İsrafa karşı vereceğimiz büyük ve zorlu mücadelede unutmamamız gereken temel gerçek, bir toplumsal değişim yasasının var oluşudur: “Bir kavim (toplum), kendinde olanı değiştirinceye kadar Allah, ona nimet olarak bağışladığını değiştirici değildir.”(8/53). “Gerçekten Allah, kendi nefis (öz)lerinde olanı değiştirip bozuncaya kadar, bir toplulukta olanı değiştirip-bozmaz.”(13/11)
“Müsrif olanlar, onlar ateşin halkı olanlardır.”
(Kur’ân-ı Kerim, 40/43)
İsraf toplumunun oluşmasında, Türkiye’deki cari sistemin
öngördüğü insan unsurunun, AB uyum yasalarının, reklamların, dizilerin,
medyanın çok ciddi bir rolü vardır. İslâm kültür ve medeniyet değerleri ile
Batı kültür ve medeniyet değerlerinin harmanlanmasından oluşan melez
değer sistemi, hem bireysel hem de toplumsal düzlemde sosyal
şizofreniye sebebiyet vermiştir ve de vermektedir. Tasarruf
tedbirlerine itibar edilmemesinde, sosyal şizofreninin önemli bir payı vardır.
Bu amaçla geçen yazıda israf toplumunun alt yapısının daha iyi anlaşılabilmesi için konuya ilişkin kavramsal bir analiz yapılmıştır. Bu yazıda, israfın insanlık tarihine nasıl ve kimin aracılığıyla girdiği, ilk müsrifin ve ilk israf toplumunun kim olduğu konusu ele alınacaktır.
İsraf ve Tebzir
Geçen yazıda ifade edildiği gibiisrafın sözlük anlamı, “aşırı
gitme, haddi aşma, hata, cehalet, gaflet, gafil ve cahil olma, yanılma;”
“kişinin sahip olduğu maddi ve manevi varlığı ölçüsüz ve gereksiz bir şekilde
harcaması”; “yerinde ve faydalı kullanılmayan her şey”, “itidalli yanı orta
yollu davranmama; “ifrat ve tefrite düşmek” gibi anlamları vardır.[1]
İsrafın terim/ıstılahı anlamı ise,“İnsanın sahip bulunduğu
nimetleri, normalin dışına çıkarak gereksiz, aşırı ve dengesiz
harcaması/tüketmesi”; “İnsanın yapmış olduğu her fiilde haddi aşması
halı” olarak tanımlanmaktadır.[2] İsraf, “İster ifrat ister tefrit türünden olsun her türlü
aşırılığı ifade eder.” “Din-i mübinin, aklıselimin, tabii selimin ve örfi
sahihin kabul etmeyeceği, inanç, söz ve davranışların genel
adıdır.”[3] Müsrif ise israf eden demektir.
Kur’ân’da israf kavramı, dört farklı alanda kullanılmaktadır[4]:
1. İsraf “şirk, küfür, zulüm, i‘tidâ gibi
terimlerle bağlantılı olarak din bakımından temel gerçek olan tevhit inancından
sapmak”, “Allah hakkında ve diğer dinî konularda gerçekle ilgisi bulunmayan
iddialar ileri sürmek”, “İslâm’a ve Müslümanlara karşı kibirli, alaycı, inatçı,
kaba, saldırgan olmak” ile ilgili kullanılmaktadır (5 Mâide 32; 7 A‘râf 81; 10
Yûnus 83; 26 Şu’ara 151-152; 36 Yasin 19; 40 Mümin 26-28, 34).
2. İsraf, “bir kimsenin isyankârlığa saparak
günahlara boğulmak suretiyle kendisine kötülük etmesi” anlamında
kullanılmaktadır (39 Zümer 53).
3. İsraf, “helâl kılınmış güzel nimetlerin haram
sayılması” (6 En‘âm 141; 7 A‘râf 81), “masum bir kimsenin haksız yere
öldürülmesi” (17 İsrâ 33) gibi dinî ahkâma muhalefet veya tecavüz anlamlarında
kullanılmaktadır.
4. İsraf, “kişinin kendine ait veya sorumluluğu
altındaki mal ve imkânları gereksiz yere, ölçüsüzce harcamasını” (4 Nisâ 6; 7
A’râf 31; 25 Furkan 67) ifade etmek için kullanılmaktadır.
İsrafın gerek sözlük anlamı,
gerek ıstılahi anlamı ve gerekse Kur’ân’da kullanılış anlamları, her
türlü konu ile ilgili itidali kaybedip ifrat ve tefrite düşmek, haddi aşmak,
ölçüyü kaybetmek iken; zamanla anlam daralmasına uğrayarak “malları
saçıp savurmak, harcamak”anlamlarında kullanılmaya başlanmıştır. Oysa
Kur’ân’da “malların saçıp savrulması, haddi aşarak kullanılması” ile
ilgili kullanılan ana kavram tebzirdir.[5]
Tebzir (saçıp savurma),“Sadece
malî-maddî harcamalardaki aşırılık, savurganlık, genel yararı zarara uğratan
uygunsuz harcamalar, malların kötülük ve haksızlıklara harcanması, malların
şerre, gereksiz yere harcanması” anlamlarına gelmektedir (17 İsrâ
26-29; 16 Nahl 71).
İsraf kelimesi, tebzir kelimesini anlam olarak ihtiva eder; fakat tebzir kelimesi, israf kelimesini ihtiva etmez. Diğer bir deyişle her tebzir bir israftır ve fakat her israf, bir tebzir değildir. Tebzir, İsraf kümesinin bir alt kümesidir. Tüketim ile israf arasında bir ilişki kurulmak istenirse israf, “aşırı ve/veya zorlanmış tüketim”olarak tanımlanabilir.[6]
İlk Müsrif İblis, İlk İsraf Toplumu: Hz. Âdem ile Eşi
İsraf kavramını bu çerçevede ele aldığımızda, İsraf
eyleminin başlangıç anı, Hz. Âdem’in yaratılışı sonrasında Allah’ın, düşünce ve
davranış olarak melek olan bir topluluğa “Âdem’esecde edin!” emrini
vermesi, bu emre cinlerden olan İblis’in Allah’ın emrine isyan ederek uymaması
anıdır.
Hz.
Âdem’in ile eşinin yaratılması ve İblis’in onlarla olan mücadelesi, Kur’ân’da
geniş yer almaktadır. (2/30-39; 7/11-31; 15/26-48; 17/61-65; 18/50; 20/115-127;
23/12; 32/7; 35/11; 37/11; 38/71-85; 40/67; 53/32, 55/14-15; 71/19). Farklı
surelerde yeni eklemeler, vurgular yapılarak Hz. Âdem ile eşinin başına
gelenlere dikkat çekilmektedir.
Meseleye
daha kapsamlı bir şekilde baktığımızda Hz. Âdem ile eşinin başına gelenler,
bizim hayatımızın kısa bir videosudur. O nedenle hak- batıl mücadelesinde
başımıza gelebilecekleri görebilmek için o tarihsel döneme tekrar ve tekrar
dönüp bakmalı, incelemeli ve gerekli dersleri almalıyız.
İsraf kavramının “her türlü konu ile ilgili itidalli
kaybedip ifrat ve tefrite düşmek”, “haddi aşmak”, “ölçüyü kaybetmek” anlam
boyutlarını göz önüne aldığımızda; Allah’ın “Âdem’e secde edin” emrine
İblis’in uymayıp isyan etmesi, bir başkaldırı ve israf hareketidir. Melekler
topluluğunun “yeryüzü için yaratılacak olan bir beşer” için Allah’a “Biz seni
övüp-yüceltir ve (sürekli) takdis edip dururken,orada fesat çıkaracak ve orada
kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?” diyerek (2 Bakara 30) serzenişte
bulunduklarını biliyoruz.
Bundan dolayı Allah, “Âdem'e isimlerin hepsini
öğrettikten” sonra melekler topluluğu ile Âdem’i bir imtihana tabi
tutmuştur. Eşyayı meleklere göstererek ne olduklarını sormuştur (2Bakara
31). Melekler topluluğu sorulan soruyu cevaplandıramamış ve fakat Âdem
cevaplandırmıştır (2 Bakara 32,33). Bunun üzerine Allah, Âdem’in otoritesini,
varlığının önemi ve hikmetini kuvvetlendirmek için, Âdem’e saygı anlamında,
melekler topluluğuna “Âdem’e secde etmelerini” emretmiştir. Yaratılış
hammaddesi“ateş”olan İblis hariç yaratılış hammaddesi “nur” olan
tüm melekler topluluğu, Âdem’e secde etmiştir (2 Bakara 34; 7 A’râf 11; 20/116;
38/72-74; 15/ 29-31; 18/50).
İblis,“haddi aştığı”, “ifrata vardığı” için ilk
müsrif olan varlıktır. Onu ifrata götüren, haddi aştıran neden, onun
ateşten Âdem’in topraktan yaratılmış olmasıdır. İblis’e göre “ateşten
yaratılmış olanın”“topraktan yaratılmış olana secde etmesi”yanlıştır, uygun
değildir. İblis’e göre Allah,“yanlış” karar vermiştir(!): “(Allah) Dedi
ki: “Ey İblis, iki elimle yarattığıma seni secde etmekten alıkoyan neydi?
Büyüklendin mi, yoksa yüksekte olanlardan mı oldun?”“Dedi ki: “Ben ondan daha
hayırlıyım, sen beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.”; “Ben, kuru
bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattığın beşere secde etmek için var
değilim.”( 38/75, 76;15/29-33; 7/12; 18/50; 17/61).
Dolayısıyla İblis, kibrinin kurbanı olarak âlemlerin Rabbi
olan Allah’ın emrine karşı gelerek “ölçüyü kaçırmış”, “haddi aşmış”,
müsrif ve “zalimlerden” olmuştur (18/50). O nedenle ilk
müsrif İblis olup tüm müsriflerin atasıdır. Haddi aşmış, ölçüyü kaçırmış bir
müsrif olan İblis, Allah tarafından cezalandırılarak, “lanetlenmiş” ve
“Cennetten kovulmuştur” (7/13,18; 15/34,35; 38/77-78).
O nedenle ilk ve en büyük müsrif, İblis’tir. Mesele İblis’in
Cennetten lanetlenmiş olarak kovulması ile bitmemiş; İblis, Allah’tan “kıyamete
kadar yaşama izni” istemiştir (7/14; 15/36; 38/79). Bu yaşama izni,
Allah tarafından kendisine verilmiştir (7/15; 15/37-38; 38/80-81). İblis Allah’tan
istediğini aldıktan sonra, azmış olmasından dolayı hem Allah’ı suçlamış hem de
Hz. Âdem ve nesline “sınırsız ve topyekûn bir savaş” açacağını ilan etmiştir
(7/16, 17; 15/39-40). Bu topyekûn savaş ilanı, insanlığın kaderinde derin izler
bırakacak olan yeni bir sürecin başlamasına neden olmuştur. Allah, Hz. Âdem’le
eşini Cennete yerleştirmiş ve oradaki yaşamlarına ilişkin hukuku belirlemiştir:
“Dedik ki: ‘Ey Âdem, sen ve eşin cennette yerleş. İkiniz de ondan, neresinden
dilerseniz, bol bol yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden
olursunuz.” (2/35; 7/19).
Bir tek ağaç hariç, Cennetteki tüm nimetlerden yeme hakkı
kendilerine tanınmıştır. Kendilerine çizilen çerçevede kalmak şartıyla,
herhangi bir sorun yoktur. Ayrıca Allah, İblis’in kendilerinin “düşmanı” olduğunu, “ona
uymamaları” gerektiğini özellikle hatırlatmıştır. Ona uydukları takdirde
başlarına gelecek olanlar, “Cennete kalamayacakları”, “mutsuz
olacakları”,“acıkacakları”, “susayacakları”, “çıplak kalacakları”, “güneş
altında yanacakları” ifadeleri kullanılarak, kendilerine ifade
edilerek dikkatleri özellikle çekilmiştir (20/117-119). Fakat İblis, Allah’ın
Hz. Âdem ile eşine yaptığı bu açık, net uyarılara karşı onlara “yasak
ağaçla” ilgili yaptığı propaganda, insanda varolan heva cephesinin
tamahkârlık, ihtiras ile ilgili kapıların açılmasına sebebiyet
vermiştir. Allah’ın Cennette kalmalarına ilişkin belirlediği hukukun
çerçevesini ve İblis’in düşmanları olduğunu unutmuşlar ve İblis’in yaptığı
vaatlerin cazibesine kapılmışlardır: “Şeytan, kendilerinden 'örtülüp
gizlenen çirkin yerlerini' açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve
dedi ki: “Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek
olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir.” Ve: “Gerçekten
ben size öğüt verenlerdenim” diye yemin de etti.” (7/20, 21) “Sonunda
şeytan ona vesvese verdi; dedi ki: “Sana sonsuzluk ağacını ve yok
olmayacak bir mülkü haber vereyim mi?” (20/120).
Ayetlere
göre İblis, yasak ağacın mahiyetini bilmekte ve Hz. Âdem ile eşine yüzde yüz
yalan söylemektedir. Fakat İblis’in vaatleri, insanı akıl tutulmasına
sokabilecek özelliktedir: 1- “İki melek olmak”, 2- “Ebediyen
yaşayanlardan olmak” ve 3- “Yok olmayacak bir mülke sahip olmak”.
İnsanın aklını başından alabilecek olan bu vaatlerin etkisi
ile muhtemelen, Hz. Âdem ile eşi, Allah’ın yasağını ve İblis’in düşman olduğunu
unutarak, onun vaatlerinin gerçek olup olmadığını yargılamayarak ve
söylediklerinin Allah’ın emirlerini çiğnemek olup olmadığına bakmayarak hareket
etmişlerdir. İblisin verdiği iğvanın etkisi ile yasak ağaçtan
yemişler, haddi aşmışlardır, ölçüyü kaçırarak çıplak
kalmışlar, müsrif olmuşlar ve ilk israf toplumu olmuşlardır: “Böylece
onları aldatarak düşürdü. Ağacı tattıkları anda ise, ayıp yerleri kendilerine
beliriverdi ve üzerlerini cennet yapraklarından yamayıp-örtmeye başladılar.”
(7/22; 20/121).
Allah’ın emirlerine uymamanın, haddi aşmanın, ölçüyü
kaçırmanın kısaca müsrif olmanın ilk tezahür
şekli, çıplaklık olmuştur. Bugün de, İblis’in yolunu takip
edenlerin “kadına özgürlük”, “cinsel yönelim”, “toplumsal
cinsellik eşitliği”, “uniseks giyim”, “çıplaklık”, “nikâhsız beraberlik”,
“cinsel özgürlük” sloganları ile öne çıktıklarını görüyoruz.İblis’in
geçmişte, “yasak ağaç üzerinden” Hz. Âdem’le eşine yaptığı ve fakat gerçek
olmayan “iki melek olma”, “ebedi yaşayanlardan kılınma”, “sonsuzluk ağacı”
ve “yok olmayacak mülk” vaatleri vardı. Bugün İblisin yolundan
gidenler de, ”modern olma”, “çağdaş olma”, “aydın olma”, “ilerici
olma”, “medeni olma”, “çağı yakalama”, “özgür olma”, “hayatını
yaşama”, “haz almaya bakma” ve “sınırsız tüket ve mutlu ol”vaatlerini
yapmaktalar. Bunları medya, sosyal medya, reklam, film, diziler, bilgisayar
oyunları üzerinden her türlü psikolojik savaş, propaganda, reklam tekniklerini
kullanarak; ataları İblis’in, Hz. Âdem’le eşini cennetten çıkardığı gibi,
bunlar da bugün tüm insanlığın cennete girmesine mani olmaya çalışmaktadırlar.
İblis, kibrinin kurbanı olarak müsrif olup Allah’a isyan etmiştir. Kendisine geri dönüşü olmayan bir yol çizmiştir. Buna karşılık, Hz. Âdem ile eşi yaptıkları hatayı anlamış, tevbe edip Allah’tan af dilemişlerdir (7/22-23). Allah, bu ilk israf toplumunun tevbelerini kabul etmiş ve fakat ceza olarak ve İblis’le düşman olarak da cennetten çıkarmıştır. Bu cezalandırmaya karşılık İblis ve onun yolundan gidenlerin her türlü düşmanlığına, kötülüğüne, tuzağına karşı, zaman zaman rehberler göndererek tüm insanlığın kurtuluşu için Hz Âdem’e yardım edeceği vaadinde bulunmuştur (7/24-26; Bak: 2/37-39; 2/122-123).
A’râf suresinin 26. Ayetinde (7/26) Allah, iki noktaya
dikkat çekmektedir: 1- Çıplak kalmayın, örtünün, 2- Örtünmenin
gerektirdiği olgunluğu gösterin, örtünün gerektirdiği takvayı kuşanın. Ayet,
muhtemelen literatüre “Örtülü çıplaklar” olarak geçmiş bir tehlikeye dikkat
çekmektedir. Allah, İblis ve onun yolunu izleyenlerin insanlığı ifsat
stratejilerinin merkezinde, “haz”, “cinsel özgürlük”, “cinsel yönelim”,
“çıplaklık”, özellikle “kadının çıplaklığı”, “ailenin/evin kadın için güvenli
olmadığı” ve “tüketerek özgür olmak”ilkeleri yer almaktadır. Bunun için
Allah, tüm insanlığı bu büyük tehlikeye, bu büyük israf hareketine, sapma
hareketine karşı uyarmaktadır: “Ey Âdemoğulları, şeytan, anne ve
babanızın çirkin yerlerini kendilerine göstermek için, elbiselerini
sıyırtarak, onları cennetten çıkardığı gibi sakın sizi de bir
belaya uğratmasın. Çünkü o ve taraftarları, (kendilerini göremeyeceğiniz
yerden) sizleri görmektedir. Biz gerçekten şeytanları, inanmayacakların
dostları kıldık.” (7/27). Bu ayeti okuyan kardeşlerimiz, bir
araba lastiği reklamında çıplak bir kadın fotoğrafının ne işi var diye
sorgulasınlar ve “çıplaklığın”, “cinsel yönelimin” nasıl bir ifsat hareketi
olduğu üzerinde tefekkür edip gereğini yapsınlar.
Her SorununTemeli: İnsandaİki Zıt Yapının Varlığını
Kavrayamama
Allah, bir tek ağaç hariç, Cennetteki tüm nimetlerden
yararlanma hakkını kendilerine tanımış; İblis’in de kendilerine düşman
olduğunu, ona uymamaları gerektiğini özellikle hatırlatmıştır. Ona uydukları
takdirde “Cennete kalamayacaklarına”, “mutsuz olacaklarına”,
“acıkacaklarına”, “susayacaklarına”, “çıplak kalacaklarına”, “güneş altında
yanacaklarına” dikkatleri çekilmiştir (20/117-119). Fakat Allah’ın Hz.
Âdem İle eşine yaptığı bu açık, net uyarılara karşı İblis, onlara yasak ağaçla
ilgili 1- İki melek olmak, 2- Ebediyen
yaşayanlardan olmak, 3- “Yok olmayacak bir mülk” sahibi
olmak şeklinde yaptığı propagandanın etkisi ile Allah’ın kendilerine
söylediklerini unutmuşlardır. Niçin?
Bu sorunun cevabı, insan yapısında, genetiğinde gizlidir.
İnsan gerçeğini bir bütün olarak anlayamadığımız, dikkate almadığımız sürece
Hz. Âdem ile eşinin düştüğü tuzağa düşmemiz mümkündür. Rahmetli Ali
Şeriati, toplumsal sorunların temelinin bu soruya verilecek cevaba bağlı
olduğunu ifade etmiştir: “İnsanın ne olması gerektiğini, ne olduğunu
kavrayamıyor isek, diğer bir deyişle açık ve üzerinde anlaşılmış bir insan
gerçeği düşüncesine ulaşmamış isek, kültürü, eğitim ve öğretimi, ahlaki ve
toplumsal ilişkileri düzeltme yolunda bütün çabalarımız boşunadır ve boşa
gitmiştir.…Şu halde herşeyden önce insan olma ve insanlaşma sorunu
çözülmelidir. Her sorunun temeli budur.”[7]
Her sorunun temeli olan insan sorununu çözme konusunda
elimizde gerekli ve yeterli bilgi mevcuttur. Bu bilgiler, Kur’ân-ı
Kerim’de ana değerler, temel frekanslar, ana renkler olarak
verilmiştir. Bunun harmonikleri veya ara renkleri, ikincil değerleri, bilim
adamlarının yaptığı ve yapacağı çalışmalarla ortaya konmaktadır ve daha da
konulabilecektir. Bu konuda dünyada yapılmış pek çok çalışma mevcuttur. Bugün
için yapılması gereken, elde edilen bulguların, temel değerlere göre yeniden
değerlendirilip yapılandırılmasıdır.
Kur’ân’da varolan bilgiler, insan için en uygun bilgilerdir.
Yaratıcının insana sunduğu olmazsa olmaz bilgileridir, çünkü Allah yarattığı
varlığı en iyi bilendir: “Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne
vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız.” (50
Kâf, 16).
Hâlık olan Allah’ın yarattığı mahlûka ilişkin verdiği
bilginin önemi, bu satırlarda gizlidir. İnsanı en iyi tanıdığını ifade ederken,
onu en iyi bir şekilde gördüğünü belirterek insan üzerinde ferdi ve
toplumsal denetim mekanizması oluşturmanın mesajlarını da vermektedir.
Allah, insanda“iyilik-kötülük”,
“güzellik-çirkinlik”,“fıtrat-heva”diye isimlendirdiği birbirine taban tabana
zıt özelliklere sahip ve insanı zıt iki istikamete sevk etmek isteyen iki
farklı yapının olduğunu bize haber vermektedir: “Doğrusu, biz
insanı en güzel bir biçimde yarattık. Sonra da aşağıların
aşağısına çevirdik.” (95 Tin, 4-5).
İnsandaki bu iki zıt kuvvetin toplam bileşkesinin yönü,
insanın davranışını şekillendirmektedir. Eğer insanın iyilik cephesi
özellikleri baskın ise insan iyiliğe, güzelliğe doğru yol almakta, ona uygun
eylemler yapmakta; yok eğer kötülük cephesi özellikleri baskın ise insan her
türlü kötülüğü icra ederek azmaktadır: “Nefse ve ona 'bir düzen içinde
biçim verene’, Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve
ondan sakınmayı ilham edene andolsun. Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah
bulmuştur. Ve onu isyanla, günahla, bozulmalarla örtüp saran da elbette yıkıma
uğramıştır.” (91 Şems 7-10)
Fıtrat birimi insanı hep iyiliğe; Heva birimi
de insanı hep kötülüğe sevk eder. Bunların yanısıra insan düşünce ve
davranışları üzerinde etkili olan üç merkez daha vardır: Nefs,Kalb ve
Gönül. Fıtrat, heva, nefs, kalp ve gönül arasındaki ilişki henüz
tam belirlenmiş değildir. Başlangıçta nefs kötülüğün, kalp ise iyiliğin merkezi
olarak baskındır. Hz. Peygamber’e (s.) göre, bu merkezler üzerinde “şeytan
ile meleğin savaşı” vardır: “Şeytan da, melek de insanoğluna
sokularak onun kalbine birtakım şeyler atarlar. Şeytanın işi kötülüğe çağırmak,
sonu fena ve zararlı olan şeylere teşvik etmek ve hakkı yalanlamak, haktan
uzaklaştırmaktır. Meleğin işi hak ve hayra, iyiliğe çağırmak ve kötülükten
uzaklaştırmaktır. Kim içinde hakka, hayıra, iyiliğe çağıran bir ses
duyarsa bilsin ki bu Allah'tandır ve hemen AllahTeâlâ’ya
hamd etsin. Kim de içinde şer ve inkâra çağıran bir fısıltı
duyarsa ondan uzaklaşsın ve hemen şeytandan Allah'a sığınsın.”[8]
Hz. Peygamber (s.), bir başka hadisinde, bu iki karar
mekanizmasında olan değişimi ve bunun etkilerini, şu şekilde
açıklamaktadır: “Fitneler, tıpkı (kamışlardan örülen) hasır gibi,
(insanların kalbine) çubuk çubuk atılır. Hangi kalbe bir fitne nüfuz ederse
onda siyah bir leke hâsıl olur. Hangi kalp de onu reddederse onda beyaz bir
benek hâsıl olur. Böylece iki ayrı kalp ortaya çıkar: Biri cilalı taş gibi
bembeyazdır; dünyalar durdukça buna hiçbir fitne zarar vermez. Diğeri ise,
alaca siyahtır. Tepetaklak duran testi gibidir; bu kalp, ne iyiyi iyi bilir, ne
de kötüyü kötü. O, hevadan kendisine ne yutturulmuşsa, onu (hak veya batıl)
bilir.”[9]
Şeytan ve meleğin insan üzerindeki savaşı, virüs ve anti
virüs programlarının bilgisayar merkezli/mikroişlemci tabanlı tüm sistemler
üzerindeki savaşına benzerdir. Virüs, bilgisayar merkezli sistemleri tahrip
etmeye çalışırken; anti virüs, bu sistemleri korumaya ve virüsü yok etmeye
çalışır. (Bilgisayar mühendisleri, yukarıdaki hadisleri çok daha farklı bir
şekilde yorumlayıp değerlendirebilirler.)
Görülebileceği gibi bu karar merkezleri değişkendir.
Kötülüğün merkezi olan ve her türlü vesveseyi insana veren Nefs, “Emmâre”aşamasından
“Mutmainne”aşamasına çıkarak insanın iyilik yönünü kuvvetlendiren bir
merkeze dönüşebilir. Benzer şekilde her türlü iyiliği insana ilham eden
“bembeyaz kalp”, “simsiyah”, “kilitlenmiş”, “üzerine damga vurulmuş” ve
“sürekli kötülüğü teşvik eden” bir seviyeye inebilir. Nefs ve Kalbin, burada
ifade edilenin aksine değişimleri de mümkündür.
Bu değişimin yönünü belirleyen, içinde bulunulan şartlar,
insana etki eden faktörler, insanın düşünce mekanizması ve aklını kullanmadaki
becerisidir: “Her doğan çocuk fıtrat (saf ve berrak yaratış ve yaratılış,
gerçek ve katıksız bir tabiat) üzere doğar. Sonra anne-babası onu Yahudi veya
Hristiyan veya putperest yapar.”[10]
İblis’in Hz. Âdem ile eşi üzerindeki etkisi, söz konusu
karar merkezleri üzerinde oluşturabildiği olumsuz etkiden dolayıdır. Kur’ân’dan
anlayabildiğimiz kadarıyla Allah, Hz. Âdem ile eşini cennete yerleştirdikten
sonra onlarla bir kez konuşmuştur. Gene Kur’ân’dan anlayabildiğimiz kadarıyla
İblis, fırsat yakaladıkça her seferinde onlara yasak ağaçla ilgili bir “dost
olarak”(!), “iyiliklerini isteyerek”(!), olmayacak şeyler söylemiş;Heva
cephesinin baskın olmasını sağlamıştır.(En doğrusunu Allah bilir.)İsraf olayına
bu açıdan bakılması ve ele alınmasında fayda vardır.
“Müsrifler Nankördür” ve “Yapıp Ettikleri Kendilerine
Süslü Gösterilmiştir”
Lanetlenmiş ve kovulmuş olan İblis, Allah’tan Kıyamete kadar
yaşama izni istemiş ve de almıştır. Bu izni aldıktan sonra, azmış olmasından
dolayı hem Allah’ı suçlamış hem de Hz. Âdem’e ve nesline sınırsız ve topyekûn
bir savaş açacağını, Allah’ın dosdoğru yolu üzerine pusu kurup oturacağını,
insanlara her yönden yaklaşarak saptıracağını, her türlü vesveseyi kalplerine
sokacağını, onlara “Allah’a başkaldırmayı ve dünya tutkularını
süsleyip-çekici göstereceğini” beyan etmiştir: “Dedi ki: “Madem
öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak)
için mutlaka senin dosdoğru yolunda pusukurup oturacağım. Sonra
da onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından kendilerine
sokulacağım. Onların çoğunu şükrediciler bulmayacaksın.” (7 A’râf 16, 17).
“Dedi ki: “Rabbim, beni kışkırttığın şeye karşılık, andolsun, bende yeryüzünde
onlara, (sana başkaldırmayı ve dünya tutkularını) süsleyip-çekici göstereceğim
ve onların tümünü mutlaka kışkırtıp-saptıracağım.” “Ancak onlardan muhlis
olan kulların müstesna…”(Allah) Dedi ki: “İşte bu, bana göre dosdoğru olan
yoldur.” (15/39-41). “Allah, onu lanetlemiştir. O da (şöyle)
dedi: “Andolsun, kullarından 'miktarları tespit edilmiş bir grubu' (kendime
uşak) edineceğim.Onları -ne olursa olsun şaşırtıp saptıracağım, en olmadık
kuruntulara düşüreceğim ve onlara kesin olarak davarların kulaklarını
kesmelerini emredeceğim veAllah'ın yarattıklarını değiştirmelerini
emredeceğim.” Kim Allah'ı bırakıp da şeytanı dost (veli)
edinirse, kuşkusuz o, apaçık bir hüsrana uğramıştır.(Şeytan)
Onlara vaidler ediyor, onları en olmadık kuruntulara düşürüyor. Oysa
şeytan, onlara bir aldanıştan başka bir şey vadetmez.” (4/118-120).
Allah, yukarıdaki ayetlerde aşağıda ifade edilen
noktalara/konulara vurgu yaparak insanları,İblis’e ve onun yolundan gidenlere
karşı uyarmakta ve de yol göstermektedir:
· İblis, Allah’ın “secde
edin” emrini kendisini tahrik etmek olarak değerlendirmiş, yorumlamış ve isyan
etmiştir. Bu nedenle İblis ve İblis’in yolundan gidenler, kibir sahibi olan
müsrifler olup hoşlarına gitmeyen her şeyi ve herkesi karalar ve suçlarlar.
· İblis ve onun yolundan
gidenler, Allah’ın dosdoğru yolu üzerinde pusu kurup oturarak insanları
saptırmak için hiçbir ölçü tanımayan, insafsız, merhametsiz ve vicdansız
kimselerdir.
· İblis ve onun yolundan
gidenler, Allah’a her türlü isyanı süslü göstermek için çalışacaklar; insanları
tahrik edip azdırmak isteyeceklerdir.
· İblis ve onun yolundan
gidenler, insanların Allah’a şükretmemeleri için ellerinden gelen her şeyi
yapacaklar, insanların hiçbir şeyden tatmin olmamaları, mutlu olmamaları için
sürekli “dahası, dahası var” deyip her şeyi ve her konuyu israf etmeleri için
uğraşacaklardır.
· İblis ve onun yolundan
gidenler, insanlara sürekli vesvese ve kuruntu vererek, vaad ederek, bunalım
içerisinde olmalarını sağlamaya çalışacaklardır.
· İblis ve onun yolundan
gidenler, hem insanların hem de diğer canlıların fıtratlarını, genetik
yapılarını bozmaya çalışacaklardır.
· İblis ve onun yolundan
gidenler, insanlara yapıp ettikleri her şeyi süslü gösterecek şekilde
çalışacak, teoriler/tezler üretip yapıp ettiklerini ilmi hakikatler maskesi
altında kabul ettirmeye çalışacaklardır. Cinsellik, toplumsal cinsiyet
eşitliği, cinsel yönelim, eşcinsellik, gaylık, lezbiyenlik, nikâhsız
birlikteliklerden oluşan toplum, pedofili(çocuklarla seks), zoofili
(hayvanlarla seks), tüketim, Kapitalizm, Marksizm ile ilgili teorilere, Freud
ve Darwin’in teorilerine bu açıdan bakılmalıdır.
· İblis ve onun yolundan
gidenler, dede, nine, anne, baba, çocuk, torun, hısım ve akrabalar arasını
açmaya, sadece bireylerden ibaret örgütsüz bir toplum inşa etmeye
çalışacaklardır.
· İblis ve onun yolundan
gidenler, “aldanıştan başka bir şey va'detmezler”/etmeyeceklerdir.
· İblis ve onun yolundan
gidenler, Allah’ın bahşettiği nimetleri inkâr ettikleri için en büyük nankörler
ve müsriflerdir.
· İblis ve onun yolundan
gidenlerin etkisinde kalmayacak ve onlara karşı mücadele edecek olanlar,
“Allah’ın muhlis olan kullarıdır”.
Genel olarak insan, yapısındaki karmaşık ilişkilerden
dolayı, zor zamanlarında, sıkıntılı anlarında gayrı ihtiyarı olarak Âlemlerin
Rabbi olan Allah’a yönelir, sığınır ve yardım ister. Rahata erdiğinde Allah’ı
unutarak, sırt çevirip İblis’in yoluna döner ve gider. Bu davranışından dolayı
haddi aşmakta, ölçüyü kaçırmakta ve müsriflerden olmaktadır: “İnsana
bir zarar dokunduğunda, yan yatarken, otururken yada ayaktayken bize dua eder;
zararını üstünden kaldırdığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan zarara bizi
hiç çağırmamış gibi döner-gider. İşte, müsriflere yapmakta oldukları böyle süslenmiştir.”(10/12).
Sonuç: “Müsrifler Şeytanın Kardeşleridir”
İblis’in Hz. Âdem ve onun yolunda gidenlere ilan ettiği
sınırsız ve topyekûn savaşla ilgili olarak, Allah, iman edenlere yol gösterme
bağlamında, İblis ve onun yolunda gidenlerin kullanabilecekleri mücadele
şekillerini, İblis’e hitap ederek deşifre etmekte ve genelde tüm insanları,
özelde de iman edenleri uyarmaktadır: “Onlardan güç yetirdiklerini sesinle
sarsıntıya uğrat, atlıların ve yayalarınla onların üstüne yaygarayı kopar,
mallarda ve çocuklarda onlara ortak ol ve onlara çeşitli vaatlerde bulun.
Şeytan, onlara aldatmadan başka bir şey vadetmez.” (17/64).
Bu ayet göre İblis ve onun yolunda gidenlerin kullanacağı
mücadele şekilleri şunlardır: 1-Askeri savaş, 2- Ekonomik savaş, 3-
Psikolojik savaş, 4- Sosyolojik savaş, 5- Soğuk savaş,
İblis ve onun yolundan gidenlerin bu mücadele anlayışını iyi
kavrayıp ona göre davranmak ve gereğini yapmak her müminin görevidir. Aksi
takdirde hem bu dünyada hem de öteki dünyada ağır bedeller ödenecektir.
Bu mücadele sürecinde unutmamız gereken temel kural,
müsriflerin, İblisin yoldaşı, şeytanların kardeşi olduğu gerçeğidir: “Akrabaya
hakkını ver, yoksula ve yolda kalmışa da. İsraf ederek
saçıp-savurma. Çünkü saçıp savuranlar, şeytanın kardeşleri olmuşlardır; şeytan
ise Rabbine karşı nankördür.” (17/26-27).
Bugün genelde tüm dünyada, özelde Türkiye’de “çirkin
hayasızlığı” yayanların (2/268), aile kurumunu yıkmaya çalışanların, İblis’in
yolundan giden şeytanın kardeşleri olduğunu unutmamak gerekmektedir. Unutulmaması
gereken bir başka gerçek de, müsriflerin, “zorba”, “müstekbir” ve
“kibir sahibi” olmalarıdır (10/83, 44/31). O nedenle müsriflere itaat
edilmemelidir: “Yeryüzünde bozgunculuk yapıp, dirlik düzenlik vermeyen
müsriflerin emrine uymayın.” (26/151-152)
İsrafa karşı vereceğimiz büyük ve zorlu
mücadeledeunutmamamız gereken temel gerçek, bir toplumsal değişim yasasının var
oluşudur: “Bir kavim (toplum), kendinde olanı değiştirinceye kadar Allah, ona
nimet olarak bağışladığını değiştirici değildir.” (8/53). “Gerçekten Allah,
kendi nefis (öz)lerinde olanı değiştirip bozuncaya kadar, bir toplulukta olanı
değiştirip-bozmaz.” (13/11)
Bu temel yasayı göz önüne alarak insanlığın asırlar boyu birikimini heba ettirmeye çalışan günümüz şeytanlarına/müsriflerine karşı Kur’ân ve Sünnetin rehberliğinde gereken mücadeleyi, gerektiği şekilde vermek, bu gün her müminin görevidir: “Müsrif bir kavimsiniz diye, sizi o Kur’ân'la uyarmaktan vaz mı geçelim?” (43/5) Ve Rabbimiz, günahlarımızı ve işimizdeki aşırılıklarımızı bağışla, ayaklarımızı (bastıkları yerde) sağlamlaştır ve bize kâfirler topluluğuna karşı yardım et.” (3/147).
[1]Doğan M., Büyük Türkçe Sözlük, Pınar
Yayınları, İstanbul, 18. Baskı,Dini Kavramlar Sözlüğü, Diyanet İşleri
Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2006; Kenzü’l-Ummâl, II/13, Kallek,
C., “İsraf”, Türkiye Diyanet Vakfı, İslam Ansiklopedisi, Ankara.
[2]Sancaklı, S., Asrın Afeti İsraf; Türkiye Diyanet
Vakfı Yayınları, Ankara 2018, s. 9-10,
Yaman, A.,Dengeyi Ve Ölçüyü Kaybetmenin Adı: İsraf,
İsraf, Dengeyi ve Ölçüyü Kaybetmek, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları,
Ankara, 2. Baskı, 2018, s.13-26.
[3]Yaman, A., Dengeyi ve Ölçüyü Kaybetmenin Adı: İsraf,
İsraf, Dengeyi ve Ölçüyü Kaybetmek, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları,
Ankara, 2. Baskı, 2018, s.13-26.
[4]Kallek, C.,“İsraf”, Türkiye Diyanet Vakfı, İslam
Ansiklopedisi, Ankara, Muhammed el- Behiy, İnanç ve Amelde
Kur’ân’i Kavramlar, Yöneliş, İstanbul, 1988, s. 262-268.
[5]Dini Kavramlar Sözlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı
Yayınları, Ankara, 2006; Kenzü’l-Ummâl, II/13, 7,Kallek,
C.,“İsraf”, Türkiye Diyanet Vakfı, İslam Ansiklopedisi, Ankara,
Yaman, A., Dengeyi ve Ölçüyü Kaybetmenin Adı: İsraf, İsraf,
Dengeyi ve Ölçüyü Kaybetmek, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara,
2. Baskı, 2018, s.13-26.
[6]Torlak Ö.,Tüketim,İnkılâb, İstanbul, 2016,
s.24-54,65-90.
[7]Şeriati., A., İnsanın Dört Zindanı, İstanbul,
Bir yayınları, s. 14-15.
[8]Tirmizi, Tefsir, (2991); Cevzi, K., Kitabu’r-Ruh,
İstanbul, İz Yayıncılık, s. 291-292.
[9]Buhari Hadis no: 4733
[10] Buhari, Cenaiz, Ötüken Yayınları, 680.