25 Ağustos 2017 Cuma

FETÖ ile Mücadelede Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar-3: ŞER İTTİFAKININ SOSYOLOJİK SALDIRILARINI ETKİSİZ KILMAK İÇİN “GAYRI MEMNUN SAYISINI” AZALTMAK

 (Milli Gazete)

Bu yazıda, FETÖ ile mücadelede sosyolojik boyutta yapılan hatalar ele alınmaktadır. FETÖ ile mücadelede gayrı memnun sayısının gittikçe artmasının sebepleri üzerinde durulmakta ve bazı önerilerde bulunulmaktadır.

Tüm yanlış anlamalara ve istismarlara mâni olmak için burada bir noktanın altını -özenle- çizmek istiyoruz. Bizim, “mağdur/masum” ve “gayrı memnun” derken kast ettiğimiz, FETÖ ile hiç alâkası olmadığı halde FETÖ havuzuna konan bazı insanlardır. Yani “yaşlardır”, “kurular” değildir.

FETÖ Havuzuna Konan İnsan Unsurlarının Analizi

Ülke sathında, “açığa alınan, ihraç edilen ve tutuklananlar”la ilgili mevcut uygulamalar incelendiğinde, “FETÖ’cü listesi”, aşağıdaki insan unsurundan oluşmaktadır:

* 15 Temmuz askerî kalkışmasında bizzat görev alan, asker, polis, yargı mensupları, istihbaratçılar ve siviller.

* Emniyet İstihbarat/Askeri İstihbarat/MİT’in bilgi ve belge kapsamında belirlediği FETÖ mensupları.

* Gülen’in Bank Asya’yı kurtarmak için “Bank Asya’ya para yatırın!” çağrısına uyarak para yatıranlar. Daha sonraki dönemlerde Bank Asya ile parasal ilişkisi devam edenler.

* Gülen Hareketi’nin sempatizanları ve taraftarını ihtiva eden listeler.

* Cep Telefonlarında ByLock programı var olanlar.

* Kifayetsiz muhterislerin bir makamı ya da mevkii ele geçirmek için FETÖ ile hiç alâkası olmayan ve fakat kendisine engel gördüklerini FETÖ mensubu olarak ihbar etmeleri ile açığa alınanlar/ihraç edilenler/tutuklananlar.

* Geçmişte aralarında husumet bulunanların birbirlerini FETÖ’cü olarak ihbar etmeleri ile açığa alınanlar/ihraç edilenler/tutuklananlar. Özellikle idarecilerin kin güttüğü kişileri, ilgileri olmadığı halde “Gülenci” olarak listelemesi.

* Bizzat FETÖ mensubu olanların (kriptoFETÖ’cular), kendilerinden olmayan herkesi, Gülenci olarak ihbar etmeleri.

* Taksim Kadife Darbe sürecinin ve 15 Temmuz ihanet hareketinin iç beyin takımı olan mason, Sabatayistlerin ihbar ettiği insanlar.

* Başta MOSSAD ve CIA olmak üzere yabancı istihbarat mensuplarının Gülenci olarak ihbar ettikleri kimseler.

* Geçmişte Gülen hareketine dâhil olmuş, yardım etmiş, kurban vermiş ve fakat 17-25 Aralık operasyonundan sonra ayrılmış ve bütün bağlarını koparmış olanların bir kısmının hâlâ FETÖ’cü olarak kabul edilmeleri ve fişlenmeleri.

* Geçmişte Gülen hareketine ait, dershane, okul ve yurtlarda kalan ve fakat Gülen hareketi ile hiç ilgisi olmayan gençlerin, çocukların ve onların ailelerinin FETÖ’cü olarak kabul edilmeleri ve fişlenmeleri.

* Geçmişte FETÖ’nün değişik kurumlarında çalışanlar, görev alanlar.

* Aktif-Sen üyelerinden oluşan listeler.

* Zaman gazetesine abone olanlardan oluşan listeler.

* 15 Temmuz 2016 tarihi itibariyle Gülen hareketinin okullarında okuyan gençlerin ve ailelerinin FETÖ’cü olarak kabul edilmeleri ve fişlenmeleri.

* 17-25 Aralık’tan sonra çocukları istemediği için çocuklarını Gülen’in okullarından alamayan ailelerin fişlenmesi ile oluşan listeler.

* Ticari rakiplerin birbirlerini FETÖ’cü olarak ihbar etmeleri.

* İhale mafyasının rakiplerini FETÖ’cü olarak ihbar etmesi.

* Birbiri ile küskün komşuların birbirlerini FETÖ’cü olarak ihbar etmeleri.

* Psikopatların herkesi, FETÖ’cü olarak ihbar etmeleri.

* Maliye-polis-yargı baskı ve şantaj kıskacında Gülen hareketine yardıma ve hizmete mecbur bırakılan iş adamı ve bürokratlar.

* Aralarında husumet olan karı kocanın birbirlerini ”FETÖ’cü” olarak ihbar etmesi.

* Dost hayatı yaşayan eşlerin, ”FETÖ’cü” olarak birbirlerini ihbar etmeleri.

Bu liste daha da genişletilebilir.

Eğer tüm bu insanlar, FETÖ’cü olarak görülür ve aynı muameleye tâbi tutulur, hassas bir ayıklanma yapılmazsa, “kurunun yanında yaş da yanar “ misali bir duyarsızlık gösterilirse, korkarız ki kuru’lar ve yaş’lar hep beraber yanabilir; kin ve nefret ortalığı kasıp kavurabilir ve Türkiye, büyük bir kaosa sürüklenebilir.

Müslüman tabanda gayrı memnun sayısının gittikçe artması ve yaygınlaşmasının sebebine, bu açıdan bakılmalıdır.

Açığa Alma, İhraç Etme ve Tutuklama Listelerini Hazırlayan İnsan Unsurunun Analizi

Hazırlanan listelerle ilgili sorulması gereken temel birkaç soru vardır:

yyy 17-25 Aralık maliye-polis-yargı darbe girişiminden sonra devlet, Gülen şantaj ve terör örgütünün aslı elemanları ile ilgili hiçbir hazırlık yapmamış mıdır?

yyy Devlet eğer bir hazırlık yapmış ise Gülen hareketinin asli unsurlarına ilişkin her türlü sağlam bilgi ve belgenin elde mevcut olması gerekmektedir. Öyleyse “açığa alma, ihraç etme ve tutuklama listelerinde” yer alan ve suçlanan insan unsuru ile ilgili her türlü bilgi ve belge kapsamında sorgulamaların yapılması ve mahkemeye çıkarılmaları gerekmez mi?

yyyEğer devlet tarafından zamanında bu hazırlık yapılmadıysa/yapılamadıysa bunun bir sebebi olmalıdır. Şu söylenebilir: MİT, Emniyet İstihbarat ve Askeri İstihbarat dâhil devletin bütün birimlerine, FETÖ sızmıştı; o nedenle bir liste hazırlığına gidilememiştir. Bu çok doğrudur. Ancak bugün bu tehlike, gene mevcut değil midir?

Kripto FETÖ’cular çok iyi kamufle olduklarından bir kısmı, bugünkü listeleri hazırlamakla görevlendirilmiş de olabilirler. Öyleyse, elde sağlam belge/delil olmadan, sağlam kriterler oluşturulmadan insanları açığa almada, ihraç etmede ve tutuklamada acele ile karar verilmemeliydi ve verilmemelidir. Mutlaka merkezi bir denetim sistemi kurulmalıdır.

Medyada yer alan ve açığa alınıp tutuklanan ya da ihraç edilenlerin verdikleri bilgilere göre listeler, aşağıdaki unsurlar tarafından oluşturulmaktadır:

1- İstihbarat örgütleri (MİT, Emniyet İstihbaratı, Jandarma İstihbaratı vb.) tarafından hazırlanan listeler,

2- Bizzat idareciler tarafından hazırlanan listeler,

3- Bazı İdarecilerin amaçlı olarak oluşturdukları “ideolojik taraflı komisyonlar” tarafından hazırlanan listeler,

4- Bazı İdarecilerin adil olduklarına inandıkları kişilerden oluşturdukları komisyonlar tarafından hazırlanan listeler,

5- Köşe yazarları tarafından sunulan listeler,

6- Bazı STK’lar tarafından hazırlanıp sunulan listeler,

7- Siyasiler tarafından hazırlanan listeler,

8- “Gizli el” tarafından hazırlanan listeler.

Başka alternatifler de olabilir.

Bu günün pratiğinde, bu 8 farklı insan unsuru, listelerini merkezi ortak kriterlere göre hazırlamamaktadır. Listeleri hazırlayanlar, hazırlanan listelerde yer alan şahısların her biri ile ilgili gerekli belgeleri sunmamaktadır/sunamamaktadır. Dahası, bazı insanlar, “niçin açığa alındıklarını”, “niçin ihraç edildiklerini”, “hangi belgelere dayanarak suçlandıklarını” ve “yargı tarafından aklandıkları halde niçin göreve iade edilmediklerini” bilmemektedir ve de öğrenememektedir.

Bu 8 farklı insan unsuru içerisinde, kriptoFETÖ’cu, mason, Sabatayist, Ergenekon-Balyozcu, MOSSAD/CIA/MI6/BND işbirlikçilerinin olup olmadığından emin olunmalıdır. Bunlar ayıklanmadıkça, FETÖ’ye karşı verilen mücadele, amacından sapmış olacaktır.

Geçmişte Gülen Hareketi-Devlet Ricali İlişkisinin Meydana Getirdiği Psikolojik Ortamın Etkisi

1980 darbesinden 17-25 Aralık maliye-polis-yargı darbe girişimine kadar olan süreçte, rahmetli Erbakan hariç, genellikle, dönemin cumhurbaşkanları, başbakanları, genelkurmay başkanları ve siyasî parti liderleri/kadroları, belediye başkanları, birçok STK/gönüllü kuruluşlar/cemaatler, Gülen’i ve Gülen hareketini övmüş, ödül vermiş, ödül almış ve ülkenin birçok imkânını ona tahsis etmişlerdir. Bu durum, halkın bu harekete sempati ve güven duymasına katkı sağlamıştır. Ailelerin, çocuklarının korunması konusunda gösterdiği hassasiyet ve Gülen hareketinin dershane-okul-yurt-ev düzleminde gösterdiği başarı, dünyanın dört bir tarafında okullar açması ve her yıl “Türkçe Olimpiyatları(!)” düzenlemesi, halk üzerinde etkili olmuş ve halkın belli bir kesiminin Gülen Hareketi’ne sempati duymasını, taraftar olmasını ve bağlanmasını sağlamıştır. “Türkçe Olimpiyatlarına(!)” devlet ricalinin katılıp, övgüler yağdırması, var olan etkiyi daha da pekiştirmiştir.

Gülen hareketinin yurt dışında okul açabilmesi için, devlet ricalinin, ilgili ülke devlet ricaline “referans mektubu yazıp ricada bulunması” da, halkın eğilimleri üzerinde etkili olmuştur. Ayrıca Gülen hareketinin dershane ve okullarındaki öğrencilerin, girdikleri sınavlarda yüksek puan almaları, üniversitelere ilk sıralarda girmeleri, Gülen hareketinin okullarına, yurtlarına ve evlerine olan ilgiyi artırmış; geniş bir kesim, çocuklarını buralara göndermek için uğraşmıştır. (Bugün, sınav sorularını çalarak kendi seçilmiş öğrencilerine vermelerinin sonucunda, yüksek başarı elde edildiği söylenmektedir. Geçmişte böyle bir iddia söz konusu değildi. Dolayısıyla halk bu durumu bilmemekteydi.)

Diğer taraftan yurt dışına giden öğrencilere, barınma imkânları sağlamış olmaları da, insanlar üzerinde etkili olmuştur.

“Ne istediler de vermedik”(!) diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, sonradan, “Allah ve milletimiz bizi affetsin, zamanında biz tehlikeyi göremedik” demesi, eski bazı genelkurmay başkanlarının, eski bazı Meclis başkanlarının ve birçok siyasinin, benzer açıklamalarını göz önüne aldığımızda; 17-25 Aralık maliye-polis-yargı darbe girişimine kadar devletin elindeki tüm imkânlarla, göremediği bir tehlikeyi; sade vatandaşı, iş adamlarını, akademisyenleri, öğretmenleri, imamları, vb. tehlikeyi göremedikleri için suçlamak, ciddi deliller olmadan, gerçekten pişman olup olmadıkları araştırılmadan cezalandırmak, yanlıştır ve çok daha büyük travmalara ve sorunlara neden olacaktır.

Süreç değerlendirilirken, aşağıdaki iki kırılma noktası dikkate alınmalıdır:

1- 17-25 Aralık maliye-polis-yargı darbe girişimi,

2- 15 Temmuz Askeri Darbe Girişimi.

Bu iki tarihi kırılma anı göz önüne alınırken, şu iki noktaya özellikle dikkat edilmesi gerekmektedir:

yyy 17-25 Aralık maliye-polis-yargı darbe girişimine kadar devlet ricalinin büyük bir kesiminin, Gülen hareketi ile ilgili övgü dolu sözler söylemesinin ve devlet imkânlarını, özellikle, belediye imkânlarını tahsis etmelerinin halk üzerindeki etkileri.

yyy Gülen hareketi tarafından inşa edilen maliye-polis-yargı şantaj ve tehdit mekanizmasının varlığı ve bunun iş adamları, bürokrasi üzerindeki etkileri.

17-25 Aralık maliye-polis-yargı darbe girişimi ile 15 Temmuz Askeri Darbe Girişimi arasındaki dönemde, Gülen terör ve şantaj hareketi mensuplarının bir kısmının, o günün şartları göz önüne alındığında, gelgitler yaşayabileceğine, kararsız kalabileceğine dikkat edilmelidir. Çocuklarını okullarından, yurtlarından almamış/alamamış olabilir, kurban yardımında bulunmuş olabilirler. Bu dönemle ilgili olarak çocuklarını Gülen terör ve şantaj hareketinin okullarında okutmuş olmak veya onun yurtlarında kalmış olmak, temel kriterler zümresi içerisinde değerlendirilmemelidir. Yasal olarak hiçbir işleme tâbi tutulmamış bir banka ile parasal işlem yapmayı, yurt ve okullarda bulunmayı, esaslı bir suç unsuru olarak görmemiş/görememiş olabilirler. O dönemin psikolojisi buna uygundu.

15 Temmuz Askeri Darbe Girişimi’nden sonra Gülen terör ve şantaj hareketini destekleyenlerin, onları aklamaya çalışanların üzerine kesin bir şekilde gidilmeli ve sağlam bilgi ve belgeye dayanarak mutlaka mahkemeye çıkarılmalıdırlar.

Maliye-Polis-Yargı, Korku-Şantaj İmparatorluğunun (FETÖ) İnşa Ettiği Psikolojik Ortamın Etkisi

Gülen terör ve şantaj hareketi, maliye-polis-yargı üçgeninde kurdukları şantaj şebekesi ile insanların yatak odasına ve banyolarına sızmış, pek çok işadamını, esnafı, devlet ricalini, sivil ve asker bürokratı ve siyasiyi tuzağa düşürmüştür.

Siyasi iktidar, maliye-polis-yargı üçgeninde seri halde yaptığı görevden almalarda, yeni atananların da, bir müddet sonra tekrar ve tekrar görevden alınması, sürekli olarak “kriptoFETÖ’cülerin varlığından” bahsedilmesi, “her an yeni bir darbe olabilir” uyarıları, bir korku ve şantaj imparatorluğu inşa edilmiş olduğunun önemli göstergesidir.

15 Temmuz Askeri Darbe Girişimi’ne kadar olan süreçte, bu korku ve şantaj imparatorluğunun, gerek Gülen hareketi içerisindeki “ibadet ve ticaret ehli” üzerinde ve gerekse Gülen terör ve şantaj hareketine mensup olmayan insanların üzerinde, bir korku meydana getirmiş olması çok doğaldır.

Bu korkunun sonucunda birçok insan ve iş adamı, Bank Asya’daki hesaplarını kapatamamış, kredi kartlarını iptal edememiş, Zaman gazetesi aboneliğini iptal edememiş ve daha önceden yapmış oldukları yardımları kesememiş olabilir. Dahası, kredi kartlarını iptal ettirme isteklerine Bank Asya yönetimi, olumlu bakmamış, hep göz ardı etmiş ve iptal etmeyi savsaklamıştır. Keza aynı durum, Zaman gazetesi aboneliği için de geçerlidir.

Sonuç

Bugün açığa alma, ihraç etme ve tutuklamalarda, yukarıda yazılan hususların tamamının göz önüne alınması, ona göre karar verilmesi, daha uygun olacaktır. Böyle bir uygulama, adaletin tesisine yardımcı olacak; mağdur ve gayrı memnun sayısını azaltarak ülkede huzurun tesisine katkıda bulunacaktır.

Rabbimizin emri, daima aklımızda olmalıdır:

“Ey iman edenler, adil şahitler olarak Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adaletle hükmedin. O, takvaya daha yakındır. Allah’tan korkup sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.” (5 Maide 8).

Henüz vakit varken; yarın çok geç olabilir!

18 Ağustos 2017 Cuma

FETÖ ile Mücadelede Dikkat Edilmesi Gereken Hususlar-2: FETÖ İLE MÜCADELEDE MERKEZİ DENETİM OLMALI VE MERKEZİ KRİTERLER OLUŞTURULUP KAMUOYUNA DUYURULMALIDIR

(Milli Gazete)

15 Temmuz 2016 İhanet Hareketi, Gülen Hareketini bir Truva atı olarak kullanan Şer İttifakının (ABD-İsrail-İngiltere-Siyonizm-AB) Türkiye’ye karşı başlattığı sosyolojik savaş amaçlı askeri bir darbe girişimidir. 15 Temmuz İhanet Hareketinin askeri boyutu ile başarılı bir mücadele verilmiş olmasına rağmen, sosyolojik savaş boyutu ihmal edilmektedir. Sosyolojik savaş boyutu ihmal edildiği takdirde Türkiye’nin ödeyeceği bedel çok ağır olacaktır. Bu yazıda, FETÖ ile mücadelede sosyolojik boyutta yapılan hatalar ele alınmakta ve geçmiş yazıda önerilen FETÖ ile mücadele için Başbakan Yardımcılığı kurulması fikrinin alt zeminine katkı sağlayacak tekliflerde bulunulmaktadır.

FETÖ İle Mücadelede Merkezi Bir Denetim Yok

Medyada yer alan şikâyetlerden sürecin, merkezi bir denetime tabi tutularak yürütülmediği, birimden birime, bölgeden bölgeye, üniversiteden üniversiteye çok ciddi farklılıkların olduğu anlaşılmaktadır.

686 KHK ile üniversitelerden 330 akademisyenin ihraç edilmesi sonucunda toplumun farklı kesimlerinden gelen tepkiler üzerine Bakan Nurettin Canikli, “Listenin YÖK tarafından hazırlandığını, akademisyenlerle ilgili kararlar konusunda zaman zaman sıkıntı yaşadıklarını ve bunları düzeltme yoluna gittiklerini, son kararname ile gündeme gelen eleştirilerin de değerlendirileceğini ve listenin YÖK tarafından yeniden değerlendirilmesinin isteneceğini” söylemiştir (4).

Bakan Canikli’nin yaptığı açıklamanın ardından YÖK Basın Müşaviri Şener Aslan’ın ile yapılmış bir röportajda yaptığı açıklamaların özeti, aşağıda verilmiştir (5):

“-Üniversitelerdeki terör örgütlerine yönelik bu tip soruşturmaları üniversiteler yapıyor. KHK’larda gördüğünüz A üniversitesinden B profesörünü üniversiteler belirliyor. İlk önce bunların incelemesini, daha sonra soruşturmasını, soruşturma sonrasında açığa alma, görevden uzaklaştırma ve daha sonra da ihraç talebini üniversiteler yapıyor.

-Biz YÖK olarak bu işlemleri üniversitelerin yapması şeklinde de bir karar aldık, çünkü onları en iyi üniversiteler tanıyor. Bir hocaya ilişkin bir iddia geldiğinde biz onu önce bilemeyiz. Belgeye dayanması lazım, ama onun dışında tanımak ve bilmek de lâzım o kişileri. O yüzden biz YÖK olarak bütün bu safhaların üniversitelerde başlatılıp üniversitelerde bitmesi kararı aldık ve o şekilde devam ediyor.

KHK’larda gördüğünüz kişiler, tamamen üniversitelerinde yapılan inceleme soruşturma sonrasında ihraç edilme teklifi yapılan kişilerdir. Her kişinin atılma nedeni ile ilgili açıklama yapamayız. İtirazları varsa kişiler tekrar üniversitelere itirazda bulunabilir.

-Üniversiteler bu ihraçları komisyon oluşturarak yapıyor. Rektörün demesiyle olmuyor bu işler.

-Kanunen üniversiteler tarafından komisyon kuruluyor. Bir kişinin kararıyla değil. Komisyon içerisinde farklı kişiler de var. O komisyonlara raporlar geliyor. Birçok kıstas var ve üniversiteler onları değerlendiriyor. Bylock çok önemli bir kıstas ki o bylock için de derecelendirmeler var. Her kullanıcı değil, aktif olanlar inceleniyor. Bank Asya’da belli dönemki para hareketleri...

-YÖK üniversitelerdeki bu ‘ihraç etme ve itiraz kabul etme’ mekanizmasının adil işlediğini nasıl kontrol ediyor? Sorusuna verilen cevap:

-Hayır, biz neden bu aşamaların nasıl işlediğini takip edelim ki? Hem ‘Üniversitelere dokunmayın, YÖK üniversiteleri özgür bıraksın diyorlar, hem de YÖK neden üniversiteleri denetlemiyor’ diyorsunuz. Bu tamamen üniversitelerde yürütülen bir süreç.

-Biz son dönemde yapılan soruşturmaların ve ihraçların hepsinde inisiyatifi üniversitelere bıraktık.”

Bakan Canikli’nin ve YÖK Basın Müşaviri Şener Aslan’ın yaptığı açıklamalar, sürecin nasıl işlediğinin güzel bir göstergesidir.

Binlerce insanın hayatı üzerine karar verilirken, Hükümetin ve YÖK’ün hiç bir kontrol yapmadan, kurumlardan gelen listeleri olduğu gibi KHK’lerle uygulamaya sokması, yanlış olmuştur ve de böyle devam ederse tehlikeli sonuçlar doğuracaktır.

Oysa Başbakan Yıldırım, 01. 08. 2016 tarihinde yaptığı açıklamada “Başbakanlık’ta kriz merkezi kurulduğunu” ve “Bakanlıklarda kurullar oluşturulduğunu”, Sağlık Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı ve YÖK’ün devreye girdiğini ve işlerin tıkır tıkır yürüdüğünü” ifade etmişti (6).

Merkezi bir kriz ve denetleme masası kurmadan ya da kurulmuş olanları çalıştırmadan, merkezi ortak kriterler belirlemeden ya da belirlenmiş ise kurumların buna uyup uymadığına bakılmadan, kurumlardan gelen listelerin KHK’ye konması, yanlış olmuştur. Sosyolojik savaş ajanlarının istediği fırsat, onlara verilmiş ve yeni sosyolojik fay hatları inşa edilmiş ve de edilmektedir.

FETÖ İle Mücadelede Merkezce Belirlenmiş, Kamuoyuna Duyurulmuş, Sağlam Ortak Kriterler Yok

15 Temmuz sonrasında Türkiye’de, FETÖ ile ilgili yapılan temizlik operasyonları için Başbakan Yıldırım, 01.08.2016 tarihinde, yaptığı açıklamayı (6) ve YÖK müşavirinin açıklamalarını (5) referans alarak “açığa alma, tutuklama ve ihraçlarda” göz önüne alınması gereken kriterleri aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

17- 25 Aralık’tan sonra hâlâ uyanmamış olanlar, masum kabul edilmeyecek,

Bylock’u aktif olarak kullanma ve kullanmanın muhtevası göz önüne alınacak,

Bank Asya’da belli dönemdeki para hareketleri önemlidir,

Fiilen Darbe yapmaya kalkışanlar ve onlara aktif destek sağlayanlar,

İntikam duygusuyla değil, adaletle hareket edilecek,

Yaşla kurunun birlikte yanmasına da asla izin verilmeyecek,

Birbirlerine karın ağrısı olanlar piyasaya çıkıp, haksızlık yapamayacak,

Haksız yere işlem görmüş olanlar yeni baştan ele alınacak, haklıyla haksız, suçluyla suçsuz ayırt edilecek.

Fakat işin pratiği, başlangıçtan beri buna uymamaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “…At izi, it izine karışmış vaziyette. ‘Ben bir şey atayım da nasılsa tutar’ diyenler var. Özellikle yazılı ve görsel medya dünyasında bu çok var… Öyle yorumlar yapıyorlar ki suçladıkları o insanın bu işle hiç alâkası yok. Ama o insana o yaftayı yapıştırıyor.” (7) demesi; Cumhurbaşkanlığı Kurumsal İletişim Başkanı Mücahit Küçükyılmaz’ın, “15 yıldır tanıdığım, ‘o gece’ tankın önüne yatan, FETÖ düşmanı Oktay Kılıç’ın evi FETÖ’den aranıyorsa, bu operasyon ‘bize’ dönmüş demektir!” “Namaz kılanı Fetullahçı sanan, Meşveretçi, Yazıcı, Okuyucu, Nakşi, Kadiri arasındaki farkı bilmeyen 28 Şubatçılarla FETÖ temizliği yapılamaz.” (8), tarzındaki açıklaması; Başbakanlık Baş Müşaviri Abdülkadir Özkan’ın ve AK Parti Gaziantep milletvekili Şamil Tayyar’ın açıklamaları (9) ve 686 Sayılı KHK ile ilgili, bugüne kadar AK Parti politikalarını destekleyen bazı köşe yazarları, STK yöneticileri, akademisyenlerinden ve bazı AK Partili milletvekillerinden, “Sinsi bir tezgâh var”, “Referandum darbesi bu!”, “Kriptolar Referandum darbesi yapıyor” “Bürokratik darbe bu”, “Kim yapıyor bu temizliği?” “Erdoğan’ın altı oyuluyor”, “Bu işin içinde bir iş var”, “Büyük provokasyon”, “Devlete adalet yakışır”, “Kim yaptı bu listeyi”, “AK Partiye Operasyon” (10) şeklinde gelen çok sert tepkiler, FETÖ ile ilgili mücadelede, hem merkezi kriterlerin var olmadığını, varsa da buna uyulmadığını, hem de merkezi bir denetim sisteminin olmadığını ortaya koymaktadır. Kısacası, “açığa alma, tutuklama ve ihraçlarda” teori ile pratik birbirini tutmamaktadır. Ne merkezi kriterler oluşturulmakta, ne de merkezi denetim yapılmaktadır.

“Makul Şüphe” ve “Açığa Alma- İhraç Etme-Tutuklama” İlişkisi

“Açığa Alma, İhraç Etme ve Tutuklama Listelerinde” kaba hatları ile 1- Elinde silah olan Güvenlik Mensupları (asker, polis, istihbaratçı), 2-Yargı Mensupları (hâkim, savcı), 3- Eğitim Camiası (öğretmenler, akademisyenler), 4- Devletin değişik kurumlardaki personel, 5- Değişik STK üyeleri, 6- Özel sektör mensupları (mahalle esnafı, patronlar ve yöneticiler) ve 7- Eski milletvekilleri ve siyasi parti mensupları yer almaktadır.

Bu listelerde adı geçenlerden 15 Temmuz 2016 Askeri Darbe Girişiminde fiilen yer almış, yardım ve yataklık yapmış ve görevini ihmâl etmiş olanların tümü, yasalar çerçevesinde, delillere ve belgelere dayalı olarak âdil bir şekilde yargılanıp cezalandırılmalıdır.

Fiilen darbeye iştirak etmemiş, “makul şüpheli” konumundaki silahlı polis-asker-istihbarat elemanları ve devletin kritik kurumlarında çalışanları, tedbir olarak açığa alarak ya da tutuklayarak etkisiz hale getirip sonra yargılamak âdil bir davranış olur. Ancak bu sınıftaki insanları, mahkeme kararı olmadan ihraç etmek âdil değildir.

Elinde silah olmayan yargı mensuplarını, karar verme sürecinde etkili olabilecekleri için, öncelikle “merkez valileri” gibi “kızağa çekerek”, karar verme sürecinde etkisiz hale getirmek, sonra da belgelere dayalı olarak yargılamak, doğru ve âdil bir davranıştır.

Elinde silah olmayan akademisyenleri, öğretmenleri ve diğer sivil devlet görevlilerini ise, tedbir olarak her türlü idari görevden almak ve fakat diğer görevlerine devam etmesini sağlamak ve bu süreçte gözlemlemek daha uygundur. Bu gruptakiler hakkında sağlam deliller elde edildiğinde de, yargının önüne mutlaka çıkarılmalı ve hesap sorulmalıdır.

Açığa alma ve ihraç etme uygulamalarında çok hassas davranılmalıdır. Mahkeme kararı olmadan ihraç etmek, gelecekte çok ciddi maddi ve manevi tazminat davalarının açılmasına sebebiyet verebilecektir. Kendi sorunlarımızı ülke içinde en âdil bir şekilde çözmek esas alınmalıdır. İnsanları AİHM’e mecbur etmek yanlıştır.

Medyaya yansıyan şekliyle, “ihanet grubunun” (üst tabakasının) kâhir ekseriyeti, 15 Temmuz askeri darbe girişiminden önce; geri kalanların bir kısmı da, darbenin hemen ardından yurt dışına kaçmışlardır. Dolayısıyla bugün ülke içerisinde FETÖ’nün sempatizan ve taraftarları ile âzâlarının bir kısmı bulunmaktadır. Yani bugün yürütülen operasyonlarda “açığa alınan, tutuklanan ve ihraç edilenler” içinde genellikle FETÖ’nün sempatizanları, taraftarları ile âzâlarının bir kısmı ve de FETÖ ile hiç alâkası olmayan insanlar yer almaktadır.

Sonuç: “Kelebek Etkisi”

Tüm yanlış anlamalara ve istismarlara mâni olmak için burada bir noktanın altını –özenle- çizmek istiyoruz. Bizim, “mağdur/masum” derken kast ettiğimiz, FETÖ ile hiç alâkası olmadığı halde FETÖ havuzuna konan bazı insanlardır. Yani “yaşlardır”, “kurular” değildir. “Yaşların” en hızlı bir şekilde ayıklanması, itibarlarının ve haklarının kendilerine geri verilmesi tarihi bir sorumluluktur. Mücadelelerdeki kanuniyeti göz önüne alırsak; âzâlar, kadrolar, lider kadro ve lider cezalandırılmalı; diğerleri kazanılmalıdır. Eğer âzâ olanlarla diğerlerini ayırt edecek bir kriter, bir mekanizma bulunmaz ise, “sempatizan ve taraftarları militanlaştırma” komünist taktiğinin uygulanmasına fırsat verilerek Gülen Hareketi’nin sempatizan ve taraftarlarının, aktif militan olarak FETÖ’nün âzâları haline gelmesine sebep olunabilir.

12 Eylül 1980 darbesinde PKK’cı diye Diyarbakır cezaevinde hapsedilen üç grup insanın birçoğu, cezaevindeki uygulamalardan sonra militanlaşmış ve PKK’nın aslî unsuru haline gelmiştir: 1- PKK ile hiç alakası olmayan bazı Kürtler, 2- PKK sempatizanları ve 3- PKK taraftarları.

Bugün aynı hata yapılıp FETÖ’ne militan yetiştirilmemelidir.

FETÖ havuzuna atılanlar, hassasiyetle ayıklanmaz ve hepsine aynı muamele yapılırsa, bu insanlar, MOSSAD ve CIA gibi yabancı istihbaratların kucağına itilmiş olabilecektir. Bu durumda Türkiye’nin ödeyeceği bedel, çok daha yüksek olacaktır.

O nedenle yapılması gereken, samimi olan “ibadet “ve “ticaret ehlini” kazanarak yapının üzerine gitmek ve geniş kitlelerden FETÖ’nü tecrit etmektir.

Tehlike gerçekten de büyüktür. Asıl tehlike, FETÖ ile hiç alâkası olmadığı halde FETÖ havuzuna konan “yaşların”, âzâlarla aynı kefeye konularak gayrı memnun kitlenin genişletilmesidir. Böyle bir davranış, tehlikeyi küçültecek yerde daha da büyütecektir. Gayrı memnun sayısını artıran her uygulama, “Kelebek Etkisi” yaparak sosyolojik savaşın toplumun değişik kesimlerine yayılmasına sebebiyet verecektir. Yapılan her hatanın bedelini ülke, önümüzdeki yıllarda ağır ödeyecektir.

Hukuk kurallarına göre “Aksi ispatlanmadıkça, insanlar masumdur”. “İddia makamı, iddiasını ispatlamak zorundadır.” Masum insanları mağdur etmek, İlâhi adalete uygun değildir. Herkes Allah’ın huzurundaki yüce mahkemeyi düşünmeli, söz ve davranışlarına dikkat etmelidir.

Henüz vakit varken; yarın çok geç olabilir!

Kaynaklar:

1- Babacan, N., Yanlışlar Düzelecek, Liste Yeniden YÖK’e Gidecek, Hürriyet 10 Şubat 2017; http://www.hurriyet.com.tr/yanlislar-duzelecek-liste-yeniden-yoke-gidecek-40361102

2- Öztürk, F., YÖK: İhraçlarda İnisiyatif Üniversitelerde, BBC Türkçe 08 Şubat 2017, bbc.com/turkce/haberler-turkiye-38906141

3- Çelik, M., Yaşla Kuru Bir Arada Yanmayacak, Vatan 01.08.2016

4-Erdoğan’dan FETÖ operasyonları yorumu: At izi it izine karıştı, 07.09.2016, İHA

5-Mücahit Küçükyılmaz,06 Eylül 2016 Salı 17:20, twitter hesabı

6- Can, B., Sosyolojik Savaş Amaçlı 15 Temmuz İhanet Hareketinin Bir Yıllık Döneminin Değerlendirilmesi-1: Siyasi İktidara Rağmen Operasyonları Yürüten “Gizli Kirli El” Ve “Gizli Karanlık Güç” Kimdir?, Umran Dergisi, Temmuz, 2017

7- Can, B., Kadife Darbeden Askeri Darbeye-13: “Açığa Alma Ve İhraçlarla” İlgili Geçmişte Çıkarılan Tüm KHK’ler Yeniden Değerlendirilmeli Ve Özel Kriz Masası/Masaları Kurulmalıdır; 17.2.2017 Milli Gazete.


11 Ağustos 2017 Cuma

FETÖ İLE MÜCADELEDE DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN HUSUSLAR-1: FETÖ İLE MÜCADELEDEN SORUMLU BAŞBAKAN YARDIMCILIĞI KURULMALIDIR

 (Milli Gazete)

GİRİŞ

Oslo görüşmelerinin deşifre edilmesi ile başlayan Taksim Kadife Darbe Süreci, 7 Haziran 2016 genel seçiminde amacına ulaşmış ve siyasal iktidarın tek başına iktidar olmasını engellemiştir. Şer İttifakı (ABD-İngiltere-İsrail-Siyonizm-AB) Taksim Kadife darbe sürecini, bir siyasi iktidarı düşürmek amacıyla başlatmış olmakla birlikte Türkiye’yi Suriyeleştirmek ve zihnen bölme amacını yol boyu öne çıkarmıştır. Nitekim 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra bu gizli amaç, Güneydoğu’da PKK’nin “Kır’a Dayalı Şehir Gerillası” aşamasına geçmesi, KCK’nın dört ülkeyi hedef alan “sınırları belirsiz federasyonu” gündeme getirmesi ve bazı HDP’li belediye başkanlarının “özerklik ilan etmeleri” ve “bulundukları bölgelerdeki petrolden pay” istemeye başlamaları ile dışa vurmuştur.

O nedenle 15 Temmuz 2016 İhanet Hareketi, Gülen Hareketini bir Truva atı olarak kullanan Şer İttifakının (ABD-İsrail-İngiltere-Siyonizm-AB) Türkiye’ye karşı başlattığı sosyolojik savaş amaçlı askeri bir darbe girişimidir.

Bu yazı serisinde, 15 Temmuz 2016’dan günümüze kadar gelen süreçte yapılan hatalar ve yapılması gerekenler üzerinde durulacaktır.

Sosyolojik Savaş

“Toplumsal değişme”, toplumun yapısını meydana getiren toplumsal ilişkiler ağının ve bunları belirleyen toplumsal kurumların değişmesi olarak tanımlanabilir (1,2). Toplumsal değişmelerin biri içsel (serbest toplumsal değişmeler), diğeri de dışsal (zorlayıcı toplumsal değişmeler) olmak üzere iki boyutu vardır (1,2).

Sosyolojik Savaş, “Sosyoloji teorilerinin savaş fenomenine uygulanarak, hedef toplumun işleyişine yöneltilen sosyolojik müdahaleleri ifade eden bir kavramdır.” (3). Sosyolojik savaşın biri içe (Sosyolojik savunma) birisi de dışa dönük (Sosyolojik saldırı) olmak üzere iki boyutu/ekseni vardır.

Sosyolojik savaşın dışa dönük boyutu, rakip/düşman toplumla ilgili olup onun sosyolojik yapısını, sosyolojik savaşın amacına uygun olarak tamamen ya da kısmen değiştirme ve yeniden yapılandırma ile ilgilidir. Burada hedef toplumun dayanışma ve bütünleşme kapasitesini, zayıflatma, ortadan kaldırma, tahrif etme-dönüştürme amaçlanır. Toplumdaki farklı sosyal güçler, karşı karşıya getirilir ve farklı kesimler aktif halde kitlesel çatışmaya sokularak toplum bir kaosa sürüklenir. Ardından hedef topluma müdahale edilerek toplum, yeni ortak paydalar etrafında şekillendirilip yapılandırılır (3).

Sosyolojik savaşın içe dönük ekseni/boyutu ise, kendi toplumu ile ilgili olup amacı, var olan sosyolojik yapısını, sosyolojik saldırılara karşı korumak, olumsuz yönde değişmesine mani olmak, kendi toplumsal değerleri, kültür ve medeniyet kodları düzleminde daha iyiye, güzele doğru bir seyir takip etmesini sağlamak, toplumun dayanışma ve bütünleşme kapasitesini korumak, geliştirmek, güçlendirmek ve canlı tutmaktır.

Önümüzdeki günlerde, Şer İttifakı; 1- Bireyleri Ayrıştırma ve Çatıştırma, 2- Cemaatleri/Hareketleri Ayrıştırma ve Çatıştırma, 3- Mezhepleri Ayrıştırma-Çatıştırma, 4- Kavimleri Ayrıştırma-Çatıştırma, 5- Sınıfları Ayrıştırma-Çatıştırma, 6- Halkları Ayrıştırma-Çatıştırma, 7- İdeolojileri Ayrıştırma-Çatıştırma, 8- Dinleri Ayrıştırma-Çatıştırma amaçlı sosyolojik savaş stratejisini, Türkiye’de daha etkin bir şekilde uygulayabilmek için ilk bakışta öngörülemeyen, yeni operasyonlara başvurabilir.

Sosyolojik savaşın etkileri, anında görülmez; değişim tedricidir. Etkileri dışa vurmaya başladığı zaman iş işten geçmiş, “kurbağa haşlanmış” ve iş bitmiş olabilir

Bu nedenle çok dikkatli olunmalıdır.

İdeolojik Hareketlerde İnsan Unsuru Spektrumu

İdeolojik hareketlerin tümünde, “sempatizan”, “taraftar”, “âzâ”, “kadro”, “lider kadro” ve “lider” olmak üzere altı farklı insan unsuru mevcuttur. Sempatizanlar, harekete sempati duyar, takdir etmekle yetinir; fakat fiiliyatta yokturlar. Taraftarların, hareket ile organik bağları yoktur; fakat maddi ve manevi kısmi yardımlarda bulunabilirler; bazı faaliyetlere de iştirak edebilirler. Âzâlar, hayatını davasına adamış, vakfetmiş insanlardır. Tüm hayatlarını inandıkları davaya göre plânlarlar. Kadrolar ise azalar içinden çıkan yetenekleri farklı yönetici ekiplerdir.

Gülen Hareketi için Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “aşağısı ibadet, ortası ticaret, yukarısı ihanet içinde” diye yaptığı tanımlama, yukarıdaki altı grup insanı ihtiva etmektedir. Gülen şantaj ve terör örgütünün “ihanet grubu”, “azalar”, “kadrolar”, “lider kadro” ve “lider”dir. İbadet ve ticaret grubu diye tanımlanan grup ise sempatizan ve taraftarlardır.

FETÖ İle Mücadeleden Sorumlu Başbakan Yardımcılığı Kurulmalıdır

15 Temmuz İhanet Hareketi, Taksim Kadife Darbe sürecinde inşa edilen sosyolojik zemin, arka plan göz önüne alınarak icra edilmiştir. 15 Temmuz İhanet Hareketinin askeri boyutu ile başarılı bir mücadele verilmiş olmasına rağmen, sosyolojik savaş boyutu ihmal edilmektedir.

FETÖ ile çok boyutlu bir mücadele verilmesi gerekmektedir:

1-Fikrî, Felsefî, Dinî boyut

2-Yabancı Devletler ve İstihbaratlar Boyutu

3- Masonluk-Siyonizm Boyutu

4- Vatikan Boyutu

5- Güvenlik Boyutu

Bu boyutlarda verilecek bir mücadele, birbiri ile organize bir şekilde yürütüldüğünde başarılı sonuçlar alınacak ve süreç hızlanacaktır. Mesele bu açıdan ele alındığında FETÖ ile mücadele, tek bir elden yürütülmeli ve Başbakan Yardımcılarından birinin sorumluluğunda olmalıdır. Bu Başbakan Yardımcısının, başka hiçbir görev ve sorumluluğu olmamalı, başka bir işle uğraşmamalı, tamamen FETÖ ile mücadeleye yoğunlaşmalıdır.

FETÖ ile mücadeleden sorumlu Başbakan Yardımcısının görev ve sorumluluklarını, aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz:

Sonuç: Allah’a ve Ahirete İman Eden “Temiz Akıl”, “Salih Amel” ve “Fazilet” Sahibi Olanların Sorumluluğu

Gülen Hareketinin çalışma şekli, şantaj ve darbe mantığı, yeni bir “İttihat Terakki” ve “Haşhaşiler” vakasıyla karşı karşıya kaldığımızı göstermektedir. O nedenle Gülen Hareketindeki Emanuel Karasu’lar mutlaka deşifre edilmelidir. Verilecek mücadelenin, çok uzun süreli bir mücadele olacağı asla unutulmamalıdır.

FETÖ ile mücadele için kurulmuş ve kurulacak komisyonların bünyesinde, Masonlar, Ergenekon-Balyozcular, partizanlar, ihtiras şehveti ile yanıp tutuşanlar, hak ve adalet duygusu zayıf olanlar, duygusal ve öfkeli davrananlar yer almamalıdır.

15 Temmuz İhanet Hareketi, sosyolojik savaş amaçlı bir askeri darbe girişimi olduğu için darbeci Şer İttifakı (Darbenin Birinci ve İkinci Beyni), darbe sonrası süreçte Türkiye’de yeni fay hatları inşa etmek ve var olan fay hatlarını enerji ile doldurup harekete geçirmek için yeni bir strateji izlemek isteyebilir. Bu konuya dikkat edilmelidir..

FETÖ ile mücadele sürecinde, iyi niyetle ortaya konan her karşı görüşü, düşmanlık ve hainlik olarak görmek, nitelendirmek ve suçlamak yanlıştır, tehlikelidir.

Bugünkü yöneticiler / liderler, hata yapabilir. Bugünkü yöneticilere / liderlere hatırlatma yaparak yardımcı olmak; Allah’a ve Ahirete iman eden, “temiz akıl”, “salih amel” ve “fazilet” sahiplerinin” sorumluluğudur (11 Hud 116).

Öyleyse; Ey Allah’a ve Ahiret’e iman eden “temiz akıl”, “salih amel” ve “fazilet” sahipleri, sorumluluğunuzu yerine getirin, sabredin ve “düşmanları sevindirecek işler yapmayın!” (3 Al-i İmran 118-120).

HENÜZ VAKİT VARKEN; YARIN ÇOK GEÇ OLABİLİR!

Kaynaklar

1- Tezkan, M., Sosyal ve Kültürel Değişme, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Yayınları, No: 129, Ankara, 1984, S: 2-10.

2- Giddens A., Sosyoloji, Kırmızı Yayınları, İstanbul, 2012, S: 77-82

3- Çağlayan, Y., Osmanlıdan Ortadoğu’ya Sosyolojik Savaş, Etkileşim, İstanbul, 2013, S: 43-45.

Yabancı Devletler ve İstihbaratlar Boyutu

Gülen Hareketi, 1980 Darbesi’nden sonra çok hızlı büyüyen ve yaygınlaşan bir harekettir. Bir dönem arkasında devlet desteği vardı. Devlet ve siyaset ricali, Gülen’e ödül vermiş ve elinden ödül almıştır. Dış dünyadaki okullarını ziyaret etmiş ve okulların açılması için devlet başkanlarına mektuplar yazmıştır. Türkçe olimpiyatlarına katılıp övgüler yağdırmıştır.

Dünyanın dört bir tarafında bu kadar hızlı ve yaygın bir örgütlenmede, ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve Siyonizm-Masonluğun maddi ve manevi desteği ortaya çıkarılmalıdır.

Gülen Hareketinin hem iç istihbarat hem de dış istihbarat boyutunun ortaya çıkarılması, FETÖ ile mücadelenin ön şartlarından biridir. İç istihbaratların yanlış yönlendirmesi varsa, bunun hesabı mutlaka sorulmalıdır.

FETÖ ile ilgili iç ve dış istihbaratlar, Masonluk ve Siyonizm ilişkisi, belgelere, delillere dayalı olarak ortaya konmalı ve inandırıcı bir şekilde kamuoyu ile paylaşılmalıdır. Bunun için FETÖ ile mücadeleden sorumlu Başbakan Yardımcılığında özel bir komisyon kurulmalıdır.

Vatikan Boyutu

“Dinler Arası Diyalog” bir “Vatikan projesidir”. Gülen Hareketinin bu proje ile olan ilişkisinin perde arkasının aydınlatılması, FETÖ’ne karşı verilecek mücadelede önemlidir. Papa ile görüşmesini kim ve nasıl sağladı; neler görüşüldü ve “Dinler Arası Diyalog” kapsamında hangi faaliyetler yapıldı, araştırılmalı ve raporlandırılmalıdır. Bu konu ile Yabancı Devletler ve İstihbaratlar Boyutu Komisyonu ilgilenmelidir.

Ayrıca Gülen Hareketi’nin fikrî ve felsefî temelleri üzerinde Hıristiyanlığın etkilerinin olup olmadığı ortaya çıkarılmalıdır. Bu konu ile de Fikrî, Felsefî, Dinî Boyut Komisyonu ilgilenmelidir.

Güvenlik Boyutu

FETÖ elemanlarının tasfiyesi ile ilgili Başbakan Yardımcılığı bünyesinde, Merkezi Özel bir Kriz Masası kurulmalıdır. Tüm illerde de bu kriz masasına bağlı çalışan alt kriz masaları oluşturulmalıdır.

Süreçle ilgili bir Kriz Yönetimi Yönetmeliği hazırlanmalıdır.

Yeni kurulan ve göreve başlayan “İtirazları İnceleme Komisyonu”, FETÖ İle Mücadeleden Sorumlu Başbakan Yardımcısına bağlanmalıdır.

Süreçte görev alan tüm yönetici ve soruşturma komisyonları/birimleri özel merkezi bir eğitime tâbi tutulmalıdır.

FETÖ ile mücadelede, ilgili tüm bakanlık ve kurumlar arasında koordinasyon sağlanmalıdır.

FETÖ ile mücadelede, gerekli tüm bilgi ve belgeleri ihtiva eden merkezi özel bir veri bankası oluşturulmalıdır. Şu ana kadar elde edilen ve yol boyu elde edilecek olan tüm bilgi ve belgelerin sağlık, güvenirlilik derecesi tespit edilip sınıflandırılmalıdır. Bu veri bankasında toplanan veriler, ilgili birimlerle paylaşılarak süreç hızlandırılmalıdır.

Açığa alma, ihraç etme ve tutuklama ile ilgili sağlam ve güvenilir kriterler ortaya konmalı, var olduğu söylenenler tekrar gözden geçirilmeli ve Türkiye’nin her tarafında ve her kurumunda bunlara uyulup uyulmadığı mutlaka kontrol edilmelidir.

Şu ana kadar çıkarılan KHK’ler ile açığa alınan, ihraç edilen ve tutuklananların dosyaları yeniden incelenmelidir. Mağdur edilenler varsa, eski görevlerine iade edilmeleri sağlanmalıdır.

Genel olarak tüm birimlerde, özel olarak tüm üniversitelerde yapıldığı söylenen soruşturmaların, ciddiyeti, güvenirliliği, göz önüne aldıkları kriterler, komisyon üyelerinin kimliği, kişiliği tekrar değerlendirmelidir.

Kasıtlı davrandığı tespit edilen tüm yöneticiler, soruşturma komisyonu üyeleri ve kasıtlı ihbar yapan şahıslar cezalandırılmalıdır.

Açığa alma, ihraç etme ile ilgili yapılan itirazlara, ilgili birimlerin ne cevap verdiği, bu konuda nasıl davrandığı kontrol edilmeli; kasıtlı davranış varsa hesabı sorulmalıdır.

Kriz masaları, yapılan uygulamalarla ilgili şikâyetleri göz önüne almalı ve gerektiği anda, vakit geçirmeden, küskünler/kırgınlar zümresi meydana gelmeden müdahale etmelidir.

Savcılık tarafından aklanmış olduğu halde göreve iade edilmeyenlerin, dilekçelerine cevap verilmeyenlerin durumu incelenmeli ve kasıtlı bir engelleme varsa, ilgililer hakkında soruşturma açılmalı ve hesap sorulmalıdır.

FETÖ’nün sempatizan ve taraftar kesimi, hareketten koparılarak kazanılmalı; militanlaşmalarına imkân verilmemelidir.

4 Ağustos 2017 Cuma

İslâm Coğrafyası ve “Kaostan Kaynaklanan Düzen”/(“Yaratıcı Yıkım”/”Düzeltici Savaş”)Teorisi-7: Şer İttifakı Küresel Savaş İçin Kamuoylarını İkna Etmeye Çalışmaktadır

 (Milli Gazete)

Giriş

Bu yazıda, geçen yazılarda incelediğimiz 18 belgenin niçin yayınlandığını ele alıp inceleyeceğiz.

Türkiye’de “Başka Çare Yok-Böyle Giderse Daha Kötü Olacak” Anlayışına Milleti ve Bazı Yöneticileri İkna Etmek Amaçlı Yapılan Çeşitli Operasyonlar

Türkiye’nin yakın tarihine baktığımız zaman pek çok olay ve psikolojik harekât, halkı ve bazı yöneticileri “ikna etmek” amaçlı planlanmış ve uygulamaya sokulmuştur. 1978 yılında gizli askeri cunta, sıkıyönetim ilanına Ecevit’i ikna edebilmek için Ecevit’in deyişiyle “Kahramanmaraş ve Çorum olaylarını şuurlu bir şekilde tezgâhlamıştır” (1).

Tüm darbelerden önce Türkiye’de, halk tarafından “kurtarıcı” olarak “Ordunun müdahale etmesinin” istenmesi için psikolojik harekât yürütülmüş ve yığınla terör eylemi gerçekleştirilmiştir. 12 Eylül Darbecilerinden 3. Ordu Komutanı Org. Bedrettin Demirel’in; “1979 Temmuz’unda da müdahaleyi gerektiren sebepler vardı ve müdahale kararı da vardı; ama biz biraz daha olgunlaşsın, itiraz edilmesin diye o zaman müdahaleyi yapmadık.” (2) şeklindeki açıklaması, çok anlamlı ve düşündürücüdür.

Halk tarafından kurtarıcı olarak karşılanabilmek için “meyvenin olgunlaştırılması” gerekiyordu. Bunun için de kan lazımdı. Nitekim Demirel; “Devletin yasal ve diğer imkânları tamamıyla birbirinin aynı iken, 13 Eylül günü durdurulan kan, 11 Eylül günü niçin akıyordu? Niçin?” (3) sorusunu sorarak darbecilerin karanlık emellerine kamuoyunun dikkatini çekmeye çalışmıştır.

ABD’de “Başka Çare Yok-Böyle Giderse Daha Kötü Olacak” Anlayışına ABD Halkını ve Bazı Yöneticileri İkna Etmenin Yolu: Psikolojik Harekât

ABD, Sovyetlerin yıkılışı ile ortaya çıkan boşluğu, bir ABD imparatorluğuna dönüştürmeye çalışmıştır. Sahip olduğu ekonomik, askeri ve teknolojik üstünlüğü bir dünya imparatorluğu kurmak için kullanmakta, en ciddi engel Amerikan halkının böyle bir hedefi “cazip görmemesi ve bundan etkilenmemiş” olmasıdır. O günün ABD yöneticilerinin belli bir kesimi, bundan şikâyetçidir:
“... ABD, dünyanın ondan önce gördüğü büyük devletlerden daha korkulacak güçler topluluğuna sahip. Bu şartlar altında, eskilerden gelen dayanılmaz bir istek -emperyalizm cazibesi- ABD için zorlayıcı bir hal alabilir... ABD ulusu, geçmişin sömürgeci devletlerini harekete geçiren hayallerden pek de etkilenmiş gözükmüyor.” (4)

Batı’da, özellikle ABD’de kamuoyu, rahatını bozacak, refahının ve yaşam standardının düşmesine sebebiyet verecek politikalara, genellikle karşı çıkmaktadır. O nedenle bu politikaların uygulanabilmesi için bir şekilde ikna edilmesi gerekmektedir. Chomsky’e göre, ABD yönetimleri ve Küresel Sermaye sahipleri, Amerikan halkını, kendi stratejilerini uygulamada bir “rakip” hatta bir “düşman” olarak görmüşlerdir/görmektedirler:

“…Bir başka büyük düşman daha vardır ki, bununla uğraşabilmek için yığınla problemin çözülmesi gerekir. Bu düşman, Birleşik Devletlerin halkıdır… Halkın muhalif olduğu politikalar karşısında sessiz kalmasını sağlayabilmek için klasik bir yöntem vardır: yüreklere korku salmak. Halk, malının ve canının bir büyük düşmanın tehdidi altında olduğuna inandırılırsa, muhalif olduğu programların uygulanması karşısında sessiz kalmayı tercih eder, yapılanları hoş karşılamasa bile zaruri bulabilir. Yüreklere korku salabilmek için propaganda sistemi çalıştırılır, o an için gündemde bulunan büyük şeytan olabildiğince abartılır.

ABD tarihinde büyük şeytan rolünü kimi zaman İngiltere’nin, kimi zaman İspanya’nın ve kimi zaman da barbarların oynadığını görüyoruz. 1917 Bolşevik ihtilâlinden bu yana ise büyük şeytan rolü Sovyetlerin üzerine yıkılmış bulunmaktadır. (Sovyetlerin çöküşünden sonra bu rolün İslâm coğrafyasına yıkıldığını görmemek için kör olmak gerekir. B.C.)” (5)

ABD eski dışişleri bakanı George Shultz; ‘düşük yoğunluklu’ bir savaşın “yeni dünya düzeninin güvenliği” açısından kaçınılmaz olduğunu ileri sürerken, gerekçe olarak “Amerikalıların büyük bir tehdit ve tehlike” altında olduğunu göstermiştir:

“Amerikalılar, her yıl meydana gelen küçük çatışma ve meydan okumaların toplamının, çıkarlarımız için çok ciddi bir tehdit olduğunu anlamak zorundadırlar. …Tehdit baş edilebilecek düzeydeyken, siyasi, ekonomik ve gerekliyse askeri araçlarımızı dikkatli bir şekilde kullanarak, saldırının büyümesini durduracak düzenlemeleri yapmak zorundayız.” (6)

12 Eylül 2001 yılında New York’taki “İkiz Kuleler” vurulmadan önce El Kaide’nin ne denli tehlikeli bir örgüt olduğuna ilişkin korkunç bir kampanya başlatılmıştır. Bu kampanyanın ardından İkiz Kuleler, ABD derin devleti tarafından vurulup suç El Kaide’ye fatura edilmiştir (7). Bu olayın ardından ABD yönetimi, ABD ve dünya kamuoyunun tam desteğini alarak El Kaide’den hesap sormak aşkına Afganistan’ı işgal etmiştir.

2. Cihan savaşı öncesinde ABD yönetimlerinde yapılan tartışmalar ve vuku bulan olaylar, günümüze ışık tutması açısından önemlidir.

6 Mart 1939 tarihli senatör Lynn Frazier, Senato’da, “Acaba Amerikan Hükümeti, halkından habersiz savaşa girme planları veya anlaşmaları mı yapmaktadır?… “Sanayi Seferberlik Kanununun” beş yıl önce ortaya atıldığı düşünüldüğünde hükümetimizin uzun suredir savaş planları yaptığı açıktır.” (8) şeklinde yapmış olduğu konuşma, senatodan dahi gizlenen bir planın yürürlüğe sokulmaya çalışıldığını göstermektedir.

Senatör Lynn Frazier’in konuşmasından yaklaşık bir buçuk ay sonra, 25 Nisan 1939 tarihinde, ABD Senatosunda Senatör Nye’nin yaptığı konuşma, (“Kongre kayıtları, 76. Kongre, sayı 84, No 82, sayfa 6597-6604”) bugünlerde karanlık odalarda nelerin planlandığını anlamada bize yardımcı olmaktadır:
“Bu sıralar ‘Yeni Savaş’ isimli çalışmalar yayınlanmaktadır. Bu çalışmaların bir cildi ‘Yeni Savaşta Propaganda’ ismini taşımaktadır. Aşağıdakiler, bu çalışmadan alıntılardır:

“… Yeni savaş için yeni yöntemler geliştirmemiz gereklidir. …Amerika’yı ikna ederek savaşa sokmak imkânsız kadar zordur. Amerika’yı savaşa sokmak için Amerika’ya ciddi bir tehdidin ortaya çıkması ve Amerikan vatandaşlarının evlerine korkuyla gitmeleri ve propagandayı devam ettirmeleri gereklidir. Ancak bu şekilde Amerikan devleti silaha sarılır...

Japonya’nın devreye girmesi bu işi kolaylaştırır.

… Bu arada Yahudiler gibi önemli azınlıkların desteği Filistin’de toprak sözü veya Yahudi karşıtlığının önlenmesi konusunda propaganda yapılarak kazanılabilir. Benzer şekilde Katoliklere de yaklaşabiliriz... Film endüstrisinde Amerikan film yapımcılarının Almanya, Japonya ve İtalya aleyhine olan önyargıları İngiltere’nin yararınadır.”

Senatör Nye kitaptan bu alıntıyı yaptıktan sonra şu değerlendirmeyi yapmıştır:

“Yani plan Yahudi azınlık, Katolikler, Yahudi medya, Yahudi film endüstrisi, Yahudi Başkan ve Yahudi yönetimin bir araya getirilmesinden oluşmaktadır. Ancak Protestan Amerikalı yanmış, kavrulmuş, savaşlardan bıkmış ve kuru sözle savaşa girecek durumda değildir. Bunun için de Japon tehdidini devreye sokmayı planlamışlardır. İngiliz Hükümeti bu propaganda yöntemini benimseyerek Japonya’yı Amerika’ya karşı kışkırtabilir ve Amerika’yı bu şekilde yanına çekmeyi düşünebilir.

Amerikan Başkanı, donanmayı Pasifik Okyanusu’na salmıştır. Bu donanma Japonya ile savaş dışında neden oradadır? Eğer Japonlar Amerikan Donanması’ndan bir gemiye torpido atsalar gerisi Yahudi medyası, Yahudi radyoları ve Yahudi sineması tarafından getirilecektir. Yahudi Amiral Taussig Kongre Araştırma Komitesi’ne, ’’Japonya ile savaş kacınılmaz!” demiştir (8).

Sonuç: Bugün Şer ittifakı Kendi Kamuoylarını Yeni Bir Küresel Savaşın Kaçınılmazlığına İkna Etmeye Çalışıyor

İncelediğimiz 18 belgede ortaya çıkan ana fikir şudur: 1- ABD’nin küresel hâkimiyetine ve liderliğine itiraz edilmektedir, 2- ABD’nin liderliğine itiraz, kaos getirir ve kaos’un üç kaynağı vardır, 3- ABD ekonomisinin durumu iyi değildir, gittikçe kötüleşmektedir, 4- Lider olarak ortaya çıkma ihtimali olan ülkeler, tecrit edilecek ve onlara destek veren ülke yönetimleri devrilecek ve ülkeleri etnik ve dini/mezhepsel olarak bölünecektir, 5- Hiçbir ülkenin askeri gücünün ABD’nin askeri gücünden daha üstün olmasına müsaade edilmeyecek ve gerekirse savaşılacaktır. 6- i) Rusya- Çin-Kuzey Kore- İran- Suriye-Türkiye-Orta Asya Cumhuriyetleri; ii) ABD-AB- Japonya-Güney Kore- Irak- İsrail- Kürdistan-Arabistan şeklinde iki ana eksen arasında küresel bir savaş olacaktır. 7- “Küresel savaş sonrasında Suudi Arabistan’daki krallık rejimi çökecek, İran’daki şeriat devleti yıkılacak, Irak resmen üçe bölünecek, Suriye ve Türkiye Bölünecek ve Türkiye’nin güneydoğusunu, İran’ın kuzey batısını, Irak’ın Kuzeyi ve Suriye’nin doğusunu kapsayan “Büyük Kürdistan” kurulacaktır”, 8- “ Savaş sonrası yeni küresel ekonomik sistemde, yetkileri artırılmış bir IMF, Dünya Bankası, bir küresel merkez bankası, küresel tek para birimi ve uluslararası denetime dayalı bir ekonomi politika olacaktır.”

Bugün Şer İttifakı (ABD-Siyonizm-İngiltere) tıpkı 2. Cihan savaşı öncesinde olduğu gibi 1- Rusya- Çin-Kuzey Kore- İran- Suriye-Türkiye-Orta Asya Cumhuriyetleri ile 2- ABD-AB- Japonya-Güney Kore- Irak- İsrail- Kürdistan-Arabistan arasında derin fay hatları açmaya ve bu fay hatlarını enerji ile doldurmaya çalışmaktadır.

Kudüs’teki Siyonist zulüm her geçen gün farklı şekiller alıp derinleşmekte ve Sünni dünyada ayrışmalara sebebiyet vermektedir. Katar Krizi, Suud yönetiminin Katar’a Hac ambargosu uygulamasıyla yeni bir boyuta taşınmıştır. Katar Krizi dolayısıyla Pakistan’ın Katar yönetimine verdiği destek sebebiyle Pakistan’da yargı darbesi gerçekleştirilerek Nevvaz Şerif başbakanlıktan alınmıştır.

ABD bombardıman uçakları, Japon ve Güney Kore uçakları ile birlikte bir gösteri yaparak Kuzey Kore ve Çin’i tehdit etmiştir. Çin, bunun üzerine bir gövde gösterisi yapmış; Rusya, 30 adet savaş gemisi alacağını duyurmuştur.

Barzani’nin Kuzey Irak’ta 25 Eylül 2017’de bağımsızlık için referanduma gitmesinin ardından bağımsızlığı ilan etmesi, bölgede yeni ve derin bir istikrarsızlığın ve yeni çatışmaların kaynağı olacaktır. ABD, PKK ve PYD/YPG’ye TIR filoları ile ağır silah yardımı yapmaya devam etmektedir. “Kürt Koridorunun” (!) gerçekleştirilebilmesi amacıyla Carablus ve Elbab’da bulunan Türk ordusuna, ABD destekli PKK+PYD/YPG saldırıları başlayabilir ve bu çatışma bölgeye yayılabilir.

Türkiye’de; “Mavi Marmara Manyakları, İslâmcılar Tasfiye edilmelidir” kampanyası ile başlatılan ve Atatürk’ün Annesi, Hanımı ve evlatlığı ile ilgili çirkin bir kampanyanın açılması, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 28 Yıl kutladığı “Kutlu Doğum Haftası Bir FETÖ projesidir” kampanyasının ardından Diyanet İşleri Başkanı ve Yardımcısının tasfiye edilmesi, Parklarda kadınlara elbiselerinden dolayı taciz yapılıyor kampanyaları ve ardından gelen protesto eylemleri, Mustafa Kemal’in heykellerine yapılan saldırılar, Can Dündar ve Erdem Gül’ü casusluktan yargılamayan mahkemenin, CHP Milletvekili Enes Berberoğlu’na casusluktan 25 yıl ceza vermesi ve buna bağlı olarak CHP Genel Başkanının Başlattığı “Adalet İstiyoruz” yürüyüş, miting ve toplantıları, Kılıçdaroğlu’nun “Adalet İstiyoruz” yürüyüşünde giydiği ayakkabının Koç Müzesi’ne konacağının ifade edilmesi dünyada gelişen süreçle ilişkili olarak düşünülüp değerlendirilmelidir.

Bütün bunlar, ana hatları itibarıyla, 18 belgede öngörülen stratejiye uygun bir şekilde meydana gelmektedir. Böylece dünyada sürekli gerilim yükseltilerek İkinci Eksen ülkeleri halkları, çok büyük bir tehlike ile karşı karşıya kaldıklarına inandırılmaya çalışılmaktadır. Batı toplumlarına verilmek istenen mesaj, “Küresel savaştan başka çare yoktur; yılanın başı küçükken ezilmelidir.” Diğer toplumlara/1. Eksen ülkelerine ve yöneticilerine de verilmek istenen mesaj, çizgiyi aşmayın, size çizilmiş olan dairenin dışına çıkmayın ve durumunuza razı olun; yoksa fena olur:

“Henry Kissenger: “Dostumuz olan ülkeler, Washington tarafından çizilen genel çerçeve içerisinde kalmak kaydıyla bulundukları bölgedeki çıkarlarını kendileri hararetle takip etmelidirler.” (9)
Şer İttifakının kurmak istediği tuzak budur. Bu amaçla bu yayınlar yapılmaktadır.
Allah’ın da bir hesabı vardır; Allah, hesabı en sağlam olandır:

“Onlar hileli-düzenler kurdular. Oysa onların düzenleri, dağları yerlerinden oynatacak da olsa, Allah katında onlara hazırlanmış bir düzen vardır.”(14 İbrahim 46)

Ancak Allah, şer ittifakının kurduğu hileli düzenleri, tuzakları, “Allah uğrunda gerektiği gibi cihad edenlere ve cihadında sabırlı olanlara, birlik ve bütünlüğü savunup gereğini yapanlara ” (22/78; 3/200; 4/76, 84; 29/69; 61/4 ) yol göstererek, sabırlarına sabır katarak, görünmez ordularla yardım ederek (47/7, 35; 61/11-12; 3/123) müminlerin eliyle bozar:

“Onlarla savaşın ki Allah, sizin ellerinizle onları azablandırsın, rüsvay etsin ve sizi onlara karşı üstün kılsın ve mü’minler topluluğunun göğüslerini ferahlandırsın.” (9/14)

Öyleyse ey iman edenler Allah uğrunda gerektiği gibi cihad edin.

Kaynaklar

1- Ecevit, B., “Ecevit 12 Eylül’ü Anlatıyor,” 2 Ağustos 1989, Milliyet.
2- “12 Eylül’e 5 kala, 5 geçe,” 14 Ağustos 1989, Milliyet.
3- Demirel, S., “Demirel’den Evren’in Anılarına Yanıt”, 24 Kasım 1990, Milliyet.
4- Foster, J.B., ‘ Emperyalizmin Yeni Çağı’, Cosmo Politik, Sayı:6, Sonbahar 2003, S: 12-22
5- Chomsky, N., ABD Terörü, Pınar Yayınları, İstanbul, (1991) S: 43-50
6- Akfırat, A., Özel Savaş Pentagon ve CIA Belgeleriyle, Kaynak y., İstanbul. (1997) s: 200-201
7- Can, B., ‘Küresel Derin Devlet’in Düşük Yoğunluklu Savaşı, Umran, Sayı: 86, 2001
8- Armstrong, G., Rothschild, Para İmparatorluğu, Derin Yahudi Devleti, Destek Yayınları, S:100-102; S: 71-76.
9- Chomsky N., a.g.e. S:120.

1 Ağustos 2017 Salı

Sosyolojik Savaş Amaçlı 15 Temmuz İhanet Hareketinin Bir Yıllık Döneminin Değerlendirilmesi - 2: SÜRECİN YÖNETİMİNDE YAPILAN HATALAR VE YAPILMASI GEREKENLER

(Umran Dergisi Ağustos 2017 Yazısıdır)

'Göz odur ki dağın arkasını göre,

Akıl odur ki başına geleceği bile'

Geçen yazıda, 15 Temmuz İhanet Hareketinin temel özellikleri ve 15 Temmuz 2016’dan günümüze kadar gelen süreçte etkili olan “gizli el”-“gizli güç”/ “kirli el”-“kirli güç” konusu ele alınıp değerlendirilmişti. Burada, 15 Temmuz 2016’dan günümüze kadar gelen süreçte yapılan hatalar ve yapılması gerekenler üzerinde durulacaktır.

Sosyolojik Savaş

“Toplumsal değişme”, toplumun yapısını meydana getiren toplumsal ilişkiler ağının ve bunları belirleyen toplumsal kurumların değişmesi olarak tanımlanabilir. Toplumsal değişmelerin biri içsel (serbest toplumsal değişmeler), diğeri de dışsal (zorlayıcı toplumsal değişmeler) olmak üzere iki boyutu vardır.[1]

Sosyolojik Savaş, “Sosyoloji teorilerinin savaş fenomenine uygulanarak, hedef toplumun işleyişine yöneltilen sosyolojik müdahaleleri ifade eden bir kavramdır.”[2]. Sosyolojik savaşın biri içe (Sosyolojik savunma) birisi de dışa dönük (Sosyolojik saldırı) olmak üzere iki boyutu/ekseni vardır.

Sosyolojik savaşın dışa dönük boyutu, rakip/düşman toplumla ilgili olup onun sosyolojik yapısını, sosyolojik savaşın amacına uygun olarak tamamen ya da kısmen değiştirme ve yeniden yapılandırma ile ilgilidir. Burada hedef toplumun dayanışma ve bütünleşme kapasitesini, zayıflatma, ortadan kaldırma, tahrif etme-dönüştürme amaçlanır. Toplumdaki farklı sosyal güçler, karşı karşıya getirilir ve farklı kesimler aktif halde kitlesel çatışmaya sokularak toplum bir kaosa sürüklenir. Ardından hedef topluma müdahale edilerek toplum, yeni ortak paydalar etrafında şekillendirilip yapılandırılır.[3]

Sosyolojik savaşın içe dönük ekseni/boyutu ise, kendi toplumu ilgili olup amacı, var olan sosyolojik yapısını, sosyolojik saldırılara karşı korumak, olumsuz yönde değişmesine mani olmak, kendi toplumsal değerleri, kültür ve medeniyet kodları düzleminde daha iyiye, güzele doğru bir seyir takip etmesini sağlamak, toplumun dayanışma ve bütünleşme kapasitesini korumak, geliştirmek, güçlendirmek ve canlı tutmaktır.

Sosyolojik savaşın etkileri, anında görülmez; değişim tedricidir. Etkileri dışa vurmaya başladığı zaman iş işten geçmiş, “kurbağa haşlanmış” ve iş bitmiş olabilir.

15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ana amacı,  tıpkı Irak ve Suriye’de olduğu gibi Türkiye’yi, sosyolojik olarak ayrıştırmak, ayrışanları karşı karşıya getirmek ve örgütlendirip çatışmaya sokmaktır. O nedenle önümüzdeki günlerde, Şer İttifakı; 1-Bireyleri Ayrıştırma ve Çatıştırma, 2- Cemaatleri/Hareketleri Ayrıştırma ve Çatıştırma, 3- Mezhepleri Ayrıştırma-Çatıştırma, 4- Kavimleri Ayrıştırma-Çatıştırma, 5- Sınıfları Ayrıştırma-Çatıştırma, 6- Halkları Ayrıştırma-Çatıştırma, 7- İdeolojileri Ayrıştırma-Çatıştırma, 8- Dinleri Ayrıştırma-Çatıştırma amaçlı sosyolojik savaş stratejisini, Türkiye’de daha etkin bir şekilde uygulayabilmek için ilk bakışta öngörülemeyen, yeni operasyonlara başvurabilir. Bu nedenle çok dikkatli olunmalıdır.

İdeolojik Hareketlerde İnsan Unsuru Spektrumu

İdeolojik hareketlerin tümünde, “sempatizan”, “taraftar”, “âzâ”, “kadro”,  “lider kadro” ve “lider” olmak üzere altı farklı insan unsuru mevcuttur. Sempatizanlar, harekete sempati duyar, takdir etmekle yetinir; fakat fiiliyatta yokturlar. Taraftarların, hareket ile organik bağları yoktur; fakat maddi ve manevi kısmi yardımlarda bulunabilirler; bazı faaliyetlere de iştirak edebilirler. Âzâlar, hayatını davasına adamış, vakfetmiş insanlardır. Tüm hayatlarını inandıkları davaya göre planlarlar. Kadrolar ise azalar içinden çıkan yetenekleri farklı yönetici ekiplerdir.

Gülen hareketi için Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “aşağısı ibadet, ortası ticaret, yukarısı ihanet içinde” diye yaptığı tanımlama, yukarıdaki altı grup insanı ihtiva etmektedir. Gülen şantaj ve terör örgütünün “ihanet grubu”, “azalar”, “kadrolar”, “lider kadro” ve “lider”dir. İbadet ve ticaret grubu diye tanımlanan grup ise sempatizan ve taraftarlardır.

FETÖ ile Mücadeleden Sorumlu Başbakan Yardımcılığı Kurulmalıdır

15 Temmuz İhanet Hareketinin önemli amaçlarından biri, toplumun sosyolojik olarak ayrıştırılması, düşman kamplara bölünmesi ve çatıştırılmasıdır. “Oslo Görüşmeleri”nin deşifre edilmesi ile başlayan Taksim Kadife Darbe sürecinde yapılanlara dikkat edilirse, toplumun sosyolojik olarak ayrıştırılmak istendiği çok rahat bir şekilde görülebilir. 15 Temmuz İhanet Hareketi, bu sosyolojik zemin, arka plân göz önüne alınarak icra edilmiştir. 15 Temmuz İhanet Hareketinin askeri boyutu ile başarılı bir mücadele verilmiş olmasına rağmen, sosyolojik savaş boyutu ihmal edilmektedir.

FETÖ ile çok boyutlu bir mücadele verilmesi gerekmektedir:

1- Fikri, felsefi, Dini boyut

2- Yabancı Devletler ve İstihbaratlar Boyutu

3- Masonluk-Siyonizm Boyutu

4- Vatikan Boyutu

5- Güvenlik Boyutu

Bu boyutlarda verilecek bir mücadele, birbiri ile organize bir şekilde yürütüldüğünde başarılı sonuçlar alınacak ve süreç hızlanacaktır. Mesele bu açıdan ele alındığında FETÖ ile mücadele, tek bir elden yürütülmeli ve Başbakan Yardımcılarından birinin sorumluluğunda olmalıdır. Bu başbakan yardımcısının, başka hiçbir görev ve sorumluluğu olmamalı, başka bir işle uğraşmamalı, tamamen FETÖ ile mücadeleye yoğunlaşmalıdır.

FETÖ ile mücadeleden sorumlu Başbakan Yardımcısının Görev ve Sorumluluklarını, aşağıdaki şekilde özetleyebiliriz:

1. Fikri, Felsefi, Dini Boyut: FETÖ ile ilgili bir mücadele salt bir güvenlik mücadelesi değildir ve de olmamalıdır. Gülen Hareketinin fikri, felsefi ve dini yapısı ile mücadele, mücadelenin nirengi noktası olmalıdır.

- Hareketin aktif veya pasif tüm mensuplarının zihin dünyasındaki kirler, yanlış anlayışlar, İslâm’la çatışan tüm alanlar, açık, net, delilli ve belgeli bir şekilde ortaya konmalı, doğrular sunulmalı ve zihinsel bir değişim için “en güzel tarzda mücadele” esasına uygun bir psikolojik harekât, tek bir merkezden koordineli bir şekilde yürütülmelidir.

- Bu iş için sahasında uzman olan insanlardan oluşan çok özel bir komisyon kurulmalıdır.

- Bu yapılmadığı takdirde, FETÖ ile ilgili mücadele, Selçuklunun Hassan Sabah’ın Haşhaşilerine karşı verdiği mücadelede olduğu gibi çok uzun sürebilir.

2. Masonluk-Siyonizm Boyutu: Gülen Hareketinin Kasım Gülek ile ilişkisinin perde arkası, Kasım Gülek üzerinden kurulan ABD ilişkileri ve Masonluk ilişkisi ortaya çıkarılmalıdır. Bunlar yapılmadan FETÖ ile mücadelede başarı oranı düşük olabilir.

3. Yabancı Devletler ve İstihbaratlar Boyutu: Gülen Hareketi, 1980 darbesinden sonra çok hızlı büyüyen ve yaygınlaşan bir harekettir. Bir dönem arkasında devlet desteği vardı. Devlet ve siyaset ricali, Gülen’e ödül vermiş ve elinden ödül almıştır. Dış dünyadaki okullarını ziyaret etmiş ve okulların açılması için devlet başkanlarına mektuplar yazmıştır. Türkçe olimpiyatlara katılıp övgüler yağdırmıştır.  

Dünyanın dört bir tarafında bu kadar hızlı ve yaygın bir örgütlenmenin, ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve Siyonizm-Masonluğun maddi ve manevi desteği ortaya çıkarılmalıdır.

Gülen Hareketinin hem iç istihbarat hem de dış istihbarat boyutunun ortaya çıkarılması, FETÖ ile mücadelenin ön şartlarından biridir. İç istihbaratların yanlış yönlendirmesi varsa, bunun hesabı mutlaka sorulmalıdır.

FETÖ ile iç ve dış istihbaratlar, Masonluk ve Siyonizm ilişkisi, belgelere, delillere dayalı olarak ortaya konmalı ve inandırıcı bir şekilde kamuoyu ile paylaşılmalıdır. Bunun için FETÖ ile mücadeleden sorumlu Başbakan Yardımcılığında özel bir komisyon kurulmalıdır.

4. Vatikan Boyutu: “Dinler Arası Diyalog” bir “Vatikan projesidir”. Gülen Hareketinin bu proje ile olan ilişkisinin perde arkasının aydınlatılması, FETÖ’ye karşı verilecek mücadelede önemlidir. Papa ile görüşmesini kim ve nasıl sağladı; neler görüşüldü ve “Dinler Arası Diyalog” kapsamında hangi faaliyetler yapıldı, araştırılmalı ve raporlandırılmalıdır. Bu konu ile Yabancı Devletler ve İstihbaratlar Boyutu Komisyonu ilgilenmelidir.

Ayrıca Gülen Hareketinin fikrî ve felsefî temelleri üzerinde Hıristiyanlığın etkilerinin olup olmadığı ortaya çıkarılmalıdır. Bu konu ile de fikrî, felsefî, dinî boyut komisyonu ilgilenmelidir.

5. Güvenlik Boyutu: FETÖ elemanlarının tasfiyesi ile ilgili Başbakan Yardımcılığı bünyesinde, Merkezi Özel bir Kriz Masası kurulmalıdır. Tüm illerde de bu kriz masasına bağlı çalışan alt kriz masaları oluşturulmalıdır.

- Süreçle ilgili bir Kriz Yönetimi Yönetmeliği hazırlanmalıdır.

- Yeni kurulan ve göreve başlayan “İtirazları İnceleme Komisyonu”, FETÖ İle Mücadeleden Sorumlu Başbakan Yardımcısına bağlanmalıdır.

- Süreçte görev alan tüm yönetici ve soruşturma komisyonları/birimleri özel merkezi bir eğitime tabı tutulmalıdır.

- FETÖ ile mücadelede,  ilgili tüm bakanlık ve kurumlar arasında koordinasyon sağlanmalıdır.

- FETÖ ile mücadelede, gerekli tüm bilgi ve belgeleri ihtiva eden merkezi özel bir veri bankası oluşturulmalıdır. Şu ana kadar elde edilen ve yol boyu elde edilecek olan tüm bilgi ve belgelerin sağlık, güvenirlilik derecesi tespit edilip sınıflandırılmalıdır. Bu veri bankasında toplanan veriler, ilgili birimlerle paylaşılarak süreç hızlandırılmalıdır.

- Açığa alma, ihraç etme ve tutuklama ile ilgili sağlam ve güvenilir kriterler ortaya konmalı, var olduğu söylenenler tekrar gözden geçirilmeli ve Türkiye’nin her tarafında ve her kurumunda bunlara uyulup uyulmadığı mutlaka kontrol edilmelidir.

- Şu ana kadar çıkarılan KHK’lar ile açığa alınan, ihraç edilen ve tutuklananların dosyaları yeniden incelenmelidir. Mağdur edilenler varsa, eski görevlerine iade edilmeleri sağlanmalıdır.

- Genel olarak tüm birimlerde, özel olarak tüm üniversitelerde yapıldığı söylenen soruşturmaların, ciddiyeti, güvenirliliği, göz önüne aldıkları kriterler, komisyon üyelerinin kimliği, kişiliği tekrar değerlendirmelidir.

- Kasıtlı davrandığı tespit edilen tüm yöneticiler, soruşturma komisyonu üyeleri ve kasıtlı ihbar yapan şahıslar, cezalandırılmalıdır.

- Açığa alma, ihraç etme ile ilgili yapılan itirazlara, ilgili birimlerin ne cevap verdiği, bu konuda nasıl davrandığı kontrol edilmeli; kasıtlı davranış varsa hesabı sorulmalıdır.

- Kriz masaları, yapılan uygulamalarla ilgili şikâyetleri göz önüne almalı ve gerektiği anda, vakit geçirmeden, küskünler/kırgınlar zümresi meydana gelmeden müdahale etmelidir.

- Savcılık tarafından aklanmış olduğu halde göreve iade edilmeyenlerin, dilekçelerine cevap verilmeyenlerin durumu incelenmeli ve kasıtlı bir engelleme varsa, ilgililer hakkında soruşturma açılmalı ve hesap sorulmalıdır.

- FETÖ’nün sempatizan ve taraftar kesimi, hareketten koparılarak kazanılmalı; militanlaşmalarına imkân verilmemelidir.

Kurulacak Komisyonların bünyesinde, Masonlar, Ergenekon-Balyozcular, partizanlar, ihtiras şehveti ile yanıp tutuşanlar, hak ve adalet duygusu zayıf olanlar, duygusal ve öfkeli davrananlar yer almamalıdır.

FETÖ ile Mücadelede Merkezi Bir Denetim Yok

Medyada yer alan şikâyetlerden sürecin, merkezi bir denetime tabi tutularak yürütülmediği, birimden birime, bölgeden bölgeye, üniversiteden üniversiteye çok ciddi farklılıkların olduğu anlaşılmaktadır. 

686 KHK ile Üniversitelerden 330 akademisyenin ihraç edilmesi sonucunda toplumun farklı kesimlerinden gelen tepkiler üzerine Bakan Nurettin Canikli,  “Listenin YÖK tarafından hazırlandığını, akademisyenlerle ilgili kararlar konusunda zaman zaman sıkıntı yaşadıklarını ve bunları düzeltme yoluna gittiklerini, son kararname ile gündeme gelen eleştirilerin de değerlendirileceğini ve listenin YÖK tarafından yeniden değerlendirilmesinin isteneceğini” söylemiştir.[4]

Bakan Canikli’nin yaptığı açıklamanın ardından YÖK Basın Müşaviri Şener Aslan’ın ile yapılmış bir röportajda yaptığı açıklamaların özeti, aşağıda verilmiştir[5]“- Üniversitelerdeki terör örgütlerine yönelik bu tip soruşturmaları üniversiteler yapıyor. KHK'larda gördüğünüz A üniversitesinden B profesörünü üniversiteler belirliyor. İlk önce bunların incelemesini, daha sonra soruşturmasını, soruşturma sonrasında açığa alma, görevden uzaklaştırma ve daha sonra da ihraç talebini üniversiteler yapıyor.

- Biz YÖK olarak bu işlemleri üniversitelerin yapması şeklinde de bir karar aldık, çünkü onları en iyi üniversiteler tanıyor. Bir hocaya ilişkin bir iddia geldiğinde biz onu önce bilemeyiz. Belgeye dayanması lazım, ama onun dışında tanımak ve bilmek de lazım o kişileri. O yüzden biz YÖK olarak bütün bu safhaların üniversitelerde başlatılıp üniversitelerde bitmesi kararı aldık ve o şekilde devam ediyor.

KHK'larda gördüğünüz kişiler, tamamen üniversitelerinde yapılan inceleme soruşturma sonrasında ihraç edilme teklifi yapılan kişilerdir. Her kişinin atılma nedeni ile ilgili açıklama yapamayız. İtirazları varsa kişiler tekrar üniversitelere itirazda bulunabilir.

- Üniversiteler bu ihraçları komisyon oluşturarak yapıyor. Rektörün demesiyle olmuyor bu işler.

- Kanunen üniversiteler tarafından komisyon kuruluyor. Bir kişinin kararıyla değil. Komisyon içerisinde farklı kişiler de var. O komisyonlara raporlar geliyor. Birçok kıstas var ve üniversiteler onları değerlendiriyor. Bylock çok önemli bir kıstas ki o bylock için de derecelendirmeler var. Her kullanıcı değil, aktif olanlar inceleniyor. Bank Asya'da belli dönemki para hareketleri...

- YÖK üniversitelerdeki bu 'ihraç etme ve itiraz kabul etme' mekanizmasının adil işlediğini nasıl kontrol ediyor? sorusuna verilen cevap:

- Hayır, biz neden bu aşamaların nasıl işlediğini takip edelim ki? Hem 'Üniversitelere dokunmayın, YÖK üniversiteleri özgür bıraksın diyorlar, hem de YÖK neden üniversiteleri denetlemiyor' diyorsunuz. Bu tamamen üniversitelerde yürütülen bir süreç.

- Biz son dönemde yapılan soruşturmaların ve ihraçların hepsinde inisiyatifi üniversitelere bıraktık.”

Bakan Canikli’nin ve YÖK Basın Müşaviri Şener Aslan’ın yaptığı açıklamalar, sürecin nasıl işlediğinin net göstergesidir. Binlerce insanın hayatı üzerine karar verilirken, Hükümetin ve YÖK’ün hiçbir kontrol yapmadan, kurumlardan gelen listeleri olduğu gibi KHK’lerle uygulamaya sokması, yanlış olmuştur ve de tehlikeli sonuçlar doğuracaktır.  Oysa Başbakan Yıldırım, 01.08.2016 tarihinde yaptığı açıklamada “Başbakanlık’ta kriz merkezi kurulduğunu” ve “Bakanlıklarda kurullar oluşturulduğunu”, Sağlık Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı ve YÖK’ün devreye girdiğini ve işlerin tıkır tıkır yürüdüğünü” ifade etmişti.[6]

Merkezi bir kriz ve denetleme masası kurmadan ya da kurulmuş olanları çalıştırmadan, merkezi ortak kriterler belirlemeden ya da belirlenmiş ise kurumların buna uyup uymadığına bakılmadan, kurumlardan gelen listelerin KHK’ya konması, yanlış olmuştur.  Sosyolojik savaş ajanlarının istediği fırsat, onlara verilmiştir ve yeni Sosyolojik fay hatları inşa edilmiştir ve de edilmektedir.

FETÖ ile Mücadelede Merkezce Belirlenmiş, Kamuoyuna Duyurulmuş, Sağlam Ortak Kriterler Yok

15 Temmuz sonrasında Türkiye’de, FETÖ ile ilgili yapılan temizlik operasyonları için Başbakan Yıldırım, 01.08.2016 tarihinde, yaptığı açıklamayı[7] ve YÖK müşavirinin açıklamalarını[8] referans alarak “Açığa alma, Tutuklama ve İhraçlarda” göz önüne alınması gereken kriterleri aşağıdaki gibi özetleyebiliriz: 

·         17- 25 Aralık’tan sonra hâlâ uyanmamış olanlar, masum kabul edilmeyecek,

·         Bylock’u aktif olarak kullanma ve kullanmanın muhtevası göz önüne alınacak,

·         Bank Asya'da belli dönemdeki para hareketleri önemlidir,

·         Fiilen Darbe yapmaya kalkışanlar ve onlara aktif destek sağlayanlar,

·         İntikam duygusuyla değil, adaletle hareket edilecek,

·         Yaşla kurunun birlikte yanmasına da asla izin verilmeyecek,

·         Birbirlerine karın ağrısı olanlar piyasaya çıkıp, haksızlık yapamayacak,

·         Haksız yere işlem görmüş olanlar yeni baştan ele alınacak, haklıyla haksız, suçluyla suçsuz ayırt edilecek.

Fakat işin pratiği, başlangıçtan beri buna uymamaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “…At izi, it izine karışmış vaziyette. 'Ben bir şey atayım da nasılsa tutar' diyenler var. Özellikle yazılı ve görsel medya dünyasında bu çok var… Öyle yorumlar yapıyorlar ki suçladıkları o insanın bu işle hiç alâkası yok. Ama o insana o yaftayı yapıştırıyor."[9] demesi;  Cumhurbaşkanlığı Kurumsal İletişim Başkanı Mücahit Küçükyılmaz’ın, “15 yıldır tanıdığım, ‘o gece’ tankın önüne yatan, FETÖ düşmanı Oktay Kılıç'ın evi FETÖ'den aranıyorsa, bu operasyon ‘bize’ dönmüş demektir!” “Namaz kılanı Fetullahçı sanan, Meşveretçi, Yazıcı, Okuyucu, Nakşi, Kadiri arasındaki farkı bilmeyen 28 Şubatçılarla FETÖ temizliği yapılamaz.”[10], tarzındaki açıklaması; Başbakanlık Baş müşaviri Abdülkadir Özkan’ın ve AK Parti Gaziantep milletvekili Şamil Tayyar’ın açıklamaları[11] ve 686 Sayılı KHK ile ilgili, bugüne kadar AK Parti politikalarını destekleyen bazı köşe yazarları, STK yöneticileri, akademisyenlerinden ve bazı AK Partili milletvekillerinden, “Sinsi bir tezgâh var”, “Referandum darbesi bu!”, “Kriptolar Referandum darbesi yapıyor” “Bürokratik darbe bu”, “Kim yapıyor bu temizliği?” “Erdoğan'ın altı oyuluyor”, “Bu işin içinde bir iş var”, “Büyük provokasyon”, “Devlete adalet yakışır”, “Kim yaptı bu listeyi”, “AK Parti’ye Operasyon”[12]şeklinde gelen çok sert tepkiler, FETÖ ile ilgili mücadelede, hem merkezi kriterlerin var olmadığını, varsa da buna uyulmadığını hem de merkezi bir denetim sisteminin olmadığını ortaya koymaktadır.

Kısacası,  “Açığa alma, Tutuklama ve İhraçlarda” teori ile pratik birbirini tutmamaktadır. Ne Merkezi denetim yapılmakta ne de merkezi kriterler oluşturulmaktadır.

Genelde; “Bir darbe ortamındayız tehlike çok büyüktür, yeni bir askeri darbe olabilir. Masum olup mağdur olanlar, %3-%10 gibi bir orandır; bu da normaldir.” denmektedir. Bu noktada “Kelebek Etkisini” unutmamak gerekmektedir.

Tüm yanlış anlamalara ve istismarlara mani olmak için burada bir noktanın altını -özenle- çizmek istiyoruz. Biz, “mağdur/masum” derken kast ettiğimiz, FETÖ ile hiç alakası olmadığı halde FETÖ havuzuna konan bazı insanlardır. Yani “yaşlardır”, “kurular” değildir. “Yaşların” en hızlı bir şekilde ayıklanması, itibarlarının ve haklarının kendilerine geri verilmesi tarihi bir sorumluluktur.

Hukuk kurallarına göre “Aksi ispatlanmadıkça insanlar masumdur”. “İddia makamı iddiasını ispatlamak zorundadır.” Masum insanları mağdur etmek, İlahi adalete uygun değildir. Herkes Allah’ın huzurundaki yüce mahkemeyi düşünerek konuşmalı ve sorumlu davranmalıdır.

Tehlike gerçekten de büyüktür. Asıl tehlike, böyle bir varsayımın arkasına sığınarak tehlikeyi küçültecek yerde tehlikeyi daha da büyütmektir. Gayrı memnun sayısını artıran her uygulama, hem ülke için hem de AK Parti için bir kayıptır. Yapılan her hatanın bedeli 2019 seçimlerinde ödenecektir.

FETÖ Havuzuna Konan İnsan Unsurlarının Analizi

Ülke sathında, “Açığa alınan, İhraç edilen ve Tutuklananlar” ilgili mevcut uygulamalar incelendiğinde, “FETÖ listesi, aşağıdaki insan unsurundan oluşmaktadır:

·         15 Temmuz Askerî kalkışmasında bizzat görev alan, asker, polis, yargı mensupları, istihbaratçılar ve siviller.

·         Emniyet İstihbarat/Askeri İstihbarat/MİT’in bilgi ve belge kapsamında belirlediği FETÖ’ü mensupları.

·         Gülen’in Bank Asya’yı kurtarmak için “Bank Asya’ya Para yatırın!” çağrısına uyarak para yatıranlar. Daha sonraki dönemlerde Bank Asya ile parasal ilişkisi devam edenler.

·         Gülen Hareketi’nin sempatizanları ve taraftarını ihtiva eden listeler

·         Cep Telefonlarında By Lock programı var olanlar.

·         Kifayetsiz muhterislerin bir makamı ya da mevkii ele geçirmek için FETÖ ile hiç alakası olmayan ve fakat kendisine engel gördüklerini FETÖ mensubu olarak ihbar etmeleri ile açığa alınanlar/ihraç edilenler/ tutuklananlar.

·         Geçmişte aralarında husumet bulunanların birbirlerini FETÖ’cü olarak ihbar etmeleri ile açığa alınanlar/ihraç edilenler/tutuklananlar. Özellikle idarecilerin kin güttüğü kişileri, ilgileri olmadığı halde Gülenci olarak listelemesi.

·         Bizzat FETÖ’ü mensubu olanların (Kripto FETÖ’cüler), kendilerinden olmayan herkesi, Gülenci olarak ihbar etmeleri.

·         Taksim Kadife darbe sürecinin ve 15 Temmuz ihanet hareketinin iç beyin takımı olan Mason, Sabatayistlerin ihbar ettiği herkes.

·         Başta MOSSAD ve CIA olmak üzere yabancı istihbarat mensuplarının Gülenci olarak ihbar ettikleri kimseler.

·         Geçmişte Gülen hareketine dahil olmuş, yardım etmiş ve fakat 17-25 Aralık operasyonundan sonra ayrılmış ve bütün bağlarını koparmış olanların bir kısmının, hâlâ daha FETÖ’cü olarak kabul edilmeleri ve fişlenmeleri.

·         Geçmişte Gülen hareketine ait, dershane, okul ve yurtlarda kalan ve fakat Gülen hareketi ile hiç ilgisi olmayan gençlerin, çocukların ve onların ailelerinin FETÖ’cü olarak kabul edilmeleri ve fişlenmeleri.

·         Geçmişte FETÖ’nün değişik kurumlarında çalışanlar, görev alanlar.

·         Aktif-Sen üyelerinden oluşan listeler

·         Zaman gazetesine abone olanlardan oluşan listeler.

·         15 Temmuz 2016 tarihi itibariyle Gülen Hareketinin okullarında okuyan tüm gençlerin ve ailelerinin FETÖ’cü olarak kabul edilmeleri ve fişlenmeleri.

·         17-25 Aralıktan sonra çocukları istemediği için çocuklarını Gülen’in okullarından alamayan ailelerin fişlenmesi ile oluşan listeler.

·         Ticari rakiplerin birbirlerini FETÖ’cü olarak ihbar etmeleri.

·         İhale mafyasının rakiplerini FETÖ’cü olarak ihbar etmesi.

·         Birbiri ile küskün komşuların birbirlerini FETÖ’cü olarak ihbar etmeleri.

·         Psikopatların herkesi, FETÖ’cü olarak ihbar etmeleri.

·         Maliye-Polis-Yargı baskı ve şantaj kıskacında Gülen Hareketine yardıma ve hizmete mecbur bırakılan iş adamı ve bürokratlar.

·         Aralarında husumet olan karı kocanın birbirlerini ”FETÖ’cü” olarak ihbar etmeleri.

·         Dost hayatı yaşayan eşlerin, ”FETÖ’cü” olarak birbirlerini ihbar etmeleri.

Bu liste daha da genişletilebilir.  Eğer tüm bu insanlar, FETÖ’cu olarak görülür ve aynı muameleye tabi tutulursa, “kurunun yanında yaş” da yanar misali bir duyarsızlık gösterilirse, korkarız ki yaşın yanında kurular yanabilir; Türkiye, büyük bir kaosa sürüklenebilir. Kin ve nefret ortalığı kasıp kavurabilir.

Açığa Alma, İhraç Etme ve Tutuklama Listelerini Hazırlayan İnsan Unsuru Analizi

Hazırlanan listelerle ilgili sorulması gereken temel birkaç soru vardır:

·         17-25 Aralık Maliye-Polis-Yargı darbe girişiminden sonra devlet, Gülen şantaj ve terör örgütünün aslı elemanları ile ilgili hiçbir hazırlık yapmamış mıdır?

·         Devlet eğer bir hazırlık yapmış ise Gülen Hareketinin asli unsurlarına ilişkin her türlü sağlam bilgi ve belgenin elde mevcut olması gerekmektedir. Öyleyse  “Açığa alma, İhraç Etme ve Tutuklama listelerinde” yer alan ve suçlanan insan unsuru ile ilgili her türlü bilgi ve belge kapsamında sorgulamaların yapılması ve mahkemeye çıkarılmaları gerekmez mi?

·         Eğer devlet tarafından zamanında bu hazırlık yapılmadıysa/yapılamadıysa bunun bir sebebi olmalıdır. Şu söylenebilir: MİT, Emniyet İstihbarat ve Askeri istihbarat dâhil devletin bütün birimlerine, FETÖ sızmıştı; o nedenle bir liste hazırlığına gidilememiştir. Bu çok doğrudur. Ancak bugün bu tehlike, gene mevcut değil midir?

Kripto FETÖ’cüler çok iyi kamufle olduklarından bir kısmı bugünkü listeleri hazırlamakla görevlendirilmiş de olabilirler. Pratikteki uygulamalardan bunun böyle olduğu görülmektedir. Öyleyse, elde sağlam belge/delil olmadan insanları açığa almada, ihraç etmede ve tutuklamada acele ile karar verilmemeliydi ve verilmemelidir. Mutlaka merkezi bir denetim sistemi kurulmalıdır.

Medyada yer alan ve açığa alınıp tutuklanan ya da ihraç edilenlerin verdikleri bilgilere göre listeler, aşağıdaki unsurlar tarafından oluşturulmaktadır:

1.       İstihbarat Örgütleri(MİT, Emniyet İstihbaratı, Jandarma İstihbaratı, vb.) tarafından hazırlanan listeler,

2.       Bizzat idareciler tarafından hazırlanan listeler,

3.       Bazı idarecilerin amaçlı olarak oluşturdukları “ideolojik taraflı komisyonlar” tarafından hazırlanan listeler,

4.       Bazı idarecilerin adil olduklarına inandıkları kişilerden oluşturdukları komisyonlar tarafından hazırlanan listeler.

5.       Köşe yazarları tarafından sunulan listeler

6.       Bazı STK’lar tarafından hazırlanıp sunulan listeler

7.       Siyasiler tarafından hazırlanan listeler

8.       Karanlık bir odak tarafından hazırlanan listeler

Başka alternatifler de olabilir.

Bugünün pratiğinde, bu 8 farklı insan unsuru, listelerini merkezi ortak kriterlere göre hazırlamamaktadır. Listeleri hazırlayanlar, hazırlanan listelerde yer alan şahısların her biri ile ilgili gerekli belgeleri sunmamaktadır/sunamamaktadır. Dahası, insanlar “niçin açığa alındığını”, “niçin ihraç edildiklerini” ve “hangi belgelere dayanarak suçlandıklarını” bilmemektedir ve de öğrenememektedir.

Bu 8 farklı insan unsuru içerisinde, kripto FETÖ’cü, Mason, Sabatayist, Ergenekon-Balyozcu, MOSSAD/CIA/MI6/BND işbirlikçilerinin olup olmadığından emin olunmalıdır. Bunlar ayıklanmadıkça, FETÖ’ye karşı verilen mücadele, amacından sapmış olacak ve müslüman camianın tasfiyesine yönelmiş olacaktır. Şu an ki gidişat, bunun bir göstergesidir. AK Parti tabanında gayrı memnun sayısının gittikçe artması ve yaygınlaşmasının sebebine, bu açıdan bakılmalıdır.

“Makul Şüphe” ve “Açığa Alma- İhraç Etme-Tutuklama”  İlişkisi

 “Açığa Alma, İhraç Etme ve Tutuklama Listelerinde” kaba hatları ile 1- Elinde silah olan Güvenlik Mensupları(asker, polis, istihbaratçı), 2- Yargı Mensupları(hâkim, savcı), 3- Eğitim Camiası(öğretmenler, akademisyenler), 4- Devletin değişik kurumlardaki personel, 5- Değişik STK üyeleri, 6- Özel sektör mensupları(mahalle esnafı, patronlar ve yöneticiler) ve 7- Eski milletvekilleri ve siyasi parti mensupları yer almaktadır.

Bu insan unsurundan 15 Temmuz 2016 Askeri Darbe Girişiminde fiilen yer almış, yardım ve yataklık yapmış ve görevini ihmal etmiş olanların tümü, yasalar çerçevesinde, delillere ve belgelere dayalı olarak adil bir şekilde yargılanıp cezalandırılmalıdır.

Fiilen darbeye iştirak etmemiş, “makul şüpheli” konumundaki silahlı polis-asker-istihbarat elemanları ve devletin kritik kurumlarında çalışanları, tedbir olarak açığa alarak ya da tutuklayarak etkisiz hale getirip sonra yargılamak adıl bir yaklaşımdır. Ancak bu sınıftaki insan unsurunu, mahkeme kararı olmadan ihraç etmek adil değildir.

Elinde silah olmayan yargı mensuplarını, karar verme sürecinde etkili olabilecekleri için,  öncelikle “merkez valileri” gibi kızağa çekerek, karar verme sürecinde etkisiz hale getirmek, sonra da belgelere dayalı olarak yargılamak, doğru bir davranıştır, adil bir davranıştır.

Elinde silah olmayan akademisyenleri, öğretmenleri ve diğer sivil devlet görevlilerini ise, tedbir olarak her türlü idari görevden almak ve fakat diğer görevlerine devam etmesini sağlamak ve bu süreçte gözlemlemek daha uygundur. Bu insan unsuru hakkında sağlam deliller elde edinildiğinde, yargının önüne mutlaka çıkarılmalı ve hesap sorulmalıdır.

Açığa alma ve ihraç etme düzleminde çok hassas davranılmalıdır. Mahkeme kararı olmadan ihraç etmek, gelecekte çok ciddi maddi ve manevi tazminat davalarının açılmasına sebebiyet verebilecektir. Kendi sorunlarımızı ülke içinde en adil bir şekilde çözmek esas alınmalıdır. İnsanları, AİHM’e mecbur bırakmak yanlıştır. 

Medyaya yansıyan şekliyle, “ihanet grubunun”(üst tabakasının)  kahir ekseriyeti, 15 Temmuz askeri darbe girişiminden önce; geri kalanların bir kısmı da, darbenin hemen ardından yurt dışına kaçmışlardır. Dolayısıyla FETÖ’nün sempatizan ve taraftarları ile âzâların bir kısmı, bugün ülke içerisinde bulunmaktadır. Bugün yürütülen operasyonlarda “açığa alınan, tutuklanan ve ihraç edilenler” içinde genellikle FETÖ’nün sempatizanları, taraftarları ile azalarının bir kısmı ve de FETÖ ile hiç alakası olmayan insanlar yer almaktadır.

Mücadelelerdeki kanuniyeti göz önüne alırsak, azalar, kadrolar, lider kadro ve lider cezalandırılmalı; diğerleri kazanılmalıdır. Eğer aza olanlarla diğerlerini ayırt edecek bir kriter, bir mekanizma bulunmaz ise, “sempatizan ve taraftarları militanlaştırma” komünist taktiğinin uygulanmasına imkan sağlanarak Gülen Hareketi’nin sempatizan ve taraftarları, aktif militan olarak FETÖ’nün azaları durumuna getirilmiş olabilir.

12 Eylül 1980 darbesinde PKK’lı diye Diyarbakır cezaevinde hapsedilen şu üç grup insanın bir çoğu, cezaevindeki uygulamalardan sonra militanlaşmış  ve PKK’nın aslı unsuru haline gelmiştir: 1- PKK ile hiç alakası olmayan bazı Kürtler, 2- PKK sempatizanları ve 3- PKK taraftarları. 

Bugün aynı hata yapılıp FETÖ’ye militan yetiştirilmemelidir.

FETÖ havuzuna atılanlar, hassasiyetle ayıklanmaz ve hepsine aynı muamele yapılırsa, bu insanlar, MOSSAD ve CIA gibi yabancı istihbaratların kucağına itilmiş olabilecektir. Bu durumda Türkiye’nin ödeyeceği bedel, çok daha yüksek olacaktır.

O nedenle yapılması gereken, samimi “ibadet “ve “ticaret ehlini” kazanarak yapının üzerine gitmek ve geniş kitlelerden FETÖ’yü tecrit etmektir.

Gülen Hareketi-Devlet Ricali İlişkisinin Meydana Getirdiği Psikolojik Ortam

1980 Darbesinden 17-25 Aralık Maliye-Polis-Yargı Darbe Girişimine kadar olan süreçte, rahmetli Erbakan hariç, genellikle, dönemin Cumhurbaşkanları, Başbakanları, Genelkurmay Başkanları ve siyasî parti liderleri/kadroları, belediye başkanları, birçok STK/Gönüllü kuruluşlar/Cemaatler, Gülen’i ve Gülen Hareketini övmüş, ödül vermiş, ödül almış ve ülkenin birçok imkânını ona tahsis etmişlerdir. Bu durum, halkın bu harekete sempati ve güven duymasını sağlamıştır.

Ailelerin, çocuklarının korunması noktasında gösterdiği hassasiyet ve Gülen Hareketinin Dershane-Okul-Yurt-Ev düzleminde gösterdiği başarı, dünyanın dört bir tarafında okullar açması ve her yıl Türkçe Olimpiyatları”(!) düzenlemesi, halk üzerinde etkili olmuş ve halkın belli bir kesiminin Gülen Hareketi’ne sempati duymasını, taraftar olmasını ve bağlanmasını sağlamıştır. “Türkçe Olimpiyatlarına”(!) devlet ricalinin katılıp, övgüler yağdırması, varolan etkiyi daha da pekiştirmiştir. 

Gülen Hareketi’nin Yurt dışında okul açabilmesi için, devlet ricalinin, ilgili ülke devlet ricaline referans mektubu yazıp ricada bulunması da, halkın eğilimleri üzerinde etkili olmuştur.

Ayrıca Gülen Hareketi’nin dershane ve okullarındaki öğrencilerin, girdikleri sınavlarda yüksek puan almaları, üniversitelere ilk sıralarda girmiş olmaları, Gülen Hareketi’nin okullarına, yurtlarına ve evlerine olan ilgiyi artırmış; geniş bir kesim, çocuklarını buralara göndermek için sıraya girmişlerdir. (Bugün, sınav sorularını çalarak kendi seçilmiş öğrencilerine vermelerinin sonucunda, yüksek başarı elde edildiği söylenmektedir. Geçmişte böyle bir iddia söz konusu değildi. Dolayısıyla halk bu durumu bilememekteydi.)

Diğer taraftan yurt dışına giden öğrencilere, barınma imkânları sağlamış olmaları da, insanlar üzerinde etkili olmuştur.

“Ne istediler de vermedik”(!) diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, sonradan, “Allah ve milletimiz bizi affetsin zamanında biz tehlikeyi göremedik” demesi, Eski Genelkurmay Başkanı Nejdet Özel’in, Eski Meclis Başkanları Cemil Çiçek, Bülent Arınç’ın ve birçok siyasinin, benzer açıklamalarını göz önüne aldığımızda;  17-25 Aralık Maliye-Polis-Yargı Darbe girişimine kadar Devletin elindeki tüm imkânlarla, göremediği bir tehlikeyi;  göremediği için sade vatandaşı, iş adamlarını ve akademisyenleri, öğretmenleri, imamları, vb. suçlamak, ciddi deliller olmadan, gerçekten pişman olup olmadığı araştırılmadan cezalandırmak, yanlıştır ve çok daha büyük travmalara ve sorunlara neden olacaktır.

Süreç değerlendirilirken, aşağıdaki iki kırılma noktası dikkate alınmalıdır:

1- 17-25 Aralık Maliye-Polis- Yargı Darbe Girişimi,

2- 15 Temmuz Askeri Darbe Girişimi.

Bu iki tarihi kırılma anı göz önüne alınırken, şu iki noktaya özellikle dikkat edilmesi gerekmektedir:

·         17-25 Aralık Maliye-Polis-Yargı Darbe Girişimine kadar devlet ricalinin büyük bir kesiminin, Gülen Hareketi ile ilgili övgü dolu sözler söylemesinin ve devlet imkânlarını, özellikle, belediye imkânlarını tahsis etmelerinin halk üzerindeki etkileri.

·         Gülen hareketi tarafından inşa edilen Maliye-Polis-Yargı Şantaj ve Tehdit mekanizmasının varlığı ve bunun iş adamları, bürokrasi üzerindeki etkileri.

17-25 Aralık Maliye-Polis-Yargı darbe girişimi ile 15 Temmuz Askeri Darbe Girişimi arasındaki dönemde, Gülen terör ve şantaj hareketi mensuplarının bir kısmının, o günün şartları göz önüne alındığında,  gelgitler yaşayabileceğine, kararsız kalabileceğine dikkat edilmelidirÇocuklarını okullarından, yurtlarından almamış/alamamış olabilir, kurban yardımında bulunmuş olabilirler. Bu dönemle ilgili olarak çocuklarını Gülen terör ve şantaj hareketinin okullarında okutmuş olmak veya onun yurtlarında kalmış olmak, temel kriterler zümresi içerisinde değerlendirilmemelidir. Yasal olarak hiçbir işleme tâbi tutulmamış bir banka ile parasal işlem yapmayı, yurt ve okullarda bulunmayı, esaslı bir suç unsuru olarak görmemiş/görememiş olabilirler. O dönemin psikolojisi buna uygundu.

15 Temmuz Askeri Darbe Girişiminden sonra Gülen terör ve şantaj hareketini destekleyenlerin, onları aklamaya çalışanların üzerine kesin bir şekilde gidilmeli ve sağlam bilgi ve belgeye dayanarak mutlaka mahkemeye çıkarılmalıdırlar.

Maliye-Polis-Yargı, Korku-Şantaj İmparatorluğunun(FETÖ) İnşa Ettiği Psikolojik Ortam

Gülen terör ve şantaj hareketi, maliye-polis-yargı üçgeninde kurdukları şantaj şebekesi ile insanların yatak odasına ve banyolarına sızmış, pek çok işadamını, esnafı, devlet ricalini, sivil ve asker bürokratı ve siyasiyi tuzağa düşürmüştür. 

Siyasi iktidar, Maliye-Polis-Yargı üçgeninde seri halde yaptığı görevden almalarda, yeni atananların da, bir müddet sonra tekrar ve tekrar görevden alınması, sürekli olarak “kripto FETÖ’cülerin varlığından” bahsedilmesi, “her an yeni bir darbe olabilir” uyarıları,  bir korku ve şantaj imparatorluğu inşa edilmiş olduğunun önemli göstergesidir.

15 Temmuz Askeri darbe girişimine kadar olan süreçte, bu korku ve şantaj imparatorluğunun, gerek Gülen hareketi içerisindeki “ibadet ve ticaret ehli” üzerinde ve gerekse Gülen terör ve şantaj hareketine mensup olmayan insanların üzerinde, bir korku meydana getirmiş olması çok doğaldır.

Bu korkunun sonucunda birçok insan ve iş adamı, Bank Asya’daki hesaplarını kapatamamış, Kredi Kartlarını iptal edememiş, Zaman gazetesi aboneliğini iptal edememiş olabilir. Dahası, kredi kartlarını iptal ettirme isteklerine Bank Asya yönetimi, olumlu bakmamış, hep göz ardı etmiş ve iptal etmeyi savsaklamıştır. Keza aynı durum, Zaman Gazetesi aboneliği için de geçerlidir.

Bugün açığa alma, ihraç etme ve tutuklamalarda, hem korku-şantaj psikolojisi hem de bu engelleme operasyonları göz önüne alınmalı, ona göre karar verilmelidir.

“Domino Etkisi” Meydana Getirilerek “Anadolu Sermayesi” Tasfiye Edilmemelidir

Gülen terör ve şantaj hareketindeki “Ticaret Erbabı” üzerine gidilirken, öncelikle, yukarıda izah edilen psikolojik ortamlar mutlaka göz önüne alınmalıdır. 17-25 Aralık Maliye-Polis-Yargı Darbe Girişimi ile 15 Temmuz Askeri Darbe Girişimi arasındaki dönemde, bugün hedef alınan şirketlerin, Maliye-Polis-Yargı Şantaj ve Tehdit mekanizmasının baskısı altında olup olmadığı, araştırılmalı ve ona göre ilgili firmanın üzerine gidilmelidir.

 Ayrıca üzerine gidilen şirketlerle ticari olarak irtibatlı, fakat Gülen terör ve şantaj hareketi ile ilişiği olmayan başka şirketlerin varlığına dikkat edilmelidir. Ödemeler zincirinde meydana gelecek bir kırılma, “domino etkisi” yaparak Gülen terör ve şantaj hareketiyle ilgisi olmayan pek çok şirketin kapanmasına ve yıllar içerisinde ortaya çıkan “Anadolu Sermayesinin” tasfiye olmasına sebebiyet verebilir.

Bugün, Küresel sermaye ile işbirliği içerisinde olan “İstanbul Sermayesi”/“büyük sermaye”, “Anadolu sermayesini” yok etmek istemektedir. 15 Temmuz İhanet Hareketinin böyle bir boyutu da vardır.

“Beyin göçüne” sebebiyet verilmemelidir. Başlangıçtan beri Üniversitelerde, açığa alınan, ihraç edilen ve tutuklanan öğretim üyeleri ile ilgili çok ciddi şikâyetler, olmuş ve bunlar medyaya yansımıştır. Yansımayan, yansıtılamayan daha vahim hadiselerin olduğunu duymaktayız.

Her şeyden önce bütün Üniversitelerde aynı hassasiyet gösterilmemekte, aynı kriterler kullanılmamaktadır. Soruşturma komisyonlarında ideolojik davranan, kin, nefret ve hasetle hareket eden insanlar mevcuttur. Son yıllarda yetişmiş çok ciddi bir beyin takımının harcanması ve yurt dışına gitme tehlikesi söz konusudur. 

Bu nedenle “FETÖ ile mücadeleden Sorumlu Başbakan Yardımcılığı Kurulmalıdır” başlığı altında ortaya koyduğumuz yol haritası,  üniversiteler için acilen uygulamaya sokulmalıdır.

Bylock Programı İçin Özel Bir İhtisas Komisyonu Kurulmalıdır

Türkiye’de uzun zamandan beri Bylock programı üzerinden yürütülen bir psikolojik harekât mevcuttur. Bylock denince akan sular durmakta, hiçbir şey konuşulamamakta, Bylock’un varlığı kesin delil olarak kabul edilmektedir.

Gerçekten FETÖ’nün lider ve lider kadroları, bu programı mı kullanmaktadır?

Bir “yemleme” mi yapılmakta, dikkatler, başka tarafa mı yönlendirilmektedir? Gayrı memnun sayısının artması mı amaçlanmaktadır?

     Medyaya yansıyan boyutu ile Bylock programının Cep Telefonlarındaki durumu, aşağıdaki gibi tasnif edilebilir:

·         Bylock Programını şuurlu bir şekilde indirip kullanan Gülen Hareketi’nin bazı azaları (Gülen Hareketi’nin yönetici Kadroları Bylock’u değil daha başka, “CIA’nın bile çözemediği” iddia edilen “Silent Circle’, “Tango” gibi programları kullanmaktadır.[13]

·         Gülen Hareketi’in kadroları tarafından kendilerine dini sohbet dinlemeleri için Bylock programı tavsiye edilip verilen Gülen Hareketi’nin taraftar ve sempatizanları.

·         İç İşleri Bakanı Süleyman Soylu’nun ifade ettiği AVEA Operatör hatası(Değişken IP, Sanal IP, Bölgesel/grupsal IP verilmesi) sonucu hattına Bylock Programı yüklenmiş gözüken ve fakat Gülen Hareketi ile hiç alâkası olmayanlar.[14]

·         Aynı İnternet ağına/Wi-Fi bağlı olanlardan birinin Bylock kullanması/indirmesi ile aynı ağa bağlı olanların tümünün bylock kullanmış gözükmeleri ile oluşan listeler(13-14).

·         Gülen Hareketi Kadroları/MOSSAD/CIA/MI6/BND tarafından siber saldırı ile hattına ve telefonuna Bylock yüklenenler.

·         İkinci el telefonlarda daha önceden Bylock programının yüklenmiş olması.

·         Bir iddia: Gülen Hareketinin Okullarında okuyanlara, içlerine Bylock gizlenmiş özel eğitim amaçlı paket programlar verilmiş olanlar.

·         Bir iddia: FETÖ’nün kripto mensupları, çevresi tarafından sevilenler insanlarla kurdukları arkadaşlıklardan yararlanmış, telefon etmek amacıyla bu arkadaşlarının(!) telefonunu alıp telefonuna Bylock yüklemiştir.

Bütün bunların çok hassas bir şekilde incelenmesi, ayıklanması ve sınıflandırılması gerekir. Bu ayıklama ve sınıflandırma yapılmadan açığa alma, ihraç etme ve tutuklama işlemleri yapılmamalıdır.

Bugünkü pratikte, Bylock’tan dolayı tutuklanıp, 3 ay, 5 ay, 8 ay içerde yattıktan sonra suçlu bulunmayıp serbest bırakılan insanların var olduğu ifade edilmektedir. Tutuklama yapılacak yerde yurt dışı yasağı konup, gerekli inceleme yapıldıktan sonra tutuklama yoluna gidilmiş olsaydı; hem devlet bürokrasisi daha az meşgul olacak, hem gayrı memnun sayısı artırılmamış olacak ve hem de insanların sicilleri bozulmamış, lekelenmemiş olacaktır.

“Allah’a ve Ahirete İman Eden”, “Temiz Akıl” ve “Salih Amel” Sahiplerinin Sorumluluğu

     15 Temmuz İhanet Hareketi, sosyolojik savaş amaçlı bir askeri darbe girişimi olduğu için darbeci şer ittifakı (Darbenin Birinci ve İkinci Beyni), darbe sonrası süreci Türkiye’de yeni fay hatları inşa etmek ve var olan fay hatlarını enerji ile doldurup harekete geçirmek üzerine bir strateji izlemektedir. “Dolaylı harp stratejisine” uygun olarak çok ciddi kirli bilgi yaymakta, zihinsel bir kaos oluşturup insanların birbirlerine olan güvenini yıkarak bireyselleştirmek istemektedir. Geçen yazıda “Siyasi İktidara Rağmen Operasyonları Yürüten “Gizli El” ve “Gizli Karanlık Güç” Kimdir? sorusunu bu amaçla sorduk.

Ülke olarak duygusal davranmadan, birbirimizi itham etmeden bir sorgulama yapmamız gerekmektedir.

FETÖ’ye karşı başlatılmış olan temizlik harekâtında, açığa alma ve tutuklama ile ilgili hazırlanan listelerde, Kripto Gülencilerin, Kripto Yabancı İstihbarat mensuplarının ve Mason-Sabatayistlerin etkili olup olmadığına bakılmalı ve varsa ayıklanmalıdır.

Ortalıkta dolaşan bilgiler, sağlam analiz edilmeden kullanılır ve yaygınlaştırılırsa, başkalarına zulmedilmiş olabilir. Bu nedenle Allah’a ve Ahiret gününe iman etmiş olanların, Kur’ân’da 4 Nisa 83, 24 Nur 11-15, 27 Neml 22, 27 ve 49 Hucurât 6’da dikkat çekilen hususlara uyması bir zorunluluktur.

Siyaset, sivil ve askeri bürokrasi ve tüm gönüllü kuruluşlar, bu konularda hassas davranmalıdır. Bu hususta nirengi noktası, hak ve adalet olmalıdır(57 Hadid 25; 38 Sad 26). Allah’a ve Ahiret gününe iman edenlerin, nefsi davranmaması, kin ve nefretle hareket etmemesi, adil davranmaları imanın bir gereğidir(5 Maide 8).

Bugün, 15 Temmuz İhanet hareketi sonrasında “açığa alma, ihraç etme ve tutuklama ” ile ilgili tutulan yol ve yaklaşım ile Hz. Davud’un “İki Davalı Kardeş” kıssasındaki yargılama sürecindeki yaklaşımı (38  Sâd 18-29) arasında bir örtüşme mevcuttur. Hz. Davud’un iki davalı olayında olduğu gibi, suçlananlara ciddi bir savunma hakkı verilmeden, yargı önüne çıkarılmadan, hatta ve hatta ne ile suçlandıkları gerektiği gibi izah edilmeden, herkese gönderilen tek tip bir yazıya göre, MİT, istihbarat raporları ve idari amirlerin görüşlerine dayanılarak, üniversitelerden ve ilgili devlet dairelerinden “açığa alınmaları” değil, “ihraç edilmeleri” yanlıştır ve de adil değildir.

Bu, iyi bir gelenek oluşturmamaktadır. Bugün OHAL’e dayanılarak yapılan birçok uygulama, gelecekte, hep örnek alınacaktır. Müslüman camia, İstiklâl Mahkemeleri ve Takrir-i Sükûn kanunu uygulamalarını yıllarca tenkit etmiştir.

28 Şubat Postmodern darbe döneminde yaşananlar, unutulmamalıdır. Sâd Suresinin 26. ayetinde, sadece bir siyasal partinin, cemaatin, tarikatın, mezhebin ya da bir dinin veya bir kavmin mensupları arasında “hak ile hükmedilmesi” istenmemektedir; “insanlar arasında hak ile hükmedilmesi” istenmektedir. Hak ile hükmedilmesi konusuna kimliği ne olursa olsun herkes dâhildir. Bu noktada yapılan adaletsizliğin hesabı, ahirette verilecektir. Bu asla unutulmamalıdır.

15 Temmuz ihanet hareketi sonrasında, başlatılan temizlik operasyonlarında“Açığa Alma, İhraç Etme ve Tutuklama” ile ilgili işlemlerde; Hz. Musa’nın “Kavga eden iki adam”  olayında (28 Kasas 14-20) ve Samiri’nin kavmini azdırmasından dolayı Hz. Harun’a karşı takındığı tavır (20 Taha 83-94; 7 A’râf 142-151), bugün mutlaka göz önüne alınmalıdır.

Başta Şer İttifakı (ABD-İngiltere-İsrail-Siyonizm) olmak üzere Batı dünyası, Türkiye’ye savaş açmış bulunmaktadır. Hz. Musa’yı uyararak yardımcı olmak için “şehrin öbür yakasından koşarak gelen adam” gibi, siyasal iktidarın dışında olup da Türkiye’nin ve İslâm dünyasının geleceği için yardımcı olmak isteyen insanlar, yapılar, hareketler vardır ve var olacaktır da. Bunlar, farklı görüş ve teklifler yapabilirler.

Lütfen, durun ve söz söyleyenleri dinleyin ve söylenenler üzerinde tefekkür edin. Bu süreçte, iyi niyetle ortaya konan her karşı görüşü, düşmanlık ve hainlik olarak görmek, nitelendirmek ve suçlamak yanlıştır, tehlikelidir.

Kendisine “ilim, hikmet ve hüküm” verilmiş olan Hz. Musa, hata yapabiliyorsa; bugünkü yöneticiler, liderler de, hata yapabilir; hata yapma ihtimalleri çok daha yüksektir. Bugünkü yöneticilere, liderlere hatırlatma yaparak yardımcı olmak; Allah’a ve Ahiret’e iman eden, “temiz akıl”, “salih amel” ve “fazilet” sahiplerinin” sorumluluğudur (11 Hud 116).

Öyleyse;  Ey Allah’a ve Ahirete iman eden “temiz akıl”, “salih amel” ve “fazilet” sahipleri, sorumluluğunuzu yerine getirin, sabredin ve “Düşmanları sevindirecek işler yapmayın!” (3 Âl-i İmran 118-120). Henüz vakit varken; yarın çok geç olabilir! O nedenle;

Ey iman edenler, adil şahitler olarak Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adaletle hükmedinO, takvaya daha yakındır. Allah'tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.” (5 Maide 8).

Ve Unutmayın!

Adalet yoksa barış da olmayacaktır.


[1] Tezkan, M., Sosyal ve Kültürel Değişme, Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Yayınları, No: 129, Ankara, 1984,s.  2-10. Giddens A., Sosyoloji, Kırmızı Yayınları, İstanbul, 2012, s. 77-82.

[2] Çağlayan, Y., Osmanlıdan Ortadoğu’ya Sosyolojik Savaş, Etkileşim, İstanbul, 2013, s. 43-45.

[3] Çağlayan, Y., Osmanlıdan Ortadoğu’ya Sosyolojik Savaş, Etkileşim, İstanbul, 2013, s. 43-45.

[4] Babacan, N.,  Yanlışlar Düzelecek, Liste Yeniden YÖK'e Gidecek, Hürriyet 10 Şubat 2017; http://www.hurriyet.com.tr/yanlislar-duzelecek-liste-yeniden-yoke-gidecek-40361102

[5] Öztürk, F., YÖK: İhraçlarda İnisiyatif Üniversitelerde, BBC Türkçe 08 Şubat 2017, bbc.com/turkce/haberler-turkiye-38906141

[6] Çelik, M., Yaşla Kuru Bir Arada YanmayacakVatan 01.08.2016 .

[7] Çelik, M., Yaşla Kuru Bir Arada YanmayacakVatan 01.08.2016 .

[8] Öztürk, F., YÖK: İhraçlarda İnisiyatif Üniversitelerde, BBC Türkçe 08 Şubat 2017, bbc.com/turkce/haberler-turkiye-38906141

[9] Erdoğan'dan FETÖ operasyonları yorumu: At izi it izine karıştı, 07.09.2016, İHA

[10] Mücahit Küçükyılmaz,06 Eylül 2016 Salı 17:20, twitter hesabı

[11] Can, B., “Sosyolojik Savaş Amaçlı 15 Temmuz İhanet Hareketinin Bir Yıllık Döneminin Değerlendirilmesi-1:  Siyasi İktidara Rağmen Operasyonları Yürüten “Gizli Kirli El” ve “Gizli Karanlık Güç” Kimdir?”, Umran, sayı:275, 2017.

[12] Can, B., “Kadife Darbeden Askeri Darbeye-13: “Açığa Alma ve İhraçlarla” İlgili Geçmişte Çıkarılan Tüm KHK’ler Yeniden Değerlendirilmeli ve Özel Kriz Masası/Masaları Kurulmalıdır”, Milli Gazete, (17.2.2017)

[13] Diler, E., “Bay Lock Masalı”, Takvim, 25 Ekim 2016. Diler, E., “Dolar Darbesi”, Takvim, 26.07.2016

[14] Çiçek, N., http://www.memurlar.net/haber/645953 Bakan Soyludan Bylock Açıklamaları, http://www.memurlar.net/haber, 24 Ekim 2016.

ŞER İTTİFAKI ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI İÇİN İKİ ANA EKSEN OLUŞTURMAYA ÇALIŞMAKTADIR

(Umran Dergisi)   Şer İttifakı (Siyonizm-ABD-İngiltere-İsrail, AB) 21. yüzyılı “dijital dönüşüm” yüzyılı olarak öngörmekte, bu nedenle “büyü...