1 Şubat 2021 Pazartesi

Küresel Satranç Tahtasında Kurulan Oyunu Bozmak-2 KUR’ÂN-I KERİM EVRENSELDİR VE ALLAH’IN KORUMASI ALTINDA KİYAMETE KADAR TÜM İNSANLIĞI AYDINLATACAKTIR

 

(Umran Dergisi Şubat 2021 Yazısıdır)

“And olsun, biz bu Kur’ân'da -belki öğüt alıp düşünürler diye- insanlar için her bir örnekten verdik.”  (39 Zümer 27)

Geçen yazıda, Mustafa Öztürk’ün tartışmaya konu olan konuşmalarına ilişkin dört videonun (1. 40-45 dakikalık orijinal konuşma videosu, 2. Bu videolardan çıkarılan yaklaşık 2 dakikalık bir video, 3. Orijinal metin türetilen yaklaşık 9 dakikalık bir video, 4. Ruşen Çakır ile yapılan yaklaşık 40 dakikalık bir röportaj videosu) genel bir dil ve muhteva analizi yapıldıktan sonra sadece “Kur’ân’ın manası Allah’ın, lafzı ise Peygamberindir: Kur’ân, Allah kelamı olamaz!” görüşü ele alınıp değerlendirilmiştir.

Bu yazıda, Mustafa Öztürk’ün söz konusu video konuşmasında yer alan “Kur’ân'da 23 sene Velid bin Muğîre aşağı, Âs b. Vâil yukarı deyip bütün kadrajını Hicaz-Taif-Medine'ye sıkıştırmış. İnsanlığa son söyleyeceği sözün çapı oradaki 3-5 lavuk müşrik.” iddiası ve hattâ ithamı ele alınıp değerlendirecektir.

Kur’ân, âlemlerden, galaksilerden, Ay’dan, yıldızlardan, Güneş’ten, okyanuslardan, dağlardan, denizlerden, nehirlerden, ovalardan, çiçeklerden, hayvanlardan, bulutlardan, yağmurdan bahsetmeyen bir kitap mıdır?

Mustafa Öztürk’ün söz konusu video konuşmasında kullandığı aşağıda verilen ifadelerin değerlendirilmesinde fayda vardır:

“Tanrı güncel politiğin, sosyolojinin içine girmez. Gorion/Orion Takım Yıldızı’na bak, Andro Medaya bak, Samanyolu’na bak, National Coğrafik’e git, Okyanusun diplerine bak, kutuplara bak, çiçeğe bak, Boğaz’da erguvana bak, bir de Kur’ân’a bak, Kur’ân 23 sene Velid bin Muğîre aşağı Âs bin Vâil yukarı deyip bütün kadrajını Hicaz-Taif-Medine'ye sıkıştırmış. İnsanlığa son söyleyeceği sözün çapı oradaki 3-5 tane lavuk müşrik. Ve o müşriğe Kur’ân'da öyle küfürler var ki. Bir tanesini okuyayım mı size? Kalem Suresi... (3-4 âyet okuduktan sonra) Hem ‘kel’ hem ‘fodul' ve -badezâlik- üstüne üstük zenîm 'piç' ifadesi kullanılıyor. Onu tabii meale öyle yazamazsın, soysuz diyeceksin!

Aç, adres vereyim aç, Ferrâ’nın Meâni’l Kur’ân’ını aç. İbn-i Kuteybe’yi aç! Nereyi açarsan aç! Nesebi bilinmeyen, onun bunun çocuğuna 'zenim' denir, Arapçada. Bu Allah dili olabilir mi? İnsani dil olamaz mı? Olabilir. Yanmış canı. Feverandır olabilir. Olabilir üstadım, olabilir.”

Mustafa Öztürk’ün iddiasına göre;

Gerçekten Kur’ân, insanlığa bir şey söylemiyor mu (!).

Gerçekten Kur’ân, “23 yıl Hicaz-Taif-Medine' hattına sıkışmış (!)”, “3-5 tane lavuk müşrike mi” söz söylüyor. O sözler de “küfürden” ibaret midir (!)?

Gerçekten Kur’ân, galaksilerden, denizlerden, yağmurdan, bulutlardan, okyanuslardan bahsetmiyor mu?

Gerçekten Kur’ân, insanı ve çok farklı insan unsurlarını bize sunmuyor mu?

Gerçekten Kur’ân, yerin ve göğün sırları konusunda bir şey demiyor mu?

Gerçekten Kur’ân, hayvanlardan, çiçeklerden, meyve ve sebzelerden bahsetmiyor mu?

Gerçekten Kur’ân, ilim ve teknolojiden bahsetmiyor mu?

Gerçekten Kur’ân, madenlerden bahsetmiyor mu?

Gerçekten Kur’ân, taşlardan, dağlardan, ovalardan bahsetmiyor mu?

Gerçekten Kur’ân, “Ant olsun, bu Kur’ân'da insanlar için Biz her örnekten çeşitli açıklamalarda bulunduk.” (18 Kehf 54) ayetine uygun bir muhtevada değil mi?

Gerçekten Kur’ân, “Ant olsun, biz bu Kur’ân'da, belki öğüt alıp-düşünürler diye, insanlar için her türlü misali/örneği verdik.” (39 Zümer 27) ayetinde geçen öğüt alıp düşünmemizi sağlayacak misaller/örnekler vermemekte midir?

Bu yazıda, bu soruların cevabını, Kur’ân-ı Kerim kapsamında arayacağız.  O nedenle, ortaokul dönemimde Anadolu’da sağlam imanın bir göstergesi olarak ifade edilen “kocakarı imanının” çok harika bir temsilcisi olan rahmetli babaannemle yaşadığım bir anının muhtevası ile konuya girmek istiyorum.

Bir Yolcu: “Dedi Ey Taş Niçin Ağlarsın Sen Böyle?”

Rahmetli babaannem 90 yaşlarında “dini bütün” bir kadın, hemen hemen her gün bir ağıtı yüksek sesle söyleyerek ağlardı, gözlerinden yaşlar boşanırdı. Babaannemin ağıtı “bir yolcu ile ağlayan taş arasındaki konuşmayı” esas almıştı. Bir yolcu, yolda giderken yol kenarında bulunan büyük bir taşın ağladığını işitmiş ve onunla konuşmaya başlamıştır:

“Yolcu: Dedi ey taş niçin ağlarsın sen böyle?”

Taş: Geçenlerde iki yolcu oturdular civarımda.

Dediler ki ol cehennemde yanar insanlarla taşlar.

O günden beri akar gözlerimden yaşlar.

Acep ne ola bunun dermanı, ilacı?”

Ortaokul yıllarında dinlediğim bu ağıtı, lise yıllarında da babaannemden işitince, Babaanneme itiraz ettim: “Nine taş nasıl yanar?” dedim. O nuranî yüzüyle gülümsedi ve “Allah dilerse yanar.” dedi. Nedense konu kafama takıldı. Hafız ve medrese mezunu hoca olan rahmetli babama sordum: “Nenem ne diyor, taşlar yanar mı? Baba.” Rahmetli babam: “Kur’ân’da ayet var. Bir ara gösteririm sana, konuşuruz.” dedi. Fakat bir türlü bir araya gelip ayeti göremedim, konuyu tartışamadık. Aradan yıllar geçti ve İstanbul Teknik Üniversitesi Nükleer Enerji Enstitüsü’nde (İTÜNEE) asistan olarak çalışmaya başladım. 1977-1980 döneminde İTÜNEE’de 250 kw’lık bir araştırma reaktörü (İTÜ TRIGA MARK-II), ABD General Atomic firması tarafından kurulmaktaydı. Ben elektrik-elektronik sorumlusu, reaktör operatörü ve işletme şefi olarak sistemin kuruluşunda ve işletilmesinde çalışıyordum. Nükleer yakıtların/“yakıt çubuğunun”, “reaktör kalbine” (nükleer yakıtlarını yerleştirildiği bölge) yerleştirilip çalıştırılmasına sıra geldiğinde, ABD’den özel bir ekip gelmişti. Gelen uzmanlar, yaklaşık 75 cm uzunluğunda, 10 cm çapındaki yakıt çubuklarını sırasıyla reaktörün kalbine, belli bir stratejiye bağlı olarak yerleştirmeye başlamışlardı. Tasarıma göre reaktöre 63 “yakıt çubuğu” yerleştirildiği zaman, “reaktör kritik olacak” (Özel bir kavram: nötron üretimi ile kayıplarının eşit olduğu bir yapı, kontrollü “fisyon” yapabilme özelliği) ve çalışmaya başlayacaktı. Hedef, 250 kw’lık bir güç düzeyine reaktörü çıkarmaktı. Sonra da “darbesel çalışma” (1200 mega wat) gösterilecekti. Reaktör kalbine 63 nükleer yakıt çubuğu konduğunda kumanda panelindeki/konsoldaki elektronik göstergelerde hiçbir kıpırdanma meydana gelmedi. Uzman ekip adeta şoka girmişti. Beklemedikleri bir durumdu. ABD’deki merkezle sürekli görüşmeye başladılar ve merkez, yedek yakıtların reaktör kalbine yerleştirilmesini söylemişti onlara. Eksik yakıtları tamamlama sözünü İTÜNEE yöneticilerine verdiler. 63 yakıtta çalışacak olan reaktör, 69 yakıtta çalışmaya başladı, ibreler hareketlendi. Reaktör kademeli bir şekilde 250 kw güce çıkarıldığında ABD’li şef“Yakıtlar yanmaya, reaktör çalışmaya başladı.” deyip sevinçle ayağa fırladı. Reaktörü “otomatik çalışma moduna” alarak hepimizi, reaktörün bulunduğu yere davet etti. 5 metre suyun altında reaktör kalbi masmavi ışınlar yayıyordu. Su, mavi renkle kaplanmıştı. Bunlar “Cherenkov ışınları” dedi. “Reaktör kritik olup yakıtlar yanmaya başlayınca bu ışınlar meydana gelir.” “Yakıtların yanması” tabirini tekrar tekrar söyleyince, gayri ihtiyari daldım ve lise dönemine döndüm ve babaannemin ağıtı aklıma geldi. U235 bir maden olarak bilmeyenler için bir taştı ve “taş yanıyordu.” O anda Kur’ân-ı Kerim’i tarayarak ilgili ayetleri bulmaya karar verdim.

Eve dönünce yaptığım ilk iş, Kur’ân’ı tarayarak ayetleri bulmak olmuştu. Ve Kur’ân’da iki yerde cehennem yakıtının insanlar ile taşlar olduğu ifade ediliyordu:

“Eğer kulumuza indirdiğimizden (Kur’ân) şüphedeyseniz, bu durumda, siz de bunun benzeri olan bir sure getirin. Ve eğer doğru sözlüler iseniz, Allah'tan başka şahitlerinizi (kendilerine güvendiğiniz yardımcılarınızı) çağırın.” (2 Bakara 23)

“Ama yapamazsanız -ki kesin olarak- yapamayacaksınız. Bu durumda kâfirler için hazırlanmış ve yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten sakının.” (2 Bakara 24)

“Ey iman edenler, kendinizi ve yakınlarınızı ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır…” (66 Tahrim 6)

Ayetleri bulup çıkardıktan sonra yaptığım ilk iş, tefsirlerde bu nasıl izah ediliyor ve açıklanıyordu, onu araştırmak oldu. Rahmetli Elmalılı Hamdi Yazır, ayetin tefsirinde, “fenni bir açıklamayı” içerdiğine vurgu yapmaktaydı:

“Bu ayette “ve’l-hicâre” kelimesinin fenni bir açıklamayı içerdiğinde şüphe yoktur. Gerçi bu “hicâre”den kastedilen heykeller ve putlardır. Ve cehennem ateşinin tutuşturmaya sebep olan “Vekûd”ün insanlar ve ibadet edilen heykeller olduğu beyan ediliyor. Fakat aynı ifade de o çıra, kömür gibi ateş tutuşturan taşlar bulunduğunu da bildirmiş oluyor ki, fen adamları bunun “taş kömürleri” olduğunu söylüyorlar. “Vekûd”, ateş yakılan kibrit, ot, çöp, çıra, paçavra, odun ve diğerleri gibi şeylerin hepsi için söylenir.”[1]

Şu an insanlık, nükleer yakıtı bulmuştur; yarın daha başka malzemeden meydana gelen başka bir yakıt türü de bulabilir. Bugün nükleer reaksiyonu başlatıp yakıtın yanmasını sağlayan “Vekûd”/çıra, nötron’dur; yarın bir başka şey de bulunabilir. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli noktalardan biri, Elmalılı’nın belirttiği gibi bazı ayetlerin “fenni, teknik, mühendislik, tıp” gibi bilim alanları göz önüne alınarak tefsir edilmesinin gerekliliğidir. Böyle bir yaklaşımla, Müslümanlar ilmi çalışmalara yeni boyutlar/ufuklar açabilir. Genellikle müfessirlerimiz ayetleri yorumlayıp değerlendirdikten sonra özel bir not düşerler: “En Doğrusunu Allah bilir.” Kur’ân’daki her türlü ayetin tefsirine bu açıdan bakılmalı ve ekip çalışması yapılmalıdır. İnanıyoruz ki böyle bir yaklaşımla İslâm âleminde ve insanlıkta yeni bir çığır açılabilecektir.

Ağıtı tekrar tekrar incelediğimde daha önce dikkatimi çekmeyen bazı hususlar da dikkatimi çekmeye başladı. Babaannemin ağıtında sadece taşın yanmasından bahsedilmiyordu. Ağıtta ilginç ifadeler/konular dile getirilmekteydi: 1. Taşların görmesi ve gözyaşı akıtması, 2. Taşların konuşması, 3. Taşların işitmesi ve 4. Taşların hafızaya sahip olup duyduklarını, gördüklerini kaydetmesi.

Acaba bu konularla ilgili Kur’ân’da bir şey bulabilir miyim? sorusunu kendime sorup; Kur’ân’ı tekrar taramaya başladım. Ama bu kez, kendime göre, mühendislik, temel bilimler, tıp ve teknoloji alanlarına işaret eden ayetleri de yazdım.  Ağıtta geçen taşların konuşması, Kur’ân’da evrendeki her şeyin “Allah’ı tespih ettiği” olgusuyla karşılaşmama sebep olmuştur. Kur’ân’da, evrendekilerin Allah’ı tespih etmesini insanların kavrayamadığına özel bir vurgu da yapılmaktadır:

“Yedi gök, yer ve bunların içindekiler Onu tespih etmektedir; Onu övgü ile tespih etmeyen hiçbir şey yoktur, ancak siz onların tespihlerini kavramıyorsunuz…” (17 İsrâ 44)

“Bitki ve ağaç (Ona) secde etmektedirler.” (55 Rahman 6)

“…Taşlardan öyleleri vardır ki, onlardan ırmaklar fışkırır, öyleleri vardır ki yarılır, ondan sular çıkar, öyleleri de vardır ki Allah korkusuyla yuvarlanır. ...” (2 Bakara 74)

Diğer taraftan bu genel kanuniyetten ayrı olarak Hz. Davut’la ilgili bazı ayetlerde “dağların ve kuşların”, Hz. Davud’un zikrine iştirak ettiği ifade edilmektedir. Ayrıca Hz. Davud ve Hz. Süleyman’a da kuşlarla konuşabilme yeteneği ve becerisi verilmiştir. Ayetlerden ortaya çıkan tablo cansız denilen tabiat, bizim henüz anlayamadığımız, izah edemediğimiz bir canlılığa sahiptir. Allah’a ibadet etmekte, onu tespih etmekte, Hz. Davud’un zikrine de iştirak etmektedir:

“Biz bunu (hükmü) Süleyman’a kavrattık, her birine de hüküm ve ilim verdik. Davud ile birlikte tespih etsinler diye, dağlara ve kuşlara boyun eğdirdik. (Bunları) Yapanlar biz idik.” (21 Enbiyâ 79)

“Doğrusu biz dağlara boyun eğdirdik, akşam ve sabah onlar kendisiyle birlikte (Allah'ı) tespih ederlerdi.”

“Ve toplanıp gelen kuşları da. Hepsi de onunla (Allah'ı tespih etmede uyum içinde) yönelip-dönmekte olanlar idi.” (38 Sâd 18-19)

“Ey dağlar ve kuşlar! Davud tespih ettikçe siz de onu tekrarlayın diyerek and olsun ki, ona katımızdan lütufta bulunduk; «geniş zırhlar yap, dokumasını sağlam tut» diye ona demiri yumuşak kıldık. Ey insanlar! Yararlı iş işleyin; doğrusu ben yaptıklarınızı görenim.” (34 Sebe’ 10-11)

“Süleyman, Davud'a mirasçı oldu ve dedi ki: «Ey insanlar, bize kuşların konuşma-dili öğretildi ve bize her şeyden (bol bir nimet) verildi. Hiç şüphesiz bu, apaçık olan bir üstünlüktür.»”  (27 Neml 16-29)

Dağlar, bir taraftan Allah’ı tespih ederken diğer taraftan da bulutlar gibi hareket etmektedirler:

“Dağları görürsün de onları donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler. Her şeyi 'sapasağlam ve yerli yerinde yapan' Allah'ın sanatıdır (yapısı bu). Hiç şüphe yok O, işlemekte olduklarınızdan haberi olandır.” (27 Neml 88)

“Göğün sarsıldıkça sarsılacağı, dağların yürüdükçe yürüyeceği gün; işte o gün, daldıkları yerde eğlenip oyalanarak kıyameti yalanlayanlara yazık olacak!” (52 Tûr 9-12)

Dağlar hem konuşuyor hem de yürüyorlar. Bu ayetler, ağıttaki olguları teyit ediyordu. Ancak, bir sorunun daha cevabı verilmeliydi: “Taşın ya da evrenin-yerin hafızası var mıdır, bir kayıt sistemine sahip midir?” Bu soru en az diğerleri kadar önemliydi. Kur’ân’a göre yerin bir kayıt sistemi vardı ve her şeyi kaydetmekteydi:

“Yerküre kendine has sarsıntısıyla sallandığı, toprak ağırlıklarını dışarı çıkardığı ve insan «Ne oluyor buna!» dediği vakit, işte o gün (yer) Rabbinin ona bildirmesiyle bütün haberlerini anlatır.” (99 Zilzâl 1-8)

Keza, Hz. Muhammed (s.) bir hadisinde yerin şahitliğine dikkat çekerek müslümanları uyarmıştır:

Günah işlememek suretiyle kendinizi yerin şahitliğinden koruyu­nuz. Çünkü o sizin annenizdir. Kişi orada hayır veya şer hiçbir şey işlemez ki, Kıyamet Günü’nde yer onu haber vermesin.”[2]

Çok ilginç ve dikkat çekici olan bugün, galaksideki her şeyin, “kuantum bilgisayarlar” gibi çalışıp kayıt tuttuğuna ilişkin bilimsel çalışmaların yapılmış olmasıdır. İsmail Hakkı Aydın şunları söylüyor[3]:

“2017 yılındaki dünya beyin cerrahisi kongresinde vermiş olduğum konferansta, beyindeki hücrelerin haysiyet, namus, şeref ve onurundan bahsettim. Şimdi bugün diyorum ki uzaydaki galaksilerin, atomların, elektronların da haysiyeti, onuru ve şerefi vardır. Çünkü onların bir kayıt mekanizması var. Bir şey daha söyleyeyim Jürgen Schmidhuber diye bir profesör, bugün kayıt sistemini okumak için enerji sarf ediyor. Galaksi, kuantum bilgisayardır, diyor. İnsanlığın evveliyatından günümüze kadar olan bütün görüntüler, bütün konuşmalar, galaksi-daha doğrusu bu kuantum bilgisayarı- tarafından hard diske yüklenmiştir. …Jürgen Schmidhuber çalışmasında, belki yarın biz bunları okuyabileceğiz, çünkü hiçbir şey kaybolmuyor…”

Bütün bunları, rahmetli babaannemin, “Ula uşağum, yanlış iş yapmayun, yerin kulağı vardur.” sözü ile özetleyebiliriz. Tam bu noktada, Mustafa Öztürk kardeşimizin kendisi gibi iman etmeyenler için kullandığı, “Öküz gibi iman etmek zorunda değilim.” ifadesi adil ve doğru bir yaklaşım değildir?

İnsan yapımı konuşan radyolar, televizyonlar, kasetler, gramofonlar, bilgisayarlar, video çalarlar, robotlar vb. gibiler, hep doğadaki malzemeden yapılmış değiller midir? Google ve Yandex’ten yapılan yol tariflerinde bizimle konuşanlar bilgisayarlardır.

Mutlak güç ve kuvvet sahibi olan Allah, kâinata, konuşma, yazma yeteneğini veremez mi? O nedenle Kur’ân’daki bu ayetler ne semboliktir ne de mecazidir? Asıl sorun bu yetenekleri, kanuniyetleri İslâm âleminin bulamaması, keşfedememesi, teori ve teknoloji üretememesidir. Asıl sorgulanması gereken nokta burasıdır.

Öte âlemde, yüce mahkemede, yer şahitlik yapacağına göre, yere nazaran çok daha mükemmel bir şekilde “eşref-i mahlûkat olarak yaratılan” insanın kendi kendine şahitlik etmesi, söz konusu olamaz mı?  Kur’ân bu konuda ne demektedir bize?

Evet, insanoğlu, bu dünyada yaptığı her şeyin hesabını yüce mahkemede verirken savcılar iddianameyi (kendisi hakkında her türlü bilginin yer aldığı kitabı / amel defterini) kendilerine verdiklerinde, insanın bazı organları bizzat ait oldukları kişi hakkında şahitlik yapacaklardır. Ve bildikleri, kaydettikleri her bilgiyi yüce yargıca sunacaklardır:

“O gün, kendi dilleri, elleri ve ayakları aleyhlerinde yaptıklarına dair şahitlikte bulunacaklardır.” (24 Nûr 24)

“Sonunda oraya geldikleri zaman, onların işitme, görme (duyuları) ve derileri kendi aleyhlerine şahitlik edecektir.”

“Kendi derilerine dediler ki: «Niye aleyhimizde şahitlik ettiniz?»

Dediler ki: «Her şeye nutku verip-konuşturan Allah, bizi konuşturdu.

Sizi ilk defa O yarattı ve Ona döndürülmektesiniz.»”

“Siz, işitme, görme (duyularınız) ve derileriniz aleyhinizde şahitlik eder diye sakınıp-korunmuyordunuz. Aksine, yapmakta olduklarınızın birçoğunu Allah'ın bilmeyeceğini mi sanıyordunuz.” (41 Fussilet 20-22)

“Bugün, biz, onların ağızlarını mühürleriz; (günahtan ve sevaptan yana) kazanmakta olduklarını da elleri bize söylemekte, ayakları da şahitlik etmektedir.”  (36 Yâsîn 65)

Bu ayetlere göre insanların “elleri, dilleri, ayakları, işitme, görme ve dokunma (derileri) organları” insanın bizzat kendisi hakkında şahitlik yapacaklardır. Hafızaya kaydettikleri her şeyi yüce yargıca sunacaklardır.  İlginç ve dikkat çekici olan vücudun bütün organlarından ismi geçen bu altı organa, sinir sistemi üzerinden bir bağlantının olmuş olmasıdır. Yanı bu altı organ vücudun tüm organlarının yaptığı her şeyden haberdardır. Nitekim bugün kullanılan yeni bir tıbbı yaklaşımla, insanların ayaklarının altına elle dokunularak vücudun herhangi bir yerinde var olan bir hastalık tespit edilebildiği gibi, bu yolla geçirilen tüm hastalıklar da tespit edilebiliyor. Benzer bir tespit, kulağa takılan özel bir cihazla da yapılabilmektedir.

Bu şahitlik ayetleri ile verilen mesaj, bu organların diğer organlar hakkında bilgi sahibi olabilecek bir yapıya, donanıma sahip olduğu olgusudur. Arzu edilirdi ki, bütün bu olguları, teori hâline İslâm dünyası getirmiş olsun. Eğer geçmişte getirilmiş ise bunlar bulunup bugüne aktarılsın.  Buradan çıkarılabilecek çok önemli bir ders, Kur’ân ayetlerine farklı açılardan, bakabilme olgusudur. Çünkü bunlar Allah’ın ayetleri olup birer kanuniyetin tecellisidir.

Bütün bu ayetleri göz önüne aldığımızda, Kur’ân’ın sadece, “3-5 lavuk müşrike 23 yıl” boyunca hitap etmediği görülmektedir.

Gerçekte Kur’ân, kıyamete kadar yaşayan tüm nesillere hitap etmektedir.

“Gorion/Orion Takım Yıldızı’na bak, Andro Medaya bak, Samanyolu’na bak, National Coğrafik’e git, Okyanusun diplerine bak, kutuplara bak, çiçeğe bak, Boğaz’da erguvana bak, bir de Kur’ân’a bak,” diyerek eleştirilen Kur’ân’a bir de evren, kâinat açısından bakalım.  

Bu kardeşlerimizin Kur’ân’la ilgili söyledikleri doğru mu?

Bayburtlu Zihni ve Big-Bang

Fizikçi Prof. Dr. Feza Gürsoy Hocanın, tarihini şu an kesin olarak hatırlayamadığım, tahminen 1982-1983 arasında, “‘Big-Bang’ (Büyük Patlama) ile başlayan evrenin oluşumu” konulu bir konferansına, İTÜNEE’den teorik fizikçi bir doçent ağabeyimizle birlikte katıldım. Konferans, İTÜ Ayazağa Kampüsü, Fen Edebiyat Fakültesi konferans salonunda yapılmıştı. Büyük bir salon hıncahınç dolmuştu. Çünkü hoca dünya çapında etkin ve ünlü biriydi. O yıl itibariyle Nobel’e aday gösterilenler arasındaydı. Nobel Ödülü, bir iki oy farkıyla Pakistanlı fizikçi Abdusselam’a verilmişti.

Feza Hoca konuşmasında yol boyu ilginç anekdotlar sunmaktaydı. Feza Hoca, büyük patlamadan on üzeri eksi kırk üç (10-43) saniye sonra zaman ve mekânın ortaya çıktığını ifade ettikten sonra hiç beklenmedik bir şekilde Erzurumlu Emrah’ın, “Öyle bir demdeyim ki ne zaman var ne mekân” ifadesine atıfta bulundu. Salondan bir tepki gelmedi. Hoca konuşmasında Einstein’in ‘Big-Bang’ teorisine göre, ‘Büyük Patlama’ anında, 11 boyutlu bir uzayın olduğunu, ancak, bu 11 boyutun 7 boyutunun zamanla kaybolduğunu, geriye dört boyutunun (1. En, 2. Boy, 3. Yükseklik ve 4. Zaman) kaldığını ifade etmişti. Hocaya göre kaybolan her bir boyutun ne olduğunu bulan, izah eden Nobel Ödülü alabilecektir. Bu izahtan sonra Feza Hoca gene beklenmedik bir şekilde Bayburtlu Zihni’nin “Ey Dünya sen 11 başlı bir ejderha idin. 7 başını kestiler, 4 başın kaldı. Gene de ne baş edilmez bir belasın!” ifadesine atıfta bulundu. Ejderhanın başının sayısı ile ‘Big-Bang Teorisi’nin boyutlarının sayısı birbiri ile tam bir uyum içerisindeydi. Salonda “sinek uçsa kanat sesi duyulabilecek” tarzda bir sessizlik olduktan sonra; bir kişinin, “Hocam bu adamlar nereden biliyorlar bunları” demesiyle sessizlik bozuldu. Feza Hoca “ben bilmiyorum; ancak halk bunlara “abdal” derdi; biz fizikçiler de biraz abdalız.” cevabını vermişti.

Sorunun cevabını biliyordum, fakat cesaret edip kalkıp söyleyemedim. Hocaya sorulan sorunun cevabı Kur’ân’dı. “Taşın ağlaması” ile ilgili Kur’ân’ı incelediğimde teknolojik ve mühendislik boyutlu ayetlerinin hepsini, o günkü anlayışıma göre alıp tasnif etmiştim.

Kur’ân’da evrenin yaratılışına ilişkin ayetler, değişik yerlerde, değişik boyutlarda zikredilmektedir. Feza Hocaya sorulan sorunun da cevabı o ayetlerdeydi. Kur’ân-ı Kerim, evrenin yaratılışına, değişik boyutları ile, değişik yerlerde vurgu yaparak, ilgili ayetler, kanuniyetler üzerinden insanların tefekkür etmesini istemekte ve insanları iman etmeye çağırmaktadır. Ayetlerde ana amaç, hitap edilen insan unsurunun özellikleri göz önüne alınarak Allah’ın gücüne, kuvvetine, mutlak hâkim olduğuna vurgu yapılmakta, ilgili ayetlerdeki konulara bu nedenle atıfta bulunulmakta, bunların Allah tarafından konulan yasalara tabı olduğu ifade edilmektedir. Ayetlerde vurgulanan, dikkat çekilen kanuniyetler birer araçtı ve kanuniyetlerinin keşfedilmesi istenirken amaç, insanların iman edip hidayet yoluna ulaşmasıdır.

Kur’ân’a göre gökler ve yer, hak olarak insan için yaratılmıştır:

“Onun arşı su üzerinde iken amel bakımından hanginizin daha iyi olduğunu denemek için gökleri ve yeri altı günde yaratan odur…” (11 Hûd 7)

“Allah, gökleri ve yeri hak olarak yarattı; öyle ki, her nefis kazanmakta olduklarıyla karşılık görsün. Onlara zulmedilmez.” (45 Câsiye 22)

Allah, gökleri ve yeri altı günde yaratmıştır:

“Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra da arşa istiva eden Allah'tır. Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, güneşe, aya ve yıldızlara kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratmak da emir de (yalnızca) onundur…” (7 A’râf 54)

Başlangıçta göklerle yer bitişik iken Allah onları ayırmış ve öncelikle yeryüzünü iki gün içinde tanzim etmiştir:

“O küfre sapanlar görmüyorlar mı ki, (başlangıçta) göklerle yer, birbiriyle bitişik iken, biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı?”

“Yer onları sarsmasın diye onun üstünde dağlar yarattık. Ve orada iniş yolları açtık. Ta ki (maksatlarına) ulaşabilsinler.” (21 Enbiyâ 30-31)

“De ki: ‘Gerçekten siz mi yeri iki günde yaratana (karşı) küfre sapıyor ve Ona birtakım eşler kılıyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir.’”

“Yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi, onu bereketli kıldı…” (41 Fussilet 9-10) (Ayrıca Bak: 10/3, 25/59; 32/4; 50/38; 57/4-6)

Allah yedi gök yaratmıştır:

Yeryüzü tanzim edildikten sonra Allah, iradesini göğe yönelterek iki gün içerisinde yedi göğü inşa etmiş, dünya göğünü yıldızlarla süsleyip yeryüzüne tavan yapmıştır:  

 “Sonra, kendisi duman hâlinde olan göğe yöneldi; böylece ona ve yere dedi ki: ‘İsteyerek veya istemeyerek gelin.’ İkisi de: ‘İsteyerek (itaat ederek) geldik.’ dediler.”

“Böylelikle onları iki gün içinde yedi gök olarak tamamladı ve her bir göğe emrini vahyetti. Biz dünya göğünü de kandillerle süsleyip-donattık ve bir koruma (altına aldık). İşte bu, üstün ve güçlü olan, bilen (Allah') in takdiridir.” (41 Fussilet 11-12)

“Allah Odur ki, gökleri dayanak olmaksızın yükseltti; onları görmektesiniz. Sonra arşa istiva etti ve güneş ile aya boyun eğdirdi, her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp gitmektedirler.” (13 Ra’d 2) (Ayrıca Bak: 2/22,29;15/20-22; 21/32; 55/7-9; 67/5; 71/16-20; 78/7-16)

Yedi kat gök arasında tam bir uyum ve düzen vardır:

“O, biri diğeriyle 'tam bir uyum (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)’ın yaratmasında hiçbir çelişki ve uygunsuzluk (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun?” (67 Mülk 3)

“«Görmüyor musunuz; Allah, yedi göğü birbirleriyle bir uyum (mutabakat) içinde yaratmıştır?»” (71 Nûh 15)

Allah, yedi gök arasına geçişleri sağlayan “yedi yol” yerleştirmiştir:

“Üstünüzde birinden diğerine geçilebilen yedi yol yarattık. Bu yarattıklarımızı başıboş bırakmayız.” (23/17; 51/7)

Bu yollardan, geçitlerden geçebilmek için “sultan bir güce” ihtiyaç vardır:

“Ey cin ve ins toplulukları, eğer göklerin ve yerin bucaklarından aşıp-geçmeye güç yetirebilirseniz, hemen aşıp-geçin; ancak 'üstün bir güç (sultan)' olmaksızın aşıp-geçemezsiniz.” (55 Rahman 33)

Güneş, ay ve tüm gezegenler birer yörünge üzerinde, belirli bir hesaba göre hareket etmektedirler:

“ 'Özen içinde yollar ve yörüngelerle donatılmış' göğe ant olsun” (51 Zâriyât 7)

“Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratan odur; her biri bir yörüngede yüzüp gitmektedirler.” (21 Enbiyâ 33)

“Güneş’in ve Ay’ın konumları ve hareketleri belirli bir hesaba dayanır.” (55 Rahman 5)

“Güneş de, kendisi için (tespit edilmiş) olan bir müstakarra doğru akıp-gitmektedir. Bu, üstün ve güçlü olan, bilen (Allah)’in takdiridir.

Ay'a gelince, biz onun için de birtakım uğrak yerleri takdir ettik; sonunda o, eski bir hurma dalı gibi döndü (döner).

Ne Güneş’in Ay’a erişip-yetişmesi gerekir, ne de gecenin gündüzün önüne geçmesi. Her biri bir yörüngede yüzüp gitmektedirler.” (36 Yâsîn 38-40)

Evren hâlâ genişlemeye devam etmektedir:

“Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz biz, (onu) genişletici olanlarız.” (51 Zâriyât 47)

Dikkat çekici olan bugün bilimsel çalışmalarda gelinen nokta, evrenin genişlediğidir:

“1998’den önce evrenin genişlemesinin, maddenin tümünün kütle çekim yüzünden yavaşladığı düşünülüyordu; tek sorun evrenin enerji yoğunluğunun genişlemeyi tersine çevirip bir “büyük çöküş”e yol açacak kadar büyük olup olmadığıydı. Görünür madde ile karanlık madde “kritik yoğunluğun” yaklaşık 3’te biri kadardır, dolayısıyla genişlemenin tersine döneceğine inananlar için karanlık madde problemi ile ilişkili olmayan ikinci bir “kayıp kütle” paradoksu vardır.

Bütün bu ekstra enerji nerededir?

Şaşırtıcı bir keşif ile bu problem tersyüz oldu, evrenin genişlemesi yavaşlamıyor aksine ivmeleniyordu. Öyle görünüyor ki, Newton kütle çekimi (evrensel çekim) çok büyük ölçekte doğru değildir-veya doğası itici olan ve bu durumda kütle çekimini yenen yeni bir kuvvet vardır. …Öyle görünüyor ki daha öğreneceğimiz çok şey var.”[4]

Gök, Allah tarafından azgın, kovulmuş şeytanlara karşı korunmaktadır:

“Hiç şüphesiz, biz dünya göğünü 'çekici bir süsle', yıldızlarla süsleyip-donattık.

Ve itaatten çıkmış her azgın şeytandan koruduk;

Ki onlar, Mele-i Alâ'ya kulak verip dinleyemezler ve onlar her yandan kovulur atılırlar; uzaklaştırılırlar. Onlar için kesintisiz bir azap vardır.

Ancak (sözü hırsızlama) çalıp-kapan olursa, artık onu da delip geçen 'yakıcı bir alev' izler (ve yok eder).” (37 Sâffât 6-10), (72/8, 9; 15/16-18)

Bütün bu ayetleri göz önüne aldığımızda, Kur’ân’ın sadece “3-5 lavuk müşrike 23 yıl” boyunca hitap etmediği görülmektedir. Gerçekte Kur’ân, kıyamete kadar yaşayan tüm nesillere hitap etmektedir.

 Bazı kardeşlerimizin “Gorion/Orion Takım Yıldızı’na bak, Andro Medaya bak, Samanyolu’na bak, National Coğrafik’e git, Okyanusun diplerine bak, kutuplara bak, çiçeğe bak, Boğaz’da erguvana bak, bir de Kur’ân’a bak,” diyerek eleştirdiği Kur’ân’a bir de aşağıda ele aldığımız konular açısından bakalım: 

Eş (Zevc-Çift-Parite) Olarak Yaratma

Kur’ân’da bildiğimiz ve bilmediğimiz her şeyin çift/eş/zevç/parite olarak, zıddı/antisi ile birlikte yaratıldığına özel bir vurgu yapılmaktadır:

“Yerin bitirmekte olduklarından, kendi nefislerinden ve daha bilmedikleri nice şeylerden bütün çiftleri yaratan (Allah çok) yücedir.” (36 Yâsîn 36)

“Ve biz, her şeyi iki çift yarattık. Umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz.” (51 Zâriyât 49) (Ayrıca Bak: 4/1; 13/3; 16/72; 26/7; 30/20, 21; 35/11; 36/36; 42/11; 43/12-13; 51/49; 53/45; 55/52; 75/39; 78/8 89/3.)

Her şeyin eş olarak (Pozitif-negatif, dişi- erkek) şeklinde var olması, parçacık fiziğinin ilgilendiği çok önemli bir alandır. Tüm parçaçıklar, (+ yük, - yük), (elektron-pozitron), (proton-antiproton), (pion-antipion), (muon-antimuon), (/nötrino-antinotrino), (kuark-antikuark) vb. şeklinde zıtları ile birlikte evrende bulunmaktadır[5],[6]:

“Her temel parçacığın, onunla aynı kütle ve spine sahip fakat zıt yüklü bir parçacık vardır.”

“Antiparçacık parçacıkla aynı kütle ve ömre sahip, ama zıt elektrik yüklü”

“Fotonlar ve gluonlar kütlesizdir.”

Bir parçacık kendi antiparçacığıyla karşılaştığında birbirlerini yok eder ve

tüm enerjileri foton şeklinde elektromagnetik ışımaya dönüşür.”

Diğer taraftan Dirac ve Schrödinger denklemlerinin daima biri pozitif, diğeri negatif olan iki çözümü vardır[7]:

“Dirac denklemi enerjileri göreli enerji formülü E– p2 c2 = m2 c4   ile verilen serbest elektronları betimler. Fakat denklemin çok rahatsız edici bir özelliği vardır: Her pozitif enerjili çözüme (E = +  p2 c2 +m2 c4) karşılık gelen bir de negatif enerjili çözümü vardır (E = - p2 c2 +m2 c4 ).”

Bu bir sorundu ve sorun Anderson’un pozitronu bulması ile çözülmüştür:

“…1931’in sonlarında Anderson’un elektronun pozitif yüklü ikizi olan ve Dirac’ın istediği bütün özellikleri aynen taşıyan pozitronu keşfi ile muhteşem bir zafere dönüştü.”

“…Dirac denklemindeki ikilemin kuantum alan kuramının engin ve evrensel özelliklerinden biri olduğu anlaşıldı: Her parçacık türüne karşı gelen aynı kütleli fakat zıt yüklü bir anti parçacığı olmalıdır. O hâlde Pozitron aslında bir anti elektrondur.” Antinötron da (yüksüz) ertesi yıl (1956 yılında) aynı yerde (Berkeley Bevatronu) keşfedildi.”

Bilim insanları evrenin yapı taşını, her şeyin anası olan tek bir parçacık aramaya devam ederken; daima karşılarına antileri ile birlikte çıkan yeni parçacıklara ulaşmışlardır. Çünkü bu, Allah’ın koyduğu “bildiğiniz ve bilmediğiniz her şeyi eş yarattım kanununun” bir sonucuydu. Tek ve mutlak hâkim âlemlerin Rabbi olan Allah’tı.

Bu olgu madde-anti madde olgusunun varlığını ortaya çıkarmaktadır[8]:        

“Her parçacığın bir antiparçacığı olması antimadde olasılığını da gündeme getirir. Normal madde ‘proton, nötron ve elektron’lardan oluştuğuna göre, antimaddenin de antiproton, antinötron ve pozitronlardan oluşması beklenir.

Gerçekten de (iki antiproton ve iki antinötrondan oluşan) antihelyum çekirdeği gözlenmiştir.

Normal maddenin olduğu yerde antimaddenin kararsız olması beklenir, fakat yalıtılmış hâlde kararlı olur.

“Buna göre, evrenin çok uzak bölgelerinde, tümüyle antimaddeden oluşan galaksilerin bulunması mümkündür; fakat bu tür galaksilerin varlığı konusunda henüz bir ipucu elde edilememiştir.”

“Buna göre, evrenin çok uzak bölgelerinde, tümüyle antimaddeden oluşan galaksilerin bulunması mümkündür.” ifadesini “güneş sisteminin müstakar bir noktaya doğru akıp gitmekte” olduğu ayeti kapsamında değerlendirdiğimizde, madde ve anti madde birleşiminin vuku bulması mümkün olabilir.

Bu konuların üzerinde durmamızın iki nedeni vardır:

1. Bütün bu teorik çalışmaları, modellemeleri, Kur’ân-Sünnet’ten hareketle niçin İslâm dünyasının yapmadığı, yapamadığı ya da geçmişte yapılmış ise niçin bugüne aktarmadığı gerçeğidir.

2. Mustafa Öztürk kardeşimizin iddia ettiği gibi “Kur’ân 23 yıl boyunca Medine-Taif-Hicaz bölgesine hapsedilmiş” ve “3-5 lavuk müşrike söz söylemiş” değildir.

Gerçekte Kur’ân-Sünnet, kıyamete kadar yaşayan tüm nesillere hitap etmektedir.

 “Gorion/Orion Takım Yıldızı’na bak, Andro Medaya bak, Samanyolu’na bak, National Coğrafik’e git, Okyanusun diplerine bak, kutuplara bak, çiçeğe bak, Boğaz’da erguvana bak, bir de Kur’ân’a bak,” dendiği için bu konulara girdik ve aşağıda girmeye de devam edeceğiz. 

İzafiyet Teorisi: Zamanın, Mekânın ve Kütlenin Hızla Değişimi

Kur’ân’da evrenin yaratılışı ile ilgili ayetleri incelediğimizdezamanın izafiliği ile ilgili dikkat çekici bir durum vardır:

“Onlar senden, azabın çarçabuk getirilmesini istiyorlar; Allah, va'dine kesin olarak muhalefet etmez. Gerçekten, senin Rabbinin katında bir gün sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.” (22 Hacc 47)

“Gökten yere her işi O evirip-düzene koyar. Sonra (işler), sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine Ona yükselir.” (32 Secde 5)

“Melekler ve ruh (Cebrail) Onun huzuruna bir günde çıkarlar ki onun miktarı elli bin yıldır.”  (70 Me’âric 4)

Dikkat çekici olan, Allah katındaki bir günün bizim dünyamızdaki iki farklı zaman dilimine tekabül etmiş olmasıdır:

  1. Bizim dünyamızdaki 1000 yıl Allah katında bir gündür.
  2. Bizim dünyamızdaki 50.000 yıl Allah katında bir gündür.

Secde Suresinin 5. ayetinde dikkat çeken nokta, Allah’a “işlerin yükselmesi” ifadesinin; Me’âric Suresinin 4. ayetinde ise “Meleklerin ve Cebrail’in Allah katına çıkması” ifadesinin kullanılmasıdır. Her iki ifadede ortak payda hızdır ya da hız olabilir.

Bu konu ile ilgili iki önemli vakaya daha Kur’ân’da yer verilmektedir:

  1. Bir gece, Hz. Muhammed (s.), Mescid-i Haram’dan  Mescid-i Aksa'ya götürülmüştür:

“Bir kısım ayetlerimizi kendisine göstermek için, kulunu bir gece Mescid-i Haram'dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa'ya götüren O (Allah), yücedir. Gerçekten O, işitendir, görendir.” (17 İsrâ 1)

  1. Hz. Süleyman zamanında Saba Melikesi Belkıs’ın tahtı, Yemen’den Hz. Süleyman’ın bulunduğu yere (muhtemelen Kudüs’e), Kitap’ta ilmi olan biri tarafından götürülmüştür:

“(Elçinin gitmesinden sonra Süleyman:) ‘Ey önde gelenler, onlar bana teslim olmuşlar (Müslüman) olarak gelmeden önce, sizden kim onun tahtını bana getirebilir?’ dedi.

Cinlerden İfrit: ‘Sen daha makamından kalkmadan önce, ben onu sana getirebilirim, ben gerçekten buna karşı kesin olarak güvenilir bir güce sahibim.’ dedi.

Kendi yanında kitaptan ilmi olan biri, dedi ki: ‘Ben, (gözünü açıp kapamadan) onu sana getirebilirim.’ derken (Süleyman) onu kendi yanında durur vaziyette görünce dedi ki: ‘Bu, Rabbimin fazlındandır, ona şükredecek miyim, yoksa nankörlük edecek miyim diye beni denemekte olduğu için (bu olağanüstü olay gerçekleşti)….” (27 Neml 38-40)

Bu iki olayın birinde Hz. Muhammed (s.) bir gecede Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya götürülüp geri getirilirken; ötekinde Saba Melikesi Belkıs’ın Tahtı Yemen’den Hz. Süleyman’ın yanına götürülmüştür (muhtemelen Kudüs’e). Melekler ve Cebrail’in bizim 50 bin yılımıza tekabül eden bir mesafeyi bir günde aldıklarını göz önüne aldığımızda, Kitap’ta yazılı ilme vakıf olan birinin, bir tahtı bir yerden bir yere götürmesi sorun değildir. Hz. Peygamberde ise doğrudan Allah’ın müdahalesi söz konusudur. Nasıl ve kiminle gittiği konusunda herhangi bir bilgi mevcut değildir.

Yukarıdaki ayetlerin tümünü göz önüne aldığımızda dört farklı durum vardır:

  1. İşlerin Allah katına yükselme zamanı,
  2. Meleklerle Ruhun (Cebrail) Allah katına çıkma zamanı,
  3. Hz. Peygamberin Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya götürülmesi zamanı,
  4. Saba Melikesi Belkıs’ın tahtının Yemen’den Hz. Süleyman’ın yanına götürülmesi zamanı (a. Cinlerden İfrit’in getirme zamanı; b. Kitaptan ilmi olan birinin getirme zamanı).

Ayette geçen “işlerden” kastedilenin iyi analiz edilmesi gerekmektedir. Müfessirlerin bu konuya açıklık getirmesinde fayda vardır. Muhtemelen mekân olarak yeryüzünden Allah katına bir yükselme söz konusudur. Meleklerin nurdan yaratıldığını, insanın da topraktan yaratıldığını biliyoruz. Meleklerin ve Ruhun, konumu, kütlesi ve hızı konusunda bir fikrimiz yoktur. Hangi konumdan Allah katına bir günde çıkmakta olduklarında bir açıklık yoktur. Bu sorunun cevabı belki de, meleklerle ilgili tüm ayetlerin analiz edilmesinde gizli olabilir. Hz. Peygamberin ve Belkıs’ın tahtının konumu, kütlesi yaklaşık olarak bellidir. Götürüldükleri mesafe de bellidir.

Dikkat çekici olan İfrit ile Kitaptan ilmi olanın sahip oldukları bilgi ve bilginin eyleme dönüştürülmesi, gücü ve yeteneğidir. Benzer bir şekilde bugün, ışınlama adı altında bir cismin bir yerden başka bir yere götürülmesi çalışmaları yapılmaktadır.

Bütün bunları göz önüne aldığımızda “zaman, kütle, mesafe ve hız” arasında özel bir ilişkinin olduğunu söyleyebiliriz.

Bugün fizikte formüle edilen ve Lorenzt dönüşümleri denilen dönüşümler, hıza bağlı olarak zamanın, mesafenin ve kütlenin değiştiğini göstermektedir. Referans alınan hız, ışık hızıdır. Kütle hızla artmakta, mesafe büzülmekte ve zaman artmaktadır.[9],[10],[11]

Nurdan ve nardan yaratılmış varlıkların kütleleri konusunda herhangi bir bilgimiz yoktur.

“Gorion/Orion Takım Yıldızı’na bak, Andro Medaya bak, Samanyolu’na bak, National Coğrafik’e git, Okyanusun diplerine bak, kutuplara bak, çiçeğe bak, Boğaz’da erguvana bak, bir de Kur’ân’a bak,” dendiği için bu konulara girdik ve aşağıda girmeye de devam edeceğiz.

Dağların Yürütülmesi ve Deprem Vakası

Evrenin yaratılışı ile ilgili ayetlerde dağlara yüklenen fonksiyonlara yer verilmektedir. Dağlar, insanların sarsılmaması için birer denge unsuru olarak kazık gibi yerleştirilmiştir:

“Biz yeryüzünü bir döşek, dağları da birer kazık yapmadık mı?” (78 Nebe’ 6-7)

“Ve O, yeri yayıp uzatan onda sarsılmaz-dağlar ve ırmaklar kılandır. Orada ürünlerin her birinden ikişer çift yaratmıştır; geceyi gündüze bürümektedir. Şüphesiz bunlarda düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır.” (13 Ra’d 3) (Ayrıca Bak: 15/9; 16/15; 21/31; 41/10; 50/7; 79/32).

Bugünkü bilimsel çalışmalara göre “Yeryüzündeki ve deniz dibindeki dağların hepsi kazık şeklinde” olup “yeryüzünün dengesini sağlamada önemli bir rol icra etmektedirler”.[12]

İlginç olan, birer denge unsuru olan dağların, “bulutların sürüklenmesi” gibi hareket ettiğidir:

“Dağları görürsün de onları donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler. Her şeyi 'sapasağlam ve yerli yerinde yapan' Allah'ın sanatıdır (yapısı bu)” (27 Neml 88). “Ve dağlar bir yürüyüş ile yürüyüverir (52 Tûr 10).

Diğer taraftan Kur’ân “yerin yarıklı” olduğunu ifade etmektedir:

“Dönüşlü olan göğe ant olsun, yarıklı olan yere de ki o, tam bir biçimde ayırt eden bir sözdür, o bir şaka da değildir.” (86 Târık, 11-12)

“Dağların yere çakılı olması” ile “bulutlar gibi sürüklenmesi” ve “yerin yarıklı olması” arasındaki ilişkiyi göz önüne aldığımızda, bugün “Levha tektoniği”/“kıtasal tektonik”/“kıtasal sürüklenme” denilen bir olayı, daha kolay anlama imkânımız vardır:

“Yeryüzünde birbirine yakın-komşu olan kıtalar vardır.” (13 Ra’d 4)

Bugün yerkürede, “levha tektoniği” denilen “taşküre levhalar” bulunmaktadır.[13][14] Levha tektoniğine gö­re bugün yerkürede Avrasya, Afrika, Amerika Antartika, Hindistan ve Büyük Okyanus levhaları olmak üzere 6 ana levha bulunmaktadır. Bu ana levhalardan başka Adriya, Ege, Arabistan, Karayib gibi belli sayıda da mikro levha bulunmaktadır. Kıtalar, bu taşküre levhalar tarafından sürüklenmektedir. Dağlar da levha sınırlarında oluşmaktadır. Çeşitli sıradağ tipleri ile çe­şitli levha sınırları vardır.Makro ve mikro levhaların sürüklenme esnasında birbirlerinin sınırlarına tecavüz etmesi, deprem, yer sarsıntısı, zelzele dediğimiz olaya neden olmaktadır.

Allah, dağların hem denge unsuru olması ile birlikte sürüklenmesine, hem de yerin yarıklı, fay hatları ile dolu oluşuna yemin ederek dikkatimizi çekerken, gerçekte tehlikelere karşı da bizi uyarmış olmaktadır.  Görüldüğü gibi Kur’ân hem göklere hem de yere, yerde olanlara dikkat çekerek, göklerde ve yerde hâkim olan, geçerli olan kanuniyetleri keşfetmemizi ve keşfettiğimiz kanuniyetler üzerinde tefekkür ederek sırat-ı müstakime ulaşmamızı istemektedir.

“Gorion/Orion Takım Yıldızı’na bak, Andro Medaya bak, Samanyolu’na bak, National Coğrafik’e git, Okyanusun diplerine bak, kutuplara bak, çiçeğe bak, Boğaz’da erguvana bak, bir de Kur’ân’a bak,” diyen kardeşimiz, Kur’ân’a getirdiği eleştirilerde haklı değildir, adil de değildir…

Denizlerin Birbirine Karışması Engeli ve Denizlerde Var Olan “Kat Kat Karanlıklar”

Denizler- okyanuslar içinde çok özel gizemler barındırmaktadır (2/74, 164;6/6; 13/3; 16/ 14-15, 24; 39/40; 25/53; 27/61; 31/32; 35/12; 36/34; 45/12; 55/19-22). İçinde barındırdıkları nimetlerle, insanlara nimetler sunmaktadır. Çünkü denizler insanların emrine hizmetine verilmiştir. (16/14; 25/53; 35/ 12; 45/12; 55/22.) Denizlerle ilgili ayetler de zamanla keşfedilecek -bir kısmı keşfedildi- gizem dolu ayetlere rastlanmaktadır. Bunlardan birisi suyu tatlı olan deniz ile suyu tuzlu olan denizin buluşmasıdır:

“İki denizi (birbirine) salıp katan Odur; bu, tatlı, susuzluğu giderici, bu da tuzlu ve acıdır. İkisinin arasında (birbirlerine karışmalarını önleyen) bir engel (berzah) ve aşılmayan bir sınır koymuştur.” (25 Furkân 53)

“Ya da yeryüzünü bir karar yeri kılan, onun arasında ırmaklar var eden ve ona (yeryüzü için) sarsılmaz dağlar yaratan ve iki deniz arasında bir ara-engel (haciz) koyan mı? Allah ile beraber başka bir ilah mı? Hayır, onların çoğu bilmiyorlar.” (27 Neml 61)

“Birbirleriyle kavuşup-karşılaşmak üzere iki denizi salıverdi.”

İkisi arasında bir engel (berzah) vardır; birbirlerinin sınırını geçmezler.

Allah her şeyi bir kanuniyete göre yarattığına göre, bu iki denizin karışmamasını sağlayan bir kanuniyet vardır[15]:

“Prof. Dr. Hay: Akdeniz’in suları, Atlas Okyanusu’nun sularına, Atlas Okyanusu’nun suları da Akdeniz’in sularına karışır ama aralarında gerçekten bir engel vardır.  Her iki denizin suları karışmak için bu engelden geçerler. Engelden geçerken kendi özelliklerini kaybeder ve karışacağı suyun özelliklerini alır. Yanı Akdeniz’in suları, Okyanusun sularına karışmadan önce bu su engelinde kendi özelliklerini kaybedip, Okyanus suyunun özelliklerini kazanır ve Okyanus suyuna, Okyanus suyunun özellikleri ile karışmış olur. Aynı şekilde Okyanus suları da Akdeniz’in sularına karışmadan önce bu engelden geçerken kendi özelliklerini kaybedip, Akdeniz suyunun özelliklerini alır ve Akdeniz’e Akdeniz suyu olarak karışır. Böylece, hem iki su arasında karışmalarına engel vardır, sular birbirine karışmazlar hem de izah ettiğim şekilde karışırlar. Kur’ân’ın bu ifadesi müthiş!”

Gene Kur’ân, denizlerde “kat kat olan karanlıklara” dikkat çekerek insanları Allah’a iman etmeye çağırmaktadır:

“Küfre sapanlar ise; onların amelleri dümdüz bir arazideki seraba benzer; susayan onu bir su sanır. Nihayet ona yetişip-geldiğinde, onu bir şey olarak bulmayıverir ve kendi yanında Allah'ı bulur. (Allah da) Onun hesabını tam olarak verir. Allah, hesabı çok seri görendir.”

“Kâfirlerin amellerinin bir başka benzeri engin bir denizin karanlıklarıdır. Bu denizi üst üste binen dalgalar ve dalgaları da bulut örter. Orada karanlıklar üst üste binmiştir. Öyle ki insan elini uzatsa onu fark edemez bile. Allah'ın nur vermediği kimsenin nuru olamaz.” (24 Nûr 39-40).

Kâfirlerin amellerinin benzetildiği “denizlerdeki kat kat karanlık” nedir ve nasıl oluşmaktadır? [16]

Prof. Dr. Dorga Prasada Rao: Derin denizlerdeki bu tabakalar hâlindeki karanlıkların iki sebebi vardır:

Birinci sebep: Renklerin tabakadan tabakaya kaybolmasıdır. Işık bilindiği gibi yedi renkten oluşur. Bu yüzden ışık suya inince yedi renge ayrılır. Her renk suyun bir tabakasında kalır. Suyun en üst tabakası kırmızı rengi emer. …İkinci tabakada portakal rengini emer. Elli metre derinlikte yeşil rengin emildiği görülür. Yüz metre derinlikte yeşil rengin yarısı görülür. Bundan sonra mavi rengin emildiği görülür. Demek ki yeşil rengin karanlığı ancak yüz metre derinlikte oluşur. Sarı rengin karanlığı elli metrede oluşur.  Sarıdan önce portakal rengi ve kırmızı rengin karanlıkları vardır. Her rengin tabakasında oluşturduğu karanlıklar kat kat ve üst üstedir. Aşağısı tamamen karanlıktır.

İkinci sebep: Bu kat kat karanlıkların ikinci sebebi ise ışığın önündeki engellerdir. Güneşten inen ışık önce bulutlarda emilmektedir. Bu birinci karanlıktır. Işık suya inince suyun üzerinden geriye yansır ve biraz daha emilmiş ve parıltısı azalmış olur. Işığın geriye aksetmesi de dalgaların gücüne bağlıdır. Bu ise ışığın ikinci kez azalmasına yol açar ki ikinci karanlıktır. Sonra ışık aşağıya iner. Denizin burada yine iki tabakaya ayrıldığını görürüz. Biri yüzeysel kısmı öteki de derin kısmıdır.

Denizin yüzeysel kısmında belli bir ışık ve ısı vardır. Derin kısmı ise karanlık ve soğuktur. İşte bu iki tabaka arasında sıcak bir dalga vardır. Bu denizin aydınlık kısmı ile karanlık kısmı arasındaki sıcak dalga ancak 1950 senesinde keşfedilmiştir. Bu dalganın altındaki kısımda karanlık başlar. Hatta balıklar dahi o bölgede gözleriyle göremezler.

Aşağıdan suyun dibinden bakıldığında karanlık bölge birinci dalgadır, karanlık tabaka ile aydınlık tabaka arasındaki dalga ikinci dalgadır, denizin aydınlık tabakası üçüncü dalgadır; denizin yüzeyindeki gözlerimizle gördüğümüz dalga dördüncü dalgadır. Kat kat, üst üste dalgalar, onun üstünde bulut. Bu ışığın önündeki engellerin karanlıkları ve renklerin her tabakada oluşturdukları karanlıklar.”

Bu bağlamda, bulutların ve yağmurun oluşmasına Kur’ân’ın nispeten genişçe yer verdiğine dikkat çekmek istiyoruz. (2/57, 164, 210; 7/57, 160; 13/12, 24/40,43; 25/25; 27/88; 30/48; 35/9; 51/2; 52/44; 56/69; 78/14).

Öyleyse;

“Gorion/Orion Takım Yıldızına bak, Andro Medaya bak, Samanyolu’na bak, National Coğrafik’e git, Okyanusun diplerine bak, kutuplara bak, çiçeğe bak, Boğaz’da erguvana bak, bir de Kur’ân’a bak,” diyen kardeşlerimiz, Kur’ân’a getirdikleri eleştirilerde haklı değiller ve adil de değildir.

Görünürde Sade, Özünde Derin Mesajı/Anlamı Olan Ayetler

Kur’ân’da ayetlerden öyleleri vardır ki, görünürde son derece mesajsız, sadedir. İnsan ona bir anlam veremez. Hatta niye böyle söyleniyor da diyebilir. Bu tür ayetlerin o sade görüntüsüne göre daha başka ve derin anlamları vardır. Aşağıda bunlardan bir kesit sunacağız.

  1.  Biz onları (ashab-ı kehf) sağ yana-sol yana çeviriyorduk”

Ashab-ı Kehf ile ilgili aşağıdaki ayette çok sade bir ifade kullanılmaktadır:

“Sen onları uyanık sanırsın, oysa onlar (derin bir uykuda) uyuşmuşlardır. Biz onları sağ yana ve sol yana çeviriyorduk. Onların köpekleri de iki kolunu uzatmış-yatmaktaydı. Onları görmüş olsaydın, geri dönüp onlardan kaçardın, onlardan içini korku kaplardı.” (18 Kehf 18)

Ayette Ashab-ı Kehf’in “sağ yana, sol yana çevrildiği”, köpeklerinin de “iki kolunu uzatıp yattığı” ifadesi yer almaktadır. Normal şartlar altında görünür anlama bakarak böyle bir ifade Kur’ân’da yer almamalıydı, diye insan düşünebilir.

Kur’ân’da böyle bir ifadenin var olmuş olmasının mutlaka bir sebebi vardır. Ayet tıbbı bir tedaviye dikkat çekmektedir. Uzun süre bir tarafa yatmak, vücutta yaraların oluşmasına sebebiyet vermektedir. Yatalak hastaların sürekli olarak yatış konumlarının değiştirilmesinin sebebi budur. Sağlam insanların gece uyurken farkında olmadan sağdan sola, soldan sağa dönüp durması, işletim sistemimize yerleştirilen bir paket programın sonucudur. Köpek için ifade edilen “iki kolunu uzatıp yatma” konumu, köpek için yaranın olmamasını sağlayan bir konumdur.

  1. “Günahkâr Alın/Perçem”, “Alınlarından Yakalamak”

“Ben gerçekten benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. Onun, alnından yakalayıp denetlemediği hiçbir canlı yoktur… (11 Hûd 56)

“Hayır; eğer o, (bu tutumuna) bir son vermeyecek olursa, ant olsun, onu perçeminden tutup sürükleyeceğiz;” “O yalancı, günahkâr olan alnından.” (96 Alak 15-16; 55/41)

Görünür anlamı “secde etmeyen alın” olarak kabul edilmektedir. Secde etmediği için alın “günahkâr” olmuştur. Alın karar merkezi değildir. İnsanın karar merkezinin verdiği karara göre organlar gereğini yapmaktadır. Öyleyse bu ifadenin görünür anlamının dışında başka bir anlamı ya da işareti olmalıdır. Gerçekte beynin karar mekanizması, alnın tam arkasında bulunmaktadır.[17]

Muhtemelen ayet buna bir işaret olabilir.

  1. “Derileri Yanıp Döküldükçe, Azabı Tatmaları İçin Onları Başka Derilerle Değiştireceğiz.”

Bu dünyada küfredenlerin küfürlerinin derecesine bağlı olarak öteki dünyada cezalandırılacakları ve cezalandırılma şekilleri açıkça ifade edilmektedir. Yani, Allah öteki dünyada uygulanacak ceza hukuk sistemini, adaleti gereği, biz bundan haberdar değildik dememeleri için, insanlara bu dünyada hatırlatarak insanları uyarmaktadır. Aşağıdaki ayet, bu açıdan hem ilginç hem de dikkat çekicidir:

“Ayetlerimize karşı küfre sapanları şüphesiz ateşe sokacağız. Derileri yanıp döküldükçe, azabı tatmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz.” (4 Nisâ 56)

Ayette, “Derileri yanıp döküldükçe, azabı tatmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz.” ayetinde derilerin yanması ile acı arasında bir ilişki kurulmaktadır. Derilerde dokunma, sıcaklık, soğukluk ve acı duyumlarını alan algılayıcılar/sensörler/reseptörler mevcuttur.[18] Derinin yanması ile sensörler tahrip olduğu için insanlar acıyı algılayamazlar. Bu nedenle felçli hastalar, banyoya tek başlarına sokulmazlar. “Yeniden deri geçirmek” demek, aynı zamanda sensörleri yenilemek demektir.

  1. Parmak Uçlarını Toplamak

“Evet; onun parmak uçlarını dahi derleyip-(yeniden) düzene koymağa güç yetirenleriz.” (75/4)

Ayetinde “parmak uçlarına” özel bir vurgu yapılmaktadır. Neden?  Çünkü parmak uçlarındaki çizgiler her insan da farklıdır. Parmak uçları kişinin kimliğini belirleyen, tayın eden çok önemli bir özelliğe sahiptir. Poliste parmak uçlarının kaydının alınmasının sebebi budur.

  1. Hayvanlar İnsanlar İçin Yaratılmıştır ve Hayvanlarda İbretler Vardır (16/5-8,66,80; 22/33,36; 23/21-22,36; 36/71-73; 39/6; 40/79-80; 43/12-14)

Kur’ân’da değişik hayvanların isimlerine ve ürünlerine fayda ve zararlarına yer verilmektedir: Arı-Bal (16/68-69, 47/15), At (3/14; 8/60; 16/8; 38/31-33 59/6; Balık: 7/163; 16/14; 18/61-63; 21/87; 35/12; 37/142; 68/48), Bıldırcın (2/57; 7/160; 20/80), Çekirge (7/133; 54/7), Davar (23/21; 36/71), Deve (6/144; 7/40, 73, 77; 11/64; 12/65, 72; 17/59; 22/ 36; 26/155 54/27; 59/6; 77/33; 81/4; 88/17; 91/13), Domuz (5/60), Eşek (2/259; 16/8; 31/19; 62/5; 74/50) , Fil (105-1)  İnek (2/67-68,70 6/144,146; 12/43,46), Karga (5/31), Karınca (27/18) , Katır (16/8) , Koyun-Keçi (6/143,146; 20/18; 21/78; 23/21; 36/71; 38/23-24), Köpek (5/4 7/176; 18/18, 22)Kurbağa (7/133), Kurt (12/13-14,17), Ağaç Kurdu (34/14), Kuş (16/79; 56/21; 67/19; 27/16-21; 21/79; 3/49; 5/110; 2/260; 17/13), Ebabil Kuşları (105/1-5), Maymun (2/65; 5/60; 7/166), Örümcek (29/41), Sinek (22/73), Sivrisinek (2/26), Yılan (7/107; 20/20; 27/10; 28/31).

Bu ayetler ve günümüzde hayvanlarla ilgili yapılan çalışmalar üzerinde tefekkür edildiğinde, görünenin aksine hayvanlar âleminde çok özel bir zekâ, dayanışma, organizasyonun olduğu görülebilir. Yapay zekâ alanında kullanılan bazı yaklaşımlar, hayvanlar aleminden yararlanılarak elde edilmiş ve özellikle, mühendislikte, modelleme- simülasyon ve kontrol algoritmalarında yaygın bir şekilde kullanılmaktadır: “Arı Algoritması”, “Karınca Algoritması”, “Sürü Algoritması” gibi.  Bal, süt gibi ürünlerin sağlık üzerindeki etkileri bellidir. Arılarla ilgili ilginç ve önemli bir özellik, erkek arıların döllenmemiş yumurtalardan meydana gelmiş olmasıdır.[19]

Ankebut Suresinin 41. ayetinde geçen örümcek yuvasında önemli sırlar saklıdır:

“Allah'ın dışında başka veliler edinenlerin örneği, kendine ev edinen örümcek örneğine benzer. Gerçek şu ki, evlerin en dayanıksız olanı örümcek evidir; bir bilselerdi.” (29 Ankebût 41)

Ayette geçen sır, “bir bilselerdi” ifadesinde saklıdır. Bu sırrı yakalamak için örümcek yuvasının özelliklerine bakmak gerekmektedir. Bütün yuvalar, tehlikelere karşı yapanları korurken, dişi örümcek yuvası istisnadır. Örümcek ailesinde yuva, dışı örümcek tarafından, avını tuzağa düşürmek amacıyla kurulmaktadır. Genelde zayıf kabul edilen örümcek ağları / ipliği gerçekte aynı kalınlıktaki çelik telden 3-4 kat daha hafif ve 3-4 kat daha fazla gerilme kuvvetine sahiptir. Bugün örümceğin iplikleri üzerinde, teknolojik olarak üretilip askeri amaçlı elbiseler yapmak için çalışılmaktadır.

Öyleyse Allah bize örümcek evini niçin ders alınması gereken bir örnek olarak göstermektedir. Kanaatimce yukarıdaki sırların yanında ana sır, örümceğin aile yapısında saklıdır. Çiftleşme zamanlarında, çiftleşme tamamlandıktan sonra dışı örümcek, çiftleştiği erkeğe saldırıp onu öldürmek istemektedir. Erkek örümcek kaçamazsa ya da üstün gelemezse, dışı örümcek erkek örümceği öldürmektedir. Allah, “kendi dışında veliler edinen insanların”, toplumların ve yuvaların hâlini muhtemelen bu nedenle “dışı örümcek yuvasına” benzetmektedir.  İstanbul Sözleşmesi, dışı örümcek yuvası inşa eden özelliklere sahiptir. Bu açıdan özel olarak değerlendirilmesinde fayda vardır.

  1. Hz. Nuh’un Gemisi, Hz. Süleyman’a Rüzgârın Boyun Eğmesi, Hz. Musa’nın Asası

Bu başlıkta ifade edilenler Kur’ân’da dile getirilen ve içinde derin sırlar barındıran ayetlerde geçmektedir.

Hz. Nuh yaşadığı zaman diliminde, Allah’ın gözetimi-denetimi altında ve vahiyle, muhtemelen, bir buharlı gemi imal etmiştir: 

“Bizim gözetimimiz altında ve vahyimizle gemiyi imal et…” (11 Hûd 37)

“Sonunda emrimiz geldiğinde ve tandır feveran ettiği zaman, dedik ki: ‘Her birinden ikişer çift (hayvan) ile aleyhlerinde söz geçmiş olanlar dışında, aileni ve iman edenleri ona yükle.” (11 Hûd 40; 23/26-27)

Kazanın kaynaması, buharlı geminin bir özelliğidir. Gemi, belki de daha yüksek teknolojiye sahiptir. Kullandığı yakıtın özelliği belirtilmemektedir.

Benzer bir durumu, Hz. Süleyman’ın bugün için uçak türü diyebileceğimiz bir hava aracına sahip olmasında görüyoruz:

“Süleyman için de sabah gidişi bir ay, akşam dönüşü bir ay (mesafe) olan rüzgâra (boyun eğdirdik); erimiş bakır madenini ona sel gibi akıttık. Onun eli altında Rabbinin izniyle iş görmekte olan bir kısım cinler de vardı. Onlardan kim bizim emrimizden çıkıp-sapacak olsa, ona çılgın ateşin azabından tattırırdık.” (34/12; 38/35-38).

Şimdi soru şudur, buharlı gemiyi, uçağı niçin İslâm dünyası bulmamıştır, bulamamıştır. Eğer bulmuş ise bu bilgiler bugüne niçin aktarılmamaktadır? Hz. Musa’nın asası ile denize vurması sonucu denizi yarıp halkını karşıya geçirmesi, çok önemli bir olaydır. Var olan bir kanuniyet, Allah’ın emriyle daha güçlü bir başka kanuniyet tarafından, devre dışı bırakılarak denizin yarılmasına sebebiyet vermiştir: 

“Ant olsun, biz Musa'ya vahy etmiştik: «Kullarımı geceleyin yürüyüşe geçir, onlara denizde kuru bir yol aç, (size) yetişilmekten korkmadan ve endişeye kapılmadan.»” (20 Tâhâ 77)

“Bunun üzerine Musa'ya: «Asanla denize vur!» diye vahy ettik. (Vurdu ve) Deniz hemencecik yarılıverdi de her parçası kocaman bir dağ gibi oldu.”

“Ötekileri de buraya yaklaştırdık. Musa'yı ve onunla birlikte olanların hepsini kurtarmış olduk. Sonra ötekilerini suda boğduk.  Hiç şüphe yok, bunda bir ayet vardır. Ama onların çoğu iman etmiş değildirler.” (26 Yâsîn 63-67)

  1.  “Demiri İndirdik”

Kur’ân’da ismi geçen metallerden biri demirdir. ( Demir: 17/50; 18/96; 21/80; 22/21; 34/10-11, 33; 36/8; 40/71; 57/25; 76/4.). Diğer metallerle ilgili “indirme” tabiri kullanılmaz iken, demir ile ilgili özel olarak “indirme” kavramı kullanılmaktadır:

“Ant olsun, biz Peygamberlerimizi apaçık belgelerle gönderdik ve insanlar adaleti ayakta tutsunlar diye, onlarla birlikte kitabı ve mizanı indirdik. Ve kendisinde çetin bir sertlik ve insanlar için (çeşitli) yararlar bulunan demiri de indirdik; öyle ki Allah, kendisine ve Peygamberlerine gayb ile (görmedikleri hâlde) kimlerin yardım edeceğini bilsin (ortaya çıkarsın)... (57 Hadid 25)

Ayette kitap, mizan ve demir olmak üzere üç şey için “indirme” tabiri kullanılmaktadır. Demir için niçin indirme tabiri kullanılmıştır? Diğer metaller için böyle bir tabir kullanılmaz iken demir için indirme tabirinin kullanılmasının bir sebebi hikmeti olmalıdır. Konunun uzmanı Prof. Dr. Armstrong, demir ile ilgili yaptığı açıklama konuya açıklık getirmektedir[20]:

“Maddeleri oluşturan elektronların, atomların bir araya gelebilmesi için bir enerjiye ihtiyaç vardır. Demirin oluşması için gerekli enerjiyi hesap ettiğimizde gördük ki şimdiki güneş enerjisinin toplamının dört katı fazla bir enerji gerekmektedir. Ne yerdeki ne Ay’daki, ne Merih’teki ve Utarit’teki bütün enerjilerin toplamı demirin oluşması için gerekli enerjiyi karşılayamamaktadır. Aksine bütün bu enerjilerin dört katı bir enerjiye ihtiyaç vardır. Bu yüzden ilim adamları demirin yeryüzüne gelmiş garip bir unsur olduğunu kabul ederler. Yeryüzünde oluşmamış aksine yeryüzüne gelmiş olduğunu kabul ederler.”

Öyleyse;

“Gorion/Orion Takım Yıldızı’na bak, Andro Medaya bak, Samanyolu’na bak, National Coğrafik’e git, Okyanusun diplerine bak, kutuplara bak, çiçeğe bak, Boğaz’da erguvana bak, bir de Kur’ân’a bak,” diyen kardeşlerimiz, Kur’ân’a getirdikleri eleştirilerde haklı da değiller, adil de değildir. Ve; Şimdi soru şudur, bu ilmi gerçekleri, niçin İslâm dünyası bulmamıştır, bulamamıştır? Eğer bulmuş ise bu bilgiler bugüne niçin aktarılmamaktadır?

Kur’ân Tüm İnsanlığa Hitap Etmiştir ve Etmektedir

Kur’ân’da en çok yer verilen, atıfta bulunulan konulardan biri de insan-beşer konusudur. Kur’ân, Allah ve ahiret gününe imanı inşa edecek şekilde yerinde ve zamanında insan konusuna değinmiştir. İnsan- beşer diye geçen ayetler derlendiğinde, çok fazla ayetin varlığı dikkat çekmektedir. Ayetler konularına göre tasnif edilip düzenlendiğinde çok geniş bir insan unsuru yelpazesi/spektrumu ortaya çıkmaktadır.

İnsan ve beşer ile ilgili ayetleri ana hatları ile aşağıdaki şekilde tasnif ettik. (Dikkat: Dipnotlarda tüm ayetlere değil bazılarına işaret edilmekle yetinilmiştir. Okuyucular buna dikkat etmelidir.)

  1. İnsanın Yaratılması

      - İnsanın Yaratılması Fikrine Karşı Melekler Topluluğunun Tavrı (2 Bakara 30)

- İnsanın Yapısal Özelliği: 1. Maddi Yapısı (38/71; 6/2; 7/12; 17/61), 2. Manevi Yapısı (21/30; 25/54) ,

3. Bilgilendirilmesi (2/31; 2/37)

- Büyük Sınav: Secde Olayı ve İki Farklı Tavır: 1. Meleklerin Tavrı (7/11-31; 15/26-48); 2. İblisin Tavrı (7/11-31; 15/26-48)

       - Hz. Âdem’in Eşinin Yaratılması (2/35; 7/19)

                - Hz. Âdem’le Eşinin Cennete Yerleştirilmesi (2/35; 7/19; 20/117): 1. Kendilerine Tanınan Hukuk; 2.Düşmanlarının Tanıtılması

       - Hz. Âdem’le Eşinin Cennetten Çıkarılması (7/20-27; 20/20): 1. İblisin Kurduğu Tuzak;

        2.Hz. Âdem’le Eşinin Pişmanlığı ve Tövbe Etmesi; 3. Hz. Âdem’le İblisin 

        Cennetten Çıkarılmaları; 4. İnsanın Yeryüzüne Gönderilmesi

       - İblis (7/12-15; 38/76-81): 1. İblisin Yapı Taşı; 2. İblis’in İsyanındaki Temel Parametre; 3.İblis’in İnsanoğluna Savaş Açması; 4. İblis’in Kullanacağı Vasıtalar

- Tarihin Ana Dinamosu: Kıyamete Kadar Peygamberlerin Yolundan Gidenlerle İblisin Yolundan Gidenlerin Mücadelesi (Müminlerle Şeytanların Çatışması)

2. İnsanın Yaratılış Amacı (38/27; 21/16, 17; 44/38)

Yeryüzünde İnsan

Çift Yaratma ve Eşlerin Varlığı (4/1; 16/72; 30/20, 21); Neslin Devamı ve Çocuğun oluşumu (3/6; 16/4; 22/5. 3/6; 42/49, 50); İnsanın Ömrü (40/67; 35/11 3/145, 185); İnsanın Rızkı (11/6, 29/60-62 16/18, 71); İnsanın İçinde Yaşadığı Doğal Çevre; İnsanın Farklı Renk ve Dilde Yaratılması (25/54; 30/22, 2; 35/28; 49/13); İnsanın Yeryüzüne Dağılması (30/20; 67/24); Yerde ve Gökte Olanların İnsanın Emrine Verilmesi (2/29; 14/32, 34; 16/5, 14, 80, 81)

İnsanın Temel Karakteristikleri

İnsanın Birbirine Zıt İki Farklı Yönü ya da İnsanda Zıt İki Karar Mekanizması

            İnsanın İyilik Cephesi (40/64; 64/3): İnsan Güzel Surette Yaratıldı, İnsan Ölçülü ve Dengelidir, İnsan İradelidir, İnsan Yeteneklidir, İnsan Üstün Bir Varlıktır, İnsan Halife olarak Yaratılmıştır, İnsan Özgür olarak Yaratılmıştır, İnsan Yapısında İlahi Bir Yön Vardır, Üstün Bilgi Edinme ve Yorumlama Yeteneğine Sahiptir.

İnsanın Kötülük Cephesi (12/53 50/16): Şükürsüzdür, Nankördür, Kibirlidir, Cimri ve Bencildir, Zan ile Karar Verme Zafiyetindedir, Acelecidir, Tartışmacıdır, Ahde Bağlı Değildir. Sözünde Durmaz, İnkârcıdır, Acizdir, Vesvesecidir, Dedikoducudur, Mala Mülke ve Makama Aşırı Tutkuludur, Alaycıdır, Fücur Sahibidir, Şüphecidir, Şımarıktır, Gururludur, Kıskanç-Haset Sahibidir, Rüşvetçi, Azgın, Zalim, Cahil, Hevasına Tapan, Kindardır.

             Beşer Olarak Peygamberler (3/81, 144; 5/109)

Peygamberlerin Seçimi; Peygamberler İçinden Seçim;

Peygamberlerin Beşer Olarak Vasıflandırılmaları;

Peygamberlerin Aile Çevresi (Hz. Âdem’in İki Oğlu, Hz. Yusuf’un Kardeşleri, Hz. Musa’nın Annesi ve Kardeşi, Hz. Meryem; Hz. Muhammed’in Hanımları; Hz. İbrahim’in Babası)

          Yol Ayrımı

Allah İnsana İki Yol Göstermiştir (Genel) (20/123; 39/23)

Yolların İsimlendirilmesi (Fatiha 2/120; 3/73; 5/105, 115): Doğru Yol-Eğri Yol (Azgınlık-Sapıklık Yolu); Hidayet Yolu-Dalalet Yolu; Hak-Batıl.

İnsan Fıtratı (17/84, 30/30): Fıtratın Anlamı, Fıtrat ve Haniflik, Fıtrat ve İnsanın Varlık Yapısı, Fıtrat ve Peygamberler, Fıtrat ve Takva.

     İnsanların Sınıflandırılması

 - İman Edenler (Mü’min (2/25-26); Müslim (12/101); Muhlis (39/2,3); Muhsin (31/3); Hanif (30/29-30); Muslih (2/11); Muttaki (2/2,66); Ebrâr (3/193); Şahid (11/17); Sâdık (19/54); Musalli (70/22); Hamid (25/58); Şakir (2/158); Hanif (2/135); Havâri (3/52); Ensâr (2/270); Muhacir (29/26); Muktesid (5/66); Hayırda Yarışıp Öne Geçenler (2/148; 5/48)

- Müşrikler (7/192, 193); Kafirler (5/44); Fasıklar (49/6); Facirler (2/74); Mutediler; Müsrifler (40/28, 34); Müfsidler (2/220,12); Mücrimler (70/11); Sefihler (2/130); Gafiller (4/102 18/28); Zalimler (2/59, 93-95); Münafıklar (2/8-14, 26, 28)

- Ehli Kitap: Genel Olarak Kitap Verilenler (2/100-102, 105, 109, 145, 146); Hıristiyanlar (2/111, 113, 120, 135, 140); Yahudiler (2/62,111,113,116,120,135,140); Israil Oğulları (2/40-61, 63-74)

- Bazı Özel Gruplar-1: Sâbiîler (5/69; 2/62; 22/17); İnsanlardan Öylesi Vardır ki (2/8-20, 142, 165, 200-209); Kalbinde Hastalık Bulunanlar (26/80; 22/53); Hevasını İlah Edinenler (4/135; 38/26); Dini Alay Konusu Edinenler (9/65;  2/15;  6/5,10); Laf Getirip Götürenler (Hemmâz, Lemmâz) (68/11; 104/1); Şehvetleri Ardınca Gidenler (4/27; 11/116-117; 4/107); Nefislerine İhanet Edenler; Ölçüsüzce Davrananlar (20/124-127); Kesin Bilgiyle İnanmayanlar; Allah’ın Zikrine Sırt Çevirip Dünya Hayatından Başkasını İstemeyenler (53/29); Ahirette Nasibi Olmayanlar (3/176; 28/56); Ölüler, Sağırlar, Körler (27/80-81; 43/40); Sapıklık İçinde Olanlar (2/16,175; 3/90); Allah’tan Korkarak Kur’ân’a İttiba Edenler (6/51; 35/18; 36/11; 50/45); Takva ile Koşarak  Gelenler (80/8-9); Hayırda Yarışanlar (2/148;  5/48;  23/61); Can Kulağı ile Dinleyenler (6/36)

- Bazı Özel Gruplar-2: Bedeviler (9/90,97,98,99,101,120); Cahiller (7/138); Âlimler (3/7; 4/162); Râsihler (3/7; 4/162); Rabbâniyyûn (3/146; 5/44,63; 3/79); Ahbâr (5/44, 63); Ruhban (9/34, 31); Mustaz’af (8/26); Müstekbir (35/43; 71/7); Mütref (23/33; 21/13); Mele’ (2/246); Tağut (2/256, 257); Firavun (2/49, 50; 3/11); İblis-Şeytan (2/34-36); Cin (6/100, 112, 113, 128); Karun (28/76-84); Haman (28/2-8,38); Sâmirî (20/85, 87, 95); Zülkarneyn ve Yecuc-Mecuc (21/95-97).

İnsanda İki Ana Yapı: Nefs ve Kalp

            Nefs: Sözlük Anlamı; Kur’ân’daki Kullanımı (2/87, 109; 27/14)

                     Genel Özelliği: Genel Olarak Kötülüğü Emredici (12/53,18, 20/96); İyilik ve    

                Kötülüğe Meyilli; Değişebilir Özellikte (91/7)

Nefsin Mertebeleri (12/53; 75/2): Nefs-i Emmâre; Nefs-i Levvâme; Nefs-i Mülhime; Nefs-i Mutmainne; Nefs-i Râzıyye; Nefs-i Merzıyye; Nefs-i Kâmile.

       Kur’ân’ın Nefs Eksenli İnsanı Tanımlaması (35/32; 16/28-29, 33, 118): Hiçbir Nefis Başkasının Cezasını Çekmez; Her Nefs Yaptıklarını Hazır Bulur; Her Nefs Gücünün Yettiğinden Sorumludur; Kazandığı Verilir; Her Nefs Ölümü Tadacaktır; Allah’ın İzni Olmadan Olmaz; İnsanlar Tek Bir Nefisten Yaratılmıştır; Bir Nefsi Haksız Yere Öldüren Tüm İnsanlığı Öldürmüş Olur; Her Nefs Yaptığına Teslim Edilir; Haksız Yere Nefsinizi Öldürmeyin; Her Nefs Yaptıklarını Kazanır; Yaptıklarını Görür; Nefsine Zulmetmek; Allah’ın İzni Olmadan Hiçbir Nefs İnanmaz; O Gün İzinsiz Konuşamaz; Nefs Kötülüğü Emreder; Yakupun Nefsinden Dilek; Her Nefsin Başında Duran; Allah Her Nefsin Ne Kazandığını Bilir; Her Nefs Yaptığı İle Cezalandırılır; O Gün Her Nefs Kendisini Kurtarmaya Çalışır; Bir Nefsi Öldürmek; Her Nefis Peşinde Koştuğundan Dolayı Cezalandırılacak; Hesap Günü Hiçbir Nefse Haksızlık Yapılmaz; İnsanların Yaratılıp Diriltilmesi Tek Bir Nefsin Yaratılıp Diriltilmesi Gibidir; Hiçbir Nefs Yarın Ne Kazanacağını Bilmez; Allah Dileseydi Tüm Nefisler Hidayete Ererdi; Müminlerin Ne Kazanacağını Hiçbir Nefs Bilemez; Günahkârların Nefisleri; Her Nefis Bir Şahit Ve Bir Sürücü İle Gelir; Her Nefis Ne Gönderdiğine Baksın; Kazandığı İle Rehin Alınmıştır; Hesap Günü Bir Nefs Başkasına Yardım Edemez; Nefsi Hevadan Korumak; Her Nefis Ne Gönderdiğini Bilir; Her Nefsin Koruyucusu Vardır; Nefse Takva Ve Fücur İlham Edilmiştir; Allah Nefislere Gücünün Yettiğinden Fazlasını Yüklemez; Nefislerinden Vazgeçmek; Ayetler, İman Etmeyen Nefse İman Etmekte Yarar Sağlamaz; Allah Süresi Dolan Nefsi Ertelemez; Başına Gelen Kötülük Nefsindendir; Her Nefs Kendinden Sorumludur; Allah İnsanların Nefsinde Olanı Bilir; Rabbini Nefsinden Yalvararak An; Hesap Günü Nefs Hesapçı Olarak Yeter; Üzüntüden Nefsini Helak Etme; Nefsini Yalvaranlarla Beraber Tut; Nefsin Gizlediği; Onlar İçin Nefsin Üzülmesin; Nefsini Sefih Kılan; Nefsini Allah Rızası İçin Satan; Allah Nefsinden Sakındırır; O Gün Her Nefs Yaptığı Hayrı Bulacaktır; İnsanın Nefsine Haram Kıldıkları; Günah İşleyen Kendi Aleyhine İşler; Nefsin Kötülüğe Çağırması; Allah Nefsine Rahmeti Yazmıştır; Gören Nefs Kendine Kör Olanda Kendine.

Kalp:

Temel Özelliği (33/4; 48/26; 9/77; 57/27); Kalbin Tekliği; İyilik Ağırlıklı; Değişebilir Özellikte

Kalbin Mertebeleri (40/35; 2/283; 7/179; 23/6.): Mütekebbir Kalp; Günahkâr; Fıkhetmeyen; Gaflet İçinde Olan; İnkârcı; Katılaşmış; Perdelenmiş; Kilitlenmiş; Pas Tutmuş; Mühürlenmiş; Ürken; Selim; Münip; Mutmain; Zikreden; Huşuya Eren.

    Kalple İlgili Ayetlerin Ana Fikre Göre Tasnifi: Allah Kalpleri Bilir (8/24; 4/63); Kalplere Korku Salınması (3/151; 8/12; 33/26; 59/2); Yüreklerin Ürpermesi (8/2); Kalbin Titremesi (22/35; 23/60); Kalplerin Kayması (9/117); Kalbin Haktan Sapması(66/4); Kalbin Kazanması (2/225); Kalpte Eğrilik Bulunması (3/7,8; 61/5;9/118); Kalbin Kuşkuya Düşmesi(9/45); Kalbin Parçalanması (9/110); Kalbin İmandan Çevrilmesi (9/127); Kalbin Sıkılması (10/88); Kalbin Eğlencede Olması (21/3); Kalplere Öfke Konması (48/26); Kalplere Nifak Konması (9/77); Kalplere Sükûn İndirilmesi (48/4); Kalplerin Sağlamlaştırılması (8/11; 18/14; 28/10; 3/8); Kalbin Hidayeti (8/11; 18/14; 28/10; 3/8);  Kalbe Şefkat ve Merhamet Konması (57/27); Kalplerin Uzlaştırılması (3/103; 8/63); Kalplerdekinin Açıklanması(3/154); Kalpten Kinin Temizlenmesi (59/10); Kalplerin Benzeşmesi (2/118); Kalpleri İnanmamış Olanlar (5/41); Kalbin Saygı Duyması (22/54); Kalbin Korkudan Arındırılması(34/23); Kalbin İslâm’a Açılması (39/23); Kalbe İmanın Yazılması (58/22); İmanın Kalpte Süslenmesi (49/7); İmanın Kalbe Girmesi (49/14); Kalplerin İmtihan Edilmesi (49/3); Kalplerin Dağınık Olması (59/14).

Kalp Hastalıkları (2/10; 5/52; 8/49)

Gönül (Fuad) (6/110,113; 11/120) ve Ruh (40/15; 42/52)

Kur’ân’da insanla ilgili yer alan bu geniş yelpazeyi, spektrumu göz önüne aldığımızda; Kur’ân’ın 23 yıl “3-5 lavuk müşrike” hitap ettiğini söylemek hem doğru değil hem de adil değildir.

Sonuç: Kur’ân, “Her Örnekten Çeşitli Açıklamalarda” Bulunmuştur

Kur’ânbir hidayet kaynağı, yol gösteren rehber, Allah’ın merhamet ve lütfunun bir sonucunda insanlığa gönderilmiştir. Kur’ân’da Allah, yarattığı varlığı en iyi bilen olarak ona hitap etmekte, İblis ve İblis’in yolundan gidenlere karşı onu uyarmaktadır. Uyarılarındaki vurgu, öteki dünyada karşı karşıya kalacakları yargılama süreci ve uygulanacak hukukla ilgilidir. “Biz bundan habersizdik dememeleri” için Allah, bu dünyada insanın icra ettiklerine karşı, öteki dünyada uygulanacak cezaları bütün çıplaklığı ile açıklamaktadır. Kur’ân’da çok geniş bir insan unsuruna hitap edilmektedir. İnsanları hak yola götürecek ayetler hem afakta hem de enfüste ona gösterilerek hak yola gelmesi, İblis’in yolundan uzaklaşması istenmektedir. Kur’ân hem göklere hem yere, yerde olanlara hem de çok geniş canlılar topluluğuna, özellikle insanlara dikkat çekerek, göklerde, yerde ve insan bünyesinde hâkim olan, geçerli olan kanuniyetleri keşfetmemizi ve keşfettiğimiz kanuniyetler üzerinde tefekkür ederek sırat-ı müstakime ulaşmamızı istemektedir.

Bu gerçeği göz önüne almadan Allah’ın sıfatları konusunda ifrata varan ifadeler kullanmak hem son derece yanlış hem de doğru ve adil değildir.  Ve; “Gorion/Orion Takım Yıldızı’na bak, Andro Medaya bak, Samanyolu’na bak, National Coğrafik’e git, Okyanusun diplerine bak, kutuplara bak, çiçeğe bak, Boğaz’da erguvana bak, bir de Kur’ân’a bak,” diyen kardeşlerimiz haklı da değildir adil de değillerdir.

Dahası iddia edildiği gibi, “Kur’ân 23 yıl boyunca Medine-Taif-Hicaz bölgesine hapsedilmemiştir.” Ve Kur’ân, “3-5 lavuk müşrike söz söylemiş” değildir.

Gerçekte Kur’ân-Sünnet, kıyamete kadar yaşayan ve yaşayacak olan tüm nesillere hitap etmektedir.

Ve;  Şimdi soru şudur, bu ilmi gerçekleri, niçin İslâm dünyası bulmamıştır, bulamamıştır? Eğer bulmuş ise bu bilgiler bugüne niçin aktarılmamaktadır?

Niçin müfessirlerimiz disiplinler arası bir çalışma yapmamaktadırlar?

Disiplinler arası bir çalışma yapıldığında, Kur’ân’ın insanlığa verdiği mesajın boyutu çok daha iyi anlaşılacaktır.

Ve; Kendilerine ilim verilenler iseRabbinden sana indirilenin hakkın ta kendisi olduğunu ve üstün, güçlü, övülmeye layık olanın (Allah) yoluna yöneltip ilettiğini görmektedirler.” (34 Sebe’ 6).

KAYNAKLAR

E, Atabey, Deprem, Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü Yayınları, Eğitim Serisi No: 34, Ankara 2000.

İsmail Hakkı Aydın, Beyin Sizsiniz, Girdap Kitap, İstanbul, 2020.

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, Azim Dağıtım, İstanbul, 238.

D. Griffiths, Temel Parçacıklara Giriş, Wiley, Nobel, Ankara, 2013.

A.C. Guyton, E.J Hall, Tıbbi Fizyoloji, Nobel Tıp Kitapevleri, İstanbul, 2007.

Ahmet Yüksel Özemre, Çağdaş Fiziğe Giriş, İÜ Fen Fakültesi, İstanbul, 1983, S: 18-26.

F. Pehlivan, Biyofizik, Hacettepe-Taş, Ankara 1997, S: 279-280.

Suyuti, Camiu’s-Sagir1758. [3:234, Hadîs No: 3260].

 J. R. Taylor, C. Zafaritos, Modern Fizik, Güven Yayınları, İstanbul,1996.

A. Zindani, Kur’ân’da İlmi Mucizeler, Kayıhan Yayınları, İstanbul, 2014.


[1] Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, Azim Dağıtım, İstanbul, cilt 1, s. 238.

[2] Suyuti, Camiu’s-Sagir- 1758. [3:234, Hadîs No: 3260].

[3]  İsmail Hakkı Aydın, Beyin Sizsiniz, Girdap Kitap, İstanbul, 2020, s. 47.

[4] D. Griffiths, Temel Parçacıklara Giriş, Wiley, Nobel, Ankara, 2013, s.416-417.

[5] J. R. Taylor, C.  Zafaritos, Modern Fizik, Güven Yayınları, İstanbul, 1996,  s. 297-298.

[6] D. Griffiths, a.g.e., s.2-3.

[7]  D. Griffiths, a.g.e., s.21.

[8] J. R. Taylor, C.  Zafaritos, a.g.e., 297-298.

[9] Ahmet Yüksel Özemre, Çağdaş Fiziğe Giriş, İÜ Fen Fakültesi, İstanbul, 1983, s.18-26.

[10] D. Griffiths,  a.g.e, s. 89-92

[11] J. R. Taylor, C.  Zafaritos, a.g.e, s. 20-22.

[12] A. Zindani, Kur’ân’da İlmi Mucizeler, Kayıhan Yayınları, İstanbul, 2014, s. 85.

[13] E, Atabey,  Deprem, Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü Yayınları, Eğitim serisi No 34, Ankara 2000.

[14]file:///C:/Users/sony/Desktop/DEPREM%20DOSYASI/DEPREM/YERKABUĞUNUN%20BİLEŞİMİ%20VE%20ÖZELLİKLERİ%20LEVHA%20TEKTONİĞİ%20İZOSTASİ.pdf

[15] A. Zindani, a.g.e., s. 68.

[16] A. Zindani, a.g.e., s. 106-108.

[17] A. C. Guyton,  E.J. Hall, Tıbbi Fizyoloji, Nobel Tıp Kitapevleri, İstanbul, 2007, s. 715-718.

[18] F. Pehlivan, Biyofizik, Hacettepe-Taş, Ankara 1997, s. 279-280.

[19] A. Zindani, a.g.e., s. 99.

[20] A. Zindani, a.g.e., s. 90-91.

ŞER İTTİFAKI ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI İÇİN İKİ ANA EKSEN OLUŞTURMAYA ÇALIŞMAKTADIR

(Umran Dergisi)   Şer İttifakı (Siyonizm-ABD-İngiltere-İsrail, AB) 21. yüzyılı “dijital dönüşüm” yüzyılı olarak öngörmekte, bu nedenle “büyü...