac isimli bir şirket kurulmuştur. Bu şirketin sponsoru Bill Gates’tir.  Kovid-19 aşısını üretip piyasaya sürmek isteyen Cure Vac’ın kendi sitesinde “mRNA molekülünün taşıyıcı olduğu” ifade edilmektedir: “Haberci RNA (mRNA) haberci molekülüne dayanan tamamen yeni bir ilaç sınıfının geliştirilmesine öncülük ediyoruz. Temel ilke, bu molekülün, vücudun çeşitli hastalıklarla savaşmak için kendi aktif bileşenlerini üretebilmesi sayesinde bilgi için bir veri taşıyıcı olarak kullanılmasıdır.”

Filipinler Manila Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden emekli Farmakoloji ve Toksikoloji Profesörü Dr. Romeo Quijano’un mRNA aşısı ile ilgili değerlendirmeleri daha ürkütücü ve düşündürücüdür: “Eksojen mRNA, doğası gereği bağışıklığı uyarıcıdır ve mRNA’nın bu özelliği faydalı veya zararlı olabilir. Adjuvan aktivite sağlayabilir ve antijen ekspresyonunu inhibe edebilir ve immün cevabı olumsuz etkileyebilir. Doğuştan gelen bağışıklık algılamanın farklı mRNA aşı formatları üzerindeki paradoksal etkileri tam olarak anlaşılmamıştır. mRNA bazlı bir aşı, yalnızca iltihaplanma ile değil aynı zamanda potansiyel olarak otoimmünite ile de ilişkili olan güçlü tip I interferon tepkilerini indükleyebilir ve kan pıhtılaşmasını ve patolojik trombüs oluşumunu teşvik edebilir. Diğer tehlikelerin yanı sıra, virüs vektörlü aşılar doğal olarak oluşan virüslerle rekombinasyona uğrayabilir ve bulaşma veya virülansı etkileyen istenmeyen özelliklere sahip olabilecek hibrit virüsler üretebilir. Rekombinasyonun olası sonuçlarının, mevcut araçlar ve bilgilerle doğru bir şekilde ölçülmesi pratik olarak imkânsızdır. Bununla birlikte, riskler, mutant virüs türlerinin ortaya çıkması, artmış patojenite ve gelişigüzel toplu aşılama kampanyalarının ardından beklenmedik ciddi yan etkiler (ölüm dâhil) olabilir.”[65]

Acıbadem Sağlık Grubu hastaneleri GMP ve Hücre tedavi ürünleri danışmanı,  mesul müdürü, doku tipleme laboratuvarları sorumlusu ve Acıbadem Kozyatağı Kemik İliği Nakil Merkezi’nde bulunan Ercüment Ovalı’ya göre “Bu aşılarda, bakteri ya da virüse ait parçacıklar kişinin vücut hücreleri tarafından üretilmektedir. Bunlar hedeflediği mikroba karşı bakteri ya da virüse ait parçacıkları kişinin vücut hücrelerine yaptırırlar. Başka bir anlatımla, kişiye bir yapay DNA ya da RNA vererek virüse ait parçacıkları kişinin vücuduna yaptırtırlar.  (…) Bu aşılar saf RNA, DNA ya da DNA taşıyan viral vektörlerden oluşur.  (…)Bu aşılar çok ucuz ve çok etkilidirler; çünkü vücut uzun süre bu virüse karşı parçacıkları yapmaya devam eder. Ama en büyük dezavantajı vücudu, kendi bağışıklığının hedefi hâline getirtirler. Sonuçta o parçayı vücut ürettiği için üreten hücresinin bağışıklığının hedefi hâline gelir. Kazara enjekte edilen bu madde dolaşıma girip beyin dokusuna ya da başka hayati dokuya yerleşirse orayı da hedef hâline getirebilir. Bu da otoimmün ve nörolojik yan etkiler için zemin hazırlamak anlamına gelmektedir. (…) Dolayısıyla yeni platform aşılar ucuz, etkili ama vücudun kendi hücrelerini hedef hâline getirdikleri için uzun ve kısa vadede çok iyi tartışılması gereken aşılardır. (…) Bu aşıların en büyük sorunu, çok yeni olmaları ve hiçbir deneyimin olmayışıdır. Uzun vadede ne yapacakları bilinmemektedir. Çünkü enjekte edilen RNA veya DNA Kovid-19 virüsünün parçalarını alıcının vücuduna yaptırarak, aşılayan kişinin bedenini bağışıklık sisteminin hedefi hâline getirirler.  Burada soru şudur, enjekte edilen bu genetik materyalin az da olsa bir kısmı sinir sistemine, kalbe vb. gidebilir mi?  Giderse ne olur? Ya da bu aşıların aşırı kimyasal salgısına (interferon gibi) neden oldukları bilinmektedir. Peki bu durum uzun vadede otoimmun hastalıkların tetiğini çekebilir mi?  Üstelik bu aşıların yaratıcısı olan Nbiontech ve Moderna gibi grupların daha önce enfeksiyon kontrolü için aşı üretim deneyimleri de yoktur.  Bir de chip teorisi var. Çip aşılarla bizi uzaktan idare edecekler diyenler var. Evet elektronik/bio chiplerle insanlar kodlanabilir, takip edilebilir. Ama aşılarda konuşulan chipler, iğne yerine kullanılan üzerinde mikro iğneler içeren kare plaklardır. Kişiler bu çipi koluna bastırarak kendi, kendisini aşılayacak sonra da atacaktır. (…) 1 milyon kişiyi aşılama durumunda olunsa, rakam çok düşük olacağından güvenli kullanılabilir. Ancak, içinde bulunduğumuz Kovid-19 pandemi sürecinde dünyadaki insanların yarısını, 3,5 milyarı aşılamaktan bahsediyoruz; Bu durum yüzbinlerce insanda oluşacak yan etkiden söz ediyoruz demek anlamına gelecektir. Burada binde 1’lik, 10 binde 1’lik ya da 30 binde 1’lik bir reaksiyonun milyardaki karşılığı korkunç bir rakamdır. İşte bu yüzden çok dikkatli edilmelidir. (…) Aşıda RNA kullanılıyorsa tekrara ihtiyacı vardır; çünkü RNA vücuda bu parçaları kısa süreyle yaptırır, kısa süre sonra kaybolur, kaybolduğu için de vücuda yeniden hatırlatma gerekir. (…) Bu tip aşıların uzun vadede ne gibi sorunlara neden olabileceği net değildir. ”[66]

Ovalı’nın dikkat çektiği tehlikeyi, Bill Gates’in 2015 yılında, “Dünyada 6,8 milyar insan var ve bu rakam 9 milyara doğru çıkıyor. İyi bir aşılama programı ve sağlık hizmetiyle bunu %10-15 azaltabiliriz.” şeklindeki konuşması ile birlikte değerlendirdiğimizde;  mRNA yapılı yeni platform aşıların dünya nüfusunun azaltılması için kullanılabileceği tehlikesini ortaya koymaktadır. Ovalı, elektronik/bio chip’lerle insanlar kodlanabilir, takip edilebilir.” ifadesinden sonra “aşılardaki chiplerde böyle bir şey olmayacaktır” demesi, kendi açısından doğrudur ve de samimidir. Ancak dünya nüfusunu 500 milyona indirmek isteyenler için böyle bir imkânı kullanmak istememeleri söz konusu değildir ve bu tür aşılar da bu bağlamda şer cephesine iyi bir imkân sunmaktadır.

Burada dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, mRNA ile üretilen aşıların genler üzerinde kontrol etme imkânı sağlayabilme yeteneğidir. RNA üzerinden insan DNA’sını değiştirebilecek bir yapı son derece tehlikelidir. Aşıyı geliştirenler bu konuda açık değiller. Şu an başarılıp başarılmadığı bilinmemekle beraber bu konuda mRNA aşıları ile ilgili en ciddi tartışmalardan biri budur. mRNA türü aşılar, haberleşme yeteneği bulunan moleküler parçacıklar üretebiliyor. Üretilen madde biyolojik bir madde olmayıp sentetik bir malzemedir. Aşı ile birlikte insanın RNA’sına sentetik madde girmektedir.  Bu sentetik maddenin insanın organik malzemesini kirletme, değiştirme, zarar verme özelliği yok mudur?  Bu konunun açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.  Diğer taraftan dünya nüfusunu 500 milyon civarına indirmek isteyenler, mRNA türü aşıları biyolojik silah olarak kullanabilecekledir. Kimsenin bundan şüphesi olmasın. O zaman da istediklerine ulaşabilirler.

Aşılar Konusunda Kafa Karıştıran Sorular

Türkiye’de aşı konusunda tartışılan ve kafa karışıklığına sebebiyet veren bir konu da ithal edilen aşıların tahlil sonuçlarının, aşının muhtevasının, bileşenlerinin ne olduğunun kamuoyuna açıklanmaması, medya ve sosyal medyada yapılan yorum ve değerlendirmelere tatmin edici bilimsel cevaplar verilmemesidir. Bu da mevcut ithal aşılara güveni sarsmaktadır. mRNA aşılarına güven konusunda aşıyı üreten firmalar da bir garanti verememektedir. İsmail Balık, “İnaktif aşılarla ilgili eldeki bilgilere göre uzun vadede bir risk görünmüyor. mRNA aşısı ile alakalı olarak da değerli bilim insanları Uğur Şahin ve Özlem Türeci’nin de aktardığı gibi, 20 yıllık bir süreçte aşının etkisi ile alakalı kesin konuşmak mümkün değil. Ancak bir enfeksiyon uzmanı olarak, yıllardır bakteriler ve virüslerle çalışmış bir bilim insanı olarak, bilimin bugün gösterdiklerinin ışığında mRNA aşısı için de teoride bir risk görmüyorum. Ama elbette bilimin henüz keşfetmediği bir durum varsa onu şu an bilmemiz mümkün değil…”[67] Osman Müftüoğlu, “Aşı üreticileri maalesef bu konuda da net ve açık bir yanıt veremiyor.”[68] Serhat Fındık’a göre en problemli aşı, mRNA türü aşılar olup, genlerimiz bunların saldırılarına açık hâle getirilmektedir. “…Dört çeşit aşıdan en problemli olanı bu (RNA) aşıdır. Her şeyden evvel bugüne kadar gelen aşılara hiç benzemiyor. …RNA aşısında virüsün canlı bir birimini alıyorlar ve vücuda veriyorlar. Elçi RNA’nın hedeflediği yer de DNA’mızdır. Şimdi savunma sistemimizden beyine ve kalbe, oradan tüm hücrelere hepsinde DNA var. Ve burada örneğin kanseri önleyici, pıhtılaşmayı önleyici, felç önleyici vs. birçok genler var. Şimdi bu tüm genlerimizi RNA aşısındaki etkene açık hâle getiriyorsunuz.  Ve maalesef bu RNA’nın nereye yapışacağına, nereyi etkileyeceğine dair hiçbir bulgu yok.”[69]

İnsanların kafasına karıştıran ve şüphelenmelerine neden olan aşı olmadan önce imzalanması istenen “Aşı/izlem bilgilendirme ve rıza belgesi”nde, aşı firmasının hiçbir sorumluluk üstlenmemiş olmasıdır.[70]

İnsanları mevcut aşılara karşı daha da fazla tedirgin eden aşı üreticilerinin, faz 3 denemelerinde Türkiye’yi kobay olarak kullandıklarını belirtmeleridir. “Sinovac firmasının genel müdürü Helen Yang, “Biz Türkiye’de klinik deney yapıyoruz. Faz 3 deneyleri için hazırlanıyoruz, bu son aşama ve üçüncü faz denemeleri yapıyoruz.”[71] ifadesini kullanır. Diğer taraftan TTB Genel Sekreteri Vedat Bulut, Sağlık Bakanlığı’nın “aşıda acil kullanım onayı” kararına ilişkin “Çin aşısının Faz-3 sonuçları henüz çıkmadı. Acil kullanım onayı için verilerin kamuoyuyla ve meslek örgütleriyle şeffaf bir şekilde paylaşılması gerekir ki insanlar aşıya güven duysun.”[72] şeklindeki açıklaması, aşıya karşı olmayı değil mevcut aşıların tam denemesi yapılmadan kullanıma açılmasına karşı olunduğunun açık bir ifadesidir.

       Sürü Bağışıklığı Aşı ve Mutasyon:Virüsün Varyantlarına Aşı Yetiştirebilmek

Aşılarla insanların bağışıklık sistemi kuvvetlendirilerek virüslere karşı mücadelede insan savunma mekanizmasına üstünlük kazandırılmakta, virüsün insan organizmasında yapabileceği tahribat engellenmektedir. Ancak aşılar, genelde mevcut virüsün özellikleri göz önüne alınarak geliştirildiğinden virüslerde genellikle kendine saldıran mekanizmaya karşı kendini koruyacak özelliklerini geliştirip kuvvetlendirmektedir. Virüsün aşılara karşı kendi savunma mekanizmasını geliştirip kuvvetlendirmesine mutasyon adı verilmektedir. Virüsün mutasyonu iki şekilde gerçekleşebilmektedir: 1. Virüsün kendi kendine savunma mekanizmasını kuvvetlendirmesi, 2. İnsanın virüse dışarıdan yapacağı müdahale ile virüsün savunma mekanizmasını kuvvetlendirmesi.

İkinci ihtimal biyolojik savaş için virüsü, biyolojik ajan hâline getirerek düşman olan hedef ülke veya insan unsuruna daha ciddi zarar vermek, onda kalıcı tahribatlar meydana getirmek amaçlıdır. Teknolojinin bugün geldiği nokta itibarıyla bu işi yapabilmede farklı alternatifler vardır:

1. Seçenek: Her salgın sürecinde belli bir zamandan sonra laboratuvarlarda virüsün genetik yapısında değişiklikler yapılarak var olan aşılara karşı yapısı kuvvetlendirilerek yeni bir salgın meydana getirilebilir. Laboratuvar ortamında yapılan deneylerde virüsün geçirdiği mutasyonlarda virüsün aldığı şekil görülebilmektedir. Amaç biyolojik savaş ise her mutasyon için ayrı bir salgın ve her salgın için de bir aşı geliştirilebilir. Bugünkü teknoloji buna imkân vermektedir. Amaç biyolojik savaş değil de insanlığı kurtarmak ise gözlemlenebilen ve muhtemel her mutasyon için aşı senaryoları hazırlamak mümkündür.

 2. Seçenek: Virüs salgınına karşı kullanılmak istenen aşı üzerinden bu iş programlanabilir. Bu durumda üretilen aşıda kullanılan teknoloji önemli hâle gelir. Geleneksel aşılarda virüsün savunma sisteminde yapılan zayıflatma, hasar virüs tarafından belli bir zaman sonra tamir edilip virüs kendisini kuvvetlendirebilir. mRNA türü aşılarda ise kullanılan sentetik malzeme dışarıdan programlanabildiğinden yapılabilecek bir dış müdahale ile insan savunma sistemi virüse karşı zayıflatılabilir ya da virüsün saldırı mekanizması daha da kuvvetlendirilebilir. Var olan teknoloji, geliştirilen teknoloji buna imkân vermektedir ya da yakın bir gelecekte imkân verebilir.

Bugün koronavirüsün, çok hızlı mutasyona uğraması ve farklı varyantlarının gelişmesi insanların kafasını karıştırmakta insanlarda bir biyolojik savaşla karşı karşıya kaldıkları duygusunu kuvvetlendirmektedir. Bir varyantta etkili olduğu iddia edilen bir aşının diğer varyantta etkili olmayacağı söylenmektedir. Bu bağlamda virüs önce Çin’de (Wuhan)  ortaya çıktı, dünya Wuhan pandemisi ile tanıştı. Bu ilk salgının arkasından Alfa varyantı İngiltere’de, Beta varyantı Güney Afrika’da, Gama varyantı Brezilya’da, Delta varyantı Hindistan’da ortaya çıktı.[73] Yaklaşık iki yıl içinde dünya, virüsün beş farklı şekli ile tanıştı.  Bu kadar hızlı mutasyona uğrayabilen bir virüse aşı yetiştirmek nasıl mümkün olacak, sorusu en can alıcı önemdedir. Çünkü bir varyant için etkili olan bir aşı, diğer varyant için etkili olamamaktadır. Bu durumda aşı hızlıca nasıl geliştirilecektir?  Bu konuda İtalyan Stefano Montanari, çok açık bir şeklide, aşı geliştirdiklerini söyleyenleri sahtekârlıkla suçlamaktadır. “Evet, bir virüs var, tamamen yeni. Hâlâ laboratuvarda mı ürettiklerini yoksa yarasalardan mı yoksa başka bir yerden mi geldiğini kesin olarak söyleyemem. Kesin olarak söyleyebileceğim şudur: Virüs, kozmik hızda mutasyona uğruyor, hâlâ statüsünü arama aşamasında, daha sonra bir yerde duracak... Dün bir virüstü ve yarın başka bir virüs olacak. İtalya’dakiyle, Çin’deki virüs aynı değil. İnanılmaz bir geçirgenliğe sahip, patolojik olarak bulaşıcı. Ancak sağlıklı olanlarda asemptomatiktir (belirti göstermez). Bu şartlar altında aşı hakkında yapılan tüm konuşmalar küresel bir sahtekârlıktır. O kadar çabuk mutasyona uğruyor ki onu takip edip aşılar yaratmamız imkânsızdır. Ayrıca bu tür virüsler aşılanamaz.  200 defa hastalanabilirsin ama bağışıklık gelişmez.  50 yıl önce koronavirüslere karşı aşı geliştirme ihtimalinden bahsetmiş olsaydım beni kapıdan atarlardı.”[74]  

Nitekim İngiltere’de koronavirüsün yeni bir mutasyonu ortaya ilk çıktığında Almanya’da aşı geliştiren BionThec patronlarından Uğur Şahin’in “Dokuz mutasyona uğramış bir tür ve şu anda bu varyanta karşı aşımızın koruma sağlayıp sağlamayacağını henüz bilmiyoruz…”[75] demesi hızlıca mutasyona uğrayan bir virüse karşı uygulanan aşıların geçerliliğini kaybedeceği manasına gelmektedir. Öyleyse ana çözüm ne olmalıdır? sorusuna, Montanari, “Hızla mutasyona uğrayan, antikor oluşturmayan koronavirüse karşı aşı hiçbir işe yaramaz. Koronavirüse karşı aşı diye tutturmaları tam bir küresel sahtekârlık. Kış aylarında yapılan soğuk algınlığı aşıları da sahtekârlık. Korona virüse karşı yapmamız gereken, bağışıklık sistemimizi güçlendirmemizdir.”[76] şeklinde cevap vermektedir.

Benzer düşünceyi Türkiye’nin ilk korona aşısı için kolları sıvayanlardan Ercüment Ovalı da ifade etmektedir: “Her yıl yeni aşı üretmek gerekecek ve sonuçta klasik tip aşılar tabloya hâkim olacak ancak onların etkinliği de yüzde 40’a düşecektir.”  Ovalı’ya göre “Kademeli aşılama, virüsün daha dirençli hâle gelmesini sağlayacağı için daha da yaygınlaşmasına sebep olacaktır.”[77]

Türkiye’nin ilk burundan sprey aşısını geliştiren Ahmet Çağlar Özketen’e göre de, virüsün sürekli mutasyona uğradığı bir süreçte, sürü bağışıklığından bahsetmek, ona güven bağlamak doğru bir yaklaşım değildir. “Mutant virüslerin bu denli yüksek yaygınlık gösterdiği ve mutantın da mutantının ortaya çıktığı ortamlarda sürü bağışıklığından söz edilemez. Çünkü birine karşı kazanılan bağışıklık diğeri tarafından ortadan kaldırılır. Nasıl ki yakın zamana kadar Vuhan yaygındı şimdi İngiliz, Güney Afrika ve Brezilya’dan söz ediyoruz. Her biri için yeniden sürü bağışıklığı da mümkün değil…”[78]

Geçmişte aşı konularında çok önemli tespit ve uyarılar yapan Ahmet Rasim Küçükusta aşı ile ilgili izlenen politikaları eleştirmektedir: “Bu senede aşıda durum özetle şöyle: Grip aşısı kalmadı, hangi korona aşısını verelim? Ölü virüslü mü, mRNA’ lı vektörlü mü, zayıflatılmış virüslü mü? Neli isterseniz, hepsi de var…”[79]  Nail Ersöz ise,  “Bir hekim olarak uyarıyorum; faz 3 çalışması yapılmamış, dünyadaki tek gen aşısı olan mRNA aşısını lütfen yaptırmayalım. Aşı olup olmamak konusunda sadece siz karar verebilirsiniz” [80] diyerek görevini yerine getirmektedir.

İlk yazdığım yazıda Kovid-19’un laboratuvarda üretilme ihtimalinin çok yüksek olduğunu belirtmiştik. Bunu üretenlerin amacını 3. Dünya Savaşı’nı biyolojik savaşla başlatmak olduğunu, bu yolla hem dünya nüfusunu ciddi bir şekilde azaltmak hem de tek dünya devletini kurmak için var olan tüm yönetimleri krize sürükleyerek halkla aralarını açıp çökertmek olduğunu ifade etmiştik. Kovid-19 virüsünün bu kadar hızlı mutasyona uğraması, doğal şekilde meydana gelmekten ziyade laboratuvarlarda genetiği ile oynanarak yeni versiyonlarının elde edilebileceğini göz önüne almak gerekmektedir.

Virüs üzerinden geliştirilebilecek teknoloji ile her insanın DNA ve RNA kodlarına ulaşmak istenmiş olabilir. Türkiye’yi yönetenlerin bu ihtimali gözönüne almasında fayda vardır. Dijital diktatörlüğe dayanan “yeni dünya düzeni” kurmak isteyenlerin tüm aşı sektörü üzerinde hâkimiyet kurma, aşı sektörünü finanse etme isteği; David Ben Gurion’un 1962 yılında, “Çin ve Hindistan nüfusunu azaltmak için bir hap yeter.” ifadesi ve Bill Gates’in bugün, “Binlerce aşı fabrikası kuracağız!” sözünü bu açıdan yeniden değerlendirmek gerekmektedir.

Dünya, merkezinde Siyonizm’in yer aldığı şer ittifakının “küresel biyolojik, ekolojik ve genetik savaşı” ile karşı karşıyadır. Genelde dünyanın özelde de Türkiye’nin bu gerçeği görmesi gerekir. Öyleyse devletin, milletin ya var olan aşılara güvenmesini sağlamak için bir stratejisi geliştirmesi ya da bir an önce yerli ve millî bir aşı geliştirmek için seferberlik ilan etmesi gerekir. Yasaklamalarla, tehditlerle insanları aşı olmaya zorlamanın, bir bedelinin olacağı unutulmamalıdır! 

Salgınla İlgili Verilen İstatistiklerde Cevap Arayan Sorular

Her akşam televizyon kanallarında salgınla ilgili Sağlık Bakanlığı’nın verdiği istatistikler yayımlanmaktadır. Bunlarla ilgili aşağıdaki soruların cevaplarının objektif bir şekilde verilmesi gerekmektedir: Kovid-19 virüsünden vefat edenlerin sayısı ile virüse yakalanmayıp diğer hastalıklardan hayatını kaybedenlerin sayısı niçin birlikte verilmemektedir?  Her yıl gripten vefat edenler verilirken bu yıl gripten aramızdan ayrılanlar niçin verilmemektedir? Kendisine virüse bulaşanların yüzde kaçının hiçbir hastalığı yoktu ve vefat etti, yüzde kaçının da kronik hastalığı vardı ve vefat etti? Hayatını kaybedenlerin hangi hastalıktan vefat ettiğinin en iyi anlaşılmasının yolu otopsi iken niçin vefat edenlere otopsi yapılmamaktadır? Acaba vefat edenlere otopsi yapılmasını engelleyen bir mekanizma var mı? DSÖ’nün böyle bir talimatı söz konusu mu? Virüsü en iyi analiz etme ve tanımanın yollarından biri otopsi olamaz mı? Başka hastalıklardan vefat edenlerin ölüm raporlarına koronadan dolayı vefat etti diye yazılmakta mıdır, yazılmış mıdır? Böyle bir ihtimal hiç düşünüldü mü? Bu noktada medyada isim, tarih, yer belirtilerek ortaya atılan iddialara sorumluların gerekli tatmin edici cevabı vermesi gerekmez mi? 2, 3, 4. aşı olduğu hâlde koronaya yakalananların sayısı nedir ve niçin her gün verilen istatistiklerde yer almamaktadır?

Aşı olduğu hâlde (1. veya 2. veya 3. veya 4.) hayatını kaybedenler var mıdır? Varsa sayıları nedir ve niçin günlük istatistiklerde yer almamaktadır? Aşı olanlarda meydana gelen yan etkiler nelerdir? Bununla ilgili bir istatistik var mı? Aşı olanların belli aralıklarla kontrole gelmesi söylenmekte midir? Söylenmiyorsa neden? Aşı olanların yüzde kaçında kanda pıhtılaşma ve veya kanda iltihap, hafıza kaybı, kalp krizi vb. meydana gelmiştir?

Aşı olup da tekrar koronaya yakalananların virüsü başkalarına bulaştırma ihtimali var mıdır? Virüs mutasyonlarının yaş gruplarına göre kendilerini ayarlaması nasıl olmaktadır? Önce 65 yaş üstü, sonra 50 yaş üstü, sonra 30 yaş üstü sonra 15 yaş üstü, şimdi de çocukları hedef almakta onlarda etkili olmaktadır? Bu doğal mıdır? Yoksa virüs veya aşılar üzerinde bir zamansal programla yapılarak yaş gruplarını hedefe koyma mı vardır?

Koronadan Öldü Denilenlere Niçin Otopsi Yapılmamaktadır?

İnsanların gerçek vefat nedenleri, otopsi yapılarak daha iyi anlaşılabilmektedir. İtalya’da yaygın olarak kullanılan “Ölüler yalan konuşmaz!” sözü, bu amaçla söylenmiş olabilir. Aynı zamanda virüs hakkında daha iyi ve sağlam bilgiler elde etme imkânı olabilir.[81] Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Uzmanı Halis Dokgöz, “Kovid-19 tanısı konulmuş olgularda tıbbi otopsi yapılabilirse vücudun tüm sistemleri araştırılarak yeni bulgular elde edilir. Bu durum hem ülkemizin hem de dünyada yeni tıbbi uygulamaların önünü açabilir… “Unutmayalım, ölüler canlıları eğitir.”[82] 

Ömer Faruk Doğan, “Bu virüsün tam bir genetik haritası ile içerdiği proteinler açıklanmıyor. Bu virüse enjekte edilmesi başarılmış 4 adet HIV proteini olduğu da yayınlarda mevcut. Yani mutasyon döngüsünü belirleyen bu protein ise insanın direk bağışıklık sistemine saldırıyor. Vücut bu saldırıya uğrayınca kendi hücrelerine karşı antikor üretebilir. Yani vücudun özellikle bağışık hücrelerini kör topal ve sağır edebilir. (…) Bu hemen oluşmuş ise mutasyonu ve bunun etkinliğinin hangi tür hücre reseptörlerine yapıştığını belirler. Dolayısı ile benim en başta dediğim gibi bu virüsü kör etmenin yolu onun RNA zincirini bozmaktan geçer. Bu molekülün antioksidanlarda mesela usnik asitte veya dyphractaic asitte olma ihtimalleri üzerinde durmak gerekir. Antiviral ilaçlar kullanılıyor. Ama bildiğim kadarı ile invitro olarak virüsle olan ilintisi de çekilip gösterilmedi. Otopsi uygulamasında, otopsi hemen yapılır ise virüs izole edilip çoğaltılabilir.”[83] 

Patalog John A. Lee, “Ölüm belgesi yazma kuralları, istatistikleri güvensiz hâle getirecek yönde değiştirildi. Otopsiyi desteklemek yerine otopsi yapılmaması yönünde talimatlar yayımlanmaya başlandı. Gerçek ölüm sebeplerini bulmak ancak ölüleri inceleyerek mümkün olabilirdi. Fakat otopsinin, hastalığı anlamaya en çok yardımcı olabileceği bu dönemde, verilen tavsiyelerle otopsi yapılması engellendi. Genellikle adli tabip tarafından ölüm nedeninin bulunması talep edilir. Modern tıp dünyasında buna hâlâ ihtiyaç duyulması, doktorlar arasında bile garip karşılanabiliyor. Hasta hayattayken yapılan onca muayene, test, görüntüleme tekniği, hastayı tedavi eden doktorlara hastanın ölüm nedenini söylemez mi? Görülüyor ki hayır, otopsiler genelde beklenmeyeni ortaya çıkarır. Testler ve görüntüleme teknikleri, yanlış yönlendirici olabilir ve tedavi uygulayan doktorların konuyla ilgili ilk izlenimleri, yeterli kanıta dayalı olmadığı için yanıltıcı olabilir. Hâlâ koronavirüsü anlamaya çalışıyoruz. Tıbbi kariyerimde, bir hastalığın doğru teşhisi veya hastaların neden öldüğü konusunun bu kadar önemli olduğuna tanık olmadım. Buna rağmen salgının en başlarında, ölüm belgesi yazma kuralları, istatistikleri güvensiz hâle getirecek yönde değiştirildi. Otopsiyi desteklemek yerine otopsi yapılmaması yönünde talimatlar yayınlanmaya başlandı.

Normalde ölüm belgesini iki doktor yazabilir. Bunlardan biri, hastayı tedavi eden, tanıyan veya yakın zamanda görmüş olan biri olmalıdır. Bu değiştirildi. Sadece Kovid-19’a özel olarak, belge tek bir doktor tarafından verilebilir hâle getirildi. Ve bu doktorun hastayı muayene etmiş olmasına hatta hastayla tanışmış olmasına bile gerek duyulmadı.

Baş Adli Tabip, 26 Mart’ta bir talimat yayınlayarak Covid-19 vakalarını adli tıp sürecinden çıkardı: “Her Kovid-19 ölümü, adli tıptan geçmesi gerekmeden, sadece ölüm sertifikası süreci ile yönetilecektir.” Royal College of Pathologists de Şubat’taki talimatında ‘Eğer bir ölüm Kovid-19 enfeksiyonu ile bağlantılı ise, post-mortem incelemeye gerek olmadan ölüm belgesi verilebilir.’ diyor.

Elde edilen sonuçlar, tedavilerin geliştirilmesini sağlar, halk sağlığı istatistiklerinin devamlılığına ve geliştirilmesine katkıda bulunur. Teşhisteki sapmaları önler ve tıbbın dürüst olmasını sağlar. Otopsiler ayrıca, hasta hayattayken alınabilenden daha fazla organdan doku alınmasına ve moleküler ve genetik çalışmaların yapılabilmesine olanak verir.”[84] Aykut Özdarendereli, “Aşı için virüsün izolasyonu hayati öneme sahiptir.”[85] Klaus Püschel, Hamburg’da yapılan otopsi sonuçları için, “Hamburg’da geçmişte başka bir hastalığı olmadan hiç kimse Kovid’den ölmedi! İncelenen 140’tan fazla insanın yaklaşık %80’inin kardiyovasküler hastalıklar nedeniyle öldü…”[86]

İtalya’da açıklanan otopsi raporlarında ise Kovid-19 yerine, “Obezite, koroner kalp hastalığı, astım veya kronik obstrüktif akciğer hastalığı, periferik arter hastalığı, diabetes mellitus tip 2 ve nörodejeneratif” hastalıklar nedeniyle öldükleri açıklaması yapılmıştır.[87]

Uzmanların bu açıklamalarının uzantısında sorulması gereken ana soru, Türkiye’de ve dünyada koronavirüsten dolayı öldüğü söylenenlerle ilgili niçin otopsi yapılmamaktadır? Otopsi yapılmasını engelleyen küresel bir mekanizma mı vardır? Bu mekanizma Türkiye üzerinde de etkili midir?

Mevcut Aşılara Karşı Güvensizliğin Sebepleri

Kovid-19’dan dolayı üretilip servis edilen mevcut aşılara duyulan güvensizliğin ana sebeplerini aşağıdaki gibi özetleyebiliriz: Yukarıda belirttiğimiz, Sağlık Bakanlığı’nın koronavirüs salgını nedeniyle her gün yayınladığı istatistiklerle ilgili halkın kafasında oluşan sorulara tatmin edici cevapların verilmemesi ya da hiç cevap verilmemesi.   Geçmiş dönemlerde dünyada ve Türkiye’de salgınlarla ilgili yapılan açıklama ve uygulamaların daha sonra yanlış olduğunun anlaşılması. Pandemi ile hem bilim hem de siyaset dünyasının birbiri ile çelişen söylemleri, bir mutabakatın olmaması.

Geleneksel aşıların içerisine konan alum maddesinin gelecekte muhtemel yan etkilerinin neler olabileceğinin söylenmemesi. Geleneksel aşılardan olan Çin tarafından üretilen Sinovac aşısına (CoronaVac) “Çin aşısı” denmesi. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İnfeksiyon Hastalıkları Anabilim Dalı Başkanı ve İlaç Bilincini Geliştirme ve Akılcı İlaç Derneği Başkanı İsmail Balık, “Bunun aslında Çin aşısı diye adlandırılması yanlış oldu.  Bir negatif algı oluşmasına sebebiyet veriyor gibi hissediyoruz. Bu tip inaktif aşılar birçok ülke tarafından üretilebiliyor. Bu sebeple bu aşıya ‘Çin aşısı’ dememiz terminolojik olarak da doğru değil.”[88]

mRNA türü aşıların muhtevasında bulunan maddelerin neler olduğunun açık bir şekilde ifade edilmemesi, içlerinde barındırdıkları nanopartiküllerin varlığı ve dışarıdan programlanabilme özelliklerinden dolayı aşının gelecekteki yan etkilerine karşı ciddi endişelerin bulunması, Aşılarla ilgili dile getirilen endişelere yöneticilerin, ilgili birimlerin/kurumların tatmin edici bir cevap verme yerine susturmayı, tehdit etmeyi öne çekmeleri.

Aşıların kısa, orta ve uzun vadede olabilecek yan etkileri ile açık tatmin edici, güven verici bir açıklamanın yapılmamış olması. Aşı olacaklara imzalatılan formlarda aşı firmalarına ciddi bir sorumluluk yüklenmemesi. “Koronadan vefat etti” denilenlere otopsi yapılmasının yasaklanması.

AB ve ABD’nin geleneksel aşılardan olan Sinovac aşısını kabul etmemesi; AB ve ABD’de üretilen aşıları (BioNTech-Pfizer, Moderna ve AstraZeneca) yaptırmayanlara ülkelerine giriş izni/vize vermemeleri. Bu nedenle önemli bir insan unsuru, küresel salgın döneminde üretilen aşılara güvenmemektedir. İnaktif aşılarla, mRNA türü aşılar arasında tercih yapamamaktadır.

Türkiye’de her iki aşıyı üretenlerin kimlikleri, geçmiş dönemde yaptıkları aşıların sonuçları.  Bill Gates, Elun Musk, Rochefeller, Henry Kissenger, Harari ve bunların ekolünden olanların küresel salgın dönemindeki konuşmaları, “büyük sıfırlamadan” bahsetmeleri, “Dünyanın eski dünya olmayacağını” beyan etmelerinin oluşturduğu şuur altı. Bu şer mekanizmasının dünya nüfusunu azaltma konusunda geçmişte yaptıkları konuşmalar ve yaptıkları uygulamalar…

Aşıya Değil Mevcut Aşılara Karşı Olmak Olgusu

Bütün bunları kafasında sorgulayan insan unsuru, özünde aşıya karşı değildir. Yukarıda ifade edilen nedenlerden dolayı mevcut aşılara güven duymadığından karşıdır. Öncelikle bu gerçeğin görülmesi gerekmektedir. Bu konuda endişe taşıyanlar sadece sade vatandaşlar değil alanın uzmanları da endişelidir.

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın “İnaktif yöntemle üretilen aşılar daha güvenilirdir. Tarihte bilinen en iyi yöntem budur. Bunun uzun vadeli sonuçlarını biliyoruz. Virüsün genetik yoluyla geliştirilen mRNA aşıları kısa vadede iyi sonuç verdi. Ama orta ve uzun vadede nasıl bir etkisi olacağını bilmiyoruz.” demesi mRNA aşılarına insanların güvenmesini mi yoksa güvenmemesini sağlamaktadır?...

AB ve ABD ülkeleri yabancılara vize için BioNTech-Pfizer, Moderna ve AstraZeneca aşılarını olmayı şart koşması,[89] insanların Sinovac aşısına güvenmesini mi yoksa güvenmemesini mi sağlar? Bu gerçekleri göz önüne aldığımızda mevcut aşıları olmak istemeyenleri “aşı karşıtı” ilan etmek doğru mudur, adil midir? Kimin haklı, kimin haksız olduğunu hiçbir endişeye mahal vermeyecek şekilde ortaya koyacak çok adil/yüce bir mahkeme vardır elbette!

Devlet, milleti ikna edecek bilimsel toplantılar yapma yerine her seferinde baskı ile sonuca varmayı strateji olarak benimsemiş, aşı olmayanlara hayatı zindan edecek yasaklar dönemini başlatmış ve her geçen gün de kapsam alanını genişletmektedir. İnsanlar, gönül rızası ile değil, devletin dayatması, baskısı ve tehdidi sonucu kerhen aşı yaptırmak zorunda kalmaktadır.  Türkiye’yi yönetenler, aşı ile ilgili getirilen yasaklar yüzünden ciddi bir gayrimemnunlar kitlesi üretildiğini görmek zorundadırlar.  

Türkiye’de Yerli Aşının ve İlaç Sanayinin Aciliyeti

Türkiye, 1999 yılında aşı üretimini ve 2011 yılında da Hıfzıssıhha Enstitüsü’nü kapatmıştır. “Devletin elindeki iki ilaç fabrikası kapatılmıştır.”[90] Özelleştirme ya da ithal etme devletin temel politikalarından biri hâline gelmiştir. Dost ve/veya stratejik ortak ve/ veya model ortak kabul edilen AB, ABD ve İsrail ile gerilim meydana gelip taahhüt ettikleri silahları, uçakları vb. şeyleri vermediklerinde, Türkiye kendi içerisine dönüp bu alanlarda hem kamu hem de özel sektör olarak ciddi yatırımlar yapmış ve çok daha başarılı sonuçlar elde etmiştir. İHA’lar, SİHA’lar, füze sistemleri, tank ve diğer silahlar, Türkiye’de başarılı bir şekilde üretilir olmuştur. Her geçen gün dışa bağımlılık azalmaktadır.

Küresel salgın ile birlikte başlayan dönem, bir gerçeği daha görünür kılmıştır. Şer cephesinin (Siyonizm-ABD-İngiltere-İsrail) dijital diktatörlük olan yeni dünya düzenini kurabilmek için, tek dünya devleti, tek hükûmet, tek hukuk, tek din, tek eğitim, tek merkez bankası, tek para sistemine ilişkin projesini ve şehir devletleri projesini, “büyük sıfırlama” projesini hayata geçirebilmek için, Bill Gates’in tabiriyle “aşılama ve sağlık hizmetleri” üzerinden dünya nüfusu 500 milyon civarına düşürülmek istenmektedir. Küresel salgın bu amaçla başlatılmış ve yol boyu bu amaç için de kullanılmaktadır, kullanılmaya da devam edilecektir. Başlatılan biyolojik savaş dikkat çekmesin diye başlangıçtan bu yana büyük ve yoğun bir psikolojik savaş devreye sokulup ısrarla sürdürülmektedir.

Bu biyolojik savaşı yok edecek, psikolojik savaşı tersine çevirecek tüm insanlığı koruyabilecek güç ve potansiyel Türkiye’de mevcuttur. Bu nedenle Türkiye, yerli/millî aşı ve ilaç sistemini kurmalıdır. Bu potansiyel Türkiye’de vardır ve devlet bu potansiyelin farkına varmalıdır. Ovalı’ya göre Türkiye’de WHO listesinde “3 inaktif aşı (Acıbadem-Labcell, Kayseri ve Selçuk Üniversiteleri), 1 mRNA aşısı (Selçuk Üniversitesi), 1 DNA aşısı (Ege Üniversitesi), 2 Adenovirüs aşısı (Ankara ve Kayseri Üniversiteleri), 2 protein peptit aşısı (Boğaziçi ve Ege Üniversiteleri) ve 2 VLP aşısı (ODTÜ ve Bezm-i Âlem Üniversiteleri)” olmak üzere 11 aşı çalışması yer almaktadır.[91]

Bunların bir çatı altında toplanması gerekir. Bunun için devlet bünyesinde özel bir merkez kurulmalıdır. Bu merkezde görev alan bilim insanları özel olarak korunmalıdır. ASELSAN’da bilgisayar mühendislerinin öldürülmesi göz ardı edilmemelidir. Türkiye’de yerli aşı üretimi için seferberlik ilan edilmelidir. Türkiye’deki yerli aşı insanlık için daha güvenli olacağından, sadece Türkiye için değil, öncelikle İslâm dünyası sonra da mazlum milletler için çok ciddi tercih nedeni olabilecektir. Çünkü yaşanan süreç 3. Dünya Savaşı’nın biyolojik savaş boyutudur. Yerli aşı, “büyük sıfırlama” yapmak isteyenlere, “Koronavirüs salgını dünya düzenini sonsuza dek değiştirecek” (Henry Kissenger) diyenlere çok ciddi bir cevap olacak, yürüttükleri hem biyolojik savaş hem de psikolojik savaş tersine çevrilecektir. 21. asrın Firavunları olarak tarihin karanlığına gömüleceklerdir.


[1] Sun-Zu, Savaş Sanatı, çev. Ali Demir, Kastaş Yayınları, İstanbul, 2008, s.62.

[2] Bu yazıda ele alacağımız konunun daha iyi anlaşılabilmesi için daha önceden yazdığımız aşağıdaki makalelerin okunmasında fayda vardır: Burhanettin Can, “Biyolojik Savaş Üzerinden “Dijital Dünya Düzenini” İnşa Etmek-1”, Umran, sayı: 308, 2020, “Biyolojik Savaş Üzerinden “Dijital Dünya Düzenini” İnşa Etmek-2: “Kaostan Kaynaklanan Düzen Projesi”, Umran, sayı: 309-10, 2020,, “Biyolojik Savaş Üzerinden “Dijital Dünya Düzenini” İnşa Etmek-3: “Dünya Nüfusunun 500 Milyona İndirilmesi Projesi”, Umran. sayı: 311-12, 2020, “Biyolojik Savaş Üzerinden “Dijital Dünya Düzenini” İnşa Etmek-4: “Büyük Sıfırlama Projesi”, Umran. sayı: 321, 2021.

[3] Y., N. Harari, Homo Deus, çev. Poyraz Nur Taneli, Kollektif Kitap, İstanbul, 14. Baskı 2018; s. 53, 266, 239, 364;  http://www.diken.com.tr/homo-sapiensin-yazari-harari-gereksizler-diye-yeni-bir-sinif-doguyor/ 

[4] Ahmet Hamdi Çakıcı, “Türkiye'de 'Ailesiz Toplum Projesi”  http://ahmethakancakici.blogspot.com/2018/11/ailesiz-toplum-modern-family-ya-sonras.htmlhttp://ahmethakancakici.blogspot.com/2018/10/ailesiz-toplum-4-bi-acayip-aileler.html

[5]  R. Kurtoğlu,  Biyo-Politik Savaşlar İklim- Su- Gıda- GDO- Sağlık İstihbaratı, Destek Yayınları, İstanbul, 2016, s. 50-60.

[6]  Vikipedi Özgür Ansiklopedisi, İnsan Aşırı Nüfusu,

[7]  agy.

[8] Abdurrahman Dilipak, “İdeal Dünya Nüfusu Ne Olmalı?”;  Yeni Akit, 14 Ağustos 2017.

[9] J. Coleman, 300’ler Komitesi, Komplocular Hiyerarşisi, Destek Yayınları,  4. Baskı, 2016, s. 50-51, 34-35, 91-92, 147-157.

[10] R. Kurtoğlu, age., s. 50-60.

[11] A. Dilipak, agy.  https://www.webtekno.com/uzerinde-insan-nufusunu-500-milyona-indirin-yazili-korkunc-anit-h36928.html; Ayrıca bk. http://www.gizemligercekler.com/dunya-nufusunu-500-milyonun-altinda-tut

[12]  Ahmet Hamdi Çakıcı, agy.

[13] http://kritikesik.com/tag/edebiyatgazetesi/page/14/, Daniel Taylor, '”Vaccinate The World: Gates, Rockefeller Seek Global Population Reduction”, çev. Dr. Alp Bayraktar, yaklasansaat.com, 14 Eylül 2010.

[14] R. Kurtoğlu, age., s. 50-60.

[15] R. Kurtoglu, age., s. 50-60.

[16]  Soner Yalçın, Saklı Seçilmişler, Kırmızıkedi Yayınevi, İstanbul, 2017, s. 445-450, 34-2.

[17]https://www.aa.com.tr/tr/dunya/israilde-saglik-bakanliginin-oncelikli-kovid-19-hastalarini-iceren-belgesi-tartisiliyor/1810824

[18] Y.H. Harari, age. Burhanettin Can,  “İslâm Coğrafyası ve Küresel Savaş-2: “Küresel Savaş” Türkiye Üzerinden mi(!)? Çıkarılmak İsteniyor”, Umran, sayı: 278, 2017.

[19] Ömer Erdem, “Iskarta Hayatlar, Iskarta Hayatlar”, https://www.hurriyet.com.tr/kitap-sanat/iskarta-zamanlar-iskarta-hayatlar-40962170

[20] Soner Yalçın, “Yeşil Devrim”, Sözcü, 12 Kasım 2014, Ahmet Hamdi Çakıcı, agy.

[21] Soner Yalçın, agy., Ahmet Hamdi Çakıcı, agy.

[22]  Soner Yalçın, “Yeşil Devrim”, Sözcü, 12 Kasım 2014, Ahmet Hamdi Çakıcı, agy.

[23] Soner Yalçın, “Yeşil Devrim”, Sözcü, 12 Kasım 2014, Ahmet Hamdi Çakıcı, agy.

[24] Ahmet Hamdi Çakıcı, agy., Abdurrahman Dilipak, agy.http://kritikesik.com/tag/edebiyatgazetesi/page/14/  Daniel Taylor, agy., Soner Yalçın, agy., Kürşad Berkkan, Corona ve Virüs Savaşları, Eftalya, İstanbul, 2020, s. 11-70, İsmail Tokalak, Dünyada İlaç ve Kimya Terörü, Ataç Yayınları, İstanbul, 2019, s. 173-175, 200-215.

[25] Guyton, A.H., Hall, J., E., Tıbbi Fizyoloji, Nobel Tıp Kitapevleri, 11. Basım, 2007, s. 3-40.

[26] Şeminur Topal, Değiştirilen Gen mi?, Sen mi?, Evren mi?, Yeni İnsan Yayınevi, İstanbul, Eylül 2007, s. 9-22.

[27] Ferit Pehlivan, Biyofizik, Hacettepe-TAŞ, Ankara, 1997, s. 40.

[28]  Guyton, A.H., Hall, J., E., age., s. 3-40, Ferit Pehlivan, age., s. 40.

[29] Şeminur Topal, age., s. 9-22.

[30] Guyton, A.H., Hall, J., E., age., s.  3-40,  Çağrı Mert Bakırcı, “mRNA Nedir? Aşılarda mRNA Nasıl Kullanılır?”18 Kasım 2020. https://evrimagaci.org/mrna-nedir-asilarda-mrna-nasil-kullanilir-9555

[31] Guyton, A.H., Hall, J., E., age., s. 3-40.

[32] Guyton, A.H., Hall, J., E., age., s. 3-40.

[33] Guyton, A.H., Hall, J., E., age., s.  3-40, Çağrı Mert Bakırcı, agy.

[34] Guyton, A.H., Hall, J., E., age., s. 3-40.

[35] Guyton, A.H., Hall, J., E., age., s. 3-40.

[36] Guyton, A.H., Hall, J., age., s. 3-40.

[37] Şeminur Topal, age., s.  9-22.

[38] U.H. Hüşan, Biyolojik Terör Riskine Karşı Tıbbi Müdahalenin Etkinliğinin İrdelenmesi ve Yerel Yanıtın Geliştirilmesi, Basılmamış Doktora Tezi Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2010, Kürşad Berkkan, age., s.  11-70,  İsmail Tokalak, age., s.  171-181.

[39]Ahmet Rasim Küçükusta, “Moderna'nın Aşısı Biontech'inkinden Daha Fazla Antikor Oluşumuna Sebep Oluyor”, İndependent Türkiye, 5 Eylül 2021.

[40] U. H. Hüşan, U.H., age. Kürşad Berkkan, age., s. 11-70, İsmail Tokalak, age., s. 171-181.

[41] F. Şahin, S. Demir, Virüsler, Viral Pandemileri Etkileyen Faktörler ve Sonuçları, Küresel Salgının Anatomisi, İnsan ve Toplumun Geleceği, TÜBA Yayınları, Ankara 2020, s. 57-76.

[42] F. Şahin, S. Demir, age., s. 57-76.

[43] İsmail Tokalak, age., s. 171-181, Kürşad Berkkan,11-70, Guyton, A.H., Hall, J., E., age., s. 18-19.

[44] İsmail Tokalak, age., s. 171-181, Kürşad Berkkan, age., s. 11-70.

[45] F. Şahin, S. Demir, age., 57-76.

[46] Nevan Krogan(Niceliksel Biosciences Enstitüsü Direktörü Kaliforniya Üniversitesi, San Francisco) COVID-19 tedavisi zaten mevcut olabilir, 20 Mart 2020, https://www.livescience.com/covid-19-treatments-might-exist.html

[47] İsmail Tokalak, age., s.  171-181, Kürşad Berkkan, age., s. 11-70, F. Şahin, S. Demir, age., 57-76.

[48] F. Şahin, S. Demir, age., 57-76.

[49] B. Orhan Doğan, Living English Dictionary, İngilizce-Türkçe, Türkçe-İngilizce Sözlük, Kılavuz yayınları, İstanbul, 2013.

[50]F. Şahin, S. Demir, age., 57-76.

[51] Şeminur Topal, age., 9-22.

[52] F. Şahin, S. Demir, age., 57-76.

[53] https://www.sozcu.com.tr/2020/gundem/yeni-asi-tartismasi-inaktif-asi-mi-mrna-asisi-mi-uzmanlar-yanitladi-6153670/?utm_source=dahafazla_haber&utm_medium=free&utm_campaign=dahafazlahaber

[54] https://odatv4.com/bakan-bey-keske-diger-asilardan-bahsederken-24112015.html

[55] İsmail Tokalak, age., 173-175, 200-215.

[56]  https://odatv4.com/bakan-bey-keske-diger-asilardan-bahsederken-24112015.html https://www.sozcu.com.tr/2020/gundem/yeni-asi-tartismasi-inaktif-asi-mi-mrna-asisi-mi-uzmanlar-yanitladi-6153670/?utm_source=dahafazla_haber&utm_medium=free&utm_campaign=dahafazlahaber

[57] Çağrı Mert Bakırcı, agy.

[58] Çağrı Mert Bakırcı, agy.

[59] Çağrı Mert Bakırcı, agy.

[60] https://www.ntv.com.tr/galeri/saglik/mrna-asisi-ile-ilgili-dogru-bilinen-yanlislar,YJH3jlkSVEKr7jrhCfl3FQ

[61] https://www.ntv.com.tr/galeri/saglik/mrna-asisi-ile-ilgili-dogru-bilinen-yanlislar,YJH3jlkSVEKr7jrhCfl3FQ

[62] Serpil Özkan, Herkesin Dikkatine,  https://threadreaderapp.com/thread/1384923477585575939.html.

[63] https://www.5gvirusnews.com/saglik/eski-pfizer-calisani-uyardi-h628.htmlhttps://newsvoice.se/2021/07/karen-kingston-covidvaccinerna-grafenoxid/

[64] https://www.5gvirusnews.com/saglik/iste-sakincalari-h372.html   

[65] Hüseyin Vodinalı, “Aşıyla İlgili Yanıt Bekleyen Sorular”, Veryansın TV. 17 Kasım 2020.

[66] https://odatv4.com/bakan-bey-keske-diger-asilardan-bahsederken-24112015.html https://odatv4.com/hangi-asi-09122055.html  Arslan Bulut, “Şimdi Bütün Aşılar Sil Baştan!”, Yeniçağ, 23 Aralık 2020.

[67] https://www.sozcu.com.tr/2020/gundem/yeni-asi-tartismasi-inaktif-asi-mi-mrna-asisi-mi-uzmanlar-yanitladi-6153670/?utm_source=dahafazla_haber&utm_medium=free&utm_campaign=dahafazlahaber 

[68] Osman Müftüoğlu, “Aşı Hakkında Her Şey”, Hürriyet 22 Kasım 2020.

[69] Ufuk Coşkun, 10 May 2021, “Covid, PCR ve Aşılar Üzerine Bir Söyleşi”, Milat, 10 Mayıs 2021.

[70] Arslan Bulut, “Aşı Olanlardan Alınan ‘Onam’ İmzası!”, Yeniçağ,  6 Şubat 2021.

[71] Arslan Bulut,  agy.

[72] Arslan Bulut,  “Aşıdan Önce Testi Konuşmak Gerekir!”, Yeniçağ, 21 Aralık 2020.

[73] Temel Yılmaz, “Dördüncü Dalga Kapımızda; Devlet Denenmiş, Etkili Olmamış Önlemler Yerine Daha Stratejik Kararlar Almalı”, Habertürk, 05.07.2021.

[74] Arslan Bulut, “DSÖ'nün övgüsüne mazhar olmak iyi bir şey mi?”, Yeniçağ, 9 Ocak 2021.

[75] Arslan Bulut, “Şimdi Bütün Aşılar Sil Baştan!”, Yeniçağ,  23 Aralık 2020.

[76] Aslan Bulut, “Bütün Dünya Aptal da Bir Tek Siz mi Akıllısınız?”, Yeniçağ, 26 Kasım 2020.

[77] Arslan Bulut, “Şimdi Bütün Aşılar Sil Baştan!”, Yeniçağ,  23 Aralık 2020.

[78] https://www.haberturk.com/yazarlar/muharrem-sarikaya/3024536-asinin-verdigi-sahte-guvenlik

[79] Arslan Bulut, “Bu Bir Aşı Değil, ‘Zombi’ İğnesi!”, Yeniçağ, 23 Kasım 2020.

[80] Arslan Bulutagy.

[81] 5gvirusnews Haber Merkezi İstanbul-Araştırma / 23 Aralık 2020

[82] https://www.5gvirusnews.com/saglik/adli-profesorden-katil-virus-yok-h39.html

[83] https://www.5gvirusnews.com/saglik/otopsi-ile-asi-baglantisi-h404.html

[84] https://www.coronagercegi.com/post/kovid-sayimi 

[85] https://www.milliyet.com.tr/egitim/veteriner-hekimlerin-korona-mucadelesi-6185421

[86]https://rairfoundation.com/renowned-forensic-doctor-destroys-media-killer-virus-lies-nobody-has-died-of-covid-19-in-hamburg-without-previous-illness-watch/

[87] https://www.5gvirusnews.com/saglik/italyada-olu-yalan-soylemez-h64.html

[88] https://www.sozcu.com.tr/2020/gundem/yeni-asi-tartismasi-inaktif-asi-mi-mrna-asisi-mi-uzmanlar-yanitladi-

[89] Arslan Bulut, “Köpek Pasaportu ve Aşı Pasaportu!”, Yeniçağ, 5 Mart 2021.

[90] https://www.evrensel.net/haber/432931/prof-dr-murat-civaner-asiyi-ureten-insanlik-patentleyip-satan-sirketler 

[91] https://odatv4.com/bakan-bey-keske-diger-asilardan-bahsederken-24112015.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...