4 Mayıs 2018 Cuma

2018 Seçimlerine Giderken Siyasetteki Dil Sorunu-1

 (Milli Gazete)

Türkiye; Cumhurbaşkanı, milletvekili ve yerel yönetimler olmak üzere üç seçimi gerçekleştireceği yeni bir seçim dönemine girmiştir. Cumhurbaşkanı ve milletvekili seçimleri 24 Haziran 2018 tarihinde gerçekleşecektir. Yerel yönetimlerin seçimleri ise muhtemelen 2019 yılına sarkacaktır. Her halükârda bir ya da bir buçuk yıl içerisinde Türkiye üç seçim yaşayacaktır.

Bölgenin kan gölüne döndüğü ve dünyanın çok sert soğuk savaş dönemini yaşadığı, Şer İttifakı (ABD-Siyonizm-İngiltere-İsrail) tarafından yeni dünya düzeni için 3. Dünya Savaşı’nın çıkarılmak istendiği, bölgenin paramparça edilmek istendiği bir dönemde, Türkiye’deki seçimler iç, bölgesel ve küresel dinamiklerin etkileşiminde gerçekleşecektir. Şer İttifakı’nın (ABD-Siyonizm-İngiltere-İsrail) Türkiye’deki seçimlere bigâne kalması mümkün değildir. Bununla beraber bölgesel dinamiklerden, AB, Rusya, İran, Suudi Arabistan, İsrail ve küresel dinamiklerden Çin, dozajı farklı da olsa değişik nedenlerle, Türkiye’deki seçimlerle ilgilenecektir. Bölgede savaşan projeler, bunu zorunlu kılmaktadır.

Bu üç seçimde sadece iç dinamiklerin asıl rolü oynaması/oynayabilmesi için Türkiye’nin iç dinamiklerini birleştirip bütünleştirecek bir söyleme, dile ve politikaya ihtiyaç vardır.

O nedenle seçimleri bir kavga, gerilim ortamından kurtarmak gerekmektedir. Huzurlu bir seçim ortamı oluşturmak, başta siyasiler olmak üzere genel olarak tüm toplumun, özel olarak da STK/gönüllü kuruluşlar/cemaatlerin görevidir. Bunun için kullanılacak dil ve söylem önem kazanmaktadır.

Bu yazıda, bölgede savaşan projeler ile bugünkü siyasi dilin arka plânı, tarihi kökeni ele alınıp değerlendirilecektir.

BÖLGEDE SAVAŞAN PROJELER

Son gelişmeleri göz önüne aldığımızda Şer İttifakı (ABD-İngiltere-İsrail-Siyonizm), PKK, PYD/YPG, DAEŞ gibi terör örgütlerini kullanarak öncelikle Irak ve Suriye’yi bölmeye çalışmaktadır. ABD’nin, Türkiye’ye rağmen PYD/YPG’yi “stratejik ortak” ilân edip düzenli orduya geçmesi için eğitmesi ve ağır silahlarla donatmasının sebebi budur.

Ancak Irak ve Suriye’nin bölünmesi, sadece lokal bir vaka olarak ele alınıp değerlendirilirse hata yapılır. Daha sonrası için hedef, İran, Türkiye, Mısır ve Pakistan’dır. Bölgede vuku bulan olaylar, bölgede çatışan projeler kapsamında ele alınıp değerlendirilmelidir.

Bölgede Türkiye, İran, Suriye ve Irak görünürde terör örgütleri (PKK, PYD/YPG, DAEŞ) ile savaşıyor; gerçekte bu dört ülke, terör örgütleri üzerinden Şer ittifakı (ABD-İngiltere-İsrail-Siyonizm)  ile savaşıyor. Ancak bu gizli savaşın adı henüz konmamıştır.

Hem küresel hem de İslâm coğrafyasında hâkimiyet kurma amaçlı çatışan projeleri, aşağıdaki gibi sınıflandırabiliriz:

  • “21. Yüzyıl ABD Yüzyılı” (PNAC) (ABD),
  • “Büyük Ortadoğu Projesi” (BOP; ABD-İsrail-İngiltere-Siyonizm),
  • “Küresel Savaş Projesi”/ “Üçüncü Dünya Savaşı Projesi” (ABD-İsrail-İngiltere- Siyonizm),
  • “Tek Dünya Devleti/Tek Dünya Hükümeti” (Siyonizm),
  • “Büyük İsrail Projesi”( BİP; İsrail-Siyonizm, ABD destekli),
  • “2. Sevr Projesi” (AB),
  • “Avrasya’nın Hıristiyanlaştırılması (Dinler Arası Diyalog) Projesi” (Vatikan),
  • ‘NATO’nun Evrenselleşmesi ve İslâm Coğrafyasına Yerleşmesi Projesi’,
  • “Serbest Piyasa”-“Özelleştirme projesi” (ABD-Siyonizm-Küresel Sermaye-AB), 
  • “İslâm›ın İslâm›la Savaştırılması Projesi” (RAND Raporu: Dört Müslüman Tip, 2009-H. Clinton’ın Kriptosu, 2009-Pandth’in Komisyonu),
  • “Çok Kutuplu Ortadoğu Projesi”; “Ayrı, Dengeli Güç Odakları Oluşturma ve Bölge Güçlerinin Birbirini Dengelemesi Projesi” (ABD),
  • “Kadife Darbeler Zinciri Projesi”,
  • “Rusya’nın Küresel Güç Olma Projesi”,
  • “Sıcak Denizlere İnme-Eski Müttefikleri Kazanma Projesi” (Rusya),
  • “Çin’in Küresel Güç Olma Projesi”,
  • “Düşmanla/Rakiple Güvenlik Alanının Dışında Hesaplaşma Projesi” (ABD/Çin/Rusya): “Vekâlet Savaşları”,
  • “Yeni Osmanlı Projesi-Bölgesel Güç Olma Projesi” (Türkiye),
  • “Etnik-Mezhepsel Fay Hatları Oluşturma Projesi-Kaos Projesi” (ABD/AB/Rusya/Çin/Siyonizm),
  • “Şia Savunma Hattı Projesi” (İran-Irak-Suriye-Lübnan),
  • “Şia Eksenini Parçalama, Yayılmasını Engelleme ve Sünni Bir Eksen Meydana Getirme Projesi” (Suudi Arabistan/Katar/Türkiye/ Mısır) / (Sünni Arap Yönetimleri + İsrail)
  • “İsrail Suudi Arabistan Ekseni Oluşturma Projesi” ( ABD-İsrail-İngiltere-Siyonizm).
  • “Ilımlı İslâm Projesi”(!) ( ABD-İsrail-İngiltere- Siyonizm).

Bugün; bölge ülkelerini bölmek ve birbiri ile savaştırmak, böylelikle İsrail’i rahatlatabilmek ve genişlemesini sağlamak, enerji havzalarına el koymak, Filistin meselesini göz ardı edebilmek, hatta bir küresel savaş çıkarmak için Türkiye’yi provoke ederek kullanabilmek hedeflenmektedir(1, 2).

İsrail Meclisi, Netanyahu’ya, “İran’a savaş açma yetkisi” vermiştir. İsrail, Filistin’de her geçen gün katliamlarını artırmakta ve yaygınlaştırmaktadır. Ayrıca İsrail, her geçen gün, Suriye’de bir bölgeyi bombalayarak “güvenli bölge” adı altında Suriye topraklarını işgal edip yayılmaktadır.

Şer İttifakı yanı başımızdaki Ermenistan’da seçimler üzerinden bir Kadife Darbe gerçekleştirmiştir. Böylece Türkiye’nin güneyinde olduğu gibi şimdi de Türkiye’nin kuzeyinde Türkiye, İran ve Rusya’nın ortasına yerleşmeye çalışmaktadır. Türkiye, bu kuşatma hareketini görmek ve yarmak zorundadır.

Türkiye, böyle bir atmosferde seçime gitmekte, iki seçimi birlikte yapmaktadır. Türkiye bu seçim sürecini kardeşlik içinde tamamlamalıdır.

Bunun için de, kullanacağımız dil ve üslup önemlidir.        

TARİHTEN MİRAS KALAN BİR HASTALIK: “Karalayıcı İttihat Terakki Dili”

Osmanlı’da İttihatçılar tarafından inşa edilip yaygınlaştırılan siyasi bir mantık vardır: Muhatabı suçla, karala, küçük gör, küçük düşür, tehdit et ve yok et.

Milli Mücadele sonrasında Büyük Millet Meclisi’nde gücü eline geçiren, İttihat Terakki’nin ikinci derecede kadrosu, yapılacak olan reformları, inkılâpları meşru gösterebilmek sorunu ile karşı karşıya idi. Askeri güç elindeydi; ama bu yeterli değildi. Yapılacak devrimlere sahip çıkacak bir tabana da ihtiyaç vardı. Batı kültür ve medeniyeti değerleri üzerine inşa edilen bir sisteme sahip çıkacak seküler, laik bir toplum kesimi inşa etmek, yeni yönetimin en temel sorunlarından biriydi. Bu yeni taban, Osmanlı’nın kötülenmesi, karalanması temelinde yapılacak bir propaganda ile elde edilmeye çalışıldı. 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Osmanlı Devleti’nin kuruluşunun 700. yılı nedeniyle yaptığı bir konuşmada (9.10.1999), Osmanlı’nın şuurlu bir şekilde, kasti olarak suçlandığını, karalandığını, bunun ana politika olduğunu ifade etmiştir:

“Cumhuriyetin ilk dönemlerinde rejimin oturması için Osmanlı aleyhinde bir söylem geliştirilmişti; artık bu tehlike geçmiştir; çünkü Cumhuriyet kendi nesillerini yetiştirmiştir; Osmanlı’yı suçlamamızın bir manası kalmamıştır. Osmanlı ile barışmak gerekir.”

 Cumhuriyet dönemi ile birlikte yeni sistemin oturtulabilmesi ve daha başarılı gösterilebilmesi için Osmanlı, özellikle son Sultan Vahdettin, ilkokuldan üniversiteye kadar okutulan tarih kitaplarında, “korkak”, “İngiliz işbirlikçisi” ve “hırsız” olarak tanıtılmıştır. “Sevr anlaşmasını kabul edip imzalayan bir vatan haini” olarak takdim edilmiştir. Mustafa Kemal, Nutuk’ta Vahteddin’i ihanetle ve menfaatperestlikle suçlamaktadır:

“Saltanat ve Hilâfet makamında oturan Vahdettin soysuzlaşmış, şahsını ve bir de tahtını koruyabileceğini hayal ettiği alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın başkanlığındaki hükümet aciz, haysiyetsiz ve korkak, yalnız padişahın iradesi altında ve onunla beraber şahıslarını esirgeyebilecek herhangi bir duruma razı...”

Eski Başbakan Ecevit, ahir ömründe, resmi tarihin bu iddialarına karşı çıkmıştır:

“O bir hain değildir. Bazı hoş olmayan şeyleri mecburen yapmıştır. Bu arada ülke için çok iyi şeyler de yapmıştır.

‘Kurtuluş Savaşı’na açıktan olmasa bile belirgin şekilde destek oldu. İstanbul’dan ayrılacağı zaman devletin elinde külliyetli altın ve para vardı. O, çok az bir miktar aldı. İstese tümünü alabilirdi. Saygıdeğer bir davranışta bulundu.”(3)

Ecevit’in bu açıklamasına o zamanki Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof.

Dr. Yusuf Halaçoğlu destek vererek resmi tarih tezini yalanlamıştır:

 “Atatürk, Vahdettin’in yaveridir. Birlikte Berlin’e gittiler... Genelkurmay’ın, Atatürk ve Vahdettin’in telgraflarına yer veren yayını vardır. O kitapta Atatürk, Nutuk’ta yazdıklarından farklı şeyler söylüyor.”(4)

Cumhuriyet tarihi boyunca kanunlar bir baskı ve susturma aracı olarak kullanılmış ve yeni yönetime karşı söylenen her şey ihanet muamelesi görmüştür. 

Başvekil İsmet İnönü’nün 1925 yılında Muallimler Birliği’nde yaptığı konuşma, bu karalayıcı, suçlayıcı, itham edici zihniyetin tam bir özetidir(5):

“…Tevhid-i Tedrisatı düşündüğümüz zaman, avamfiribâne iğfalâta vesile yapılacağını tahmin etmiyor değildik. Bizim için bunların hepsi malûm idi... Bu gibi itirazların ne gibi netayici olacağını hep biliyorduk… Mugalatalara, tezvirlere boyun eğmek, itiraf-ı acz olurdu. İnkılâplar kâdir ve kâhirdir... O fiili tecelliye kadar biz bu hakikati kanunen, cebren, inkılâpla telkin ve onu tatbik edeceğiz... Hedefe varmak için her cahilâne itiraz ve teşebbüs bertaraf edilecektir.”

Serbest Fırka’yı kuran ve kurduranlar, Mustafa Kemal dâhil, o gün için devlet gücünü elinde bulunduranlardı. Halkın, Halk Fırkası’na karşı Serbest Fırka’ya büyük teveccüh göstermesi, Serbest Fırka’nın sonunu getirmiş; suçlama, karalama, tehdit ile parti kapattırılmıştır(6, 7):

“ Ahmet Ağaoğlu: …Anarşi ve irtica bize yanaşmazdı!.. Fakat ısrar olundu! Küfür, tahkir, isnat yağdırdılar; vatansızlıkla, ecnebiperestlikle itham edildik!” (6, 7) 

“Fethi Okyar: O halde, neden arkadaşlar, neden fırkamızı behemehâl Gazi’ye karşı bir fırka olarak göstermek istiyorlar? Bunu söylemek Türkiye’de muhalif bir fırkanın vücut bulmasını muhal kılmak demektir. Efendiler bu hakikaten muhaldir.” (6, 7)

 Cumhuriyet dönemi yöneticilerinin genetik yapısına işlemiş olan, karalama, ihanetle suçlama, Mustafa Kemal-İnönü kavgasında da kendisini göstermiş, Mustafa Kemal öldükten sonra İnönü paralardan Mustafa Kemal’in resimlerini kaldırtmıştır.

Cumhuriyet Halk Partisi içinden çıkıp Demokrat Parti’yi kuran bir kadro, 1946 ve 1950 seçimlerinden sonra aynı şekilde suçlanmış, tehdit edilmiş ve karalanmıştır(6).

İttihat Terakki ile başlayan geçmişi ve rakipleri tehdit, karalama ve ihanetle suçlama yaklaşımı, Cumhuriyet döneminde yetişen bir neslin karakteristik özelliği olmuştur.

Bugün meydanlarda kullanılan siyasî dilin böyle bir geçmişi vardır.

SONUÇ: “SÖZ OLA KESE SAVAŞI, SÖZ OLA KESTİRE BAŞI”

Cumhuriyet tarihi boyunca hükümetler, partiler değişmiş; fakat cumhuriyet neslinin genlerine yerleştirilen kavgacı siyaset mantığı değişmemiştir.

Cumhurbaşkanı-Başbakan, iktidar-muhalefet ilişkileri genellikle hep bu zeminde gelişmiştir. Bununla beraber geçmiş siyasi tartışmalarda bir seviye vardı. Bugün siyasî partiler arasındaki iktidar kavgası, mahalle kabadayılarının kavgasına benzemekte; kullandıkları dil, kabadayıların ve kahve kültürünün benzeri hatta daha ileri safhası olabilmektedir.

Seçim zamanlarında kullanılan suçlayıcı, itham edici, karalayıcı, aşağılayıcı siyasi dil, son yıllarda siyasetin doğal dili haline gelmeye başlamıştır. Ne yazık ki, bugün taraflar, karşı görüştekileri aşağılayan, hakaret eden ve hatta ihanetle suçlayan bir dil kullanmaktadır.

Kullanılan bu dil, çirkin, seviyesiz ve ürkütücüdür. Kullandıkları ifadelerin etkisi, sadece parti yöneticileriyle sınırlı kalmamaktadır. Siyasilerin tüm konuşmaları, öncelikle kendi tabanlarını etkilemekte, aynı dili taban da kullanmaya başlayınca seviye düşmekte, toplumda gerilim yükselmekte ve toplumsal ilişkiler bozulmaktadır.

Unutulmaması gereken çok önemli bir gerçek de, bu seçimlere bir buçuk milyon genç, yeni seçmen olarak katılmaktadır. Yeni nesil sert, kırıcı, hakaret edici, suçlayıcı, buyurgan, emredici bir dilden hoşlanmamaktadır.

Öyleyse;

“Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı

Söz ola ağulu aşı, balıla yağ ede bir söz

Kelecilerin bişirgil yaramazunı şaşırgul

Sözün us ila düşürgil demegil çağ ide bir söz

Kişi bile söz demini, demeye sözün kemini.”

Yunus Emre’nin mısralarında olduğu gibi dilin önemini bilerek, her alanda -özellikle siyasi alanda- yapıcı ve inşa edici bir dil kullanmalıyız.

KAYNAKLAR

  1. Can, B., İslâm Coğrafyası Ve Küresel Savaş-1: “Kaostan Kaynaklanan Düzen” Ve “Küresel Savaş”, Umran, Eylül 2017.
  2. Can, B., İslâm Coğrafyası Ve Küresel Savaş-1: Küresel Savaş Türkiye Üzerinden mi(!)? Çıkarılmak İsteniyor, Umran, Ekim 2017.
  3. Ecevit, B., “Vahdettin Hain Değildi”, Zaman, 16.07.2005.
  4. Kaplan, S., Hürriyet, 18.07.2005.
  5. Ertunç A. C., Cumhuriyetin Tarihi, Pınar Yayınları, İstanbul, 2002.
  6. Ağaoğlu A.,, Serbest Fırka Hatıraları, İletişim Yayınları 1994, İstanbul, S:226.
  7. Okyar, O., Mehmet Seyitdanlıoğlu, Fethi Okyar’ın Anıları, Türkiye İş Bankası

    Yayınları, Ankara, 1997, S:86.

  1. Yıldız, A., İktidar Kavgaları ve Sanal İrtica, Pınar Y., İst. 2000, s.162,178.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...