1 Ocak 2021 Cuma

Küresel Satranç Tahtasında Kurulan Oyunu Bozmak-1 KUR’ÂN-I KERİM BİR BÜTÜN OLARAK ALLAH KELAMIDIR

      

(Umran Dergisi Ocak 2021 Yazısıdır)

 “Eğer Peygamber bize atfen bazı sözler uydurmuş olsaydı, elbette onu kıskıvrak yakalardık.  Sonra onun can damarını koparırdık.  Hiçbiriniz de buna mâni olamazdınız.” (69/44-47)               

Türkiye’de her darbeden sonra tarihte yapılmış ne kadar küllenmiş tartışma veya ihtilaf konusu varsa gündeme taşınıp İslâmî camia çatıştırılmak, düşman kamplara bölünmek ve çatışmanın sonunda da yorgun savaşçı durumuna düşürülmek istenmiştir. Bunun en canlı örneği 12 Eylül 1980 Darbesi’nden sonra yaşanmıştır. O gün tartışmaya samimiyetle dalanlar, her nedense sorunları açıklığa kavuşturamamışlar, tartışmanın çözüme kavuşturulmadan gündemden düşmesine de tepki vermemişlerdir. Bu tecrübeyi çok canlı yaşayan, birbirine küsen, kırılan bir nesil bugün yaşamaktadır.

                15 Temmuz 2016 FETÖ Askerî Darbe teşebbüsünden sonra da benzer bir durum yaşanmaktadır. FETÖ’nün özel durumundan dolayı, tartışma, tarikatlar, cemaatler ve fertler bazına indirgenmiştir. Bir taraftan her geçen gün tartışma Allah, Cebrail, Kur’ân ve Peygamber düzleminde yapılarak, insanların deizme, hatta ateizme kaymasına, yönelmesine sebebiyet verecek bir zemin hazırlanırken; diğer taraftan sorumluluk sahibi ve önder konumunda olan birileri de değişik ihbar, tehdit, karalama ve söylemleri ile camia arasında kin, nefret, düşmanlık yaymakta ve güven bunalımına sebebiyet vermektedirler.

                Özellikle son günlerde “Özel bir kayıt ortamında özel bir gruba yapılan bir konuşmanın” (40-45 dakika civarında) aradan belli bir zaman, 1-1,5 yıl geçtikten sonra, “Allah, Kur’ân ve Peygamber muhtevalı belli bir bölümünün” alınarak (1-2 dakika ve 9 dakika civarında” iki ayrı kayıt) medya, sosyal medya ve özel sosyal medya platformlarında servis edilmesi, çok ciddi, sert ve kaba tartışmaların başlatılmasına neden olmuştur. Medya, sosyal medya platformlarında genellikle konuşmanın muhtevasından ziyade, ilgili şahsa karşı gösterilen tepkiler üzerinden, itici ve sert tartışmaların yapılmış olması son derece yanlıştır.

Bu tür durumların öncelikle şu boyutlarda ele alınıp değerlendirilmesi daha doğru ve yararlıdır:

1.                   Amaç Nedir?

2.                   Muhteva Nedir?

3.                   Zaman ve Mekân Uygun mudur?

4. Kime/Neye Fayda ve Zarar Vermektedir?

5. Doğal mı yoksa Bir Şer İttifakının Strateji ve Taktiklerinin Sonucu mudur?

11 Eylül 2001’de ABD’deki İkiz Kulelerin, ABD derin devleti tarafından vurulmasından sonra, el-Kaide’den dolayı önce Afganistan ardından Irak’ın işgal edilmesi ile birlikte “21. Asır ABD Asrı Olacak”, “Büyük Ortadoğu Projesi”, “Büyük İsrail Projesi”, “Küresel Siyonist Devlet Projesi”, “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi”, “Dünya Nüfusunun Azaltılması Projesi”, “Kaos Teorisi Projesi” ve “İslâm’ın İslâm’la Savaşması Projesi” gibi projeler, öncelikli olmak üzere yürürlüğe sokulmuştur. Ayrıca el-Kaide üzerinden ‘Cihat’ ile ‘Kıtal’ kavramları özdeş kılınarak “Kur’ân’ın Yeniden Yorumlanması (!)” hatta “Kur’ân’ın Tarihselliği (!)” tartışması başlatılmıştır. Aynı zamanda, bu amaçla, değişik İslâm ülkelerinden “50 civarında ilahiyatçı ABD’ye davet edilerek Kur’ân üzerinde özel bir çalışma grubu oluşturulmuştur.” 

Samuel P. Huntington’ın “Medeniyetler Çatışması” tezinde ABD için 1. “Askerî ve ekonomik bakımdan Çin”, 2. “Değer sistemi, kültür ve medeniyet kodları ve hayat tarzı açısından İslâm” düşman/rakip ilan edilip “hedef tahtasına” konmuştur.

Siyonizm’in, “tek din, tek devlet, tek hükümet, tek hukuk, tek para sistemi, tek ordu ve tek merkez bankası olan bir küresel sistem kurma projesini” göz önüne aldığımızda İslâm, İslâmî düşünce, Siyonizm’in ana hedeflerinden biridir. Koronavirüs üzerinden başlatılıp yürütülen biyolojik savaş, Siyonizm’in “küresel bir sistem kurma” aracı olarak kullanılmak istenmektedir. Böyle bir dönemde Türkiye’de değişik şahıslar üzerinden dinî merkezli başlayan veya başlatılan tartışmalar rastgele değildir.

Son bir iki ay içerisinde (Kasım-Aralık 2020) Fransa Cumhurbaşkanı, Emmanuel Macron’un “İslâm’ın yeniden yapılandırılması, bazı Kur’ân ayetlerinin yeniden yazılması gerekir.” sözlerini bu bağlamda değerlendirmek gerekmektedir.

Bütün bu proje ve çalışmaların ortak hedefi, alternatif bir değer sistemi ve hayat tarzı sunan İslâm’ın itibarsızlaştırılarak gözden düşürülmesidir. Buna hizmet edebilecek her malzemeyi alıp kullanmaktan çekinmemektedirler. Dün hadislere saldırarak yapmak istediklerini, bugün Kur’ân’a saldırarak yapmak istemektedirler.

Bunların kullanabileceği malzemeyi üretenler, üretilmesine farkına varmadan yardımcı olanlar, üretilen malzeme üzerinden olumlu ya da olumsuz boyutları şekil olarak ve çok kötü bir dil-üslupla tartışanlar samimi olabilirler. Şer ittifakı ile hiçbir ilişkisi olmayabilir; hatta ona karşı savaş da açmış olabilirler. Bu, şer ittifakı için önemli değildir. Önemli olan, tartışmanın seviyesiz ve zamansız bir şekilde yapılması, derinleşmesi, kin ve nefretin etrafa yayılması, insanların kafasının karma karışık edilip şüphe denizine düşmesidir. Onlar için önemli olan budur. Şer ittifakının çizdiği stratejinin ana hedefi budur.

İslâmî camiada bu konuların rastgele tartışılması ve tartışma boyutunu aşarak sonucunda kırgınlıkların meydana gelmesi, şer ittifakının satranç tahtasında kurulan oyuna hizmet mi ediyor yoksa kurulan oyunu bozuyor mu buna dikkat edilmelidir. Bu konuda ne kadar hassasiyet gösterilse azdır. Çünkü şer ittifakının saflarına itilen her şahıs, bizim için bir kayıptır.

Bu yazıda üzerinde durulan konu, “Allah, Cebrail, Kur’ân, Vahiy ve Peygamber” ile ilgili farklı görüşler söyleyenlerin ve bunu çeşitli sosyal medya platformlarında tartışmaya açanların samimiyetlerini sorgulamak değildir. Dikkat çekmek istediğimiz husus, bu malzemenin, bu tartışmaların ve tartışmalardaki dilin ne gibi sonuçlar doğuracağı ve kimin işine yarayacağı olgusunun göz önüne alınmasıdır. 

Mustafa Öztürk’ün Videolarındaki Dil ve Muhteva

İlahiyatçı, akademisyen Mustafa Öztürk’ün tartışmaya konu olan konuşması, [1-1,5 yıl önce 40-45 dakika süren] “özel bir insan unsuruna” özel olarak, [daha önce “video kayıtlarının yapıldığı bir mekânda”] gerçekleştirilmiştir. Bu konuşmadan 1-1,5 dakikalık bir bölümü alınarak komuoyuna servis edilmiş ve bir tartışma başlatılmıştır. Bu tartışma sürecinde Ruşen Çakır ile yaptığı 40-45 dakikalık röportajda, “kendisinin tahrik edildiğini, galeyana gelip o sözleri söylediğini” beyan etmektedir. Kullandığı kaba ve kırıcı dil için özür dilerken “Allah, Kur’ân, Vahiy ve Hz. Peygamber ile ilgili” muhtevada yanlışlık yaptığını söylememekte ve sözlerinin arkasında olduğuna vurgu yapmaktadır.

Mustafa Öztürk’ün söz konusu iki ana videosundaki (1. 40-45 dakikalık orijinal video konuşması, 2. Ruşen Çakır’la yapılan röportaj) konuşmaları ve konuşmalar üzerinden başlayan/başlatılan tartışmalar hem dil hem de muhteva açısından değerlendirilmesi gerekmektedir.

Konuşmasında dil açısından iki boyut vardır:

1.                   Allah- Kur’ân- Vahiy-Peygamber ile ilgili kullandığı ifadeler

2.                   Bazı kişiler ile ilgili kullandığı ifadeler 

  Mustafa Öztürk konuşmasında kullandığı dilden dolayı özür dilemiştir. Ancak dil açısından hangi boyut ile ilgili özür dilemektedir belli değildir? Bugüne kadar, buna da bir açıklık getirmemiştir.  Mustafa Öztürk’ün söz konusu iki videosundaki muhteva genel hatlarıyla aşağıda özetlenmiştir:

1.                   Mustafa Öztürk’ün konuşmalarına göre “Kur’ân’ın manası Allah’ın, lafzı ise Peygamber’indir: “Kur’ân Allah kelamı olamaz!”

·                     “Mana vahiydir”, “Allah’ın soyut mesajıdır”. “Mana vahyi tevhiddir.”

·                     “Peygamber Allah adına konuşmuştur.” “O andaki psikolojiye uygun olarak halka aktarmıştır.” “Birileri Allah adına konuşmuştur.”

·                     “Resûlüllah Allah’a tercümandır.”

·                     “Allah’ın soyut mesajlarını kendi zihin süzgecinden geçirerek tanrıyı kendi idrak sınırları içerisinde aktarmış, kendi algısı içerisinde anlatmıştır.”

·                     “Allah bir kişiye ‘piç’ der mi, ‘nesepsiz’ der mi? Bu Allah dili olabilir mi?”

·                     “İnsani dil olamaz mı? Olabilir, yanmış canı. Feverandır, olabilir üstadım, olabilir.”

·                     “Kalem suresine bakın ‘piç’ diyor. Zenîm, piç demektir.” “Hem kel hem fodul ve piç”. 

2.                   Mustafa Öztürk’e göre “Allah’a yakışmayan sıfatlar” Peygamber tarafından O’na atfedilmiştir.”

§     “Allah insana gazaplanmaz!”, “hiddetlenmez!”

§     “Allah insanı lanetlemez”.

§     “Allah intikam almaz!”

§     “Allah beddua etmez”. “Resûlüllah amcasına beddua etmiyor, Allah ediyor.” “Resûlüllah Allah’a tercüman oluyor.” “Hz. peygamber, amcasına bedduayı Allah üzerinden yapmıştır.” “Söz Allah’a ait değildir.”

§     “Acıma duygusu olmayan bir Allah olamaz.” “Derileri yandıkça azabı tatmaları için onlara yeniden deri geçireceğiz.” “Bu ifadeler Allah’a ait olamaz.” 

§     “Allah alıngan olabilir mi?”

§     “Allah’ı arşa oturtmayı içlerine sindirdiler. Fakat Allah’ın gazaplanmamasını, öfkelenmemesini, lanet etmemesini içlerine sindiremiyorlar.”

§     “Acıma duygusu olmayan”, “kızan, öfkelenen, lanetleyen, gazaplanan bir tanrı olamaz.” “Bu sıfatlandırma tanrı adına konuşan birine aittir, o da Peygamber’dir.”

    3. Mustafa Öztürk’e göre “Ha babam de babam Allah Kur’ân’da övülmüş”, “Allah’ın övülmeye ihtiyacı mı var?” “Bırak da biz övelim seni.”

§     “Bir, on değil, yüz değil, iki yüz elli-üç yüz civarında” Allah kendini niçin övsün?”

§     “Fatiha’da Allah niçin kendisini bu kadar övüyor?” “Bu Allah’ın sözü olabilir mi?”

§     “Peygamber bu cümleleri kullanıyor.” Peygamber Fatiha’yı bu sözlerle şöyle yorumlamıştır”: “Eğer biri övülecek ve hamdedilecekse o tanrıdır.” şeklindedir.

     4. Mustafa Öztürk’e göre “Allah’ın bu kadar güncele girmesi doğru mudur? Ehli kitap ile ilgili strateji Allah’a ait olamaz.”

§     “Mekke’de ehli kitaba sıcak el uzatılıyor.” “Medine’de başlangıçta bu muhafaza ediliyor.” “Dün dündür, bugün bugündür denmiyor ama Medine döneminde Tevbe suresinde strateji değişiyor.

§     “Ehli kitap olup Allahsız nasıl olunur mu”?  “Söylenmek istenen ‘bizim gibi inanacaksınız.’”

§     “Tanrıyı bu kadar güncele niçin sokuyorlar?”

§     “İsrâ suresinde Allah abanın altından sopa gösteriyor. Bu Allah’a yakışmaz.” (İsrâ 4)

     5. Mustafa Öztürk’e göre Kur’ân’ın mesajının çapını/kadrajını Hicaz-Taif-Medine’ye sıkıştırmışlar.

·                     “Kur’ân’da 23 sene Velid bin Muğire aşağı Âs b. Vâil yukarı deyip bütün kadrajını Hicaz-Taif-Medine’ye sıkıştırmış.”

·                     İnsanlığa son söyleyeceği sözün çapı 3-5 lavuk müşrik”

6. Mustafa Öztürk’e göre “tanrıyı da ehli sünnet yaptılar.”

7. Mustafa Öztürk’e göre “kabir azabını hiç tartışmıyorum, bunun bugün bir faydası yok.”

8. Mustafa Öztürk’e göre “gelenekle hesaplaşmalıyız.”

9. Mustafa Öztürk’e göre “Öküz gibi inanmak zorunda değilim.”

10. Mustafa Öztürk’e göre “Yazılanların, söylenenlerin niçin önüne ve arkasına bakılmıyor? 40-45 dakikalık bir konuşma var.”

Genel Bir Değerlendirme

Son yıllarda Kur’ân ile ilgili dikkat çekici tartışmalar yapılmaktadır. Bu tartışmaların samimiyeti, niyeti üzerinde bir yorum ve değerlendirme yapmak amacımız değildir. Herkes yaptığının hesabını, öte âlemde, kurulacak olan yüce mahkemede verecektir. O nedenle biz kişilerden ziyade yapılanlar ve söylenenler üzerinde duracağız. Bu tartışma ve yaklaşımların ne getirip ne götürdüğüne, kimin ya da kimlerin işine yaradığına dikkat çekmek istemekteyiz.

Bu tartışmalarla ilgili genel değerlendirmemizi aşağıda özetlemekteyiz:

1)                  Meselenin sadece Mustafa Öztürk bazında ele alınıp değerlendirilmesi yanlıştır. Mesele, bir anlayış, bir yaklaşım, bir düşünce tarzı ve metot düzleminde ele alınmalıdır. 

2)                  İhtilaf konuları ele alınırken, itici, hakaret edici, aşağılayıcı bir dil kullanılmamalıdır.

3)                  İnsan kaybetmek değil, insan kazanmak amaç ve hedef olmalıdır.

4)                  Hadisler üzerinden başlatılıp sürdürülen ve her geçen gün derinleştirilen ya da derinleşen bir tartışma, bugün Kur’ân üzerinden ölçüsü kaçmış bir boyutta yapılmaktadır. Bu en güzel tarz mücadele anlayışı içerisinde sorgulanmalıdır.

5)                  Kur’ân üzerinden yapılan tartışmalarda toplumsal reaksiyon, tepki bir noktaya gelince tartışmayı açıp, başlatıp derinleştirenler, “Bunlar geçmişte de konuşuldu, tartışıldı, ben yeni bir şey söylemiyorum.” şeklinde bir gerekçe ileri sürerek, geri adım atarak kendilerini savunmaktadırlar. Bu, işin değerlendirilmesi gereken bir boyutudur.

6)                  Geçmişte özellikle ulema arasında tartışılan, halka pek fazla yansımayan, yansısa da etkisi kısa olan, sonra da rafa kaldırılan konuların, iletişim, internet, dijital çağında, kamuoyuna açılmasının, taşınmasının yapacağı etki, özellikle genç nesiller üzerinde yapacağı etki göz önüne alınmamaktadır. Tartışmayı başlatanlar süreci kontrol edememekte, inisiyatif başkalarının eline geçmekte, camia içinde tartışma, atışma ve gerilim derinleştirilip ciddi fay hatları meydana getirilmektedir. Bu nedenle ‘bunlar, geçmişte de konuşuldu, tartışıldı, ben yeni bir şey söylemiyorum.’ savunması, doğru, adil ve gerçekçi değildir.

7)                  Tartışmayı açıp derinleştirenlerin kendilerini savunmak için geçmişte atıfta bulunduğu ulemanın kitaplarında konunun hangi kapsam ve boyut ile yer aldığına açıklık getirmeden “…Falancanın şu kitabında geçmektedir.” demeleri, yanlış ve tehlikeli bir yaklaşımdır. Çünkü bir konunun söz konusu şahsın kitabında yer alması ile onu onaylayıp onaylamadığı, kabul edip etmediği, destekleyip desteklemediği, tasvip edip etmediği belirtilmemektedir. Kendine destek bulma anlayışı ile söz konusu şahısların sadece isminin kullanılması, camiaya büyük bir zarar vermekte, söz konusu şahsa da iftira edilmektedir. Onun da itibarı zedelenmekte olduğundan kul hakkına tecavüz edilmiş olmaktadır. Bu tutum ve tavırlar, çok ciddi sorumsuzluk göstergesidir.

8)                  Geçmişteki ulema hata yapmaktan münezzeh değildir. Onların da hata yapma ve hatalarından dönme hakları vardır.

9)                  Kur’ân merkezli tartışılıp derinleştirilen önemli bir konu ise Kur’ân’da anlatılan bazı olayların, kıssaların, “sembolik olduğu (!)”, “gerçekte olmadığı (!)” olgusudur. Bu konu da derinlemesine irdelenmesi gereken bir sorundur.

10)               Son zamanlardaki bazı yaklaşım ve tartışmalarda en ciddi zaaf, meselenin bütüncül ele alınmaması, olaya, vakaya, konuya etki eden bütün faktörlerin, etkenlerin, parametrelerin dikkate alınmadan, genellikle tek boyuta indirgenerek yorumlanması, değerlendirilmesi ve tartışılmasıdır. Kafada oluşan bir fikre ya da varsayıma/kabule Kur’ân’dan delil aramada Kur’ân’ın bütünlüklü ele alınıp değerlendirilememesi ya da Kur’ân’a bütüncül yaklaşılmamasıdır. Kendine delil gibi gözüken bir ayet ele alınıp bir teori inşa edilmek istenmektedir.

11)               Kur’ân’da insanı en iyi bilen olarak Allah, yarattığı varlığa/insana hitap etmektedir. İnsana etki eden zıt kuvvetlerin varlığı göz önüne alınarak onun fıtrat yönünü kuvvetlendirecek şekilde, öte dünya, cennet ve cehennem hatırlatılarak, İblis’e, İblis’in yoluna uymaması için insan uyarılmaktadır. Hak ve batıl çatışmasında istikamet kaybına mâni olmak için yapılan uyarıları dikkate almayıp İblis’e tâbi olursa, başına geleceklerin fotoğrafı en açık bir şekilde kendisine hatırlatılmaktadır. Öte dünyada karşılaşabilecekleri tablo kendilerine hatırlatılarak gittikleri yoldan dönmeleri, insanlara zulmetmemeleri kendilerine hatırlatılarak uyarılmaktadırlar. Niyet yok etmek değil, ıslah etmektir. Kur’ân üzerinden tartışma açanlar, “Bu Allah dili olabilir mi?, “Allah intikamcı, …lanetçi olabilir mi?” diyenler bu denklemi görememekte ya da görmek istememektedirler.

12)               Peygamberler insandırlar ve Allah’a göre mükemmel değillerdir. Hata yapma durumları, ihtimalleri vardır. Yapmış oldukları hatalar anında Allah tarafından uyarılarak düzeltilmiştir. Hz. Peygamber, 3-5 müşrike kendisi “piç” diyemiyor, ama bunu Allah’a söyletiyor. Allah da bu konuda ikaz ve uyarı yapmıyor. Bu yaklaşımın bir ilmi delili var mı, varsa nedir? Belli değildir. Bu durumda Peygamber yalancı (!), iftiracı (!) olmuyor mu? Yalanda da ortağı (!) onu uyarmayan, ikaz etmeyen Allah değil midir? Bu durumda Kur’ân iftiralarla, yalanlarla dolu bir kitap (!) olmuş olmuyor mu? Bu yaklaşım nasıl bir imanın sonucudur? İman etmiş olduğunu söyleyenlerin, böyle bir mantığı inşa etmeye çalışmalarında amaç nedir?

13)               Genelde ilahiyat camiası, Kur’ân’da zaman zaman atıfta bulunulan, tıp, mühendislik, psikoloji, sosyoloji, fen bilimleri, jeoloji, astronomi, parçacık fiziği, evrenin oluşumu ve değişik hayvanlarla ilgili ayetlerle genellikle ilgilenmemektedir. Allah’ın bazılarında “bunda Allah’ın varlığını ve birliğini gösteren ayetler vardır.” ifadesine dikkat edilmemektedir. “Biz size enfüste ve âfâkta ayetlerimizi göstereceğiz” ayetinde verilen büyük mesajla genellikle ilgilenilmemektedir. 

14)               Bazıları, söz konusu alanlarla ilgili ayetlerin bir kısmını kendi başlarına izah edemediklerinden, alanla ilgili ilim erbabına da sormadıklarından, bu ayetlerin sembolik olduğunu ifade ederek ayetleri devre dışı bırakmaktadırlar (akıllarınca ayetleri işlevsiz kılmaktadırlar).

15)               İlahiyat camiasında Kur’ân’ın tefsirinde genel açıdan tehlikeli olan bir yaklaşım da söz konusu alanlarla ilgili ayetlere ilişkin yapılacak bir tefsirin “ilmî tefsir” olduğu kavramsallaştırmasıdır. “İlmî yaklaşım”, “bugün böyle der, yarın başka bir şey derse, bu çok tehlikeli olur, Kur’ân’dan şüpheye düşülür.” Tıp, mühendislik, temel bilimler gibi alanlarla ilgili yapılan tefsire “ilmî tefsir” dendiğine göre akaid, hukuk, ekonomi, ahlak, aile ve toplum bilimleri vb. gibi alanlarla ilgili yapılan tefsirlere ne demek gerekir? Oysa Kur’ân’da üzerinde durulan konulardan biri de ‘zan’ ve ‘ilim’ ilişkisidir. Kaldı ki geçmiş âlimlerin tefsirlerinde, yaptıkları değerlendirmelerden sonra genellikle düştükleri not, “En doğrusunu Allah bilir.” ibaresidir.

16)               Allah, Cebrail, Vahiy, Kur’ân, Kitap ve Peygamber ile ilgili tartışmalarda, fikirlerin çok kötü bir dil kullanılarak tartışmaya açılması, işin bir başka boyutudur. İşin diğer boyutu ise bunlara karşı çıkanların da çok daha kötü bir dil kullanmaları, kazanmak yerine kaybetmek, yok etmek, tekfir etmek yaklaşımını sergilemeleridir.       

17)               Bu tartışmalarda çok ciddi bir tehlike de tartışmayı açanların Kur’ân’da geçen ve çok anlamlı olan bazı kavramları esas bağlamından koparıp tali 3., 4. derecedeki anlamlarını kullanarak ayetleri yorumlayıp değerlendirmeleridir. Amacın dışına taşan, aşırı kavramsal analiz yapılmaktadır

           18) Son dönemde Allah, Cibril, Vahiy, Kur’ân, Kitap ve Peygamber üzerinde tartışma yapanların, İblis’le Hz. Âdem arasında geçen ve Kur’ân’da yaklaşık 15 ayrı surede yer verilen ve her surede ayrı bir boyutuna dikkat çekilen mücadelenin, İblis’in kurduğu satranç tahtasının ve insanlığı saptırmak için yaptığı yeminin, İblis ve Şeytan kavramlarının geçtiği ayetlerin bir bütün olarak göz önüne alınmamasıdır.

            19) Kur’ân ayetlerinin tarihsel olduğunu söylemek, o günkü toplumun ihtiyaçlarına cevap vermiştir; bugünü ve yarını kapsamak demek, Kur’ân’ın muhtevasına karşı çıkmak ve Kur’ân ahkâmını tasfiye etmektir.

   Ayrıca Kur’ân’da geçen bazı ifadelerle ilgili “Allah bunu söyler mi?” şeklinde bir sorgulama, Kur’ân’ın ayetleri üzerinde şüphe uyandırmak ve onların ilahi makamdan gelmediğini söyleyip birçok ayetin Kur’ân’dan çıkarılmasını istemek demektir. Bu da Kur’ân’da geçen “Kitab’ı parçalamak” ve “dini parçalamak”tan başka bir anlama gelmez.

                20) Üzerinde durulması gereken en temel konulardan biri, ortaya atılan bir iddianın, 21. asrın dünyasında, küresel hâkimiyet savaşlarında ne getirip ne götürdüğüne, kime ne fayda sağladığına dikkat edilmemesidir.   

“Enfüste ve Âfâkta Allah’ın Ayetleri”

Bütünlüklü şekilde bakıldığında, Kur’ân’ın bu dünyadaki hayat tarzının fıtrat merkezli tanzim edilmesi için yol göstermek, öteki dünyaya hazırlamak gayesiyle her konuda, gelecekle de ilgili çok şey söylediği çok rahat bir şekilde görülebilir. İnsanlara yol göstermek amaçlı olarak Allah, ayetlerini hem insanların kendi bünyelerinde hem de insanın dışındaki evrende insana göstereceğini Kur’ân’da açık bir şekilde ifade etmektedir:

“Biz ayetlerimizi hem âfâkta hem de kendi nefislerinde onlara göstereceğiz; öyle ki, şüphesiz onun hak olduğu kendilerine açıkça belli olsun. Her şeyin üzerinde senin Rabbinin şahit olması yetmez mi?” (41 Fussilet 53)

Ayetlerin insanlara gösterilmesindeki amaç, onları İblis’in ve İblis’in yolunda gidenlerin şerrinden korumak, hak yola ulaşmalarını sağlayarak öteki dünyada cezalandırılmalarına mâni olmaktır. Bu nedenle Kur’ân toplumda farklı insan unsurlarına farklı örnekler vererek hitap edip onları uyarmak istemektedir:

“O ölüden diriyi çıkarır, diriden de ölüyü çıkarır, ölümünden sonra da geri diriltir. İşte siz de böyle çıkarılacaksınız.” (30 Rûm 19)

“Sizi topraktan yaratmış bulunması, onun ayetlerindendir; sonra siz, (yeryüzünün her yanına) yayılmakta olan bir beşer (türü) oldunuz.” (30 Rûm 20)

'sükûn bulup-durulmanız' için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da O’nun ayetlerindendir. Hiç şüphe yok bunda düşünebilmekte olan bir kavim için gerçekten ayetler vardır.” (30 Rûm 21)

“Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı (farklı ve değişik) olması da O’nun ayetlerindendir. Hiç şüphe yok bunda âlimler için gerçekten ayetler vardır.” (30 Rûm 22)

“Geceleyin ve gündüzün uyumanız ile onun lütfundan (geçiminizi temin için rızkınızı) aramanız, O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz ki bunda işitebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.” (30 Rûm 23)

“Size bir korku ve umut (unsuru) olarak şimşeği göstermesi ile gökten su indirmek suretiyle ölümünden sonra yeri onunla diriltmesi de O’nun ayetlerindendir. Hiç şüphe yok bunda aklını kullanabilecek bir kavim için gerçekten ayetler vardır.” (30 Rûm 24)

“Göğün ve yerin onun emriyle (hareketten kesilip olduğu yerde veya bu düzen içinde) durması da O’nun ayetlerindendir. Sonra sizi yerden (toprağın altından) bir (kere) çağırma ile çağırdığı zaman hemencecik siz (bir de bakarsınız ki) çıkarılmışsınız.” (30 Rûm 25)

“Göklerde ve yerde bulunanlar onundur; hepsi ona 'gönülden boyun eğmiş' bulunmaktadırlar.” (30 Rûm 26)

“Yaratmayı başlatan, sonra onu iade edecek olan O’dur; bu O’na göre pek kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce misal O’nundur. O, güçlü ve üstün olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.” (30 Rûm 27)

“Size kendi nefislerinizden bir örnek verdi: Size rızık olarak verdiğimiz şeylerde, sağ ellerinizin malik olduklarınızdan, sizinle eşit olup kendi kendinizden korktuğunuz gibi kendilerinden de korkmakta olduğunuz (veya çekinip saygı duyduğunuz) ortaklar var mıdır? İşte biz, aklını kullanabilen bir kavim için ayetleri böyle birer birer açıklarız.” (30 Rûm 28)

19 ve 20. ayetlerde dikkat çekilen konular üzerinden herkese hitap edilmektedir. 21. ayette, 'sükûn bulup-durulma' için “eşler yaratılması” ve “aralarına bir “sevgi ve merhamet konması”, “düşünebilmekte olan bir kavim için”; 22. ayette “göklerin ve yerin yaratılması ile dillerin ve renklerin farklı ve değişik olması”, “âlimler için”; 23. ayette “gece ve gündüzün varlığı”, “işitebilen bir kavim için”; 24-28. ayetlerde “şimşek” ve “gökten su indirmek suretiyle ölümünden sonra yeri diriltmek”, “göğün ve yerin bir düzen içinde durması”, “göklerde ve yerde bulunanların Allah’a 'gönülden boyun eğmiş' olması, “insanın nefsinden örnekler verilmesi”, “aklını kullanabilen bir kavim için” “ayetler” verilmektedir. 

Bu ayetlerden sonra Kur’ân, “hiçbir bilgiye dayanmaksızın kendi heva(istek ve tutku) larına uymuşlardır.” diyerek zalimlerin tutum ve tavrına dikkat çekmektedir:

“Hayır, zulmetmekte olanlar, hiçbir bilgiye dayanmaksızın kendi heva (istek ve tutku)larına uymuşlardır. Allah'ın saptırdığını kim hidayete erdirebilir? Onların hiçbir yardımcıları yoktur.” (30/29)

Dikkat çekici olan nokta, zalimlerin bu tavrına karşılık Allah fıtrata, fıtrat yasalarına ve “insanların çoğunun bunu bilmediğine” vurgu yaparak Peygamber’i uyarmasıdır:

“O hâlde (ey Peygamber ve Peygamber'e uyanlar) yüzünü samimiyetle ve tamamen bu dine çevir, Allah'ın fıtratına çevir ki o insanları bu fıtrat üzerine yaratmıştır. Allah'ın yaratması değiştirilemez. İşte doğru din (budur) fakat insanların çoğu bilmezler.” (30/30)

O nedenle Kur’ân’ın “insanlığa son söyleyeceği sözün çapı oradaki 3-5 tane lavuk müşrik.” değildi ve değildir. Bazı ayetler için “tarihseldir (!)” veya “semboliktir (!)” diyenlerin, farklı insan unsurlarını ve farklı coğrafyaları göz önüne alarak düşüncelerini gözden geçirmelerinde fayda vardır.

Meselenin daha iyi anlaşılabilmesi için Hz. Âdem ile eşinin yaratılması, İblis’in isyanı ve insan nesline savaş açması ile başlayan sürecin iyi analiz edilmesi, gerekmektedir.

İnsanın Yaratılışı, İblisin İsyanı ve İnsanlığa Açtığı Sınırsız-Topyekûn Savaş

Son dönem Allah, Kur’ân, Vahiy, Cebrail ve Peygamber üzerinden tartışma yapanların tartışma noktalarında girdikleri sarp yokuşu daha iyi anlayabilmek için Kur’ân’da yer alan ayetlere göre şu iki konunun hatırlanmasında fayda vardır:

1.                  İnsanın yaratılışı ve yaratılış sonrasında İblisin isyanı ve cennette İblis ile Hz. Âdem arasında vuku bulan mücadele, İblisin insanlığa açtığı savaş (2/30-39; 7/11-31; 15/26-48; 17/61-65; 18/50; 20/115-127; 23/12; 32/7; 35/11; 37/11; 38/71-85; 40/67; 53/32; 55/14-15; 71/19),

2.                  İnsan bünyesinde var olan ve birbiri ile sürekli çatışan heva ve fıtrat yapısı.

Son derece kapsamlı olan bu iki konu hakkında burada bir kesit sunulacaktır.

                Kur’ân’daki ayetlere göre evrenin ve insanın yaratılış amacı, aşağıdaki şekilde özetlenebilir:

1.                   Kâinatın Yaratılması: “Boşuna yaratılmadı.” (38/27), “Oyuncak olarak yaratılmadı.” (21/16, 17), “Oyun konusu olarak yaratılmadı.”( 44/38) ve “Hak ile yaratıldı.”(10/5; 14/19; 16/3; 29/44; 30/8; 44/39; 45/22).

2.                   İnsanın Yaratılması: “Boşuna yaratılmadı.” (23/115), “İbadet etsin diye yaratıldı.” (51/56-58), “Yeryüzüne egemen kılmak için yaratıldı.” (27/62; 35/39), “Yeryüzünde halife olarak yaratıldı.” (38/26-27; 6/165; 2/30; 7/69, 74; 10/14, 73). “Emaneti yüklenmeyi kabul etti.” (33/72; 59/21) ve “Sorumsuz değildir.” (75/36)

İnsana yüklenen bu sorumluluğa uygun şekilde de kendisine gerekli imkân ve özellikler, yaratıldığı andan itibaren verilmiştir. Kur’ân’da insanı konu edinen ayetlere göre insanın iki ana temel yapısı/yapı taşı mevcuttur: 1. Maddi yapı, toprak ve sudan yaratılma, 2. Manevi yapı, “ruhun üflenmesi”.

İnsanın topraktan yaratılma ile ilgili olarak “Toprak safhası (turab)” (3/59; 18/37; 22/5; 30/20; 35/11; 40/67), “Çamur safhası (toprak+su)(tîn): (38/71; 6/2; 7/12; 17/61;  32/7; 38/76), “Yapışkan Çamur (min tînin lâzib)”(37/11), “Kuru bir çamur, şekillenmiş balçık (min salsâlin min hemein mesnûn)” (15/26, 28, 33), “Ateşte pişmiş kuru bir çamur  (min salsâlin ke’l-fehhâr)” (55/14, 15), "Süzme bir çamur  (min sülâletin min tîn)” (23/12), "Su (mâ)” (21/30; 25/54) ifadeler kullanılmaktadır.

Kur’ân’da maddi yapı ile ilgili bu kadar farklı kavramların, farklı surelerde kullanılmasının özel bir mesajı olmalıdır. Bu kavramların içerisinde Periyodik Tabloda yer alan elementlerin bir şekilde elde edilip kullanılmasına dikkat çekilmektedir. Yapı taşı periyodik tablodaki elementler olan bir yapının şekillendirilmesine vurgu yapılırken maden-metalürji-malzeme mühendisliğinin alanına giren farklı teknolojilere dikkat çekilmek istendiği kanaatindeyiz. Bu nedenle tefsircilerin ilgili mühendislik alanlarındaki ilim insanları ile ilişki içerisinde olması, onların bilgilerini alıp değerlendirmesinde fayda vardır. Hattâ bu bir zorunluluktur.

O zaman Kur’ân’ın “İnsanlığa son söyleyeceği sözün çapı oradaki 3-5 tane lavuk müşrik (!)” olmadığı çok daha iyi görülebilecektir.

İlk yaratılışta insanın bu maddi yapısının içine yerleştirilen, entegre edilen çok önemli bir yapı daha vardır: manevi yapı. En dikkat çekici ve bilinmez alan manevi yapı ile ilgili olan alandır. Allah, topraktan biçimlendirip şekil verdiği Hz. Âdem’e “ruhundan üflemiştir.” (15/29; 32/9; 38/72). Bu nokta da en ciddi ve zor konu, ruh nedir, mahiyeti nedir? konusu olmaktadır. Kur’ân’da bu konuda çok açıklayıcı bir bilgi yoktur. Ancak ruh kavramı Kur’ân’da, ‘’Hz. Meryem’e ruhun üflenmesi’’ (21/91; 66/12), “Hz. Peygamber’e bir ruh vahyedilmesi” (42/52, 16/2), “Ruh Allah’ın emrindendir/emrindedir” (17/85) şeklinde geçmektedir. Ruh ile ilgili sorulan sorular üzerine gelen ayet, insanlara verilen ilmin kapsam alanının çok az olduğunu ifade ederek ruh ile ilgili yapılacak tartışmalara bir sınır koymuştur: “Sana ruh'tan sorarlar; de ki: ‘Ruh, Rabbimin emrindendir/emrindedir, size ilimden yalnızca az bir şey verilmiştir.’” (17/85)

Allah, melek topluluğuna, “Yeryüzünde bir halife yaratacağım.” dediğinde, melek topluluğunun,               “Biz seni övüp-yüceltir ve (sürekli) takdis edip dururken, orada fesat çıkaracak ve orada kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?” tarzında serzenişleri olmuştur. (2/30) Bu serzenişle ilgili Allah’ın verdiği cevaplarda, ruhun kapsamı ile ilgili bir miktar bilgi elde edilebilir:

“Rabbin meleklere söyle demişti: “Ben çamurdan bir insan yaratacağım. Onu yapıp ruhumdan ona üflediğim zaman ona secdeye kapanın.” (38/ 71-72; 15/28-29)

Ayette dikkat edilmesi gereken nokta, periyodik tablodaki elementler kullanılarak (topraktan yaratılma) Hz. Âdem’e son şekli verildikten sonra ona ruhun üflenmiş olmasıdır. Ruhun üflenmesinden sonra da melekler topluluğunun ona secde etmesi istenmektedir. Muhtemelen ruhun üflenmesi ile Hz. Âdem’e can denilen bir enerji ile birlikte vücut organlarının tüm fonksiyonlarını yerine getirmesini sağlayabilecek olan bir de yazılım, işletim sistemi ve onu geliştirme yeteneği yüklenmiştir.

Allah’ın yeryüzü için bir beşer yaratacağını, davranış olarak melekler olan topluluğuna bildirdiğinde onların ortaya koyduğu tavır sonrasında, melekler ve cinler topluluğuna öğretmediği, vermediği bir bilgiyi Hz. Âdem’e vermiş; sonra da hepsini imtihana tâbi tutmuş, “eşyayı göstererek isimlerini söylemelerini” istemiştir. Davranış açısından melekler olan topluluk, istenene cevap verememiş, Hz. Âdem ise hepsini isimleri ile söyleyerek cevaplamış ve farklılığını ortaya koymuştur. Bunun üzerine Allah, melekler topluluğuna saygı bağlamında Âdem’e secde etmesini istemiş, İblis hariç geri kalanlar Allah’ın emrini yerine getirmişlerdir. (2/30-34)

İlk yaradılışla birlikte Allah insana ruhundan üflemekle muhtemelen, hayat enerjisi, her bir hücre dâhil olmak üzere vücudun tüm organlarının icra edeceği görev ve sorumluluğu belirleyen bir işletim sistemi ve bir yazılım paketi bünyesine yerleştirilmiştir.

Her bir hücrenin ve her bir organın icra ettiği paket programlar (komutlar zinciri) olmakla birlikte insandaki ana işletim sisteminin merkezi beyindir. Bütün organlardan beyne sinir sistemleri gitmektedir. Göz, kulak, deri, el, ayak ve dilin çok özel bir konumu vardır. Bütün organlardan bu organlara bilgi gitmektedir. O nedenle de bu organlar öte dünyada yüce mahkemede şahitlik yapacaklardır. (41/20-22; 24/24)

  Yaratılışla ilgili ayetleri göz önüne aldığımızda Hz. Âdem’in yapısında üç ana unsur ortaya çıkmaktadır. Bugünkü robot ve bilgisayar teknolojisini göz önüne aldığımızda; donanım (periyodik tablodaki elementlerden), yazılım (işletim sistemi ve program geliştirme yeteneği) ve enerji (can). Elektrik enerjisi olmadığı takdirde ne robot ne de bilgisayar bir işe yaramaz. Keza işletim sistemi olmayan bir robot ve bilgisayar da bir anlam ifade etmez. İnsanda da durum benzerdir.  

Hz. Âdem’in yaratılması ile ilgili Kur’ân ayetlerini göz önüne aldığımızda yapıtaşları farklı 3 ayrı varlık söz konusudur: 1. Nurdan yaratılmış melekler, 2. Nardan yaratılmış cinler ve 3. Topraktan yaratılmış Hz. Âdem.

Allah cennete yerleştirilmiş olan Hz. Âdem ile eşine cennette yaşamanın hukukunu belirtmiştir. Yasak ağaç hariç, geri kalan tüm nimetlerin emrine verildiği (2/35; 7/19), “acıkmaması”, “çıplak kalmaması”, susamaması” ve “güneş altında yanmaması”, yasağa riayet etmeye bağlanmış (20/118-119) ve İblis’in de düşmanı olduğu, ondan sakınması gerektiği kendisine bildirilmiştir. (20/117)

Allah, Hz. Âdem ile eşine cennette yaşama hukukunu tayın edip kendilerine açık bir şekilde bildirmiş olmasına rağmen; onlar İblisin yasak ağaçla ilgili kendilerine söylediği “iki melek olma”, “ebedi yaşayanlardan olma”, “yok olmayacak mülke, sonsuzluk ağacına sahip olma” vaatlerine (7/20; 20/120) uyarak yasak ağaçtan yemişlerdir. Allah’ın emrine karşı gelip çıplak kalmışlardır. (7/22; 20/121)

Kendilerine tayin edilen, çizilen hukuku çiğnedikleri için, “zalim olarak nitelendirilerek” (2/36-37) cennetten çıkarılıp yeryüzüne gönderilmişlerdir.

Hz. Âdem cennette kalma hukukunu ihlal ettikleri için cennetten çıkarılma kararına karşı, “nefislerine zulmettiklerini”, “hata ettiklerini” beyan ederek afedilmelerini istemiştir. (7/23). Âdem rabbinden aldığı birtakım kelimelerle tevbe etmiş ve Allah da tevbelerini kabul etmiştir. (2/37; 20/122) Yeryüzüne gönderilecek olan Hz. Âdem ile eşine, nesillerine hidayetçiler, yol göstericiler göndereceği müjdesini vermiş, “onlara tâbi olanların kurtuluşa ereceği”; “onlara tâbi olmayanların ise hüsrana uğrayacağı”, çok açık bir şekilde kendilerine bildirilmiştir. (2/38-39; 20/123)

İblis’in İnsanlığa Savaş İlanı

Hz. Âdem’in yaratılışı sonrasında Allah’ın “saygı ve üstünlük bağlamında”, davranış olarak melekler olan topluluğa (“nurdan yaratılmış melekler” ve “nardan yaratılmış cinler”), “topraktan yaratılmış” Hz. Âdem’e secde etmelerini emrettiğinde, nardan yaratılmış olan cinlerden İblis hariç melekler topluluğunun hepsi secde etmişlerdir.” İblis secde etmeyerek Allah’ın emrine karşı gelmiş ve isyan etmiştir.

İblis’in Allah’ın emrine isyandaki gerekçesi, “ateşten yaratılanın” “topraktan yaratılandan daha üstün olduğu” yaklaşımıdır (17/12; 15/32-33; 17/61; 18/50; 38/75-76). Bu tavır sonrasında İblis kovulmuş, Hz. Âdem ile eşi cennete yerleştirilmiştir. İblis, Allah katından kovulduktan sonra Allah’tan kıyamete kadar yaşama izni istemiş ve bu yaşama izni kendisine verilmiştir.

Yaşama izni alan İblis, Hz. Âdem’e ve onun izinde olanlara sınırsız ve topyekûn bir savaş ilan etmiştir (2/30-39; 7/11-31; 15/26-48; 17/61-65; 18/50; 20/115-127; 23/12; 32/7; 35/11; 37/11; 38/71-85; 40/67; 53/32; 55/14-15; 71/19). Bu savaş ilanından sonra tarih şekillenmiş ve birbirinin zıddı olan ve fakat her biri kendi içerisinde farklı renkler ihtiva eden ikili bir genel yapı, hak-batıl şeklinde ikili değer sistemi ortaya çıkmıştır (2/42, 119; 3/3; 4/105-171; 6/57; 7/8, 43; 8/7; 9/33; 10/32-55-82; 21/24; 23/ 71; 31/33; 43/78; 48/28; 53/28; 103/3).

Allah, İblis’in bu savaş ilanına karşılık insanları uyarmak, doğru yola sevk etmek için Hidayetçiler, Peygamberler, Resûller göndereceğini, bunlara tâbi olanların kurtuluşa ereceklerini; tâbi olmayıp isyan edenlerin ise helâk olacaklarını bildirmiştir (2/38-39).

Hz. Âdem ile İblis arasında cennette başlayan mücadele Hz. Âdem ile eşinin yeryüzüne gönderilmesi ile son bulmamış; İblis, Hz. Âdem’in tüm neslini, Allah’ın yolundan saptıracağına dair yemin ederek sınırsız ve topyekûn bir savaş ilanı yaparak şiddetin her türünü insanlık tarihine sokmuştur:

“(İblis)Dedi ki: “Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka senin dosdoğru yolunda pusu kurup oturacağım.

Sonra da onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından kendilerine sokulacağım. Onların çoğunu şükrediciler bulmayacaksın.” (7 A’râf 16, 17)

“(İblis)Dedi ki: “Rabbim, beni kışkırttığın şeye karşılık, andolsun, ben de yeryüzünde onlara, (sana başkaldırmayı ve dünya tutkularını) süsleyip-çekici göstereceğim ve onların tümünü mutlaka kışkırtıp-saptıracağım.”

“Ancak onlardan muhlis olan kulların müstesna.” (15 Hicr 39-40).

 “(Allah): ‘Onlardan güç yetirdiklerini sesinle sarsıntıya uğrat, atlıların ve yayalarınla onların üstüne yaygarayı kopar, mallarda ve çocuklarda onlara ortak ol ve onlara çeşitli vaatlerde bulun.’ Şeytan, onlara aldatmadan başka bir şey vadetmez.” (17 İsrâ 64)

“Kur’ân’ın Manası da Lafzı da Allah’a Aittir: “Kur’ân Allah Kelamıdır”

Hz. Âdem’in yaratılış olayını ele almamızın sebebi insan yapısında var olan,  donanım, yazılım ve enerji (can) faktörüne dikkat çekmek içindi. Hz. Âdem’e “ruhun üflenmesi”, “eşyanın isimlerinin öğretilmesi”, cennete yerleştirilip kendisine cennette yaşama hukukunun bildirilmesi, hukuku ihlal ettiği takdirde cennetten çıkarılacağı, İblisin ise düşmanı olduğu ve hukuku ihlal ettikten sonra cennetten çıkarılıp yeryüzüne gönderilmesi, yeryüzüne gönderilirken de bilgilendirilmesi olgusu, Kur’ân’ın mana ve lafzı ile ilgili tartışmalara açıklık getireceğinden dolayıdır.   

Allah insanı önce bilgilendiriyor, hukuk tayını yapıyor, hukuka uymadığı takdirde başına neler geleceğini söylüyor, düşmanına karşı da uyarıyor. Bu ilahi sünnettir ve değişmezdir. Burada mana ve lafız birliktedir, aksi beyan edilmemektedir.

İnsan bünyesindeki donanım ve yazılım arasındaki ilişki henüz çözülememiş bir gizeme sahiptir. Ancak her geçen gün biraz daha aydınlanmaktadır.

Bütün bilgiler, bilgisayar ve robotlarda olduğu gibi hücrelere kaydedilmektedir. Vücuttaki her bir hücrenin komutları icra etme kapasitesi vardır; bazı hücreler bir komut, bazı hücreler ise bir milyon komut icra edebilmektedirler. Bilgisayarlar, 0-1 ikili kod sistemine göre yapılandırılmıştır. İnsanların bilgisayarları kolay kullanabilmeleri için yüksek seviyeli programlama dilleri geliştirmişlerdir (Fortan, C++, Java Python, vb.) . Klavye üzerinde bulunan bütün sembollerin ikili sistemde 1 ve 0’lardan oluşan bir kelime (Word)/kelimeler karşılığı vardır.   

İnsanda ana kontrol ve hafıza mekanizması beyinde bulunmaktadır. Beyin yapısı bu anlamda çok karmaşıktır; şimdilik muammalarla doludur[1]:

“İnsan beyninde yüz milyar nöron (esas iş gören, esas düşünen hücre) var, yani esas düşünen, işlem yapan nöronlar, bir de bunların hizmetkârlığını yapan, lojistik hizmet veren, bir trilyon, glia dediğimiz hücreler var. Bir hücrenin zarında yetmiş milivoltluk enerji var. Bir hücrenin on üzeri on sekiz bağlantısı var (1018 ) saniyede beyinde bir hücre on üzeri on altı (1016 ) işlem yapıyor. On milyon kere yüz milyar, yanı onu on altı defa kendi içerisinde, saniyede yapıyor, saniyedeki işlem süresi… Beyin, bütün organlarımızı idare eden ve içerisinde büyük sırları saklayan bir organ.”

Beyinde kelimelerin manaları ile lafızları birlikte kaydedilmektedir. Hz. Adem’e isimlerin öğretilmesinde, kendilerine cennette kalma şartlarının bildirilmesinde, cennetten çıkarıldıkların da Allah’tan birtakım kelimeler alarak tövbe etmesinde beyindeki kayıt mekanizması, devreye girmektedir. Bu süreçte mana ile lafzın farklı olduğunu belirten bir işaret, bir ima söz konusu değildir.

Hz. Âdem ile eşi tayin edilen hukuku çiğnediklerinde, Allah’ın kendilerine “Ben sizi bu ağaçtan menetmemiş miydim? Ve şeytanın da sizin gerçekten apaçık bir düşmanınız olduğunu söylememiş miydim?” (7/22) demiştir. Onlar bize söylediklerinin (sözlerinizin) manasını öyle anlamadık dememiş, kendilerine söylenenleri çok iyi anladıkları bağlamında Allah’a şu cevabı vermişlerdir:

“Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik, eğer bizi bağışlamazsan ve esirgemezsen, gerçekten hüsrana uğrayanlardan olacağız.” (7/23)

“Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı (farklı ve değişik) olması da, Onun ayetlerindendir. Hiç şüphe yok bunda, âlimler için gerçekten ayetler vardır.” (30/22) ayetine göre dillerimizin farklı olması Allah’ın bir ayeti olduğuna göre Allah muhatapları ile onların anlayabileceği mana ve lafız bütünlüğünü ihtiva edecek bir tarzda konuşması olması gerekendir, doğal olandır.  Nitekim Allah, Hz. Âdem’i yaratmadan önce melekler topluluğu ile konuşmuştur. Hz. Âdem’i yarattıktan sonra melekler topluluğu (nurdan yaratılmış melekler, nardan yaratılmış İblis) ve Hz. Âdem ile aynı anda konuşmuş, onlara gösterdiği eşyanın isimlerini sormuştur. Melekler topluluğu cevap verememiş, Hz. Âdem ise sorunun cevabını vermiştir. Bu konuşmalarda hangi dil kullanıldığı, taraflar arasında iletişimin nasıl sağlandığı belli değildir. “Gerçek şu ki, biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.” (33/72) ayetine göre evren bizim henüz sırını çözemediğimiz bir canlılığa sahip olup Allah ile konuşmaktadır/iletişim kurabilmektedir. Hz. Davud ile dağlar ve kuşlar konuşmakta / iletişim hâlinde bulunmuşlardır. (21/79, 34/10-11) Hz. Süleyman cinlerden, insanlardan ve kuşlardan oluşan ordulara sahip olup her kesimle konuşabilmiştir (27/17-41). Allah, Hz. Musa ile konuşmuştur. (20/83-85; 19/52; 28/30-36)

Allah (c.c.), Hz. Âdem’den itibaren insanlığa peygamberler göndermiş, hepsine de mesajı anlayabilmeleri için kendi dillerinde mana-lafız bütünlüğü içerisinde vahiy indirmiştir. Tevrat’ın, Hz. Musa’ya (a.s.) İbranice; İncil’in, Hz. İsa’ya (a.s.) Aramice; Kur’ân’ın da Hz. Peygamber’e (s.) Arapça indirilmiş olmasının sebebi, peygamber gönderilen toplumların bu dilleri konuşmalarından dolayıdır. Bu kanuniyet, Hz. Muhammed (s.) için de geçerlidir. Allah Hz. Muhammed’e elçilik, risalet görevi vermiş ve onunla Cebrail vasıtasıyla iletişim kurmuştur. Bu iletişim vahiydir. İletişimin dili ise Arapçadır:

“Şüphesiz biz onların "Kur’ân'ı ona ancak bir insan öğretiyor" dediklerini biliyoruz. Kendisine nispet ettikleri şahsın dili yabancıdır. Hâlbuki bu (Kur’ân), apaçık bir Arapça’dır.” (16/103)

“Anlayabilesiniz diye biz onu Arapça bir Kur’ân olarak indirdik.” (12/2)

“Kur’ân-ı Kerim’in okunuşu ve telaffuz edilişiyle ilgili Kur’ân/kıraat, tilavet, tertîl, kelam ve kavl kelimeleri”, Kur’ân’da geçmektedir. İlki Kur’ân’da okumak anlamındadır (75/16-19). “Tertîl, öncelikle [bazı şeyleri] görünür şekilde, en uygun bir düzen içinde ve acele etmeden bir araya getirmek anlamına gelir. (…) Bir metnin okunuşu ile ilgili olarak kullanıldığında, anlamını düşünce süzgecinden geçirerek sakin ve ölçülü okumayı anlatır.”[2] (73/4, 25/32), “Tilavet, lafız ve manadan oluşan bir metnin veya sözün telaffuz edilmesi” demektir.[3](3/58). “Kelam, söz, deyiş, cümle, hat ve işaret anlamına gelmektedir. Sesle ifade edildiğinde lafz veya kavl; yazıyla ifade edildiğinde hat veya kitabet; işaretle ifade edildiğinde ise remz veya resm adını alır. (9/6); kavl de söz anlamına gelmektedir”[4] (73/5). Bu kelimelerin geçtiği ayetler göz önüne alındığında, “Kur’ân’ı okuma ve okutma işinin de mana ve lafzının da esas itibariyle yüce Allah’a ait olduğunu göstermektedir.” “Bir metin ya da sözde lafız ve mana, kesinlikle bir arada bulunması gereken iki unsurdur; bir metnin okunabilmesi için, lafız ve mana unsurları olmazsa olmazdır.” Kur’ân’ın okunuşu için de durum böyledir.[5]  

Kur’ân-ı Kerim’in Cibril vasıtasıyla Hz. Peygamber’in kalbine (beynine) indirilmesi/yerleştirilmesi, lafız ve mana bütünlüğü içerisinde gerçekleşmektedir. Ortada bir kayıt sistemi vardır. Hz. Âdem’e isimlerin öğretilmesi, Hz. Musa’ya, Tevrat, Hz. İsa’ya İncil ve Hz. Peygambere Kur’ân mana ve lafız bütünlüğü içerisinde verilmiş, indirilmiş ve öğretilmiştir.  İlahiyatçı camianın beyindeki kayıt sistemini incelemelerinde fayda vardır.

Hz. Peygamber’e vahiy geldiği zaman acele ile onu okumaya kalktığında ikaz edilmesinin sebebi, kayıt etme sorumluluğunun Allaha ait olduğu, unutma endişesi ile telaşlanmaması gerçeğidir:  

“Onu (Kur’ân'ı, kavrayıp belletmek için) aceleye kapılıp dilini onunla hareket ettirip-durma. Hiç şüphesiz, onu (kalbinden) toplamak ve onu (sana) okutmak bize ait (bir iş) tir. Şu hâlde, biz onu okuduğumuz zaman, sen de onun okunuşunu izle. Sonra muhakkak onu açıklamak bize ait (bir iş) tir.” (75/16-19)

Ayetlerde şu noktalara dikkat çekilmektedir: 1- Vahyi Peygamberin kalbine/hafızasına yerleştirmek, ona bellettirmek, onu açıklamak ve Onu peygambere okutturmak Allaha ait bir iştir. 2- Vahiy geldiğinde unutma endişesi ile telaşlanıp okumaya kalkma, acele etme, okunuşu izle.

Dikkat edilmesi gereken bir nokta da vahyi kalbe yerleştirme ile okutmanın birarada zikrediliyor olmasıdır.  Benzer bir vurgulama Furkân 32’de yapılmaktadır:

“Küfredenler dediler ki: ‘Kur’ân ona tek bir defada, toplu olarak indirilmeli değil miydi?’ Biz onunla senin kalbini sağlamlaştırıp-pekiştirmek için onu böylece (ayet ayet indirdik) ve onu 'belli bir okuma düzeniyle (tertil üzere) düzene koyup' okuduk.” (25/32) (Bak: 2/97)

 Bu ayette ayrıca topluca indirmemenin sebebine vurgu yapılmaktadır. Ayette aynı zamanda toplumsal değişim süreci ve yasalarına dikkat çekilmektedir. Vakalar üzerine ayetlerin gelmesinin insanlar üzerinde yapacağı etkinin, çok daha anlamlı büyük olacağı gerçeğine vurgu yapılmaktadır. Aynı zamanda İblis’in yolundan gidenlere karşı bir strateji geliştirme imkân ve fırsatı müminlere sunulmaktadır. Müşriklerin Kur’ân’la ilgili başlatıp yürüttükleri psikolojik savaşta “başka bir Kur’ân getir, bunu değiştir.” tarzında yaptıkları saldırılara karşı Allah’ın verdiği cevap, Kur’ân’ın mana ve lafız bütünlüğüne ilişkin en önemli belgedir, delildir: 

“Kendilerine ayetlerimiz açıkça okunup anlatılınca bizimle karşılaşacaklarına inanmayanlar, ‘Bundan başka bir Kur’ân getir veya bunu değiştir.’ dediler. Onlara şöyle de: ‘Onu kendiliğimden değiştirmeye hak ve yetkim yoktur, ben ancak bana vahyedilene uyuyorum. Eğer Rabbime itaatsizlik edersem şüphesiz dehşetli bir günün azabından korkarım. Yine de ki: ‘Allah (öyle) dileseydi ne ben onu size okuyabilirdim ne de siz onu anlayabilirdiniz” (10/15-16) (Bkz.7/203)

Bu konuda her türlü yorum, değerlendirme ve tartışmaya Kur’ân’da Hâkka suresinde çok açık ve sert bir cevap verilmektedir:

[69.40] “Hiç şüphesiz o (Kur’ân), şerefli bir elçinin kesin sözüdür.

[69.41] O, bir şairin sözü değildir. Ne kadar az inanıyorsunuz?

[69.42] Bir kâhinin de sözü değildir. Ne kadar az öğüt alıp-düşünüyorsunuz?

[69.43] Âlemlerin Rabbinden bir indirilmedir.

[69.44] Eğer o, bize karşı bazı sözleri uydurup-söylemiş olsaydı,

[69.45] Biz onu kuvvetle yakalardık,

[69.46] Sonra onun can damarını elbette keserdik.

[69.47] O zaman, sizden hiç kimse araya girerek bunu kendisinden engelleyip-uzaklaştıramazdı.”

Diğer taraftan her türlü spekülasyona meydan vermeyecek bir korumanın, Kur’ân üzerinde olduğuna özel bir vurgu yapılmaktadır.

“Doğrusu sana vahyedilen bu Kitap, Levh-i Mahfuz'da bulunan şanlı bir Kur’ân'dır.”    (85/21-22)

 Sonuç: Kur'an'ı Mana ve Lafız Olarak Ayırmak Kitabı ve Dini Parçalamak Demektir

Bu aşamada Mustafa Öztürk’ün “Vahiy manası Allah’a lafzı Peygamber’e aittir.”  “Kur’ân Allah kelâmı değildir.” “Hz. Peygamber kendisine mana olarak indirilen vahyin tercümanlığını Kur’ân aracılığıyla yapmıştır.” ifadelerine bakmakta fayda vardır:

“Tanrı güncel politiğin sosyolojinin içine girmez. Gorion/Orion Takım Yıldızına bak, Andro Medaya bak, Samanyolu’na bak, National Coğrafik’e git Okyanusun diplerine bak, kutuplara bak, çiçeğe bak, Boğaz’da erguvana bak, bir de Kur’ân’a bak, Kur’ân 23 sene Velid bin Muğire aşağı As bin Vâil yukarı deyip bütün kadrajını Hicaz-Taif-Medine'ye sıkıştırmış. İnsanlığa son söyleyeceği sözün çapı oradaki 3-5 tane lavuk müşrik. Ve o müşriğe Kur’ân'da öyle küfürler var ki. Bir tanesini okuyayım mı size? Kalem Suresi... (3-4 ayet okuduktan sonra) Hem ‘kel’ hem ‘fodul' ve -badezalik- üstüne üstlük zenîm/'piç' ifadesi kullanılıyor. Onu tabii meale öyle yazamazsın, ‘soysuz’ diyeceksin!

Aç. adres vereyim aç. Ferrâ’nın Me’âni’l-Kur’ân’ını aç. İbni Kuteybe’yi aç! Nereyi açarsan aç! Nesebi bilinmeyen, onun bunun çocuğuna 'zenîm' denir Arapçada. Bu Allah dili olabilir mi? İnsani dil olamaz mı? Olabilir. Yanmış canı. Feverandır, olabilir. Olabilir üstadım, olabilir.”

“…Tanrı, merhametin katsayısı belli değil, engin merhamet ve şefkat sahibi, dilinden lanet eksik olmuyor. Şimdi üstadım ben bunu Tanrı’ya nasıl yakıştırayım? Tanrı niçin bu kadar hiddetli? Acaba diyorum gazabı olsun. Kendisini övmesi/övünmesi olsun. Laneti olsun. Ve sairesi olsun. Acaba Resûlüllah bir tür Hermes gibi, hani Hermes'i biliyorsunuz, mitolojide tanrının mesajının insan idraki tarafından kuşatılamayacağı için, o mesajın insan diline çevirisini/aktarımını Hermes üstlenir. Bir tür elçilik yapar. Peygamber de Allah'ın soyut mesajlarını muhatap olduğu insan kitlesine kendi zihin süzgecinden geçirerek aktarıyor olabilir mi?”

“[Peygamber] bu aktarımda Tanrı’yla ontolojik bir yakınlığı olmadığı için, Tanrı gibi düşünemeyeceği, Tanrı gibi davranamayacağı için insanca davranacaktır ve ister istemez hem dilinin kısıtlılıkları hem de insan olma özellikleri itibarıyla Tanrı’yı da kendi idrak sınırları içinde tanımlayacaktır. Mesela Tanrı’yı memnun etmeyi rahmet ile, mükafat ile anlatacaktır, Tanrı’nın sözünü tutmamayı, ‘Bakın kızdırırsınız, gazaba getirirsiniz, öfkelendirirsiniz, size bağırır çağırır, hatta ceza verir!’ şeklinde, yine insan algısı üzerinden Tanrı’ya bir sıfat atfedecektir.”

Yukarıdaki ifadeleri göz önüne aldığımızda, Mustafa Öztürk’e göre Allah’ın emrine karşı gelen İblis ve Hz. Âdem cezalandırılmamalıydı. Böyle bir cezalandırma Allah’a yakışmaz. Ya da ilk yaratılış olayını, Hz. Âdem ile İblisin mücadelesini anlatan ayetler gerçekten yok, Hz. Peygamber kitleleri etkileyebilmek için bunları bu şekilde aktarmıştır mı demek istiyor?

Mustafa Öztürk’e göre Hz. Peygamber (s.) Kur’ân ayetlerini değiştirmiş, kendi söyleyemediklerini Allah’a söylettirmiştir. Bu durumda 69/40-57; 10/15-16; 7/203 ayetlerinin gereğini Allah’ın yerine getirmesi gerekmez miydi? Onları da Peygamber uydurdu deniyor ve Allah ’da buna sessiz kaldı deniyorsa; o zaman Allah’a, Ahiret gününe, Peygamberlere, Kitaplara iman etmekten ne kastedildiğidir?

Allah Kur’ân’da Abese suresinde, âmâya karşı tavrından dolayı, Hz. Peygamber’i sert bir şekilde uyarmıştır (80/1-10). Çok daha sert bir uyarı İsrâ suresi 73-75’de yer almaktadır: “Onlar neredeyse, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı düzüp uydurman için seni fitneye düşüreceklerdi; o zaman da seni dost edineceklerdi. Eğer biz seni sağlamlaştırmasaydık, and olsun, sen onlara az bir şey (de olsa) eğilim gösterecektin. Bu durumda, biz sana, hayatın da kat kat, ölümün de kat kat (acısını) tattırırdık; sonra bize karşı bir yardımcı bulamazdın.” (17/73-75)

Allah’ın Hz. İsa üzerinden verdiği mesaj, son derece anlamlı ve uyarıcıdır. Çünkü soru Hz. İsa’ya yöneltilmiştir: “Allah, ‘Ey Meryem oğlu İsa! Sen mi insanlara ‘Beni ve annemi Allah'tan başka iki ilah olarak benimseyin dedin?’ demişti de, ‘Hâşâ, hak olmayan sözü söylemek bana yaraşmaz; eğer söylemişsem, şüphesiz Sen onu bilirsin; Sen, benim içimde olanı bilirsin; ben Senin içinde olanı bilmem; doğrusu görülmeyeni bilen ancak Sensin’ demişti. ‘Ben onlara sadece 'Rabbim ve Rabbiniz olan Allah'a kulluk edin' diye bana emrettiğini söyledim. Aralarında bulunduğum müddetçe onlar hakkında şahittim, beni aralarından aldığında onları Sen gözlüyordun. Sen her şeye şahitsin.’” (5/116-117)

Mustafa Öztürk’ün iddiasını göz önüne aldığımızda yani “Hz. Peygamber gelen vahyi değiştirmiş (!)”, “kendi söyleyemediklerini Allah’a söylettirmiştir.” ifadesini göz önüne aldığımızda; Hz. Peygamberin çok sert bir şekilde cezalandırılması gerekirdi. Böyle bir şey olmadığına göre Mustafa Öztürk kardeşimizin, düşüncelerini bir kez daha gözden geçirmesinde fayda vardır.

[003.019] Hiç şüphesiz din, Allah katında İslâm'dır. Kendilerine kitap verilenler, ancak kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki 'kıskançlık ve hakka başkaldırma' (buğz) yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah'ın ayetlerine küfrederse, gerçekten Allah, hesabı pek çabuk görendir.

[006.070] Dinlerini bir oyun ve eğlence (konusu) edinenleri ve dünya hayatı kendilerini mağrur kılanları bırak. Onunla (Kur’ân'la) hatırlat ki, bir nefis, kendi kazandıklarıyla helâka düşmesin; (böylesinin) Allah'tan başka ne bir velisi, ne de bir şefaatçisi vardır; her türlü fidyeyi verse de kabul olunmaz. İşte onlar, kazandıkları nedeniyle helake uğrayanlardır; küfre saptıklarından dolayı onlar için çılgınca kaynar sular ve acıklı bir azap vardır.

[042.014]  Onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca aralarındaki 'tecavüz ve haksızlık' dolayısıyla ayrılığa düştüler. Eğer senin Rabbinden, adı konulmuş bir ecele kadar geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, muhakkak aralarında hüküm verilmişti (iş bitirilmiş). Şüphesiz onların ardından Kitaba mirasçı olanlar ise, herhâlde ona karşı kuşku verici bir tereddüt içindedirler.

[025.030] Ve Peygamber dedi ki: ‘Rabbim gerçekten benim kavmim, bu Kur’ân'ı terkedilmiş (bir kitap) olarak bıraktılar.’

KAYNAKLAR

Muhammed Esed, Kur’ân Mesajı, çev. Cahit Koytak-Ahmet Ertürk, İşaret Yayınları, İstanbul, 1997. 

Celil Kiraz, “Kur'ân Vahyinde Lafız-Mana Bütünlüğü”, https://gurbettekierzurum.com.tr/haber/5845614/prof-dr-celil-kiraz-mustafa-ozturk-e-cevap-verdi

Diyanet İşleri Başkanlığı, Dini Kavramlar Sözlüğü, DİB Yayınları, Ankara, 2006.

İsmail Hakkı Aydın, Beyin Sizsiniz, Girdap Kitap, 2018.


[1] İsmail Hakkı Aydın, Beyin Sizsiniz, Girdap Kitap, 2018, s. 52, 55

[2] Muhammed Esed, Kur’ân Mesajı, çev. Cahit Koytak-Ahmet Ertürk, İşaret Yayınları, İstanbul, 1997,  s.1200.

[3] Celil Kiraz, “Kur’ân Vahyinde Lafız-Mana Bütünlüğü” https://gurbettekierzurum.com.tr/haber/5845614/prof-dr-celil-kiraz-mustafa-ozturk-e-cevap-verdi

[4] Diyanet İşleri Başkanlığı, Dini Kavramlar Sözlüğü, DİB yayınları, Ankara, 2006.

      [5] Celil Kiraz, a.g.m.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...