Batı’nın benimsediği politikalar, kendi
toplumsal yapısını altüst etmekte ve bunalım toplumu meydana getirmektedir.
Batı dünyası insan neslini kendine yabancılaştırıp bunalıma sürüklerken
Türkiye’nin bu kervana katılması üzücüdür. Bu nedenle fıtratın %40 etkisinin
öngördüğü cinsiyet rolü ile çevresel etkilerin(sonradan kazanımların) öngördüğü
cinsiyet rolü arasında farklılaşma, çatışma olmamalıdır. Fıtratın öngördüğü
cinsiyet rolünü, çevresel etkiler desteklemeli ve beslemelidir. Herhangi bir çatışma, insan ruhunda çatışmaya
ve bunalıma sebebiyet vermektedir.
“Allah’ın dışında başka veliler edinenlerin örneği, kendine ev edinen örümcek örneğine benzer. Gerçek şu ki, evlerin en dayanıksız olanı dişi örümcek evidir; bir bilselerdi.” (29/Ankebut 41)
Geçen yazıda, “cinsiyet”,
“toplumsal cinsiyet”, “toplumsal cinsiyet ayırımı”, “cinsiyet rolleri”, “toplumsal
cinsiyet eşitliği kriterleri” ve “nötr cinsiyet hareketi” ele alınıp ana hatları ile incelenmiştir. Yazıda verilen
toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgili kriterlerde aile ortamı, evde üretilenler, el emeği,
çocukların durumu, bakımı ve sayısı, gelecek nesil meselesi, yaşlıların durumu
ve bakımı, evin dışında çalışanların mutlu olup olmaması (mutluluk dereceleri),
kültür ve medeniyet kodları, dini değerler, yaratılış hiç göz önüne
alınmamakta, bu etkenlerden hiç bahsedilmemektedir.
Bu yazıda, “nötr cinsiyet hareketinin” stratejisindeki üç evreye/aşamaya dikkat çekilmeye çalışılacaktır.
“Cinsel Yönelimin” Kapsam Alanı
Toplumsal cinsiyet eşitliği ile ilgili yapılan çalışmaların sonucunda
oluşan kavramsal alt yapı çok genişlemiş ve çeşitlenmiştir. Mesele kadın ve
erkek eşitliğinin çok dışına taşmış, insanlığın geleceğini ilgilendiren “çocuksuz aile”, “ailesiz toplum”
modeline uygun bir serüven izlemeye başlamıştır.[1]
Şekil 1’de cinsiyetle ilgili oluşturulan ve oluşturulmaya devam edilen bir
kavramsal çerçeve söz konusudur. Bu çerçeveyi göz önüne almadan, bu çerçevede
ortaya konan kavramların mahiyetine ve neden olabileceği sonuçlara bakmadan
yapılacak tüm değerlendirmeler, anlamsız ve eksiktir. Bu nedenle mesele bir
bütün olarak, değişik yönleri ile ele alınmak zorundadır.
Şekil 1: Cinsiyetle ilgili kavramlar uzayı
“Cinsel Yönelim bir kişinin, cinsel arzusunun, hemcinsine,
karşı cinse ya da her ikisine birden yönelebileceğini” anlatmak için kullanılan ve meşruiyetini savunan bir kavram olup[2]
İstanbul Sözleşmesi’nin 4. Maddesi tarafından yasal güvence altına alınmıştır.
6284 Sayılı Kanun’un 2. Maddesinde de, 6284 sayılı yasanın İstanbul Sözleşmesi’ni
esas aldığı belirtilmektedir. Dolayısıyla Cinsel yönelim 6284 sayılı yasa
tarafından meşru olarak tanınıp koruma altına alınmıştır.
Cinsel yönelim kavramının kapsam alanına giren pek çok kelime vardır[3]:
·
“Heteroseksüellik”: Cinsel arzunun diğer cinse
yönelmesi,
·
“Homoseksüellik’/ “Modern Eşcinsellik”: Cinsel arzunun
aynı cinse yönelmesi,
·
“Gey” (G): erkek eşcinsel,
·
“Lezbiyen” (L): kadın eşcinsel,
·
“Biseksüel” (B): her iki cinse cinsel yönelimi olan,
·
“Transseksüel” (T): operasyon geçirerek bedenlerini karşı cinsiyetin bedenine dönüştüren,
·
“Travesti”: diğer cinsiyetin giyim ve tavırlarını
benimseyen,
·
“İnterseks” (İ): bedenleri ve üreme sistemleri tam olarak erkek ya da kadın
üreme sistemi olmayan,
·
“Queer” (Q): heteroseksüel
olmayan ve azınlıkta kalan cinsiyet ve cinsel yönelimlerin hepsini içine alan
bir şemsiye terim.
·
+ : kendini herhangi bir cinsiyet kimliğinde tanımlamayanlar,
·
“Aseksüel”: cinsel arzu ve yönelimi olmayan,
·
“Pedofili”: çocuklara cinsel yönelim,
·
“Zoofili”: hayvanlara cinsel yönelim,
·
“Ensest”: aile içi yasak olan ilişki,
·
“Robotlarla seks”: robotla cinsel ilişkiye
girmek,
·
“Grup Seksi”: kadın ve veya erkeklerin birlikte
cinsel ilişkiye girmesi,
·
“Sado-mazoşizm”: cinsel edimde acı vermek ve acı
çekmekten haz alma,
·
“Partner”: kadın veya erkeğin nikâhsız birlikte
yaşadığı kimse.
Bununla birlikte Psikiyatride cinsel davranış bozuklarını ifade eden çok sayıda terim vardır. Dolayısıyla cinsel yönelim kavramının yasal güvence altına alınması ile birlikte bütün bu psikiyatrik hastalar, toplumun başına bela olacak, çok ciddi bir kriz yaşanabilecektir.
Kinsey Raporu: Bilimsel Araştırma Adı Altında Yapılan Büyük Sahtekârlık
Cinsel yönelim kavramı, ilk kez bilimsellik
kisvesi altında ve fakat tam
sahtekârca literatüre bir zoolog olan Alfred
Kinsey
tarafından sokulmuştur. Rockefeller
Foundation tarafından finanse edilen (yaklaşık 1.750.000 $) Kinsey,
1947’de İndiana Üniversitesi bünyesinde Cinsellik Araştırmaları Enstitüsünü
kurup 1948 ve 1955 yıllarında birbirinin devamı olan iki araştırma raporu
yayınlamıştır.[4] Alfred
Kinsey, bu araştırması ile cinsiyetin tanımını ve kapsam alanını değiştirmiş; insanların,
biyolojik cinsiyetlerinin yanı sıra “cinsel
yönelimlerine” göre de cinsiyetlerinin tanımlanması gerektiğini
belirtmiş ve cinsel yönelimin farklı boyutlarına işaret eden Kinsey Skala’sı diye bir skala
yayınlamıştır (Tablo-1).
Tablo-1: Cinsel Yönelime İlişkin Kinsey Skalası[5]
Ancak daha sonraki yıllarda Kinsey’in araştırmalarının “tamamen sahtekârlık üzerine inşa edildiği”, “büyük bir manipülasyon olduğu”, “raporlarına kaynaklık eden çocuklara tecavüz ettiği”, “para karşılığı babaları ile küçük kızları ensest ilişkiye zorladığı” ortaya çıkmış; “4 aylık çocukların cinsel performansını nasıl ölçtüğünü”, “çocuk seksi ve çocukların cinsel kapasiteleri ile ilgili bilgileri nasıl elde ettiğini açıklayamamıştır.” “Sıradan insanlar diye tanıtılan deneklerin para ile kiralanmış seks işçileri oldukları”, “söylediği kadar deneğe hiçbir zaman ulaşmadığı” gibi yığınla eleştiri almış ve fakat inşa ettiği skala uygulama alanından çıkarılmamıştır. “Liberty Counsel’in kurucusu ve Dekanı Mathew Staver’in, “Alfred Kinsey ve Kinsey Enstitüsü, işledikleri devasa sahtekârlıktan sorumlu tutulmalıdır” tarzındaki şikâyeti ilgi görmemiş, gizli bir el tarafından örtbas edilmiş, cezalandırılması engellenmiştir.[6] Cezalandırılmamış olmasına rağmen Kinsey itibarını tamamen kaybetmiştir. Ancak yaptığı sahtekâr çalışmanın etkisi büyük olmuş, Amerikan ceza sistemi cinsellik açısından ciddi bir değişim geçirmiştir.
Savaşın Birinci Raundu: Eşcinselliğin Suç ve Hastalık Olmaktan Çıkarılması
1955 yılında
Kinsey’in araştırmasının ikinci kısmı yayınlanınca, medya üzerinden oluşturulan
kamuoyunun etkisi ile Amerika Barolar
Birliği, o güne kadar Amerikan
ceza sisteminde “suç”
olarak kabul edilen zina, çocuk
erotizmi, kürtaj, evlilik öncesi cinsel ilişki, karı-kocaların birbirlerini
aldatması ve eşcinselliği suç olmaktan çıkarmıştır.[7]
Kinsey Raporunun
etkisi sadece ceza sistemine yansımamış, yaklaşık 15 yıl sonra eşcinsel
örgütlerin yaptığı organize eylemlerin etkisi ile sağlık alanına da yansımış ve
eşcinsellik, Amerikan Psikiyatri
Birliği (APA) tarafından hastalık
olmaktan çıkarılmıştır: “1935 yılında Amerikan Psikiyatri Birliği
(APA) tarafından yapılan ruh hastalıkları
sınıflandırmasında “patolojik
cinsellikli psikopatik kişilik” tanımı altında yer alan
eşcinsellik, 1952 yılında APA’nın
oluşturduğu tanı kılavuzunda (DSM), “sosyopatik kişilik bozukluğu”
kategorisinin bir alt grubu olan seksüel
sapkınlıklar bölümünde transvestizm,
fetişizm, sadizm ve pedofili ile birlikte yer almıştır. 1968 yılında
ise, DSM-2 basılmış ve bu sefer eşcinsellik,
teşhircilik, fetişizm ve pedofili ile birlikte yer almıştır. 1973 yılına gelindiğinde ise,
eşcinsellere yönelik ayrımcılığa ve yasal sınırlamalara son verilmesine yönelik
APA’nın içinden yapılan bir çağrıyla eşcinsellik
hastalık kategorisi olmaktan çıkarılmıştır. 1993 yılına gelindiğinde de Dünya Sağlık Örgütü (WHO) eşcinselliği hastalık kategorisinden
çıkarmıştır.”[8]
Eşcinselliğin
psikolojik bir hastalık olmaktan APA tarafından çıkarılması, bilimsel
araştırmalar sürecinin sonunda doğal olarak olmamış, tam tersine eşcinsel
organizasyonların APA kongresini basıp
üyeleri rehin almasının ve medyanın baskısının sonucu olmuştur: “Peki, bu karar nasıl alındı? Geyler ve
lezbiyenler, Amerikan Psikiyatri Birliği’ni bastılar. Böylece, eşcinsellik
hastalık kategorisinden çıkarıldı. Yarın heteroseksüeller ya da muhafazakârlar
Amerikan Psikiyatri Birliği’ni basıp, tersi bir karar çıkartırlarsa ne olacak? Bilimsel
bir karar böyle verilemez… APA eşcinselliği tartışmalı bir oylama
sonucu hastalık olmaktan çıkarmıştı. Oylama sonuçları bu tartışmanın
derinliğine işaret etmektedir… 17.905 APA üyesinden 10,555’i oy kullanmıştı
ve oy kullananların 5854’ü eşcinselliğin DSM’den silinmesine evet, 3810’u hayır
demişti. Eşcinsellik oylamaya katılanların %58’inin, toplam üyelerin %32’sinin
kabul oyuyla hastalık olmaktan çıkarılmıştı.”[9]
APA’nın medikal direktörlüğünü de yapan Melvin Sabshin, 1973 ve sonrasında yaşanan olayları bir “gerilla gösterisi”; Lutz da (2004) “kültürel gerilla” hareketi olarak ifade etmişlerdir.[10]
Savaşın İkinci Raundu: Eşcinselliğin Bir Yaşam Tarzı Olarak Kabul Ettirilmesi
Siyonist Rockefeller İmparatorluğunun/Siyonizm’in öngördüğü “arı, seçilmiş, üstün ırkın” dünya
hâkimiyeti için bu ırktan olmayan toplumların ailesiz, çocuksuz, sürüleştirilmiş bir yığın hâline getirilmesi (Nötr Cinsiyet Hareketi) gerekmektedir.
Bu bağlamda eşcinsellik hastalık
olmaktan çıkartılarak savaşın birinci aşaması ya da raundu kazanılmıştır.
Savaşın ikinci aşaması ya da raundu, eşcinselliğin alternatif bir yaşam tarzı
olarak kabul ettirilmesi olacaktır: “Rondeau: APA’nın yıllık
konferanslarında yıllarca karışıklığa yol açan eşcinsel protestoları ki
bunların bazıları Eşcinsellere Özgürlük Cephesi tarafından açıkça
desteklenmişti ve saldırgan eşcinsel
aktivizmi nihayet 1973’te toptan değişti. Bu politik ve bilimsel olmayan karar, “aslında normalliğe karşı açılan bir savaşın açılış safhası” ve iki aşamalı cinsel bir radikalleşmenin bir
parçası idi; ikinci aşama ise
eşcinselliğin alternatif bir yaşam tarzı seviyesine çıkarılmasıydı.
Görünüşe göre bu savaş analojisi
gerekçelere dayandırılmıştır. APA’nın
onay vermemesini etkisiz bırakma çabalarının başarılı olması, eşcinsel harekete
bugün gördüğümüz kampanya için tam da
ihtiyacı olan silahı verdi.
“…Savaşın hedefi, muhalifleri
susturmak ve nihayetinde Amerikan toplumunun inancını değiştirmek için kabul
gören kural ve gelenekler içinde eşcinsellik kültürünün zorla kabul
ettirilmesiydi.” [11]
Savaşın ikinci raundunun kazanılabilmesi ve eşcinselliğin meşrulaştırılabilmesi için eşcinsellikle ilgili olumsuzluk çağrıştıran tüm kavramların isimleri değiştirilmiştir: “(Rondeau) AIDS hastalığının ilk kez duyulduğu yıllarda tıp camiası bu yeni hastalığa GRID (Gay Related Immun Disorder) yani “Eşcinsellikle İlişkili Bağışıklık Sistemi Bozukluğu” adını vermişlerdi. Fakat daha sonraları eşcinsellik yanlısı lobilerin baskısı sonucu hastalığın ismi AIDS (Edinilmiş Bağışıklık Sistemi Bozukluğu) olarak değiştirilmiştir.”[12]
Savaşın ikinci aşamasının/raundunun kazanılabilmesi için bundan daha da önemli olan bir hamle yapılmış, eşcinselliğin, doğuştan gelen bir durum olduğu, anormal bir durum olmadığı, bu şekilde doğanların kendi genetik yapılarına uygun olarak yaşamak ve davranmak hakkına sahip olduğu savunulmaya başlanmıştır: (Rondeau Kirk ve Madsen’den yaptığı alıntı): “İnsanların, eşcinsellerin şartların kurbanı olduklarına, artık cinsel yönelimlerini kendilerinin seçmediklerine ikna edilmesi gerekir… Tüm pratik amaçlar doğrultusunda eşcinsellerin, eşcinsel olarak doğdukları düşünülmelidir, her ne kadar cinsel yönelim pek çok insan için doğuştan yatkınlıklar ile çocukluk ve erken ergenlik dönemindeki çevresel etmenler arasındaki karmaşık bir etkileşimin ürünü olarak gözüküyor olsa da, eşcinselliğin tercih edilebilir olduğunu halk içinde öne sürmek, “ahlâkî seçim ve günah” olarak etiketlenen bir durumu daha da karmaşık hâle getirmekten öteye gitmez ve ‘dini hak savunucularına’ bizi dövmeleri için bir sopa vermek anlamına gelir...”[13]
Türkiye’de de bu bağlamda açılan kampanyalar etkisini göstermiş, eşcinselliğin bir hastalık olmadığı, doğuştan gelen bir olgu olduğu, meşru görülmesi, bir yaşam tarzı olarak kabul edilmesi gerektiği bilerek ya da bilmeyerek savunulmaya başlanmıştır. Dolayısıyla bireysel bir hastalık olan eşcinsellik, toplumsal bir hastalık hâline dönüştürülmeye ve bir yaşam tarzı olarak kabul ettirilmeye çalışılmıştır, çalışılmaktadır ve de çalışılacaktır: “Ergenlikten itibaren de ‘cinsel yönelimimiz’ belirginleşir. Kendimize kendi cinsimizden birini cinsel eş olarak istiyorsak eşcinsel, karşı cinsten birini istiyorsak heteroseksüel, her ikisini de istiyorsak biseksüel oluruz. Bu üç cinsel yönelim de birbirine eşdeğerdir ve hiçbiri psikiyatride, en az 30 yıldır hastalık ya da bozukluk olarak kabul edilmiyor. Ayrıca cinsellikle ilgili bu üç temel kavram, bedensel cinsiyet, cinsel kimlik ve cinsel yönelim, kişilerin istemli olarak seçtikleri değil, karşı karşıya kaldıkları durumlardır. Hiçbirimiz kadın ya da erkek olarak doğmayı seçemeyeceğimiz gibi, cinsel yönelimimizi de seçemeyiz. Eşcinsel yönelim, keyfi, ahlâkî veya istemli bir seçim değildir, aynen heteroseksüel yönelim gibi bir durumdur.”[14]
Eşcinselliği Hastalık Olmaktan Çıkaran Amerikan Psikiyatri Birliği (APA) Eşcinselliği Normal Bir Durum Olarak Kabul Etmiyor
Eşcinselliği hastalık statüsünden çıkaran APA konuyla ilgili resmi belgesinde eşcinselliği, doğal, normal bir vaka olarak kabul etmediklerini, sadece tercih eden insanlar için hastalık olmaktan çıkardıklarını belirtmektedir: “Bunu DSM’den silmekle onu normal gördüğümüz ya da heteroseksüellik gibi değerli gördüğümüzü söylemiyoruz. Homoseksüel aktivistler homoseksüelliğin heteroseksüellik kadar normal olduğunu APA’nın kabul etmesini bekliyor. Yanılıyorlar. Bizim onu silmemiz homoseksüelliğin bozukluk kriterlerini karşılamadığı anlamına gelir. Biz hiçbir şekilde homoseksüel davranışın arzulanan bir davranış olduğunu kabul eden özel bir görüş noktasıyla aynı hizada bulunmayacağız.” (APA Document Reference No. 730008)[15]
Normal, doğal şartlar altında, herhangi bir dış müdahale olmadan, yanlış gıda almadan insanın eşcinsel olarak doğmasını sağlayan bir gen, tüm insanların genetik yapısında var mıdır? Eğer böyle bir gen tüm insanlarda yok ve fakat bazılarında varsa sebebi nedir? Bu gen, genetik bir bozukluğun sonucu mu ortaya çıkmıştır? Eğer bir genetik bozulmanın sonucu ise buna sebep olan etkenler nelerdir? Dış müdahale mi, yanlış beslenme mi veya daha başka bir etken mi? söz konusudur. Bu sorgulamayı yapabilmek için kâinattaki var olan yasalara bakmak, onları değerlendirmek gerekmektedir.
İlahi Yasa: Kâinatta Her Şey Çift/Eş (Parity) Yaratılmıştır
Kâinatta her şey
belli bir kanuniyete göre çift ve eş (zevc, parity) olarak yaratılmıştır. Kur’ân’da
bu anlamı ifade eden kavram, zevc olup isim ve fiil olarak
yaklaşık 70 yerde geçmektedir.
Râğıb el
İsfahani’ye göre “kendi cinsinden bir
diğeri ile bulunana zevc denir. Bu, insan, hayvan, bitki ve diğer varlıklardan
olabilir. Zevcler birbirlerinin benzeri olabileceği gibi tam zıtları da olabilirler.
Zevciyet, erkeklik-dişilik ikiliği olabileceği gibi, başka ikilikler de
olabilir. Eşya; cevher, araz, madde, suret gibi ikiliklerin sentezinden
ibarettir. Hiçbir şey, bu ikiliğe dayalı terkibin dışında kalamaz… Türler,
cinsler, sınıflar da birer zevciyat oluştururlar.”[16]
Kâinatta her
şeyin çift/eş(zevc) olması, Kur’ân’a göre insanların öğüt alıp düşünmesi için
Allah tarafında vazedilen genel bir kanuniyettir:
“Ve biz, her şeyi iki çift yarattık. Umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz.”
(51/49)
“Yerin bitirmekte olduklarından, kendi nefislerinden ve daha bilmedikleri nice şeylerden bütün çiftleri yaratan (Allah çok) yücedir.” (36/36)
Yasın Suresinin
36. ayetinde, zevç (eş, çift) yaratılma ile ilgili üç sınıflama
yapılmaktadır:
- Arzın
Bitirdiklerinde
- İnsan
Nefsinde
- İnsanların Bilmediklerinde
Bu sınıftaki çiftler kendi aralarında aşağıdaki gibi alt gruplara ayrılabilir:
Arzın Bitirdiklerindeki Zıt Çiftler:
Karakter Açısından Zıt Benzer Çiftler/Eşler (Metaller-ametaller (Metal olmayanlar), Biyolojik Açıdan Zıt Eşler (Bitki ve hayvanların dişi ve erkek türleri), Elektrik ve Manyetikte Zıt Eşler (Birbirinin zıddı olan elektrik yükleri, Manyetik zıt kutuplar), Topraktaki Ölüm ve Hayat Olayları (Analiz-Sentez olayları). Fizikte (Madde-anti madde, parçacık fiziğinde, her parçacığın antisi ile var olması)
İnsanların Bilmediklerindeki
Eşler/Zevcler:
Kur’ân’ın nazil
olduğu ve hitap ettiği o anki toplumu göz önüne aldığımızda, o çağdakilerin
bilmediği/bilemediği fakat zamanla insanların keşfedeceği/ keşfedebileceği
eşlerin/çiftlerin varlığı söz konusudur. Her çağda insanlar, kâinattaki birçok
şeyi bilemezler. Ancak bugünkü bilinmezler, bir gün bilinir, keşfedilir
olacaktır. Bu noktada, Kur’ân’ın “İnsanların
Bilmediklerindeki Eşler/Çiftler” ifadesinin
kıyamete kadar olan süreci ihtiva ettiğini göz önüne almak gerekmektedir.
Kur’ân’ın indiği
çağdaki insanların bilmediği ve fakat günümüzde bilinen birçok zevç (eş, çift)
vardır. Parçacık fiziğinin bugün
için bulup ortaya çıkardığı, o gün için bilinmeyen elektron-pozitron, nötron-anti nötron, müon-anti müon gibi yığınla
elemanter parçacık bu sınıflama içerisinde değerlendirilmelidir. Keza dönen tüm
cisimlere etki eden “Merkezkaç-merkezil
kuvvetler”, uzaydaki “ak ve kara
delikler” hep sonradan bulunmuş, keşfedilmiş çiftlerdir. Schrodinger Denkleminin daima iki eş
çözümü vardır. Bu denklemlerin uygulandığı her alanda daima birbirinin
zıddı(pozitif-negatif) çözümler vermesi, kâinatta var olan her şeyin bir
antisinin bulunduğunu göstermektedir.[17]
Eş yaratılma olayında, zıt işaretli yükler, parçacıklar, cinsler birbirini çekerken; aynı işaretli yükler, parçacıklar, cinsler birbirlerini itmektedirler. Pozitif yük pozitif yükü, negatif yük negatif yükü iterken; pozitif yük negatif olan yükü çekmektedir. Zevc olan varlıklar arasında daima bir cazibe, çekim kuvveti vardır. Zıtların birliği ilkesi, kâinatta bir denge ve sükûn hâlinin ortaya çıkmasına sebebiyet vermektedir.
İnsan Nefsindeki Eşler/Çiftler:
İnsanların kadın
ve erkek olarak iki karşıt cins olarak var olması da, zıtların birliği ilkesi ile ilgili ilahi kanuniyetin bir sonucudur:
“Onda ‘sükûn bulup-durulmanız’ için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da, O’nun ayetlerindendir...” (30 Rum 21)
Kâinatta olan
her şeyin eş yaratılmış olmasını göz önüne aldığımızda, genetik yapımızda (İşletim
sistemi- yazılım) birbirinin zıddı olan ve insanı zıt istikametlere sevk etmeye
çalışan iki ana yapı bulunmaktadır: 1- Fıtrat,
2- Heva.
Fıtrat insanın iyilik
yönüne, saf ve temiz hâline ilişkin bir karar mekanizması iken; Heva,
kötülük yönüne ilişkin bir karar mekanizmasıdır. İnsan davranışları, bu iki
mekanizmanın bileşke kuvvetinin yönüne ve şiddetine bağlı olarak
şekillenmektedir.
İnsan iki ana kaynaktan beslenmektedir:
·
Birincisi: Genetik yapımıza yerleştirilmiş olanlar,
·
İkincisi: “Kesbi olan”, sonradan kazanılmış olanlar.
Kesbi olan kaynak, insanın içinde doğup büyüdüğü çevrenin,
kültür-medeniyetin, değerlerin örf, adet, gelenek ve göreneklerin etkisi ve
ferdin okuyup öğrendiklerinin etkisinden oluşan iki bileşenli bir kaynaktır.
Bugünkü bilimsel
verilere göre insan genetik yapısından gelen özellikler, insan davranışları
üzerinde %40, içinde yaşanılan sosyal, kültürel çevre %40, sonradan okunup
öğrenilenler %20 oranında etkili olmaktadır.[18]
Dolayısıyla bu dünyaya gelen bir çocuğun üzerinde genetik yapının dışında,
çevresel etkilerin (okunup öğrenilenler dâhil) ağırlığı %60’tır.
Normal şartlar altında doğan her çocuk iyilik, güzellik, fıtrat yönü baskın bir şekilde doğmaktadır. “Çocuklar melektir” özdeyişi doğan çocukların saf ve temiz olmasına işaret etmektedir. Hz. Peygamberin fıtrat hadisi, bu durumu teyit etmektedir: “Hiçbir doğan çocuk yoktur ki, fıtrat üzere doğmuş olmasın. Sonra onu annesi babası Yahudileştirir, Hıristiyanlaştırır veya Mecusileştirir...”[19]
Hz. Peygamber’in yukarıdaki hadisi, çocuğun dünyaya saf, temiz ve iyilik yönü baskın olarak geldiğini ve fakat ilk çevresel ortam olan aile ortamının onu ifsat edebileceğini ifade etmektedir. Aşağıdaki hadis, insan üzerinde etkili olan çevresel etkenlerin aileden daha geniş olduğunu; içinde yaşadığı kültür ve medeniyeti, sistemi de ihtiva ettiğini belirtmektedir: “Resûlüllah (s.a.s.): “Ben bütün kullarımı hanif (Müslüman, hakka taraftar) olarak yarattım. Ancak şeytanlar onlara gelip fıtri dinlerinden alıp götürdüler, kendilerine helal kıldığım şeyleri haram kıldılar. Kendisine bir güç vermediğim şeyi bana şirk koşmalarını emrettiler.”[20]
Eşcinsellik
Anormal Bir Durum, Bir Hastalık Hâlidir
İlahi yasaya göre karşı cinsler arasında bir cazibe, çekim
kuvveti, aynı cinsler arasında ise itme kuvveti vardır. Dolayısıyla karşıt
cinsler arasında bir çekimin olması normal durum iken; aynı cinsler arasında
çekimin olması anormal bir durumdur ve bir hastalık hâlidir, fıtratın
bozulmasıdır.
Bundan dolayı
eşcinsellik doğal bir durum değil anormal bir durumdur, bir hastalık hâlidir,
vücudun dengesinin bozulmasıdır. Bu anormal durumun genlerle alakası yoktur. Bu
güne kadar bunu ispatlayan hiçbir bilimsel tez yoktur. Dolayısıyla kişi eşcinsel olarak doğmamaktadır:
“Psikiyatrist
Nevzat Tarhan: Eşcinsellik insanda doğal olarak var olan bir yönelim
değildir. Sosyal öğrenme ile ve yanlış eğitimle gelişmiş bir durumdur.
Biyolojik doğaya uymayan bir sapmadır. Heteroseksüelliğin geni vardır ancak
eşcinselliğin geni yoktur.
40 yıl önce
kabul edildiği bilinen hastalık olarak tanımlanmayan eşcinsellik egosintonik eşcinselliktir. Yani kişi bu tercihi seçmiştir. Özgür iradesi
ile karar vermiştir. Psikiyatrinin ilgi alanına girmediği kabul edilmiştir.
Bu onaylandığı ve teşvik edildiği
anlamına gelmez.
İkinci grup eşcinsellik egodistonik olarak bilinen eşcinselliktir. Bu
tür eşcinsellik kişinin ego savunmaları tarafından onaylanmamıştır. Kişi arzu
ve dürtülerine yenik düşmektedir. Arzu ve dürtülerinden özgür olamayan bu
kişilere yardım edilmesi ve tedavi edilmesi gerekmektedir. Bu grup
eşcinsellik, adı geçen dernekler tarafından ayrıca tanımlanmamış ve
belirtilmemiştir. Eşcinselliği Heteroseksüellik gibi sağlıklı bir durum olarak
tanımlamanın hiç bir bilimsel dayanağı yoktur. Kamuoyuna aydınlatıcı bilgi
verilmediği takdirde erken ergenlik döneminde eşcinsel eğilimini fark etmiş, iç
denetim ve dürtü kontrolü için çabalayan yani eşcinsel eğilimi olup da kontrol
etmek isteyen kişilere tedavi ve yardım kapısı kapanmaktadır. Yanlış anlamalara
ve eşcinsel tercihleri artıracak önerilere psikiyatri derneklerinin alet olması
son derece sakıncalıdır.[21]
“Zoofili ve
fetişizm ne kadar legal ise eşcinsellik de o kadar legaldir.”
“Esrar kullanımı,
ne kadar sosyal olarak onaylanırsa eşcinsellik de ancak o kadar sosyal olarak
onaylanmalıdır. Bu sebeple gelecek kuşaklar arasında eşcinsellerin artmaması
için sağlık ve eğitim politikalarında doğru duruş gösterilmelidir.”[22]
Bu anormal
durum, çocuk doğduktan sonra 3-4 yıllık süre içerisinde çocuğun yaşadığı
sosyokültürel ve sosyoekonomik ortamda, aldığı terbiye, yetişme tarzı ve
şartları ile alakalıdır. Allah tarafından saf ve temiz olarak yaratılan
çocuğun, aile ve sosyal çevresi tarafından dengesinin bozulması ile ilgilidir.
Bu açıdan eşcinsellik yaratılış kanunlarına ters,
onlarla çatışan anormal bir durum, anormal bir hâldir. Amerikan
Psikiyatri derneğinin(APA) verdiği karar, düştüğü şerh bunu göstermektedir. APA
eşcinselliği normal olarak kabul etmemekte ve de karşı çıkmaktadır.
Eşcinselleri iki
ana sınıfa ayırmak mümkündür:
Birinci Grup: Kişi kendisini hasta olarak kabul
etmektedir. Bu durumda olanlar kendi hâllerinden şikâyetçi olmakta, kendilerini
anormal olarak kabul etmekte ve bu illetten kurtulmak istemektedirler. Toplum
ve devlet, bu insanların tedavi sürecine katkıda bulunmalı, yardımcı olmalıdır.
İkinci Grup: Bu durumda olanlar kendilerini hasta
olarak kabul etmemektedir. Eşcinselliği bir yaşam tarzı olarak benimseyip
topluma kabul ettirmeye çalışmaktadırlar. Bunlar meseleyi, insan hakları, birey
hak ve özgürlükleri ve ayırımcılık açısından ele alarak kendilerine meşruiyet
kazandırmaya çalışmaktadırlar.
İlahi yasaya göre cinsiyet, tüm eşyaya yaratılışla birlikte
verilmiş bir özelliktir; sonradan kazanılmış bir özellik değildir (4 Nisâ 1; 30 Rum 21). Kur’ân (7 A’râf 80-84; 11 Hûd 78-83; 26 Şu’arâ 166-174; 27 Neml 54-57; 29 Ankebût
28-35; 51 Zâriyât 31-37) ve Kitab-ı Mukaddes (Leviller 18: 22, 20:13; Romalılar: 1: 26,27; Yaratılış: 19: 8-25;
Yahuda: 1:7), başta eşcinsellik olmak üzere farklı cinsel yönelimlerin
tümüne karşı çıkmakta; bunu savunanlara Lut Kavminin helakını, helak şeklini
hatırlatmaktadır.
Vatikan da
yaptığı açıklama ile eşcinselliğin ikinci şekline karşı çıkmaktadır: “Papa 16.
Benedikt, Noel konuşmasında: `Kimin erkek ya da kadın olduğuna karar veren
insanlar değil Tanrı`dır.` `Kilise sadece, herkese ait yaradılış armağanları
olan dünyayı, havayı, suyu savunmamalı, aynı zamanda insanlığı, kendini imha
etmekten de korumalı. Kadınlarla erkekler arasındaki birliğe saygı göstermeme, `insanoğlunun
kendi kendini imhasına’ yol açacak.”[23]
Biyolojik Cinsiyetin İnsan Davranışlarına Etkisi
İnsan nesli için
cinsiyet, eş (zevc) yaratılma kanuniyetinin ortaya çıkardığı bir olgudur.
Cinsiyet farklılığı, biyolojik bir gerçekliktir. İnsan iradesinden bağımsız,
ilahi hikmetin bir sonucudur. İnsanların
beyninde “cinsiyet şeması” adı verilen bir yapılanış/yazılım bulunmaktadır.[24]
Cinsiyet şemaları, erkeklerin ve kadınların nasıl davranması gerektiğiyle
ilgili bilgi ve kurallardan oluşmaktadır. Dolayısıyla cinsiyet farklılığı,
kadın ve erkeğin anatomik, fizyolojik,
genetik, psikolojik, zihinsel ve beyin yapılarında farklılıklara sebebiyet
vermektedir. Kadınlarda sağ beyin lobu gelişkinken erkeklerde sol beyin
lobu gelişkindir. Sağ beyin lobu, duygusal zekâya; sol beyin lobu, sayısal
zekâya göre organize olmuştur. Loblar arasındaki çapraz bağlar, sayısal ve
duygusal zekâların geliştirilmesinde önemli rol oynamaktadır.
Kadın ve erkek
beyninin farklı olması, kadın ve erkeğin psikolojisinde, zihinsel
faaliyetlerinde, düşünme ve davranışlarında farklılıklara sebebiyet
vermektedir. Erkek ve Kadın, dinleme-konuşma, üzüntü-mutsuzluk,
motivasyon, ilgi- beğenilme, duygularda dalgalanma, para kullanma-sarf etme,
şikayet etme, geçmişi yaşama-unutma, risk alma-zorluklarla mücadele, sorun
çözme/sorun karşısında tavır, zaman kullanımı, sabır, güven duygusu, meslek
seçimi, ağlama, eleştirme-çekiştirme, empati, fonksiyonellik ve görünüş,
hastalıklar, beklenti gibi
konularda çok ciddi farklılıklar göstermektedir.[25]
Cinslerin beyin yapısından kaynaklanan belli alanlardaki gelişme
farklılıkları, onlara hayatta, doğal olarak, farklı rol ve sorumluluklar
yüklemektedir. Bu farklı rol ve sorumluluklar, evlilik ile birlikte (aile
hayatı) eşlerin birbirinin eksikliğini tamamlamasını, bütünleşmesini,
olgunlaşmasını ve mükemmelleşmesini sağlamaktadır (2 Bakara 187).
Genetik
etkilerle çevresel etkilerden dolayı cinsiyet farklılığı, cinsiyet rolünde
farklılaşmaya neden olmaktadır. Cinsiyet farklılığı, doğumdan hemen sonra
çocuklarda etkisini göstermekte, kız ve erkek çocukların pek çok davranışı,
cinsiyete bağlı olarak şekillenmektedir. Bu konuda yapılan pek çok araştırma,
biyolojik olarak meydana gelen cinsiyet farklılığının, cinslerin farklı
düşünme, tutum, tavır ve davranış göstermesine neden olduğunu ortaya
koymaktadır.[26]
California (L.
A.) Üniversitesinde Profesör Richard Haier’in, kadın ve erkeklerin
beyinlerindeki gri ve ak madde dağılımını inceleyen araştırması sonuçlarına
göre, “Kadınlardaki ak madde oranı, erkeklerinkinin 6,5 misli”; “erkeklerdeki
gri madde oranı, kadınlarınkinden 10 misli fazladır.” Ak madde, bilgiler
arası bağlantının kurulmasını; gri madde ise beynin bilgi işlemesini
sağlamaktadır.[27]
Bu nedenle kadınlar bilgiler arasında erkeklere nazaran daha hızlı ilişki
kurabilmektedir.
Yapılan çalışmalara göre, anne
karnındaki kız çocuğunun dudak hareketi, erkek çocuğun dudak hareketinin 2-2,5 katı kadar fazladır.[28] Bu
farklılık, kadınların konuşma eğiliminin erkeklere nazaran çok daha fazla
olmasını sağlamaktadır. Muhtemelen bunun ana sebebi, çocuklarla iletişim kurma
ve çocuklara dil öğretme ile alakalıdır. Muhtemelen anadil denmesinin
sebebi de budur.
Çocukların davranışları üzerinde
biyolojik cinsiyetin etkisini görebilmek amacıyla, sosyal çevrenin etkisini
nötralize ederek bazı araştırmalar yapılmıştır. Bu araştırmalarda uzmanlar
doğuştan getirilen bir özellik olarak cinsiyetin tercihlere, kişiliğe,
yeteneklere etkisinin olup olmadığını araştırmışlardır:[29]
Moleküler genetik uzmanı Bahri Karaçay: “Acaba cinsiyetler arasındaki
davranış farklılıkları çevreden bağımsız mı oluşmaktadır?” “Uzun bir süredir
yeni doğan bebekler arasında cinsiyet açısından davranış farklılıkları olduğu
konusunda ipuçları vardı.” Ancak davranışların yaşamın ilerleyen dönemlerinde
sosyal ve bilişsel faktörler tarafından etkileniyor olması, doğumla gelen
farklılıkların gerçek olup olmadığı konusunda belirsizliğe neden oluyordu.
Örneğin kız çocukları oyuncak bebeklerle, erkek çocuklar arabalarla oynamayı
gerçekten kendileri mi seçiyor, yoksa oyuncak tercihleri anne-babaların seçimi
sonucu mu şekilleniyor?
Bu soruya cevap
bulmak için yola çıkan Texas A&MÜniversitesi’nden Gerianne Alexander ve
Melissa Hines çocuklar arasında gözlenen oyuncak tercihi farklarının ne ölçüde
doğuştan gelen bir özellik olduğunu belirlemeye çalıştı. Alexander ve Hines oyuncak tercihini
etkileyebilecek sosyal ve bilişsel etkenlerden arınmış bir ortam sağlamanın imkânsız
olduğunu bildikleri için araştırmalarını biyolojik olarak insana en
yakın türlerden biri olan maymunlarla yaptı. Daha önce hiç oyuncak
görmemiş maymun topluluklarında maymunların oyuncaklara vereceği tepkiler
oyuncak tercihinin biyolojik temellerinin olup olmadığı hakkında kesin cevaplar
elde edilmesini sağlayacaktı.
Araştırmada, maymunlara top, polis arabası (erkeksiz), bebek, tencere (kadınsı), resimli kitap ve içi doldurulmuş bez bir köpek (nötr) verilmiş “Araştırmanın sonucunda: Çocuklarda olduğu gibi maymun yavrularında da cinsiyete bağlı tercih yapıldığı görülmüştür. Dişi maymun yavruları zamanlarının büyük bir bölümünü bebek ve tencereyle oynamakla geçirirken; erkek maymun yavruları araba ve topla oynamışlardır. Uzmanlar dişi maymunların bu tercihini “annelik güdüsü”ne bağlamışlardır. Bu ve benzeri araştırmalar, cinsiyete bağlı farklılıkların sosyal olarak değil biyolojik olarak (doğuştan) getirildiğini göstermektedir.”[30]
Bee ve Boyd (2009)
çocuk gelişimini inceledikleri
kitaplarında, cinsiyete bağlı farklılıkların biyolojik temelli olduğunu
gösteren araştırma sonuçlarını vermektedirler: “Doğum
öncesi testesterone maruz kalmanın insan davranışları üzerindeki etkilerine
yönelik doğal veriler söz konusu. Normal bir gelişim gösteren dişi embriyolar
çok küçük oranlarda testesteron üretirler. Öte yandan, genetik kusurlar bazen daha büyük oranlarda testesteron üretilmesine neden olur. Bu kusurlar cinsel organlarda fiziksel kusurlara neden olabilir.
Ayrıca bu durumu yaşayan kızların diğer kızlara oranla erkek davranışlarını
daha fazla sergiledikleri görülür.
Bölümün başında değindiğimiz bebeklerde cinsiyet değiştirme ameliyatları
gibi vakaların sonuçları hormonal etkilerle açıklanmaya çalışılmıştır. Bu
durumdaki erkek çocukların birçoğunda deforme
olmuş cinsel organ gelişimine neden olan genetik bir kusur söz konusudur. Bununla birlikte bu kusur,
yalnızca testesteronun cinsel organlar üzerindeki etkisini değiştirmektedir.
Bu fetüslerin beyinleri doğum öncesi gelişim sırasında normal düzeyde testesterona maruz kalmıştır. Hormonal hipoteze göre bu tür bir genetik kusur taşıyan erkek çocuklarda kız çocuk gibi büyütülseler bile erkek toplumsal cinsiyet kimliği gelişir. Çünkü doğum öncesinde beyinleri erkek fetüslere özgü oranda testesterona maruz kalmıştır. Bunun sonucunda da diğer erkek çocuklar gibi erkek çocuklara özgü şeylere yönelme eğilimi ile dünyaya gelirler ve gelişmekte olan benlik kavramlarına içten içe bu tip şeyleri dâhil ederler. Bu yaklaşıma göre kız olduklarına inandırarak büyütmekle bu çocukların benlik kavramlarına kadınlık duygusunun aşılanacağı beklentisi makul değildir.”[31]
Psikiyatrist Nevzat Tarhan’a göre Türkiye’de kızların/kadınların meslek olarak eczacılık, mimarlık, edebiyat öğretmenliği gibi alanları tercih etmelerinin sebebi, kadınların sahip olduğu genetik yapıdır: “Bu, acaba öğrenilmiş bir davranış mıdır?” Hayır, değil. Bütün bunlar şunu gösteriyor: Kadın, farkında olmadan genlerinin emrettiği gibi hareket ediyor. Genetik algoritmasına uygun davranıyor. Yazılım nasıl yönlendiriyorsa ona eğilim gösteriyor. Kadının kişiliği ve bilhassa toplumsal rolü bu şekilde oluşuyor. Meslek seçiminde de “kişilik” ön plâna çıkıyor. Şahsiyet oluşumunda genetik algoritmaya göre yönelmeleri söz konusudur.”[32]
Eğer Bu Gidişe Dur Denmezse Olacak Olan
Bizim toplumsal yapımızla, Kültür ve medeniyet değerlerimizle uyuşmayan,
hatta çatışan “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” kavramı ve buna dayalı politikalar,
uygulamaya girdiği andan itibaren, toplumsal yapıda derin yaralar açmış ve
açmaya da devam ediyor/edecektir de.
Batı’nın benimsediği politikalar, kendi
toplumsal yapısını altüst etmekte ve bunalım toplumu meydana getirmektedir.
Batı dünyası insan neslini kendine yabancılaştırıp bunalıma sürüklerken Türkiye’nin
bu kervana katılması üzücüdür. Bu nedenle fıtratın %40 etkisinin öngördüğü
cinsiyet rolü ile çevresel etkilerin(sonradan kazanımların) öngördüğü cinsiyet
rolü arasında farklılaşma, çatışma olmamalıdır. Fıtratın öngördüğü cinsiyet
rolünü, çevresel etkiler desteklemeli ve beslemelidir. Herhangi bir çatışma, insan ruhunda çatışmaya ve bunalıma sebebiyet
vermektedir.
Harvard Üniversitesinden Dr. Brizendine’in Toplumsal Cinsiyet Eşitliği
ile ilgili yaptığı itiraf ve değerlendirme bu açıdan çok önemlidir: “…Oysa bize insanlardaki cinsiyet ayrımının ailelerin çocukları kız ya da
erkek olarak yetiştirmelerinden kaynaklandığı öğretilmişti. Bugün
bunun tamamen doğru olmadığını biliyoruz… Özgür irade ve
politik olarak doğru davranmak adına biyolojinin beyin üzerindeki etkisini
görmezden gelmeyi deniyoruz, kendi doğamızla savaşıyoruz.”[33]
Batı dünyasının
bugünkü bunalımının temel nedeni budur. Türkiye’yi
yönetenlerin bu gerçeği görüp hatalı yoldan bir an önce dönmeleri hem
kendilerinin hem de ülkenin yararına olacaktır. Eğer bu yapılmaz ise savaşın üçüncü raundu kaybedilebilir. Nötr cinsiyet hareketi stratejisinde savaşın
üçüncü raundu, tüm dinlerin, kültür ve medeniyetlerin tasfiye edilerek
toplumların sürüleştirilmesi, yığın hâline getirilmesidir.
Öyleyse; 2011 İstanbul Sözleşmesi
feshedilmeli ve Aileyi Koruma Yasası kendi inanç sistemimize, kültür ve
medeniyet kodlarımıza göre yeniden hazırlanmalıdır.
Henüz Vakit Varken!
[1]Meryem Şahin, Mücahit Gültekin, Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Dayalı Politika Uygulayan Ülkelerde Kadın ve Aile, SEKAM, İstanbul 2015. http://islamianaliz.com/yazi/cinsel-istismar-ve-hukukun-manipulasyonu-amerika-3581#sthash.WP6rKvCC.dpbs
[2] Meryem Şahin,
Mücahit Gültekin, Toplumsal Cinsiyet
Eşitliğine Dayalı Politika Uygulayan Ülkelerde Kadın ve Aile, SEKAM,
İstanbul 2015. Mücahit Gültekin, Batı Tarafından Hacklenmek: 2053'te Türkiye
Nasıl Bir Ülke Olacak? 13.5.2018; http://islamianaliz.com/yazi/bati-tarafindan-hacklenmek-2053te-turkiye-nasil-bir-ulkeolacak-3626#sthash.1bxaeuLH.h5RCo3jD.dpbs
[3] http://islamianaliz.com/yazi/cinsel-istismar-ve-hukukun-manipulasyonu-amerika-3581#sthash.WP6rKvCC.dpbshttp://www.cocukaile.net/cinsel-istismarin-tarihi/
[4] Mücahit
Gültekin, Algı Yönetimi ve Manipülasyon,
Pınar Yayınları, İstanbul, 5. Baskı, 2018, s.153-212. Ufuk Coşkun, “Ailesiz
Toplum Projesi”, 18 Ekim 2018, https://www.milatgazetesi.com/ufuk-coskun/ailesiz-toplum-projesi/haber-182566;
Ümit ŞİMŞEK Bilim tarihinin en ahlâksız deneyi ve günümüzdeki sonuçları, 24 Ekim 2018; https://yazarumit.com/bilim-tarihinin-en-ahlaksiz-deneyi-ve-gunumuzdeki-sonuclari/
[5] Mücahit
Gültekin, Algı Yönetimi ve Manipülasyon,
Pınar Yayınları, İstanbul, 5. Baskı, 2018, s. 153-212. Ahmet H. Çakıcı, Türkiye'de 'Ailesiz Toplum Projesi'-2, İnsansız Bir Gelecek.22.10.2018
http://www.ekrangazetesi.com/haber/15064/ahmet-h-cakici-yazdi-turkiyede-ailesiz-toplum-projesi-2-insansiz-bir-gelecek.html; Ailesiz Toplum
3, İstanbul Sözleşmesi, LGBT Toplum ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği http://www.ekrangazetesi.com/haber/15131/ahmet-h-cakici-yazdi-ailesiz-toplum-3-
istanbul-sozlesmesi-lgbt-toplum-ve-toplumsal-cinsiyet-esitligi.html; http://ahmethakancakici.blogspot.com/2018/11/ailesiz-toplum-modern-family-ya-sonras.html
Ailesiz Toplum 4- Bi Acayip Aileler; http://ahmethakancakici.blogspot.com/2018/10/ailesiz-toplum-4-bi-acayip-aileler.html
[6] Mücahit Gültekin, Algı Yönetimi ve Manipülasyon, Pınar Yayınları, İstanbul, 5. Baskı, 2018, s. 153-212. https://stopthekinseyinstitute.org/more/a-child-victim/
[7] Mücahit Gültekin, Algı Yönetimi ve Manipülasyon, Pınar Yayınları, İstanbul, 5. Baskı, 2018, s. 153-212. http://www.cocukaile.net/cinsel-istismarin-tarihi/
[8] Mücahit
Gültekin, Algı Yönetimi ve Manipülasyon,
Pınar Yayınları, İstanbul, 5. Baskı, 2018, s. 153-212.
[9] Mücahit
Gültekin, a.g.e., s. 153-212.
[10] Mücahit
Gültekin, a.g.e., s. 153-212.
[11] Mücahit
Gültekin, a.g.e.,2018, s. 153-212.
[12] Mücahit
Gültekin, a.g.e., s. 153-212.
[13] Mücahit
Gültekin, a.g.e., s. 153-212.
[14] Nesrin Yetkin, Cinsel Yönelim Ayrımcılığı ve STK'lar, CETAD (Cinsel Eğitim, Tedavi ve Araştırma
Derneği) .
http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/diger/132868/Escinsellik_Bir_Hastalik_midir_.html
[15] Mücahit
Gültekin, Algı Yönetimi ve Manipülasyon,
Pınar Yayınları, İstanbul, 5. Baskı, 2018, s. 153-212.
[16] Yazır E., M,.H.,
Hak Dini Kur’ân Dili, Azim Dağıtım,
İstanbul, c.6, s.415-416.
[17] John R. Taylor,
Chris Zafaritos, Fizik ve Mühendislikte
Modern Fizik, ARTE-Güven, İstanbul, 1996, S: 295-319.
[18] Tarhan, N., Son Sığınak Aile, Nesil Yayınları, İstanbul, 2010.
[19] Müslim, Bab no:
6.
[20] Müslim, Cennet
63, (2865).
[21] Sivil Toplum
Kuruluşları Basın Bildirisi, Mart, 2010.
[22] Haber 7
10.03.2010.
[23] Time Türk, 23.12.2008; Ntv 24.12.2008.
[24] Meryem Şahin,
Mücahit Gültekin, Toplumsal Cinsiyet
Eşitliğine Dayalı Politika Uygulayan Ülkelerde Kadın ve Aile, SEKAM,
İstanbul 2015.
[25] Tarhan, N., Kadın Psikolojisi, Nesil Yayınları,
İstanbul, 2008.
[26] Tarhan, N., Kadın Psikolojisi, Nesil Yayınları, İstanbul, 2008. Louann Brizendine, Kadın Beyni, Say Yayınları: İstanbul.
[27] Tarhan, N., Son Sığınak Aile, Nesil Yayınları,
İstanbul, 2010., Tarhan, N., Kadın
Psikolojisi, Nesil Yayınları, İstanbul, 2008.
[28] Tarhan, N., Son Sığınak Aile, Nesil Yayınları,
İstanbul, 2010., Tarhan, N., Kadın
Psikolojisi, Nesil Yayınları, İstanbul, 2008.
[29] Karaçay, B. (2013) “Erkek Beyni Kadın Beyni”, Bilim ve Teknik, Şubat, sayı:543.
[30] Karaçay, B. (2013) “Erkek Beyni Kadın Beyni”, Bilim ve Teknik, Şubat, sayı:543.
[31] Bee, H., Boyd, D. (2009), Çocuk Gelişim Psikolojisi, Kaknüs Yayınları, İstanbul.
[32] Tarhan, N., Kadın Psikolojisi, Nesil Yayınları,
İstanbul, 2008.
[33] Louann Brizendine, Kadın Beyni, Say
Yayınları: İstanbul.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder