(Umran Dergisi Mart 2019 Yazısıdır)
“Allah’ın dışında başka veliler edinenlerin örneği, kendine ev edinen örümcek örneğine benzer. Gerçek şu ki, evlerin en dayanıksız olanı dişi
örümcek evidir; bir bilselerdi.”
Kur’an-ı Kerim 29/Ankebut 41
İbn Haldun’a göre mağlup olan toplumlar, galip gelen toplumları hem davranış, hem de düşünce olarak taklit ederler: “Nefs ve kalb, daima kavimlerine galebe çalmış ve kendi kavmine boyun eğdirmiş olanların olgunluk ve üstünlüklerine inanır. Yenilen kimse buna inandıktan sonra, bütün iş ve hareketlerinde kendisini yeneni örnek edinir ve ona benzemeye çalışır. Yahut kendisine üstün gelen kimsenin galebesinin, adet, mezhep ve mesleğinden ileri geldiği vehmine kapılır, bunu galebenin sebepleri ile karıştırır. İşte bu yanılgılardan dolayı yenilgiye uğrayan kimse giyim ve kuşam, hayvana binmek, silahlanmak ve bütün diğer hal ve işlerinde kendisini yeneni örnek edinir... O kavmin hali ve âdeti bu yolla onlara sirayet eder.”[1]
Mağlubiyetlerin
asıl sebeplerine inerek çözüm arama yerine, şekille çözüm arama, tüm mağlup
toplumlarda görülebilecek olan bir şuuraltı olayı, bir hastalık hâlidir. Son dönem Osmanlı aydınları ve yönetici
kadroları, Batı karşısında alınan seri askeri mağlubiyetlerin bir sonucu olarak
Avrupa’yı taklit etmeyi, onda var her şeyi, toplumsal yapıya, değer sisteminin
ana bileşenlerine uyup uymadığına bakmadan almayı, adeta bir ilke haline
getirmişlerdir. Bu yolla mağlubiyetleri durduracaklarına samimi olarak inanmışlardır.[2]
Cumhuriyet
döneminde ise yol boyu toplumsal yapıya, değer sistemine uyup uymadığına ve
hatta toplumsal bir sorun olup olmadığına, ihtiyaç olup olmadığına bakmadan
Batı’da hukuk, ekonomi, eğitim, aile yapısı, gençlik ve hemen hemen her alanda
ne varsa, almak, bir ilke hâline getirilmiştir. İsmet İnönü’nün tabiri ile
“kanunen ve cebren” uygulamaya sokulmuştur. Bu durum, zaman zaman durağanlaşsa
da kesintiye uğramamıştır. Toplumsal tepkileri yumuşatmak için “Avrupa
Birliğine üye olmak”, her derde deva olarak sunulmuştur.
28 Şubat 1997’deki
Postmodern Darbe sonrasında Müslüman kesimlerin üzerinde yürütülen psikolojik
savaş etkisini göstererek, Müslüman camianın önemli bir kesimi tarafından, AB
üyeliği ile ilgili kendilerine sunulan “İçerdeki zalimlerin zulmünü
engelleyebilmek için taktik bir ittifak”, kabul edilip
içselleştirilmiştir. İçerdeki zalimlerin efendileri, ağa babaları Batılılardı.
Öyleyse “içerdeki zalimlerin zulmünden” zalimlerin efendilerine
sığınarak kurtulmak, nasıl bir taktik, nasıl bir strateji idi? “Fillerin ehlileştirilmesi metodu” ile
Müslüman camianın büyük bir kesimi, kumpasa alınmış, Batıdan gelen ne varsa,
kendi menfaatine olduğunu düşünür hâle getirilip tepkisiz kılınmıştır.
Böyle bir zihni
yapının uzantısında AB uyum yasaları çerçevesinde ithal edilen bir kavram ve
bir politika da, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği (TCE) kavramı ve politikasıdır.
Bu, yazı serisinde, “cinsiyet”, “toplumsal cinsiyet”, “toplumsal cinsiyet eşitliği”, “toplumsal cinsiyet ayırımcılığı”, Türkiye ve dünyada uygulanan “toplumsal cinsiyet eşitliği politikaları”, “toplumsal cinsiyet eşitliği kriterleri”, ulusal ve uluslararası “toplumsal cinsiyet eşitliği yasal mevzuatı”, Toplumsal cinsiyet projesinin, politikasının arka planı, hangi güç tarafından ne için ortaya atıldığı, “çocuksuz aile”, “ailesiz toplum modelleri” ile “arı, saf üstün ırk teorisi”, “dünya nüfusunun 500 milyon civarına indirilmesi projesi”, “tek devlet, tek hükümet, tek hukuk, tek ahlak, tek para ve banka sistemi projeleri” ile arasındaki ilişki ele alınıp incelenecektir. Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Politikaları (TCEP) kapsamında ithal edilen yasal mevzuat, uygulanan politikalar ve sonuçları genel olarak ele alınıp değerlendirilecektir. Bu yazıda, “cinsiyet”, “toplumsal cinsiyet”, “toplumsal cinsiyet ayırımı”, “cinsiyet rolleri”, “toplumsal cinsiyet eşitliği kriterleri” öncelikle ele alınıp incelenecektir.
Bir Hastalık Hali: Felsefi Altyapısı Göz Önüne Alınmadan Kavramların İthal Edilmesi
Kelimeler, yalnızca
bir konuşma aracı değil; aynı zamanda, toplumun içinde bulunduğu durumu, dünya
görüşünü, sistemi algılayıp değerlendirebilme aracıdır da. Toplumda ki
ilişkiler, davranışlar, anlayışlar, kültür ve yaşantı hakkında bilgi verirler.
Bazı kelimeler tek
anlamlı, bazıları ise birden fazla anlamlıdır. Ayrıca bazı kelimelerin yalnızca
sözlük anlamları (esas anlam)
vardır. Bazılarının ise sözlük anlamlarının yanı sıra, sözlük anlamlarından
daha öncelikli olarak kullanılan başka anlamları da vardır. Bunlara ıstılahi
(terim) anlam denmektedir.[3]
Kelimelerin
ıstılahı anlamları, bir mıknatısın çekim alanına benzer. Bir mıknatıs gibi
çevresinde bir anlam alanı
meydana getirir. Başka kavramlarla özel bir ilişki ağı kurarak, genel düşünce
ve kültürel yapı sisteminin içinde özel
bir konum alır. Istılahi
mana, kelimenin içinde bulunduğu
sistemden ve bu sistemdeki diğer kelimelerle kurduğu ilişkiden doğan özel bir
anlamdır. Genel olarak bir sistem içinde yer alan bu tür kelimelere “anahtar
kelime”, daha da özel ve ağırlıklı olan anahtar kelimelere de “odak kelime” adı verilmektedir.[4]
Ernest Edmodson
Ramsaur, Avrupa’ya gitmiş olan Jöntürklerle
ilgili yaptığı tespitler konumuz açısından önemlidir: “(Jöntürkler) … Bu hızlı
değişimin diğer bir sonucu ise maruz kaldıkları birçok şeye herhangi bir anlam
yükleyememeleridir. Bunun sebebi karşılaşabilecekleri ile ilgili hiçbir önbilginin kendilerinde mevcut
olmamasıdır. Bu yüzden de o devirde Türkçede ifade edilmeye başlanan birçok
fikir ve kavram henüz
hazmedilememekteydi. Kullanılan kelimeler bile tam manasıyla özümsenemiyordu…
Hatta o kadar zamansız ve yersizdir ki, bu kavramların savunucuları fikirlerini
destekleyip onlara kaynak olabilecek unsurları imparatorluk dışında aramak
zorunda bırakılmışlardır.” “…İmparatorluk
münevverlerinin ekseriyetinde Batı
Düşüncesinin kabul edilmesi halinde kendiliğinden güçlü modern bir
devlete ulaşılacağına dair yaygın bir kanaat hasıl olmuştu.” “…Dış devletler, Türk tarafını,
Balkanlarda kendi menfaatleri doğrultusunda bir anlaşmaya imza atmaya
zorluyorlardı ve yine Türk hükümetine reform adı altında çeşitli uygulamaları
dikte etme konusunda oldukça azimliydi.”[5]
Ramsaur, İbni
Haldun’a benzer bir değerlendirmeyi Jöntürkler için isabetli bir şekilde
yapmıştır. Batı toplumsal yapısında ortaya çıkan ve Osmanlının meselesi
olmayan ve o günün Osmanlısı için çözüm de olmayan birçok kavramı Avrupa’dan
ithal edenler/etmek isteyenler, kavramların muhtevasına vakıf değildiler ve ne
getirip ne götüreceğinden bihaberlerdi.
Konfüçyüs’e, ‘Toplumun kaderi senin eline verilirse onu düzeltmek ve iyileştirmek için ne yapardın?’ diye sormuşlar. Konfüçyüs bu soruya; “İlk işim isim ve kavramları değiştirmek olacaktır. Çünkü toplum, isim ve kavramları yanlış tabir etmek ve kullanmakla bozulur”.[6] Şeklinde son derece anlamlı ve düşündürücü bir cevap vermiştir. Bu konuda Max Müller ise; “Kelimelerin yanlış ve bozuk kullanılması önce eserde dil hastalığı, sonra da ahlakta hastalık doğurur; çünkü bozuk bir kelime ve yanlış bir deyim giderek yaşamanın bir parçası haline gelir.” şeklinde bir değerlendirme yapmıştır. Bu konularda hassa olan rahmetli Cemil Meriç, Müslüman dünyanın içinde ki kaosun müsebbibinin entelektüeller olduğu kanaatindedir: “Kaynaklarından kopan bir intelijensiyanın kaderi, bir mefhum hercümerci içinde boğulmaktır...”[7]
“Biz Eşleri Barıştırmak Yerine Ayrılsın Diye Kanun Çıkarmışız"
Ne yazık ki Konfüçyüs’ün, Max Müller’in ve rahmetli Cemil Meriç’in dile getirdiği
tehlike, bugün bütün vahameti ile devam etmektedir.
Bu gün Toplumsal
yapımızla uysun ya da uymasın her şey, AB uyum yasaları çerçevesinde ithal
edilip mecliste yasallaştırılmış, yasallaştırılmakta ve ardından uygulamaya
sokulmaktadır. Bu yaklaşım, Osmanlı’da olduğu gibi, bugünün Türkiye’sinde
Batının müdahalesine, AB uyum yasaları çerçevesinde hukuki bir alt yapı
hazırlayıp gerekçe oluşturmaktadır.
AB ve özellikle
British Council, Türkiye ile “ortak
projeler” yaparak zihinsel bir
altyapının oluşmasını sağlamaktadır. Bu kapsamda uygulanması için baskı
yapılan ve de finanse edilen konulardan biri de, “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” ve “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği
Politikalarıdır.”. Bu projelerde toplumsal yapı, kültür ve medeniyet
kodlarımız, toplumsal kimliğin inşasında bütün saldırılara rağmen çok önemli
bir rol üstlenen din, önemsizleştirilmekte hatta suçlanmaktadır.
Ana sorun,
Toplumsal cinsiyet eşitliği üzerinden yapılan tartışmalarda, genellikle,
kavramsal bir analiz yapılmaması hatta yapılmasına müsaade edilmemesidir.
Konunun tartışılması adeta istenmemektedir.
Genelde “eşitlik” kelimesinin meydana
getirdiği çekim alanının
etkisi altında kalınmakta, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, toplumsal cinsiyet
ayırımcılığı ve toplumsal cinsiyet eşitliği kavramlarının sözlük anlamları
üzerinde durulmakta; kazandığı ıstılahi
(terim) anlamlar üzerinde durulmamaktadır. Oysa söz konusu kavramların
tanımları yapılırken, “ayırımcılık
nedenleri” ortaya konulurken, kullanılan “toplum”, “din”, “kültür”, “örf”, “adet”, “gelenek”, “görenek”, “töre”,
“namus”, “edep”, “ahlak” ve “aile” gibi “anahtar” hatta “odak” olan
kavramlar, basitleştirilerek, sıradanlaştırılarak bir psikolojik harekât
yürütülmektedir. Toplumsal cinsiyet eşitliği kapsamında çok öne çekilen, “cinsel yönelim”, eşik seviyesi son
derece düşürülmüş “şiddet”, “farklı aile modelleri” ve “farklı partnerler” gibi kavramlarla
ciddi bir zihniyet değişimi ve dönüşümü yapılmak istenmekte; toplumlara bir
merkez tarafından “kurbağa deneyi”
uygulanmakta ve çok sinsi bir “sosyolojik
savaş” icra edilmektedir. Orta öğretimde yapılan anketlerde soruların
soruluş ve kavramların kullanılış şekli, yapılan “tespit” ve “öneriler”,
psikolojik ve sosyolojik savaş tekniğine uygundur.
Bugün Toplumsal Cinsiyet Eşitliği kapsamında
ithal edilen kavramların 2000’li yıllarda Türkiye’de bir karşılığı yoktu. Bugün
de arzuladıkları şekilde bir karşılığı yoktur. Görünen o ki, bu kavramları
ithal edip uygulamaya sokanlar, bu kavramların muhtevasından bihaberdirler.
Fakat bu kavramları tavsiye edenler ya da öne çıkaranlar ve bunlar için
kampanya yürütenler, bu kavramların ne manaya geldiğini ve toplumda zamanla ne
tür bir zihinsel değişim ve dönüşüm yapacağını çok iyi bilmektedirler.
Eski Milletvekili, Kamu Başdenetçisi Şeref Malkoç’un, “Eşler tartıştığında kadın, karakola telefon açıp şikâyette bulunduğunda koca evden uzaklaştırma alıyor. Bu da öfkeyi ve kadına şiddeti körüklüyor. Biz eşleri barıştırmak yerine ayrılsın diye kanun çıkarmışız.”[8] demiş olması, konumuz bağlamında çıkarılan yasaların ve uygulanan politikaların muhtevalarına, çıkaranların vakıf olmadığı anlamına gelir. Bu nedenle cinsiyet ve toplumsal cinsiyet ile ilgili kavramların nasıl tanımlandığı ve yorumlandığını öncelikle, ele almamız gerekmektedir.
Cinsiyet ve Toplumsal Cinsiyet Kavramları
Toplumsal cinsiyet
eşitliği projesinin nirengi noktası, “cinsiyet”
ve “toplumsal cinsiyet” kavramları arasında özel bir ayırımın
yapılmış olmasıdır. “Cinsiyet (sex), kadın ve erkek arasındaki
doğuştan getirilen biyolojik farklılığı” ifade ederken; “toplumsal cinsiyet (gender) kadın ve erkeğe dinin, toplumun, kültür ve medeniyetin yüklediği anlamı; ondan
beklentilerini, rol ve görev tanımlarını” içermektedir.[9]
Kadının Statüsü Genel Müdürlüğünün (KSGM), “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği”, “toplumsal cinsiyete duyarlı bütçelemeye” ilişkin çalışmalarda, cinsiyet ve toplumsal cinsiyet kavramları, aşağıdaki gibi açıklanmaktadır[10]:“…Cinsiyet(sex) kişinin kadın ya da erkek olarak gösterdiği, genetik, fizyolojik ve biyolojik özelliklerdir. Toplumsal cinsiyet(gender) ise; toplumun verdiği roller, görev ve sorumluluklar, toplumun bireyi nasıl gördüğü, algıladığı ve beklentileri ile ilgili bir kavramdır. (…) Toplumsal cinsiyet kavramı kadın ve erkekler arasındaki ilişkiler ve rol dağılımının biyolojik farklılıklar tarafından değil; siyasi, sosyal ve ekonomik yapılanmalar tarafından belirlendiğini ifade eder. Diğer bir deyişle, kadın ve erkek arasındaki biyolojik farklılık dışında onlara atfedilen tüm farklılıkların ve onların yüklendikleri tüm rollerin ve ilişkilerin sosyal olarak yapılandırılmış olduğunu ifade eder. Dolayısıyla bu rollerin ve ilişkilerin değiştirilebilir ve eşitlikçi bir biçimde yeniden yapılandırılabilir olmasını öngörür. Toplumsal cinsiyet bakış açısı biyolojik olanla sosyal ve kültürel olan arasındaki farkı anlamak ve dönüştürülebilir olanı (sosyal kültürel yapılanmalar) dönüştürmek için çaba harcamak olarak tanımlanabilir.”
2011 İstanbul
Sözleşmesi’nde toplumsal cinsiyet
kavramı, şu şekilde tanımlanmaktadır: “Toplum tarafından kadın
ve erkeğe yüklenen ve sosyal olarak
kurgulanan roller, davranışlar ve eylemler anlamına gelir.” İstanbul Üniversitesi ve Millî Eğitim
Bakanlığı’nın ortak olarak düzenlediği “toplumsal
cinsiyet eşitliği eğitim seminer” notlarında (Eğitimci Sinay Avşar) cinsiyet ve toplumsal cinsiyet
kavramları, aşağıdaki şekilde tanımlanmakta ve bir tabloda
karşılaştırılmaktadır: “Toplumsal
cinsiyet, toplumun kadına ve erkeğe atfettiği rollerin bütünü, kadınlardan ve erkeklerden beklediği birtakım
nitelikleri ve davranışları ifade etmektedir. Dolayısıyla kız ve erkek çocukların, nasıl görünmeleri, giyinmeleri, konuşmaları,
davranmaları, düşünmeleri ya da tepki vermeleri gerektiğini bilerek
doğmazlar. Toplumsallığın içinde bu roller öğretilmektedir. Toplumsal Cinsiyet; Sosyo-kültürel bir
yapıdır. Yer ve zamana göre değişir. Bir nesne olmaktan ziyade bir
sürece işaret eder. Bir dil ve güç
konusudur.”[11]
Tablo 3: Biyolojik
cinsiyet ile Toplumsal Cinsiyet Özelliklerinin karşılaştırılması.[12]
Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği,
Ayırımcılığı
Toplumsal cinsiyet
teorisyenlerine ve savunucularına göre, sosyal hayatta insanın doğuştan
getirdiği biyolojik cinsiyet
kimliğine dayalı belirlemelerin yapılması, cinsiyet ayrımcılığı yapmaktır.
Bunlara göre yaratılış olarak kadın ya da erkek olarak doğmuş olmak, hayatın
içerisinde onlara farklı roller yüklemez/yüklememelidir. Farklı roller
yüklemek, kadın ve erkek arasında cinsiyete dayalı eşitsizlik meydana
getirmektedir.
İstanbul
Üniversitesi ve Millî Eğitim Bakanlığının ortak olarak düzenlediği “toplumsal
cinsiyet eşitliği eğitim seminer” notlarında toplumsal cinsiyet eşitsizliği kavramı, aşağıdaki şekilde izah
edilmektedir: “Toplumsal cinsiyet
eşitsizliği, farklı boyutlardaki iktidar
ilişkilerinin sonucu olarak toplumun kadın ve erkeğe dair algıları
oluşturur. Kadınların politik, ekonomik, sosyal, kültürel ve medeni alanlardaki insan hakları ve temel
özgürlüklerinin tanınmasını, kullanılmasını ve bunlardan yararlanılmasını engelleyen veya ortadan kaldıran yapıyı ifade
eder. Veya cinsiyete bağlı olarak
yapılan herhangi bir ayrım, mahrumiyet veya kısıtlama anlamına
gelmektedir.”[13]
“Cinsiyete bağlı olarak yapılan herhangi
bir ayrım”, kadın ve erkeğe
atfedilen özellikler ile dışa vurmakta; bu da kadın ve erkeğin sosyal hayatta
üstleneceği rolleri şekillendirmektedir. İlk ayrımcılık, kadın ve erkeklerin farklı özelliklere sahip
olduğunun söylenmesi ve bu özelliklerle anılmasıdır. Taylor ve Dökmen,
toplumsal cinsiyete ilişkin yaptıkları çalışmalarda kadın ve erkeğe atfedilen
özellikleri mukayese etmekte ve bunun ayırımcılık olduğunu belirtmektedirler(Tablo1-Tablo
2)[14]
Araştırmacılar, tablolarda kadın ve
erkeklere atfedilen özelliklerin genetik yapıdan, fıtrattan kaynaklanmadığı,
toplumun, kültürün, dinin, örf, adet, gelenek, görenek, törenin, kadın ve
erkeğe yükledikleri anlamların sonucu oluştuğunu iddia etmektedirler.
Toplumsal cinsiyet
eşitliği üzerine çalışma yapan Berktay’a göre, toplumsal cinsiyet
ayrımcılığının temel nedeni, “tek
tanrılı dinleri”dir:[15]
“Berktay (2012):…Diğer yandan, dini
yaşayan insanların öznel algılamalarının ötesinde, Dinin nesnel yönleri ve
işlevleri vardır: Son derece etkili bir meşrulaştırma ve
şeyleştirme aracı olması; katı toplumsal cinsiyet ayrımlarının ve kalıplarının
oluşturulup pekiştirilmesinde oynadığı rol; kadının bağımlılığı ve aşağı konumunun
bütün tek tanrılı dinlerde ortak olan ifade ediliş biçimi ve bu bağımlılığın
değişmez kılınması, vb. Bu dinlerin dayattıkları toplumsal cinsiyet
kalıp yargılarını ve eşitsiz cinsiyet ilişkilerini sorgulama; kısacası din
olgusuyla bir hesaplaşma gereksinmesiyle yüz yüze olduklarını
düşünüyorum."
Berktay (2012) gibi toplumsal cinsiyet eşitliği üzerinde çalışanlar, genellikle, toplumsal cinsiyet ayrımcılığının ana kaynağının din, dini söylem olduğunu; özellikle dinin kadınlara ilişkin “örtünme emrinin”, kadının özgürlüğüne, tercihine ve iradesine müdahale olduğunu, bu müdahale ile toplumsal cinsiyet ayırımcılığı yapıldığını iddia etmektedirler. Bu anlayışa, yaklaşıma göre toplumsal cinsiyet ayırımcılığının kaynağı “biyolojik” /doğuştan gelen özellikler değil; toplum, din, kültür ve mevcut eğitim sistemleridir.[16]
Cinsiyet Rolleri
Cinsiyet rollerine
ilişkin yapılan tanımlama ve değerlendirmelerde, bu olgu, rahatlıkla
görülebilmektedir: “Cinsiyet rolü,
anne-babaların, akranların ve toplumun eril (maskulen) ya da dişil
(feminen) olarak belirlediği ve bizden beklediği geleneksel ya da kalıplaşmış
davranış, tavır ve kişilik özelliklerini tanımlamaktadır.”[17]
Bu tanımlamaya
göre, cinsiyet rolleri, anne-baba, akran, toplum tarafından belirlenmekte ve bu
roller, kalıplaştırılıp gelenekselleştirilmektedir. İstanbul Üniversitesi ve
Millî Eğitim Bakanlığının “toplumsal
cinsiyet eşitliği eğitimi” slaytlarında/notlarında, cinsiyet rollerine
ilişkin ayırımcılığın doğumla
başladığına özel bir vurgu yapılmaktadır.[18] Kadın
ve erkekler arasında rol ayırımcılığı, çocuklara cinsiyetlerine göre “farklı isimler”, “farklı nüfus cüzdanları
verilmesi”, “farklı giysiler alınması”, “oda dekorasyonlarının”,
“oyuncaklarının” farklı olması, onlara karşı “kullanılan dil ve söylemlerin”
farklı olması, kız ve erkek çocuklarını “sevme biçimlerinin” farklı olması,
cinsiyet rollerindeki ayırımcılığın kaynaklarını oluşturmaktadır.
Aynı eğitim
notlarında mevcut kadın ve erkek rollerine ilişkin yapılan değerlendirmede
cinsiyet rol ayırımının biyolojik olmaktan çok, toplumsal ve kültürel olduğu,
ilk rol ayırımının aile içinde oluşturulduğu ifade edilmektedir: “Toplumsal cinsiyet rolü; ilk olarak ailede
oluşur. Sosyokültürel bir yapıdır.
Yer ve zamana göre değişir. Bir
nesne olmaktan ziyade bir sürece işaret eder. Toplumsal cinsiyet
farklılıkları bireyden bireye,
kültürden kültüre değişebilir. Toplumsal cinsiyet rolleri, tarihsel süreç içinde, zamana, mekâna,
sınıfa ya da ırka göre olduğu kadar toplumun siyasi ve ekonomik koşullarına
göre de çeşitlilik göstermektedir.” “Kadınlar özel alana; ev işleri, çocuk bakımı, anne ve eş olma rolleri;
Erkekler kamusal alana,
çalışma, eş ve çocukların güvenliğini
sağlama rolleri ile tanımlanır. Kadın ve erkek arasındaki fark ve ilişkileri, onların biyolojilerinden ziyade toplumsallaşmanın ürünü olarak gören
bir perspektif doğrultusunda kavramlaştırılmıştır.”[19]
Bu notlara göre erkeklik rolleri, “insani tarafın törpülenmesi” ile inşa edilen “bir iktidar pratiğidir”. “Erkeklik verili bir kimlikten ziyade mücadele ve çatışma ile insani tarafın törpülenmesi suretiyle öğrenilir. Erkeklik çok hassas bir terazide ve sosyal bir süreç içinde gelişimini devam ettirir. Erkeklik cinsiyetten ziyade bir iktidar pratiğidir. Kadın karşıtlığı üzerine bina edilir. Kadınsı olanın dışlanması sonucunda erkeklik kimliği muhafaza edilir.” “Erkeklik inşa süreci, anne karnından ve kadınsı dünyadan ayrılış, sünnet, askerlik, çalışma, cinsellik, evlenme, baba olma, erkek evlat sahibi olmayı kapsar.”[20]
“Nötr Cinsiyet Hareketi”
Kadınla erkeğin
sosyal rol ve davranışlarının sebebi doğuştan getirdiği farklılıklar değilse, kadınlık ve erkeklik davranışları,
yeniden kurgulanıp değiştirilebilir. Bu anlayışa göre kadın ve erkeklere bugün yüklenen geleneksel anlamdaki roller, yer
değiştirilebilir. Yani kadınlar erkeklerin, erkekler de kadınların rollerini
üstlenebilir. Cinsiyete dayalı rol ayrımcılığı, doğumla başlayıp
yol boyu farklı “isim verme”, “giysi
giydirme”, “oyuncak verme”, “oda düzenleme”, “hitap etme” ve farklı “davranış
ve sevgi tarzları” ile şekillenen bir sürecin sonucu ise, “bu süreç
ortadan kaldırılmalı”(!); “her şey cinsiyet açısından tekleştirilmeli”(!),
“homojenleştirilmelidir”(!). “Doğan çocukların kız mı veya erkek mi
olacaklarına ergenlik dönemine geldikleri zaman kendileri karar vermelidir”(!).
“Doğumdan itibaren kızları kız olarak, erkekleri de erkek olarak yetiştirmek,
onlara özel ve farklı roller atfetmek, onların ileride kendi özgür iradeleriyle
yapacakları tercihe müdahale etmek demekti”(!).
Anne ve babalar, “kızlarına
erkek oyuncakları”(!), “oğullarına kız oyuncakları almalı”(!); alınıyor ve “Kız
çocuklarına erkek isimleri”(!), “erkek çocuklarına kız isimleri
vermelidirler”(!); veriliyor. “Tuvaletler dâhil değişik mekânlar cinsiyete göre
ayrılmamalıdır”(!); ayrılmıyor. Aile için “anne” ve baba”, “karı ve koca”
kavramları kaldırılmalı” yerine “ebeveyn 1, ebeveyn 2” gibi kavramları
getirilmelidir(!), getiriliyor; “eş” yerine “arkadaş” tabiri kullanılmalıdır;
kullanılıyor. “Farklı aile modelleri”(!), “farklı partnerler”(!), “nikâhsız
beraberlikler”(!), “eşcinsel evlilikler”(!), “pedofili”(çocuklarla seks),
“zoofili” (hayvanlarla seks)(!), “Ensest” (aile içi seks)(!), “gurup seksi”(!),
“nekrofili”(ölülerle seks)(!) serbest olmalıdır(!); olmakta ve de
yaygınlaşmaktadır.[21]
Burada ifade
edilenlerin hepsi Batıda, bir kısmı da Türkiye’de fiilen uygulanmaktadır. Evet, bütün bu gelişmeler, “nötr cinsiyet
hareketi” olarak adlandırılmaktadır.[22]
Eğer böyle giderse Türkiye’de “ebeveynin çocuğuna “sen kızsın” ya da “erkeklere yakışmaz” vs. demesi, namus, şeref, edep, hayâ, utanma tavsiyesinde bulunması, pembe bisiklet, bez bir bebek, oyuncak asker alması, etek giydirmesi, cinsel rol yükleme ve yönlendirme olarak” değerlendirilecektir. Eğer, “sen kızsın” kelimesi ikaz maksadıyla söylenmiş ya da ses tonu veya yüz ifadesi sertleşmişse konu, “çocuğa şiddet” kapsamına” girecektir.[23]
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Ölçütleri
Bütün bu tanımlama
ve açıklamalarda dikkat çeken nokta, çok mahirane bir şekilde, genetik,
biyolojik cinsiyet, fıtrat, din, kimlik, kültür ve medeniyet, aile, dil, tarih,
örf, adet, töre gibi anahtar, hatta odak kavramların önemsizleştirilmesi,
itibarsızlaştırılmasıdır.
Bütün bu
anahtar/odak kavramların kaldırılıp atılmasını isteyenler, Toplumsal Cinsiyet
Eşitliğini(TCE) sağlayabilecek ölçütleri neye göre belirlemektedirler? Bu belirleme hakkını kendilerine kim
vermiştir, ya da vermektedir? Hangi
kültür ve medeniyetin, hangi toplumun değerleri baz alınarak Toplumsal Cinsiyet
Eşitliği sağlanabilecektir? Bunu
garantisi nedir? Bu soruların cevabını verebilmek için Batılı kurumlar
tarafından toplumsal cinsiyet eşitliğine ilişkin geliştirilmiş kriterleri, özet
olarak, göz önüne almakta fayda vardır[24]:
Dünya Ekonomik Forumu’nun 2012 “Dünya
Cinsiyet Ayrımı” raporunda, Toplumsal cinsiyet eşitliği için aşağıdaki dört ana kriter belirlenmiştir:
1-“Ekonomik Katılım Ve Fırsatlar”: 1
·
Kadının İş Gücüne Katılım Oranı,
·
Kadın Ve Erkeklerin Gelirlerinin
Karşılaştırılması,
·
Kadın-erkek Çalışan Oranları
2-“Eğitim Durumu”:
·
Eğitim Alanında Eşitlik,
·
Kadın Ve Erkeklerin Eğitim Düzeyi Ve
Okuryazarlık
3-“Sağlık”:
·
Sağlık Alanındaki Eşitlik, Kadın Sağlığı Ve
Erkek Sağlığı Değerlerinin Birbirine Oran,
·
Doğumda Cinsiyet Oranı
4-“Siyasette Güçlenme”:
·
Siyasi Alandaki Eşitlik,
·
Parlamentodaki Koltuk Sayısı, Bakan Sayısı,
· İktidarda Kalma
Dünya ekonomik forumunun, toplumsal
cinsiyet eşitsizliğini ölçmek için belirlediği dört temel alan ise
aşağıda verilmiştir:
1-Temsil Oranı (parlamentoda ve yerel düzeyde
kararlara katılım)
2-Eğitim (ilköğretim, ortaöğretim ve
yükseköğretimdeki kadın sayısının erkek sayısına oranları)
3-Sağlık (beklenen sağlıklı yaşam süresi ve
doğumdaki cinsiyet oranı)
4-Ekonomi (kadın ve erkekler arasındaki
tahmini gelir farkı).
AB’de, Avrupa Cinsiyet Eşitliği Enstitüsü tarafından toplumsal cinsiyet eşitliği endeksi (GEI) geliştirilmiştir[25]:
1-İş (istihdama katılım, ayrımcılık ve işin niteliği)
2-Para (finansal kaynaklar ve ekonomik durum)
3-Bilgi (eğitime katılım ve ayrımcılık, yaşam
boyu öğrenme)
4-Zaman (bakım hizmetleri ve sosyal
aktiviteler)
5-Güç (politik ve ekonomik güç)
6-Sağlık (statü ve erişim)
BM tarafından toplumsal cinsiyet eşitliğini
ölçmek ve güçlendirmek için üç ayrı endeks geliştirilmiştir:
1- BM Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Gelişim
Endeksi (GDI):
1-Sağlık, 2-Nüfus, 3-Eğitim, 4-Ekonomik kaynaklar
2- BM Toplumsal Cinsiyet Eşitliğini
Güçlendirme Endeksi (GEM):
1-Parlamentoda Temsil Oranı, 2-Üst karar ve
yönetim düzeyinde kadın
3-Profesyonel mesleklerde ve işlerde çalışan
kadın, 4- Kadınların ve erkeklerin elde ettikleri tahmini
gelir
3- BM Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği
Endeksi (GII=GDI +GEM)
1-Sağlık, 2-Parlamentoda Temsil Oranı, 3-Eğitim, 4-İşgücüne Katılım Oranları
Sonuç: Harsı, Nesli ve Fıtratı İfsad Eden Bir Hareket Olarak Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi
Toplumsal cinsiyet
kavramına ilişkin yapılan tanımlama ve açıklamaların tamamında biyolojik
cinsiyetin, genetik yapının, fıtratın, toplumun, kültürün, dinin, örf, adet,
gelenek, görenek, törenin, tarih ve dilin tüm etkisinin yok edilmek istendiği
görülmektedir.
Yukarıdaki
toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgili kriterlerde, aile ortamı, evde üretilenler, el emeği, çocukların durumu, bakımı ve
sayısı, gelecek nesil meselesi, yaşlıların durumu ve bakımı, evin dışında
çalışanların mutlu olup olmaması(mutluluk dereceleri), farklı aile türleri ve
bunların ne getirip götürdüğü hiç göz önüne alınmamakta, bu etkenlerden
hiç bahsedilmemektedir.
Sanki temel bir ölçüt var; o da, kadının
aile ortamının, evin dışında var olması, nasıl olursa olsun çalışmasıdır. Toplumsal cinsiyet
eşitliğinin uygulanması ile elde edilen sonuçlar, şiddet, evlenme- boşanma
oranları, çocuk sayısı, çocuk sayısında gayrimeşruluk düzeyi, madde kullanımı,
intihar ve mutluluk açılarından değerlendirilmemekte; nitelikten ziyade nicelikler üzerinden bir eşitlik kavgası yürütülmektedir.
Eşitlik kavramının oluşturduğu çekim kuvveti ile yürütülen psikolojik harekât, toplumsal cinsiyet eşitliği projesinin felsefesini, muhtevasını, gerçek anlamda bir eşitlik sağlayıp sağlamadığını ve arka planını toplumsal zeminde tartışmaya, şimdilik, fırsat vermemektedir. Toplumsal cinsiyet eşitliği kavramının ıstılahi manası, hem insan fıtratını, genetiğini, hem nesli ve hem de kültür ve medeniyeti tahrip edip bozabilecek bir öze sahiptir. Harvard Üniversitesinden Dr. Brizendine’in yaptığı itiraf ve değerlendirme konu açısından önemlidir: “…Oysa bize insanlardaki cinsiyet ayrımının ailelerin çocukları kız ya da erkek olarak yetiştirmelerinden kaynaklandığı öğretilmişti. Bugün bunun tamamen doğru olmadığını biliyoruz… Özgür irade ve politik olarak doğru davranmak adına biyolojinin beyin üzerindeki etkisini görmezden gelmeyi deniyoruz, Kendi doğamızla savaşıyoruz.”[26]
Evet, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği, insan
doğasına/genetiğine/fıtratına açılmış bir savaştır. Toplumsal Cinsiyet eşitliği, “tek devlet”, “tek hükümet”, “tek ekonomi”,
“tek güvenlik gücü”, “tek hukuk”, “tek ahlak”, “tek banka ve para sisteminin
olması” gerektiğini seslendirenlerin küresel boyutlu, sinsi ve karanlık bir projesidir. İnsan nefsinin
hoşuna giden, görünüşü cezbedici, özü tahrip edici bu projenin ana hedefi, tüm
insanlığı ifsad edip sürüleştirerek kolayca yönetmektir: “İnsanlardan öylesi de
vardır ki, dünya hayatına
ilişkin sözleri senin hoşuna gider ve kalbindekine rağmen Allah’ı şahit
getirir; oysa o azılı bir düşmandır. O,
iş başına geçti mi (ya da sırtını çevrip gitti mi) yeryüzünde fesad çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba
harcar. Allah ise, fesadı (bozgunculuğu ve kışkırtıcılığı) sevmez. Ona: «Allah’tan kork» denildiği zaman,
onu büyüklük gururu günaha sürükleyerek alıp-kuşatır. Böylesine cehennem yeter;
ne kötü bir yataktır o.”(2 Bakara 204-206)
Özelde milletimizi, biraz daha genelde ümmetimizi ve en genelde de tüm dünya insanlığını bekleyen böyle bir tehlike vardır. Bu tehlikenin, öncelikle Türkiye’yi yönetenler ve gönüllü kuruluşlar tarafından görülmesi ve de gereğinin yapılması gerekmektedir. Henüz Vakit Varken! Ve; “Kim Rahman (olan Allah) ın zikrini görmezlikten gelirse, biz, bir şeytana onun ‘üzerini kabukla bağlattırırız’; artık bu, onun bir yakın-dostudur. Gerçekten bunlar (bu şeytanlar), onları yoldan alıkoyarlar; onlar ise, kendilerinin gerçekten hidayette olduklarını sanıp-sayarlar.”(43 Zuhruf 36-37)
[1] İbn Haldun, Mukaddime, MEB. Ankara, c. I, s. 374
[2] Aktaş, C., Kılık-Kıyafet ve İktidar, Nehir Yay.,
İstanbul, 1989, s. 46. Yalçın, H.C., Tanıdıklarım-Seyit
Bey, Yedigün, no: 183, 9 Eylül 1936
(Aktaran Cündioğlu, D. Başörtüsü
Risalesi, Tıbyan Yay., s. 28).
[3] Can B., “Kavramların Yozlaştırılması”, Umran, sayı: 37, 1997, s. 9-20.
[4] Izutsu, T., Kuran’da Allah ve İnsan, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara, 1975, s. 21,22.
[5] Ramsaur, E.,
E., Jöntürkler
1908 İhtilalinin Doğuşu, Pınar Yayınları, İstanbul, 2011, s. 18-24.
[6] Şeriati A. Medeniyet ve Modernizm, Düşünce Yayınları, İstanbul, 1980, s. 40-120.
[7] Meriç C., Umrandan Uygarlığa, Ötüken Yayınları,
İstanbul, 1977, s. 95-120
[8] 16.01.2019
Sputnik; https://tr.sputniknews.com/amp/turkiye/201901161037117860-kamu-basdenetcisi-malkoc-esler-ayrilsin-diye-kanun-cikarmisiz/?__twitter_impression=true
[9] Şahin M., Gültekin M., Toplumsal Cinsiyet
Eşitliğine dayalı Politika Uygulayan Ülkelerde Kadın Ve Aile(İzlanda,
Finlandiya, Norveç, İsveç, Türkiye), SEKAM, Aile Akademisi, İstanbul, 2014.
Toplumsal Cinsiyete Duyarlı Bütçeleme ve Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün
Rolü, 2006-Aralık, (http://www.kadininstatusu.gov.tr/upload/kadininstatusu.gov.tr/mce/eski_site/Pdf/butceleme.pdf)
[10] Şahin M., Gültekin M., Toplumsal Cinsiyet
Eşitliğine dayalı Politika Uygulayan Ülkelerde Kadın ve Aile(İzlanda,
Finlandiya, Norveç, İsveç, Türkiye), SEKAM, Aile Akademisi, İstanbul, 2014.
Toplumsal Cinsiyete Duyarlı Bütçeleme ve Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün
Rolü, 2006-Aralık, (http://www.kadininstatusu.gov.tr/upload/kadininstatusu.gov.tr/mce/eski_site/Pdf/butceleme.pdf)
[11] Sinay Avşar, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Eğitim Semineri, İÜ ve MEB Ortak Projesi
[12] Sinay Avşar, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Eğitim Semineri, İÜ ve MEB Ortak Projesi
[13] Sinay Avşar, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Eğitim Semineri, İÜ ve MEB Ortak Projesi
[14] Şahin M., Gültekin M., Toplumsal Cinsiyet
Eşitliğine dayalı Politika Uygulayan Ülkelerde Kadın ve Aile(İzlanda,
Finlandiya, Norveç, İsveç, Türkiye), SEKAM, Aile Akademisi, İstanbul, 2014.
Dökmen, Y. Z. Toplumsal Cinsiyet/Sosyal Psikolojik Açıklamalar, Remzi Kitabevi,
İstanbul, 2010; Dönmez,
N.(2008) Toplumsal Cinsiyet Kalıplarının Yerli Televizyon Dizilerindeki Kadın Karakterlere Yansımaları:
Binbir Gece Örneği, yayınlanmamış yüksek lisans tezi.
[15] Fatmagül Berktay, Tek Tanrılı Dinler
Karşısında Kadın, Metis Yayınları, İstanbul.
[16] Şahin M., Gültekin M., Toplumsal Cinsiyet
Eşitliğine dayalı Politika Uygulayan Ülkelerde Kadın ve Aile(İzlanda,
Finlandiya, Norveç, İsveç, Türkiye), SEKAM, Aile Akademisi, İstanbul, 2014.
Dökmen, Y. Z. Toplumsal Cinsiyet/Sosyal Psikolojik Açıklamalar, Remzi Kitabevi,
İstanbul, 2010; Dönmez,
N.(2008) Toplumsal Cinsiyet Kalıplarının Yerli Televizyon Dizilerindeki Kadın Karakterlere Yansımaları:
Binbir Gece Örneği, yayınlanmamış yüksek lisans tezi. Fatmagül Berktay, Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın, Metis
Yayınları, İstanbul. Arat, N.(1992), Türkiye’de Kadın Olgusu, Say
Yayınları, İstanbul.
[17] Şahin M., Gültekin M., Toplumsal Cinsiyet
Eşitliğine dayalı Politika Uygulayan Ülkelerde Kadın ve Aile(İzlanda,
Finlandiya, Norveç, İsveç, Türkiye), SEKAM, Aile Akademisi, İstanbul, 2014.
Dökmen, Y. Z. Toplumsal Cinsiyet/Sosyal Psikolojik Açıklamalar, Remzi Kitabevi,
İstanbul, 2010; Dönmez,
N.(2008) Toplumsal Cinsiyet Kalıplarının Yerli Televizyon Dizilerindeki Kadın Karakterlere Yansımaları:
Binbir Gece Örneği, yayınlanmamış yüksek lisans tezi. Fatmagül Berktay, Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın, Metis
Yayınları, İstanbul.
[18] Sinay Avşar, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Eğitim Semineri, İÜ ve MEB Ortak Projesi
[19] Sinay Avşar, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Eğitim Semineri, İÜ ve MEB Ortak Projesi
[20] Sinay Avşar, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Eğitim Semineri, İÜ ve MEB Ortak Projesi
[21] Dökmen, Y. Z.
Toplumsal Cinsiyet/Sosyal Psikolojik Açıklamalar, Remzi Kitabevi, İstanbul,
2010; Dönmez,
N.(2008) Toplumsal Cinsiyet Kalıplarının Yerli Televizyon Dizilerindeki Kadın Karakterlere Yansımaları:
Binbir Gece Örneği, yayınlanmamış yüksek lisans tezi.
http://www.gazeteturk.org/oyuncagin-cinsiyeti-olmaz-110h.htm
https://yesilgazete.org/blog/2012/12/02/isvecte-cinsiyet-ayirmayan-oyuncaklar-devri/ https://m.yeniakit.com.tr/haber/marketler-zincirinde-buyuk-rezalet-lgbtli-oyuncaklar-raflarda-542959.html
http://uzuncorap.com/2014/02/04/gecmisten-bugune-cinsiyet-ayrimi-vurgusu yapanoyuncaklar/https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-45917808
[23] Ahmet H. Çakıcı: Ailesiz Toplum 3, İstanbul Sözleşmesi, LGBT Toplum ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği http://www.ekrangazetesi.com/haber/15131/ahmet-h-cakici-yazdi-ailesiz-toplum-3- istanbul-sozlesmesi-lgbt-toplum-ve-toplumsal-cinsiyet-esitligi.html; Ahmet H. Çakıcı, Ailesiz Toplum 4- Bi Acayip Aileler http://ahmethakancakici.blogspot.com/2018/10/ailesiz-toplum-4-bi-acayip-aileler.html
[24] “Gender Statistics for Gender Equality Endex” http://eige.europa.eu/gender-statistics/dgs
[25] “Gender Statistics for Gender Equality Endex” http://eige.europa.eu/gender-statistics/dgs
[26] Louann Brizendine, Kadın Beyni, Say
Yayınları, İstanbul.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder