(Milli Gazete)
Türkiye; Cumhurbaşkanı, milletvekili ve yerel yönetimler
olmak üzere üç seçimi gerçekleştireceği yeni bir seçim dönemine girmiştir.
Cumhurbaşkanı ve milletvekili seçimleri 24 Haziran 2018
tarihinde gerçekleşecektir. Yerel yönetimlerin seçimleri ise muhtemelen 2019
yılına sarkacaktır. Her halükârda bir ya da bir buçuk yıl içerisinde Türkiye üç
seçim yaşayacaktır.
Bölgenin kan gölüne döndüğü ve dünyanın çok sert soğuk savaş dönemini
yaşadığı, Şer İttifakı (ABD-Siyonizm-İngiltere-İsrail) tarafından yeni dünya
düzeni için 3. Dünya Savaşı’nın çıkarılmak istendiği, bölgenin paramparça
edilmek istendiği bir dönemde, Türkiye’deki seçimler iç, bölgesel ve küresel
dinamiklerin etkileşiminde gerçekleşecektir. Şer İttifakı’nın
(ABD-Siyonizm-İngiltere-İsrail) Türkiye’deki seçimlere bigâne kalması mümkün
değildir. Bununla beraber bölgesel dinamiklerden, AB, Rusya, İran, Suudi
Arabistan, İsrail ve küresel dinamiklerden Çin, dozajı farklı da olsa değişik
nedenlerle, Türkiye’deki seçimlerle ilgilenecektir. Bölgede savaşan projeler,
bunu zorunlu kılmaktadır.
Bu üç seçimde sadece iç dinamiklerin asıl rolü
oynaması/oynayabilmesi için Türkiye’nin iç dinamiklerini birleştirip
bütünleştirecek bir söyleme, dile ve politikaya ihtiyaç vardır.
O nedenle seçimleri bir kavga, gerilim ortamından kurtarmak
gerekmektedir. Huzurlu bir seçim ortamı oluşturmak, başta siyasiler olmak üzere
genel olarak tüm toplumun, özel olarak da STK/gönüllü kuruluşlar/cemaatlerin
görevidir. Bunun için kullanılacak dil ve söylem önem kazanmaktadır.
Bu yazıda, bölgede savaşan projeler ile bugünkü siyasi dilin arka plânı, tarihi kökeni ele alınıp değerlendirilecektir.
BÖLGEDE SAVAŞAN PROJELER
Son gelişmeleri göz önüne aldığımızda Şer İttifakı
(ABD-İngiltere-İsrail-Siyonizm), PKK, PYD/YPG, DAEŞ gibi terör örgütlerini
kullanarak öncelikle Irak ve Suriye’yi bölmeye çalışmaktadır. ABD’nin,
Türkiye’ye rağmen PYD/YPG’yi “stratejik ortak” ilân edip düzenli orduya geçmesi
için eğitmesi ve ağır silahlarla donatmasının sebebi budur.
Ancak Irak ve Suriye’nin bölünmesi, sadece lokal bir vaka
olarak ele alınıp değerlendirilirse hata yapılır. Daha sonrası için hedef,
İran, Türkiye, Mısır ve Pakistan’dır. Bölgede vuku bulan olaylar, bölgede
çatışan projeler kapsamında ele alınıp değerlendirilmelidir.
Bölgede Türkiye, İran, Suriye ve Irak görünürde terör örgütleri (PKK,
PYD/YPG, DAEŞ) ile savaşıyor; gerçekte bu dört ülke, terör örgütleri üzerinden
Şer ittifakı (ABD-İngiltere-İsrail-Siyonizm) ile savaşıyor. Ancak bu
gizli savaşın adı henüz konmamıştır.
Hem küresel hem de İslâm coğrafyasında hâkimiyet kurma
amaçlı çatışan projeleri, aşağıdaki gibi sınıflandırabiliriz:
- “21.
Yüzyıl ABD Yüzyılı” (PNAC) (ABD),
- “Büyük
Ortadoğu Projesi” (BOP; ABD-İsrail-İngiltere-Siyonizm),
- “Küresel
Savaş Projesi”/ “Üçüncü Dünya Savaşı Projesi” (ABD-İsrail-İngiltere-
Siyonizm),
- “Tek
Dünya Devleti/Tek Dünya Hükümeti” (Siyonizm),
- “Büyük
İsrail Projesi”( BİP; İsrail-Siyonizm, ABD destekli),
- “2.
Sevr Projesi” (AB),
- “Avrasya’nın
Hıristiyanlaştırılması (Dinler Arası Diyalog) Projesi” (Vatikan),
- ‘NATO’nun
Evrenselleşmesi ve İslâm Coğrafyasına Yerleşmesi Projesi’,
- “Serbest
Piyasa”-“Özelleştirme projesi” (ABD-Siyonizm-Küresel Sermaye-AB),
- “İslâm›ın
İslâm›la Savaştırılması Projesi” (RAND Raporu: Dört Müslüman Tip, 2009-H.
Clinton’ın Kriptosu, 2009-Pandth’in Komisyonu),
- “Çok
Kutuplu Ortadoğu Projesi”; “Ayrı, Dengeli Güç Odakları Oluşturma ve Bölge
Güçlerinin Birbirini Dengelemesi Projesi” (ABD),
- “Kadife
Darbeler Zinciri Projesi”,
- “Rusya’nın
Küresel Güç Olma Projesi”,
- “Sıcak
Denizlere İnme-Eski Müttefikleri Kazanma Projesi” (Rusya),
- “Çin’in
Küresel Güç Olma Projesi”,
- “Düşmanla/Rakiple
Güvenlik Alanının Dışında Hesaplaşma Projesi” (ABD/Çin/Rusya): “Vekâlet
Savaşları”,
- “Yeni Osmanlı Projesi-Bölgesel
Güç Olma Projesi” (Türkiye),
- “Etnik-Mezhepsel
Fay Hatları Oluşturma Projesi-Kaos Projesi” (ABD/AB/Rusya/Çin/Siyonizm),
- “Şia
Savunma Hattı Projesi” (İran-Irak-Suriye-Lübnan),
- “Şia
Eksenini Parçalama, Yayılmasını Engelleme ve Sünni Bir Eksen Meydana
Getirme Projesi” (Suudi Arabistan/Katar/Türkiye/ Mısır) / (Sünni Arap
Yönetimleri + İsrail)
- “İsrail
Suudi Arabistan Ekseni Oluşturma Projesi” (
ABD-İsrail-İngiltere-Siyonizm).
- “Ilımlı
İslâm Projesi”(!) ( ABD-İsrail-İngiltere- Siyonizm).
Bugün; bölge ülkelerini bölmek ve birbiri ile savaştırmak,
böylelikle İsrail’i rahatlatabilmek ve genişlemesini sağlamak, enerji
havzalarına el koymak, Filistin meselesini göz ardı edebilmek, hatta bir
küresel savaş çıkarmak için Türkiye’yi provoke ederek kullanabilmek
hedeflenmektedir(1, 2).
İsrail Meclisi, Netanyahu’ya, “İran’a savaş açma yetkisi”
vermiştir. İsrail, Filistin’de her geçen gün katliamlarını artırmakta ve
yaygınlaştırmaktadır. Ayrıca İsrail, her geçen gün, Suriye’de bir bölgeyi
bombalayarak “güvenli bölge” adı altında Suriye topraklarını işgal edip
yayılmaktadır.
Şer İttifakı yanı başımızdaki Ermenistan’da seçimler
üzerinden bir Kadife Darbe gerçekleştirmiştir. Böylece Türkiye’nin güneyinde
olduğu gibi şimdi de Türkiye’nin kuzeyinde Türkiye, İran ve Rusya’nın ortasına
yerleşmeye çalışmaktadır. Türkiye, bu kuşatma hareketini görmek ve yarmak
zorundadır.
Türkiye, böyle bir atmosferde seçime gitmekte, iki seçimi
birlikte yapmaktadır. Türkiye bu seçim sürecini kardeşlik içinde
tamamlamalıdır.
Bunun için de, kullanacağımız dil ve üslup
önemlidir.
TARİHTEN MİRAS KALAN BİR HASTALIK: “Karalayıcı İttihat
Terakki Dili”
Osmanlı’da İttihatçılar tarafından inşa edilip
yaygınlaştırılan siyasi bir mantık vardır: Muhatabı suçla, karala, küçük gör,
küçük düşür, tehdit et ve yok et.
Milli Mücadele sonrasında Büyük Millet Meclisi’nde gücü
eline geçiren, İttihat Terakki’nin ikinci derecede kadrosu, yapılacak olan
reformları, inkılâpları meşru gösterebilmek sorunu ile karşı karşıya idi.
Askeri güç elindeydi; ama bu yeterli değildi. Yapılacak devrimlere sahip
çıkacak bir tabana da ihtiyaç vardı. Batı kültür ve medeniyeti değerleri
üzerine inşa edilen bir sisteme sahip çıkacak seküler, laik bir toplum kesimi
inşa etmek, yeni yönetimin en temel sorunlarından biriydi. Bu yeni taban,
Osmanlı’nın kötülenmesi, karalanması temelinde yapılacak bir propaganda ile
elde edilmeye çalışıldı. 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Osmanlı Devleti’nin
kuruluşunun 700. yılı nedeniyle yaptığı bir konuşmada (9.10.1999), Osmanlı’nın
şuurlu bir şekilde, kasti olarak suçlandığını, karalandığını, bunun ana
politika olduğunu ifade etmiştir:
“Cumhuriyetin ilk dönemlerinde rejimin oturması için Osmanlı
aleyhinde bir söylem geliştirilmişti; artık bu tehlike geçmiştir; çünkü
Cumhuriyet kendi nesillerini yetiştirmiştir; Osmanlı’yı suçlamamızın bir manası
kalmamıştır. Osmanlı ile barışmak gerekir.”
Cumhuriyet dönemi ile birlikte yeni sistemin
oturtulabilmesi ve daha başarılı gösterilebilmesi için Osmanlı, özellikle son
Sultan Vahdettin, ilkokuldan üniversiteye kadar okutulan tarih kitaplarında,
“korkak”, “İngiliz işbirlikçisi” ve “hırsız” olarak tanıtılmıştır. “Sevr
anlaşmasını kabul edip imzalayan bir vatan haini” olarak takdim edilmiştir.
Mustafa Kemal, Nutuk’ta Vahteddin’i ihanetle ve menfaatperestlikle
suçlamaktadır:
“Saltanat ve Hilâfet makamında oturan Vahdettin soysuzlaşmış, şahsını ve bir de tahtını koruyabileceğini hayal ettiği alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın başkanlığındaki hükümet aciz, haysiyetsiz ve korkak, yalnız padişahın iradesi altında ve onunla beraber şahıslarını esirgeyebilecek herhangi bir duruma razı...”
Eski Başbakan Ecevit, ahir ömründe, resmi tarihin bu
iddialarına karşı çıkmıştır:
“O bir hain değildir. Bazı hoş olmayan şeyleri mecburen
yapmıştır. Bu arada ülke için çok iyi şeyler de yapmıştır.
‘Kurtuluş Savaşı’na açıktan olmasa bile belirgin şekilde
destek oldu. İstanbul’dan ayrılacağı zaman devletin elinde külliyetli altın ve
para vardı. O, çok az bir miktar aldı. İstese tümünü alabilirdi. Saygıdeğer bir
davranışta bulundu.”(3)
Ecevit’in bu açıklamasına o zamanki Türk Tarih Kurumu
Başkanı Prof.
Dr. Yusuf Halaçoğlu destek vererek resmi tarih tezini
yalanlamıştır:
“Atatürk, Vahdettin’in yaveridir. Birlikte Berlin’e
gittiler... Genelkurmay’ın, Atatürk ve Vahdettin’in telgraflarına yer veren
yayını vardır. O kitapta Atatürk, Nutuk’ta yazdıklarından farklı şeyler
söylüyor.”(4)
Cumhuriyet tarihi boyunca kanunlar bir baskı ve susturma
aracı olarak kullanılmış ve yeni yönetime karşı söylenen her şey ihanet
muamelesi görmüştür.
Başvekil İsmet İnönü’nün 1925 yılında Muallimler Birliği’nde
yaptığı konuşma, bu karalayıcı, suçlayıcı, itham edici zihniyetin tam bir
özetidir(5):
“…Tevhid-i Tedrisatı düşündüğümüz zaman, avamfiribâne
iğfalâta vesile yapılacağını tahmin etmiyor değildik. Bizim için bunların hepsi
malûm idi... Bu gibi itirazların ne gibi netayici olacağını hep biliyorduk…
Mugalatalara, tezvirlere boyun eğmek, itiraf-ı acz olurdu. İnkılâplar kâdir ve
kâhirdir... O fiili tecelliye kadar biz bu hakikati kanunen, cebren, inkılâpla
telkin ve onu tatbik edeceğiz... Hedefe varmak için her cahilâne itiraz ve
teşebbüs bertaraf edilecektir.”
Serbest Fırka’yı kuran ve kurduranlar, Mustafa Kemal dâhil,
o gün için devlet gücünü elinde bulunduranlardı. Halkın, Halk Fırkası’na karşı
Serbest Fırka’ya büyük teveccüh göstermesi, Serbest Fırka’nın sonunu getirmiş;
suçlama, karalama, tehdit ile parti kapattırılmıştır(6, 7):
“ Ahmet Ağaoğlu: …Anarşi ve irtica bize yanaşmazdı!.. Fakat
ısrar olundu! Küfür, tahkir, isnat yağdırdılar; vatansızlıkla,
ecnebiperestlikle itham edildik!” (6, 7)
“Fethi Okyar: O halde, neden arkadaşlar, neden fırkamızı
behemehâl Gazi’ye karşı bir fırka olarak göstermek istiyorlar? Bunu söylemek
Türkiye’de muhalif bir fırkanın vücut bulmasını muhal kılmak demektir.
Efendiler bu hakikaten muhaldir.” (6, 7)
Cumhuriyet dönemi yöneticilerinin genetik yapısına işlemiş
olan, karalama, ihanetle suçlama, Mustafa Kemal-İnönü kavgasında da kendisini
göstermiş, Mustafa Kemal öldükten sonra İnönü paralardan Mustafa Kemal’in
resimlerini kaldırtmıştır.
Cumhuriyet Halk Partisi içinden çıkıp Demokrat Parti’yi
kuran bir kadro, 1946 ve 1950 seçimlerinden sonra aynı şekilde suçlanmış,
tehdit edilmiş ve karalanmıştır(6).
İttihat Terakki ile başlayan geçmişi ve rakipleri tehdit,
karalama ve ihanetle suçlama yaklaşımı, Cumhuriyet döneminde yetişen bir neslin
karakteristik özelliği olmuştur.
Bugün meydanlarda kullanılan siyasî dilin böyle bir geçmişi
vardır.
SONUÇ: “SÖZ OLA KESE SAVAŞI, SÖZ OLA KESTİRE BAŞI”
Cumhuriyet tarihi boyunca hükümetler, partiler değişmiş;
fakat cumhuriyet neslinin genlerine yerleştirilen kavgacı siyaset mantığı
değişmemiştir.
Cumhurbaşkanı-Başbakan, iktidar-muhalefet ilişkileri
genellikle hep bu zeminde gelişmiştir. Bununla beraber geçmiş siyasi
tartışmalarda bir seviye vardı. Bugün siyasî partiler arasındaki iktidar
kavgası, mahalle kabadayılarının kavgasına benzemekte; kullandıkları dil,
kabadayıların ve kahve kültürünün benzeri hatta daha ileri safhası
olabilmektedir.
Seçim zamanlarında kullanılan suçlayıcı, itham edici,
karalayıcı, aşağılayıcı siyasi dil, son yıllarda siyasetin doğal dili haline
gelmeye başlamıştır. Ne yazık ki, bugün taraflar, karşı görüştekileri
aşağılayan, hakaret eden ve hatta ihanetle suçlayan bir dil kullanmaktadır.
Kullanılan bu dil, çirkin, seviyesiz ve ürkütücüdür.
Kullandıkları ifadelerin etkisi, sadece parti yöneticileriyle sınırlı
kalmamaktadır. Siyasilerin tüm konuşmaları, öncelikle kendi tabanlarını
etkilemekte, aynı dili taban da kullanmaya başlayınca seviye düşmekte, toplumda
gerilim yükselmekte ve toplumsal ilişkiler bozulmaktadır.
Unutulmaması gereken çok önemli bir gerçek de, bu seçimlere
bir buçuk milyon genç, yeni seçmen olarak katılmaktadır. Yeni nesil sert,
kırıcı, hakaret edici, suçlayıcı, buyurgan, emredici bir dilden
hoşlanmamaktadır.
Öyleyse;
“Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı, balıla yağ ede bir söz
Kelecilerin bişirgil yaramazunı şaşırgul
Sözün us ila düşürgil demegil çağ ide bir söz
Kişi bile söz demini, demeye sözün kemini.”
Yunus Emre’nin mısralarında olduğu gibi dilin önemini bilerek, her alanda -özellikle siyasi alanda- yapıcı ve inşa edici bir dil kullanmalıyız.
KAYNAKLAR
- Can,
B., İslâm Coğrafyası Ve Küresel Savaş-1: “Kaostan Kaynaklanan Düzen” Ve
“Küresel Savaş”, Umran, Eylül 2017.
- Can,
B., İslâm Coğrafyası Ve Küresel Savaş-1: Küresel Savaş Türkiye Üzerinden
mi(!)? Çıkarılmak İsteniyor, Umran, Ekim 2017.
- Ecevit,
B., “Vahdettin Hain Değildi”, Zaman, 16.07.2005.
- Kaplan,
S., Hürriyet, 18.07.2005.
- Ertunç
A. C., Cumhuriyetin Tarihi, Pınar Yayınları, İstanbul, 2002.
- Ağaoğlu
A.,, Serbest Fırka Hatıraları, İletişim Yayınları 1994, İstanbul, S:226.
- Okyar,
O., Mehmet Seyitdanlıoğlu, Fethi Okyar’ın Anıları, Türkiye İş Bankası
Yayınları, Ankara, 1997, S:86.
- Yıldız, A., İktidar Kavgaları ve Sanal İrtica, Pınar Y., İst. 2000, s.162,178.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder