“And olsun, biz bu Kur’ân'da -belki öğüt alıp düşünürler diye- insanlar için her bir örnekten verdik.” (39 Zümer 27)
Geçen yazıda, Mustafa Öztürk’ün tartışmaya konu olan
konuşmalarına ilişkin dört videonun (1. 40-45 dakikalık orijinal konuşma
videosu, 2. Bu videolardan çıkarılan yaklaşık 2 dakikalık bir video, 3.
Orijinal metin türetilen yaklaşık 9 dakikalık bir video, 4. Ruşen Çakır ile
yapılan yaklaşık 40 dakikalık bir röportaj videosu) genel bir dil ve
muhteva analizi yapıldıktan sonra sadece “Kur’ân’ın manası Allah’ın,
lafzı ise Peygamberindir: Kur’ân, Allah kelamı olamaz!” görüşü ele
alınıp değerlendirilmiştir.
Bu yazıda, Mustafa Öztürk’ün söz konusu video konuşmasında
yer alan “Kur’ân'da 23 sene Velid bin Muğîre aşağı, Âs b. Vâil yukarı
deyip bütün kadrajını Hicaz-Taif-Medine'ye sıkıştırmış. İnsanlığa son
söyleyeceği sözün çapı oradaki 3-5 lavuk müşrik.” iddiası ve hattâ
ithamı ele alınıp değerlendirecektir.
Kur’ân, âlemlerden, galaksilerden, Ay’dan, yıldızlardan,
Güneş’ten, okyanuslardan, dağlardan, denizlerden, nehirlerden, ovalardan,
çiçeklerden, hayvanlardan, bulutlardan, yağmurdan bahsetmeyen bir kitap mıdır?
Mustafa Öztürk’ün söz konusu video konuşmasında kullandığı
aşağıda verilen ifadelerin değerlendirilmesinde fayda vardır:
“Tanrı güncel politiğin, sosyolojinin içine girmez.
Gorion/Orion Takım Yıldızı’na bak, Andro Medaya bak, Samanyolu’na bak, National
Coğrafik’e git, Okyanusun diplerine bak, kutuplara bak, çiçeğe bak, Boğaz’da
erguvana bak, bir de Kur’ân’a bak, Kur’ân 23 sene Velid bin Muğîre
aşağı Âs bin Vâil yukarı deyip bütün kadrajını Hicaz-Taif-Medine'ye
sıkıştırmış. İnsanlığa son söyleyeceği sözün çapı oradaki 3-5 tane lavuk
müşrik. Ve o müşriğe Kur’ân'da öyle küfürler var ki. Bir tanesini okuyayım
mı size? Kalem Suresi... (3-4 âyet okuduktan sonra) Hem ‘kel’ hem ‘fodul'
ve -badezâlik- üstüne üstük zenîm 'piç' ifadesi kullanılıyor. Onu
tabii meale öyle yazamazsın, soysuz diyeceksin!
Aç, adres vereyim aç, Ferrâ’nın Meâni’l Kur’ân’ını aç.
İbn-i Kuteybe’yi aç! Nereyi açarsan aç! Nesebi bilinmeyen, onun bunun
çocuğuna 'zenim' denir, Arapçada. Bu Allah dili olabilir mi?
İnsani dil olamaz mı? Olabilir. Yanmış canı. Feverandır olabilir. Olabilir
üstadım, olabilir.”
Mustafa Öztürk’ün iddiasına göre;
Gerçekten Kur’ân, insanlığa bir şey söylemiyor mu (!).
Gerçekten Kur’ân, “23 yıl Hicaz-Taif-Medine' hattına
sıkışmış (!)”, “3-5 tane lavuk müşrike mi” söz söylüyor. O sözler de “küfürden”
ibaret midir (!)?
Gerçekten Kur’ân, galaksilerden, denizlerden, yağmurdan,
bulutlardan, okyanuslardan bahsetmiyor mu?
Gerçekten Kur’ân, insanı ve çok farklı insan unsurlarını
bize sunmuyor mu?
Gerçekten Kur’ân, yerin ve göğün sırları konusunda bir
şey demiyor mu?
Gerçekten Kur’ân, hayvanlardan, çiçeklerden, meyve
ve sebzelerden bahsetmiyor mu?
Gerçekten Kur’ân, ilim ve teknolojiden bahsetmiyor mu?
Gerçekten Kur’ân, madenlerden bahsetmiyor mu?
Gerçekten Kur’ân, taşlardan, dağlardan, ovalardan
bahsetmiyor mu?
Gerçekten Kur’ân, “Ant olsun, bu Kur’ân'da insanlar
için Biz her örnekten çeşitli açıklamalarda bulunduk.” (18
Kehf 54) ayetine uygun bir muhtevada değil mi?
Gerçekten Kur’ân, “Ant olsun, biz bu
Kur’ân'da, belki öğüt alıp-düşünürler diye, insanlar
için her türlü misali/örneği verdik.” (39 Zümer 27) ayetinde
geçen öğüt alıp düşünmemizi sağlayacak misaller/örnekler vermemekte
midir?
Bu yazıda, bu soruların cevabını, Kur’ân-ı Kerim kapsamında
arayacağız. O nedenle, ortaokul dönemimde Anadolu’da sağlam imanın bir
göstergesi olarak ifade edilen “kocakarı imanının” çok harika
bir temsilcisi olan rahmetli babaannemle yaşadığım bir anının
muhtevası ile konuya girmek istiyorum.
Bir Yolcu: “Dedi Ey Taş Niçin Ağlarsın Sen Böyle?”
Rahmetli babaannem 90 yaşlarında “dini bütün” bir kadın,
hemen hemen her gün bir ağıtı yüksek sesle söyleyerek ağlardı, gözlerinden
yaşlar boşanırdı. Babaannemin ağıtı “bir yolcu ile ağlayan taş arasındaki
konuşmayı” esas almıştı. Bir yolcu, yolda giderken yol kenarında bulunan büyük
bir taşın ağladığını işitmiş ve onunla konuşmaya başlamıştır:
“Yolcu: Dedi ey taş niçin ağlarsın sen böyle?”
Taş: Geçenlerde iki yolcu oturdular civarımda.
Dediler ki ol cehennemde yanar insanlarla taşlar.
O günden beri akar gözlerimden yaşlar.
Acep ne ola bunun dermanı, ilacı?”
Ortaokul yıllarında dinlediğim bu ağıtı, lise yıllarında da
babaannemden işitince, Babaanneme itiraz ettim: “Nine taş nasıl
yanar?” dedim. O nuranî yüzüyle gülümsedi ve “Allah
dilerse yanar.” dedi. Nedense konu kafama takıldı. Hafız ve
medrese mezunu hoca olan rahmetli babama sordum: “Nenem ne diyor,
taşlar yanar mı? Baba.” Rahmetli babam: “Kur’ân’da ayet var.
Bir ara gösteririm sana, konuşuruz.” dedi. Fakat bir türlü bir araya
gelip ayeti göremedim, konuyu tartışamadık. Aradan yıllar geçti ve İstanbul
Teknik Üniversitesi Nükleer Enerji Enstitüsü’nde (İTÜNEE) asistan olarak
çalışmaya başladım. 1977-1980 döneminde İTÜNEE’de 250 kw’lık bir araştırma
reaktörü (İTÜ TRIGA MARK-II), ABD General Atomic firması tarafından
kurulmaktaydı. Ben elektrik-elektronik sorumlusu, reaktör operatörü ve işletme
şefi olarak sistemin kuruluşunda ve işletilmesinde çalışıyordum. Nükleer
yakıtların/“yakıt çubuğunun”, “reaktör kalbine” (nükleer yakıtlarını
yerleştirildiği bölge) yerleştirilip çalıştırılmasına sıra geldiğinde, ABD’den
özel bir ekip gelmişti. Gelen uzmanlar, yaklaşık 75 cm uzunluğunda, 10 cm
çapındaki yakıt çubuklarını sırasıyla reaktörün kalbine, belli bir stratejiye
bağlı olarak yerleştirmeye başlamışlardı. Tasarıma göre reaktöre 63
“yakıt çubuğu” yerleştirildiği zaman, “reaktör kritik
olacak” (Özel bir kavram: nötron üretimi ile kayıplarının eşit olduğu
bir yapı, kontrollü “fisyon” yapabilme özelliği) ve çalışmaya başlayacaktı.
Hedef, 250 kw’lık bir güç düzeyine reaktörü çıkarmaktı. Sonra da “darbesel
çalışma” (1200 mega wat) gösterilecekti. Reaktör kalbine 63 nükleer
yakıt çubuğu konduğunda kumanda panelindeki/konsoldaki elektronik göstergelerde
hiçbir kıpırdanma meydana gelmedi. Uzman ekip adeta şoka girmişti.
Beklemedikleri bir durumdu. ABD’deki merkezle sürekli görüşmeye başladılar ve
merkez, yedek yakıtların reaktör kalbine yerleştirilmesini söylemişti onlara.
Eksik yakıtları tamamlama sözünü İTÜNEE yöneticilerine verdiler. 63 yakıtta
çalışacak olan reaktör, 69 yakıtta çalışmaya başladı, ibreler hareketlendi.
Reaktör kademeli bir şekilde 250 kw güce çıkarıldığında ABD’li şef, “Yakıtlar
yanmaya, reaktör çalışmaya başladı.” deyip sevinçle ayağa fırladı.
Reaktörü “otomatik çalışma moduna” alarak hepimizi, reaktörün bulunduğu yere
davet etti. 5 metre suyun altında reaktör kalbi masmavi ışınlar yayıyordu. Su,
mavi renkle kaplanmıştı. Bunlar “Cherenkov ışınları” dedi.
“Reaktör kritik olup yakıtlar yanmaya başlayınca bu ışınlar
meydana gelir.” “Yakıtların yanması” tabirini tekrar tekrar
söyleyince, gayri ihtiyari daldım ve lise dönemine döndüm ve babaannemin ağıtı
aklıma geldi. U235 bir maden olarak bilmeyenler için bir taştı ve “taş
yanıyordu.” O anda Kur’ân-ı Kerim’i tarayarak ilgili ayetleri bulmaya
karar verdim.
Eve dönünce yaptığım ilk iş, Kur’ân’ı tarayarak ayetleri
bulmak olmuştu. Ve Kur’ân’da iki yerde cehennem yakıtının insanlar ile taşlar
olduğu ifade ediliyordu:
“Eğer kulumuza indirdiğimizden (Kur’ân) şüphedeyseniz, bu
durumda, siz de bunun benzeri olan bir sure getirin. Ve eğer doğru sözlüler
iseniz, Allah'tan başka şahitlerinizi (kendilerine güvendiğiniz yardımcılarınızı)
çağırın.” (2 Bakara 23)
“Ama yapamazsanız -ki kesin olarak- yapamayacaksınız. Bu
durumda kâfirler için hazırlanmış ve yakıtı insanlar ve taşlar olan
ateşten sakının.” (2 Bakara 24)
“Ey iman edenler, kendinizi ve yakınlarınızı
ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır…” (66 Tahrim
6)
Ayetleri bulup çıkardıktan sonra yaptığım ilk iş,
tefsirlerde bu nasıl izah ediliyor ve açıklanıyordu, onu araştırmak oldu.
Rahmetli Elmalılı Hamdi Yazır, ayetin tefsirinde, “fenni bir
açıklamayı” içerdiğine vurgu yapmaktaydı:
“Bu ayette “ve’l-hicâre” kelimesinin fenni
bir açıklamayı içerdiğinde şüphe yoktur. Gerçi bu “hicâre”den
kastedilen heykeller ve putlardır. Ve cehennem ateşinin tutuşturmaya sebep
olan “Vekûd”ün insanlar ve ibadet edilen heykeller olduğu beyan
ediliyor. Fakat aynı ifade de o çıra, kömür gibi ateş tutuşturan taşlar
bulunduğunu da bildirmiş oluyor ki, fen adamları bunun “taş
kömürleri” olduğunu söylüyorlar. “Vekûd”, ateş
yakılan kibrit, ot, çöp, çıra, paçavra, odun ve diğerleri gibi şeylerin hepsi
için söylenir.”[1]
Şu an insanlık, nükleer yakıtı bulmuştur; yarın daha başka
malzemeden meydana gelen başka bir yakıt türü de bulabilir. Bugün nükleer
reaksiyonu başlatıp yakıtın yanmasını sağlayan “Vekûd”/çıra, nötron’dur;
yarın bir başka şey de bulunabilir. Burada dikkat edilmesi gereken en önemli
noktalardan biri, Elmalılı’nın belirttiği gibi bazı ayetlerin “fenni,
teknik, mühendislik, tıp” gibi bilim alanları göz önüne alınarak tefsir
edilmesinin gerekliliğidir. Böyle bir yaklaşımla, Müslümanlar ilmi
çalışmalara yeni boyutlar/ufuklar açabilir. Genellikle müfessirlerimiz ayetleri
yorumlayıp değerlendirdikten sonra özel bir not düşerler: “En Doğrusunu Allah
bilir.” Kur’ân’daki her türlü ayetin tefsirine bu açıdan bakılmalı ve
ekip çalışması yapılmalıdır. İnanıyoruz ki böyle bir yaklaşımla İslâm âleminde
ve insanlıkta yeni bir çığır açılabilecektir.
Ağıtı tekrar tekrar incelediğimde daha önce dikkatimi
çekmeyen bazı hususlar da dikkatimi çekmeye başladı. Babaannemin ağıtında
sadece taşın yanmasından bahsedilmiyordu. Ağıtta ilginç ifadeler/konular dile
getirilmekteydi: 1. Taşların görmesi ve gözyaşı akıtması, 2. Taşların
konuşması, 3. Taşların işitmesi ve 4. Taşların hafızaya sahip olup
duyduklarını, gördüklerini kaydetmesi.
Acaba bu konularla ilgili Kur’ân’da bir şey bulabilir miyim?
sorusunu kendime sorup; Kur’ân’ı tekrar taramaya başladım. Ama bu kez, kendime
göre, mühendislik, temel bilimler, tıp ve teknoloji alanlarına işaret eden
ayetleri de yazdım. Ağıtta geçen taşların konuşması, Kur’ân’da evrendeki
her şeyin “Allah’ı tespih ettiği” olgusuyla
karşılaşmama sebep olmuştur. Kur’ân’da, evrendekilerin Allah’ı tespih etmesini
insanların kavrayamadığına özel bir vurgu da yapılmaktadır:
“Yedi gök, yer ve bunların içindekiler Onu tespih
etmektedir; Onu övgü ile tespih etmeyen hiçbir şey yoktur, ancak
siz onların tespihlerini kavramıyorsunuz…” (17 İsrâ 44)
“Bitki ve ağaç (Ona) secde etmektedirler.” (55
Rahman 6)
“…Taşlardan öyleleri vardır ki, onlardan ırmaklar
fışkırır, öyleleri vardır ki yarılır, ondan sular çıkar, öyleleri de vardır
ki Allah korkusuyla yuvarlanır. ...” (2 Bakara 74)
Diğer taraftan bu genel kanuniyetten ayrı olarak Hz.
Davut’la ilgili bazı ayetlerde “dağların ve kuşların”, Hz.
Davud’un zikrine iştirak ettiği ifade edilmektedir. Ayrıca Hz. Davud ve Hz.
Süleyman’a da kuşlarla konuşabilme yeteneği ve becerisi verilmiştir. Ayetlerden
ortaya çıkan tablo cansız denilen tabiat, bizim henüz anlayamadığımız, izah
edemediğimiz bir canlılığa sahiptir. Allah’a ibadet etmekte, onu tespih
etmekte, Hz. Davud’un zikrine de iştirak etmektedir:
“Biz bunu (hükmü) Süleyman’a kavrattık, her birine de
hüküm ve ilim verdik. Davud ile birlikte tespih etsinler diye, dağlara
ve kuşlara boyun eğdirdik. (Bunları) Yapanlar biz idik.” (21
Enbiyâ 79)
“Doğrusu biz dağlara boyun eğdirdik,
akşam ve sabah onlar kendisiyle birlikte (Allah'ı) tespih
ederlerdi.”
“Ve toplanıp gelen kuşları da. Hepsi de
onunla (Allah'ı tespih etmede uyum içinde) yönelip-dönmekte olanlar idi.” (38
Sâd 18-19)
“Ey dağlar ve kuşlar! Davud tespih ettikçe siz
de onu tekrarlayın diyerek and olsun ki, ona katımızdan lütufta
bulunduk; «geniş zırhlar yap, dokumasını sağlam tut» diye ona demiri
yumuşak kıldık. Ey insanlar! Yararlı iş işleyin; doğrusu ben
yaptıklarınızı görenim.” (34 Sebe’ 10-11)
“Süleyman, Davud'a mirasçı oldu ve dedi ki: «Ey
insanlar, bize kuşların konuşma-dili öğretildi ve bize her şeyden (bol
bir nimet) verildi. Hiç şüphesiz bu, apaçık olan bir üstünlüktür.»” (27
Neml 16-29)
Dağlar, bir taraftan Allah’ı tespih ederken diğer
taraftan da bulutlar gibi hareket etmektedirler:
“Dağları görürsün de onları donmuş sanırsın; oysa onlar bulutların
sürüklenmesi gibi sürüklenirler. Her şeyi 'sapasağlam ve yerli yerinde
yapan' Allah'ın sanatıdır (yapısı bu). Hiç şüphe yok O, işlemekte
olduklarınızdan haberi olandır.” (27 Neml 88)
“Göğün sarsıldıkça sarsılacağı, dağların
yürüdükçe yürüyeceği gün; işte o gün, daldıkları yerde eğlenip oyalanarak
kıyameti yalanlayanlara yazık olacak!” (52 Tûr 9-12)
Dağlar hem konuşuyor hem de yürüyorlar. Bu ayetler, ağıttaki
olguları teyit ediyordu. Ancak, bir sorunun daha cevabı verilmeliydi: “Taşın
ya da evrenin-yerin hafızası var mıdır, bir kayıt sistemine
sahip midir?” Bu soru en az diğerleri kadar önemliydi. Kur’ân’a göre
yerin bir kayıt sistemi vardı ve her şeyi kaydetmekteydi:
“Yerküre kendine has sarsıntısıyla sallandığı, toprak
ağırlıklarını dışarı çıkardığı ve insan «Ne oluyor buna!» dediği vakit, işte
o gün (yer) Rabbinin ona bildirmesiyle bütün haberlerini anlatır.” (99
Zilzâl 1-8)
Keza, Hz. Muhammed (s.) bir hadisinde yerin şahitliğine
dikkat çekerek müslümanları uyarmıştır:
“Günah işlememek suretiyle kendinizi yerin
şahitliğinden koruyunuz. Çünkü o sizin annenizdir. Kişi orada hayır
veya şer hiçbir şey işlemez ki, Kıyamet Günü’nde yer onu haber
vermesin.”[2]
Çok ilginç ve dikkat çekici olan bugün, galaksideki her
şeyin, “kuantum bilgisayarlar” gibi çalışıp kayıt tuttuğuna ilişkin
bilimsel çalışmaların yapılmış olmasıdır. İsmail Hakkı Aydın şunları söylüyor[3]:
“2017 yılındaki dünya beyin cerrahisi kongresinde vermiş
olduğum konferansta, beyindeki hücrelerin haysiyet, namus, şeref ve onurundan
bahsettim. Şimdi bugün diyorum ki uzaydaki galaksilerin, atomların,
elektronların da haysiyeti, onuru ve şerefi vardır. Çünkü onların bir kayıt
mekanizması var. Bir şey daha söyleyeyim Jürgen
Schmidhuber diye bir profesör, bugün kayıt sistemini okumak için
enerji sarf ediyor. Galaksi, kuantum bilgisayardır, diyor. İnsanlığın
evveliyatından günümüze kadar olan bütün görüntüler, bütün konuşmalar,
galaksi-daha doğrusu bu kuantum bilgisayarı- tarafından hard diske yüklenmiştir. …Jürgen
Schmidhuber çalışmasında, belki yarın biz bunları okuyabileceğiz,
çünkü hiçbir şey kaybolmuyor…”
Bütün bunları, rahmetli babaannemin, “Ula uşağum,
yanlış iş yapmayun, yerin kulağı vardur.” sözü ile özetleyebiliriz.
Tam bu noktada, Mustafa Öztürk kardeşimizin kendisi gibi iman etmeyenler için
kullandığı, “Öküz gibi iman etmek zorunda değilim.” ifadesi
adil ve doğru bir yaklaşım değildir?
İnsan yapımı konuşan radyolar, televizyonlar, kasetler,
gramofonlar, bilgisayarlar, video çalarlar, robotlar vb. gibiler, hep doğadaki
malzemeden yapılmış değiller midir? Google ve Yandex’ten yapılan yol
tariflerinde bizimle konuşanlar bilgisayarlardır.
Mutlak güç ve kuvvet sahibi olan Allah, kâinata, konuşma,
yazma yeteneğini veremez mi? O nedenle Kur’ân’daki bu ayetler ne
semboliktir ne de mecazidir? Asıl sorun bu yetenekleri, kanuniyetleri İslâm
âleminin bulamaması, keşfedememesi, teori ve teknoloji üretememesidir. Asıl
sorgulanması gereken nokta burasıdır.
Öte âlemde, yüce mahkemede, yer şahitlik yapacağına göre,
yere nazaran çok daha mükemmel bir şekilde “eşref-i mahlûkat olarak
yaratılan” insanın kendi kendine şahitlik etmesi, söz konusu olamaz
mı? Kur’ân bu konuda ne demektedir bize?
Evet, insanoğlu, bu dünyada yaptığı her şeyin hesabını yüce
mahkemede verirken savcılar iddianameyi (kendisi hakkında her türlü bilginin
yer aldığı kitabı / amel defterini) kendilerine verdiklerinde, insanın bazı
organları bizzat ait oldukları kişi hakkında şahitlik yapacaklardır. Ve
bildikleri, kaydettikleri her bilgiyi yüce yargıca sunacaklardır:
“O gün, kendi dilleri, elleri ve ayakları aleyhlerinde
yaptıklarına dair şahitlikte bulunacaklardır.” (24 Nûr 24)
“Sonunda oraya geldikleri zaman, onların işitme, görme
(duyuları) ve derileri kendi aleyhlerine şahitlik edecektir.”
“Kendi derilerine dediler ki: «Niye aleyhimizde şahitlik
ettiniz?»
Dediler ki: «Her şeye nutku verip-konuşturan Allah, bizi
konuşturdu.
Sizi ilk defa O yarattı ve Ona döndürülmektesiniz.»”
“Siz, işitme, görme (duyularınız) ve derileriniz
aleyhinizde şahitlik eder diye sakınıp-korunmuyordunuz. Aksine, yapmakta
olduklarınızın birçoğunu Allah'ın bilmeyeceğini mi sanıyordunuz.” (41
Fussilet 20-22)
“Bugün, biz, onların ağızlarını mühürleriz; (günahtan ve
sevaptan yana) kazanmakta olduklarını da elleri bize söylemekte, ayakları da
şahitlik etmektedir.” (36 Yâsîn 65)
Bu ayetlere göre insanların “elleri, dilleri,
ayakları, işitme, görme ve dokunma (derileri) organları” insanın bizzat
kendisi hakkında şahitlik yapacaklardır. Hafızaya kaydettikleri her şeyi yüce
yargıca sunacaklardır. İlginç ve dikkat çekici olan vücudun bütün
organlarından ismi geçen bu altı organa, sinir sistemi üzerinden
bir bağlantının olmuş olmasıdır. Yanı bu altı organ vücudun tüm
organlarının yaptığı her şeyden haberdardır. Nitekim bugün kullanılan
yeni bir tıbbı yaklaşımla, insanların ayaklarının altına elle dokunularak
vücudun herhangi bir yerinde var olan bir hastalık tespit edilebildiği gibi, bu
yolla geçirilen tüm hastalıklar da tespit edilebiliyor. Benzer bir tespit,
kulağa takılan özel bir cihazla da yapılabilmektedir.
Bu şahitlik ayetleri ile verilen mesaj, bu organların diğer
organlar hakkında bilgi sahibi olabilecek bir yapıya, donanıma sahip olduğu
olgusudur. Arzu edilirdi ki, bütün bu olguları, teori hâline İslâm dünyası
getirmiş olsun. Eğer geçmişte getirilmiş ise bunlar bulunup bugüne aktarılsın.
Buradan çıkarılabilecek çok önemli bir ders, Kur’ân ayetlerine farklı
açılardan, bakabilme olgusudur. Çünkü bunlar Allah’ın ayetleri olup birer
kanuniyetin tecellisidir.
Bütün bu ayetleri göz önüne aldığımızda, Kur’ân’ın
sadece, “3-5 lavuk müşrike 23 yıl” boyunca hitap etmediği görülmektedir.
Gerçekte Kur’ân, kıyamete kadar yaşayan tüm nesillere hitap
etmektedir.
“Gorion/Orion Takım Yıldızı’na bak, Andro Medaya bak,
Samanyolu’na bak, National Coğrafik’e git, Okyanusun diplerine bak, kutuplara
bak, çiçeğe bak, Boğaz’da erguvana bak, bir de Kur’ân’a bak,” diyerek
eleştirilen Kur’ân’a bir de evren, kâinat açısından bakalım.
Bu kardeşlerimizin Kur’ân’la ilgili söyledikleri doğru mu?
Bayburtlu Zihni ve Big-Bang
Fizikçi Prof. Dr. Feza Gürsoy Hocanın, tarihini şu an kesin
olarak hatırlayamadığım, tahminen 1982-1983 arasında, “‘Big-Bang’
(Büyük Patlama) ile başlayan evrenin oluşumu” konulu bir konferansına,
İTÜNEE’den teorik fizikçi bir doçent ağabeyimizle birlikte katıldım. Konferans,
İTÜ Ayazağa Kampüsü, Fen Edebiyat Fakültesi konferans salonunda yapılmıştı.
Büyük bir salon hıncahınç dolmuştu. Çünkü hoca dünya çapında etkin ve ünlü
biriydi. O yıl itibariyle Nobel’e aday gösterilenler arasındaydı. Nobel Ödülü,
bir iki oy farkıyla Pakistanlı fizikçi Abdusselam’a verilmişti.
Feza Hoca konuşmasında yol boyu ilginç anekdotlar
sunmaktaydı. Feza Hoca, büyük patlamadan on üzeri eksi kırk üç (10-43)
saniye sonra zaman ve mekânın ortaya çıktığını ifade
ettikten sonra hiç beklenmedik bir şekilde Erzurumlu Emrah’ın, “Öyle
bir demdeyim ki ne zaman var ne mekân” ifadesine atıfta bulundu.
Salondan bir tepki gelmedi. Hoca konuşmasında Einstein’in ‘Big-Bang’ teorisine
göre, ‘Büyük Patlama’ anında, 11 boyutlu bir uzayın olduğunu,
ancak, bu 11 boyutun 7 boyutunun zamanla kaybolduğunu, geriye dört
boyutunun (1. En, 2. Boy, 3. Yükseklik ve 4. Zaman) kaldığını ifade etmişti.
Hocaya göre kaybolan her bir boyutun ne olduğunu bulan, izah eden Nobel Ödülü
alabilecektir. Bu izahtan sonra Feza Hoca gene beklenmedik bir şekilde Bayburtlu
Zihni’nin “Ey Dünya sen 11 başlı bir ejderha idin. 7 başını kestiler, 4 başın
kaldı. Gene de ne baş edilmez bir belasın!” ifadesine atıfta bulundu.
Ejderhanın başının sayısı ile ‘Big-Bang Teorisi’nin boyutlarının sayısı birbiri
ile tam bir uyum içerisindeydi. Salonda “sinek uçsa kanat sesi
duyulabilecek” tarzda bir sessizlik olduktan sonra; bir kişinin, “Hocam
bu adamlar nereden biliyorlar bunları” demesiyle sessizlik
bozuldu. Feza Hoca “ben bilmiyorum; ancak halk bunlara “abdal” derdi;
biz fizikçiler de biraz abdalız.” cevabını vermişti.
Sorunun cevabını biliyordum, fakat cesaret edip kalkıp
söyleyemedim. Hocaya sorulan sorunun cevabı Kur’ân’dı. “Taşın
ağlaması” ile ilgili Kur’ân’ı incelediğimde teknolojik ve mühendislik boyutlu
ayetlerinin hepsini, o günkü anlayışıma göre alıp tasnif etmiştim.
Kur’ân’da evrenin yaratılışına ilişkin ayetler, değişik
yerlerde, değişik boyutlarda zikredilmektedir. Feza Hocaya sorulan sorunun da
cevabı o ayetlerdeydi. Kur’ân-ı Kerim, evrenin yaratılışına, değişik boyutları
ile, değişik yerlerde vurgu yaparak, ilgili ayetler, kanuniyetler üzerinden
insanların tefekkür etmesini istemekte ve insanları iman etmeye çağırmaktadır.
Ayetlerde ana amaç, hitap edilen insan unsurunun özellikleri göz önüne
alınarak Allah’ın gücüne, kuvvetine, mutlak hâkim olduğuna vurgu
yapılmakta, ilgili ayetlerdeki konulara bu nedenle atıfta bulunulmakta,
bunların Allah tarafından konulan yasalara tabı olduğu ifade edilmektedir.
Ayetlerde vurgulanan, dikkat çekilen kanuniyetler birer araçtı ve
kanuniyetlerinin keşfedilmesi istenirken amaç, insanların iman edip hidayet
yoluna ulaşmasıdır.
Kur’ân’a göre gökler ve yer, hak olarak insan için
yaratılmıştır:
“Onun arşı su üzerinde iken amel bakımından hanginizin
daha iyi olduğunu denemek için gökleri ve yeri altı günde yaratan odur…” (11
Hûd 7)
“Allah, gökleri ve yeri hak olarak yarattı; öyle ki, her
nefis kazanmakta olduklarıyla karşılık görsün. Onlara zulmedilmez.” (45
Câsiye 22)
Allah, gökleri ve yeri altı günde yaratmıştır:
“Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri
ve yeri yaratan, sonra da arşa istiva eden Allah'tır. Gündüzü, durmaksızın
kendisini kovalayan geceyle örten, güneşe, aya ve yıldızlara kendi buyruğuyla
baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratmak da emir de (yalnızca) onundur…” (7
A’râf 54)
Başlangıçta göklerle yer bitişik iken Allah onları ayırmış
ve öncelikle yeryüzünü iki gün içinde tanzim etmiştir:
“O küfre sapanlar görmüyorlar mı ki, (başlangıçta)
göklerle yer, birbiriyle bitişik iken, biz onları ayırdık ve her canlı şeyi
sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı?”
“Yer onları sarsmasın diye onun üstünde dağlar yarattık.
Ve orada iniş yolları açtık. Ta ki (maksatlarına) ulaşabilsinler.” (21
Enbiyâ 30-31)
“De ki: ‘Gerçekten siz mi yeri iki günde yaratana (karşı)
küfre sapıyor ve Ona birtakım eşler kılıyorsunuz? O, âlemlerin Rabbidir.’”
“Yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi, onu bereketli
kıldı…” (41 Fussilet 9-10) (Ayrıca Bak: 10/3, 25/59; 32/4; 50/38;
57/4-6)
Allah yedi gök yaratmıştır:
Yeryüzü tanzim edildikten sonra Allah, iradesini göğe
yönelterek iki gün içerisinde yedi göğü inşa etmiş, dünya
göğünü yıldızlarla süsleyip yeryüzüne tavan yapmıştır:
“Sonra, kendisi duman hâlinde olan göğe yöneldi;
böylece ona ve yere dedi ki: ‘İsteyerek veya istemeyerek gelin.’ İkisi de:
‘İsteyerek (itaat ederek) geldik.’ dediler.”
“Böylelikle onları iki gün içinde yedi gök olarak
tamamladı ve her bir göğe emrini vahyetti. Biz
dünya göğünü de kandillerle süsleyip-donattık ve bir koruma (altına aldık).
İşte bu, üstün ve güçlü olan, bilen (Allah') in takdiridir.” (41
Fussilet 11-12)
“Allah Odur ki, gökleri dayanak olmaksızın yükseltti;
onları görmektesiniz. Sonra arşa istiva etti ve güneş ile aya boyun eğdirdi,
her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp gitmektedirler.” (13 Ra’d
2) (Ayrıca Bak: 2/22,29;15/20-22; 21/32; 55/7-9; 67/5; 71/16-20; 78/7-16)
Yedi kat gök arasında tam bir uyum ve düzen vardır:
“O, biri diğeriyle 'tam bir uyum (mutabakat)
içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)’ın yaratmasında
hiçbir çelişki ve uygunsuzluk (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü)
çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor
musun?” (67 Mülk 3)
“«Görmüyor musunuz; Allah, yedi göğü
birbirleriyle bir uyum (mutabakat) içinde yaratmıştır?»” (71
Nûh 15)
Allah, yedi gök arasına geçişleri sağlayan “yedi yol”
yerleştirmiştir:
“Üstünüzde birinden diğerine geçilebilen yedi yol yarattık.
Bu yarattıklarımızı başıboş bırakmayız.” (23/17; 51/7)
Bu yollardan, geçitlerden geçebilmek için “sultan bir
güce” ihtiyaç vardır:
“Ey cin ve ins toplulukları, eğer göklerin ve yerin
bucaklarından aşıp-geçmeye güç yetirebilirseniz, hemen aşıp-geçin; ancak 'üstün
bir güç (sultan)' olmaksızın aşıp-geçemezsiniz.” (55 Rahman
33)
Güneş, ay ve tüm gezegenler birer yörünge üzerinde,
belirli bir hesaba göre hareket etmektedirler:
“ 'Özen içinde yollar ve yörüngelerle donatılmış' göğe
ant olsun” (51 Zâriyât 7)
“Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratan odur; her biri
bir yörüngede yüzüp gitmektedirler.” (21 Enbiyâ 33)
“Güneş’in ve Ay’ın konumları ve hareketleri belirli bir
hesaba dayanır.” (55 Rahman 5)
“Güneş de, kendisi için (tespit edilmiş) olan bir
müstakarra doğru akıp-gitmektedir. Bu, üstün ve güçlü olan, bilen (Allah)’in
takdiridir.
Ay'a gelince, biz onun için de birtakım uğrak yerleri
takdir ettik; sonunda o, eski bir hurma dalı gibi döndü (döner).
Ne Güneş’in Ay’a erişip-yetişmesi gerekir, ne de gecenin
gündüzün önüne geçmesi. Her biri bir yörüngede yüzüp gitmektedirler.” (36
Yâsîn 38-40)
Evren hâlâ genişlemeye devam etmektedir:
“Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz
biz, (onu) genişletici olanlarız.” (51 Zâriyât 47)
Dikkat çekici olan bugün bilimsel çalışmalarda gelinen
nokta, evrenin genişlediğidir:
“1998’den önce evrenin genişlemesinin, maddenin tümünün
kütle çekim yüzünden yavaşladığı düşünülüyordu; tek sorun evrenin enerji
yoğunluğunun genişlemeyi tersine çevirip bir “büyük çöküş”e yol açacak kadar
büyük olup olmadığıydı. Görünür madde ile karanlık madde “kritik yoğunluğun”
yaklaşık 3’te biri kadardır, dolayısıyla genişlemenin tersine döneceğine
inananlar için karanlık madde problemi ile ilişkili olmayan ikinci bir “kayıp
kütle” paradoksu vardır.
Bütün bu ekstra enerji nerededir?
Şaşırtıcı bir keşif ile bu problem tersyüz oldu, evrenin
genişlemesi yavaşlamıyor aksine ivmeleniyordu. Öyle görünüyor ki, Newton kütle
çekimi (evrensel çekim) çok büyük ölçekte doğru değildir-veya doğası itici olan
ve bu durumda kütle çekimini yenen yeni bir kuvvet vardır. …Öyle görünüyor ki
daha öğreneceğimiz çok şey var.”[4]
Gök, Allah tarafından azgın, kovulmuş şeytanlara karşı
korunmaktadır:
“Hiç şüphesiz, biz dünya göğünü 'çekici bir süsle',
yıldızlarla süsleyip-donattık.
Ve itaatten çıkmış her azgın şeytandan koruduk;
Ki onlar, Mele-i Alâ'ya kulak verip dinleyemezler ve
onlar her yandan kovulur atılırlar; uzaklaştırılırlar. Onlar için kesintisiz
bir azap vardır.
Ancak (sözü hırsızlama) çalıp-kapan olursa, artık onu da
delip geçen 'yakıcı bir alev' izler (ve yok eder).” (37 Sâffât 6-10),
(72/8, 9; 15/16-18)
Bütün bu ayetleri göz önüne aldığımızda, Kur’ân’ın
sadece “3-5 lavuk müşrike 23 yıl” boyunca hitap etmediği
görülmektedir. Gerçekte Kur’ân, kıyamete kadar yaşayan tüm nesillere hitap
etmektedir.
Bazı kardeşlerimizin “Gorion/Orion Takım Yıldızı’na
bak, Andro Medaya bak, Samanyolu’na bak, National Coğrafik’e git, Okyanusun
diplerine bak, kutuplara bak, çiçeğe bak, Boğaz’da erguvana bak, bir de
Kur’ân’a bak,” diyerek eleştirdiği Kur’ân’a bir de aşağıda ele aldığımız konular
açısından bakalım:
Eş (Zevc-Çift-Parite) Olarak Yaratma
Kur’ân’da bildiğimiz ve bilmediğimiz her şeyin çift/eş/zevç/parite olarak,
zıddı/antisi ile birlikte yaratıldığına özel bir vurgu yapılmaktadır:
“Yerin bitirmekte olduklarından, kendi nefislerinden
ve daha bilmedikleri nice şeylerden bütün çiftleri yaratan
(Allah çok) yücedir.” (36 Yâsîn 36)
“Ve biz, her şeyi iki çift yarattık. Umulur ki öğüt
alıp-düşünürsünüz.” (51 Zâriyât 49) (Ayrıca Bak: 4/1; 13/3;
16/72; 26/7; 30/20, 21; 35/11; 36/36; 42/11; 43/12-13; 51/49; 53/45;
55/52; 75/39; 78/8 89/3.)
Her şeyin eş olarak (Pozitif-negatif, dişi- erkek) şeklinde
var olması, parçacık fiziğinin ilgilendiği çok önemli bir
alandır. Tüm parçaçıklar, (+ yük, - yük), (elektron-pozitron),
(proton-antiproton), (pion-antipion), (muon-antimuon), (/nötrino-antinotrino),
(kuark-antikuark) vb. şeklinde zıtları ile birlikte evrende bulunmaktadır[5],[6]:
“Her temel parçacığın, onunla aynı kütle ve spine sahip
fakat zıt yüklü bir parçacık vardır.”
“Antiparçacık parçacıkla aynı kütle ve ömre sahip, ama
zıt elektrik yüklü”
“Fotonlar ve gluonlar kütlesizdir.”
“Bir parçacık kendi antiparçacığıyla karşılaştığında
birbirlerini yok eder ve
tüm enerjileri foton şeklinde elektromagnetik ışımaya
dönüşür.”
Diğer taraftan Dirac ve Schrödinger denklemlerinin daima
biri pozitif, diğeri negatif olan iki çözümü vardır[7]:
“Dirac denklemi enerjileri göreli enerji formülü E2 –
p2 c2 = m2 c4 ile
verilen serbest elektronları betimler. Fakat denklemin çok rahatsız edici bir özelliği
vardır: Her pozitif enerjili çözüme (E = + √ p2 c2 +m2 c4)
karşılık gelen bir de negatif enerjili çözümü vardır (E = -√ p2 c2 +m2 c4 ).”
Bu bir sorundu ve sorun Anderson’un pozitronu bulması ile
çözülmüştür:
“…1931’in sonlarında Anderson’un elektronun pozitif yüklü
ikizi olan ve Dirac’ın istediği bütün özellikleri aynen taşıyan pozitronu keşfi
ile muhteşem bir zafere dönüştü.”
“…Dirac denklemindeki ikilemin kuantum alan kuramının
engin ve evrensel özelliklerinden biri olduğu anlaşıldı: Her parçacık
türüne karşı gelen aynı kütleli fakat zıt yüklü bir anti parçacığı olmalıdır. O
hâlde Pozitron aslında bir anti elektrondur.” Antinötron da (yüksüz) ertesi yıl
(1956 yılında) aynı yerde (Berkeley Bevatronu) keşfedildi.”
Bilim insanları evrenin yapı taşını, her şeyin anası olan
tek bir parçacık aramaya devam ederken; daima karşılarına antileri ile birlikte
çıkan yeni parçacıklara ulaşmışlardır. Çünkü bu, Allah’ın koyduğu “bildiğiniz
ve bilmediğiniz her şeyi eş yarattım kanununun” bir sonucuydu. Tek
ve mutlak hâkim âlemlerin Rabbi olan Allah’tı.
Bu olgu madde-anti madde olgusunun varlığını ortaya
çıkarmaktadır[8]:
“Her parçacığın bir antiparçacığı olması antimadde
olasılığını da gündeme getirir. Normal madde ‘proton, nötron ve elektron’lardan
oluştuğuna göre, antimaddenin de antiproton, antinötron ve pozitronlardan
oluşması beklenir.
Gerçekten de (iki antiproton ve iki antinötrondan oluşan)
antihelyum çekirdeği gözlenmiştir.
Normal maddenin olduğu yerde antimaddenin kararsız olması
beklenir, fakat yalıtılmış hâlde kararlı olur.
“Buna göre, evrenin çok uzak bölgelerinde, tümüyle
antimaddeden oluşan galaksilerin bulunması mümkündür; fakat bu tür
galaksilerin varlığı konusunda henüz bir ipucu elde edilememiştir.”
“Buna göre, evrenin çok uzak bölgelerinde, tümüyle
antimaddeden oluşan galaksilerin bulunması mümkündür.” ifadesini “güneş
sisteminin müstakar bir noktaya doğru akıp gitmekte” olduğu ayeti
kapsamında değerlendirdiğimizde, madde ve anti madde birleşiminin vuku bulması
mümkün olabilir.
Bu konuların üzerinde durmamızın iki nedeni vardır:
1. Bütün bu teorik çalışmaları, modellemeleri,
Kur’ân-Sünnet’ten hareketle niçin İslâm dünyasının yapmadığı, yapamadığı ya da
geçmişte yapılmış ise niçin bugüne aktarmadığı gerçeğidir.
2. Mustafa Öztürk kardeşimizin iddia ettiği gibi “Kur’ân 23
yıl boyunca Medine-Taif-Hicaz bölgesine hapsedilmiş” ve “3-5 lavuk müşrike söz
söylemiş” değildir.
Gerçekte Kur’ân-Sünnet, kıyamete kadar yaşayan tüm nesillere
hitap etmektedir.
“Gorion/Orion Takım Yıldızı’na bak, Andro Medaya bak,
Samanyolu’na bak, National Coğrafik’e git, Okyanusun diplerine bak, kutuplara
bak, çiçeğe bak, Boğaz’da erguvana bak, bir de Kur’ân’a bak,” dendiği için bu
konulara girdik ve aşağıda girmeye de devam edeceğiz.
İzafiyet Teorisi: Zamanın, Mekânın ve Kütlenin Hızla
Değişimi
Kur’ân’da evrenin yaratılışı ile ilgili ayetleri
incelediğimizde, zamanın izafiliği ile ilgili dikkat çekici bir
durum vardır:
“Onlar senden, azabın çarçabuk getirilmesini istiyorlar;
Allah, va'dine kesin olarak muhalefet etmez. Gerçekten, senin Rabbinin katında
bir gün sizin saymakta olduklarınızdan bin yıl gibidir.” (22 Hacc 47)
“Gökten yere her işi O evirip-düzene koyar. Sonra
(işler), sizin saymakta olduğunuz bin yıl süreli bir günde yine Ona
yükselir.” (32 Secde 5)
“Melekler ve ruh (Cebrail) Onun huzuruna bir günde
çıkarlar ki onun miktarı elli bin yıldır.” (70 Me’âric 4)
Dikkat çekici olan, Allah katındaki bir günün bizim
dünyamızdaki iki farklı zaman dilimine tekabül etmiş olmasıdır:
- Bizim
dünyamızdaki 1000 yıl Allah katında bir gündür.
- Bizim
dünyamızdaki 50.000 yıl Allah katında bir gündür.
Secde Suresinin 5. ayetinde dikkat çeken nokta,
Allah’a “işlerin yükselmesi” ifadesinin; Me’âric
Suresinin 4. ayetinde ise “Meleklerin ve Cebrail’in Allah katına çıkması”
ifadesinin kullanılmasıdır. Her iki ifadede ortak payda hızdır ya da hız
olabilir.
Bu konu ile ilgili iki önemli vakaya daha Kur’ân’da yer
verilmektedir:
- Bir
gece, Hz. Muhammed (s.), Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa'ya
götürülmüştür:
“Bir kısım ayetlerimizi kendisine göstermek için, kulunu
bir gece Mescid-i Haram'dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa'ya
götüren O (Allah), yücedir. Gerçekten O, işitendir, görendir.” (17
İsrâ 1)
- Hz.
Süleyman zamanında Saba Melikesi Belkıs’ın tahtı, Yemen’den Hz.
Süleyman’ın bulunduğu yere (muhtemelen Kudüs’e), Kitap’ta ilmi olan biri
tarafından götürülmüştür:
“(Elçinin gitmesinden sonra Süleyman:) ‘Ey önde gelenler,
onlar bana teslim olmuşlar (Müslüman) olarak gelmeden önce, sizden kim onun
tahtını bana getirebilir?’ dedi.
Cinlerden İfrit: ‘Sen daha makamından
kalkmadan önce, ben onu sana getirebilirim, ben gerçekten buna karşı kesin
olarak güvenilir bir güce sahibim.’ dedi.
Kendi yanında kitaptan ilmi olan biri, dedi
ki: ‘Ben, (gözünü açıp kapamadan) onu sana getirebilirim.’ derken (Süleyman)
onu kendi yanında durur vaziyette görünce dedi ki: ‘Bu, Rabbimin fazlındandır,
ona şükredecek miyim, yoksa nankörlük edecek miyim diye beni denemekte olduğu
için (bu olağanüstü olay gerçekleşti)….” (27 Neml 38-40)
Bu iki olayın birinde Hz. Muhammed (s.) bir gecede Mescid-i
Haram’dan Mescid-i Aksa’ya götürülüp geri getirilirken; ötekinde Saba Melikesi
Belkıs’ın Tahtı Yemen’den Hz. Süleyman’ın yanına götürülmüştür (muhtemelen
Kudüs’e). Melekler ve Cebrail’in bizim 50 bin yılımıza tekabül eden bir
mesafeyi bir günde aldıklarını göz önüne aldığımızda, Kitap’ta yazılı
ilme vakıf olan birinin, bir tahtı bir yerden bir yere götürmesi sorun
değildir. Hz. Peygamberde ise doğrudan Allah’ın müdahalesi söz konusudur. Nasıl
ve kiminle gittiği konusunda herhangi bir bilgi mevcut değildir.
Yukarıdaki ayetlerin tümünü göz önüne aldığımızda dört
farklı durum vardır:
- İşlerin
Allah katına yükselme zamanı,
- Meleklerle
Ruhun (Cebrail) Allah katına çıkma zamanı,
- Hz.
Peygamberin Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya götürülmesi zamanı,
- Saba
Melikesi Belkıs’ın tahtının Yemen’den Hz. Süleyman’ın yanına götürülmesi
zamanı (a. Cinlerden İfrit’in getirme zamanı; b. Kitaptan ilmi olan
birinin getirme zamanı).
Ayette geçen “işlerden” kastedilenin iyi
analiz edilmesi gerekmektedir. Müfessirlerin bu konuya açıklık getirmesinde
fayda vardır. Muhtemelen mekân olarak yeryüzünden Allah katına bir yükselme söz
konusudur. Meleklerin nurdan yaratıldığını, insanın da topraktan yaratıldığını
biliyoruz. Meleklerin ve Ruhun, konumu, kütlesi ve hızı konusunda bir fikrimiz
yoktur. Hangi konumdan Allah katına bir günde çıkmakta olduklarında bir açıklık
yoktur. Bu sorunun cevabı belki de, meleklerle ilgili tüm ayetlerin analiz
edilmesinde gizli olabilir. Hz. Peygamberin ve Belkıs’ın tahtının konumu,
kütlesi yaklaşık olarak bellidir. Götürüldükleri mesafe de bellidir.
Dikkat çekici olan İfrit ile Kitaptan ilmi olanın sahip
oldukları bilgi ve bilginin eyleme dönüştürülmesi, gücü ve yeteneğidir. Benzer
bir şekilde bugün, ışınlama adı altında bir cismin bir yerden
başka bir yere götürülmesi çalışmaları yapılmaktadır.
Bütün bunları göz önüne aldığımızda “zaman, kütle, mesafe
ve hız” arasında özel bir ilişkinin olduğunu söyleyebiliriz.
Bugün fizikte formüle edilen ve Lorenzt dönüşümleri denilen
dönüşümler, hıza bağlı olarak zamanın, mesafenin ve kütlenin değiştiğini
göstermektedir. Referans alınan hız, ışık hızıdır. Kütle hızla
artmakta, mesafe büzülmekte ve zaman artmaktadır.[9],[10],[11]
Nurdan ve nardan yaratılmış varlıkların kütleleri konusunda
herhangi bir bilgimiz yoktur.
“Gorion/Orion Takım Yıldızı’na bak, Andro Medaya bak,
Samanyolu’na bak, National Coğrafik’e git, Okyanusun diplerine bak, kutuplara
bak, çiçeğe bak, Boğaz’da erguvana bak, bir de Kur’ân’a bak,” dendiği için bu
konulara girdik ve aşağıda girmeye de devam edeceğiz.
Dağların Yürütülmesi ve Deprem Vakası
Evrenin yaratılışı ile ilgili ayetlerde dağlara yüklenen
fonksiyonlara yer verilmektedir. Dağlar, insanların sarsılmaması için birer
denge unsuru olarak kazık gibi yerleştirilmiştir:
“Biz yeryüzünü bir döşek, dağları da birer kazık
yapmadık mı?” (78 Nebe’ 6-7)
“Ve O, yeri yayıp uzatan onda sarsılmaz-dağlar ve
ırmaklar kılandır. Orada ürünlerin her birinden ikişer çift yaratmıştır; geceyi
gündüze bürümektedir. Şüphesiz bunlarda düşünen bir topluluk için gerçekten
ayetler vardır.” (13 Ra’d 3) (Ayrıca Bak: 15/9; 16/15; 21/31; 41/10;
50/7; 79/32).
Bugünkü bilimsel çalışmalara göre “Yeryüzündeki ve deniz
dibindeki dağların hepsi kazık şeklinde” olup “yeryüzünün dengesini
sağlamada önemli bir rol icra etmektedirler”.[12]
İlginç olan, birer denge unsuru olan dağların, “bulutların
sürüklenmesi” gibi hareket ettiğidir:
“Dağları görürsün de onları donmuş sanırsın; oysa onlar
bulutların sürüklenmesi gibi sürüklenirler. Her şeyi 'sapasağlam ve
yerli yerinde yapan' Allah'ın sanatıdır (yapısı bu)” (27 Neml
88). “Ve dağlar bir yürüyüş ile yürüyüverir (52 Tûr 10).
Diğer taraftan Kur’ân “yerin yarıklı” olduğunu
ifade etmektedir:
“Dönüşlü olan göğe ant olsun, yarıklı olan yere
de ki o, tam bir biçimde ayırt eden bir sözdür, o bir şaka da
değildir.” (86 Târık, 11-12)
“Dağların yere çakılı olması” ile “bulutlar gibi
sürüklenmesi” ve “yerin yarıklı olması” arasındaki ilişkiyi göz önüne
aldığımızda, bugün “Levha tektoniği”/“kıtasal tektonik”/“kıtasal
sürüklenme” denilen bir olayı, daha kolay anlama imkânımız vardır:
“Yeryüzünde birbirine yakın-komşu olan kıtalar
vardır.” (13 Ra’d 4)
Bugün yerkürede, “levha tektoniği” denilen “taşküre
levhalar” bulunmaktadır.[13], [14] Levha
tektoniğine göre bugün yerkürede Avrasya, Afrika, Amerika Antartika, Hindistan
ve Büyük Okyanus levhaları olmak üzere 6 ana levha bulunmaktadır.
Bu ana levhalardan başka Adriya, Ege, Arabistan, Karayib gibi belli sayıda
da mikro levha bulunmaktadır. Kıtalar, bu taşküre
levhalar tarafından sürüklenmektedir. Dağlar da levha sınırlarında
oluşmaktadır. Çeşitli sıradağ tipleri ile çeşitli levha sınırları vardır.Makro
ve mikro levhaların sürüklenme esnasında birbirlerinin sınırlarına tecavüz
etmesi, deprem, yer sarsıntısı, zelzele dediğimiz olaya neden olmaktadır.
Allah, dağların hem denge unsuru olması ile birlikte
sürüklenmesine, hem de yerin yarıklı, fay hatları ile dolu oluşuna yemin ederek
dikkatimizi çekerken, gerçekte tehlikelere karşı da bizi uyarmış olmaktadır.
Görüldüğü gibi Kur’ân hem göklere hem de yere, yerde olanlara dikkat
çekerek, göklerde ve yerde hâkim olan, geçerli olan kanuniyetleri keşfetmemizi
ve keşfettiğimiz kanuniyetler üzerinde tefekkür ederek sırat-ı müstakime
ulaşmamızı istemektedir.
Denizlerin Birbirine Karışması Engeli ve Denizlerde Var Olan “Kat Kat Karanlıklar”
Denizler- okyanuslar içinde çok özel gizemler
barındırmaktadır (2/74, 164;6/6; 13/3; 16/ 14-15, 24; 39/40; 25/53; 27/61;
31/32; 35/12; 36/34; 45/12; 55/19-22). İçinde barındırdıkları nimetlerle,
insanlara nimetler sunmaktadır. Çünkü denizler insanların emrine hizmetine
verilmiştir. (16/14; 25/53; 35/ 12; 45/12; 55/22.) Denizlerle ilgili ayetler de
zamanla keşfedilecek -bir kısmı keşfedildi- gizem dolu ayetlere
rastlanmaktadır. Bunlardan birisi suyu tatlı olan deniz ile suyu tuzlu
olan denizin buluşmasıdır:
“İki denizi (birbirine) salıp katan Odur; bu, tatlı,
susuzluğu giderici, bu da tuzlu ve acıdır. İkisinin arasında (birbirlerine
karışmalarını önleyen) bir engel (berzah) ve aşılmayan bir sınır
koymuştur.” (25 Furkân 53)
“Ya da yeryüzünü bir karar yeri kılan, onun arasında
ırmaklar var eden ve ona (yeryüzü için) sarsılmaz dağlar yaratan ve iki
deniz arasında bir ara-engel (haciz) koyan mı? Allah ile beraber başka
bir ilah mı? Hayır, onların çoğu bilmiyorlar.” (27 Neml 61)
“Birbirleriyle kavuşup-karşılaşmak üzere iki denizi
salıverdi.”
İkisi arasında bir engel (berzah) vardır;
birbirlerinin sınırını geçmezler.
Allah her şeyi bir kanuniyete göre yarattığına göre, bu iki
denizin karışmamasını sağlayan bir kanuniyet vardır[15]:
“Prof. Dr. Hay: Akdeniz’in suları, Atlas Okyanusu’nun
sularına, Atlas Okyanusu’nun suları da Akdeniz’in sularına karışır ama
aralarında gerçekten bir engel vardır. Her iki denizin suları karışmak
için bu engelden geçerler. Engelden geçerken kendi özelliklerini kaybeder ve
karışacağı suyun özelliklerini alır. Yanı Akdeniz’in suları, Okyanusun sularına
karışmadan önce bu su engelinde kendi özelliklerini kaybedip, Okyanus suyunun
özelliklerini kazanır ve Okyanus suyuna, Okyanus suyunun özellikleri ile karışmış
olur. Aynı şekilde Okyanus suları da Akdeniz’in sularına karışmadan önce bu
engelden geçerken kendi özelliklerini kaybedip, Akdeniz suyunun özelliklerini
alır ve Akdeniz’e Akdeniz suyu olarak karışır. Böylece, hem iki su arasında
karışmalarına engel vardır, sular birbirine karışmazlar hem de izah ettiğim
şekilde karışırlar. Kur’ân’ın bu ifadesi müthiş!”
Gene Kur’ân, denizlerde “kat kat olan karanlıklara” dikkat
çekerek insanları Allah’a iman etmeye çağırmaktadır:
“Küfre sapanlar ise; onların amelleri dümdüz bir
arazideki seraba benzer; susayan onu bir su sanır. Nihayet ona
yetişip-geldiğinde, onu bir şey olarak bulmayıverir ve kendi yanında Allah'ı
bulur. (Allah da) Onun hesabını tam olarak verir. Allah, hesabı çok seri
görendir.”
“Kâfirlerin amellerinin bir başka benzeri engin
bir denizin karanlıklarıdır. Bu denizi üst üste binen dalgalar ve dalgaları
da bulut örter. Orada karanlıklar üst üste binmiştir. Öyle ki
insan elini uzatsa onu fark edemez bile. Allah'ın nur vermediği
kimsenin nuru olamaz.” (24 Nûr 39-40).
Kâfirlerin amellerinin benzetildiği “denizlerdeki kat kat
karanlık” nedir ve nasıl oluşmaktadır? [16]
Prof. Dr. Dorga Prasada Rao: Derin denizlerdeki bu
tabakalar hâlindeki karanlıkların iki sebebi vardır:
Birinci sebep: Renklerin tabakadan
tabakaya kaybolmasıdır. Işık bilindiği gibi yedi renkten oluşur. Bu yüzden ışık
suya inince yedi renge ayrılır. Her renk suyun bir tabakasında kalır. Suyun en
üst tabakası kırmızı rengi emer. …İkinci tabakada portakal rengini emer. Elli
metre derinlikte yeşil rengin emildiği görülür. Yüz metre derinlikte yeşil
rengin yarısı görülür. Bundan sonra mavi rengin emildiği görülür. Demek ki
yeşil rengin karanlığı ancak yüz metre derinlikte oluşur. Sarı rengin karanlığı
elli metrede oluşur. Sarıdan önce portakal rengi ve kırmızı rengin
karanlıkları vardır. Her rengin tabakasında oluşturduğu karanlıklar kat kat ve
üst üstedir. Aşağısı tamamen karanlıktır.
İkinci sebep: Bu kat kat karanlıkların
ikinci sebebi ise ışığın önündeki engellerdir. Güneşten inen ışık önce
bulutlarda emilmektedir. Bu birinci karanlıktır. Işık suya inince suyun
üzerinden geriye yansır ve biraz daha emilmiş ve parıltısı azalmış olur. Işığın
geriye aksetmesi de dalgaların gücüne bağlıdır. Bu ise ışığın ikinci kez
azalmasına yol açar ki ikinci karanlıktır. Sonra ışık aşağıya iner. Denizin
burada yine iki tabakaya ayrıldığını görürüz. Biri yüzeysel kısmı öteki de
derin kısmıdır.
Denizin yüzeysel kısmında belli bir ışık ve ısı vardır.
Derin kısmı ise karanlık ve soğuktur. İşte bu iki tabaka arasında sıcak bir dalga
vardır. Bu denizin aydınlık kısmı ile karanlık kısmı arasındaki sıcak dalga
ancak 1950 senesinde keşfedilmiştir. Bu dalganın altındaki kısımda karanlık
başlar. Hatta balıklar dahi o bölgede gözleriyle göremezler.
Aşağıdan suyun dibinden bakıldığında karanlık bölge
birinci dalgadır, karanlık tabaka ile aydınlık tabaka arasındaki dalga ikinci
dalgadır, denizin aydınlık tabakası üçüncü dalgadır; denizin yüzeyindeki
gözlerimizle gördüğümüz dalga dördüncü dalgadır. Kat kat, üst üste dalgalar,
onun üstünde bulut. Bu ışığın önündeki engellerin karanlıkları ve renklerin her
tabakada oluşturdukları karanlıklar.”
Bu bağlamda, bulutların ve yağmurun oluşmasına Kur’ân’ın
nispeten genişçe yer verdiğine dikkat çekmek istiyoruz. (2/57, 164, 210; 7/57,
160; 13/12, 24/40,43; 25/25; 27/88; 30/48; 35/9; 51/2; 52/44; 56/69; 78/14).
“Gorion/Orion Takım Yıldızına bak, Andro Medaya bak,
Samanyolu’na bak, National Coğrafik’e git, Okyanusun diplerine bak, kutuplara
bak, çiçeğe bak, Boğaz’da erguvana bak, bir de Kur’ân’a bak,” diyen
kardeşlerimiz, Kur’ân’a getirdikleri eleştirilerde haklı değiller ve adil de
değildir.
Görünürde Sade, Özünde Derin Mesajı/Anlamı Olan Ayetler
Kur’ân’da ayetlerden öyleleri vardır ki, görünürde son
derece mesajsız, sadedir. İnsan ona bir anlam veremez. Hatta niye böyle
söyleniyor da diyebilir. Bu tür ayetlerin o sade görüntüsüne göre daha başka ve
derin anlamları vardır. Aşağıda bunlardan bir kesit sunacağız.
- Biz
onları (ashab-ı kehf) sağ yana-sol yana çeviriyorduk”
Ashab-ı Kehf ile ilgili aşağıdaki ayette çok sade bir ifade
kullanılmaktadır:
“Sen onları uyanık sanırsın, oysa onlar (derin bir
uykuda) uyuşmuşlardır. Biz onları sağ yana ve sol yana çeviriyorduk.
Onların köpekleri de iki kolunu uzatmış-yatmaktaydı. Onları görmüş
olsaydın, geri dönüp onlardan kaçardın, onlardan içini korku kaplardı.” (18
Kehf 18)
Ayette Ashab-ı Kehf’in “sağ yana, sol yana çevrildiği”, köpeklerinin
de “iki kolunu uzatıp yattığı” ifadesi yer almaktadır. Normal
şartlar altında görünür anlama bakarak böyle bir ifade Kur’ân’da yer
almamalıydı, diye insan düşünebilir.
Kur’ân’da böyle bir ifadenin var olmuş olmasının mutlaka bir
sebebi vardır. Ayet tıbbı bir tedaviye dikkat çekmektedir.
Uzun süre bir tarafa yatmak, vücutta yaraların oluşmasına sebebiyet
vermektedir. Yatalak hastaların sürekli olarak yatış konumlarının
değiştirilmesinin sebebi budur. Sağlam insanların gece uyurken farkında olmadan
sağdan sola, soldan sağa dönüp durması, işletim sistemimize yerleştirilen bir
paket programın sonucudur. Köpek için ifade edilen “iki kolunu uzatıp yatma” konumu,
köpek için yaranın olmamasını sağlayan bir konumdur.
- “Günahkâr
Alın/Perçem”, “Alınlarından Yakalamak”
“Ben gerçekten benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan
Allah'a tevekkül ettim. Onun, alnından yakalayıp denetlemediği hiçbir
canlı yoktur…” (11 Hûd 56)
“Hayır; eğer o, (bu tutumuna) bir son vermeyecek olursa,
ant olsun, onu perçeminden tutup sürükleyeceğiz;” “O yalancı, günahkâr
olan alnından.” (96 Alak 15-16; 55/41)
Görünür anlamı “secde etmeyen alın” olarak
kabul edilmektedir. Secde etmediği için alın “günahkâr” olmuştur. Alın
karar merkezi değildir. İnsanın karar merkezinin verdiği karara göre
organlar gereğini yapmaktadır. Öyleyse bu ifadenin görünür anlamının dışında
başka bir anlamı ya da işareti olmalıdır. Gerçekte beynin karar
mekanizması, alnın tam arkasında bulunmaktadır.[17]
Muhtemelen ayet buna bir işaret olabilir.
- “Derileri
Yanıp Döküldükçe, Azabı Tatmaları İçin Onları Başka Derilerle
Değiştireceğiz.”
Bu dünyada küfredenlerin küfürlerinin derecesine bağlı
olarak öteki dünyada cezalandırılacakları ve cezalandırılma şekilleri açıkça
ifade edilmektedir. Yani, Allah öteki dünyada uygulanacak ceza hukuk
sistemini, adaleti gereği, biz bundan haberdar değildik dememeleri için,
insanlara bu dünyada hatırlatarak insanları uyarmaktadır. Aşağıdaki ayet, bu
açıdan hem ilginç hem de dikkat çekicidir:
“Ayetlerimize karşı küfre sapanları şüphesiz ateşe
sokacağız. Derileri yanıp döküldükçe, azabı tatmaları için onları başka
derilerle değiştireceğiz.” (4 Nisâ 56)
Ayette, “Derileri yanıp döküldükçe, azabı
tatmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz.” ayetinde
derilerin yanması ile acı arasında bir ilişki kurulmaktadır. Derilerde dokunma,
sıcaklık, soğukluk ve acı duyumlarını alan
algılayıcılar/sensörler/reseptörler mevcuttur.[18] Derinin
yanması ile sensörler tahrip olduğu için insanlar acıyı algılayamazlar. Bu
nedenle felçli hastalar, banyoya tek başlarına sokulmazlar. “Yeniden deri geçirmek” demek,
aynı zamanda sensörleri yenilemek demektir.
- Parmak
Uçlarını Toplamak
“Evet; onun parmak uçlarını dahi derleyip-(yeniden)
düzene koymağa güç yetirenleriz.” (75/4)
Ayetinde “parmak uçlarına” özel bir vurgu yapılmaktadır.
Neden? Çünkü parmak uçlarındaki çizgiler her insan da farklıdır. Parmak
uçları kişinin kimliğini belirleyen, tayın eden çok önemli bir özelliğe
sahiptir. Poliste parmak uçlarının kaydının alınmasının sebebi budur.
- Hayvanlar
İnsanlar İçin Yaratılmıştır ve Hayvanlarda İbretler Vardır (16/5-8,66,80;
22/33,36; 23/21-22,36; 36/71-73; 39/6; 40/79-80; 43/12-14)
Kur’ân’da değişik hayvanların isimlerine ve ürünlerine fayda
ve zararlarına yer verilmektedir: Arı-Bal (16/68-69, 47/15),
At (3/14; 8/60; 16/8; 38/31-33 59/6; Balık: 7/163; 16/14; 18/61-63;
21/87; 35/12; 37/142; 68/48), Bıldırcın (2/57; 7/160; 20/80),
Çekirge (7/133; 54/7), Davar (23/21; 36/71), Deve (6/144;
7/40, 73, 77; 11/64; 12/65, 72; 17/59; 22/ 36; 26/155 54/27; 59/6; 77/33; 81/4;
88/17; 91/13), Domuz (5/60), Eşek (2/259; 16/8; 31/19; 62/5;
74/50) , Fil (105-1) İnek (2/67-68,70 6/144,146;
12/43,46), Karga (5/31), Karınca (27/18) ,
Katır (16/8) , Koyun-Keçi (6/143,146; 20/18; 21/78; 23/21;
36/71; 38/23-24), Köpek (5/4 7/176; 18/18, 22), Kurbağa
(7/133), Kurt (12/13-14,17), Ağaç Kurdu (34/14), Kuş (16/79;
56/21; 67/19; 27/16-21; 21/79; 3/49; 5/110; 2/260; 17/13), Ebabil Kuşları (105/1-5),
Maymun (2/65; 5/60; 7/166), Örümcek (29/41), Sinek (22/73), Sivrisinek
(2/26), Yılan (7/107; 20/20; 27/10; 28/31).
Bu ayetler ve günümüzde hayvanlarla ilgili yapılan
çalışmalar üzerinde tefekkür edildiğinde, görünenin aksine hayvanlar âleminde
çok özel bir zekâ, dayanışma, organizasyonun olduğu görülebilir. Yapay
zekâ alanında kullanılan bazı yaklaşımlar, hayvanlar aleminden
yararlanılarak elde edilmiş ve özellikle, mühendislikte, modelleme- simülasyon
ve kontrol algoritmalarında yaygın bir şekilde kullanılmaktadır: “Arı
Algoritması”, “Karınca Algoritması”, “Sürü Algoritması” gibi.
Bal, süt gibi ürünlerin sağlık üzerindeki etkileri bellidir. Arılarla ilgili
ilginç ve önemli bir özellik, erkek arıların döllenmemiş yumurtalardan
meydana gelmiş olmasıdır.[19]
Ankebut Suresinin 41. ayetinde geçen örümcek yuvasında
önemli sırlar saklıdır:
“Allah'ın dışında başka veliler edinenlerin örneği,
kendine ev edinen örümcek örneğine benzer. Gerçek şu ki, evlerin en dayanıksız
olanı örümcek evidir; bir bilselerdi.” (29 Ankebût 41)
Ayette geçen sır, “bir bilselerdi” ifadesinde
saklıdır. Bu sırrı yakalamak için örümcek yuvasının özelliklerine bakmak
gerekmektedir. Bütün yuvalar, tehlikelere karşı yapanları korurken, dişi
örümcek yuvası istisnadır. Örümcek ailesinde yuva, dışı örümcek tarafından,
avını tuzağa düşürmek amacıyla kurulmaktadır. Genelde zayıf kabul edilen
örümcek ağları / ipliği gerçekte aynı kalınlıktaki çelik telden 3-4 kat daha
hafif ve 3-4 kat daha fazla gerilme kuvvetine sahiptir. Bugün örümceğin
iplikleri üzerinde, teknolojik olarak üretilip askeri amaçlı elbiseler yapmak için
çalışılmaktadır.
Öyleyse Allah bize örümcek evini niçin ders alınması gereken
bir örnek olarak göstermektedir. Kanaatimce yukarıdaki sırların yanında ana
sır, örümceğin aile yapısında saklıdır. Çiftleşme zamanlarında,
çiftleşme tamamlandıktan sonra dışı örümcek, çiftleştiği erkeğe saldırıp onu
öldürmek istemektedir. Erkek örümcek kaçamazsa ya da üstün gelemezse, dışı
örümcek erkek örümceği öldürmektedir. Allah, “kendi dışında veliler
edinen insanların”, toplumların ve yuvaların hâlini muhtemelen bu nedenle “dışı
örümcek yuvasına” benzetmektedir. İstanbul Sözleşmesi,
dışı örümcek yuvası inşa eden özelliklere sahiptir. Bu açıdan özel olarak
değerlendirilmesinde fayda vardır.
- Hz.
Nuh’un Gemisi, Hz. Süleyman’a Rüzgârın Boyun Eğmesi, Hz. Musa’nın Asası
Bu başlıkta ifade edilenler Kur’ân’da dile getirilen ve
içinde derin sırlar barındıran ayetlerde geçmektedir.
Hz. Nuh yaşadığı zaman diliminde, Allah’ın gözetimi-denetimi
altında ve vahiyle, muhtemelen, bir buharlı gemi imal
etmiştir:
“Bizim gözetimimiz altında ve vahyimizle gemiyi imal
et…” (11 Hûd 37)
“Sonunda emrimiz geldiğinde ve tandır feveran
ettiği zaman, dedik ki: ‘Her birinden ikişer çift (hayvan)
ile aleyhlerinde söz geçmiş olanlar dışında, aileni ve iman edenleri ona
yükle.” (11 Hûd 40; 23/26-27)
Kazanın kaynaması, buharlı geminin bir
özelliğidir. Gemi, belki de daha yüksek teknolojiye sahiptir. Kullandığı
yakıtın özelliği belirtilmemektedir.
Benzer bir durumu, Hz. Süleyman’ın bugün için uçak
türü diyebileceğimiz bir hava aracına sahip olmasında görüyoruz:
“Süleyman için de sabah gidişi bir ay, akşam
dönüşü bir ay (mesafe) olan rüzgâra (boyun eğdirdik); erimiş bakır madenini ona
sel gibi akıttık. Onun eli altında Rabbinin izniyle iş görmekte olan
bir kısım cinler de vardı. Onlardan kim bizim emrimizden çıkıp-sapacak olsa,
ona çılgın ateşin azabından tattırırdık.” (34/12; 38/35-38).
Şimdi soru şudur, buharlı
gemiyi, uçağı niçin İslâm dünyası bulmamıştır, bulamamıştır. Eğer
bulmuş ise bu bilgiler bugüne niçin aktarılmamaktadır? Hz. Musa’nın
asası ile denize vurması sonucu denizi yarıp halkını karşıya geçirmesi, çok
önemli bir olaydır. Var olan bir kanuniyet, Allah’ın emriyle daha güçlü bir
başka kanuniyet tarafından, devre dışı bırakılarak denizin yarılmasına
sebebiyet vermiştir:
“Ant olsun, biz Musa'ya vahy etmiştik: «Kullarımı
geceleyin yürüyüşe geçir, onlara denizde kuru bir yol aç, (size) yetişilmekten
korkmadan ve endişeye kapılmadan.»” (20 Tâhâ 77)
“Bunun üzerine Musa'ya: «Asanla denize vur!» diye vahy
ettik. (Vurdu ve) Deniz hemencecik yarılıverdi de her parçası kocaman bir dağ
gibi oldu.”
“Ötekileri de buraya yaklaştırdık. Musa'yı ve onunla
birlikte olanların hepsini kurtarmış olduk. Sonra ötekilerini suda boğduk.
Hiç şüphe yok, bunda bir ayet vardır. Ama onların çoğu iman etmiş
değildirler.” (26 Yâsîn 63-67)
- “Demiri
İndirdik”
Kur’ân’da ismi geçen metallerden biri demirdir. ( Demir:
17/50; 18/96; 21/80; 22/21; 34/10-11, 33; 36/8; 40/71; 57/25; 76/4.). Diğer
metallerle ilgili “indirme” tabiri kullanılmaz iken,
demir ile ilgili özel olarak “indirme” kavramı kullanılmaktadır:
“Ant olsun, biz Peygamberlerimizi apaçık belgelerle
gönderdik ve insanlar adaleti ayakta tutsunlar diye, onlarla birlikte
kitabı ve mizanı indirdik. Ve kendisinde çetin bir sertlik ve
insanlar için (çeşitli) yararlar bulunan demiri de indirdik; öyle ki
Allah, kendisine ve Peygamberlerine gayb ile (görmedikleri hâlde) kimlerin
yardım edeceğini bilsin (ortaya çıkarsın)... (57 Hadid 25)
Ayette kitap, mizan ve demir olmak üzere üç
şey için “indirme” tabiri kullanılmaktadır. Demir için niçin
indirme tabiri kullanılmıştır? Diğer metaller için böyle bir tabir kullanılmaz
iken demir için indirme tabirinin kullanılmasının bir sebebi hikmeti olmalıdır.
Konunun uzmanı Prof. Dr. Armstrong, demir ile ilgili yaptığı
açıklama konuya açıklık getirmektedir[20]:
“Maddeleri oluşturan elektronların, atomların bir araya
gelebilmesi için bir enerjiye ihtiyaç vardır. Demirin oluşması için gerekli
enerjiyi hesap ettiğimizde gördük ki şimdiki güneş enerjisinin toplamının dört
katı fazla bir enerji gerekmektedir. Ne yerdeki ne Ay’daki, ne Merih’teki ve
Utarit’teki bütün enerjilerin toplamı demirin oluşması için gerekli enerjiyi
karşılayamamaktadır. Aksine bütün bu enerjilerin dört katı bir enerjiye ihtiyaç
vardır. Bu yüzden ilim adamları demirin yeryüzüne gelmiş garip bir unsur
olduğunu kabul ederler. Yeryüzünde oluşmamış aksine yeryüzüne gelmiş olduğunu
kabul ederler.”
Öyleyse;
“Gorion/Orion Takım Yıldızı’na bak, Andro Medaya bak,
Samanyolu’na bak, National Coğrafik’e git, Okyanusun diplerine bak, kutuplara
bak, çiçeğe bak, Boğaz’da erguvana bak, bir de Kur’ân’a bak,” diyen
kardeşlerimiz, Kur’ân’a getirdikleri eleştirilerde haklı da değiller, adil de
değildir. Ve; Şimdi soru şudur, bu ilmi gerçekleri, niçin İslâm
dünyası bulmamıştır, bulamamıştır? Eğer bulmuş ise bu bilgiler bugüne niçin
aktarılmamaktadır?
Kur’ân Tüm İnsanlığa Hitap Etmiştir ve Etmektedir
Kur’ân’da en çok yer verilen, atıfta bulunulan konulardan
biri de insan-beşer konusudur. Kur’ân, Allah ve ahiret gününe
imanı inşa edecek şekilde yerinde ve zamanında insan konusuna
değinmiştir. İnsan- beşer diye geçen ayetler derlendiğinde, çok fazla ayetin
varlığı dikkat çekmektedir. Ayetler konularına göre tasnif edilip
düzenlendiğinde çok geniş bir insan unsuru yelpazesi/spektrumu ortaya
çıkmaktadır.
İnsan ve beşer ile ilgili ayetleri ana hatları ile aşağıdaki
şekilde tasnif ettik. (Dikkat: Dipnotlarda tüm ayetlere değil
bazılarına işaret edilmekle yetinilmiştir. Okuyucular buna dikkat etmelidir.)
- İnsanın
Yaratılması
- İnsanın Yaratılması Fikrine
Karşı Melekler Topluluğunun Tavrı (2 Bakara 30)
- İnsanın Yapısal Özelliği: 1. Maddi Yapısı (38/71; 6/2;
7/12; 17/61), 2. Manevi Yapısı (21/30; 25/54) ,
3. Bilgilendirilmesi (2/31; 2/37)
- Büyük Sınav: Secde Olayı ve İki Farklı Tavır: 1.
Meleklerin Tavrı (7/11-31; 15/26-48); 2. İblisin Tavrı (7/11-31; 15/26-48)
- Hz. Âdem’in Eşinin
Yaratılması (2/35; 7/19)
- Hz. Âdem’le Eşinin Cennete Yerleştirilmesi (2/35; 7/19; 20/117): 1.
Kendilerine Tanınan Hukuk; 2.Düşmanlarının Tanıtılması
- Hz. Âdem’le Eşinin
Cennetten Çıkarılması (7/20-27; 20/20): 1. İblisin Kurduğu Tuzak;
2.Hz. Âdem’le
Eşinin Pişmanlığı ve Tövbe Etmesi; 3. Hz. Âdem’le İblisin
Cennetten
Çıkarılmaları; 4. İnsanın Yeryüzüne Gönderilmesi
- İblis (7/12-15;
38/76-81): 1. İblisin Yapı Taşı; 2. İblis’in İsyanındaki Temel Parametre;
3.İblis’in İnsanoğluna Savaş Açması; 4. İblis’in Kullanacağı Vasıtalar
- Tarihin Ana Dinamosu: Kıyamete Kadar Peygamberlerin
Yolundan Gidenlerle İblisin Yolundan Gidenlerin Mücadelesi (Müminlerle
Şeytanların Çatışması)
2. İnsanın Yaratılış Amacı (38/27; 21/16, 17;
44/38)
Yeryüzünde İnsan
Çift Yaratma ve Eşlerin Varlığı (4/1; 16/72; 30/20, 21);
Neslin Devamı ve Çocuğun oluşumu (3/6; 16/4; 22/5. 3/6; 42/49, 50); İnsanın
Ömrü (40/67; 35/11 3/145, 185); İnsanın Rızkı (11/6, 29/60-62 16/18, 71);
İnsanın İçinde Yaşadığı Doğal Çevre; İnsanın Farklı Renk ve Dilde Yaratılması
(25/54; 30/22, 2; 35/28; 49/13); İnsanın Yeryüzüne Dağılması (30/20; 67/24);
Yerde ve Gökte Olanların İnsanın Emrine Verilmesi (2/29; 14/32, 34; 16/5, 14,
80, 81)
İnsanın Temel Karakteristikleri
İnsanın Birbirine Zıt İki Farklı Yönü ya da İnsanda Zıt İki
Karar Mekanizması
İnsanın İyilik Cephesi (40/64; 64/3): İnsan Güzel Surette Yaratıldı,
İnsan Ölçülü ve Dengelidir, İnsan İradelidir, İnsan Yeteneklidir, İnsan Üstün
Bir Varlıktır, İnsan Halife olarak Yaratılmıştır, İnsan Özgür olarak
Yaratılmıştır, İnsan Yapısında İlahi Bir Yön Vardır, Üstün Bilgi Edinme ve
Yorumlama Yeteneğine Sahiptir.
İnsanın Kötülük Cephesi (12/53 50/16): Şükürsüzdür,
Nankördür, Kibirlidir, Cimri ve Bencildir, Zan ile Karar Verme Zafiyetindedir,
Acelecidir, Tartışmacıdır, Ahde Bağlı Değildir. Sözünde Durmaz, İnkârcıdır,
Acizdir, Vesvesecidir, Dedikoducudur, Mala Mülke ve Makama Aşırı Tutkuludur,
Alaycıdır, Fücur Sahibidir, Şüphecidir, Şımarıktır, Gururludur, Kıskanç-Haset
Sahibidir, Rüşvetçi, Azgın, Zalim, Cahil, Hevasına Tapan, Kindardır.
Beşer Olarak Peygamberler (3/81, 144; 5/109)
Peygamberlerin Seçimi; Peygamberler İçinden Seçim;
Peygamberlerin Beşer Olarak Vasıflandırılmaları;
Peygamberlerin Aile Çevresi (Hz. Âdem’in İki Oğlu, Hz.
Yusuf’un Kardeşleri, Hz. Musa’nın Annesi ve Kardeşi, Hz. Meryem; Hz.
Muhammed’in Hanımları; Hz. İbrahim’in Babası)
Yol Ayrımı
Allah İnsana İki Yol Göstermiştir (Genel) (20/123; 39/23)
Yolların İsimlendirilmesi (Fatiha 2/120; 3/73; 5/105, 115):
Doğru Yol-Eğri Yol (Azgınlık-Sapıklık Yolu); Hidayet Yolu-Dalalet Yolu;
Hak-Batıl.
İnsan Fıtratı (17/84, 30/30): Fıtratın Anlamı, Fıtrat
ve Haniflik, Fıtrat ve İnsanın Varlık Yapısı, Fıtrat ve Peygamberler, Fıtrat ve
Takva.
İnsanların Sınıflandırılması
- İman Edenler (Mü’min (2/25-26);
Müslim (12/101); Muhlis (39/2,3); Muhsin (31/3);
Hanif (30/29-30); Muslih (2/11); Muttaki (2/2,66);
Ebrâr (3/193); Şahid (11/17); Sâdık (19/54);
Musalli (70/22); Hamid (25/58); Şakir (2/158); Hanif
(2/135); Havâri (3/52); Ensâr (2/270); Muhacir (29/26);
Muktesid (5/66); Hayırda Yarışıp Öne Geçenler (2/148; 5/48)
- Müşrikler (7/192, 193); Kafirler (5/44);
Fasıklar (49/6); Facirler (2/74); Mutediler;
Müsrifler (40/28, 34); Müfsidler (2/220,12);
Mücrimler (70/11); Sefihler (2/130); Gafiller (4/102
18/28); Zalimler (2/59, 93-95); Münafıklar (2/8-14, 26,
28)
- Ehli Kitap: Genel Olarak Kitap Verilenler (2/100-102, 105, 109, 145, 146); Hıristiyanlar (2/111,
113, 120, 135, 140); Yahudiler (2/62,111,113,116,120,135,140); Israil Oğulları
(2/40-61, 63-74)
- Bazı Özel Gruplar-1: Sâbiîler (5/69; 2/62;
22/17); İnsanlardan Öylesi Vardır ki (2/8-20, 142, 165, 200-209); Kalbinde
Hastalık Bulunanlar (26/80; 22/53); Hevasını İlah Edinenler (4/135; 38/26);
Dini Alay Konusu Edinenler (9/65; 2/15; 6/5,10); Laf Getirip Götürenler
(Hemmâz, Lemmâz) (68/11; 104/1); Şehvetleri Ardınca Gidenler (4/27; 11/116-117;
4/107); Nefislerine İhanet Edenler; Ölçüsüzce Davrananlar (20/124-127); Kesin
Bilgiyle İnanmayanlar; Allah’ın Zikrine Sırt Çevirip Dünya Hayatından Başkasını
İstemeyenler (53/29); Ahirette Nasibi Olmayanlar (3/176; 28/56); Ölüler,
Sağırlar, Körler (27/80-81; 43/40); Sapıklık İçinde Olanlar (2/16,175; 3/90);
Allah’tan Korkarak Kur’ân’a İttiba Edenler (6/51; 35/18; 36/11; 50/45); Takva
ile Koşarak Gelenler (80/8-9); Hayırda Yarışanlar (2/148;
5/48; 23/61); Can Kulağı ile Dinleyenler (6/36)
- Bazı Özel Gruplar-2: Bedeviler
(9/90,97,98,99,101,120); Cahiller (7/138); Âlimler (3/7; 4/162); Râsihler (3/7;
4/162); Rabbâniyyûn (3/146; 5/44,63; 3/79); Ahbâr (5/44, 63); Ruhban (9/34,
31); Mustaz’af (8/26); Müstekbir (35/43; 71/7); Mütref (23/33; 21/13); Mele’
(2/246); Tağut (2/256, 257); Firavun (2/49, 50; 3/11); İblis-Şeytan (2/34-36);
Cin (6/100, 112, 113, 128); Karun (28/76-84); Haman (28/2-8,38); Sâmirî (20/85,
87, 95); Zülkarneyn ve Yecuc-Mecuc (21/95-97).
İnsanda İki Ana Yapı: Nefs ve Kalp
Nefs: Sözlük Anlamı; Kur’ân’daki Kullanımı (2/87, 109; 27/14)
Genel Özelliği: Genel Olarak Kötülüğü Emredici (12/53,18, 20/96);
İyilik ve
Kötülüğe Meyilli; Değişebilir Özellikte (91/7)
Nefsin Mertebeleri (12/53; 75/2): Nefs-i
Emmâre; Nefs-i Levvâme; Nefs-i Mülhime; Nefs-i Mutmainne; Nefs-i Râzıyye;
Nefs-i Merzıyye; Nefs-i Kâmile.
Kur’ân’ın Nefs
Eksenli İnsanı Tanımlaması (35/32; 16/28-29, 33, 118): Hiçbir Nefis
Başkasının Cezasını Çekmez; Her Nefs Yaptıklarını Hazır Bulur; Her Nefs Gücünün
Yettiğinden Sorumludur; Kazandığı Verilir; Her Nefs Ölümü Tadacaktır; Allah’ın
İzni Olmadan Olmaz; İnsanlar Tek Bir Nefisten Yaratılmıştır; Bir Nefsi Haksız Yere
Öldüren Tüm İnsanlığı Öldürmüş Olur; Her Nefs Yaptığına Teslim Edilir; Haksız
Yere Nefsinizi Öldürmeyin; Her Nefs Yaptıklarını Kazanır; Yaptıklarını Görür;
Nefsine Zulmetmek; Allah’ın İzni Olmadan Hiçbir Nefs İnanmaz; O Gün İzinsiz
Konuşamaz; Nefs Kötülüğü Emreder; Yakupun Nefsinden Dilek; Her Nefsin Başında
Duran; Allah Her Nefsin Ne Kazandığını Bilir; Her Nefs Yaptığı İle
Cezalandırılır; O Gün Her Nefs Kendisini Kurtarmaya Çalışır; Bir Nefsi
Öldürmek; Her Nefis Peşinde Koştuğundan Dolayı Cezalandırılacak; Hesap Günü
Hiçbir Nefse Haksızlık Yapılmaz; İnsanların Yaratılıp Diriltilmesi Tek Bir
Nefsin Yaratılıp Diriltilmesi Gibidir; Hiçbir Nefs Yarın Ne Kazanacağını
Bilmez; Allah Dileseydi Tüm Nefisler Hidayete Ererdi; Müminlerin Ne
Kazanacağını Hiçbir Nefs Bilemez; Günahkârların Nefisleri; Her Nefis Bir Şahit
Ve Bir Sürücü İle Gelir; Her Nefis Ne Gönderdiğine Baksın; Kazandığı İle Rehin
Alınmıştır; Hesap Günü Bir Nefs Başkasına Yardım Edemez; Nefsi Hevadan Korumak;
Her Nefis Ne Gönderdiğini Bilir; Her Nefsin Koruyucusu Vardır; Nefse Takva Ve
Fücur İlham Edilmiştir; Allah Nefislere Gücünün Yettiğinden Fazlasını Yüklemez;
Nefislerinden Vazgeçmek; Ayetler, İman Etmeyen Nefse İman Etmekte Yarar
Sağlamaz; Allah Süresi Dolan Nefsi Ertelemez; Başına Gelen Kötülük Nefsindendir;
Her Nefs Kendinden Sorumludur; Allah İnsanların Nefsinde Olanı Bilir; Rabbini
Nefsinden Yalvararak An; Hesap Günü Nefs Hesapçı Olarak Yeter; Üzüntüden
Nefsini Helak Etme; Nefsini Yalvaranlarla Beraber Tut; Nefsin Gizlediği; Onlar
İçin Nefsin Üzülmesin; Nefsini Sefih Kılan; Nefsini Allah Rızası İçin Satan;
Allah Nefsinden Sakındırır; O Gün Her Nefs Yaptığı Hayrı Bulacaktır; İnsanın
Nefsine Haram Kıldıkları; Günah İşleyen Kendi Aleyhine İşler; Nefsin Kötülüğe
Çağırması; Allah Nefsine Rahmeti Yazmıştır; Gören Nefs Kendine Kör Olanda
Kendine.
Kalp:
Temel Özelliği (33/4; 48/26; 9/77; 57/27); Kalbin Tekliği; İyilik Ağırlıklı; Değişebilir Özellikte
Kalbin Mertebeleri (40/35; 2/283; 7/179;
23/6.): Mütekebbir Kalp; Günahkâr; Fıkhetmeyen; Gaflet İçinde Olan;
İnkârcı; Katılaşmış; Perdelenmiş; Kilitlenmiş; Pas Tutmuş; Mühürlenmiş; Ürken;
Selim; Münip; Mutmain; Zikreden; Huşuya Eren.
Kalple İlgili Ayetlerin Ana Fikre Göre
Tasnifi: Allah Kalpleri Bilir (8/24; 4/63); Kalplere Korku Salınması
(3/151; 8/12; 33/26; 59/2); Yüreklerin Ürpermesi (8/2); Kalbin Titremesi
(22/35; 23/60); Kalplerin Kayması (9/117); Kalbin Haktan Sapması(66/4); Kalbin
Kazanması (2/225); Kalpte Eğrilik Bulunması (3/7,8; 61/5;9/118); Kalbin Kuşkuya
Düşmesi(9/45); Kalbin Parçalanması (9/110); Kalbin İmandan Çevrilmesi (9/127);
Kalbin Sıkılması (10/88); Kalbin Eğlencede Olması (21/3); Kalplere Öfke Konması
(48/26); Kalplere Nifak Konması (9/77); Kalplere Sükûn İndirilmesi (48/4);
Kalplerin Sağlamlaştırılması (8/11; 18/14; 28/10; 3/8); Kalbin Hidayeti (8/11;
18/14; 28/10; 3/8); Kalbe Şefkat ve Merhamet Konması (57/27); Kalplerin
Uzlaştırılması (3/103; 8/63); Kalplerdekinin Açıklanması(3/154);
Kalpten Kinin Temizlenmesi (59/10); Kalplerin Benzeşmesi (2/118); Kalpleri
İnanmamış Olanlar (5/41); Kalbin Saygı Duyması (22/54); Kalbin Korkudan
Arındırılması(34/23); Kalbin İslâm’a Açılması (39/23); Kalbe İmanın Yazılması
(58/22); İmanın Kalpte Süslenmesi (49/7); İmanın Kalbe Girmesi (49/14);
Kalplerin İmtihan Edilmesi (49/3); Kalplerin Dağınık Olması (59/14).
Kalp Hastalıkları (2/10; 5/52; 8/49)
Gönül (Fuad) (6/110,113; 11/120) ve Ruh (40/15;
42/52)
Kur’ân’da insanla ilgili yer alan bu geniş yelpazeyi,
spektrumu göz önüne aldığımızda; Kur’ân’ın 23 yıl “3-5 lavuk müşrike” hitap
ettiğini söylemek hem doğru değil hem de adil değildir.
Sonuç: Kur’ân, “Her Örnekten Çeşitli Açıklamalarda”
Bulunmuştur
Kur’ân, bir hidayet kaynağı, yol gösteren
rehber, Allah’ın merhamet ve lütfunun bir sonucunda insanlığa gönderilmiştir.
Kur’ân’da Allah, yarattığı varlığı en iyi bilen olarak ona hitap etmekte, İblis
ve İblis’in yolundan gidenlere karşı onu uyarmaktadır. Uyarılarındaki vurgu,
öteki dünyada karşı karşıya kalacakları yargılama süreci ve uygulanacak hukukla
ilgilidir. “Biz bundan habersizdik dememeleri” için Allah, bu
dünyada insanın icra ettiklerine karşı, öteki dünyada uygulanacak
cezaları bütün çıplaklığı ile açıklamaktadır. Kur’ân’da çok geniş bir
insan unsuruna hitap edilmektedir. İnsanları hak yola götürecek ayetler hem
afakta hem de enfüste ona gösterilerek hak yola gelmesi, İblis’in yolundan
uzaklaşması istenmektedir. Kur’ân hem göklere hem yere, yerde olanlara
hem de çok geniş canlılar topluluğuna, özellikle insanlara dikkat çekerek,
göklerde, yerde ve insan bünyesinde hâkim olan, geçerli olan kanuniyetleri
keşfetmemizi ve keşfettiğimiz kanuniyetler üzerinde tefekkür ederek sırat-ı
müstakime ulaşmamızı istemektedir.
Bu gerçeği göz önüne almadan Allah’ın sıfatları
konusunda ifrata varan ifadeler kullanmak hem son derece yanlış hem de doğru ve
adil değildir. Ve; “Gorion/Orion Takım Yıldızı’na
bak, Andro Medaya bak, Samanyolu’na bak, National Coğrafik’e git, Okyanusun
diplerine bak, kutuplara bak, çiçeğe bak, Boğaz’da erguvana bak, bir de
Kur’ân’a bak,” diyen kardeşlerimiz haklı da değildir adil de değillerdir.
Dahası iddia edildiği gibi, “Kur’ân 23 yıl boyunca
Medine-Taif-Hicaz bölgesine hapsedilmemiştir.” Ve Kur’ân, “3-5 lavuk müşrike
söz söylemiş” değildir.
Gerçekte Kur’ân-Sünnet, kıyamete kadar yaşayan ve yaşayacak
olan tüm nesillere hitap etmektedir.
Ve; Şimdi soru şudur, bu ilmi gerçekleri, niçin İslâm
dünyası bulmamıştır, bulamamıştır? Eğer bulmuş ise bu bilgiler bugüne niçin
aktarılmamaktadır?
Niçin müfessirlerimiz disiplinler arası bir çalışma
yapmamaktadırlar?
Disiplinler arası bir çalışma yapıldığında, Kur’ân’ın
insanlığa verdiği mesajın boyutu çok daha iyi anlaşılacaktır.
Ve; “Kendilerine ilim verilenler ise, Rabbinden sana indirilenin hakkın ta kendisi olduğunu ve üstün, güçlü, övülmeye layık olanın (Allah) yoluna yöneltip ilettiğini görmektedirler.” (34 Sebe’ 6).
KAYNAKLAR
E, Atabey, Deprem, Maden Tetkik ve Arama
Genel Müdürlüğü Yayınları, Eğitim Serisi No: 34, Ankara 2000.
İsmail Hakkı Aydın, Beyin Sizsiniz, Girdap
Kitap, İstanbul, 2020.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, Azim
Dağıtım, İstanbul, 238.
D. Griffiths, Temel Parçacıklara Giriş, Wiley,
Nobel, Ankara, 2013.
A.C. Guyton, E.J Hall, Tıbbi Fizyoloji, Nobel
Tıp Kitapevleri, İstanbul, 2007.
Ahmet Yüksel Özemre, Çağdaş Fiziğe Giriş, İÜ Fen
Fakültesi, İstanbul, 1983, S: 18-26.
F. Pehlivan, Biyofizik, Hacettepe-Taş,
Ankara 1997, S: 279-280.
Suyuti, Camiu’s-Sagir- 1758. [3:234,
Hadîs No: 3260].
J. R. Taylor, C. Zafaritos, Modern Fizik,
Güven Yayınları, İstanbul,1996.
A. Zindani, Kur’ân’da İlmi Mucizeler, Kayıhan
Yayınları, İstanbul, 2014.
[1] Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân
Dili, Azim Dağıtım, İstanbul, cilt 1, s. 238.
[2] Suyuti, Camiu’s-Sagir- 1758. [3:234,
Hadîs No: 3260].
[3] İsmail Hakkı
Aydın, Beyin Sizsiniz, Girdap Kitap, İstanbul, 2020, s. 47.
[4] D.
Griffiths, Temel Parçacıklara Giriş, Wiley, Nobel, Ankara,
2013, s.416-417.
[5] J. R. Taylor,
C. Zafaritos, Modern Fizik, Güven Yayınları, İstanbul,
1996, s. 297-298.
[6] D.
Griffiths, a.g.e., s.2-3.
[7] D.
Griffiths, a.g.e., s.21.
[8] J. R. Taylor,
C. Zafaritos, a.g.e., 297-298.
[9] Ahmet Yüksel
Özemre, Çağdaş Fiziğe Giriş, İÜ Fen Fakültesi, İstanbul, 1983,
s.18-26.
[10] D. Griffiths,
a.g.e, s. 89-92
[11] J. R. Taylor,
C. Zafaritos, a.g.e, s. 20-22.
[12] A. Zindani, Kur’ân’da İlmi Mucizeler, Kayıhan
Yayınları, İstanbul, 2014, s. 85.
[13] E, Atabey,
Deprem, Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü Yayınları,
Eğitim serisi No 34, Ankara 2000.
[14]file:///C:/Users/sony/Desktop/DEPREM%20DOSYASI/DEPREM/YERKABUĞUNUN%20BİLEŞİMİ%20VE%20ÖZELLİKLERİ%20LEVHA%20TEKTONİĞİ%20İZOSTASİ.pdf
[15] A.
Zindani, a.g.e., s. 68.
[16] A.
Zindani, a.g.e., s. 106-108.
[17] A. C.
Guyton, E.J. Hall, Tıbbi Fizyoloji, Nobel Tıp
Kitapevleri, İstanbul, 2007, s. 715-718.
[18] F.
Pehlivan, Biyofizik, Hacettepe-Taş, Ankara 1997, s. 279-280.
[19] A.
Zindani, a.g.e., s. 99.
[20] A. Zindani, a.g.e., s. 90-91.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder