(Milli Gazete)
SÖZDE VE DİLDE, ADALET VE MİZAN
Türkiye; Cumhurbaşkanı, Milletvekili ve Yerel Yönetimler olmak
üzere üç seçimi gerçekleştireceği yeni bir seçim dönemine girmiştir.
Cumhurbaşkanı ve Milletvekili seçimleri 24 Haziran 2018 tarihinde
gerçekleşecektir. Yerel yönetimlerin seçimleri ise muhtemelen 2019 yılına
sarkacaktır. Her halükârda bir ya da bir buçuk yıl içerisinde Türkiye, üç seçim
yaşayacaktır.
Türkiye’deki seçimler, bölgenin kan gölüne döndüğü, her
geçen gün Müslüman kanının daha fazla aktığı bir zamana denk gelmiştir. Böyle
bir dönemde Türkiye, seçimlerden bağımsız bir şekilde bölgedeki işgal hareketine
karşı iktidar ve muhalefeti ile, tüm farklı renkleri ile, ortak bir tavır
ortaya koyabilmelidir/koymalıdır. Bunun için Türkiye’nin iç dinamiklerini
birleştirip bütünleştirecek âdil bir söyleme, dile ve politikaya ihtiyaç
vardır.
Geçen yazıda, Müslümanların kullanması gereken dilin
mahiyetini belirlemede etkili olan üç kavram, adalet, kıst ve mizan, ana
hatları ile ele alınıp değerlendirilmiştir.
Bu yazıda, adalet, kıst ve mizana dayalı bir dil kullanmanın
ve söz söylemenin nasıl olması gerektiği üzerinde durulacaktır.
DİLDE, SÖZDE VE SEVGİDE ADALET VE MİZAN
Hayatın ve kâinatın huzur içerisinde idame etmesi, fesadın ortaya çıkıp yaygınlaşmaması, bireysel ve toplumsal bunalımın meydana gelmemesi; tevhidi değerlere dayalı hak, hukuk, fıtrat, mizan, adl ve kıst gibi bazı temel kavramların merkezde olduğu bir düşünce ve hayat tarzının esas alınması ile mümkündür. Tevhidi değerlere dayanmayan bir mizan ve adalet anlayışı, melez değer sistemine o da sosyal şizofreniye sebebiyet vermektedir. Bunun doğal tezahürü bireysel ve toplumsal bunalımdır.
Ailede, toplumda, siyasette, tüm beşeri ilişkilerde, sevgi
ve saygıda, kin ve nefrette ifratın yaşanmasının sebebi, mizanın ve adaletin
bozulmasıdır: “Hz. Muhammed(sas):Sevdiğini, ölçülü sev; gün gelir
sevmeyebilirsin. Sevmediğini de ölçülü sev, gün gelir dost olabilirsin.” (1)
Dil, bir iletişim aracıdır. Kullanılan kelimeler, kavramlar
muhataplar arasındaki ilişkiyi ya kuvvetlendirir ya da bozar. Ailede, toplumda,
siyasette, tüm beşeri ilişkilerde, dilin bozulmasının temel sebebi de, mizanın
ve adaletin bozulmasıdır:
“Ölçüyü ve tartıyı doğru olarak yapın. Hiçbir nefse, gücünün
kaldırabileceği dışında bir şey yüklemeyiz. Söylediğiniz zaman -yakınınız dahı
olsa- âdil olun. Allah›ın ahdine de vefa gösterin. İşte bunlarla size tavsiye
(emr) etti; umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz.” (6 Enam 152)
Bu ayette, “söz söylemek”, “ölçü- tartı”, “adalet”,
“Allah’ın ahdi” ve “öğüt” kavramları ile birlikte kullanılmaktadır. Dolayısıyla
dil ve sözün, bu kavramlarla özel bir ilişkisi vardır ve bundan dolayı da dile
özel bir sorumluluk yüklenmektedir. Dil sorumluluk duyularak kullanılmalı,
kelimeler ve cümleler buna uygun olmalıdır. Özellikle fitne ve fesat
dönemlerinde dil ve söz çok daha önemlidir: “Hz. Muhammed (sas): Fitnelerden
sakının! Dille ona karışmak, kılıçla karışmak gibidir.”(2)
Kullanılan dil, ya fitnenin yaygınlaşmasına yardım eder ya
da söndürülmesine. Birçok kötülüğün, şerrin kaynağı yanlış ve kötü
dildir: “Hz. Peygamber (sav):Muhakkak ki âdemoğlunun/ insanoğlunun
yanlışlıklarının çoğu dilindedir/ dilindendir.”(3) “…Bir kişiye dilindeki
fazlalıktan daha şerli bir şey verilmiş değildir!” (4) “…İnsanları burunları
üzerine ateşe sürükleyen dillerin mahsulünden başka ne olabilir?”(5).
Unutmamak gerekir ki insanı ateşe; ülkeyi, toplumu kargaşaya
sürükleyen, kin ve nefret etrafa saçan, kötü bir dilden başkası değildir. O
nedenle dil güvenliği, Müslümanın temel özelliklerinden biridir. Müslüman,
insanların elinden ve dilinden emin olduğu, güvenilir kimsedir:
“Hz. Muhammed (sas): En üstün îman, insanların senden emin
olmasıdır. En üstün Müslümanlık, dilinden ve elinden insanların selâmette
kalmasıdır. En üstün hicret, günahlardan kaçmadır. En üstün cihad, Allah
yolunda şehid edilmendir….. En üstün zühd, kalbinin sana verilenle huzur
bulmasıdır. Allah›tan isteyeceğin en üstün dilek, din ve dünya hakkında afiyet
istemendir.”(6)
“Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar
görmediği kimsedir. Mü’min de, halkın, can ve mallarını kendisine karşı
emniyette bildikleri kimsedir.”(7)
O nedenle Hz. Muhammed; “Allah katında amellerin en
sevimlisi dili muhafaza etmektir.”(8). “Doğru söz söylemektir”; “doğruyu
söylemektir.”(9,10) diyerek ümmetini uyarmıştır. İnsanın bütün uzuvlarını
etkileyen, onların üzerinde baskı kuran önemli azalardan biri insanın dilidir:
“Hz. Peygamber (sav): Âdemoğlu sabahladığı zaman tüm azaları
dile hatırlatarak sabahlarlar ve derler ki: ‘Bizim hakkımızda Allah’tan kork!
Zira sen doğru olursan, biz de doğru oluruz. Eğer sen inhiraf edersen, biz de
inhiraf eder, haktan ayrılırız’.”(11)
Hz. Peygambere (sav) göre insanın en çok birbirini etkileyen
iki organı kalbi ile dilidir:
“Kulun kalbi doğru olmadıkça imanı doğru olmaz. Kalbi de,
dili doğru olmadıkça doğru olmaz.”(12).
Kalp ve dilin bu ilişkisinden dolayı bir mü’minle mü’min
olmayanın kalpleri ve dilleri birbirlerinden farklıdır:
“Hz. Peygamber (sav): Mü’min bir kimsenin dili, kalbinin
arkasındadır. Konuşmak istediği zaman kalbiyle o şeyi düşünür, sonra diliyle
onu geçiştirir; Münafığın dili kalbinin önündedir; bir şeyi kastettiğinde
diliyle söyler, kalbiyle düşünmez.”(12)
Dil aynı zamanda müminin dışa yansıyan ve dışta etkili olan,
olması gereken yönüdür. Mümin, İslâm’ı şahsında temsil eden kişidir.
Üzerinde bu açıdan ağır bir sorumluluk vardır. Bu sorumluluğu yerine getirmek
zorundadır. Bundan dolayı Hasan Basrî, ‘Dilini korumayan bir kimse, dinini
hakkıyla bilmiş değildir.’ demiştir.
TÜRKİYE’NİN DİLİ ŞAHISLARI DEĞİL, ZİHNİYETİ VE
YAPILANLARI HEDEF ALMALIDIR
Bizim mücadelemiz, yanlışlıklara ve kötülüklere karşıdır.
Biz, kötülük yapanlara da ve yaptıklarına da karşıyız. Ancak kötülük yapanları
kötülüklerinden vazgeçirmek için onlara şefkat ve merhametle davranmak, kalp ve
ruh dünyalarına girerek kötülüklerden vazgeçirmeye çalışmak, bizim inancımızın
bir gereğidir. Biz insanları kaybetmeye değil, kazanmaya tâlibiz
Sahabe döneminde Müslümanlar arasında geçen bir olay üzerine
sahabeden Ebudderda’nın(ra) olaya müdahale ederken kullandığı ifadeler,
kötülükler, yanlışlıklar karşısında hem kullanacağımız dilin, hem de ortaya
koyacağımız tavrın nasıl olması gerektiğine ilişkin çok güzel bir örnektir:
“Ebudderda, günah işlemiş bir adama rastladı. Oradakiler bu
günah işlemiş adama sövüp sayıyorlardı.
Ebudderda:- Hey, onu bir kuyuya düşmüş görseniz çıkarmayacak
mısınız, diye seslendi.
Onlar: Çıkarırdık elbet, dediler.
Ebudderda: -Öyleyse kardeşinize sövmeyin de size sıhhat ve
afiyet veren Allah’a hamdedin” dedi.
Ebudderda’ya - Ona sen kızmıyor musun? dediler.
Ebudderda: -Ben onun yaptığı işe kızıyorum. Yaptığını terk
ettiği zaman, o yine benim kardeşimdir.”
“Bir kardeşinizi günah işlerken gördüğünüz zaman, Allah’ım
ona lanet et, onu, sürüm sürüm sürümdür, diyerek kardeşinizin aleyhine şeytana
yardımcı olmayın, Allah’tan onu düzeltmesini isteyin.” (13)
Öyleyse Türkiye’nin dili yıkmayı değil, yapmayı; kaybetmeyi
değil, kazanmayı; savaşı değil, barışı hedeflemelidir.
SONUÇ: TÜRKİYE’NİN DİLİ SAVAŞI DEĞİL, BARIŞI
HEDEFLEMELİDİR
İnsanın yapısında hem iyi özellikler, hem de kötü özellikler
iç içedir. Şeytan ve yolundan gidenler, insanın kötülük cephesine hitap ederek
hep kötü meziyetlerini öne çıkarmaya çalışırlar. İmân edenler ise her şeyi ters
yüz edilmiş ve kafası karmakarışık olan insanları uyarabilmek için insanın
iyilik cephesine açık, etkileyici, nâzik bir dil ve bir üslup ile hitap
ederler. Onun için Kur’an, “Onlara öğüt ver ve onlara nefislerine ilişkin açık
ve etkileyici söz söyle.” (4/63) demektedir. Bu ilke, sadece mazlumlar için
değil aynı zamanda zalimler için de geçerlidir(20/43-47).
Türkiye’nin dili, Hz. Peygamberin, “Sevindirin, nefret
ettirmeyin, kolaylaştırın, zorlaştırmayın.” “Uyumlu olun, ihtilâf etmeyin,
teskin edin, nefret ettirmeyin.”(14) ilkesine uygun olmalıdır.
Türkiye’nin dili, kin ve nefretle bozulmamalı, sözün en
güzelini kullanmayı hedeflemeli (17/53) ve herkesin kutsalına saygı
göstermelidir:
“Allah’tan başka yalvarıp-yakardıklarına (taptıklarına)
sövmeyin; sonra onlar da haddi aşarak bilmeksizin Allah’a söverler.”(6/108)
Yapılan çalışmaların, fedakârlığın, takdiri ve
mükâfatlandırılması, iki makam tarafından yapılmaktadır: 1- Hakk, 2-Halk. Ancak
bu noktada yöneticilerin unutmaması gereken bir gerçek vardır: Halkın rızasını
kazanmakla Hakk’ın rızasını kazanmak her zaman mümkün olmayabilir. Hakk’ın
rızası ile halkın rızası, her zaman örtüşmez, örtüşemez. Halkın razı olduğu,
söz ve eylemlerden Hakk razı olmayabilir. Türkiye’de herkes, özellikle
sorumluluk sahibi, güç ve yetki sahibi herkes, bu denkleme dikkat etmek
zorundadır.
Bu nedenle gerek bölgesel ve gerekse iç barışın
sağlanabilmesi için öncelikle başta Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere tüm
devlet ricalinin, siyaset erbabının ve gönüllü kuruluşların dili, “en güzel
tarzda mücadele” ilkesine uygun olmalıdır.
BOP, Büyük İsrail, 2. Sevr, Kaos ve Küresel Savaş Projeleri
kapsamında ümmet tamamen etnik ve mezhebi parçalara bölünerek çatıştırılmak
istenmektedir. Ardından bölgenin paylaşılması öngörülmektedir.
Suriye’de İsrail’in 40 km’lik bir güvenlik alanı ilân edip
işgale girişmesi, ABD’nin Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıması, Nazı Devleti
İsrail’in Filistin’de yaptığı katliamlar ve Filistin halkına uyguladığı
soykırım, bölgeyi, İslâm coğrafyasını ve tüm dünyayı bekleyen tehlikenin ayak
sesleridir. Depremin “s” ve “p” dalgaları gibi işaret fişekleri, öncü
işaretleridir.
Bu nedenle en güzel tarzda bir mücadele, öncelikle
Müslümanlar arasındaki ilişkilere yansımalıdır. Müslümanlar, başkalarına karşı
af edici ve merhametli davranırken mü’min kardeşlerini de unutmamalıdırlar.
Öncelikle mü’min kardeşine karşı en fazla affedici, merhametli ve şefkatli
davranmalıdır. Sonra bu, dış çevreye doğru tüm insanları kuşatacak tarzda
genişletilmelidir.
Bugün Türkiye’nin görevi, paramparça edilmek istenen
İslâm coğrafyasına önderlik etmek olmalıdır. Türkiye’nin böyle bir sorumluluğu
vardır. Türkiye, İslâm ülkeleri ile arasındaki sorunları, bu sorumluluk
çerçevesinde ele alarak çözmek zorundadır.
Geçmişe takılıp kalmak, bugün için yapılabilecek en büyük
hatadır.
Bugün Türkiye, öncelikle içeride tek ses, tek yürek
olmalıdır.
Bugün Türkiye, kötülükleri iyilikle uzaklaştırabilmeyi
öncelemelidir.
Bugün, Türkiye; kendisini öldürmek isteyen
kardeşlerine karşı Hz. Yusuf gibi davranmalı; Yusuf gibi, “Bugün size karşı
sorgulama-kınama yoktur.” diyebilmelidir.
Bugün, basiret ve feraset sahibi olma zamanıdır.
Bugün, Birr ve takva konusunda yardımlaşma, konuşma ve
dayanışma içerisinde olma zamanıdır (5/2; 58/9).
Bugün, Ortadoğu’nun içine girdiği süreçte kendisini Müslüman
olarak kabul eden, Allah’a ve Ahiret gününe iman eden herkesin, özellikle,
Müslüman Türk, Kürt, Arap, Fars, Çerkez, Boşnak ve Arnavut kardeşlerimizin
takınacakları ortak tavır, adalet ekseninde bir barış ortamının sağlanması için
şahsiyetli bir duruş ortaya koymak, nemelazımcılığı terk etmek olmalıdır
(49/9-10).
Henüz Vakit Varken!
Ve;
“Resûlullah (sav): “Allah’ım!
Senden işte (dinde) sebat etmeyi, doğruluğa da azmetmeyi
istiyorum.
Keza nimetine şükretmeyi, Sana güzel ibadette bulunmayı
talep ediyor,
doğruyu konuşan bir dil, eğriliklerden uzak bir kalp
diliyorum.
Allah’ım, senin bildiğin her çeşit şerden sana sığınıyorum,
bilmekte olduğun bütün hayırları senden istiyorum,
bildiğin günahlarımdan sana istiğfar ediyorum!”(15)
KAYNAKLAR
1-Tirmizî, Birr: 60.
2-Ibn-i Mâce, Fiten: 12; Camiu’s Sagir(Suyuti), 580. (3:125,
Hadîs No: 2907).
3-Taberânî, İbn Ebî Dünya, Beyhakî; Camiu’s Sagir(Suyuti),
803. [2:79, Hadîs No: 1381].
4-Deylemî.
5- İbn-i Mâce, Hâkim.
6-Camiu’s Sagir(Suyuti), 614- (1:523, Hadîs No: 1066).
7- Tirmizî, İman 12, (2629); Nesâî, İman 8, (8, 104, 105).
8-Camiu’s Sagir(Suyuti), 122- (1:167 Hadîs No: 201).
9- Camiu’s Sagir(Suyuti), 515- (1:461 Hadîs No: 912).
10-Camiu’s Sagir(Suyuti), 631- (1:535 Hadîs No: 1095).
11-Tirmizî.
12- Harâitî.
13- Kandehlevi, Y., Hadislerle Müslümanlık, Kalem Yayınevi,
İstanbul, C:3 (1980) S:1029.
14- Ebû Dâvud, Edep 20, (4835); Müslim, Cihâd 6, (1737);
(1998).
15- Tirmizî, Daavât 22, (3404); Nesâî, Sehv 61.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder