(Milli Gazete)
Giriş
Geçen yazıda, kulluk ahlâkı konusu ana hatları ile ele
alınıp incelenmiştir. Kulluk ahlâkını kuşanmış bir ferdin, kulluk ahlâkının
gerektirdiği bazı ferdi özelliklere sahip olması (ferdi ahlâk) ve onun gereğini
hayatında bizzat tatbik etmesi, yaşaması ve çevresi ile ilişkilerini ona göre
düzenlemesi gerekir. Bu yazıda, bu konu ele alınacaktır.
Ferdi Ahlâk
Ferdi ahlâk, kulluk ahlâkının uzantısında muttaki, muhsin,
muhlis, sâlih, birr ehli, şahit bir insan unsuru inşa etmekle alakalıdır.
Tevhidi değer sistemi ferde, bizzat kendisine karşı yerine getirmesi gereken
bir kısım görev ve sorumluluklar yükler. Bu görev ve sorumlulukların
içselleştirilerek yerine getirilmesi, kendiliğinden icra edilmesi, insanı ve
toplumu korur.
Ferdi ahlâk, insanı iyiye, güzele götüren, mükemmelliğe ve
muttakiliğe doğru yol almasını sağlayan, bir koruma sistemidir. Kulluk ahlâkının
ferdin davranışlarına yansıması ve takva yolunu güvence altına almasıdır.
Dolayısıyla ferdi ahlâk, ferdin ruh dünyasını kuvvetlendirecek, nefsini
arındırıp zapt u rabt altına alacak emir, yasak ve mubahlarla ilgilidir. Bu
emir, yasak ve mubahlar da, ferdin eylemi, arınması ve iradesinin kuvvetlenmesi
ile ilgilidir.
Arınmada amaç; 1- Zihnin arınması, 2- Nefsin arınması, 3-
Kalbin arınmasıdır. İradenin kuvvetlendirilmesinden amaç; 1- Sabır-sebat,
2- Öfkeye hâkim olma, 3- İtidal üzere olmadır.
İhtilafları tefrikaya dönüştüren, bu iki alandaki
zafiyettir.
Zihinsel Arınma: Ferdi ahlâka ilişkin zihinsel arınma, temiz
niyet, öğrenme, gerekli olan bilgileri edinme ve içselleştirme, iyi ve güzel
olanları örnek alma, hüsnü zanda bulunma, doğruluk gibi bazı ana kavramlara
bağlı olarak gerçekleşebilen bir olgudur.
Niyet, “Bir fiili, bir maksat için yapmayı düşünme ve yapmak
için yönelme, bir şeyi yapmaya karar verme, azmetme, bir şeyi isteme, kastetme,
murat etme” demektir (1).
Hz. Peygamber’in (sas), “Muhakkak ki, ameller, niyetlere
göredir. Herkese niyet ettiği şey vardır.” (2) sözü, amelle niyet arasında
ciddi bir bağın var olduğunu ortaya koymaktadır. Dolayısıyla ferdi ahlâk
açısından temiz ve iyi niyet, önemli bir haslettir. Niyetin ana hedefi, yalnız ve
yalnız Allah›ın rızasını kazanmak olmalıdır.
Güzel ahlâkın inşa edilebilmesi, ferdin bu konudaki
bilgisine bağlıdır. Doğru ve sağlam bilgi edinmeden zihinsel bir arınma mümkün
değildir. O nedenle bilgi, ahlâklı insanı inşa etmede bir vasıtadır; bir amaç değildir.
İnsanlar için bilgi edinmenin değişik yolları vardır. Bir kısım insanlar ilimde
derinleşmeli, diğerleri de onlara sorarak öğrenmelidir (9/122). “Bilmiyorsanız
ilim sahiplerine sorun.” (16/43, 21/7) ayetleri, ihtilâfların tefrikaya
dönüşmemesinde bir yol haritası ortaya koymakta, kesin bilgi sahibi olmadan
zannî bilgilerle hareket edilmemesi gerektiğini söylemektedir.
Güzel ahlâk sisteminde elde edilen bilgi, fiile dönüştüğü
zaman anlamlıdır. Buradaki bilgi, bilgili olmak amacı taşımaz; kazanılan bilginin
gerektirdiği davranışı göstererek mütevazı olup mükemmele gidişi ön görür.
Bilgi, arınmayı sağlamalı ve güzel amellere sebebiyet vermelidir (62/2).
Amaçsız ve pratiğe yansımayan bilgi, bilgiçlik taslamaya,
övünmeye, gurur ve kibre sebebiyet verebilir; sahibinin sırtına yük olur. Bu
çeşit bilgi sahipleri, Kur’an’da “Kitap yüklü merkep” (62/4) olarak
tanımlanmıştır. Doğruluk; “1- doğru olma halidir, istikamet, 2- doğruya
has davranış, dürüstlük, sıdk, 3- kaidelere, ölçülere uygunluk, hilesizlik, 4-
hatasızlık, yanlışsızlık, isabet.” Doğru ise; 1- gerçek, hakikat, 2- yalan
olmayan, sahih, 3- yanlışsız, hatasız, yanlış olmayan, 4- namuslu, 5- akıl ve
mantık ölçülerine uyan, 6- yönelmiş şekilde, doğruca, 7- dik, 8- mevsuk,
doğrulanabilir, 9- hakikat, gerçek şekil, 10- kaidelere uygun.” (1) anlamlarına
gelmektedir.
Nefsin ve Kalbin Arınması: Hayâ, edep sahibi olmak, iffetli
olmak
İslâmî terminolojide geçen nefs ve kalp, henüz mahiyetleri
çözülememiş, ‘cevher’ olarak kabul edilen birer karar mekanizmalarıdır. Gerek
nefs ve gerekse kalp, değişebilirlik özelliğine sahiptir. Kur’an’da hem kalbin,
hem de nefsin değişik halleri söz konusu edilir (12/53).
Hayâ ve edep kavramları, İslâm ahlâk sistemi içerisinde özel
öneme sahip kavramlar olup, İslâm âlimleri tarafından üzerinde çokça
durulmuştur. Râğıb el İsfehanı, hayâ kavramını; “Nefsin kendini kabih (kötü,
çirkin) şeyi yapmaktan tutmasıdır.” “Hayâ insana has bir duygudur. Bununla her
istediğini yapmaktan kendini alıkoyarak hayvandan ayrılır. İffet ve hayırdan mürekkeptir
(oluşmuştur)...” (3) şeklinde tanımlamaktadır.
Hz. Peygamber; hayânın İslâm ahlâk sistemi içerisindeki özel
önemini imanla bağlantı kurarak belirtmiştir:
“Hayânın azlığı küfürdür” ve “Hayâ imandandır” “Hayâ, imanın
nizamıdır. Bir şeyin nizamı bozulunca parçaları darmadağın olur. Her bir dinin
kendine has bir ahlâkı vardır. İslâm’ın ahlâkı hayâdır.” (4, 5)
Hayâ/edep, güzel ahlâkı koruyan önemli bir haslettir. Hayâ
duygusunun kaybolduğu insanlarda, çirkinlikler meşrulaşır, kalpler kararır,
nefsin esiri olarak hevâya tabi olunur (6, 7). Selmân-ı Fârisî, Müslüman
kardeşlerine yaptığı bir nasihatte, hayâ duygusunun kaybının neden olacağı
sonuçları, çok veciz bir şekilde özetlemiştir:
“Allah Teâlâ, kullarından biri hakkında şer ya da kötülük
dilediğinde, ondan hayâ duygusunu kaldırır. Bunun sonucunda da o kişiden
merhamet çekip alınır. Böylece diğer insanlar onu kötü ahlâklı haşin ve kaba
biri olarak tanırlar ve bunun için de sevmezler. Bu şekilde ondan emanet
(güvenilirlik) de alınır ve insanlar onu bir hain olarak görür. Sonuçta da
İslâm’ın ipi onun boynundan çözülür ve lanetlenir» (8)
Hayâ/edep duygusu, insanı iffetli kılar, bakış dâhil olmak
üzere her türlü haramdan sakındırır, böylelikle güzel ahlâkı korur (24/30-31,
33, 60; 23/1-7; 33/32-33.)
Güzel ahlâk için iradenin kuvvetlendirilmesi: Sabır-sebat,
hevâ ve hevese hâkimiyet, öfkeye hâkimiyet, itidalli olmak, amel, eylem, fiil,
gayret, güzel işler.
Gayret ve mücadele ruhu, müminin önemli özelliklerinden
biridir. Değerler arası mücadele, inişli ve çıkışlıdır. Hayatın her alanında
zorluklar vardır. İmanda samimi olmanın bir ölçüsü sabırlı olmaktır. Onun için
sabırdan kast edilenin ne olduğunun iyi anlaşılması gerekmektedir.
Sabır, “1- Acıya, üzüntüye, sıkıntıya katlanma; güçlük ve
musibetlere dayanma, haksızlıklar karşısında, nefsi, tepkilerden alıkoyma; elde
edilemeyen şeyler için kendini zapt etme; tahammül. 2- Olabilecek şeyleri
telâşa kapılmadan bekleme. 3- devam etme, sebat gösterme. 4- Nefsine hâkim
olmaktır.” Sebat ise, “sözde durma, ahde vefa etme, kararlı olma, yerinde
durma, sabit olma” gibi anlamlara sahiptir (1).
Dikkat edilirse sabırda, çok farklı olumsuzluklara karşı
itidal sahibi, tahammüllü olma ve kendini kontrol altında tutarak yapılması
gereken davranışı ve tavrı ortaya koyma vardır. Sabır gösterilmesi istenen
alanlar, Kur’an’da ve Hadislerde açıkça belirtilmektedir. Korku, açlık, mal,
can ve ürünlerden eksilme durumlarında takınılması gereken tavır, sabrın
ölçüsüdür (2/155). İman etmenin hakiki göstergesi, Allah uğrunda çekilen eziyet
ve çilelere karşı tahammül gücü gösterebilmektir (29/2,3; 10; 2/214). Değişik
kesimlerden gelen eziyet edici, hor görücü ve hakir görücü sözlere karşı
tahammüllü olmak, sabırlı olmanın bir gereğidir ve kararlılığın bir ölçüsüdür
(3/186). Sabırlı olmak ile affedici olmak arasında bir ilişki vardır ve
sabredenler af edebilmeyi bilmelidir (42/43).
İhtilâfların, tefrikaya; onun da fırkalaşmaya dönüşmemesinde
en etkili unsur, Allah rızası için sabır göstermek, nefsi kontrol altına alıp
hevâyı devre dışı bırakmaktır. Sabredenler, sabrettiklerinin karşılığını
mutlaka Allah katında bulacaklarına olan inançlarını yitirmemelidir (39/10). Bu
nedenle ferdî güzel ahlâkın toplumsallaşabilmesi için sabır konusunda tüm iman
edenler, birbiri ile yarışmalıdır (3/200). Haset duygusunu yenmek, mütevazı
olup kibirli olmamak, sabırlı oluşta bir ölçüdür(9).
Unutulmaması gereken nokta, “makbul olan sabrın, musibetle
ilk karşılaşıldığı andaki sabır” olduğudur. Bu nedenle ihtilâfla ilk
karşılaşıldığı zamanki ilk tepki ve tavır önemlidir. İhtilafın tefrikaya
dönüşmemesi için, gösterilecek olan sabır, sadece Allah rızası için yapılmış
olmalıdır (74/7). Değişik olumsuzluklar karşısında sabırlı olmak zordur, kolay
değildir. Böyle yüksek bir ruh haline ulaşıp, güzel ahlâk sahibi olmak için
sabırlı olma konusunda Allah›tan yardım talep edilmelidir (16/127).
Sabır, iradenin kuvvetlendirilmesi için ortaya konan bir
tavırdır. İrade kuvvetlendikçe, hevânın insan üzerindeki etkisi, kırılır, fitne
ve fesat önlenir; ihtilâfların tefrikaya dönüşmesine mani olunur (23/71; 38/26;
4/135; 79/40-41). O nedenle hevâsını ilâh edinenlere tâbi olunmaması, itaat
edilmemesi gerekir (18/28; 42/15; 2/120; 5/48, 49, 77; 6/56, 150;
45/18; 13/37).
Öfkeye Hâkimiyet
Öfke, şiddetli kızgınlık hissi, hiddet ve gazap demektir.
Birey için güzel ahlâk açısından tehlikeli bir özelliktir. Halk arasında ‹öfke
ile kalkan, zararla oturur›, ‹öfkede akıl olmaz› deyimleri, öfkenin tehlikeli
boyutunu belirtmektedir. Hz. Peygamber, günlük hayat içerisinde yaptığı
sohbetlerde sık sık «öfkelenmeyin!» uyarısında bulunmuştur (10).
Öfkelenme anı, genellikle insanın kontrolünü kaybedip,
nefsine ve şeytana zayıf düştüğü andır. Güzel ahlâk sahibi olmak, nefse ve
şeytana karşı dik durmakla mümkündür. Güzel ahlâk için öfkenin zapt u rabt
altına alınması gerekmektedir. Bu nedenle Kur’an, öfkelenmemeyi muttakilerin
bir vasfı olarak göstermektedir(3/134).
Sonuç: Ferdî Güzel Ahlâkın İnşası İçin İtidal Sahibi Olmak,
Ölçülü Olmak/ Ölçülü Davranmak.
İtidal, 1- Aşırı olmama, ortalama halde olma, ölçülülük, 2-
Yavaşlık, yumuşaklık, 3- Soğukkanlılık, 4- Uygunluk, 5- Denge anlamlarına
gelmektedir (1). Çok anlamlı olan kelimenin anlamlarının hemen hemen hepsi, güzel
ahlâkla ilgilidir. Yürüyüşte, konuşmada itidâl sahibi olmak güzel
hasletlerdendir:
“«Ey oğlum, dosdoğru namazı kıl, ma›ruf olanı emret, münker
olandan sakındır ve sana isabet edene (musibetlere) karşı sabret. Çünkü bunlar,
azmedilmesi gereken işlerdendir.
«insanlara yanağını çevirip (büyüklenme) ve böbürlenmiş
olarak yeryüzünde yürüme. Çünkü Allah, her büyüklük taslayıp böbürleneni
sevmez.»
«Yürüyüşünde orta bir yol tut, sesinden de (yüksek
perdeleri) eksilt. Çünkü seslerin en çirkin olanı gerçekten eşeklerin
sesidir.»” (31/17-19).
Güzel haslet; ne cimrilik yapmak, ne de müsrif olmaktır;
orta yolu izlemektir (25/67; 17/29). Alışverişte, ölçü ve tartıda hile
yapmamak, taşkınlık yapmamak, haksızlık yapmamak da ölçülü oluşun bir gereğidir
(55/7-9). Sevgi bile bir ölçü içerisinde muhataba yöneltilmelidir. “Hz.
Muhammed (sas): Dostunu severken ölçülü sev, günün birinde düşmanın olabilir.
Düşmanına da buğzunu ölçülü yap, günün birinde dostun olabilir.” (11)
buyurmuştur.
Sevgide bile ölçülü olmamız gerektiğine göre,
fikirlerimizde, muhataba davranışımızda, tartışmalarda ölçülü olmalıyız ki,
ihtilâflarımız, tefrikaya dönüşmesin ve de fırkalaşma meydana gelmesin.
Ve, “Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan olmayın.
Bunlardan her fırka,
kendi elindeki ile övünüp sevinç duymakta, böbürlenmektedir
“(30/32) ilâhi emrini her zaman hatırlayalım.
Kaynaklar
1- Doğan D.M., Büyük Türkçe Sözlük, Pınar Yayınları,
İstanbul, 2005.
2- Buhâri, Bed›ü›l-Vahy 1, Itk 6, Menâkıbu›l-Ensâr 45, Nikâh
5, Eymân 23, Hiyel 1; Müslim, İmâret 155, (1907); Ebu Dâvud, Talâk 11, (2201);
Tirmizi, Fedâilu›I-Cihâd 16, (1647); Nesâî, Tahâret 60, (1, 59, 60).
3- Râğıb el İsfahani, Müfredat, (Çeviri), Pınar Yayınları,
İstanbul, 2007.
4- Ebu Davud, Edeb 6, (4790); Tirmizî, Birr 41, (1965).
5- Buharî, İman, 16; Müslim İman, 57 59)
6- Muvatta, Hüsnü›l-Hulk 9, (2, 905); İbnuMâce, Zühd 17,
(4181, 4182).
7- Buhârî, îmân 3; Müslim, îmân 58. Ayrıca bk. EbûDâvûd,
Sünnet 14; Tirmizî, Birr 80; Nesâî, îmân 16; İbniMâce, Mukaddime 9.
8- Tirmizî, Birr 47, (1975); İbnuMâce, Zühd 17, (4185).
9- Tirmizî, Kıyamet 59, (2514).
10- Buhârî, Edeb 76; Tirmizî, Birr 73 (2021); Muvatta,
Hüsnü›l-Hulk 11,(2, 906).
11- Tirmizî, Birr 60, (1998).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder