(Umran Dergisi)
“Orduların mızrağı ancak bir mil öteye gider. Eğitim ordusunun etkisi yüzyılları kuşatır.” Nizamülmülk
Fıtrat üzere bu dünyaya gelmiş olan bir çocuğun, fıtratını bozmadan, onu büyütmek ve yetiştirmek nasıl mümkündür? Bunda, çok önemli ilk etken aile iken; ikinci etken eğitim sistemidir. Öyleyse, fıtrat merkezli bir eğitim sistemi nasıl mümkün olabilir? Burada, bu konu ele alınmaktadır.
Eğitimin Tanımı
Eğitim, Türkçe “eğmek” mastarından türetilen bir kelime olup “eğip bükme, biçim verme” anlamına gelmektedir1 . Eğitim, “bireyin davranışlarında değişim meydana getirme süreci” olarak da tanımlanmaktadır2 . Eğitim kavramı, Türkçe bir kavram olarak amaçlananı, zihinlerde olanı, tam yansıtamamaktadır. Ferdin davranışlarını daha iyiye, daha güzele, daha doğruya, daha yükseklere gidiş olarak bir değiştirme anlamını, ilk bakışta içermiyor. Bu açıdan, Arapçadaki, “neşvünema vermek, büyütmek, yükseltmek” anlamına gelen terbiye ile İngilizce ve Fransızca ’da “yükseltmek, yetiştirmek” anlamlarına gelen education, (education) kelimelerinin eşdeğeri değildir3 . Çünkü bu kavramlarda, değişimin yönü olumlu istikamettedir. Burada eğitimi, hem terbiye hem de education’un ihtiva ettiği anlam alanı kapsamında kullanmaktayız.
Eğitim, kişilik oluşturma, karakter teşekkülü veya kişi davranışlarını daha iyiye, güzele, doğruya doğru değiştirme süreci yanı sıra bir öğretim/bilgilenme sürecini de bünyesinde bulundurur4 . Gerek daha iyiye gidiş olarak davranış değiştirme, gerekse bilgilendirme, bireyi toplumla, tabiatla etkileşim içine sokar. Öyleyse eğitim bu süreci de kapsamalıdır5 . Davranışların etkilenmesi ve bilgilenme, yalnız içinde bulunulan toplum ve coğrafyanın ürünü değildir. Tarihle ve diğer dünya toplumları ile ilişki, gerek bireyi, gerekse toplumu farklı açılardan etkilemektedir. Dolayısıyla eğitim, bu süreci de kapsamak zorundadır. Tarihte meydana gelen birikimi, kazanımı (kültür), bir davranış değiştirme ve bilgilenme aracı olarak eğitim içermelidir6 . Eğitim, “biriken beşer kültürünü yeni nesillere aktarma ve doğuştan getirdiği kapasiteleri inkişaf ettirme faaliyeti’dir.”7 . Öyleyse eğitim; ferdin kişiliğini, kültür ve medeniyetin temel değerlerini göz önüne alarak inşa etmek, bunu koruyarak bir meslek edindirmek ve toplumu, kültür değerlerini koruyarak geleceğe hazırlama sürecidir.
Bu nedenle eğitim, fert, toplum, sistem, tarih, gelecek, meslek, dünya, tabiat gibi temel kavramlarla etkileşim içinde bulunur ve karmaşık bir ilişki ağı kurar. Bu karmaşık ilişki ağının tam ortasında insan vardır. Eğitimin temel amacı, yaratılış amacına uygun olarak insana fıtrat merkezli bir mutluluk sağlamak, kurtuluş yolları göstermek ve bir meslek kazandırmak olmalıdır. O nedenle eğitim, insanı mutluluğa ve kurtuluşa götürecek bir süreç olarak algılanmalıdır. Eğitim sistemi ve eğitime etki eden tüm faktörler, bu temel amaca göre şekillenmelidir/şekillendirilmelidir.
Eğitime Etki Eden Faktörler
Eğitim kavramının oluşturduğu semantik alan, eğitimin hem etki ettiği hem de etkilendiği kavramları ortaya koymaktadır. Bu karşılıklı etkileyiş, eğitimin kalitesi üzerinde etkilidir. Eğitimi bir sistem olarak ele alırsak sistemin girdileri, çıktıları vardır. Sistemin çıkışından sistemin girişine, yukarıda ifade ettiğimiz etkileşimi temsil eden gelen girdiler, “geri besleme” söz konusudur. Eğitim sistemi, böyle bir yapı olarak insan mutluluğunu hedefl eyecektir. Fert-toplum, tarih-gelecek arasında köprü kuracaktır. “Ferdi beklentiler ve memnuniyetsizlikler”, “ferdi yapı ve toplumsal beklentiler”, teknolojik değişimler, siyasi sistem, eğitim siteminin yapılanışı, öğretmen, ekonomi, küresel etkiler ve müfredat gibi faktörler eğitimi etkilerler. Bunları, birincil faktör olarak nitelendirebiliriz. Bunun yanında ikinci derecede, ikincil faktörler diyebileceğimiz, daha başka etkenler hiç şüphesiz bulunmaktadır. Bu faktörler altında eğitim, insanın mutluluğunu sağlayacak şekilde tek bir hedefe doğru yönlendirilmelidir. Öyleyse nasıl bir yapılanış sağlanmalıdır ki bütün bu faktörlerin bileşke kuvveti, insanı mutlu kılacak bir istikamete sevk etsin. Bu, eğitime etki eden faktörler arasında eş zamanlı bir uyumun var olması gerekliliğini ortaya koyar. Bu etkileyiş, bazen olumlu, bazen ise olumsuz olabilir. Küresel etkileşimle, bilginin hızlı değişimi, üretimi ve tüketimi, iletişim teknolojisindeki gelişmeler, siyasi, sosyal, ekonomik ve teknolojik değişimler bireyi, toplumu ve eğitimi olumlu veya olumsuz etkileyecektir. Öyleyse “eğitimin bilim ve politika olmak üzere iki boyutu” bulunmaktadır. Eğitimin bilimsel boyutu eğitimcilerin, politika boyutu ise toplumun tümünün görevidir8 .
Toplumu dışlayarak birkaç bürokrat ve siyasetçinin eğitim politikalarını belirlemeleri, Türkiye’deki eğitim sisteminin temel çıkmazlarından biridir. Cumhuriyet tarihi boyunca eğitim sisteminin içine düştüğü buhran, halkın eğitim politikalarından dışlanması ve asker-sivil tepeden inmecilerin dayatmalarının doğal bir sonucudur. Geçmiş nesiller, bu bedeli çok ağır ödemişlerdir. Gelecek nesillerin bedel ödemesine müsaade edilmemelidir.
Eğitim Sisteminin Öngörmesi Gereken İnsan
Eğitim, salt bir bilgilendirme olmadığına, bir kimlik, kişilik ve şahsiyet inşa işi olduğuna göre, tarih-toplum-gelecekle bağlantılı olarak ele alınmalıdır. Kişinin yeteneklerini ortaya çıkarıp geliştirerek içindeki toplumun toplumsal değerleri ile, tarihi ile, kültürü ile barışık, gelecek nesillere kazanımlarını aktarma fedakârlığını, gayretini üstlenebilecek, diğer toplumlarla adalet duygusu içinde birlikte bir dünyayı paylaşma bilincine sahip bir insan, nasıl inşa edilebilir sorusu eğitimin temel meselesi olmalıdır.
Gerek Kur’ân-Sünnet’in gerekse tıp biliminin insan yapısı ile ilgili verdikleri bilgileri göz önüne aldığımızda, farklı kavramlar kullanılmış olmasına karşılık, insan yapısında iki farklı cephenin(veçhe) var olduğunu söyleyebiliriz: 1- İnsanın iyilik cephesi, 2- İnsanın kötülük cephesi. Kur’ân-ı Kerim’in deyişi ile insanoğlunun “en güzel” ve de “en aşağılık” yönleridir bu iki yapı (95/4-5). Bu iki yapı, iki ayrı karar merkezine (Kur’ân’da geçen “kalp” ve “nefs”) sahipler (12/53). İnsanı iyiliğe veya kötülüğe sevk etmek isteyen bu iki karar mekanizmasının bir özelliği de değişebilir olmalardır. Her ikisi, hem olumlu istikamette hem de olumsuz istikamette değişim gösterebilirler (91/7-10). İnsanı iyiliğe veya kötülüğe sevk etmek isteyen bu iki karar mekanizmasına ilişkin kuvvetler, insan bünyesinde birbirleri ile çarpışır durur. Bu çatışmanın sonucu oluşan bileşke kuvvet, insanı ya olumlu istikamete ya da olumsuz istikamete götürür. Bunun sonucunda insan ya huzuru, mutluluğu yakalar ya da hüsrana uğrar9 . Bu iki karar merkezine hitap eden iki varlık melek ve şeytandır10. İki farklı değer sistemini bünyesinde barındıran, melez değer sistemlerine sahip insanların ulaşacağı sonuç, kaos, tezat içerisinde bocalayıp güvenirliliğini ve saygınlığını kaybetmek olacaktır (2/137).
Günümüz Türkiye’sindeki insan unsurunun ana meselesi budur. İnsanoğlu, anne karnından bu dünyaya fıtrat üzere tertemiz, saf, duru bir şekilde ve ‘gerçeği kabul, anlama kabiliyeti’ aktif, perdelenmemiş, gölgelenmemiş ve örtülmemiş bir şekilde Hanif ve Müslüman olarak gelmektedir: “Hz. Peygamber (s.a.v.): “Hiçbir doğan çocuk yoktur ki, fıtrat üzere doğmuş olmasın. Sonra onu annesi babası Yahudileştirir, Hıristiyanlaştırır veya Mecusileştirir... Doğan hiçbir çocuk yoktur ki, konuşmaya başlayıncaya kadar şu din üzere olmasın.”11 Yusuf Hamedani’ye göre; “Fıtratın insanı sırat-ı müstakime çekişi, mıknatısın demiri çekişine benzer. Mıknatıs özelliği eşyada, doğruya gidiş özelliği insanın yaratılışında vardır.”12. Şimdi sorulması gereken soru şudur: Bu dünyaya saf ve temiz olarak gelen bir çocuğu, genelde Türkiye’nin sistemi ve özelde eğitim sistemi nasıl etkilemektedir? Hangi yönünü kuvvetlendirmektedir? Bugünkü eğitim sisteminin odak noktasında, insanın ve toplumun mutluluğunu sağlayacak şekilde fıtratın korunması esas alınmakta mıdır? Bugünkü eğitim sisteminin odak noktasında, siyasal sistem ve devlet vardır. Gerek siyasal sistem, gerekse devlet, insan ve toplum için var olması gerekirken; bizde tersi olmuş, insan ve toplum rejim için, devlet için var olmuştur. İnsanın ve toplumun bekası için denecek yerde, hep “devletin ve rejimin sağlık ve bekası için” denmiştir. Araçlar, amaç olmuştur. Bu, İttihat Terakki’den günümüze kadar uzanan süreçte çok temel bir özelliktir. O nedenle Cumhuriyet dönemi neslinin kafası karışıktır.
Cumhuriyet Dönemi Eğitim Sisteminin Yetiştirdiği Kafası Karışık, İnkârcı, Tehditçi Bir Nesil
Cumhuriyet’in kurucuları, nesep olarak Osmanlı olup mücadele anlayışlarında, İttihat Terakki geleneğinden gelmekteydiler. Osmanlı’nın son yıllarında iyi yetişmiş sivil-asker aydın zümresine dâhillerdi13. “İnkılâpçıların yaptığı devrimlerin tümü, fi kir olarak Osmanlı aydınları arasında tartışılmıştır.”14. Anadolu’daki Milli Mücadele, Cumhuriyet yöneticilerinin önderliğinde zaferle sonuçlanmış, İstanbul’un düşman işgalinde oluşu, Cumhuriyet yöneticilerine serbest hareket alanı tanımış ve yapacakları her şeyi bir “kılıç hakkı olarak” görmelerine neden olmuştur. Yaptıkları en temel hata ise, milli mücadeleye iştirak eden ve kendilerini bağırlarına basan halkın, bu sonuçtaki “kılıç hakkını” görmemiş olmalarıdır. Bu hak gaspı, Cumhuriyet tarihini şekillendiren en temel tezatlardan biridir ve ana sorundur. İttihatçılar, mücadelelerinde nasıl hep muhataplarını karalamayı hedef almışlarsa; Cumhuriyet yöneticileri de, “karalamayı” yöntem olarak benimsemişlerdir.
Kendi meşruiyetleri için Osmanlı yönetimini hain ilan etmekle kalmamış, 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu’nu ve birikimini toptan reddetmişlerdir. 1924 Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile başlayan süreç, 1928 Harf İnkılabı, 1932 Dil İnkılabı, 1937 Laiklik’in getirilişi ile; yeni bir musiki, yeni bir tarih ve yeni bir din, yeni bir ahlak ve terbiye sistemi inşası ile bir halkın tarihle olan tüm ilişkisi kopartılmak istenmiştir. Mazisi olmayan, yakın devir ataları hep “hain, geri zekâlı” olan bir toplum inşasının getirdiği problem, “Anadolu Türklüğü”, “Güneş-Dil Teorisi”, “Bütün medeniyetlerin beşiği Orta Asya” gibi temeli olmayan iddialar ile çözülmek istenmiştir15. Bu nedenle Cumhuriyet döneminin eğitim sistemi, tepeden inmeci, darbeci, tehditçi bir kafa yapısını inşa etmiştir. Genel olarak Cumhuriyet yöneticileri, tarihe açtıkları savaşı inkâra ve karalama kampanyasına dönüştürmüşlerdir. Eğitim sistemine sokulan bu inkârcı ve karalayıcı anlayış, Cumhuriyet tarihi boyunca birbirini suçlayan, karalayan ve biri diğerinin varlığını inkâr eden, yeni bir neslin yetişmesine neden olmuştur.
Cumhuriyet Dönemi Eğitim Sisteminin Yetiştirdiği Takiyyeci, Çifte Standartçı Bir Nesil
Bu inkârcı, tehditçi ve karalayıcı mantık, genel olarak Cumhuriyet neslini takiyyeci yapmıştır. Cumhuriyetin başlangıcında öngörülen insan unsuru ile 1948’e gelinirken öngörülen insan unsuru arasındaki farklılık; Cumhuriyet yöneticilerinin -kendileri açıkça ifade etmeseler bile- takiyye yaptıklarının bir göstergesidir. Nitekim 1924 Anayasasında “Devletin dini İslâm” iken 1928’de devlet dinsiz kalmış ve 1937’de ise devlet “laik” hale getirilmiştir. Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 2. maddesi, eğitim sisteminin nasıl bir insan yetiştirmeyi amaçladığını açıklamaktadır16. Bu maddede geçen “demokrasi”, “laiklik”, “Atatürk milliyetçiliği”, “ahlaki”, “insani”, “manevi”, “kültürel değerler”, “geniş bir dünya görüşü” kavramları; açık seçik ve bilimsel olarak tanımlanmamıştır. Son derece esnek tanımlamalar yapılmış, böylelikle iktidar sahiplerinin rahatlıkla at oynatacakları bir alan meydana getirilmiştir. Bir şeyin doğru olup olmadığı, Kur’ân’ın nasıl yorumlanacağı veya yapılan yorumların geçerliliği, Cumhuriyet dönemi yöneticilerinin keyfi ne kalmış esnek bir alandır.
Tevhid-i Tedrisat Kanunu’na karşı gelebilecek reaksiyonları engellemek için Mustafa Kemal’in konuşmasında bu durumu, çok rahat bir şekilde görebilmekteyiz. Mustafa Kemal’in “Herkes dinini, ahkâmını eşit şartlarda mekteplerde öğrenecektir.” Vaadi17 ne yazık ki yakın zamana kadar gerçekleşmemiştir. Başlangıçta maarifte; “Çocuklara verilecek terbiye her manada dini ve milli” iken; sonraları ise dinin d harfi ne bile tahammül edilememiştir. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya (1937 yılında); “Türklerin maneviyatı için kendi temiz ahlakını geliştirmesi yeter... Laiklikle biz, dinin memleket işleri üzerinde nüfuz sahibi olmasını önlemek istiyoruz... Dinler vicdanlarda ve mabetlerde kalmalı, maddi hayatın ve dünyanın işlerine karıştırılmamalıdır.”18 ve Başbakan Hasan Saka ise (18.6.1948 yılında); ‘‘Her derece okullarımızda demokratik terbiyenin yerleşmesine ehemmiyet vereceğiz.”19 demiş olmaları, yaşanan tezadın bir sonucudur. Terbiyede, 1920’de din ve millilik referans iken; 1937’de milli ahlak, 1948’de ise demokratiklik, ana kıstas olmuştur. Artık terbiye herkesin istediği zaman istediği şekilde kullanabileceği belirsiz, muğlâk bir zemine kaymıştır. Muğlaklık, sanki Cumhuriyet döneminin bir simgesi haline gelmiştir. Ne olduğu gereği gibi açıklanmayan/tanımlanmayan “Atatürk Milliyetçiliği” kavramı, 1982 Anayasası’nda yer alarak sivil- asker iktidar sahiplerinin rahat hareket edebileceği yeni bir alan meydana getirilmiştir. Atatürk Milliyetçiliği kavramı, Milli Eğitim Temel Kanunu’na da konarak (Madde 10) ne olduğu belli olmayan bir kavrama göre yeni nesillerin eğitilmesi öngörülmüş ve nesillerin kafası karma karışık yapılmıştır. Milli Eğitim Temel Kanunu’nda demokrasi ve laiklik kavramlarının anlam alanları, Atatürk Milliyetçiliği kavramı ile sınırlandırılmıştır (Madde 11). Çok temel kavramlar, yerleştikleri alanlardan ya alınıp çıkarılmış onlara yeni bir elbise giydirilerek ciddi anlam sapmalarına uğratılmış; ya da “Atatürk ilke ve inkılâpları”, “Atatürk milliyetçiliği” ve “Atatürk laikliği” gibi kavramlarla anlam alanları son derece daraltılmıştır. Orta Öğretimde okutulan Din kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin gerek amacı, gerekse ilkeleri kısmında anlatılacak konular; Atatürk ilkeleri ve Atatürk laikliği ile sınırlandırılmıştır20. Dinin anlam sahası, Allah’ın gönderdiği ilkeler, Atatürk ilkeleri ve Atatürk laikliği ile daraltılmaktadır. Kısacası Cumhuriyetle birlikte kurulan eğitim sistemi, genel olarak, inkârcı, kötüleyici, nifakçı, baskıcı, tahammülsüz, tehditçi, çifte standartçı, halka tepeden bakan hatta halkı tehlikeli ve düşman gören bir neslin yetişmesine neden olmuştur. Çünkü gidilen yol, “Şayet onlar da, sizin inandığınız gibi inanırlarsa, kuşkusuz doğru yolu bulmuşlardır; yok eğer yüz çevirirlerse onlar elbette bir çelişki ve aykırılık içindedirler.” (2Bakara 137) ayetinde ifade edilen ilahi sünnete tersti.
Eğitim Sistemi, Fıtrat Merkezli Temel Değerler Üzerine Kurulmalıdır
Eğitim, ferdin ihtiyaçları, toplumun ihtiyaçları, siyasal sistem, küresel etkileşimler, eğitim sisteminin yapısı, felsefesi, yönetimi, müfredatı, iletişim ve ekonomi gibi faktörlerden birincil derecede etkilenmektedir. Ferdin kimlik ve kişiliğinin inşasında, esas alınması gereken ana unsur, kültür ve medeniyetimizin dayandığı temel değerlerdir. Meslek edindirme, bir öğretim faaliyetinin sonucudur. Meslek ahlakı, toplumsal değerlerle, mesleğin gerektirdiği özel davranışların bileşkesi olarak oluşur. Her yeni gelişen meslek, toplumun değer sisteminin oluşturduğu bir semantik alanda ahlakını oluşturur. Ancak bu bakış açısı ile toplum, geleceğe kültür ve medeniyetini zenginleştirerek taşıyabilir. Öyleyse toplumun birinci derecede ihtiyacı, temel değerlerinin korunması, kültür ve medeniyetinin gelecek kuşaklara zenginleştirilerek aktarılmasıdır. Bu bağlamda, din, örf, adet, gelenek ve görenekler, tarih şuuru, kültürel değerlerimiz, eğitim aracılığı ile genç nesillere aktarılmalı, öğretilmeli, benimsetilmelidir. Ancak böylelikle toplum, olaylar karşısında ortak duygu, düşünce, inanç ve hareket birliği içinde bulunabilir. Topluma etki eden farklı kuvvetlerin bileşkesinin, nihayette olumlu istikamette olabilmesi; toplumun olaylar karşısında aynı ortak heyecanı duyması, ortak bir dayanışmaya girmesi, bu temel varsayıma bağlıdır. Eğitim, ancak bu bakış açısı ile fertleri, toplumun, milletin bir azası, ülkenin vatandaşları yapar. Toplumun ortak paydalarını oluşturur. Aksi takdirde her olay, toplumda, haklı veya haksız önemli değil, daima, gayr-ı memnunların sayısını artıracaktır. Eğer bir eğitim sistemi, fıtrat düzleminde toplumsal değer eksenli bir yapılanış içinde değilse, bu sonuç kaçınılmazdır. Son 200 yıllık süreçte, toplum hep gayr-ı memnun olmuşsa, nedeni, büyük ölçüde budur.21
Çağdaş Bilginin Öğretilmesi ve Toplumsal Değerlerin Korunması
Eğitim sistemi, dünyadaki bilimsel ve teknolojik gelişmeleri ve bilgileri, yeni nesillere öğretmelidir. Gençlerin en son bilgilere göre, mesleki formasyon kazanması mutlaka olmalıdır. Ancak bilim ve teknolojideki baş döndürücü değişim ve gelişim, gençlere öğretilirken ve bu çerçevede gençler meslek sahibi yapılırken, yukarıda ifade olunan temel değerler ve kültürel yapı tahrip edilmemelidir. Toplum ve devlet, bu konuda hassasiyet göstermelidir. Eğitim sistemi, gençlere sağlam bir tarih, düşünce ve bilim şuuru vermelidir. Bu noktada tarih ve geçmiş nesiller değerlendirilirken, geçmişin olumlu ve olumsuz yönleri, eğitim sisteminde müfredata yansımalıdır. Geçmiş nesillerin; insanlığa, bilim ve teknolojiye yaptığı katkılar veya yaptıkları hatalar, gerçek bir bilim ve düşünce tarih anlayışı, içinde verilmelidir ki; yanlışlıkların, nerelerde yapıldığı kavranabilsin. İnsanlarımız, böylelikle önyargılardan arınmış olarak gerçeği arayabilirler; ancak böyle yapılarak düşünebilen, üretebilen insanlar yetiştirilebilir. Eğitim sistemi, toplumu aşağılayan, horlayan insanlar yetiştirmemeli, kendi toplumu ile barışık, ona ışık götüren, ona önderlik yapabilecek şekilde, onunla bütünleşen insanlar, aydınlar yetiştirmelidir. Eğitim sistemimizin yetiştirdiği aydın, halktan korkan ve kopan tipler olmamalıdır.
Son 200 yıllık tarihe baktığımızda mektep ve medreselerden yetişenler, genel olarak, halka karşı bir tavır sergilemiş, halkı küçümsemiştir. “Bu halk adam olmaz”, “Bu halk tembeldir”, “Bu halka güvenilmez”. “Bu halk seçmesini bilmez” gibi kolaycı değerlendirmeler, “en iyi öğretim almışlar” tarafından yapılmıştır22. Çocukları yarış atlarına döndüren, düşünme, analiz, sentez yapabilme yerine; ezberciliği ön plana çıkaran bir eğitim sistemi, Türkiye’nin en ciddi sorunudur. Yetenekleri ortaya çıkarıp yönlendirici, yatay ve dikey geçişlere imkân veren, esnekliği olan, hayata hazırlayan, güven duygusu kazandıran, bireydeki gizli kuvvetleri açığa çıkarabilen bir milli eğitim sistemi olmalıdır. Üniversiteyi bitirdiği halde doğru, hızlı okuma alışkanlığını kazanamayan, derdini anlatamayan, çevresi ile iletişim kuramayan insanların, bu eğitim sisteminden çıktığını, artık görmeliyiz. Onun için toplumun talep ettiği becerileri karşılayacak, onları ön planda tutacak, bir eğitim sistemi geliştirmeliyiz.
Fıtratı Koruyan ve İhya Eden Kaliteli Manevi Bir Eğitim
Toplum, dünyadaki en son, en yeni bilgi ve teknolojilerin yeni nesillere öğretilmesini eğitim sisteminden talep ederken aynı zamanda kendi çocuklarının, fıtrat merkezli manevi bir eğitimle donatılarak her türlü olumsuzluğa karşı dirençli olmasının sağlanmasını da istemektedir. İnanç +duygu+bilgi+katılımcılığın oluşturacağı manevi eğitim, toplumu yıllardır sürüklendiği bezginlik, bedbinlik, ümitsizlik, bataklığından kurtaracaktır. Eğer bu 4’lü formülü içeren bir manevi eğitim seferberliği başlatılmazsa, “TV/bilgisayar/ internet ağlarıyla/Sosyal Medya” üzerinden yayılan her türlü ahlaksızlığa karşı yeni nesiller, korumasız kalacaklardır23. Eğitim sistemi, alkoluyuşturucu, kumar, fuhuş, şiddet, yalan, dolan ve zulümden gençleri koruyabilmelidir. Hz. Ali, “Çocuklarınızı kendi devrinizden daha ileri bir anlayışa göre terbiye ediniz, Unutmayın ki onlar sizden sonraki bir zamanda yaşayacaklardır” derken; devletin, toplumun ve ailenin, gençlerin gelecekte karşılaşabileceği tehlikeleri göz önüne alarak gerekli tedbirleri alması gerektiğine işaret etmektedir. Bu noktada en etkili olabilecek olan ya da olması gereken eğitim sistemidir. Bu nedenle eğitim sistemi, bu tür ihtiyaçlara cevap verebilecek esnek bir yapıda olmalıdır.
Sonuç: Hak-Hukuk, Adalet ve Sorumluluk Duygusu Kazandıran Bir Eğitim Sistemi
Dini inanç havuzunda beslenip büyüyen anababa hakkı, komşuluk hakkı, akrabalık hakkı, fakir-fukara hakkı, yetim hakkı, zayıf ve kimsesizlerin hakkı, mahallelinin hakkı, toplumun hakkı ve doğanın hakkı şeklindeki pek çok sorumluluk, sürekli eğitim ile ancak korunabilir. Zamanla bu davranışlar örfl eşir, gelenek haline dönüşür ve ahlakı ilke olur. Pek çok davranış refl eks halinde yapılmaya başlanır. Bu dönemde insanlar, toplumsal bir sorumluluğu otomatik olarak üstlenirler, yanlışlıklara, kötülüklere karşı Hz. Peygamberin, “Biriniz bir kötülüğü gördüğü zaman onu eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin, buna da gücü yetmiyorsa kalbinden buğz etsin. Kalbinden buğz etmeyenin kalbinde imandan bir zerre yoktur” hadisinde ifade edildiği gibi tepki gösterir, tavır sergiler; toplum kendisinin polisi, jandarması olur. Artık birçok sorunu, yazılı olmayan hukuka göre çözer. Eğer bir ailede dede ve nine; huzur evlerine, Darülaceze’ye terk edilme veya dışarıya atılma korkusu içinde yaşıyorsa, bu eğitim sistemi görevini yapamıyor demektir. Eğer bir apartmanda, komşuluk hakkı yoksa, akrabalar arasında ilişki kopmuşsa, mahalleli birbiri ile selâmlaşmıyor ve birbirinin derdi ile dertlenmiyorsa, bu eğitim sistemi görevini yapamıyor demektir. Eğer otobüs, tren ve vapur kuyruğundaki yaşlıları gençler, ezerek geçip vasıtaya biniyorlarsa; gençler koltuklarında oturup yaşlılar, çocuklar zar zor ayakta durabiliyorsa, bu eğitim sistemi, isteneni veremiyor demektir. Kırsal kesimde gençler, kahvelerde kâğıt oynayıp vakit geçirirken; bir yoksulun bir yaşlının, bir kimsesizin, bir muhtacın yardım çağrılarına kulak tıkıyorsa, bu eğitim sisteminin varlığı tartışılmalı değil midir? Bayram tatillerini, akrabalık bağlarını kuvvetlendirecek bir vesile görme yerine; turistik bölgelerde eğlence olarak algılama anlayışının yaygınlaşması, nasıl bir çözülme ile karşı karşıya olduğumuzu göstermiyor mu?
Özetle toplum; parayı kutsayan, gücü kutsayan, makamı kutsayan, ne olursa olsun güce ulaşmaya çalışan, kaba, saygısız, sevgisiz bir nesil istemiyor. Dinini, örfünü, adetlerini, gelenek ve göreneklerini, kültür ve medeniyetini zenginleştirerek yaşatacak bir nesil istiyor. Eğitim sistemi de, toplumun bu ihtiyaçlarına cevap vermelidir; bu ihtiyaçları karşılamalıdır. Bu ülkede herkes, dinini rahatça öğrenebilmeli ve yaşayabilmelidir. Eğitim sistemi, bu temel varsayıma dayanmalıdır. Darulaceze’deki Cami-Kilise-Havra’nın birlikteliği veya Haydarpaşa Lisesi’ndeki Cami-Kilise birlikteliği, bizim tarihimizin ve eğitim sistemimizin en güzel yanlarından biridir. Din ve vicdan hürriyetinin en canlı, en diri ve en güzel uygulamalarından biridir. Bu nedenle bizim eğitim sistemimiz, dinini bilen, yaşayan, dine ve dindara ve her türlü düşünceye saygılı, geçmiş, şimdi ve gelecek arasında köprü kurabilen nesiller yetiştirmelidir. Bizim eğitim sistemimiz, Anadolu coğrafyasındaki mozaiği iyi kavrayan, farklı toplulukların inanç, örf, adet ve geleneklerine saygılı insanlar yetiştirmelidir. Bizim eğitim sistemimiz, ezbercilikten uzak, öğrenmesini bilen, okuyan, düşünen, algılama gücü yüksek, karar verme yeteneği olan insanlar yetiştirmelidir. Bizim eğitim sistemimiz, insanların yeteneklerini ortaya çıkarıcı, ona güven verici, taklit ve kopyacılıktan uzaklaştırıcı, üretici insanlar yetiştirmelidir. Evet bizim eğitim sistemimizin ortasında insan fıtratı olmalı ve insanın mutluluğu hedef alınmalıdır. Toplumsal ihtiyaçlar ön planda tutulmalı, “halk için halkla beraber” olmalıdır. İnsan ve toplum, devlete ve rejime feda edilmemelidir. Hepsi birlikte var olmalıdır.
“Şunu da unutma! İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” (Şeyh Edebali)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder