1 Şubat 2019 Cuma

TÜRKİYE’DE İSRAF EKONOMİSİ-4: MÜSRİFLER NANKÖRDÜR VE ŞEYTANIN KARDEŞLERİDİR


(Umran Dergisi Şubat 2019 Yazısıdır)

İsrafa karşı vereceğimiz büyük ve zorlu mücadelede unutmamamız gereken temel gerçek, bir toplumsal değişim yasasının var oluşudur:  “Bir kavim (toplum), kendinde olanı değiştirinceye kadar Allah, ona nimet olarak bağışladığını değiştirici değildir.”(8/53). “Gerçekten Allah, kendi nefis (öz)lerinde olanı değiştirip bozuncaya kadar, bir toplulukta olanı değiştirip-bozmaz.”(13/11)

“Müsrif olanlar, onlar ateşin halkı olanlardır.”

(Kur’ân-ı Kerim, 40/43)

İsraf toplumunun oluşmasında, Türkiye’deki cari sistemin öngördüğü insan unsurunun, AB uyum yasalarının, reklamların, dizilerin, medyanın çok ciddi bir rolü vardır. İslâm kültür ve medeniyet değerleri ile Batı kültür ve medeniyet değerlerinin harmanlanmasından oluşan melez değer sistemi, hem bireysel hem de toplumsal düzlemde sosyal şizofreniye sebebiyet vermiştir ve de vermektedir. Tasarruf tedbirlerine itibar edilmemesinde, sosyal şizofreninin önemli bir payı vardır.

Bu amaçla geçen yazıda israf toplumunun alt yapısının daha iyi anlaşılabilmesi için konuya ilişkin kavramsal bir analiz yapılmıştır. Bu yazıda, israfın insanlık tarihine nasıl ve kimin aracılığıyla girdiği, ilk müsrifin ve ilk israf toplumunun kim olduğu konusu ele alınacaktır.

İsraf ve Tebzir 

Geçen yazıda ifade edildiği gibiisrafın sözlük anlamı, “aşırı gitme, haddi aşma, hata, cehalet, gaflet, gafil ve cahil olma, yanılma;” “kişinin sahip olduğu maddi ve manevi varlığı ölçüsüz ve gereksiz bir şekilde harcaması”; “yerinde ve faydalı kullanılmayan her şey”, “itidalli yanı orta yollu davranmama; “ifrat ve tefrite düşmek” gibi anlamları vardır.[1]

İsrafın terim/ıstılahı anlamı ise,“İnsanın sahip bulunduğu nimetleri, normalin dışına çıkarak gereksiz, aşırı ve dengesiz harcaması/tüketmesi”; “İnsanın yapmış olduğu her fiilde haddi aşması halı” olarak tanımlanmaktadır.[2] İsraf, “İster ifrat ister tefrit türünden olsun her türlü aşırılığı ifade eder.” “Din-i mübinin, aklıselimin, tabii selimin ve örfi sahihin kabul etmeyeceği, inanç, söz ve davranışların genel adıdır.”[3] Müsrif ise israf eden demektir.

Kur’ân’da israf kavramı, dört farklı alanda kullanılmaktadır[4]:

1. İsraf “şirk, küfür, zulüm, i‘tidâ gibi terimlerle bağlantılı olarak din bakımından temel gerçek olan tevhit inancından sapmak”, “Allah hakkında ve diğer dinî konularda gerçekle ilgisi bulunmayan iddialar ileri sürmek”, “İslâm’a ve Müslümanlara karşı kibirli, alaycı, inatçı, kaba, saldırgan olmak” ile ilgili kullanılmaktadır (5 Mâide 32; 7 A‘râf 81; 10 Yûnus 83; 26 Şu’ara 151-152; 36 Yasin 19; 40 Mümin 26-28, 34).

2. İsraf, “bir kimsenin isyankârlığa saparak günahlara boğulmak suretiyle kendisine kötülük etmesi” anlamında kullanılmaktadır (39 Zümer 53).

3. İsraf, “helâl kılınmış güzel nimetlerin haram sayılması” (6 En‘âm 141; 7 A‘râf 81), “masum bir kimsenin haksız yere öldürülmesi” (17 İsrâ 33) gibi dinî ahkâma muhalefet veya tecavüz anlamlarında kullanılmaktadır.

4. İsraf, “kişinin kendine ait veya sorumluluğu altındaki mal ve imkânları gereksiz yere, ölçüsüzce harcamasını” (4 Nisâ 6; 7 A’râf 31; 25 Furkan 67) ifade etmek için kullanılmaktadır.

     İsrafın gerek sözlük anlamı, gerek ıstılahi anlamı ve gerekse Kur’ân’da kullanılış anlamları, her türlü konu ile ilgili itidali kaybedip ifrat ve tefrite düşmek, haddi aşmak, ölçüyü kaybetmek iken; zamanla anlam daralmasına uğrayarak “malları saçıp savurmak, harcamak”anlamlarında kullanılmaya başlanmıştır. Oysa Kur’ân’da “malların saçıp savrulması, haddi aşarak kullanılması” ile ilgili kullanılan ana kavram tebzirdir.[5]

Tebzir (saçıp savurma),Sadece malî-maddî harcamalardaki aşırılık, savurganlık, genel yararı zarara uğratan uygunsuz harcamalar, malların kötülük ve haksızlıklara harcanması, malların şerre, gereksiz yere harcanması” anlamlarına gelmektedir (17 İsrâ 26-29; 16 Nahl 71).

İsraf kelimesi, tebzir kelimesini anlam olarak ihtiva eder; fakat tebzir kelimesi, israf kelimesini ihtiva etmez. Diğer bir deyişle her tebzir bir israftır ve fakat her israf, bir tebzir değildir. Tebzir, İsraf kümesinin bir alt kümesidir. Tüketim ile israf arasında bir ilişki kurulmak istenirse israf, “aşırı ve/veya zorlanmış tüketim”olarak tanımlanabilir.[6]

İlk Müsrif İblis, İlk İsraf Toplumu: Hz. Âdem ile Eşi

İsraf kavramını bu çerçevede ele aldığımızda, İsraf eyleminin başlangıç anı, Hz. Âdem’in yaratılışı sonrasında Allah’ın, düşünce ve davranış olarak melek olan bir topluluğa “Âdem’esecde edin!” emrini vermesi, bu emre cinlerden olan İblis’in Allah’ın emrine isyan ederek uymaması anıdır.

            Hz. Âdem’in ile eşinin yaratılması ve İblis’in onlarla olan mücadelesi, Kur’ân’da geniş yer almaktadır. (2/30-39; 7/11-31; 15/26-48; 17/61-65; 18/50; 20/115-127; 23/12; 32/7; 35/11; 37/11; 38/71-85; 40/67; 53/32, 55/14-15; 71/19). Farklı surelerde yeni eklemeler, vurgular yapılarak Hz. Âdem ile eşinin başına gelenlere dikkat çekilmektedir.

            Meseleye daha kapsamlı bir şekilde baktığımızda Hz. Âdem ile eşinin başına gelenler, bizim hayatımızın kısa bir videosudur. O nedenle hak- batıl mücadelesinde başımıza gelebilecekleri görebilmek için o tarihsel döneme tekrar ve tekrar dönüp bakmalı, incelemeli ve gerekli dersleri almalıyız.

İsraf kavramının “her türlü konu ile ilgili itidalli kaybedip ifrat ve tefrite düşmek”, “haddi aşmak”, “ölçüyü kaybetmek” anlam boyutlarını göz önüne aldığımızda; Allah’ın “Âdem’e secde edin” emrine İblis’in uymayıp isyan etmesi, bir başkaldırı ve israf hareketidir. Melekler topluluğunun “yeryüzü için yaratılacak olan bir beşer” için Allah’a “Biz seni övüp-yüceltir ve (sürekli) takdis edip dururken,orada fesat çıkaracak ve orada kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?” diyerek (2 Bakara 30) serzenişte bulunduklarını biliyoruz.

 Bundan dolayı Allah, “Âdem'e isimlerin hepsini öğrettikten” sonra melekler topluluğu ile Âdem’i bir imtihana tabi tutmuştur. Eşyayı meleklere göstererek ne olduklarını sormuştur (2Bakara 31). Melekler topluluğu sorulan soruyu cevaplandıramamış ve fakat Âdem cevaplandırmıştır (2 Bakara 32,33). Bunun üzerine Allah, Âdem’in otoritesini, varlığının önemi ve hikmetini kuvvetlendirmek için, Âdem’e saygı anlamında, melekler topluluğuna “Âdem’e secde etmelerini” emretmiştir. Yaratılış hammaddesi“ateş”olan İblis hariç yaratılış hammaddesi “nur” olan tüm melekler topluluğu, Âdem’e secde etmiştir (2 Bakara 34; 7 A’râf 11; 20/116; 38/72-74; 15/ 29-31; 18/50).

İblis,“haddi aştığı”, “ifrata vardığı” için ilk müsrif olan varlıktır. Onu ifrata götüren, haddi aştıran neden, onun ateşten Âdem’in topraktan yaratılmış olmasıdır. İblis’e göre “ateşten yaratılmış olanın”“topraktan yaratılmış olana secde etmesi”yanlıştır, uygun değildir. İblis’e göre Allah,“yanlış” karar vermiştir(!): “(Allah) Dedi ki: “Ey İblis, iki elimle yarattığıma seni secde etmekten alıkoyan neydi? Büyüklendin mi, yoksa yüksekte olanlardan mı oldun?”“Dedi ki: “Ben ondan daha hayırlıyım, sen beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.”; “Ben, kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattığın beşere secde etmek için var değilim.”( 38/75, 76;15/29-33; 7/12; 18/50; 17/61).

Dolayısıyla İblis, kibrinin kurbanı olarak âlemlerin Rabbi olan Allah’ın emrine karşı gelerek “ölçüyü kaçırmış”, “haddi aşmış”, müsrif ve “zalimlerden” olmuştur  (18/50). O nedenle ilk müsrif İblis olup tüm müsriflerin atasıdır. Haddi aşmış, ölçüyü kaçırmış bir müsrif olan İblis, Allah tarafından cezalandırılarak, “lanetlenmiş” ve “Cennetten kovulmuştur” (7/13,18; 15/34,35; 38/77-78).

O nedenle ilk ve en büyük müsrif, İblis’tir. Mesele İblis’in Cennetten lanetlenmiş olarak kovulması ile bitmemiş; İblis, Allah’tan “kıyamete kadar yaşama izni” istemiştir (7/14; 15/36; 38/79).  Bu yaşama izni, Allah tarafından kendisine verilmiştir (7/15; 15/37-38; 38/80-81). İblis Allah’tan istediğini aldıktan sonra, azmış olmasından dolayı hem Allah’ı suçlamış hem de Hz. Âdem ve nesline “sınırsız ve topyekûn bir savaş” açacağını ilan etmiştir (7/16, 17; 15/39-40). Bu topyekûn savaş ilanı, insanlığın kaderinde derin izler bırakacak olan yeni bir sürecin başlamasına neden olmuştur. Allah, Hz. Âdem’le eşini Cennete yerleştirmiş ve oradaki yaşamlarına ilişkin hukuku belirlemiştir: “Dedik ki: ‘Ey Âdem, sen ve eşin cennette yerleş. İkiniz de ondan, neresinden dilerseniz, bol bol yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.” (2/35; 7/19).

Bir tek ağaç hariç, Cennetteki tüm nimetlerden yeme hakkı kendilerine tanınmıştır. Kendilerine çizilen çerçevede kalmak şartıyla, herhangi bir sorun yoktur. Ayrıca Allah, İblis’in kendilerinin “düşmanı” olduğunu, “ona uymamaları” gerektiğini özellikle hatırlatmıştır. Ona uydukları takdirde başlarına gelecek olanlar, “Cennete kalamayacakları”, “mutsuz olacakları”,“acıkacakları”, “susayacakları”, “çıplak kalacakları”, “güneş altında yanacakları” ifadeleri kullanılarak, kendilerine ifade edilerek dikkatleri özellikle çekilmiştir (20/117-119). Fakat İblis, Allah’ın Hz. Âdem ile eşine yaptığı bu açık, net uyarılara karşı onlara “yasak ağaçla” ilgili yaptığı propaganda, insanda varolan heva cephesinin tamahkârlık, ihtiras ile ilgili kapıların açılmasına sebebiyet vermiştir. Allah’ın Cennette kalmalarına ilişkin belirlediği hukukun çerçevesini ve İblis’in düşmanları olduğunu unutmuşlar ve İblis’in yaptığı vaatlerin cazibesine kapılmışlardır: “Şeytan, kendilerinden 'örtülüp gizlenen çirkin yerlerini' açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: “Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir.” Ve: “Gerçekten ben size öğüt verenlerdenim” diye yemin de etti.” (7/20, 21) “Sonunda şeytan ona vesvese verdi; dedi ki: “Sana sonsuzluk ağacını ve yok olmayacak bir mülkü haber vereyim mi?” (20/120).

          Ayetlere göre İblis, yasak ağacın mahiyetini bilmekte ve Hz. Âdem ile eşine yüzde yüz yalan söylemektedir. Fakat İblis’in vaatleri, insanı akıl tutulmasına sokabilecek özelliktedir: 1- “İki melek olmak”, 2- “Ebediyen yaşayanlardan olmak” ve 3- “Yok olmayacak bir mülke sahip olmak”.

İnsanın aklını başından alabilecek olan bu vaatlerin etkisi ile muhtemelen, Hz. Âdem ile eşi, Allah’ın yasağını ve İblis’in düşman olduğunu unutarak, onun vaatlerinin gerçek olup olmadığını yargılamayarak ve söylediklerinin Allah’ın emirlerini çiğnemek olup olmadığına bakmayarak hareket etmişlerdir.  İblisin verdiği iğvanın etkisi ile yasak ağaçtan yemişler, haddi aşmışlardır, ölçüyü kaçırarak çıplak kalmışlar, müsrif olmuşlar ve ilk israf toplumu olmuşlardır: “Böylece onları aldatarak düşürdü. Ağacı tattıkları anda ise, ayıp yerleri kendilerine beliriverdi ve üzerlerini cennet yapraklarından yamayıp-örtmeye başladılar.” (7/22; 20/121).

Allah’ın emirlerine uymamanın, haddi aşmanın, ölçüyü kaçırmanın kısaca müsrif olmanın ilk tezahür şekli, çıplaklık olmuştur. Bugün de, İblis’in yolunu takip edenlerin kadına özgürlük”, “cinsel yönelim”, “toplumsal cinsellik eşitliği”, “uniseks giyim”, “çıplaklık”, “nikâhsız beraberlik”, “cinsel özgürlük” sloganları ile öne çıktıklarını görüyoruz.İblis’in geçmişte, “yasak ağaç üzerinden” Hz. Âdem’le eşine yaptığı ve fakat gerçek olmayan “iki melek olma”, “ebedi yaşayanlardan kılınma”, “sonsuzluk ağacı” ve “yok olmayacak mülk” vaatleri vardı. Bugün İblisin yolundan gidenler de, ”modern olma”, “çağdaş olma”, “aydın olma”, “ilerici olma”, “medeni olma”, “çağı yakalama”, “özgür olma”, “hayatını yaşama”, “haz almaya bakma” ve “sınırsız tüket ve mutlu ol”vaatlerini yapmaktalar. Bunları medya, sosyal medya, reklam, film, diziler, bilgisayar oyunları üzerinden her türlü psikolojik savaş, propaganda, reklam tekniklerini kullanarak; ataları İblis’in, Hz. Âdem’le eşini cennetten çıkardığı gibi, bunlar da bugün tüm insanlığın cennete girmesine mani olmaya çalışmaktadırlar.

İblis, kibrinin kurbanı olarak müsrif olup Allah’a isyan etmiştir. Kendisine geri dönüşü olmayan bir yol çizmiştir. Buna karşılık, Hz. Âdem ile eşi yaptıkları hatayı anlamış, tevbe edip Allah’tan af dilemişlerdir (7/22-23). Allah, bu ilk israf toplumunun tevbelerini kabul etmiş ve fakat ceza olarak ve İblis’le düşman olarak da cennetten çıkarmıştır. Bu cezalandırmaya karşılık İblis ve onun yolundan gidenlerin her türlü düşmanlığına, kötülüğüne, tuzağına karşı, zaman zaman rehberler göndererek tüm insanlığın kurtuluşu için Hz Âdem’e yardım edeceği vaadinde bulunmuştur (7/24-26; Bak: 2/37-39; 2/122-123).

A’râf suresinin 26. Ayetinde (7/26) Allah, iki noktaya dikkat çekmektedir: 1- Çıplak kalmayın, örtünün, 2- Örtünmenin gerektirdiği olgunluğu gösterin, örtünün gerektirdiği takvayı kuşanın. Ayet, muhtemelen literatüre “Örtülü çıplaklar” olarak geçmiş bir tehlikeye dikkat çekmektedir. Allah, İblis ve onun yolunu izleyenlerin insanlığı ifsat stratejilerinin merkezinde, “haz”, “cinsel özgürlük”, “cinsel yönelim”, “çıplaklık”, özellikle “kadının çıplaklığı”, “ailenin/evin kadın için güvenli olmadığı” ve “tüketerek özgür olmak”ilkeleri yer almaktadır. Bunun için Allah, tüm insanlığı bu büyük tehlikeye, bu büyük israf hareketine, sapma hareketine karşı uyarmaktadır: “Ey Âdemoğulları, şeytan, anne ve babanızın çirkin yerlerini kendilerine göstermek için, elbiselerini sıyırtarakonları cennetten çıkardığı gibi sakın sizi de bir belaya uğratmasın. Çünkü o ve taraftarları, (kendilerini göremeyeceğiniz yerden) sizleri görmektedir. Biz gerçekten şeytanları, inanmayacakların dostları kıldık.” (7/27). Bu ayeti okuyan kardeşlerimiz, bir araba lastiği reklamında çıplak bir kadın fotoğrafının ne işi var diye sorgulasınlar ve “çıplaklığın”, “cinsel yönelimin” nasıl bir ifsat hareketi olduğu üzerinde tefekkür edip gereğini yapsınlar.

Her SorununTemeli: İnsandaİki Zıt Yapının Varlığını Kavrayamama

Allah, bir tek ağaç hariç, Cennetteki tüm nimetlerden yararlanma hakkını kendilerine tanımış; İblis’in de kendilerine düşman olduğunu, ona uymamaları gerektiğini özellikle hatırlatmıştır. Ona uydukları takdirde “Cennete kalamayacaklarına”, “mutsuz olacaklarına”, “acıkacaklarına”, “susayacaklarına”, “çıplak kalacaklarına”, “güneş altında yanacaklarına” dikkatleri çekilmiştir (20/117-119). Fakat Allah’ın Hz. Âdem İle eşine yaptığı bu açık, net uyarılara karşı İblis, onlara yasak ağaçla ilgili 1- İki melek olmak, 2- Ebediyen yaşayanlardan olmak, 3- “Yok olmayacak bir mülk” sahibi olmak şeklinde yaptığı propagandanın etkisi ile Allah’ın kendilerine söylediklerini unutmuşlardır. Niçin?

Bu sorunun cevabı, insan yapısında, genetiğinde gizlidir. İnsan gerçeğini bir bütün olarak anlayamadığımız, dikkate almadığımız sürece Hz. Âdem ile eşinin düştüğü tuzağa düşmemiz mümkündür. Rahmetli Ali Şeriati, toplumsal sorunların temelinin bu soruya verilecek cevaba bağlı olduğunu ifade etmiştir: “İnsanın ne olması gerektiğini, ne olduğunu kavrayamıyor isek, diğer bir deyişle açık ve üzerinde anlaşılmış bir insan gerçeği düşüncesine ulaşmamış isek, kültürü, eğitim ve öğretimi, ahlaki ve toplumsal ilişkileri düzeltme yolunda bütün çabalarımız boşunadır ve boşa gitmiştir.…Şu halde herşeyden önce insan olma ve insanlaşma sorunu çözülmelidir. Her sorunun temeli budur.”[7]

Her sorunun temeli olan insan sorununu çözme konusunda elimizde gerekli ve yeterli bilgi mevcuttur. Bu bilgiler, Kur’ân-ı Kerim’de ana değerler, temel frekanslar, ana renkler olarak verilmiştir. Bunun harmonikleri veya ara renkleri, ikincil değerleri, bilim adamlarının yaptığı ve yapacağı çalışmalarla ortaya konmaktadır ve daha da konulabilecektir. Bu konuda dünyada yapılmış pek çok çalışma mevcuttur. Bugün için yapılması gereken, elde edilen bulguların, temel değerlere göre yeniden değerlendirilip yapılandırılmasıdır.

Kur’ân’da varolan bilgiler, insan için en uygun bilgilerdir. Yaratıcının insana sunduğu olmazsa olmaz bilgileridir, çünkü Allah yarattığı varlığı en iyi bilendir: “Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız.” (50 Kâf, 16). 

Hâlık olan Allah’ın yarattığı mahlûka ilişkin verdiği bilginin önemi, bu satırlarda gizlidir. İnsanı en iyi tanıdığını ifade ederken, onu en iyi bir şekilde gördüğünü belirterek insan üzerinde ferdi ve toplumsal denetim mekanizması oluşturmanın mesajlarını da vermektedir.

Allah, insanda“iyilik-kötülük”, “güzellik-çirkinlik”,“fıtrat-heva”diye isimlendirdiği birbirine taban tabana zıt özelliklere sahip ve insanı zıt iki istikamete sevk etmek isteyen iki farklı yapının olduğunu bize haber vermektedir: “Doğrusu, biz insanı en güzel bir biçimde yarattık. Sonra da aşağıların aşağısına çevirdik.” (95 Tin, 4-5).

İnsandaki bu iki zıt kuvvetin toplam bileşkesinin yönü, insanın davranışını şekillendirmektedir. Eğer insanın iyilik cephesi özellikleri baskın ise insan iyiliğe, güzelliğe doğru yol almakta, ona uygun eylemler yapmakta; yok eğer kötülük cephesi özellikleri baskın ise insan her türlü kötülüğü icra ederek azmaktadır: “Nefse ve ona 'bir düzen içinde biçim verene’, Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene andolsun. Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur. Ve onu isyanla, günahla, bozulmalarla örtüp saran da elbette yıkıma uğramıştır.” (91 Şems 7-10)

Fıtrat birimi insanı hep iyiliğe; Heva birimi de insanı hep kötülüğe sevk eder. Bunların yanısıra insan düşünce ve davranışları üzerinde etkili olan üç merkez daha vardır: Nefs,Kalb ve Gönül. Fıtrat, heva, nefs, kalp ve gönül arasındaki ilişki henüz tam belirlenmiş değildir. Başlangıçta nefs kötülüğün, kalp ise iyiliğin merkezi olarak baskındır. Hz. Peygamber’e (s.) göre, bu merkezler üzerinde “şeytan ile meleğin savaşı” vardır: “Şeytan da, melek de insanoğluna sokularak onun kalbine birtakım şeyler atarlar. Şeytanın işi kötülüğe çağırmak, sonu fena ve zararlı olan şeylere teşvik etmek ve hakkı yalanlamak, haktan uzaklaştırmaktır. Meleğin işi hak ve hayra, iyiliğe çağırmak ve kötülükten uzaklaştırmaktır. Kim içinde hakka, hayıra, iyiliğe çağıran bir ses duyarsa bilsin ki bu Allah'tandır ve hemen AllahTeâlâ’ya hamd  etsin. Kim de içinde şer ve inkâra çağıran bir fısıltı duyarsa ondan uzaklaşsın ve hemen şeytandan Allah'a sığınsın.”[8] 

Hz. Peygamber (s.), bir başka hadisinde, bu iki karar mekanizmasında olan değişimi ve bunun etkilerini, şu şekilde açıklamaktadır: “Fitneler, tıpkı (kamışlardan örülen) hasır gibi, (insanların kalbine) çubuk çubuk atılır. Hangi kalbe bir fitne nüfuz ederse onda siyah bir leke hâsıl olur. Hangi kalp de onu reddederse onda beyaz bir benek hâsıl olur. Böylece iki ayrı kalp ortaya çıkar: Biri cilalı taş gibi bembeyazdır; dünyalar durdukça buna hiçbir fitne zarar vermez. Diğeri ise, alaca siyahtır. Tepetaklak duran testi gibidir; bu kalp, ne iyiyi iyi bilir, ne de kötüyü kötü. O, hevadan kendisine ne yutturulmuşsa, onu (hak veya batıl) bilir.”[9] 

Şeytan ve meleğin insan üzerindeki savaşı, virüs ve anti virüs programlarının bilgisayar merkezli/mikroişlemci tabanlı tüm sistemler üzerindeki savaşına benzerdir. Virüs, bilgisayar merkezli sistemleri tahrip etmeye çalışırken; anti virüs, bu sistemleri korumaya ve virüsü yok etmeye çalışır. (Bilgisayar mühendisleri, yukarıdaki hadisleri çok daha farklı bir şekilde yorumlayıp değerlendirebilirler.)

Görülebileceği gibi bu karar merkezleri değişkendir. Kötülüğün merkezi olan ve her türlü vesveseyi insana veren Nefs, “Emmâre”aşamasından “Mutmainne”aşamasına çıkarak insanın iyilik yönünü kuvvetlendiren bir merkeze dönüşebilir. Benzer şekilde her türlü iyiliği insana ilham eden “bembeyaz kalp”, “simsiyah”, “kilitlenmiş”, “üzerine damga vurulmuş” ve “sürekli kötülüğü teşvik eden” bir seviyeye inebilir. Nefs ve Kalbin, burada ifade edilenin aksine değişimleri de mümkündür.

Bu değişimin yönünü belirleyen, içinde bulunulan şartlar, insana etki eden faktörler, insanın düşünce mekanizması ve aklını kullanmadaki becerisidir: “Her doğan çocuk fıtrat (saf ve berrak yaratış ve yaratılış, gerçek ve katıksız bir tabiat) üzere doğar. Sonra anne-babası onu Yahudi veya Hristiyan veya putperest yapar.”[10]

İblis’in Hz. Âdem ile eşi üzerindeki etkisi, söz konusu karar merkezleri üzerinde oluşturabildiği olumsuz etkiden dolayıdır. Kur’ân’dan anlayabildiğimiz kadarıyla Allah, Hz. Âdem ile eşini cennete yerleştirdikten sonra onlarla bir kez konuşmuştur. Gene Kur’ân’dan anlayabildiğimiz kadarıyla İblis, fırsat yakaladıkça her seferinde onlara yasak ağaçla ilgili bir “dost olarak”(!), “iyiliklerini isteyerek”(!), olmayacak şeyler söylemiş;Heva cephesinin baskın olmasını sağlamıştır.(En doğrusunu Allah bilir.)İsraf olayına bu açıdan bakılması ve ele alınmasında fayda vardır.

“Müsrifler Nankördür” ve “Yapıp Ettikleri Kendilerine Süslü Gösterilmiştir”

Lanetlenmiş ve kovulmuş olan İblis, Allah’tan Kıyamete kadar yaşama izni istemiş ve de almıştır. Bu izni aldıktan sonra, azmış olmasından dolayı hem Allah’ı suçlamış hem de Hz. Âdem’e ve nesline sınırsız ve topyekûn bir savaş açacağını, Allah’ın dosdoğru yolu üzerine pusu kurup oturacağını, insanlara her yönden yaklaşarak saptıracağını, her türlü vesveseyi kalplerine sokacağını, onlara “Allah’a başkaldırmayı ve dünya tutkularını süsleyip-çekici göstereceğini” beyan etmiştir: “Dedi ki: “Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka senin dosdoğru yolunda pusukurup oturacağım. Sonra da onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından kendilerine sokulacağım. Onların çoğunu şükrediciler bulmayacaksın.” (7 A’râf 16, 17). “Dedi ki: “Rabbim, beni kışkırttığın şeye karşılık, andolsun, bende yeryüzünde onlara, (sana başkaldırmayı ve dünya tutkularını) süsleyip-çekici göstereceğim ve onların tümünü mutlaka kışkırtıp-saptıracağım.” “Ancak onlardan muhlis olan kulların müstesna…”(Allah) Dedi ki: “İşte bu, bana göre dosdoğru olan yoldur.” (15/39-41). “Allah, onu lanetlemiştir. O da (şöyle) dedi: “Andolsun, kullarından 'miktarları tespit edilmiş bir grubu' (kendime uşak) edineceğim.Onları -ne olursa olsun şaşırtıp saptıracağım, en olmadık kuruntulara düşüreceğim ve onlara kesin olarak davarların kulaklarını kesmelerini emredeceğim veAllah'ın yarattıklarını değiştirmelerini emredeceğim.” Kim Allah'ı bırakıp da şeytanı dost (veli) edinirse, kuşkusuz o, apaçık bir hüsrana uğramıştır.(Şeytan) Onlara vaidler ediyor, onları en olmadık kuruntulara düşürüyor. Oysa şeytan, onlara bir aldanıştan başka bir şey vadetmez.” (4/118-120).

Allah, yukarıdaki ayetlerde aşağıda ifade edilen noktalara/konulara vurgu yaparak insanları,İblis’e ve onun yolundan gidenlere karşı uyarmakta ve de yol göstermektedir:

·      İblis, Allah’ın “secde edin” emrini kendisini tahrik etmek olarak değerlendirmiş, yorumlamış ve isyan etmiştir. Bu nedenle İblis ve İblis’in yolundan gidenler, kibir sahibi olan müsrifler olup hoşlarına gitmeyen her şeyi ve herkesi karalar ve suçlarlar.

·      İblis ve onun yolundan gidenler, Allah’ın dosdoğru yolu üzerinde pusu kurup oturarak insanları saptırmak için hiçbir ölçü tanımayan, insafsız, merhametsiz ve vicdansız kimselerdir.

·      İblis ve onun yolundan gidenler, Allah’a her türlü isyanı süslü göstermek için çalışacaklar; insanları tahrik edip azdırmak isteyeceklerdir.

·      İblis ve onun yolundan gidenler, insanların Allah’a şükretmemeleri için ellerinden gelen her şeyi yapacaklar, insanların hiçbir şeyden tatmin olmamaları, mutlu olmamaları için sürekli “dahası, dahası var” deyip her şeyi ve her konuyu israf etmeleri için uğraşacaklardır.

·      İblis ve onun yolundan gidenler, insanlara sürekli vesvese ve kuruntu vererek, vaad ederek, bunalım içerisinde olmalarını sağlamaya çalışacaklardır.

·      İblis ve onun yolundan gidenler, hem insanların hem de diğer canlıların fıtratlarını, genetik yapılarını bozmaya çalışacaklardır.

·      İblis ve onun yolundan gidenler, insanlara yapıp ettikleri her şeyi süslü gösterecek şekilde çalışacak, teoriler/tezler üretip yapıp ettiklerini ilmi hakikatler maskesi altında kabul ettirmeye çalışacaklardır. Cinsellik, toplumsal cinsiyet eşitliği, cinsel yönelim, eşcinsellik, gaylık, lezbiyenlik, nikâhsız birlikteliklerden oluşan toplum, pedofili(çocuklarla seks), zoofili (hayvanlarla seks), tüketim, Kapitalizm, Marksizm ile ilgili teorilere, Freud ve Darwin’in teorilerine bu açıdan bakılmalıdır.

·      İblis ve onun yolundan gidenler, dede, nine, anne, baba, çocuk, torun, hısım ve akrabalar arasını açmaya, sadece bireylerden ibaret örgütsüz bir toplum inşa etmeye çalışacaklardır.

·      İblis ve onun yolundan gidenler, “aldanıştan başka bir şey va'detmezler”/etmeyeceklerdir.

·      İblis ve onun yolundan gidenler, Allah’ın bahşettiği nimetleri inkâr ettikleri için en büyük nankörler ve müsriflerdir.

·      İblis ve onun yolundan gidenlerin etkisinde kalmayacak ve onlara karşı mücadele edecek olanlar, “Allah’ın muhlis olan kullarıdır”.

Genel olarak insan, yapısındaki karmaşık ilişkilerden dolayı, zor zamanlarında, sıkıntılı anlarında gayrı ihtiyarı olarak Âlemlerin Rabbi olan Allah’a yönelir, sığınır ve yardım ister. Rahata erdiğinde Allah’ı unutarak, sırt çevirip İblis’in yoluna döner ve gider. Bu davranışından dolayı haddi aşmakta, ölçüyü kaçırmakta ve müsriflerden olmaktadır: “İnsana bir zarar dokunduğunda, yan yatarken, otururken yada ayaktayken bize dua eder; zararını üstünden kaldırdığımız zaman ise, sanki kendisine dokunan zarara bizi hiç çağırmamış gibi döner-gider. İşte, müsriflere yapmakta oldukları böyle süslenmiştir.”(10/12).

Sonuç: “Müsrifler Şeytanın Kardeşleridir”

İblis’in Hz. Âdem ve onun yolunda gidenlere ilan ettiği sınırsız ve topyekûn savaşla ilgili olarak, Allah, iman edenlere yol gösterme bağlamında, İblis ve onun yolunda gidenlerin kullanabilecekleri mücadele şekillerini, İblis’e hitap ederek deşifre etmekte ve genelde tüm insanları, özelde de iman edenleri uyarmaktadır: “Onlardan güç yetirdiklerini sesinle sarsıntıya uğrat, atlıların ve yayalarınla onların üstüne yaygarayı kopar, mallarda ve çocuklarda onlara ortak ol ve onlara çeşitli vaatlerde bulun. Şeytan, onlara aldatmadan başka bir şey vadetmez.” (17/64). 

Bu ayet göre İblis ve onun yolunda gidenlerin kullanacağı mücadele şekilleri şunlardır: 1-Askeri savaş, 2- Ekonomik savaş, 3- Psikolojik savaş, 4- Sosyolojik savaş, 5- Soğuk savaş,

İblis ve onun yolundan gidenlerin bu mücadele anlayışını iyi kavrayıp ona göre davranmak ve gereğini yapmak her müminin görevidir. Aksi takdirde hem bu dünyada hem de öteki dünyada ağır bedeller ödenecektir.

Bu mücadele sürecinde unutmamız gereken temel kural, müsriflerin, İblisin yoldaşı, şeytanların kardeşi olduğu gerçeğidir: “Akrabaya hakkını ver, yoksula ve yolda kalmışa da. İsraf ederek saçıp-savurma. Çünkü saçıp savuranlar, şeytanın kardeşleri olmuşlardır; şeytan ise Rabbine karşı nankördür.” (17/26-27).

Bugün genelde tüm dünyada, özelde Türkiye’de “çirkin hayasızlığı” yayanların (2/268), aile kurumunu yıkmaya çalışanların, İblis’in yolundan giden şeytanın kardeşleri olduğunu unutmamak gerekmektedirUnutulmaması gereken bir başka gerçek de, müsriflerin, “zorba”, “müstekbir” ve “kibir sahibi” olmalarıdır (10/83, 44/31). O nedenle müsriflere itaat edilmemelidir: “Yeryüzünde bozgunculuk yapıp, dirlik düzenlik vermeyen müsriflerin emrine uymayın.” (26/151-152)

İsrafa karşı vereceğimiz büyük ve zorlu mücadeledeunutmamamız gereken temel gerçek, bir toplumsal değişim yasasının var oluşudur: “Bir kavim (toplum), kendinde olanı değiştirinceye kadar Allah, ona nimet olarak bağışladığını değiştirici değildir.” (8/53). “Gerçekten Allah, kendi nefis (öz)lerinde olanı değiştirip bozuncaya kadar, bir toplulukta olanı değiştirip-bozmaz.” (13/11)

Bu temel yasayı göz önüne alarak insanlığın asırlar boyu birikimini heba ettirmeye çalışan günümüz şeytanlarına/müsriflerine karşı Kur’ân ve Sünnetin rehberliğinde gereken mücadeleyi, gerektiği şekilde vermek, bu gün her müminin görevidir: “Müsrif bir kavimsiniz diye, sizi o Kur’ân'la uyarmaktan vaz mı geçelim?” (43/5) Ve Rabbimiz, günahlarımızı ve işimizdeki aşırılıklarımızı bağışla, ayaklarımızı (bastıkları yerde) sağlamlaştır ve bize kâfirler topluluğuna karşı yardım et.” (3/147).


[1]Doğan M., Büyük Türkçe Sözlük, Pınar Yayınları, İstanbul, 18. Baskı,Dini Kavramlar Sözlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2006; Kenzü’l-Ummâl, II/13, Kallek, C., “İsraf”, Türkiye Diyanet Vakfı, İslam Ansiklopedisi,  Ankara.

[2]Sancaklı, S., Asrın Afeti İsraf; Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2018, s. 9-10,

Yaman, A.,Dengeyi Ve Ölçüyü Kaybetmenin Adı: İsraf, İsraf, Dengeyi ve Ölçüyü Kaybetmek, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2. Baskı, 2018, s.13-26.

[3]Yaman, A., Dengeyi ve Ölçüyü Kaybetmenin Adı: İsraf, İsraf, Dengeyi ve Ölçüyü Kaybetmek, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2. Baskı, 2018, s.13-26.

[4]Kallek, C.,“İsraf”, Türkiye Diyanet Vakfı, İslam Ansiklopedisi,  Ankara, Muhammed el- Behiy, İnanç ve Amelde Kur’ân’i Kavramlar, Yöneliş, İstanbul, 1988, s. 262-268.

[5]Dini Kavramlar Sözlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2006; Kenzü’l-Ummâl, II/13, 7,Kallek, C.,“İsraf”, Türkiye Diyanet Vakfı, İslam Ansiklopedisi,  Ankara, Yaman, A.,  Dengeyi ve Ölçüyü Kaybetmenin Adı: İsraf, İsraf, Dengeyi ve Ölçüyü Kaybetmek, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2. Baskı, 2018, s.13-26.

[6]Torlak Ö.,Tüketim,İnkılâb, İstanbul, 2016, s.24-54,65-90.

[7]Şeriati., A., İnsanın Dört Zindanı, İstanbul, Bir yayınları, s. 14-15.

[8]Tirmizi, Tefsir, (2991); Cevzi, K., Kitabu’r-Ruh, İstanbul, İz Yayıncılık, s. 291-292.

[9]Buhari Hadis no: 4733

[10] Buhari, Cenaiz, Ötüken Yayınları, 680.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...