(Milli Gazete)
Giriş
Bu yazı serisinde, bugüne kadar Şer İttifakının
(ABD-İngiltere-İsrail/Siyonizm) 27 Mayıs Darbesi, 12 Mart Muhtırası ve 12 Eylül
Darbesindeki amaçlarını ve darbe strateji ve planlanmasındaki rollerini
inceledik. Türkiye, ne zaman şer ittifakından bağımsız dış politika izlemeye,
ekonomisini kuvvetlendirmeye ve sanayileşmeye başlamışsa, Türkiye’de darbe
olmuştur.
27 Mayıs Darbesi, 12 Mart Muhtırası ve 12 Eylül Darbelerinde
hedef alınan iktidarlar, ideolojik olarak liberal/sosyal demokrat/sol
iktidarlardır. Menderes, Demirel ve Ecevit hükümetleri, Batı kültür ve
medeniyet değerlerini benimsemiş, batılılaşmayı hedef olarak seçmiş ve batı
ekseninde kalmayı amaç edinmiş olmalarına rağmen, şer ittifakı ile bağımsızlık
konusunda ters düşüp Türkiye’nin menfaatlerini savundukları için, Henry
Kissenger’in tanımladığı “dairenin dışına çıkmış” olmalarından dolayı darbe ile
düşürülmüşlerdir.
Millî Görüş hareketi, DP, AP, CHP/DSP ile mukayese
edildiğinde, yalnızca bağımsız dış politika, ekonomik politika, kalkınma ve
sanayileşme politikaları açısından değil, değerler sistemi, kültür ve medeniyet
ve batı karşıtı bir eksen olarak İslâm birliğini savunması açısından,
başlangıçtan beri, şer ittifakı tarafından düşman olarak görülmüş ve hedefe
konmuştur. O nedenle de Millî Görüş Hareketinin dört partisi (MNP, MSP, RP, FP)
hiçbir ciddi hukuki gerekçe olmadan kapatılmıştır.
28 Şubat Postmodern darbesini, Millî Görüş’ün 1-
İdeolojik/Değer Sistemi/Kültür ve Medeniyet boyutu, 2- Bağımsız Dış Politika,
Ekonomi Politika, Kalkınma ve Sanayileşme Politika boyutu, 3- İslâm Birliği
boyutunu göz önüne almadan değerlendirmek yanlış olur.
Osmanlı, yüzlerce yıl farklı dil, din, mezhep ve etnik
yapıları bir potada eriterek bir üst kimlik inşa etmişti. Türkiye Cumhuriyeti
bu yapıyı, miras olarak devir aldı. Dolayısıyla yeni devletin toplumsal yapısı,
Osmanlı’daki gibi çok dinli, çok mezhepli, çok kavimli ve çok dilli olmuştu.
Ancak yeni devlet, ulusalcılık (Türkçülük) politikasıyla, Türk olmayan alt
kimlik mensupları arasında kavmiyetçilik akımlarının kuvvetlenmesine ve bir üst
kimlik krizinin meydana gelmesine sebebiyet vermiştir. Kürt Sorunu, böyle bir
yaklaşımın ürünüdür. Türkiye’yi bölmek isteyen Şer İttifakının Lozan’dan beri
arzu ettiği de buydu.
Millî Görüş hareketi ise kimlik sorununu çoklu yapıyı göz
önüne alarak ele almış, çözüm ve söylemlerini buna göre seslendirmiş ve bundan
dolayı da Şer ittifakının boy hedefi haline gelmiştir.
Bize göre 28 Şubat Postmodern darbesinin ana nedeni, Millî
Görüş Hareketinin öngördüğü kimliktir. Bu nedenle burada, öncelikle, Milli
Görüş kimliği ele alınıp değerlendirilmektedir.
Millet Kavramı/Millî Kimlik
Millet kavramı, dînî boyutlu bir kavram olarak Kur’an’da yer
almaktadır. Arapça bir kelime olan Millet kavramı, ulus’un karşılığı olmadığı
gibi, bir insan topluluğu için de, başlangıçta, kullanılmamaktaydı (1,2).
Elmalılı tefsirinde, “millet, sosyal kurul dediğimiz toplumun kendisi değildir.
Ona cemaat, kavim, ümmet veya ehl-i millet denilmektedir”… Bununla beraber
millet kelimesi, ehl-i millet manasına da mecaz olarak kullanılmakta ve… Bakara
120, 130 ve 135’de her iki anlamı ihtiva edecek tarzda kullanıldığı” (3) ifade
edilmektedir. 18. asırdan sonra, ‘İnsan toplulukları’ anlamında kullanılmaya
başlanmış ve benimsenmiştir (4).
Millet Kavramının bu şekilde bir anlam kazanmış olmasının
sebebi, beşeri mücadelelerin sonucu ortaya çıkan toplumları birbirinden
ayırabilmek için olabilir. Özellikle batıdan gelen ulusçuluk akımındaki din
karşıtlığından dolayı, muhafazakâr kesim, ulus kavramı yerine millet kavramını
kullanmıştır. Dinin, bireylerin ortak payda olması ve hayata müdahalesinin
engellenmek istendiği bir devirde, millet kelimesine böyle bir anlamı yüklemek
düşünülmüş olabilir. Millet kelimesi, aynı din ve fakat farklı örf, adet,
gelenekleri benimsemiş ve bu şekilde bir yol tutmuş insan topluluklarını
birbirinden ayırt edebilmek için kullanılmış da olabilir.
Millî Görüş ve Kimlik
Millî Görüş Hareketi, millet kavramını, hem tutulan yol, hem
de bu yola tâbi olan toplum anlamında kullanmıştır ve de kullanmaktadır. Millî
görüş hareketi, millî kelimesini sadece ulusal anlamda kullanmamakta, ona dinî
bir anlam da yüklemektedir. Millî görüş ifadesi, şifreli, kodlanmış bir
kimliğin ismidir. Bunun nedeni, 60’lı yıllarda Allah demenin bile,
gerektiğinde, laikliğe aykırı bulunup insanların cezalandırılmış
olmalarıdır.
Millî Görüş ile ilgili yapılan tanımlamalarda bu şifrelemeyi
çok rahat görebilmekteyiz:
“Millî Görüş, milletimizin, şanlı tarihi boyunca İstanbul’u
fetheden, böylece çağ kapayıp çağ açan, Viyana’yı kuşatan, Çanakkale Zaferini
kazanan, İstiklal Harbimizi, yapan ve en son Kıbrıs’ta yeniden büyük harikalar
ortaya koyan ruh ve manâsıdır.… O mevkie erişmenin tılsımı, kağıt üzerindeki
planlarda değil, bin yıldan beri içimizde yaşattığımız ruhta gizlidir.” (5)…
“Ve bu millet bin yıldır ‘ilâ-yıkelimetullah’ ‘Allah’ın şanını yüceltme’ uğruna
yeryüzünde ‘batıla’ karşı hep mücadele etmiş ve her seferinde de Allah’ın
lütfuyla galip gelebilmiştir.” (6)
‘Bin yıldan beri içimizde yaşattığımız ruh’ ifadesindeki
zaman, Türklerin Müslüman olduğu tarihtir. Dolayısıyla Millî Görüş’te Millet
tanımı, dînî değerler üzerine oturtulmuştur. Ayrıca Millî Görüş hareketi, bu
coğrafyadaki insanların ortak olarak inşa ettikleri bir medeniyeti, ortak
paydalarından biri olarak kabul etmektedir:
“Hepimiz aynı medeniyetin varisleri, ayni inancın ve ortak
coğrafyanın çocuklarıyız. İmparatorluk mirasına sahibiz ve bu mirası hep
beraber taşıyoruz. Irkçılığın her türlüsüne karşıyız. Çünkü bu milletin inancı,
tarihi ve medeniyet değerleri içerisinde ırkçılık, herhangi bir grubun ve/veya
ırkın diğerine karşı tekebbürü asla yer bulmamıştır.” (7)
Müslümanlığı, ortak tarihi, medeniyeti ve kader birliğini
Türklerle Kürtler arasında ortak payda kabul eden Millî Görüş hareketi,
Kürtlerin yaratılıştan gelen haklarının ve etnik kimliklerinin korunması
gerektiğini savunmaktadır:
“Bakın, 1071’de Alparslan, Bizans’a karşı savaş açarken Kürt
kardeşlerimiz ona on bin asker verdi. Çünkü onlar da Anadolu’nun
Müslümanlaşmasını istiyordu. O zaman ne Türklerin Türkçülük, ne Kürtlerin
Kürtçülük iddiası vardı. …Bu asrın başlarında Musul’da toplanan Kürt
aşiretleri, Osmanlı halifesinin yanında savaşmaya karar verdiler. Ve Sevr
anlaşmasını yırttılar. Öyle ki Osmanlı’ya karşı savaşmak için Kürtlerle
görüşmeye gelen İngiliz valisine, Kürt lideri Şeyh Mahmut el- Berzenci elini
uzatmadı. Ve ‘Müslümanların halifesine savaş açan bir ülkenin valisinin eli
necistir.’ dedi. Adıyaman’da Bedir Ağa, kendisini isyana teşvik etmek için
altın yüklü katırlarla gelen İngiliz görevlisine ‘Ben halifeye isyan etmem’
dedi. Kendisini altınlarıyla beraber huzurundan kovdu…
Sorarım size, asırlar boyu tek vücut olarak yaşadığımız
halde, ne oldu da bu husumet ortaya cıktı? Niçin bu kanlar akıyor?” (7)
Milli Görüş Hareketi, Kavimlerin asimile edilmesine karşı
çıkarak ülkenin İslâm üst kimliği altında birlik ve beraberlik içerisinde
olması gerektiğini savunmuştur:
“…Kürt halkının kalbi, İslâm dünyasında atar. Bundan
hareketle bölgesel her çözüm, İslâm faktörünü göz önüne almadan tasarlanamaz ve
yaşama şansı bulamaz.
…Elbette Kürt kardeşlerimizin tabii hakları var. Kendi dilleriyle
konuşmaları, medyayı kullanmaları, eğitim yapmaları onların tabii haklarıdır ve
zaten tarih boyunca bu haklarını kullanmışlardır. Ancak, son 70 yılda izlenen
millîyetçi, materyalist ve ırkçı politikalar problem yaratmış ve problemi
ağırlaştırmıştır. Şüphesiz ki çözüm, yeni millî devletler kurmak, yeni parçalar
ihdas etmek değil, parçaları birleştirmek, yeni ve ırkçılığa dayanmayan, büyük
bir bütüne doğru yol almaktır. Bir bütün içinde hep beraber saadet bulmaktır.
Nitekim çok açıktır ki Kürt meselesinin çözümünde ne
‘federasyon’ ve ne de ‘ayrı devlet’ asla kimseye fayda getirmez, saadet
getirmez ve bir çözüm sağlamaz…”
Ülkemizin 60 milyon insanını birbirinin, şerefli kardeşi
sayan ve herkese insan hakkı, inandığı gibi yaşama hakkı, hattâ inancına uygun
hukuk sistemi seçme hakkı veren Adil Düzen’i, medeni insanlar olarak, kan
dökmeden, barış yoluyla, elbirliği ile kurmak, meselenin çözümünün ana
unsurudur…” (7)
Mesele, bu yaklaşımla, “Kürt meselesi” adı altında siyasette
ilk defa seslendirilmiştir. Bu, dönemin şartları içerisinde çok cesurca bir
tavırdır ve Şer ittifakını ürkütmüştür.
Sonuç: Şer İttifakının Millî Görüş’e Düşmanlığının Ve 28
Şubat Postmodern Darbesinin Ana Nedeni
Millî Görüş kimliğinde kavmiyetçilik reddedilmekte, İslâm
kardeşliği etrafında bir bütünleşme öngörülmekte; tüm kavimlere Allah
tarafından tanınan doğal haklar tanınmaktadır. Böylelikle etnik eksenli bir
ayrışma ve bir bölünmeye mani olunmak istenmektedir.
1994 yılında Bingöl konuşmasında rahmetli Erbakan’ın,
Türkiye’de her sabah ilkokul çocuklarına yaptırılan yemin metninin (“andımız”)
muhtevasının yanlışlığına dikkat çekmesi ve karşı çıkması, günün şartlarını göz
önüne aldığımızda son derece cesurca yapılmış bir çıkıştır. Erbakan, yemin
metnini, kimlik açısından tahrip edici bulmaktadır:
“Dedim ki, bu ülkenin evlatları asırlar boyu, mektebe
başlarken besmeleyle başlar. Siz geldiniz, bu besmeleyi kaldırdınız. Ne
koydunuz yerine? ‘Türküm, doğruyum, çalışkanım’. Sen bunu söyleyince, öbür
taraftan da, Kürt kökenli bir Müslüman evladı, ya öyle mi, ben de Kürdüm, daha
doğruyum, daha çalışkanım deme hakkını kazandı. Ve böylece, siz bu ülkenin
insanlarını birbirine yabancılaştırdınız. Bu ülkede hangi kökensin diye kimse
kimseye sormazdı; çünkü hepsi Müslüman evlâdı, hepsi Müslüman kardeşiydi. Onun
için ilaç budur.” (8)
Millî Görüş Hareketi, bu ülkede İslâm ekseninde kavimlerin,
millet olarak bütünleşmesini öngörmektedir. Dışarıda ise İslâm milletleri için
İslâm Birliğinin kurulmasını önermekte ve ümmet kimliğini referans almaktadır.
Tüm insanlığın saadetinin dile getirilmesi ile de daha üst bir kimlik olarak
insan kimliği görülmektedir. Millî Görüş hareketinde bir gelenek haline gelen,
her toplantıdan sonra yapılan yemin metninde, dar olandan, geniş olana doğru
kimlikler dile getirilerek, “Milletimizin, İslâm âleminin ve bütün insanlığın
saadeti ve selâmeti için,” denmesi, Millî Görüş hareketinin izleyeceği politika
ve stratejinin hem yönünü, hem de kapsamını göstermektedir.
Şer ittifakının Türkiye için hiç istemediği ve sevmediği
şey, Türkiye’nin birlik ve beraberlik içerisinde olması, halkın kardeşlik
şuuruna ulaşarak bütünleşmesidir. Millî Görüş hareketinin öngördüğü kimlikteki
temel strateji de, bu bütünleşmeyi sağlamaktır:
“Erbakan:… İslâm birliğinin kurulması görevi Türkiye’nin
öncülüğünü gerektirmektedir. Bu görevi yapacak bir Türkiye’nin ise küçülmüş,
bölünmüş değil, bütün, sağlam ve güçlü bir Türkiye olması gerekmektedir.
Dış güçlerin oyunlarına aldanıp, onların planlarına hizmet
ederek, Türkiye’mizi bölmeye ve parçalamaya çalışmak, sadece Türkiye’de 60
milyon insana değil, yeryüzündeki bütün Müslümanlara ve insanlığa en büyük
kötülüğü yapmak demektir.” (7)
Millî Görüş kimliğinde ortaya konan hedef, önce ülkenin,
sonra İslâm âleminin daha sonra da tüm insanlığın kurtuluşudur. D-8, D-60 ve
D-160 projeleri ile yapılmak istenen, dünyanın tüm mazlumlarını, küresel
zalimlerin karşısına dikmektir. Hâkim küresel sistemin karşısına ayrı,
alternatif bir model ortaya çıkarmak, şer ittifakının ve onun yerli
işbirlikçilerinin en çok nefret ettiği ve de korktuğu bir olgudur.
Bundan dolayı Millî Görüş Hareketinin dört partisi,
kapatılmıştır. 28 Şubat Postmodern Darbesinin ana nedeni, böyle bir kimliğin
millet tarafından bir bütün olarak benimsenmesini engellemek, hatta imha
etmektir.
KAYNAKLAR
1- Bulaç A., Modern Ulus devlet, İz yayıncılık, İstanbul,
1995 s:51, 173-198
2- Ünal A., Kuran’da Temel Kavramlar, Beyan yayınları,
İstanbul, 1990, s:122-132
3- Yazır H.E., Hak Dini, Kuran Dili, Azim dağıtım, İstanbul,
cilt 1 s: 398-431
4- Lewis B., İslâm’ın Siyasal Söylemi, Phoenix, Ankara,
2007, S: 57-58.
5- Erbakan N., Millî Görüş, Dergâh Yayınları, İstanbul, 1975
s: 17-40
6- Erbakan N., Türkiye’nin Temel Meseleleri, Rehber
Yayınları, Ankara, 1991, S: 81
7- Erbakan, N., Refah Partisi 4. Büyük Kongresi Açış
Konuşması, 1993.
8- Akın, K., Olay Adam Erbakan, Birey Yayıncılık, İstanbul,
2000, S:105-122
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder