29 Eylül 2017 Cuma

(“17 Aralık”) Operasyonunun Farklı Boyutları-3: ABD Merkezli Küresel Halk Bankası KÜRESEL PARA SİSTEMİ VE HALK BANKASI ÜZERİNDEN ULUSLARARASI TİCARET

 (Milli Gazete)

Giriş

Burada, 17-25 Aralık 2013’e gelinceye kadar Halk Bankası olayı ile ilgili Türkiye- ABD ilişkileri, ABD’nin “yaptırım kararları” ve FATF’nin kararları kapsamında ele alınıp değerlendirilecektir.

TÜRKİYE'NİN ENERJİ BAĞIMLILIĞI ve İRAN ENERJİ HATTI

Türkiye, enerji bakımından dışarıya bağımlı bir ülkedir. Türkiye, 2012 yılında gaz ihtiyacının %98’ini, petrol ihtiyacının da %93’ünü ithal ederek, toplam 60,1 milyar dolar harcamıştır.

Türkiye, doğalgazı İran, Azerbaycan ve Rusya’dan boru hattı ile Cezayir ve Nijerya’dan ise sıvılaştırılmış doğal gaz (LNG) şeklinde almaktadır. Türkiye için en ekonomik olan hat, İran enerji hattıdır. Bu hat, aynı zamanda Rusya’nın Mavi Akım boru hattına karşı alternatif oluşturmakta ve güvenlik sağlamaktadır. İran’la yapılan doğalgaz anlaşması ve buna ilişkin alt yapı, ABD’nin bütün baskılarına rağmen REFAHYOL iktidarı zamanında (1997-1998) rahmetli Erbakan Hoca tarafından yapılmış ve gene ABD’nin bütün baskılarına rağmen Ecevit Hükümeti de projeye sahip çıkıp devam ettirmiştir.

Türkiye ile İran arasındaki ticaret hacmi 2002’de sadece 1 milyar dolar iken 2010’da 11 milyar dolara çıkmıştır. Beş yıl içinde de 30 - 35 milyar dolara çıkması öngörülmüştür. Ekim 2012’de İran Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı Muhammed Rıza Rahimi ile düzenlediği ortak toplantıda Başbakan Erdoğan, “16,5 milyar dolar olan Türk-İran Ticaret hacmini 30 milyar dolara çıkartmayı” hedeflediklerini açıklamıştır (1). İran’a uygulanan yaptırımlar dolayısıyla, Türkiye’de faaliyet gösteren İranlı şirketlerin sayısında ciddi artışlar olmuş; Türkiye’de 2010 yılında 418, 2011 yılında ise 590 İran sermayeli şirket kurulmuştur (1).

Türkiye, Doğalgaz ihtiyacının %16-20’sine yakın kısmını, İran’dan karşılamıştır (1). İran, petrol ithal etmesinden dolayı Türkiye’ye özel bir statü tanıyarak ithal ettiği petrolün normal standartlara göre 30 gün olan ödeme vadesini, 60 güne çıkarmış ve ödemenin TL olarak yapılmasını kabul etmiştir (1). Bu, o günün şartlarında Türkiye için çok önemli bir avantaj olmuştur.

KÜRESEL PARA SİSTEMİNE KARŞI ÇIKMAK

Dünyada uluslararası para transferi ve akreditif işlemleri, uluslararası yasal bir mecburiyet olmamasına rağmen, Şer İttifakının (ABD-Siyonizm-İngiltere-İsrail) baskısından dolayı, genel olarak, New York, Londra, Berlin, Paris bankaları üzerinden “dolar”, “pound”, “euro” kullanılarak yapılabilmekte ve bu bankalar da yapılan işlemlerden komisyon almaktadır (2, 3).

Dünyadaki 2008 ekonomik krizi, Amerika Birleşik Devletleri’nin ve doların piyasalardaki hegemonyasının sorgulanmasına sebep olmuştur. İran, Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin, rezerv para birimi olarak dolar yerine başka para birimlerinin geliştirilmesi gerektiğini ifade etmişlerdir. İran ise Nükleer program nedeniyle ABD ile arasında olan gerilimden dolayı para birimi olarak dolar yerine Euro kullanacağını açıklamıştır (4).

Uluslararası ticaretin dolar üzerinden yapılmasına karşı çıkan ilk ülke, küresel güç olma iddiasındaki Çin olmuştur. Nisan 2009’daki G 20 Zirvesi öncesinde Çin Merkez Bankası Başkanı Dr. Zhou Xiaochuan, uluslararası para sisteminde Amerikan dolarının ayrıcalıklı statüsünü sorgulamış ve bu sistemin değişmesi gerektiğini ifade etmiştir. “Herhangi bir ülkeye bağımlı olmayan rezerv para biriminin oluşturulması gerektiğini” savunmuştur (3-5).

Böyle bir çıkış, hâkim küresel sisteme karşı bir başkaldırı olarak algılanmış ve Şer İttifakı (ABD-İngiltere-İsrail-Siyonizm), “Çin borsası üzerinden büyük bir operasyon gerçekleştirip milyarlarca doların buharlaşmasını”, “Shangai birleşik endeksinde %8’e varan erimenin” meydana gelmesini sağlamıştır (6). Bu operasyondan sonra Çin, geri adım atmak zorunda kalmıştır.

Bölgesel güç olma iddiasındaki Türkiye, mevcut küresel para sistemine karşı çıkan ya da çıkmak zorunda kalan ikinci ülkedir. Türkiye’nin, kurulu küresel sisteme karşı çıkmak zorunda oluşunun ana nedenini anlayabilmek için yukarıda ifade ettiğimiz Türkiye’nin İran’la olan enerji ilişkisini ya da enerji bağımlılığını ve ABD ve FATF’nin İran’a dönük yaptırım kararlarını göz önüne almak gerekmektedir. “ABD’nin Yaptırım Kararları” ve “FATF’nin kararları”, İran’la doğalgaz ticareti yapılmasına imkân vermemekteydi.

Bu, Türkiye için çok ciddi bir sorundu.

2009 ve sonrasında Türkiye bu sorunu (İran ve Kuzey Irak’ın petrol/doğalgaz alacaklarını), Küresel Para Sistemini devre dışı bırakarak Halk Bankası aracılığıyla TL olarak ödemeye başlayarak çözmüştür/çözmek zorunda kalmıştır. İran ise gaz karşılığı elde ettiği Türk Lirasını, uluslararası bankacılık sistemine sokamadığı için çeşitli yollarla Türkiye’den dışarı çıkarmıştır.

Ağustos 2010’da ABD Hazine Bakanlığı’na bağlı “Terörün Finansmanı ve Finansal Suçlardan” sorumlu bakan yardımcısı Daniel Glaser başkanlığındaki ABD heyeti, Türkiye’ye gelip Türkiye Bankalar Birliği’nde, bankalarının üst düzey temsilcileri ile bir toplantı yapmış ve İran bankaları ile çalışmamaları konusunda uyarmış hatta tehdit etmiştir (6). Bunun üzerine BakanZafer Çağlayan ise bankacılara cesur olmalarını tavsiye etmiştir (6):

“ABD’nin yayınladığı ambargo kararı var. Her türlü finansman hareketlerine yasak getiren bir düzenleme. Bizi sadece BM’nin kararı bağlar. ABD’ninki değil. … Bankaların cesaretli olması lâzım…”

2010 yılı içinde ABD’de Ali Babacan ve Zafer Çağlayan’a İran ile ticaretin kesilmesi talepleri iletilmiş ve fakat Türkiye, bu talepleri de dikkate almamıştır. Bunun üzerine aynı yıl Türkiye’ye gelen “ABD Hazine Bakanlığı Terörizm ve Finansal İstihbarat” yeni müsteşarı David Cohen, Türkiye’deki muhataplarını sert bir dille uyararak Türkiye’nin İran ile olan ticaretini tamamen sona erdirmesini istemiştir (6).

Şer ittifakı, İran’a ve İran’la ticaret yapan ülkelere baskıları artırınca, ABD’nin yaptırım kararlarını aşabilmek için İran, 2012 yılında “doğalgaz karşılığı altın” uygulaması projesini geliştirmiştir. Bunun üzerine ABD, 6 Şubat 2013 yılında İran’ın“doğalgaz karşılığı altın” uygulamasını sonlandırmak için İran’a “değerli taş satışını da yasaklayan yeni bir yaptırım paketini” yürürlüğe sokmuştur (1).

HİNDİSTAN’IN HALK BANKASI SİSTEMİNE DÂHİL OLMASI

Şer İttifakını rahatsız eden çok önemli bir mesele de, Hindistan’ın Türkiye’nin küresel para sistemini devre dışı bırakan Halk Bankası uygulamasına dâhil olmasıdır. Toplam petrol ihtiyacının %15’ini (15-20 milyar dolar civarında) İran’dan temin eden Hindistan, “Türkiye ödeme hattını açan ve deneyen ilk ülke olmuştur”. ABD’nin İran’a uyguladığı ambargodan dolayı Hindistan’daki petrol rafinerilerinin İran’dan gerçekleştirdiği günlük 400 bin varil ham petrol alımı riske girmiş, “Hint rafineri şirketleri, İran’a 5 milyar dolarlık borçlarını ödeyemeyince İran, 8 ay boyunca Hindistan’a petrol sevkiyatını durdurmuştur”. Hindistan bu sorunu, Temmuz 2011’de Türkiye ile anlaşarak Halk Bankası üzerinden çözmüştür. Türkiye ile anlaşma sağlanınca 8 ay sonra Hindistan ve İran arasında petrol ticareti yeniden başlamıştır (6). Bu ödeme sistemi, 2011 boyunca ABD’nin değil, BM’nin yaptırım kararlarına uygun olarak yapılmıştır.

Ekim 2011’de Türkiye’ye ABD’li yeni bir heyet gelerek İran’la petrol ticaretinin yapılmaması için tekrar baskı yapmıştır. ABD bundan sonuç alamayınca, 2011’in sonuna doğru İran Merkez bankası ile petrol gelirleri üzerinden parasal transfer yapan finansal kurumlara yeni yaptırım kararları almıştır (6).

ABD’nin bu kararı üzerine Türkiye, Halk Bankası üzerinden yapılan ticaretin güvenilir olduğunu kuvvetlendirmek için, “denetime açık olduğunu, BM kararlarına uygun hareket edildiğini ve Türkiye’nin en büyük rafineri şirketi olanTÜPRAŞ’ın da sisteme dâhil olduğu” açıklamasını yapmıştır (6).

“BOTAŞ ve TÜPRAŞ’ın yapmış olduğu alımlar karşısında Halkbank’ta İran kaynaklarına TL cinsinden hesaplar açılmış, bu hesaplardan çekilen paralar ise Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin herhangi bir müdahalesi olmadan ya altına çevrilmiş ya da eski usul havale yöntemleri kullanılarak TL, döviz cinsinden Dubai’ye ve oradan da ilgili şirketlere transfer edilmiştir.” (6)

Muhtemelen yapılan eleştiri ve baskılar üzerine Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, “Biz ilgili yere ödeme yapıyoruz, gerisi bizi ilgilendirmiyor. Doğalgaz karşılığında ne verildiği önemli değil; altın olur, patates olur, başka şey olur...” şeklinde bir açıklama yapmıştır (1). Diğer taraftan 2013 bütçe komisyonu görüşmeleri sırasında dönemin ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, Türkiye’nin doğalgaz ihtiyacının %18’ini ve petrol alımların %55’ini bu yöntemle İran’dangerçekleştirildiğini ifade etmişlerdir (6).

Dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan da, takas konusunun Türkiye’nin menfaatine olduğunu ifade ederek Türkiye’nin bu konuda kararlı bir duruş sergileyeceği mesajını vermiştir (1):

“Bu (İran doğalgazı) bizim için stratejik bir ürün olması hasebiyle biz bunu alırız ve takas noktasında da yapmamız gereken takas neyse bu takası da yapacağımızı yine kendilerine söyledik.”

2012 yılında Türkiye’nin altın ihracatı, 2011 yılına göre 10 kat artarak yaklaşık 12 milyar dolara ulaşmıştır. (1)

Sonuç: Örümcek (Şer İttifakı) Ağlarını Örmüş ve Zehrini Enjekte Etmeye Başlamıştır

Halk Bankası üzerinden İran-Türkiye, Hindistan-İran ve Kuzey Irak-Türkiye arasındaki petrol ve doğalgaz ticaretinin, ABD para sistemi devre dışı bırakılarak TL olarak yapılmasından dolayı, “ABD’nin uluslararası ödemeler sisteminde yaklaşık 100 milyar dolarlık bir gedik açılmıştır” (6).

Küresel para sisteminin bozulabileceğini ve başkaldırının Hindistan’ın dışında diğer ülkelere de yayılabileceğini öngören ABD, İran üzerindeki, BM dışında, yaptırımlarını sıkılaştırmış ve İran ile ticaret yapan Türkiye’nin üzerine gitmeye ve Türkiye’yi tuzağa düşürecek şekilde ağlarını örmeye başlamıştır.

Halk Bankası ile ilgili ABD’de açılmış olan mahkemenin “ek dosyalarına” göre 12 Şubat 2013’de, 17 Aralık 2013 yolsuzluk soruşturmasından yaklaşık 10 ay önce, ABD Hazine Bakanlığı, Halkbank Genel Müdür yardımcısı Mehmet Hakan Atilla ve diğer Halkbank yöneticilerini tekrar uyarmıştır (7). 10 Ekim 2014’te de, Türkiye’deki 17 Aralık 2013 yolsuzluk soruşturmasından yaklaşık 10 ay sonra, ABD Hazine Bakanlığı, Mehmet Hakan Atilla ile Sarraf’ın İran yaptırımlarını delme konusunu tekrar gündeme getirerek Türkiye’ye baskı yapmıştır (7).

ABD, “İkincil Yaptırımlar” adını verdiği ve tek taraflı yürürlüğe soktuğu bir sistem kurmuştur. Bu sistem, ABD’nin koyduğu yasaklara uymayan ve ABD ekonomisine zarar verdiği kabul edilen tüm kişi, kuruluş ve şirketlerin ABD tarafından cezalandırılmasını ön görmektedir (8).

İran’la ilgili 2010-2013 “ABD yaptırım Kararlarına”, “13224 sayılı kararnameye”(Eylül 2001), “ABD Vatanseverlik Yasasına” (26 Ekim 2001) (9) ve “İkincil Yaptırımlar Yasasına” dayanarak ABD, İran petrol gelirlerini, “kara para” olarak tanımlamış ve bu bağlamda gerçekleşen her türlü finansal işlemi, “kara para aklama” olarak kabul etmiştir (10).

ABD New York Güney Bölgesi mahkemesi, bu korsanlık yasalarına dayanarak Şer ittifakının Halk Bankası ile ilgili ördüğü ağa takılan Rıza Zarrab’ı (19 Mart 2016) ve Halkbank Genel Müdür yardımcısı Mehmet Hakan Atilla’yı (27 Mart 2017) tutuklamış, Halk Bankası eski genel müdürü Süleyman Aslan ile eski ekonomi bakanı Zafer Çağlayan hakkında da tutuklama kararı vermiştir. Ayrıca Halk Bankasının Uluslararası Operasyonlardan sorumlu genel müdür yardımcısı Levent Balkan’ı ve Reza Zarrab’ın çalışanı Abdullah Happani’yi de iddianameye dâhil etmiştir.

Bugün New York Güney Bölgesi mahkemesi üzerinden örümcek, zehrini etrafa yaymakta, bu insanları, korsanlık yasalarına dayanarak;

  • “İran’a yönelik ambargoyu düzenleyen yasaları örgütlü, kasıtlı ve tekrarlanarak ihlal etmek,”
  • “Kara para aklamak,”
  • “Bankaları dolandırmak”,
  • “Rüşvet almak”.

ile suçlamaktadır (10).

Tek yanlı alınmış böylesi yaptırım kararlarının adı, uluslararası hukukta nedir? Böyle bir uygulama barbarlık, korsanlık, değilse nedir?

Halk Bankası operasyonunun Irak-Suriye düzleminde olanlarla bir ilgisi var mıdır?

Şer İttifakı, Halk Bankası üzerinden başka bir pazarlık mı yapmak istiyor?

Kaynaklar

1- Kırdar, S., “ABD’nin İran’a Uyguladığı Altın Yaptırımı Ve Olası Sonuçları”, Türkiye TEPAV, Nisan 2013; http://www.tepav.org.tr/tr/ekibimiz/s/1195/Seda+Kirdar.

2- Erbakan, N., Yeni Bir Dünya Ve Adil Düzen, ESAM, Ankara, 2010, S: 31-33.

3- Tüfekçi, Ö., Piyasaların Dolar Çıkmazı ve Yeni Küresel Para Birimi Arayışı, BORSANOMİ Dergisi, Sayı 21. http://cesran.org/canlar-kimin-icin-caliyor.html

4- Sallı, M.,K., “Rıza Sarraf Dosyası, Hedef Sarraf Değil, Türkiye”, 12 Eylül 2017, mksalli@yahoo.com.tr; http://www.oncevatan.com.tr/riza-sarraf-dosyasi-hedef-sarraf-degil-turkiye-makale,39819.html, Önce Vatan Gazetesi; Korcan, U., 22 Eylül 2009, http://www.gazetevatan.com/dolara-kotu-haber-260484-ekonomi/

5- https://live.economyturk.com/yuan-uluslararasi-bir-para-olacak_1074.html

6- Tor, S., Al-Jazeera Turk, 25 Mart 2016.

7- Kod Adı Abi... İşte ‘Older Brother’ Belgesi, Cumhuriyet 08.09.2017

8- Loğoğlu, F., İran yaptırımları ve Rıza Sarraf et al davası, Gazete Duvar.

9- Can, B., “ABD Merkezli Küresel Halk Bankası Operasyonunun Farklı Boyutları-2: “BM’nin Yaptırım Kararları”, “ABD’nin Yaptırım Kararları” Ve “Mali Eylem Görev Gücünün” (FATF) Kararları, 22 Eylül 2017, Milli Gazete.

10- “Zafer Çağlayan Hakkında Tutuklama Kararı”, Amerika’nın Sesi 08.09.2017;

 

22 Eylül 2017 Cuma

ABD Merkezli Küresel Halkbankası Operasyonunun Farklı Boyutları-2: “BM’in yaptırım kararları”, “ABD’nin yaptırım kararları” Ve “mali eylem görev gücünün” (FATF) kararları

 (Milli Gazete)

GİRİŞ

Halkbankası olayı, iç, bölgesel ve küresel dinamiklerin çatıştığı bir ortamda vuku bulmuş çok yönlü, çok boyutlu bir vakadır. Halkbankası olayı, Türkiye’nin iç dinamikleri yanı sıra, bölgesel dinamiklerden İran, Hindistan ve AB ile küresel dinamiklerden BM-ABD-İngiltere-Siyonizm ile yakından alâkalıdır. Halkbankası olayı ile ilgili Türkiye’deki savcılığın iddiasında ve ABD’deki mahkemenin iddianamesinde yer alan suçlamaları daha iyi anlayabilmek için İran’a “nükleer yakıt programından” dolayı, BM’nin, ABD’nin aldığı yaptırım kararlarını ve FATF’in bildirilerini göz önüne almamız gerekmektedir.

Burada, bu konu ele alınıp değerlendirilecektir.

BM’NİN İRAN’LA İLGİLİ YAPTIRIM KARARLARI

2006 yılında İran’la ilgili “nükleer dosya”, Uluslararası Atom Enerji Ajansı (UAEA) tarafından BM Güvenlik Konseyi’ne gönderilmiştir. Bu tarihten sonra Güvenlik Konseyi İran’a karşı 1696 (2006), 1737 (2006), 1747 (2007), 1803 (2008), 1835 (2008) ve 1929 (2010) sayılı karar olmak üzere altı ayrı yaptırım kararı almıştır.

2010 yılında BM tarafından alınan 1929 sayılı karar, “Barışa Tehdit” çerçevesinde alındığı için bütün devletler bakımından bağlayıcı özelliği vardır. Karar, üç bölümden oluşmaktadır. Birinci bölümde İran’ın yerine getirmesi gereken sorumluluklar yer almaktadır. Bu sorumlulukları yerine getirmediği takdirde İran’a uygulanacak yaptırımlara ikinci bölümde yer verilmektedir. İkinci bölümde yer alan yaptırımları aşağıdaki gibi özetleyebiliriz(1,2):

* Birinci bölümde yasaklanan faaliyetlere dâhil olan kişi ve kurumların İran dışındaki fonlarının dondurulması ve seyahatlerinin kısıtlanması,

* İran’ın balistik füze geliştirmeye dönük her türlü faaliyetinin yasaklanması ve ağır silah ithalâtına kısıtlamalar getirilmesi,

* İran’ın nükleer silah sistemi, özellikle nükleer başlık taşıyabilecek füze sistemleri geliştirmesinde İran’a yardımcı olabilecek malzeme, teçhizat ve teknoloji transferinin yasaklanması,

* Tüm devletlerin, İran’ın nükleer başlıklı füze geliştirme çalışmalarıyla bağlantılı olduğu düşünülen kişi ve kurumları yaptırım kapsamına alması, kişi ve kurumların yurtdışındaki fonlarının dondurulması ve ilgili kişilerin seyahatlerine kısıtlama getirilmesi,

* Devrim Muhafızlarına bağlı birçok kurum ve üst düzey komutanlar dâhil birçok kişinin yaptırım kapsamına alınması,

* İran’ın nükleer ya da balistik programına katılan İran Atom Enerjisi Kurumu’na bağlı İsfahan Nükleer Teknoloji Merkezi Başkanı Cevad Rahiki’ye ve toplam 40 İran kuruluşuna, uluslararası alanda mal varlıklarının dondurulması ve seyahat yasağı getirilmesi,

* İran’ın, İran vatandaşlarının ya da kurumlarının ya da onların adına hareket eden üçüncü unsurların başka bir ülkede uranyum madeni ticareti, nükleer malzeme ve teknoloji üretimi ve kullanımının yasaklanması,

* Tüm devletlerin, yaptırıma konu olan nükleer faaliyetler ve silahlarla ilgili olarak her türlü malzeme, teçhizat ve teknolojiyi İran’a doğrudan ya da dolaylı satışını, transferini ve tedarikini önlemekle yükümlü kılınması,

* Devletlerin, İran’a giden ve İran’dan gelen her türlü nakliye aracını kendi egemenlik alanlarında denetlemesi,

* Bayrak devletinin rızası alınmak kaydıyla açık denizlerde dahi İran’a giden ve bu ülkeden gelen kargoların denetlenmesi,

* Tüm devletlerden İran bankalarının dâhil olduğu tüm işlemlerin nükleer yayılmaya ilişkin ya da nükleer silah sistemine ilişkin olmaması için özellikle dikkat etmesi,

* İran bankalarının yurt dışındaki ortaklıkları, şube açma girişimleri ve yabancı bankaların İran’daki ortaklıkları ve şube açma çalışmalarında ilgili devletlerin son derece ihtiyatlı olması,

* Tüm devletlerin yaptırımların uygulanması için aldıkları önlemleri ve kararları iki ay içerisinde Yaptırım Komitesi’ne bildirmesi,

* İran’a nükleer madde ve malzeme gönderilmesinin önlenmesi için bir denetim sistemi kurulması.

ABD’NİN İRAN’LA İLGİLİ YAPTIRIM KARARLARI

İran-ABD ilişkileri, İran İslâm Devrimi ile birlikte bozulmuş ve bugüne kadar da düzelmemiştir. ABD, yol boyu, hemen hemen her başkan zamanında, gerek bizzat kendisi, gerekse BM ve diğer uluslararası kuruluşlar aracılığıyla İran’a yaptırımlar uygulamıştır. BM Güvenlik Konseyi, İran’la ilgili 1929 sayılı yaptırım paketini kabul ettikten sonra ABD bu yaptırımlarla yetinmemiş, kendisi 2010-2013 yılında yeni yaptırım paketleri hazırlayıp dünya kamuoyuna duyurmuştur.

ABD’nin İran’a dönük yeni yaptırım paketinin (2010) muhtevasını aşağıdaki gibi özetleyebiliriz(3):

* İran, nükleer silahların yayılması faaliyetlerini hayata geçirmek ve maskelemek için mali sektörü, nakliye endüstrisi ve Devrim Muhafızlarını kullanmaktadır.

* “Diğer hükümetler ve yabancı mali kurumlar, yeni yaptırımlar getirilen bu kuruluşlarla temas etmemeli ve İran’ın yasa dışı faaliyetlerini desteklememelidir”.

* Amerikalıların “Kara liste’’ye alınan şirket ve bireylerle ticari ilişki içine girmesi yasaklanmıştır. Bunların ABD’nin yetki sınırları içine girebilecek mal varlıkları dondurulmuştur.

* İran Post Bankası, İran’daki daha büyük bir banka olan ve 2007’de ABD’nin yaptırım uygulamaya başladığı Sepah Bankasının uluslararası işlemlerini gizlemeye dönük paravan şirketi olarak faaliyet göstermekte olup kara listeye alınmıştır.

* İran İslâm Cumhuriyeti Gemicilik Hattının (IRISL), gemilerinin adlarını değiştirerek ya da onları yeni paravan şirketlere kaydırarak yaptırımlardan sıyırmaya çalışmasını önlemeyi amaçlayan tedbirlerle bu tür beş paravan şirket kara listeye alınmıştır.

* “Balistik füzelerin geliştirilmesi konusundaki faaliyetlerinden ötürü’’ devrim muhafızlarının hava gücü ve füze komutanları, İran’ın içinde ve dışında bulunan, İran yönetiminin sahip olduğu ya da kontrol ettiği 22 petrol, enerji ve sigorta şirketi yaptırım listesine eklenmiştir”.

2012 yılında İran, batılı ülkelerin yaptırımlardan kurtulmak için “doğalgaz karşılığı altın” uygulaması projesini geliştirmiştir. Bunun üzerine ABD, 2013 yılında İran’ın “doğalgaz karşılığı altın” uygulamasını sonlandırmak için İran’a “değerli taş satışını da yasaklayan yeni bir yaptırım paketi” hazırlamıştır. 6 Şubat 2013 tarihinde resmi olarak uygulanmaya başlayan yeni yaptırım kararlarına göre(4);

* Bir ülkenin, İran’dan doğalgaz ve petrol alması ancak, İran’ın yasal mal veya hizmetleri satın almak için kullanabileceği bir hesaba, bunların ücretlerini yatırmasıyla mümkün olacak,

* İran ne aldığını belgelemeden, ödemeyi bankadan çekemeyecek,

* İran’a değerli taş satışı yapılmayacak,

* İran bundan sonra petrol ihraç ettiği ülkelerden, karşılığında yiyecek, ilaç, tıbbî malzeme ve endüstriyel ürünler alabilecektir.

Amerikan Hazine Bakanlığı, Eylül 2001’de, 13224 sayılı Kararname ile “Uluslararası terörizmi desteklediği belirtilen kişi ve kurumların mal varlıklarına el koyma ve Amerikan kurumları ile işlemlerini engelleme konusunda Başkan’a yetki vermiştir”. Ardından 26 Ekim 2001 tarihinde “terörizmle ilgili para aklayan yabancı bankaların Amerikan finansal sisteminden dışlanmasını” öngören “ABD Vatanseverlik Yasası”nı çıkarmıştır. ABD’nin yasalarına göre “Amerikan Hazinesi, kendisine bağlı “Finansal Suçlar İcra Ağı” tarafından yasaklanan bankalarla muhabir bankacılık veya başka somut bir iş ilişkisi içinde bulunan yabancı bankaların Amerikan bankalarındaki hesaplarına el koyma yetkisine sahiptir”(5).

“MALİ EYLEM GÖREV GÜCÜ” (FİNANCİAL ACTİON TASK FORCE - FATF) KARARLARI

FATF, Temmuz 1989’da Paris’te toplanan G-7 zirvesinde alınan kararla, “kara para aklamaya” mâni olmak amacıyla uluslararası tedbirler alınması için kurulan ve bu konuda politika ve standartlar üreten bir organdır(5). 11 Eylül 2001 tarihinden sonra çalışma alanına “terörün finansmanı ile mücadeleyi” de dâhil etmiştir.

FATF’in 33 ülke ve 2 bölgesel kuruluş olmak üzere toplam 35 üyesi bulunmaktadır. Türkiye, 24 Eylül 1991 tarihinde FATF’e üye olmuştur.

Arjantin, Avusturya, Avustralya, Belçika, Brezilya, Kanada, Danimarka, Avrupa Komisyonu, Finlandiya, Fransa, Almanya, Yunanistan, Körfez İşbirliği Konseyi, Hong Kong, Güney Kore, İzlanda, İrlanda, İtalya, Japonya, Lüksemburg, Meksika, Hollanda, Yeni Zelanda, Norveç, Çin, Portekiz, Rusya, Singapur, Güney Afrika, İspanya, İsveç, İsviçre, Birleşik Krallık, ABD FATF’nin üyeleridir(5).

“FATF, suç gelirlerinin aklanması ve terörün finansmanı ile mücadele amacıyla gerekli standartları belirlemekte ve üye ülkelerden yasal, finansal, operasyonel ve uluslararası işbirliği konularında bu standartlara uyulmasını beklemektedir. FATF tarafından geliştirilen mevzuat etkili bir takip sistemi ile desteklenmektedir. FATF’ın bu standartlar kapsamında belirlediği 40+9 Tavsiye kararı vardır”(5). Konumuz açısından FATF’in 21. tavsiye kararı önemlidir:

“Finansal kuruluşlar, FATF tavsiyelerini uygulamayan ya da eksik uygulayan ülkelerin vatandaşları, şirketleri ve finansal kuruluşları ile girecekleri iş ilişkilerine ve işlemlere özel dikkat göstermelidirler. Bu işlemlerin görünürde hukuki ve ekonomik amacı yoksa işlemlerin esası ve amacı araştırılmalı ve bulgular yetkili makamlara yardımcı olabilecek şekilde yazılı kayda geçirilmelidir. Bir ülke, FATF tavsiyelerine uymamaya ya da yeterince uyum göstermemeye devam ederse, ülkeler buna karşı uygun tedbirleri almalıdırlar.”(5)

BM Güvenlik Konseyi, 29 Temmuz 2005 tarih ve 1617 sayılı kararı ile bu standartların tüm üye ülkeler tarafından uygulanmasını teşvik etmiştir. FATF, standartlara uymayan ülkeleri, “İşbirliği Yapmayan Ülke veya Bölgeler” listesinde açıklamaktadır. 2006 yılı Ekim ayında FATF Genel Kurulunda alınan karar uyarınca FATF’nin çalışma grupları arasında “Uluslararası İşbirliği İzleme Grubu” oluşturulmuştur.

İzleme Grubu aralarında İran’ın da bulunduğu bazı ülkelerle (Angola, Komoros, Libya, Sao Tome and Principe, Sudan, Bahreyn, Kuzey Kore, Türkmenistan, Belarus) ilgili olarak uluslararası sistem açısından risk taşıdıkları gerekçesiyle çeşitli bildiriler yayınlamıştır. “FATF, İran’ı yeterince işbirliği yapmamakla suçlamaktadır”(5).

SONUÇ

Türkiye, 2010- 2013 döneminde Doğalgaz ihtiyacının yaklaşık %16-20’sini İran’dan karşılamıştır(4). Türkiye, İran’dan “doğalgaz karşılığı altın” projesine uygun doğal gaz almıştır. Türkiye ödemeleri, TL olarak Halkbank üzerinden gerçekleştirmiştir. İran ödeme vadesinde Türkiye’ye ayrıcalık tanımış 30 gün olan petrolün ödeme vadesini, 60 gün yapmıştır.(4)

Türkiye’nin ödemeyi hem TL cinsinden ve hem de 60 günde yapmış olması, Türkiye için önemli bir avantaj olmuştur.

İran ise gaz karşılığı elde ettiği Türk Lirasını uluslararası bankacılık sistemine sokamadığı için Türkiye’den “külçe altın satın almış” ve “bunu çeşitli yollarla ülkeden çıkarmıştır”(4).

ABD’nin parasal güç alanı dışına çıkılarak Halk Bankası üzerinden İran-Türkiye, Hindistan-İran ve Kuzey Irak-Türkiye ticaretinin TL olarak yapılması, “ABD’nin uluslararası ödemeler sisteminde yaklaşık 100 milyar dolarlık bir gedik açılmasına sebebiyet vermiştir”(6).

ABD, 6 Şubat 2013’de “Altın yaptırımı kararını” yürürlüğe sokarak Türkiye’nin önünü kesmiş, “doğalgaz karşılığı altın” ticaretini durdurmuştur.

Türkiye’nin İran’la TL olarak Halk Bankası üzerinden doğalgaz ticareti yapmış olması; Türkiye’nin menfaatine ve fakat başta ABD olmak üzere Küresel sermayenin aleyhine olmuştur. Nitekim dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin kendi çıkarlarını savunmasının çok doğal olduğunu ifade ederek İran’la yapılan bu ticarete ABD’nin karşı çıkmasına haklı olarak tepki göstermiştir(4):

“Bu (İran doğalgazı) bizim için stratejik bir ürün olması hasebiyle biz bunu alırız ve takas noktasında da yapmamız gereken takas neyse bu takası da yapacağımızı yine kendilerine söyledik. Her ülke kendi çıkarlarını çok rahat düşünüyor. Türkiye de kendi çıkarlarını tabii ki düşünecektir.”

2010-2013 döneminde Amerikan Hazine Bakanlığı’nın, BM Güvenlik Konseyi ve FATF’nin İran ve İran’la ticari ilişki içerisinde tüm ülkelerle ilgili aldığı yaptırım kararlarının ana hedefinin, sadece İran olmayıp, İran’a enerji açısından bağımlı olan Türkiye, Hindistan, Çin gibi ülkelere diz çöktürmek olduğunu Türkiye, zamanında görmeliydi.

2010 yılından itibaren Örümcek (Şer İttifakı) Türkiye üzerine zehirli ağlarını örerken ve yolunun üzerine mayınları döşerken Türkiye’nin gerekli tedbirleri alması gerekmez miydi?

Kaynaklar:

1- Türmen, R., Güvenlik Konseyi’nin İran kararı, 14.06.2010 rturmen@milliyet.com.trrturmen@milliyet.com.trTüm Yazıları

2- Sinkaya, B., BM Güvenlik Konseyi’nin İran’a Karşı Yeni Yaptırım Kararında Ne İsteniyor?, ORSAM,10 Haziran 2010, http://orsam.org.tr/tr/yazigoster.aspx?ID=848

3- ABD’nin yeni İran kararı..., 17 Haziran 2010, AA; Adana Post,

4- Kırdar, S., ABD’nin İran’a Uyguladığı Altın Yaptırımı Ve Olası Sonuçları, Türkiye TEPAV, Nisan 2013, http://www.tepav.org.tr/tr/ekibimiz/s/1195/Seda+Kirdar.

5- Yıldırım, A., K., İran Yaptırımlarının Mali Boyutları, Ortadoğu Analiz Ocak’10 Cilt 2 - Sayı 13, akyildirim11@gmail.com

6- Tor, S., Al-Jazeera Turk, 25 Mart 2016.

15 Eylül 2017 Cuma

“2019 Cumhurbaşkanlığı Kadife Darbe Süreci”nde Yeni Bir Aşama-7

 (Milli Gazete)

ABD MERKEZLİ KÜRESEL YENİ BİR “17 ARALIK OPERASYONU”

Gerek dünyada ve gerekse Türkiye’de baş döndürücü olaylar meydana gelmektedir. Bunlardan en önemli gördüklerimizi, aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

* ABD New York Güney Bölge Mahkemesi’nin Halk Bankası ile ilgili bakan düzeyinde tutuklama kararı vermesi,

* Kuzey Kore’nin nükleer denemeler yapması ile ortaya çıkan küresel gerilim,

* Latin Amerika ülkelerinde özellikle Venezüella’da meydana gelen/getirilen iç kaos,

* Arakanlı Müslümanlara karşı katliam yapılması ve meydana gelen göç olayı,

* Kuzey Irak’ta Barzani’nin 25 Eylül’de “Kürdistan devleti için referandum” kararı alması,

* Türkiye’de FETÖ ile yapılan mücadelenin sağlam bir zemine oturtulamaması ve her geçen gün gayrimemnun sayısının artması,

* PKK ile mücadelenin sertleşmesi,

* Siyasette gerilimin sürekli artması,

* Kutlu Doğum Haftası nedeniyle başlatılan tartışmaların, Diyanet İşleri Başkanı ve başkan yardımcısının istifasıyla sonlandırılması,

* AK Parti kongrelerinin yapılmaya devam etmesi,

* Meral Akşener’in yeni parti kurma çalışmaları,

* Türkiye ile AB ülkeleri, özellikle, Almanya arasında ilişkilerin aşırı şekilde bozulması, AB’nin Türkiye ile ilgili özel yaptırım kararları almak istemesi,

* Türkiye’nin Kıbrıs’ta taviz vermeye zorlanması ve özellikle Kıbrıs’ta bulunan 38 bin civarındaki Türk Askerinin çekilmesi için Türkiye’ye baskının yoğunlaştırılması,

* Türkiye’nin Rusya ile silah anlaşması yapması,

* Katar krizinin devam etmesi, Sünni dünyanın bölünmesi,

* ABD’nin Afganistan’a asker göndermeye karar vermesi,

* Türkiye’nin Şer İttifakı tarafından Irak-Suriye düzleminde oluşturulmak istenen ve adına “Kürt Koridoru” denilen bir yapılanışa karşı çıkması ve Fırat Kalkanı Harekâtı’nı daha da genişletmek istemesi,

* Türkiye’nin Suriye’de PKK/PYD bölgesine itiraz etmesi ve bu konuda taviz vermemesi,

* Rusya’nın, İran, Irak Merkezi Hükümeti ile işbirliğinin gelişmesi, Astana sürecinde ABD’nin devre dışı bırakılması,

* Türkiye’nin ŞİÖ ile ilişkilerini geliştirmesi,

* ABD’nin değişik eyaletlerinde ırkçı çatışmaların meydana gelmesi,

* İngiltere, İspanya, Fransa ve Almanya gibi ülkelerde DAEŞ adına yapılan terör saldırıları.

Şer İttifakının (ABD-Siyonizm-İsrail-İngiltere) Birinci ve İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurdukları küresel sisteme, son 20 yılda dünyanın her tarafında itiraz edilmektedir. Şer İttifakı bunun farkında olarak mevcut konumlarını daha da kuvvetlendirebilmek için küresel bir savaş çıkarmak istemektedir (1).

Hem Türkiye içinde, hem de bölgede vuku bulan olaylara bu açıdan bakılmasında fayda vardır. ABD New York Güney Bölge Mahkemesi’nin Halk Bankası ile ilgili aldığı karar, bu kapsamda değerlendirilmelidir. Rıza Sarraf’ın ABD’de tutuklanması (19 Mart 2016), 2019 Cumhurbaşkanlığı seçimleri için başlatılan Yeni Kadife Darbe Sürecinin yeni bir aşamasıdır. Küresel “17 Aralık operasyonu”dur.

“2019 Cumhurbaşkanlığı Kadife Darbe Süreci”nde Dört Aşama

Şer İttifakı tarafından başlatılan Taksim Kadife Darbe Sürecini, farklı aşama ve evreleri ihtiva eden beş büyük döneme ayırabiliriz:

  • 1. Dönem: Oslo Görüşmesinin Deşifre Edilmesinden 7 Haziran 2015 Genel Seçimlerine Kadar Kadife Darbe Dönemi.
  • 2. Dönem: 7 Haziran 2015’den 1 Kasım 2015 Seçimlerine Kadar PKK’nın Sosyolojik Savaş Amaçlı Terör Dönemi.
  • 3. Dönem: 1 Kasım 2015 Seçimlerinden 15 Temmuz 2016 Sosyolojik Savaş Amaçlı Askeri Darbe Girişimine Kadar Olan Güvenlik güçlerinin Terörle Savaş Dönemi.
  • 4. Dönem: 15 Temmuz 2016 Sosyolojik Savaş Amaçlı Askeri Darbe Girişiminden 16 Nisan 2017 Referandumuna Kadar Gülen Şantaj ve Terör Örgütünün Tasfiye Dönemi.
  • 5. Dönem: Rıza Zarraf’ın ABD’ye Götürülüp 16 Mart 2016’da Tutuklanmasından 2019 Cumhurbaşkanlığı Seçimine Kadar Olacak Olan Yeni Kadife Darbe Dönemi.

* Yeni Kadife darbe Dönemi için Hazırlık Aşaması:

§ Birinci Evre: Rıza Zarraf’ın ABD’ye Götürülüp 16 Mart 2016’da Tutuklanması,

§ İkinci Evre: Can Dündar’ın MİT TIR’larından Dolayı Tutuklanması Ve Akademisyenler Bildirisi Yayınlanması,

* Birinci Aşama: Darbe Girişiminin Bastırılması ile Sivil, Askeri Bürokraside ve İş Dünyasında Geniş Çaplı Operasyonların Başlatılması ile Sünni Camia İçerisinde Gayrı Memnun Sayısının Artırılması (2-4).

* İkinci Aşama: Halk Bankası Genel Müdür Yardımcısı, Mehmet Hakan Atilla’nın ABD’de 27 Mart 2017’de Tutuklanması

* Üçüncü Aşama: 16 Nisan 2017 Referandumu (5,6)

§ Birinci Evre: Referandum Sonuçlarına Şaibe Düşürme Kampanyası,

§ İkinci Evre: Tek Adam Söylemi İle Diktatör İnşa Etme Süreci,

§ Üçüncü Evre: Pelikancıların, Mavi Marmaracılara ve İslâmcılara Savaş Açması, Siyasetin Sessiz Kalması

§ Dördüncü Evre: Mustafa Kemal, Annesi, Hanımı ve Evlatlığı İle İlgili Açılan Çirkin Kampanya, Mustafa Kemal’in Heykellerine Yapılan Saldırılar

§ Beşinci Evre: Pelikancıların ve İhlas Grubunun Kutlu Doğum Haftası Üzerinden Diyanet Başkanlığına Açtıkları Savaş Sonucu Diyanet İşleri Başkan Ve Yardımcısının Görevden Ayrılması

yyy Dördüncü Aşama: ABD New York Güney Bölge Mahkemesinin Halk Bankasının Eski Yöneticileri Ve Bir Bakan Hakkında Tutuklama Kararı Vermesi,

Bu yazı serisinde, Kadife darbecilerin yeni dönemdeki (2019 Cumhurbaşkanlığı kadife darbe süreci) muhtemel amaç ve hareket tarzları üzerinde durulacaktır.

Burada, Halk Bankası bağlamında 2019 Cumhurbaşkanlığı kadife darbe sürecine ilişkin yönetim mekanizması ve şer ittifakının kurduğu “sömürü çarkı” ele alınıp ana hatları ile değerlendirilecektir.

Yeni Kadife Darbe Sürecinde Yönetim Mekanizması ve ABD Yargısı

Dünyada bugüne kadar gerçekleştirilmiş olan kadife darbelerin ana stratejisini çizen beyin takımı, Soros Merkezli Siyonist-Mason bir kadrodur (Dış Beyin-Birinci Halka)(Şekil-1). Bu, hedef ülkelerin dışında bir merkez olup, çalışmaları gizlidir ve mecbur kalmadıkça, genel olarak, açık bir tavır ortaya koymaz. Hedef ülkelerde, ana stratejiye uygun bir şekilde kadife darbelerin yönetilebilmesi için o ülke içerisinde var olan, o ülkenin vatandaşı konumundaki Mason-Sabetayist-Siyonist-İşbirlikçilerden oluşan 2. derecede bir beyin takımı (iç beyin- ikinci halka) daha vardır. Bu kesim de mecbur kalmadıkça açık bir tavır ortaya koymaz ve ortalıkta gözükmez. Bu iki merkez, mevcut siyasi iktidara, sisteme/devlete karşı olan

“gayrimemnun örgütleri”, bir “çatı kuruluş” etrafında (“taşeron yapı”) birleştirerek (yönetimin üçüncü halkası), ana stratejiyi ve ana stratejinin öngördüğü tüm taktikleri, bunlar aracılığıyla hayata geçirmeye çalışır. “Çatı kuruluşta” yer alan kadroların/yöneticilerin tümü, bu işbirliğinden haberdar olmayabilir; ya da ortak düşmana/rakibe karşı çıkar birliği olarak meseleye bakabilir. “Çatı kuruluş”, ülkedeki tüm gayrimemnunları ya da önemli bir kısmını kuşatacak tarzda, öngörülen strateji ve taktikleri devreye sokmakta ve ona göre davranmaktadır (6,7).

Yeni Halk Bankası olayında, şu ana kadar birinci ve ikinci halkadaki beyin takımları, henüz, açık aleni bir tavır ortaya koymuş değillerdir. Ancak seçilen taşeron yapıda çok ciddi bir değişiklik vardır. Üçüncü halkadaki taşeron yapı, ülke içinde değil ülke dışında olup, ABD yargısıdır. Bu şekliyle Türkiye’deki kadife darbe süreci açık bir şekilde küresel bir boyut kazanmıştır. Bu, şer ittifakının faaliyet gösterdiği her yerde etkisini gösterecektir.

Mesele sadece Halk Bankası olayı olarak sınırlı kalmayabilir. Türkiye, uluslararası anlaşmaları ve Şer İttifakı ile geçmişte yapılmış ikili anlaşmaları ihlal, terör ve kaçakçılığa yardım ve yataklık suçlamaları ile karşılaşabilir. Bu süreçte Türkiye’ye karşı yargı üzerinden başlatılmış olan savaşın, yaygınlaştırılması ihtimali çok yüksektir.

Kadife Darbelerdeki ana stratejiye göre hedef Ülke içerisinde bir “Çatı Örgüte” ihtiyaç vardır. Yeni Halk Bankası olayında şu ana kadar Türkiye içinde, açık bir şekilde, henüz bir “Çatı Örgüt” ortaya çıkmış değildir. Ancak Kadife Darbelerin stratejisini ve süresini göz önüne aldığımız zaman, böyle bir örgüt için hazırlık yapılmış olmalıdır. Yeri ve zamanı geldiğinde bu yapı harekete geçecektir /geçirilecektir.

Türkiye’deki Taksim Kadife Darbe sürecinin başlangıç aşaması olan Gezi Parkı olaylarında ve daha sonraki aşamalarında farklı “Çatı Örgütler” ortaya çıkarılıp devreye sokulduğu unutulmamalıdır.

Şer ittifakının ABD yargısı aracılığıyla ortaya koyduğu bu tavır, bir taraftan Cem Boyner’in Taksim’e çıkıp “Ne Sağcıyım Ne Solcu; Çapulcuyum Çapulcu” demesine; diğer taraftan 28 Şubat Postmodern Darbeci Generallerin “bundan sonrasını sivil kuvvetler halletsin.” deyip “ Beşli Çeteyi” devreye sokmasına benzemektedir. O nedenle yeni bir Çatı Örgüt ortaya çıkacaktır/çıkartılacaktır.

Şer İttifakının Dünyadaki Sömürü Çarkı

Bugün dünya, Şer İttifakının birinci ve ikinci dünya savaşları sonucunda kurduğu bir sömürü düzenine göre yönetiliyor. NATO, BM, Dünya Bankası ve IMF gibi kuruluşlar, buna hizmet etmektedir. Buna karşılık, Türkiye, Rusya, Çin, İran ve Hindistan bu sisteme itiraz etmektedir.

Rahmetli Erbakan Hoca, ömrü boyunca en büyük tehlike olarak Siyonizm’in kurduğu bu yapıya dikkat çekmeye çalışmış ve Siyonizm’e karşı mücadele etmiştir. Erbakan Hoca, sömürü sistemini, dünyanın her tarafında döşenmiş “pompalar sisteminin çalışmasına” benzetmektedir:

…”Başka bir sömürü çarkı da ulaşım üzerinden alınan paydır. Yer değiştirirsen, uçakla gidersen %9’unu IATA’ya vereceksin. Bunlar Siyonist Yahudi kuruluşlarıdır. Nereye giderseniz gidin %9’unu Siyonistlere vermeden gidemezsiniz. Para transferi ancak Siyonist Yahudi bankalar üzerinden yapılabilir.

Mevcut Dünya düzeni vasıtasıyla sömürü boruları her yere döşenmiş, sömürü pompaları kurulmuştur. Harıl harıl dünya sömürülmektedir.”(8)

Sonuç: Türkiye Halk Bankası Üzerinden Sömürü Çarkına Çomak Sokmuştur.

Halk Bankası olayını bu açıklamaların uzantısında ele alıp değerlendirmek gerekmektedir. Para transferlerinin yalnızca New York ve Londra Bankaları üzerinden yapılması ile Şer İttifakı iki önemli avantaj elde etmektedir:

1-Dünyadaki tüm parasal transfer ve akreditiflerinden komisyon almaktadır.

2- Dünyadaki tüm para hareketlerini kontrol etmekte ve izlemektedir.

Türkiye, Halk Bankası üzerinden TL ile Uluslararası ticaret yaparak küresel sisteme karşı çıkmıştır. (Devamı Var)

Kaynaklar

1- Can, B., “İslâm Coğrafyası ve “Kaostan Kaynaklanan Düzen”/(“Yaratıcı Yıkım”/”Düzeltici Savaş”)Teorisi 1-7; 26. 06. 2017-28.07.2017, Milli Gazete.

2- Can, B., FETÖ ile Mücadelede Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar-1:

FETÖ ile Mücadeleden Sorumlu Başbakan Yardımcılığı Kurulmalıdır, 11.08.2017, Milli Gazete.

3- Can, B., FETÖ ile Mücadelede Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar-2:

FETÖ İle Mücadelede Merkezi Denetim Olmalı Ve Merkezi Kriterler Oluşturulup Kamuoyuna Duyurulmalıdır, 18.08.2017, Milli Gazete.

4- Can, B., FETÖ ile Mücadelede Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar-3:

Şer İttifakının Sosyolojik Saldırılarını Etkisiz Kılmak İçin “Gayrımemnun Sayısını” Azaltmak, 25.08.2017, Milli Gazete.

5- Can B., Yeni Bir Kadife Darbe Süreci-1: Arka Plan, Mayıs 2017, Umran Dergisi.

6- Can B., Yeni Bir Kadife Darbe Süreci-2: Kadife Darbecilerin Yeni Hedefi 2019 Seçimleri, Haziran 2017, Umran Dergisi.

7- Sharp G., Diktatörlükten Demokrasiye Kurtuluş İçin Teorik Bir Çerçeve, ABD, The Albert Einstein Enstitüsü, Dördüncü Baskı, Mayıs 2010, S: 10-16; 34-36; 77-85.

8- Erbakan, N., Yeni Bir Dünya Ve Adil Düzen, ESAM, Ankara, 2010, S: 31-33.

8 Eylül 2017 Cuma

Kurban, İslâm Kültür Ve Medeniyetine Ait Olmanın Bir Sembolüdür

 (Milli Gazete)

Giriş

Bugün için en acil konu, “İslâm Kardeşliğini” ve “Ümmet Şuurunu”, yeniden inşa edebilmek ve ihtiyaçları olan kurtuluşu insanlara sunabilmektir.

Burada, Kurban ibadeti bu yönüyle ele alınıp değerlendirilecektir.

Kurban Nedir?

Kurban kelimesinin Arapçada sözlük anlamı, “yakın olmak”, “Allah’a yakın olmak için takdim edilen şey”dir. Istılâhi anlamda ise; “Allah’ı râzı ederek yakınlığını kazanmak için/manen Allah’a yaklaşmak için, ibadet maksadıyla, belli şartları taşıyan hayvanı vaktinde, usulüne uygun olarak kesmeye ve bu amaçla kesilen hayvana” kurban denir (1).

Kurban kelimesi Arapçadır. Ancak, Türkçede kullanılan kurban (kurban bayramında kesilen hayvan) kelimesinin Arapça karşılığı farklıdır. “Kur’an’da kurban karşılığı olarak boğazlayarak kesme olan “zebeha”, “nüsuk, mensek” ve deve kurbanı için “nahr”, Allah’a yaklaşmak veya ihram yasağını çiğnemekten dolayı harem-i Şerif’e kendisi yahut parası gönderilen kurban anlamlarına gelen “hedy” kelimeleri ve Kurban Bayramı’nda Allah’a yaklaşmak amacıyla kesilen belli cins ve evsaftaki hayvanlar için Arapçada “uhdiye”, “dahiye” ve ”ıhdiye” kelimeleri kullanılmaktadır” (2-5).

Tarihsel Süreçte Kurban İbadeti

Kur’an’da Hz. Âdem’in iki oğlunun kıssasında (Habil-Kabil kıssası), Kurbanla ilgili bir bilgi yer almaktadır (5 Maide 27-29). Hz. Âdem’in iki oğlunun kıssasında, “Onların her ikisi birer kurban takdim etmişlerdi de birininki kabul edilmiş, öbürününki kabul edilmemişti.” şeklinde yer alan cümlede, hem “kurban”, hem de “kabul edilme” kelimesinin yer almış olmasından, içinde yaşadıkları toplumun, kurban kesmeyi Allah ile ilişkili bir ibadet olarak kabul edip gerçekleştirdiği ve içinde yaşadıkları toplumun bu kavramı ve mahiyetini bildiği anlaşılmaktadır. Özellikle kurbanı kabul edilen kardeşin, kurbanı kabul edilmeyen kardeşine, kurbanın kabul şartları ile ilgili yaptığı açıklama, bu düşünceyi kuvvetlendirmektedir.

Dolayısıyla kurbanın, Hz. Âdem’in yeryüzüne gönderilmesinden sonra başlamış, Allah’a yakınlaşmak için yapılan bir ibadet şekli olduğunu söyleyebiliriz. Kurban’ı kabul edilen (Habil), kardeşine (Kabil) “Allah, ancak müttakilerden kabul buyurur”, derken, kurbanla takva arasında ilişki kurmuştur. Kurban kavramı, “Allah’a yakın olmak için takdim edilen şey” olarak tanımlandığına göre muhtemelen Hz. Adem döneminde kurban, bir ibadet olarak kabul edilip icra edilmiştir. Nitekim Kur’an’da “Biz her ümmete kurban kesmeyi, ibadet olarak emrettik.” (22 Hac 34) denmiş olması, kurban ibadetinin insanlığın yeryüzü hayatının başlangıcından bu güne kadar devam eden bir ibadet şekli olduğunu ortaya koymaktadır. Diğer taraftan tarihi süreçte “Allah’tan başkası adına kurban kesilmesi” (2, 5-9), bu ibadet şeklinde, tarihsel süreçte meydana gelen bir sapma olarak değerlendirilmiş ve lânetlenmiştir (10):

“Rasûlullah(sas.): ‘Babasına lânet edene Allah lânet etsin!

Allah’tan başkası için hayvan kesene Allah lânet etsin!.”

Ancak bugünkü anlamdaki kurban ibadeti, Hz. İbrahim’le birlikte başlamıştır (11):

“940. (312) (6927)- Ashab: “Ey Allah’ın Resûlü dediler, bayram günü kesilen şu kurban nedir?”

“Bu, babanız İbrahim aleyhisselâm’ın sünnetidir.» buyurdular.

Ashab: “Pekiyi, kurban kesmede bize ne gibi sevap var ey Allah’ın Resûlü!” dediler.

“Kurbanın her bir kılı için bir sevap” buyurdular.”

Hadiste “Hz. İbrahim’in sünneti” olarak bahsedilen konu, Kur’an’da Saffat suresinde anlatılmaktadır. Hz. İbrahim, rüyasında “oğlunu boğazlıyorken” görmüş ve oğluna (İsmail) gördüğü bu rüyayı anlatarak ona fikrini sormuştur (37/102). “Koşabilecek çağa erişmiş” bir çocuğa fikrinin sorulması ve onun babasına verdiği «Babacığım, emrolunduğun şeyi yap.” demiş olması anlamlıdır. Baba, rüyayı anlatırken “emri verenden” bahsetmiş olmalı ki, çocuk, “Emrolunduğun şeyi yap!”, “Beni sabredenlerden bulacaksın.” demektedir. Bu cevapta, çocuğun emri veren üst otorite hakkında belli bir bilgiye sahip olduğu ima edilmektedir. Baba ve oğulun böyle bir emri büyük bir teslimiyet içerisinde kabul edip uygulama aşamasına geçmiş olmaları (37Saffat103), onların imanlarının derecesinin çok önemli bir göstergesidir.

Bu, Hz. İbrahim ve oğlu için büyük bir imtihandı. Onlar, bu imtihanı kazanmışlar ve onların izinden giden nesillerine bir ibadet şekli olarak kurbanı bırakmışlardı (37/111).

Kurban İbadetinin Hikmeti

Kurban ibadetinin hikmetini anlayabilmek için, kâinatın ve insanın yaratılışındaki hikmeti göz önüne almak gerekmektedir. Kur’an’a göre, kâinat, “Boşuna yaratılmamış” (38/27) ve “Hak ile ve belirli bir süre için yaratılmıştır.” (10/5; 14/19). Keza Kur’an’a göre insan da, “Boşuna yaratılmamış” (23/115), “İbadet etsin diye yaratılmış” (51/ 56-58) ve “Yeryüzünde halife olarak yaratılmıştır.” (38/26-27, 6/165; 2/30; 7/69, 74; 10/14, 73).

İnsanla Allah arasında 1- Yaratan-Yaratılan, 2- Sözlü- Sözsüz Haberleşme, 3- Rab-Kul, 4- Ahlâkî (Ödül-Ceza ) olmak üzere dört boyutlu bir ilişki söz konusudur. İbadetler, bu dörtlü ilişkiyi yerli yerine oturtarak, insanın Allah’a göre konumunu belirlemektedir.

Kurbanın geçtiği gerek Maide 27-29’da ve gerekse 37 Saffat 102-111 ayetlerinde “Allah, ancak müttakilerden kabul buyurur”, “biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz” ve “o, bizim mü’min olan kullarımızdandır.” ifadelerinin kullanılmış olması, Kurban ibadetinin, bu dörtlü ilişkide insanın konumunu belirleyen önemli bir faktör olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır.

Kurban ibadetinin hikmeti, Hac 34-37’de, özellikle 37’de daha açık ve anlamlı bir boyut kazanmaktadır: “Onların etleri ve kanları kesin olarak Allah’a ulaşmaz, ancak O’na sizden takva ulaşır. İşte böyle, onlara sizin için boyun eğdirmiştir; O’nun size hidayet vermesine karşılık Allah’ı tekbir etmeniz için.”(22 Hac 37).

Kurbanla ilgili ayet ve hadisler göz önüne alındığında, Kurban ibadetinin hikmeti, şöyle özetlenebilir:

  • Allah’ı tek İlâh ve Rab olarak anmak,
  • Allah’a ve nimetlerine şükretmek,
  • Allah’ın sevgisini ve rızasını kazanmak,
  • Arınarak Allah’a yakınlaşmak, takvaya ulaşmak,
  • Kul ve halife olarak sorumluluk şuuruna varmak,
  • Ölümü sürekli hatırlama şuuruna varmak,
  • Allah rızası için fedakârlık yapmak,
  • Merhametli olmak,
  • Toplumsal yardımlaşma, dayanışma ve ümmet şuuru meydana getirmek,
  • Hak, hukuk, adalet, helalleşmek, güzel ahlâk ve umran gibi değişik değerleri temsil eden bir semboller kümesinin iç içe geçtiği bir ibadet olduğunun şuuruna varmak,
  • Ahlâkı inşa etmek, korumak ve yüceltmek (kulluk ahlâkı, ferdi ahlâk, aile ahlâkı, komşuluk ahlâkı, akrabalık ahlâkı, sosyal ahlâk, ümmet ahlâkı ve çevre ahlâkı).

Kurban ibadetinin gerçekleştirilmesinde şu üç vacip icra edilmektedir:

1- Teşrik Tekbirleri: Telbiye ve Tekbir Getirme,

2- Bayram Namazı,

3- Kurban Kesme.

Teşrik Tekbirleri (Telbiye ve Tekbir Getirme), Arefe sabah namazından bayramın 4. Günü ikindiye kadar 23 vakit süren farz namazlardan sonra getirilen tekbirlerdir (2/203; 22/28). Hz. Peygamber, Teşrik günlerini, “yeme-içme ve Allah’ı zikretme günleri” (12) olarak tanımlamaktadır. Hem bireysel, hem de toplumsal boyutludur. Dünyanın neresinde olursa olsun gerek ferdi ve gerekse cemaatle kılınan tüm namazlarda, hep birlikte tekbir getirilmesinin meydana getirdiği psikoloji, mümine güç, kuvvet ve moral vermektedir. Bu tekbirlerin başlaması ile fert, düşünce, konuşma ve davranışlarında daha duyarlı ve dikkatli olmaktadır(2/203).

Kurban Bayram Namazı, dünyanın her tarafında, sabah namazından belli bir zaman sonra Müslümanların cemaatle kıldıkları bir namazdır. Namazın cemaatle kılınması ve hep birlikte gür sesle tekbir getirilmesi ve namazın ardından bayramlaşıp kurban kesmek üzere dağılınması, ayrı bir mahşerî şuur inşa etmekte ve çok büyük bir gövde gösterisine dönüşmekte, ben yerine, biz hâkim olmaktadır (13):

(1172)- Ebu Bekiri’s-Sıddîk (ra): “Resûlullah (sas.)’a “Hangi Hacc daha efdaldir?” diye sorulmuştu.“

Resûlullah (sas.),Yüksek sesle telbiye getirilip, kurban kesilerek yapılan Hacc!” diye cevap verdi.”

Kurban Kesme, Bayram namazından çıktıktan sonra başlar. Gerek ferdi kurban kesme, gerekse grup halinde kurban kesmede, meydana gelen psikolojik ortam, ben’in, biz haline gelmesine katkıda bulunur. Hz. Peygamber’in (sas):“Muteber oruç, hep beraber tuttuğunuz gündekidir. Muteber iftar, hep beraber ettiğiniz gündekidir. Muteber kurban, hep beraber kurban kestiğiniz gündekidir.” (14) Hadisi bu noktaya vurgu yapmaktadır.

Allah’a olan kulluk görevini ifa etmenin meydana getirdiği bir ruhî tatmin, manevî haz söz konusudur. İnsanın hevâ cephesinin çok temel bir özelliği olan “kan dökücülük” vasfının (2/30) meydana getirdiği saldırganlığın, “Allah rızası için Kurban keserek” kan akıtmakla tedavi edildiğine ilişkin bazı çalışmalar bulunmaktadır (2, 7). (Şuuruna varılmış bir Kurban kesme ibadetinin, insan psikolojisi üzerindeki etkilerinin daha geniş bir şekilde araştırılmasında fayda vardır.) Aşağıdaki hadiste “kan akıtmaktan” bahsedilmiş olması, bu açıdan ele alınıp değerlendirilebilir (15):

(1171)- “Resûlullah (sas.): “Hiç bir kul, kurban günü, Allah indinde kan akıtmaktan daha sevimli bir iş yapamaz. Zîra, kesilen hayvan, kıyamet günü boynuzlarıyla, kıllarıyla, tırnaklarıyla gelecektir.

Hayvanın kanı yere düşmeden önce Allah indinde yüce bir mevkie ulaşır.

Öyle ise, onu gönül hoşluğu ile ifâ edin.”

Kaynaklar

1- Paçacı, İ., Dini kavramlar Sözlüğü, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2006, S: 388

2- Çetin, Ö., Kurban İle İlgili İnanç Ve Tutumlar, Uludağ Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe Ve Din Bilimleri Anabilim Dalı Din Psikolojisi Bilim Dalı, Doktora Tezi, Bursa 2008; S: 23-25; 61-91; 220-232.

3- Yaran, R., Müslümanlar İçin Kurbanın Anlamı, Kuranı Hayat, Sayı 3, 2008, s: 95-100

4- Erul, B., Hz. Peygamber›in Sünnetinde Kurban, Uluslar arası Kurban Sempozyumu, 8-9 Aralık 2007 İstanbul, S:49-55

5- Demircan, Y., Hanefilerin Kurbanın Vücûbiyetiyle İlgili Delilleri Ve Bu Delillerin İslâm Hukuk Usûlü Açısından Değerlendirilmesi, Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslâm Bilileri Anabilim Dalı İslâm Hukuku Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Van, 2008, S: 1-13.

6- Gündüz, Ş., İslâm Dışı Dinsel Geleneklerde Kurban ve Hac, Kuranı Hayat, Sayı 3, 2008, S: 25-40.

7- Daryal, A., M., Dinî Hayatın Psiko-Sosyal Temelleri, Marmara İlahiyat Fakültesi

Vakfı Yay., II.bs., İstanbul ,1999. S:, 1-170.

8- Mutlu, O., ‘Armağan Ekonomisi’ Ve ‘Kurban’ Kavramları Bağlamında Medya Kurbanları; ,İstanbul Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Gazetecilik Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 2005, S: 3-20

9- Sevinç, F., Hititlerde Ölülere ve Yer altı tanrılarına Sunulan Kurbanlar, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Tarih(Eski Çağ Tarihi) Anabilim Dalı, Doktora Tezi, Ankara, 2007, S: 3-20

10- Sahih. Müslim (1978); Ahmed (1/108, 118, 152, 217, 309, 317).

11- Kütüb-i Sitte, Hadis No: 940. (312) (6927)

12- Müslim, sıyam 144, No 1141.

13- Tirmizî, Hacc 14, (827), Tefsir, Âl-i İmrân (3001).

14- Tirmizi, savm, 11, No: 697; Ebu Davud savm, 5, No: 2324; Kütüb-i Sitte, No: 3099.

15-Tirmizî, Edâhî 1, (1493); İbnu Mâce, Edâhî 3, (3126).

16- Kütüb-i Sitte Hadis No: 939. (3123) (6926).

Kurban, İslâm Kültür ve Medeniyetine Ait Olmanın Bir Sembolüdür

Kurban ibadetinin ifa edilmesi sürecinde; akraba, yaşlı ve hasta ziyaretleri yapılarak kardeşlik duyguları pekiştirilmektedir. Toplumsal hareketlilik meydana gelmekte, diğer zamanlara nazaran dil ve söylem farkı oluşmaktadır. Kurban kesim anında, aile bireyleri arasında, hissedarlar arasında ve kurban kesenler arasında ayrı bir psikolojik atmosfer meydana gelmektedir. Kurban etinin dağıtımında merkezden dışa doğru, aile, akraba, komşu ve fakirlere dağıtılma şartının konmuş olması, toplumsal dayanışma, kaynaşma ile ilgili ayrı bir psikolojik hava meydana getirmektedir.

Kurban ibadeti, yılın belli bir anında, tüm ümmetin, hemen hemen aynı anda (3-4 gün içinde), sadece Allah rızası için maddî fedakârlık isteyen bir eylem yapması, ortak bir kültür ve medeniyete ait olmanın canlı bir numunesidir.

Kurban, iman edenlerin birlik, beraberlik ve dayanışma ruhunun kuvvetlendirilmesi ve ümmet şuurunun diri tutulması eylemidir. Muhtemelen bu nedenle; “Resûlullah (sas), “Maddi imkânı olup da kurban kesmeyen namazgâhımıza sakın yaklaşmasın.” (16) demiştir.

 

1 Eylül 2017 Cuma

Kurbanla takvayı kuşanmak

 (Milli Gazete)

“İşte böyle; kim Allah’ın şiarlarını yüceltirse, şüphesiz bu, kalplerin takvasındandır.” (22/32)

Giriş

Bugün için en acil konu, “İslâm Kardeşliğini” ve “Ümmet Şuurunu”, yeniden inşa edebilmek ve ihtiyaçları olan kurtuluşu insanlara sunabilmektir.

Ümmet olarak Kurban Bayramını kutladığımız zaman diliminde, İslâm kardeşliğini ve ümmet şuurunu inşâ etmede, Kurban ibadetinin rolü nedir? sorusunu sormak gerekir.

“Kurban ibadeti nasıl bir Müslüman zihin inşa etmek istemektedir?”

Kurban ibadetinin ferdin davranışları ve psikolojisi üzerindeki etkileri nelerdir?

Kurbanın insan üzerindeki olumlu etkilerini sürekli hale getirebilmek için ne yapmak gerekir?

Burada, bu sorulara gerektiği gibi cevap verebilmek için takva konusu genel hatları ile ele alınıp incelenecektir.

İnsanın Yaratılışındaki Amaç, Hikmet

Kur’an’da insanın yaratılış amacı, “Allah’a ibadet etmek” (51/56-58) olarak belirtilmektedir. İnsan yeryüzüne “halife olarak” gönderilmiş eşref-i mahlûkattır(2/30; 38/26-27, 6/165; 2/30; 7/69, 74). Kendisine tevdi edilen “emaneti yüklenmiş”(33/72; 59/21) olduğu için “sorumluluğu da üstlenmiştir” (75/36).

Hz. Âdem ve eşi, hem ilk insan, hem de ilk aile ve toplumdur (2/35; 4/1; 7/19, 189; 30/21; 39/6; 42/11). Evren, insanın emrine tahsis edilmiştir (2/29; 14/32, 34; 16/5, 14, 80, 81).

İblis, cinler ailesinden olup, insanın üstünlüğünü kabul etmeyip Allah’a isyan eden ilk mahlûktur. Bu isyanından dolayı, lânetlenmiş ve kovulmuştur (7/12; 38/76; 15/27). Allah’tan istediği kıyamete kadar yaşama izni, kendisine verilmiştir. İblis, bu izni aldıktan sonra Hz. Âdem’e ve onun nesline savaş açmış; onları, Allah’ın yolundan saptırmak için yemin etmiştir (7/14, 15; 15/36-38; 17/62). Yeminine sadık kalarak Hz. Âdem’le eşine tuzak kurmuş; onlara, Allah’ın cennette çizdiği hukuku çiğnettirmiştir (7/20; 20/20). Hukuku ihlâl eden Hz. Âdem ve eşi, cennetten çıkarılarak yeryüzüne gönderilmiştir. Yeryüzüne gönderilirken kendilerine gerekli bilgi verilmiştir. Hz. Âdem’e ve neslinden seçilmiş olan bazı insanlara, Peygamberlik görevi verilerek insanları Allah’ın yoluna, kurtuluş yoluna götürme görevi tevdi edilmiştir.

Hz. Âdem’le İblis’in arasında başlayan mücadele, Peygamberlerin yolundan gidenlerle İblis’in (Şeytan’ın) yolundan gidenler arasında sınırsız ve topyekûn özellikte olarak Kıyamete kadar sürecektir. Bu mücadelede iman edenleri diri ve dik tutup olgunlaştıran en önemli faktörlerden biri, kulun, Allah’a karşı yerine getirmesi gereken ibadet görevidir.

Kurban, İslâm ibadet sistemi içerisinde önemli bir ibadet şeklidir. Bireyden ümmete doğru genişleyen hemen hemen eş zamanlı gerçekleştirilen çok boyutlu bir ibadettir. Kurban, bireyin ve ümmetin mükemmelleşmesi, donanımlarının kuvvetlenmesi ve olgunlaşması ile ilgilidir. Kurban, takvaya doğru bir yolculuk, yüceliş, tekâmül, diriliş, yürüyüş ve Allah’a daha yakın olma hamlesidir.

Takva nedir?

Burada amacımız takvayı, bütün boyutları ile ayrıntılı bir şekilde incelemek değildir. Kurbanın hikmetini anlayabilmek ve boyutlandırabilmek için takvanın genel bir çerçevesini vermek, İslâm’daki konumunu ve önemini belirlemektir.

Takva kelimesi ‘ve-ka’ kökünden gelen ve özel önem ve anlam kazanan bir kelime olup “Bir nesneyi, kendisine eza ve zarar verecek şeylerden korumak” şeklinde tanımlanmıştır (1). Takva ise; “nefsi, kendisinden korkulan şeyden koruma içine almak” demektir. Ancak zamanla şer’î dilde, ‘günaha girmeye neden olacak şeylerden nefsi korumak’ anlamını kazanmıştır. Bu koruma, mahzuru olan, yasak olan şeyi terk etmeyle olur. Bu ise; ‘Helâl bellidir, haram da bellidir. Kim yasaklanmış bir otlağın çevresinde dolaşırsa, hakikat oraya girer.’ sözünde ifade edilen husustan dolayı, ‘mubah olanlardan bir bölümünü terk etmeyle’ olur.” (1) Dolayısıyla Takva, Allah korkusuyla günahtan kaçınmak, Allah’ın emir ve yasaklarına uymakta titizlik göstermek, Allah’ın himâyesine girmek, emrini tutup azabından korunma anlamında Kur’anî bir terimdir. ‘Bu şekilde titiz davranan insana, “müttakî” denmektedir.’(1)

Takvanın taşıdığı özel önem, sadece Allah’ın çizdiği sınırları aşmama noktasındaki hassasiyet değil; aynı zamanda Allah’ın sınırlarına yaklaşmama konusundaki hassasiyettir. Bu da, mubah olanların bir bölümünü terk etmekle gerçekleştirilir. Dolayısıyla Takva, bir koruma zırhı, bir örtüdür (7/26).

Takva, Allah korkusu ile başlar; fakat bu aşamada insanın üzerinde başka korkular da etkindir. Allah korkusu, gittikçe derinleşip içselleştirilerek insanı tümüyle kuşatıp özgürleştirir ve yalnızca Allah’tan korkmak şeklinde bir noktaya ulaşır. Bu değişim, birden olmadığı için bir takım mertebeleri ihtiva eder. Kur’an’ ayetlerinden hareketle takvanın üç mertebesinden bahsetmek mümkündür:

“İman edip sâlih amel işleyenler, Allah›tan korktukları, imanlarında sebat ettikleri, sâlih amel işlemeye devam ettikleri, sonra Allah›tan sakındıkları, imanlarından ayrılmadıkları, yine Allah›tan korktukları ve iyilikte bulundukları müddetçe, daha önce yaptıklarından dolayı kendilerine bir günah yoktur. Allah iyilikte bulunanları sever.” (5/93)

Bu ayette iman ve güzel amel iki defa ve takva da üç defa zikredilmektedir. Takvanın üç defa zikredilmesi; hem takvanın farklı veçhelerine hem de takvanın mertebelerine işaret olarak kabul edilmektedir (2, 3):

“Üç zamana işarettir”: 1- Geçmiş, 2- Şimdi, 3- Gelecek,

2- “Üç hâle işarettir”: 1- İnsanın kendisiyle yine kendi nefsi ve vicdanı arasında takva ve iman, 2- Kendisiyle insanlar arasında takva ve iman, 3- Kendisiyle Allah arasında takva ve imandır.

Üçüncüsünde iman, ihsana tebdil edilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.v.) İhsanı, “senin Allah’a, O’nu görüyormuş gibi ibadet etmendir. Her ne kadar sen O’nu görmüyorsan da, muhakkak ki O, seni görüyor” (3) şeklinde tanımlamıştır.

3- “Takvanın üç derecesine işarettir”: 1- Başlangıç, 2- Orta, 3- Nihayet.

4-“Sakınılacak şeylerin üç derecesine işarettir”: 1- Azabdan sakınmak için haramı terk, 2- Harama düşmemek için şüpheleri terk, 3- Nefsi noksandan korumak, tabiat ve alışkanlık kirlerinden temizlemek için bazı mubah şeyleri terk etmek (3).

Takvanın Mertebeleri

Takvanın birinci mertebesi, kişinin kendisine zarar verecek şeylerden korku duyarak Allah’a sığınmasıdır. Tevhide sarılıp şirkten uzaklaşma bu aşamada gerçekleşir (48/26). Peygamberlerin tebliğlerinin ilk hedefi, “Allah korkusunu” topluma yerleştirmektir (26/106, 124, 142, 161,177).

Takvanın ikinci mertebesi, Allah’a sığınmanın kabul edilebilmesi için gerekli görevlerin ifa edilmesi ve böylelikle giyilen koruma örtüsünün kuvvetlendirilmesidir. Allah’ın emrettiği farzları yerine getirerek koruma zırhında meydana gelebilecek çatlaklara, deliklere meydan vermemektir. Büyük günahlardan kaçınmak, küçük günahları tekrar tekrar işlemekten uzak durmak ve farzları eda etmek (2/179, 183, 194,196, 203, 223, 7/96), Ahiret hayatındaki hesap gününden, cehennemden korku duymak ve Allah’ın azabından çekinmek bu mertebenin kapsamındadır (2/24; 2/123).

Bu noktada insanlara korkup sakınacakları şeylerin gösterilmesi, anlatılması önem kazanmaktadır. Gerek Kur’an, gerekse Hz. Peygamber (s.a.s.), bu konuda gerekli açıklamalarda bulunmuş ve uyarı yapmışlardır (20/113).

Takvanın ikinci mertebesinin en dikkat çekici özelliği, mü’minin şüpheli şeylerden kaçınmasıdır. Hz. Muhammed (s.a.s) bunu çok veciz bir benzetmeyle anlatmıştır:

“Helâl belli, haram da bellidir. Fakat bu ikisinin arasında şüpheli şeyler vardır. Bu nedenle şüphelerden korunan, dinini ve ırzını temiz tutmuş olur. Şüphelere düşen, harama da düşer. Nasıl koruluğun kenarında koyun otlatan çobanın koyunlarının her an koruluğa girme ihtimali varsa, şüpheli şeylerden korunmayanın harama düşme ihtimali de öylece vardır. Haberiniz olsun ki, her hükümdarın koruluğu vardır. Allah’ın korusu da haramlardır” (4).

Takvanın üçüncü mertebesi, ulaşılan konumun korunması, herhangi bir zarar görmemesi için hassasiyetin artırılması, teyakkuz halinde olunmasıdır. Kalbi, Allah sevgisi ve korkusu ile doldurmaktır. Allah’tan başkasından korkmamak, Allah’tan başkasının önünde eğilmemektir. Bütün benliği ile Allah’a dönmek ve insanı Allah’tan alıkoyan her şeyden uzak durmak, Allah’ın istediği bir tarzda, gücü oranında Allah’tan korkmak, dinleyip itaat etmek ve Müslüman olarak ölmektir (3/102; 64/16).

Kur’an-ı Kerim’de Bakara süresinin ilk ayetlerinde, müttakîlerin vasıfları anlatılmakta ve müttakîlerin kurtuluşa ereceği haber verilmektedir(2/1-5). Kur’an’ın başka surelerinde yeri geldikçe müttakîlerin vasıfları açıklanmaktadır. Hz. Muhammed (s.a.s) “Allah’a karşı takva sahibi olmanızı tavsiye ederim.” “İnsanın Cennete girmesine en çok sebep olan şey, onun Allah’a karşı duyduğu takvasıdır.”(5), diyerek müminleri takva konusunda uyarmış ve onları müttakî olmaları için teşvik etmiştir.

Çıkış yollarını gösterme, ihsan etme ve beklemediği yerden rızıklandırma Allah’ın Takva sahiplerine bir vaadidir (65/2, 3).

İnsanları Sınıflandırmada Kullanılan Ölçü/Kıstas/Kriter, Takvadır.

Kur’an’ın dikkat çektiği çok önemli noktalardan biri de, insanları değerlendirme kriterinin, takva olmasıdır:

“Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli ve en üstün olanınız, takva bakımından en üstün olanınızdır.” (49/13).

Hz. Muhammed (s.a.s.) de Veda Hutbesinde her türlü üstünlük arayışında kriterin takva olduğunu ümmetine vasiyet etmiştir:

“Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanız birdir. Hepiniz Âdem’densiniz ve Âdem de topraktandır. Allah’ın yanında en üstün olanınız takvası en fazla olanınızdır. Araplarla Arap olmayanların birbirine karşı üstünlüğü ancak takva iledir.”

Bu yaklaşım, her türlü sınıfsal, etnik ve mezhebî ayrışımı ortadan kaldırmakta, toplumu ve ümmeti bütünleştirmekte ve kardeş yapmaktadır. Kin, nefret ve hasedi ortadan kaldırmaktadır. Takvanın bu öneminden dolayı Allah, müminlerin takva eksenli bir yardımlaşma ve dayanışma içerisinde olmalarını emretmektedir (5/2).

Hz. Peygamberin değişik vesilelerle bu konuyu gündeme getirmiş olması, konunun önemini göstermektedir:

3286 - “Resulullah (sas): “Sakın zanna yer vermeyin. Zira zan, sözlerin en yalanıdır. Tecessüs etmeyin, haber koklamayın, rekabet etmeyin, hasedleşmeyin, birbirinize buğzetmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin, ey Allah’ın kulları, Allah’ın emrettiği şekilde kardeş olun.

Müslüman, Müslüman’ın kardeşidir. Ona (ihanet etmez), zulmetmez, onu mahrum bırakmaz, onu tahkir etmez. Kişiye şer olarak, Müslüman kardeşini tahkir etmesi yeterlidir. Her Müslüman’ın malı, kanı ve ırzı diğer Müslüman’a haramdır.

Allah sizin suretlerinize ve kalıplarınıza bakmaz; fakat kalplerinize ve amellerinize bakar. Takva şuradadır -eliyle göğsünü işaret etti-: Ey Allah’ın kulları kardeş olun. Bir Müslüman’ın, kardeşine üç günden fazla küsmesi helâl olmaz.” (6)

Sonuç: Kurban Takvaya Yolculuktur

Kurban, insanın kendi nefsine, hevâsına ve şeytana karşı zafer kazanmasının, şeytan ve hizbine karşı kararlılığı elde etmesinin ve sabırla pişmesinin bir şükrüdür. Hevâ, heves ve şehvetini feda ediştir kurban. Maddi ve manevi fedakârlıktır. Kardeşlik ve yardımlaşma bilincinin anlam kazanmasıdır. Akraba, komşu, fakir ve fukaraların unutulmadığı, kendilerinden bir parça olduğu, onlardan sorumlu olduğu şuurunun pratiğe yansımasıdır. Kirlerden temizleniş, kurbanla zirveye tırmanır (22/28-29).

Kurban, Takvaya doğru bir yürüyüşte kendini takviye etme; gelinen zihni ve fiili mertebeyi koruma altına alma eylemi ve aynı zamanda bir cihaddır.

Kaynaklar

Rağıb el-İsfahânî, Mufredat, İstanbul, Pınar yayınları, 2007, S: 1584-1585.

Buhârı İman, 37; Müslim, İman 57; Ebu Dâvud, Sünne, 16; Tirmizî, İmân, 4; İbnMace, Mukaddime, 9; Ahmed b. Hanbel, 1, 27, II, 7.

Elmalılı Hamdı Yazır, Hak Dini Kuran Dili, Azım dağıtım, İstanbul, cilt 3, S:336

Buhârı, İmân, 39; Müslim, Müsâkat, 107; Ebu Davud, Büyû›, 3; Tirmizî Büyû’,1; Neseî, Büyû›, 2; İbnMâce, Fiten, 14; Ahmed b. Hanbel, IV, 267.

Ebu Davûd, Sünen, 5; Tirmiz, İlim, 16; Ahmed b. Hanbel, II, 325, 392, 442.

Buhari, Nikah 45, Edeb 57, 58, Feraiz 2; Müslim, Birr 28-34, (2563 - 2564); Ebu Dâvud, Edeb 40, 56, (4882, 4917); Tirmizi, Birr 18, (1928).

 

KAOSTAN KAYNAKLANAN DÜZEN VE KÜRESEL SAVAŞ

(Umran Dergisi Eylül 2017 Yazısıdır)

      Son günlerde dünyada, özellikle, İslâm coğrafyasında önemli gelişmeler yaşanmaktadır. Bunları aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

·       ABD Suud işbirliği, Suud’un ABD ile 10 yıllık 350 Milyar $  civarında anlaşma yapmış olması,

·       Suud önderliğinde bazı Arap ülkelerinin Katar’a ambargo uygulaması,

·       Katar’a uygulanan ambargoya Türkiye, Iran, Pakistan, Cezayir ve Fas’ın karşı çıkması ve ekonomik yardım yapması. Türkiye ve Pakistan’ın Katar’a asker gönderme kararı alması,

·       ABD’nin Katar’la 10 adet F-16 savaş uçağı satma anlaşması imzalaması ve Askeri tatbikat yapması, ambargonun yumuşatılmasını talep etmesi,

·       Katar Krizi ile birlikte, Şii-Sünni Fay hattına, Sünni-Sünni Fay hattının eklenmesi ile Sünni dünyanın fiilen ikiye bölünmesi,

·       Suud yönetiminde iç kavgaların şiddetlenmesi,

·       Sünni dünyanın ikiye bölünmesi ile İran’ın yayılmacı politika uygulamaya dolaylı olarak teşvik edilmesi; uzun vadede Türkiye ile İran’ın karşı karşıya getirilip savaştırılması,

·       ABD Başkanının Pakistan’a askeri operasyon yapılabilir açıklaması,

·       ABD’nin 4000 kişilik bir askeri birliği Pakistan’a gönderme kararı, buna Rusya ve Çin’in karşı çıkması,

·       İran Genel Kurmay başkanının yıllar sonra Türkiye’yi ziyareti,

·       Türkiye-İran-Rusya arasında askeri ziyaret trafiğinin yoğunlaşması,

·       Türkiye’nin ABD karşıtı Vietnam ve Venezüella ile yakınlaşması,

·       Türkiye, AB, özellikle, Almanya ilişkilerinin bozulması, gerilimin sürekli yükselmesi,

·       Barzani’nin 25 Eylül 2017’de bağımsız Kürdistan devleti için referandum kararı alması; ABD’nin referandumu erteleme isteği, Türkiye ve İran’ın referanduma karşı çıkması,

·       ABD’nin Irak ve Suriye düzleminde PYD/YPG’yı stratejik ortak kabul edip operasyonları Türkiye’nin itirazlarına rağmen birlikte yapmış olmaları ve ABD’nin PYD/YPG’ye 60000 kişilik düzenli bir ordu kurması ve ağır silahlarla donatması,

·        ABD’nin Türkiye’yi Rakka operasyonuna dâhil etmemesi,

·       ABD’nin DAEŞ ile savaşma yerine Suriye askeri güçlerinin ABD’nin çizdiği sınırların dışına çıkmasını engellemek için Suriye askeri birliklerine operasyon yapması,

·       ÖSO’dan ayrılan bazı birliklerin PYD/YPG ve Suriye Ordusuna katılması,

·       Türkiye’nin Suriye’de hareket alanının bizzat ABD tarafından kısıtlanması,

·       Türkiye’de FETÖ operasyonlarında yapılan “tutuklama, ihraç ve açığa almalarda” FETÖ’cü olmayan kesimlerin mağdur edilmesi,

·       Enis Berberoğlu’na MİT TIR’ları davasından dolayı 25 yıl mahkûmiyet verilmesi ve bunun üzerine CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun Ankara’dan İstanbul’a kadar yürümesi ve bununla ilgili gerilim yükseltici tartışmaların yapılması,

·       Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD ziyaretinde Türk heyetine saldıran bir gruba, Cumhurbaşkanı korumalarının müdahale etmesinden dolayı ABD yargısının Türk Korumalara mahkûmiyet vermesi.

·       ABD’de Halk Bankası Genel Müdür Yardımcısının tutukluluğunun devam etmesi,

·       Gerek ABD ve gerekse AB ülkelerinde FETÖ mensuplarının koruma altına alınması,

·       Fransa, Almanya, İngiltere’den sonra İspanya’da IŞİD adına(!) yapılan terör eylemleri ve bunun üzerine İslâm coğrafyasına karşı Batıda oluşturulmaya çalışılan psikoloji,

·       ABD’nin değişik eyaletlerinde son zamanlarda meydana gelen ırkçı görüntüsü verilmiş kitlesel sokak eylemleri ve terör.

Bütün bu olayları göz önüne aldığımızda bugün, İslâm coğrafyasında “Kaostan Kaynaklanan Düzen”(”Yaratıcı Savaş”/“Düzeltici Savaş”) teorisinin bir uygulaması olarak başlatılan “Arap Baharı”nın, ABD Başkanı Trump ile birlikte yeni bir aşamaya sokulduğu anlaşılmaktadır. Sanki dünya kamuoyu, 11 Eylül 2001 İkiz Kuleler provokasyonunda olduğu gibi yeni şok dalgaları ile bir şeye hazırlanmak istenmektedir.

Bu yazı serisinde, Şer İttifakının, özellikle, Siyonizm,  Büyük Ortadoğu coğrafyasında ki 22 ülkenin sınırlarının değiştirmek amacıyla “Kaostan kaynaklanan düzen”/“yaratıcı yıkım”/“düzeltici savaş” teorisi kapsamında küresel bir savaş çıkarmak istediği konusu, ele alınıp değerlendirilmektedir.

Dünya Hâkimiyeti: Tek Dünya Devleti, Tek Dünya Hükümeti, “Tek Dünya Güvenlik Örgütü”, “Tek Dünya Dini” ve “Tek Merkezi Dünya Ekonomisi”

Dünya hâkimiyeti için ABD, İngiltere, Vatikan, Uluslararası Sermaye, Siyonizm ve Çin bazen birlikte bazen birbirine karşı mücadele etmektedir. Uzun zamandan beri ABD’de, Amerikan Milliyetçileri (WASP’çılar) ile Neocon-Siyonist İttifakı arasında çok ciddi bir kavga vardır ve bu, dünyanın her tarafına yansımaktadır. Onun için küresel satranç tahtasında çok değişken bir zeminin var olduğunu göz önüne almak gerekmektedir. Kimin elinin kimin cebinde olduğunun belli olmadığı, son derece karmaşık, karanlık ilişkiler zincirinin ortaya çıktığı, dost ve düşman tanımlamalarının anlık olarak değişebildiği/değişebileceği göz ardı edilmemelidir. Bir konuda dost/müttefik olanlar, bir başka konuda birbirine düşman olabilmekte, müttefik olamamaktadır. 

Dünya hâkimiyet mücadelesi veren güçlerin ana hedefleri, dünyanın kendi kontrollerinde, “tek bir merkezden” yönetilmesidir. “Tek bir dünya devleti”, “tek bir dünya hükümeti” ve “tek bir dünya güvenlik örgütü”, “tek bir dünya dini” ve “tek merkezi dünya ekonomisi” oluşturma gayretindeler:

“Eğer insanlar savaşların aslında bir meslek olduğu gerçeğini ve savaşların Kaostan faydalanmak için suni olarak çıkarıldığını öğrenselerdi çok öfkelenirlerdi. Onların uyanmamasında medyadaki yeryüzü efendilerinin de büyük yardımı oluyor... Kaostan menfaat sağlayanlar, yenidünya düzenini oluşturacak “aydınlanmanın” (illuminati) sonunda sosyal gücün, milliyet kavramının ortadan kalkacağı ve insan ırkının suni ihtiyaçlarından arınmış olarak mutlu ve tek bir aile gibi yaşadığı duruma geri dönülecek… İlluminati’nin kendi holdingleri hariç özel mülkiyete hiçbir şekilde izin verilmeyecek, milli kurumları, ekonomileri kötüleştirilerek geçirilecek... Milliyet kavramı yok edilecek... Tek para, tek anayasa ve tek devlet var olacaktır.”[1]

Eski ABD Başkan Clinton’ın Çalışma Bakanı Robert Reich, bu politikayı şöyle özetlemektedir:

“Gelecek yüzyıl için siyaset ve ekonomimizi yeniden düzenlediğimiz bir geçiş dönemindeyiz. Gelecekte, ne ulusal ürün ve teknolojiler, ne ulusal şirketler, ne ulusal sanayiler olacak. Artık ulusal ekonomilerin olmayacağını anlamak zorundayız. Sınırlar, ekonomik açıdan iyice anlamsız hale geldi.”[2]

Siyonist önderlere göre, insanlara, “kaosun nedeni” olarak, “farklı devlet, din ve milliyetlerin” var olması gösterilmelidir ve de gösterilecektir. Eğer, bütün devlet, din ve milliyetler ortadan kaldırılırsa, “karışıklık son bulmuş” olacaktır:

“Müstebit kralımızın tanınması, anayasanın ortadan kaldırılmasından evvel de olabilir. Bu tanıma anı gelince, idarecilerinin bizim tertip ettiğimiz düzensizlik ve becerisizliklerden tamamen bıkmış olan halk gürültü ile bağıracaklar ki, ‘ onları yok edin ve bize bütün dünya üzerinde bizi birleştirecek ve anlaşmazlık sebeplerini- hudutlar, milliyetler, dinler, devlet borçları ortadan kaldıracak, bize idarecilerimizin ve mümessillerimizin idareleri altında bulamadığımız sulh ve sükûnu verecek bir kral verin.”

“Fakat siz mükemmelen ve çok iyi bilirsiniz ki bütün milletler tarafından böyle isteklerin ifade edilmesi imkânını hâsıl etmek için; her memlekette halkın hükümetleri ile münasebetlerinde tamamen beşeriyeti tüketecek derecede çekişmeler, kin, mücadele, haset ile hatta işkence kullanarak, şiddetli açlık ile hastalık aşılayarak ve yokluk ile karışıklıklar meydana getirmek zaruridir. Şöyle ki Yahudi olmayanlar paraca ve her konuda bizim tam hâkimiyetimiz içinde sığınak bulmaktan başka kendilerine açık bir yol olmadığını görsünler. Fakat eğer biz dünya milletlerine nefes alacak bir mahal bırakırsak, özlediğimiz an belki de hiç gelmeyecektir.”[3]

Dünya Hâkimiyeti ve “Kaostan Kaynaklanan Düzen”

Bu yapılanışın stratejisinin temel özelliği, “Kaos Teorisine” dayanmış olmasıdır. Bu teoride, her şey çatışmaya dayandırılmaktadır. İnsanların can, mal, namus güvenliği olmayacak tarzda meydana getirilecek bir çatışma ortamı, istenen kargaşayı sağlayacaktır. Komşuların, kabilelerin, aşiretlerin, etnik yapıların ve farklı inanç gruplarının birbirine düşman olduğu, çatıştığı, kimsenin önünü, çevresini, geleceğini göremediği ve iradesinin felç edilip direncinin kırıldığı ve çaresizlik içerisinde kıvrandığı bir kaos ortamı, bu şeytani mekanizmanın ana ilkesidir. Buna, ‘Ordo Ab Chao’(‘Kaostan Kaynaklanan Düzen’) adını vermektedirler.[4]

Kaos, zıtların çatışmasına dayanan bir teoridir: ‘Tez, Anti Tez, Çatışma ve Sentez’ düzleminde meydana getirilen bir kaos, dün işçi ve işveren çatışması üzerine kurulu iken; bu gün dinler, mezhepler, etnik yapılar ve medeniyetler üzerine oturtulmuştur. Büyük Ortadoğu coğrafyasında yaygınlaştırılmaya çalışılan etnik ve mezhepsel çatışmaların kökeninde, “Kaostan Düzene Geçiş” yaklaşımı yatmaktadır. Kaosun müsebbibi olarak din, mezhep ve milliyetler gösterilerek bütün din, mezhep ve milliyetlerin kaldırılması, küreselleşme adına istenmektedir.[5]

Kaos yaklaşımının en önemli boyutu, son derece zıt fikirlerin ve bilgilerin kamuoyuna servis edilip, insanların ve ülke yönetimlerinin karar vermesine mani olmak, kafa karışıklığı meydana getirip gerçekleri görmesini, arkada kurulan tezgâhları fark etmesini engellemektir.[6]

 ABD/İngiltere/Siyonizm-İsrail, küresel imparatorluk için hedef aldığı ülkeleri, alt etnik ve mezhebi gruplara bölüp yeni uluslar oluşturmayı, bir strateji olarak benimsemiştir. Geçmişte İngiltere’nin öncülüğünde yapılanlar, bugün ABD’nin öncülüğünde yapılmak istenmektedir. Arkada Siyonizm vardır. Vaktiyle Afganistan’ın geleceğinde Amerikan Politikası Koordinatörlüğü görevini üstlenen Richard Haass, Karışıklık adlı kitabında “yeni bir ulus inşa etmeyi”, işgal edilecek bölgelerde hâkimiyet kurabilmek için şart olarak görmektedir:

“…Tek başına güç kullanımı, politik değişikler için yeterli değildir. Bu şekilde bir değişiklik için en etkili yol, değişik şekillerde karışıklık yaratmaktır. ‘Ulus inşa etmek’ bu yollardan biridir. İlk önce tüm karşı çıkanları yok edeceksin ve daha sonra başka bir topluluk yaratma işiyle meşgul olacaksın.”[7]    

Bu politika, önce Irak ve Afganistan’da, sonra “Arap Baharı” denilen 2. Nesil Kadife Darbe süreciyle birlikte Ortadoğu’daki ülkelerde uygulamaya sokulmuştur.

2003 yılında ABD düşünce kuruluşlarından RAND Corporation tarafından hazırlanan ‘Sivil Demokratik İslâm: Ortaklar, Kaynaklar ve Stratejiler’ adlı raporda, ‘Türk İslâm’ı’, ‘Alman İslâm’ı’, ‘Arap İslâm’ı’, ‘Mısır İslâm’ı’, ‘Köktendinciler’, ‘Gelenekçiler’, ‘Modernist Müslümanlar’ ve ‘Ilımlı İslâm’ gibi kavramlaştırmalara gidilmesi, Büyük Ortadoğu coğrafyasında “yeni ulus inşasının” yanı sıra “yeni dinler”, “yeni mezhepler” inşa edilmek istendiği içindi[8].

Bugün, Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında 22 ülkenin hudutlarını değiştirebilmek için, Afganistan-Pakistan hattında, Irak-Suriye-Filistin-Lübnan hattında, Katar-Yemen-Somalı-Sudan hattında ve Libya-Mali-Orta Afrika hattında yaşananlar, kaosun şuurlu bir şekilde yaygınlaştırılmak istendiğini ortaya koymaktadır:

“Kaos kasıtlı olarak yaratılıyor, bu suretle düzen ve kontrol sağlanabiliyordu. Kaosun korkunç yüzüyle karşılaşan halk, bir kurtarıcıya-Parlak zırhlı Şövalye- kaosu sona erdirmesi ve yeniden düzen sağlaması için, sadece yetki vermekten çok daha fazlasını yapmaya istekli oluyordu. Devrimci Kaos’un ardından illuminati’nin planını uygulayabilmek için fırsat doğmuş oluyordu”[9].  

“2015 Yılına Doğru Küresel Trendler” Adlı ABD Raporu (2000)[10]

Dünyanın tek süper gücü durumunda olan ABD, ekonomik alanda (2000’in başlarında) ciddi bunalım içerisinde bulunduğunun sinyallerini vermeye başlamıştı. Ekonomik analist Jim Griffin; “1997 yılındaki problem, başkalarının problemiydi ve bizim pantolonumuza kan sıçramıştı; ancak şimdi kendi bileklerimizden kan kaybediyoruz. Bu krizin kökleri ABD’dedir. 1929 benzeri bir krizin yaşanması olasılığı çok da uzak değildir.”[11] diyerek tehlikenin boyutlarına dikkat çekmiştir. Diğer taraftan dünyanın en büyük para spekülatörü George Soros, krizden önce; ‘Dünyanın genel anlamda çift dipli bir ekonomik krize gireceği ve önümüzdeki yıllarda doların üçte bir oranında değer kaybedeceği, ABD ekonomisinde ve buna bağlı olarak dünya ekonomisinde bir krize doğru girildiğini’ belirtmiştir.[12]

2000’in başlarında uluslararası piyasalarda dolaşan 41 trilyon dolarlık sermaye, daha güvenli limanlar aramak üzere ABD’den kaçmaya başlamıştı. Bu durumu, Alman Dresdner Investmen Trust Genel Müdürü Wolfram Gerdes; “Artık ABD’nin yatırım için en iyi yer olmadığı hakkında ortak bir görüş hâkim” diyerek dile getirmişti.[13]

2015 Yılına Doğru Küresel Trendler’ adlı ABD raporunda(2000); “ABD ekonomisi sürekli bir düşüşe maruz kalacak. Yeni küresel ekonominin en önemli itici gücü olan ABD ekonomisinde büyük ticaret açıkları ve düşük iç tasarruflar nedeniyle büyüme beklentilerine olan güvensizlik diğer ülkeler içinde son derece zararlı ekonomik ve politik sonuçlara yol açabilir. Dünyanın en büyük pazarının daralması ile önemli ticari ortakları(partnerleri) da sıkıntıya düşebilir ve finansal piyasalar derin istikrarsızlıklarla karşı karşıya kalabilir”[14] denilerek, ABD ekonomisindeki düşüşün devam edeceği belirtilmektedir. 

Raporda gelecek 15 yılda görülmesi muhtemel çeşitli etkilerin kombinasyonları değerlendirilmiş ve aşağıdaki ihtimallere yer verilmiştir:

·       “Birçok büyük Ortadoğu ülkesinde geniş toplum kesimlerinin hayat standardının bozulması ve İsrail ile Filistin arasında bir “soğuk barış” yapılamaması halinde Mısır, Ürdün ve Suudi Arabistan gibi ülkelerde ciddi, şiddetli siyasi karışıklıklar ortaya çıkacaktır.”

·       “Daha dağınık, serbest hareket eden uluslararası terörist örgütler, batı karşıtı hedefleri olan bir terörist koalisyon oluşturabilir ve WMD (Kitle İmha Silahları) elde edebilirler.”

·       “İran, Nijerya, İsrail ya da Suudi Arabistan gibi ABD’nin stratejik çıkarlarının bulunduğu ülkeler, ciddi dini ya da etnik bölünmeler ve krizlerle karşılaşabilir.”

·       “Büyüyen bir küreselleşme karşıtı hareket. Batılı hükümet ve işbirlikçilerin çıkarlarını tehdit eden güçlü, devamlı bir küresel ve kültürel güç halini alabilir.”

·       “Çin, Hindistan ve Rusya, ABD ve Batı etkisini dengelemek için fiilî (de facto) bir jeo-stratejik ittifak oluşturabilirler.”

·       “ABD- Avrupa ittifakı çökebilir ve her biri ayrı ticari yönelimler içine girebilir ve güvenlik konularında liderlik için rekabet edebilirler.”

·       “Büyük Asya ülkeleri, bir Asya Para Fonu veya düşük bir ihtimalle bir Asya Ticaret Örgütü kurarak IMF(Uluslararası Para Fonu) ve WTO(Dünya Ticaret Örgütü) gibi kuruluşlara zarar verebilir.”

·       “Tarihinin, konumunun ve çıkarlarının gücüyle Türkiye kuzeyde Kafkasya ve Orta Asya ile, güneyde ve doğuda ise Suriye, Irak ve İran ile meşgul olacaktır. Türkiye, bu bölge ülkelerine yönelik tutarlı bir politika uygulayabilirse, tek başına herhangi bir konu ülkenin güvenlik gündemini işgal etmeye yetmeyecektir. Aksi takdirde Ankara, iç ve dış çatışmalara yönelik hangi politikaları uygulayacağı da dâhil, kitle imha silahlarının üretimi, enerji geçişlerinin siyasal ve ekonomik boyutları ve su hakları gibi bölgesel sorunlarla baş etmek durumunda kalacaktır.”

Raporun ‘Dört Alternatif Küresel Gelecek Senaryosu’ başlıklı kısmında, 2015’li yıllara ilişkin öngörülerde bulunulmaktadır. Rapor’da yer alan dört senaryoda, “…küreselleşmeden faydalanamayan ülkelerin, iç savaşlarla ve rejim tehlikeleri” ile karşı karşıya kalacakları yorumu yapılmaktadır. Özellikle, Alt-Sahra Afrika’sı, Ortadoğu, Orta ve Güney Asya ve And Bölgesindeki ülkelerin içinde ve etrafında iç çatışmalar meydana geleceği” öngörülmektedir.

ABD için en olumsuz senaryo ise Dördüncüsü “Kutupsuz bir Dünya Senaryosu”dur. Bu senaryoya göre “ABD ekonomisi önce yavaşlayacak, sonra da durgunlaşacaktır.” “ABD’nin ulusal meşguliyeti artacak”, “Avrupa ile ekonomik ve siyasi gerilim artacak ve ABD- Avrupa ittifakı bitecektir”. Latin Amerika’da özellikle de Kolombiya, Küba, Meksika ve Panama gibi ülkelerde ortaya çıkacak hükümet krizleri nedeniyle “bölgesel istikrarsızlıklar yaşanacak ve ABD’nin bölge üzerine eğilmesi gerekecektir”. …”Çin’in Japonya’ya nükleer programını Çin kontrolüne açması yönünde bir ültimatom vermesi ve Japonya'nın ABD’den yardım istemesi durumunda, büyük bir savaşın eşiğine kadar gelinebilecektir.”

ABD’nin gerileme ve çöküşe doğru seyreden bir bunalım dönemine(“iflasın eşiği”) girmesinin sebebi“dünya paylaşımı için birlikte yola çıkan Küresel şirketlerin, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki pazarın paylaşımından dolayı karşı karşıya gelip restleşmiş olmalarıdır”.  Bu restleşme, Kapitalist mantığın doğal seyri olarak dünya, yeni bir paylaşım savaşına(3. Dünya/Küresel savaş) doğru sürüklenmektedir[15].

Woodrow Wilson, 1. Cihan Savaşının bitiminden bir yıl sonra, “Söyleyin, modern dünyadaki savaşın gerçek nedeninin endüstriyel ve ticari rekabet olduğunu bilmeyen herhangi bir erkek, kadın ve hatta çocuk var mıdır?” derken kapitalist mantığın temel varsayımını açıklamış olmaktaydı.[16]

Bu noktada ABD Başkanı Trump’ın, rekabet içerisinde olan ve fakat “ABD içinde yatırım yapmayan tüm küresel şirketlere ABD’nin yaptırım uygulayacağını” söylemiş olması, “restleşmenin” boyutlarını göstermesi açısından çok önemlidir.

“ABD’nin Ulusal Güvenlik Stratejisi (2002) (Bush Doktrini)”

“Baba Bush”un zamanında (1992) Paul Wolfowitz’in başkanlığında savunma bölümü tarafından hazırlanan bir belgede, gelecekte ABD’nin karşısına çıkabilecek bir güce müsaade edilmeyeceği belirtilmektedir:

“Stratejimiz şimdi, gelecekte potansiyel bir küresel rakibin ortaya çıkışına meydan vermeyecek şekilde yeniden ayarlanmalıdır”.[17]

17 Eylül 2002’de kabul edilen ve 20 Eylül 2002’de kamuoyuna duyurulan “ABD’nin Ulusal Güvenlik Stratejisi (2002) (Bush Doktrini)” belgesi ile ilgili olarak Kongrede yaptığı konuşmasında Oğul Bush, 10 yıl sonra, aynı amacı tekrarlamıştır:

“ABD, kendisi üzerinde, müttefikleri ya da dost ülkeler üzerinde kendi isteklerini gerçekleştirmek isteyen bir düşmandan gelen girişimleri alt edecek güce sahip olmalıdır ve gelecekte de sahip olacaktır... Gücümüz, ABD’nin gücünü aşma ya da ona denk olma ümidiyle yeniden askeri yapılanmaya giden potansiyel düşmanları caydıracak kuvvette olmalıdır.”[18]

“ABD Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi 2015”[19]

 “ABD’nin 2015 Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi” önceki strateji belgeleri ve “2015 Yılına Doğru Küresel Trendler” adlı ABD Raporu(2000) üzerine inşa edilmiştir. Rapor; Giriş, Güvenlik, Refah, Değerler, Uluslararası Düzen ve Sonuç şeklinde 6 bölümden oluşmaktadır.

Raporun, “Kaostan Kaynaklanan Düzen” ile ilgili konularını ele alıp değerlendireceğiz.

ABD ve Liderlik:

Sovyetlerin yıkılmasından sonra “ABD’ye meydan okuyabilecek bir gücün ortaya çıkmaması için ABD, her şeyi yapmalıdır” tarzındaki ana yaklaşım, “ABD Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi 2015’in omurgasını meydana getirmektedir. ABD’nin her alanda lider olması gerektiğine/ lider olduğuna özel vurgu yapılmaktadır[20]:

·       “Evrensel değerler” ve “uluslararası hukuk çerçevesinde” “amaçlara dayalı liderlik etmek”(lead with purpose),

·       “Girişimcilik ve güçlü Amerikan ekonomisi ile Amerikan Ordusu’nun destekleyeceği” “güçlü liderlik İnşa etmek” (lead with strength),

·       “Hukukun üstünlüğü, demokrasinin korunması gibi kriterlere” dayanan “örnek lider olmak” (lead by example),

·       “Dünya barışı ve istikrar” için sorumluluğu paylaştırmayı öngören  “partnerlerle (ortaklarla) birlikte liderlik etmek”(lead with partners),

·       “ABD’nin askeri, ekonomik, kültürel ve diğer tüm unsurları üzerine kurulu “bütün enstrümanlarla liderlik etmek” (lead with all the instruments of U.S. power),

·       “Uluslararası düzlemde gücün değişken, göreceli ve dinamik bir olgu olmasından dolayı “uzun vadeli liderlik etmek” (lead with a long-term perspective).

·       Arkadan yöneterek liderlik yapmak (leading from behind)

Bush Doktrininde olduğu gibi bu belgede de ABD, dünyada kendisine rakip tanımamaktadır. 

Vekâlet Savaşları:

“Partnerlerle birlikte liderlik etmek” ve “arkadan yöneterek liderlik etmek” vekâlet savaşlarının ruhudur. Dolayısıyla ABD,  küresel hâkimiyete giden yolu üzerinde engel gördüğü her şeyi, öncelikle vekâlet savaşlarını yöneterek, ortaklarını öne sürerek, kendisi arka planda kalarak yönetmek gibi bir strateji benimsemiştir. Belgede “Liyakatli ortaklarla birlikte liderlik edilecek”, “dünyanın birçok yerinde tek başına inisiyatif alınmayacak” ve “akıllı bir ulusal güvenlik stratejisinin sadece askeri güce dayanmadığının şuurunda olunacak”[21] denmesi, vekâlet savaşlarının öne çekileceği ve ABD’ye zararı minimum olacak tarzda yürütüleceği anlamına gelmektedir.

Keza belgede, “Ortadoğu’da ortaya çıkan IŞİD ve benzeri terör tehlikeleri karşısında orduyu küçültme ve arkadan yönetme stratejisi uygulamaya devam edilecektir.” "…Şiddet yanlısı aşırılığın ideolojisi ve temel nedenlerine karşı koymak için diğer ülkelerle birlikte çalışma çabalarımız, teröristleri savaş alanından sökme kapasitemizden daha önemli olacaktır." denmesi, vekâlet savaşlarına ağırlık verileceği anlamına gelmektedir.

 “Afrika kıtasında çatışmaların patlak vermesi halinde, Afrika Birliği gibi bölgesel kuruluşların operasyonel kapasitesini güçlendirmek ve Afrika Barış Gücü da dâhil olmak üzere, askerle katkı yapabilen ülkelerin saflarını genişletmek”[22] şeklindeki ifadelerden, vekâlet savaşlarının dünyanın her yerinde uygulanmak istendiği sonucunu çıkarmak mümkündür.

ABD bu yaklaşımı ile yerli işbirlikçiler aracılığıyla hedef ülkeleri kaosa sürüklemek ve “kaostan kaynaklanan düzen teorisine” uygun olarak da bölerek, yeni devletler oluşturmak istemektedir.

ABD’nin bugün Suriye ve Irak’da PYD/YPG ve PKK’yı ortak seçmesinin sebebi, Irak ve Suriye’yi minimum zararla, kendi menfaatleri istikametinde rahatça bölebilmek ve bölgeyi kaosa sürüklemektir.

Kadife Darbeler:

“ABD ulusal güvenlik strateji belgesi 2015” kadife darbe açısından incelendiğinde, kadife darbe yapma amacının, satır aralarına mahirane bir şekilde gizlenmiş olduğu görülmektedir:

"Dünyadaki siyasi değişimi etkili bir biçimde yönlendirmek için ABD'nin değerlerini yurt içerisinde yaşatırken küresel olarak da bu değerleri geliştirmesi gerekiyor. Ortadoğu'dan Ukrayna'ya, Güneydoğu Asya'dan Amerika'ya kadar, insanlar daha çok özgürlük ve sağlam kurumlar istiyor. Ancak bu istekler, kredisi tükenmiş otoriter devletlerin destekçileri tarafından aynı şekilde ters karşılık buluyor, bu da karışıklıklara neden oluyor. Son yıllarda güvenliğimize tehdit oluşturan bu çabalar demokrasi karşıtı otoriter devletler tarafından yükseltilmiştir, Rusya'nın Ukrayna'daki saldırganlığı ve Suriye iç savaşında IŞİD'in yükselmesi bunlar arasında."

 “Mevcut değerlere saygılı olmayan ülkeler, ekonomik ve siyasal yaptırım mekanizmalarıyla cezalandırılacaktır.”…“Yeni doğan demokrasiler desteklenecektir.”  (Kadife darbelerin dış destek boyutu)

ABD değerlerini paylaşmayan ülkelerde, genç liderlerle ve STK’larla ilişki kurulacak; Hükümet, iş ve sivil toplum alanlardaki geleceğin liderleri”  belirlenecek ve “onların birbiriyle koordine olması sağlanacaktır…”  (Hedef ülkede Kadife Darbe için lider ve çatı örgüt inşa etme boyutu)

Belgede Kadife darbeler için öncelikle hedef gösterilen ülkeler, “halkalarına yardım yapılacak ülkeler” olarak isimleri zikredilmektedir:

ABD hükümeti, Venezuela gibi demokrasinin tam ifasının risk altında olduğu ülkelerin yurttaşlarının yanında yer alacak…”, “Küba halkının kendi geleceğini belirleme becerisini en etkin derecede arttıracak şekilde Küba'ya yönelik yeni açılımlar ilerletilecektir.”

Belgede, ayrıca ABD’nin,“Guatemala, Elsalvador, ve Honduras gibi savunmasız ülkelerle daha derin işbirliği yapacağı” ve “Haiti'nin ve “öteki Karayip komşularını yeniden inşasına/ sürdürülebilir bir kalkınmasına yardım edeceği”[23]  bilgileri yer almaktadır.

 Dolayısıyla ABD, bu stratejik öngörüleriyle, Orta Amerika, Kolombiya ve Karayipler’de Anti Amerikancı, Rusya ve Çin dostu olan tüm ülke yönetimlerini, kadife darbeler zinciri ile devirmeyi arzu ettiğini ifade etmiş olmaktadır.

Küresel İttifak Sistemi Kurarak Rusya ve Çin’i Kuşatmak

Belgede yer alan ABD liderliği ile ilgili geniş spektrum göz önüne alındığında ABD,  minimum zararla maksimum kâr elde etmeye çalışmaktadır. Tehlikeli gördüğü ve gelecekte kendisine meydan okuyacak üç ülkeyi, Rusya, Hindistan ve Çin, özellikle Rusya ve Çin’i, ittifaklar zinciri kurarak kuşatmayı ve küresel güç olmalarını engellemeyi, bölgelerindeki ihtilafları körükleyerek bölgelerine hapsetmeyi hedeflemektedir:

“Güçlü bir Avrupa; küresel güvenlik sorunlarını aşma, refahı teşvik etme ve uluslararası normları belirlemede bizim vazgeçilmez ortağımızdır. Balkanlar ve Doğu Avrupa'daki ülkelerin Avrupa ve Avrupa-Atlantik entegrasyonu arzularını kararlılıkla destekleyeceğiz, Türkiye ile olan ilişkilerimizi dönüştürmeye(transformation) devam edeceğiz ve Kafkasya'daki bölgesel ihtilafların çözümünü teşvik ederken, bölgedeki ülkelerle bağlarımızı geliştireceğiz."

“…Hindistan’ın kapasitesi, Çin’in yükselişi ve Rusya’nın saldırganlığı, bunların hepsinin, ana güç ilişkilerinin geleceğine önemli etkisi olacak.”[24]

ABD, Rusya’yı kuşatmak amacıyla Balkanları, Kafkasları, Moldova ve Ukrayna’yı içine alacak şekilde NATO’nun genişletilmesini öngörmektedir. Asya ülkeleri ile ilgili öngörülen şema ise “Çekirdek üyeler: Japonya, Güney Kore, Avustralya;  Çevresel üyeler: Filipinler, Tayland, Yeni Zelanda;  Derinleşen ortaklıklar: Hindistan, Endonezya, Vietnam, Malezya.” şeklindedir.

     Ortadoğu’da İsrail, Ürdün, Körfez krallıkları ile ittifak zinciri kurulurken; Afrika’da ortak Afrika Birliği, Latin Amerika’da  ana dayanak noktası, Kolombiya seçilmiştir.

Belgede, Afrika'ya hem askeri hem de ekonomik olarak çok özel bir ilgi gösterilmektedir. Ekonomik olarak ABD, “Afrika Büyüme ve Fırsat Eylemi'ni (AGOA), “Power Africa”, “Trade Africa” ve “Doing Business in Africa” girişimleri ile kıta üzerinde nüfuzunu sağlamlaştırmak ve Çin’in yayılmasını durdurmak istemektedir.

   Asya Kıtasında ABD, Çin’i, “Güneydoğu Asya Devletleri Ortaklığı (ASEAN)”  ile kuşatmak istemektedir. ABD,  daha önce  “ulusal güvenliğinin temeli ve ülke dışındaki etkisinin kritik kaynağı” olarak tanımladığı “Dünya Bankası ve IMF'yi yeniden yapılandırarak, “BRICS Bank[(BRICS bank (New Development Bank/Yeni kalkınma Bankası): BRICS ülkelerinin (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika) ülkelerinin kurduğu kalkınma bankası).] ve Çin'in Asya Altyapı Yatırım Bankası gibi, Batı kontrolünde olmayan alternatif kuruluşların yükselişini”[25] durdurmayı ön görmektedir.  

2015 Ulusal Strateji belgesinde ABD, Hindistan’a çok özel önem vermekte,  “Hindistan'la ilişki potansiyelinin kilidini açmak”, “stratejik ve ekonomik ortaklığını güçlendirmek", gelişen ve büyüyen yeni bir güç olarak Hindistan’ı, Rusya ve Çin’den kopararak yanına almak istemektedir.

ABD‘nin Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi 2015’de en ilginç nokta,  “Türkiye ile olan ilişkilerimizi dönüştürmeye devam edeceğiz” şeklinde tek bir cümle ile Türkiye’nin yer almış olmasıdır. Bu noktanın üzerinde ayrıca özel olarak durulması gerekmektedir.

ABD, İflasını Durdurmak İçin Bölgesel Savaşlar Çıkartarak Dünya’yı Kaosa Sürüklemek İstiyor

II. Cihan Savaşı sonlanırken Başkan Roosevelt, ABD’nin güvenlik ve refahını garantileyecek politika ve kurumların tespit edilmesi görevini Dışişleri Bakanlığına vermişti. Dışişleri Bakanlığı ise istenen politikaları, üç ana noktada yoğunlaştırmıştı: “1. Birleşmiş Milletlerin kurulması. 2. Bretton Woods dünya mali kurumlarının inşası. 3. Yeterli petrol stoklarının temini”. Söz konusu kurumlar, ABD güvenliği ve refahı için kurulurken; gerekli petrol kaynağı için başkan Roosevelt, Şubat 1945 yılında Süveyş kanalında bir ABD savaş gemisinde Kral Abdülaziz Suud ile ‘Suudi petrolüne ayrıcalıklı erişim karşılığında Kralın ABD tarafından korunmasını’ sağlayan özel, gizli bir anlaşma yapmıştır[26].

Bu noktada Trump’ın, Suud ziyaretinde (Haziran 2017) yaptığı gizli anlaşma ile Roosevelt’in 1945 yılında yaptığı anlaşma arasında bir ilişki olduğuna dikkat edilmelidir. Nitekim ABD-Suud anlaşmasından sonra hem Suud Veliaht seçiminde bir değişim olmuş, hem Katar Krizi meydana gelmiş ve hem de ABD, Suud ve Katar ile ticari anlaşmalar yapmıştır. Trump’ın seçim kampanyasında “ABD’nin güvenlik nedeniyle yaptığı harcamaları”, Körfez ülkelerine ödettireceğini vaad etmesi ve seçim sonrasında bunun bir kısmını haydutça gerçekleştirmiş olması, ‘2015 Yılına Doğru Küresel Trendler’ adlı ABD Raporu kapsamında değerlendirilmelidir. 

Diğer taraftan Raporda, 2015’lı yıllara doğru “IMF’nin ve Dünya Bankası’nın yeryüzündeki ekonomik liderliği yıkılabilir…” öngörüsü yer almaktadır. Bu, ABD’nin Roosevelt zamanından beri benimsediği temel stratejiye ters bir durumdur. 1961 yılında Kennedy’nin hazırlattığı raporda(Kennedy’nin bilim adamlarına sorduğu ‘Ben Amerikan halkının refahını yükseltmek ve aynı zamanda moralini daima yüksek tutabilmek için ne gibi tedbirler almalıyım’ sorusu üzerine 1,5 yılda hazırlanmış 800 sayfalık rapor), “Amerika’nın refah seviyesini yükseltebilmesi için üretim ve tüketim şartlarının devamlı surette incelenmesi lazımdır. Bunun için de Amerika’nın her on senede bir harbe girmesi gerekmektedir.” önerisinde bulunulmaktadır[27].

Bütün bunlardan çıkan sonuç, Amerikan halkının refah seviyesi, dökülen kanın seviyesi ile bağlantılıdır. Amerikalı ne kadar kan dökerse, refah seviyesi o kadar yükselecektir.

11 Temmuz-Ağustos 2001’de Bush, Cheney ve enerji lobisinin ABD’nin enerji politikalarını belirleyen raporunda, dünya enerji kaynakları, bunların pazara nakli ve bunların ABD şirketlerince paylaşımının nasıl olacağı kararlaştırılmıştır. Bu rapora göre dünya altı enerji bölgesine ayrılmıştır[28]:

“1. Cezayir, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, Katar ve genel olarak Ortadoğu.

2. Hazar bölgesi, Hindistan ve Güney Asya.

3. Nijerya, Nijerya bağlantılı Nijer Deltası, Batı Afrika Boru Hattı.

4. Güneydoğu Asya. Açe, Borneo Adası, Burma, Spratly adası, Doğu Timor.

5. Çad ve Kamerun boru hattı.

6. Brezilya, Venezüella ve Kolombiya.”

Bu enerji havzalarını incelediğimizde, 4. ve 6. maddelerdekiler hariç diğer 4 havza doğrudan veya dolaylı olarak İslâm coğrafyası ile alakalıdır.

2015 Yılına Doğru Küresel Trendler’ raporundan bir yıl sonra ve 11 Temmuz -Ağustos 2001 Bush, Chaney ve enerji lobisinin raporundan yaklaşık bir ay sonra, 11 Eylül 2001 tarihinde İkiz Kulelerin vurulması ve arkasından tüm İslâm coğrafyasının tehlikeli bölge ilân edilerek Afganistan ve Irak’ın işgal edilmesi, bir tesadüf değildir[29].

İslâm Coğrafyasında “Arap Baharı” olarak başlatılan 2. Nesil Kadife darbe süreci, “Kaostan kaynaklanan Düzen” (Yaratıcı savaş/Düzenleyici savaş) kapsamında başlatılmıştır. İslâm coğrafyası, “2015 Yılına Doğru Küresel Trendler” adlı ABD Raporunda(2000) öngörülen çerçevede vekâlet savaşları ile kan gölüne çevrilmiştir.

Bugün Türkiye-Libya-Mısır-Irak-Suriye-Katar-Yemen-Somali-Sudan düzlemindeki iç savaş ve/veya terör olayları ile ABD-İngiltere-Fransa-İspanya-Rusya ekseninde vuku bulan, terör görüntüsü verilmiş hesaplaşmalar, yukarıda ortaya konan belgeler çerçevesinde değerlendirilmelidir.

ABD Genelkurmay Başkanı Martin Dempsey, “ABD’nin Ulusal Askeri Stratejisi 2015” raporunu açıklarken kullandığı bazı ifadeler, bir “küresel kaos” hattâ bir “küresel savaş” öngörülerek belgenin hazırlandığı kanaatini oluşturmaktadır.

Belgenin “Uluslararası Düzen” bölümünde, “bugün halen devam eden uluslararası düzenin, ABD ve ona benzer değerleri savunan ülkeler tarafından 2. Dünya Savaşı sonrasında kurulduğu ve  ABD’nin bu alandaki sorumluluğunun daha fazla olduğuna” özel vurgu yapılmaktadır. Ayrıca belgede “Halbuki revizyonist bazı ülkelerin son dönemde sıklıkla dile getirmeye başladığı Birleşmiş Milletler’i yeniden yapılandırma görüşünün doğru olmadığı” ve “dünya ülkelerinin büyük çoğunluğunun Amerikan liderliği ve BM yapısı altında bu şekilde bir düzenle hayatlarına devam etmek istedikleri”, “Aksi halde ABD’nin uluslararası anlaşmalar ve sözleşmelere uygun hareketle, üzerine düşen sorumlulukları yerine getireceği, bu değerlere saygılı olmayan ülkelerin ekonomik ve siyasal yaptırım mekanizmalarıyla cezalandırılacağının”[30] ifade edilmesi, çok açık bir tehdittir.

Belgede “komşularının bağımsızlığını tanımayan ve hedefine varmak için şiddet kullanmaya hazır…” “Rus askerilerinin Ukrayna’nın doğusunda ayrılıkçılar safında savaştığı” ifade edilerek Rusya; “Asya-Pasifik bölgesinde gerilimlere neden olmakla” Çin suçlanmaktadır[31]. Raporun bütünü ve satır aralarına mahirane yerleştirilmiş cümleler göz önüne alındığında, ABD’ye göre “kaosun üç ana kaynağı” olduğu görülmektedir(21-25):

1.    “Mevcut Kurulu Dünya düzenini değiştirmek isteyen, “Revizyonist” olarak nitelenen güçler”; Çin, Rusya ve Türkiye.

2- “Ciddi güvenlik kaygılarına neden olan ülkeler”; İran ve Kore DHC (Kuzey Kore).
3-“Devlet-altı yapılanmalar, şiddete başvuran aşırı örgütler”.

 

ABD hegemonyasına karşı çıkan ve bu düzenin değiştirilmesi için sürekli eleştiren, Çin, Rusya, İran, Türkiye ve Kore DHC(Kuzey Kore), raporda “revizyonist ülkeler” olarak tanımlanıp tehlikeli düşman kategorisine konmuşlardır. Kurulu küresel düzenin değişmesini istemek, savaş nedeni olarak kabul edilmekte ve “Revizyonist ülkelere” meydan okunmaktadır:

Hiçbir büyük güç henüz ABD ile askeri bir çatışmaya giremez; ama ABD’nin büyük güçlerden biriyle askeri çatışmaya girme riski artmaktadır.”[32]

Bizzat Genelkurmay Başkanı Orgeneral Matin Dempsey’in, raporun tanıtımında, “ABD'nin büyük bir güçle düşük; fakat gittikçe büyüyen bir savaş ihtimalinin olduğu ve böyle bir çatışmanın muazzam sonuçlar doğuracağına”[33]  vurgu yapmış olması, “Kaostan Kaynaklanan Düzen”/(“Yaratıcı Yıkım”/”Düzeltici Savaş”) teorisinin uygulanmak istendiği anlamına gelebilirGeçen ayda ABD’nin Japon ve Güney Kore uçakları ile birlikte Asya Pasifikte yaptığı gövde gösterisine ve buna Çin’in cevabına, bu açıdan bakılmalıdır. Türkiye, bunu görmek, yeniden değerlendirmek, gerek içerde ve gerekse bölgede bütünleşmek zorundadır. Türkiye, bu oyunu bozabilecek hem güce hem de imkâna sahiptir.


[1] Texe Mars,  İllüminatı, Entrika Çemberi, Timaş Yayınları, İstanbul, 2002, s. 175.

[2] Akfırat, A., Özel Savaş Pentagon ve CIA Belgeleriyle, Kaynak Yay., İstanbul. (1997) s:111

[3] Varsden, V.,  Siyon Liderlerinin Protokolleri, Protokol No: 10,  Kum Saati Yayınları, İstanbul, s. 53.

[4] Texe Mars,  a.g.e. s.100-120.

[5] Varsden, V.,  Siyon Liderlerinin Protokolleri, Protokol No: 10,  Kum Saati Yayınları, İstanbul, s: 53.

[6] Varsden, V., a.g.e, s.36.

[7] Foster J.B. ‘Emperyal Amerika ve Savaş’, Cosmo Politik, sayı:6, Sonbahar 2003, s.39-45.

[8] Can., B., “21. Yüzyıl Haçlı Savaşlarında yeni Bir Tuzak: Ilımlı İslâm Cumhuriyeti”, Umran, sayı:117, 2004, s.15-25.

[9] Texe Mars,  a.g.e. s.100-120.

[10] “Global Trend 2015: A Dialog  About the Future with Nongoverment Experts”, 2000. “2015’e Doğru Global Trendler-I”,  Umran, sayı 90, 2002 Ek; “Global Trend 2015: A Dialog  About the Future with Nongoverment Experts”, 2000. “2015’e doğru Global Trendler-II”,  Umran, sayı 91, Mart 2002 Ek.  Avar, B., 26.5.2017.

[11] Odabaşı H., ‘Yürü ya Euro’, Aksiyon, sayı: 396, 8 Temmuz 2002, s. 52-54.

[12] ‘ABD Ekonomisi Sönen Balon Gibi’ , Aydınlık, sayı 781, 7 Temmuz 2002, s. 36-37.

[13] Monbiot G., ‘Amerika’nın Boru Hattı Rüyası’,  Cosmo Politik, sayı 2 Kış 2002, s.19-21.

[14] “Global Trend 2015: A Dialog  About the Future with Nongoverment Experts”, 2000. “2015’e Doğru Global Trendler-I”,  Umran, sayı 90, 2002 Ek; “Global Trend 2015: A Dialog  About the Future with Nongoverment Experts”, 2000. “2015’e doğru Global Trendler-II”,  Umran, sayı 91, Mart 2002 Ek.  Avar, B., 26.5.2017.

[15] Avar, B., 26.5.2017.

[16] Monbiot G., ‘Amerika’nın Boru Hattı Rüyası’,  Cosmo Politik, sayı 2 Kış 2002, s.19-21.

[17] Foster, J.B., ‘ Emperyalizmin Yeni Çağı’, Cosmo Politik, sayı:6, Sonbahar 2003, s.12-22.

[18] Foster, J.B., ‘ Emperyalizmin Yeni Çağı’, Cosmo Politik, sayı:6, Sonbahar 2003, s.12-22.

[19] National Security Strategy, February       2015);http://www.whitehouse.gov/sites/default/files/docs/2015_national_security_strategy_2.pdf Örmeci, O., ABD’nin 2015 Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi, upa-admin, 13 Şubat 2015. Alagöz, E., A., Amerika’nın Yeni Güvenlik Stratejisi, 18 Şubat 2015

[20] National Security Strategy, February       2015);http://www.whitehouse.gov/sites/default/files/docs/2015_national_security_strategy_2.pdf Örmeci, O., ABD’nin 2015 Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi, upa-admin, 13 Şubat 2015. Dilek, C.,A., ABD’nin Yeni Ulusal Güvenlik Stratejisinin Şifreleri ve Stratejide Türkiye’nin Yeri; http://www.21yyte.org/

[21] National Security Strategy, February       2015);http://www.whitehouse.gov/sites/default/files/docs/2015_national_security_strategy_2.pdf Erhan, Ç., ABD’nin Yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi, 10 Mart 2015. Dilek, C.,A., ABD’nin Yeni Ulusal Güvenlik Stratejisinin Şifreleri ve Stratejide Türkiye’nin Yeri; http://www.21yyte.org/

[22] National Security Strategy, February       2015);http://www.whitehouse.gov/sites/default/files/docs/2015_national_security_strategy_2.pdf Erhan, Ç., ABD’nin Yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi, 10 Mart 2015. AA, 2015, Beyaz Saray, Reuters, 2015.

[23] National Security Strategy, February       2015);http://www.whitehouse.gov/sites/default/files/docs/2015_national_security_strategy_2.pdf Erhan, Ç., ABD’nin Yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi, 10 Mart 2015

 Andrew Korybko,  ABD 2015 Ulusal Güvenlik Stratejisinin Gerçek İçeriği, Global Research, www.medyasafak.net, 18 Şubat 2015;  Güller, M., A., Aydınlık, 10 Haziran 2015.

[24] National Security Strategy, February       2015);http://www.whitehouse.gov/sites/default/files/docs/2015_national_security_strategy_2.pdf

Örmeci, O., ABD’nin 2015 Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi, upa-admin, 13 Şubat 2015. Andrew Korybko,  ABD 2015 Ulusal Güvenlik Stratejisinin Gerçek İçeriği, Global Research, www.medyasafak.net, 18 Şubat 2015;  Güller, M., A., Aydınlık, 10 Haziran 2015.

[25] National Security Strategy, February       2015);http://www.whitehouse.gov/sites/default/files/docs/2015_national_security_strategy_2.pdf

Örmeci, O., ABD’nin 2015 Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi, upa-admin, 13 Şubat 2015. Andrew Korybko,  ABD 2015 Ulusal Güvenlik Stratejisinin Gerçek İçeriği, Global Research, www.medyasafak.net, 18 Şubat 2015;  Güller, M., A., Aydınlık, 10 Haziran 2015.

[26] Klare M.T., ‘Savaşın Jeopolitiği’, Cosmo Politik, sayı 2 Kış 2002 s.14-18.

[27] Özemre A.Y. ‘ABD, Her 10 Yılda Bir Savaş Çıkarmak Zorunda’, Umran, sayı 87, 2001, s.21-26.

[28] Karagül İ., ‘Petrol Savaşının Endonezya Cephesi, İslâmî Direniş Dalgası’, Yeni Şafak,19 Ekim 2002; ‘Enerji Savaşları ve Yeni Dünya Haritası’, Umran, sayı: 95,2002, s:20-27.

[29] Can, B., ‘Küresel Derin Devlet’in Düşük Yoğunluklu Savaşı”, Ekim 2001, Umran. Can, B., “Yeni Soğuk Savaş: ABD Emperyalizminin Tükenişi İslâm Dünyasının Yeniden Dirilişi”, Umran, 2002. 

[30] AA, 2015, Beyaz Saray, Reuters, 2015. Alagöz, E., A., Amerika’nın Yeni Güvenlik Stratejisi, 18 Şubat 2015

[31] AA, 2015, Beyaz Saray, Reuters, 2015. Alagöz, E., A., Amerika’nın Yeni Güvenlik Stratejisi, 18 Şubat 2015

[32] AA, 2015, Beyaz Saray, Reuters, 2015. Alagöz, E., A., Amerika’nın Yeni Güvenlik Stratejisi, 18 Şubat 2015

[33] AA, 2015, Beyaz Saray, Reuters, 2015. Alagöz, E., A., Amerika’nın Yeni Güvenlik Stratejisi, 18 Şubat 2015

ŞER İTTİFAKI ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI İÇİN İKİ ANA EKSEN OLUŞTURMAYA ÇALIŞMAKTADIR

(Umran Dergisi)   Şer İttifakı (Siyonizm-ABD-İngiltere-İsrail, AB) 21. yüzyılı “dijital dönüşüm” yüzyılı olarak öngörmekte, bu nedenle “büyü...