(Umran Dergisi)
Bence bütün mesele
kendi kararımızı kendimizin uygulamasında.
Biz başkalarının kararlarını uyguluyoruz.”
Org. Necati Özgen
Türkiye’nin ABD ve
Batı ile ilişkilerinde
ne zaman bir sertleşme
olmuşsa, Türkiye kendi bağımsız politikasını uygulamaya çalışmışsa, ülkede mutlaka çok özel cinayetler işlenmiş ve
çok önemli stratejik alanlara sabotajlar yapılmış,
toplu kitle katliamlarına sebebiyet verecek bomba
ve canlı bomba olayları vuku bulmuştur. Bu yolla düşüremedikleri iktidarları, askeri darbe ile düşürmüşlerdir.
Cumhuriyet’in başlangıcından bu yana bu politika hep yürürlükte olmuştur. Neden?
Geçmişte gerçekleştirilen Kahramanmaraş,
Çorum, Sivas, Malatya, 1 Mayıs Taksim, Gazi
Mahallesi olayları, Güneydoğudaki “Hendek savaşları”, Diyarbakır, Ankara ve İstanbul’da değişik zamanlarda meydana gelen canlı bomba vakaları, Muavenet Zırhlısının ABD Saratoga Gemisi
tarafından vurulması,
Kırıkkale Silah fabrikasında ve Afyondaki Silah Deposunda meydana
gelen patlamalar, CASA
uçakları, Eşref Bitlis’in
uçağının, Toryum üzerine çalışan ilim adamlarının içinde olduğu Atlas
Jet uçağının ve değişik
zamanlarda askeri uçak
ve helikopterlerin düşmesi(!)/düşürülmesi,
Malatya Belediye Başkanı Hamit Fendoğlu’nun,
Gümrük Bakanı Gün Sazak’ın, Eski MİT’çi Hıram Abbas’ın, Diyarbakır Emniyet Müdürü Gaffar
Okan’ın, Org. Eşref Bitlis, Org. Hulusi Sayın, Org.
Adnan Ersöz, Org. Kemal Kayacan’ın, JİTEM’li
bazı subayların, Özdemir Sabancı, Nihat Erim,
Abdi İpekçi, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Çetin Emeç, Uğur Mumcu, Turan Dursun, Kemal
Türkler, Şemsi Denizer, Serkan Ciminli, Ömer
Lütfi Topal, Nesim Malki, Ahmet Taner Kışlalı’nın
öldürülmesi, Akyazı-Düzce-Hendek üçgeninde öldürülenler, Susurluk kazası, hapishane olayları,
katliam ve firarlar; Türkiye ile Şer İttifakı (ABDİsrail-İngiltere-Siyonizm-AB) arasındaki ilişkiler de meydana gelen gerilim sonrasında vuku bulmuş
olaylardır. Keza Ecevit’e İzmir Çiğli havaalanında suikast girişimi, Ecevit’in Taksim mitinginde
vurulacağına ilişkin Demirel’den gelen mektup,
Başbakan Turgut Özal’ın parti kongresinde, Org.
Kıvrıkoğlu’nun Kıbrıs’ta kurşunlanması, İnsan
Hakları Derneği Başkanı Akın Birdal’ın kurşunlanması, Türkiye’ye diz çöktürmek amaçlı ve tek
merkez tarafından yürütülmüş operasyonlardır.
Bunların hiçbiri tesadüf değildir, rastgele olmamıştır.
Bir stratejinin uygulanmasının sonucudur.
İstanbul Beşiktaş’ta Çevik Kuvvete ve
Kayseri’de komandoları taşıyan otobüse yönelik yapılan canlı bomba saldırıları, Diyarbakır’da
F-16 askeri uçağının düşürülmesi(!), son olarak
da Rusya büyükelçisinin Ankara’da öldürülmesi
de aynı sürecin bir parçasıdır. Bu son olaylar, MİT
operasyonu (Hakan Fidan’ın Oslo görüşmeleri
için ifade vermeye çağrılması) ve ardından başlayan Taksim kadife darbe süreci ve onun devamı
olan sosyolojik savaş amaçlı 15 Temmuz darbe girişimi sürecinin devamından başka bir şey değildir. Şer İttifakının Irak-Suriye hattında, Türkiye’yi
tuzağa düşürmesi, PKK, PYD-YPG’ye silah yardımı yapması ve PYD-YPG’yi “stratejik ortak” ilan
etmesi, Türkiye’ye açılmış ve fakat adı henüz konmamış bir savaşın sonuçlarıdır.
Bu yazı serisinde, Türkiye’nin girdiği bu yeni
dönem, ana hatları ile ele alınacak ve geçmiş olaylar analiz edilip, gelecekle ilgili bazı tekliflerde bulunulacaktır.
İslâm Coğrafyasında Çarpışan Projeler
Bu konuyu, yol boyu çok sık gündeme getirmemizin sebebi, söz konusu projelerin kahir ekseriyetinin, genellikle uzun vadeli, 50-100 yıllık
olarak hazırlanmış olmasından dolayıdır. Bu tür
projeler, birkaç başarısız operasyondan dolayı
gündemden kaldırılmazlar, genellikle revize edilir, yeni taktik ve stratejiler geliştirilerek yeniden
sahaya sürülürler; ya da daha elverişli şartlar olgunlaşıncaya/olgunlaştırılıncaya kadar yürürlükten kaldırılıp ötelenirler.
Şer İttifakı (ABD-İsrail-İngiltere-SiyonizmVatikan), yeni sömürgeleştirme hareketine uygun
olarak İslâm coğrafyasını yeniden paylaşmak istemektedir. Bu paylaşım kavgasına, hem bölgesel, hem de küresel bazda, karşı çıkışlar söz konusudur. Bu coğrafyada hâkimiyet kavgasına dönük çatışan projeleri aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:
Birinci Grup Projeler:
• Büyük Ortadoğu Projesi (BOP; ABD-İsrail İngiltere-Küresel Sermaye)
• Büyük İsrail Projesi (BİP; İsrail-Siyonizm,
ABD destekli)
• 2. Sevr Projesi (AB)
• Büyük Ortadoğu’nun Hıristiyanlaştırılması
(Dinler Arası Diyalog) projesi (Vatikan)
• ‘NATO’nun Evrenselleşmesi ve İslâm coğrafyasına yerleşmesi projesi’
• “Serbest Piyasa”-“Özelleştirme projesi” (ABD Siyonizm-Küresel Sermaye-AB)
• Bölge güçlerinin birbirini dengelemesi projesi–
Ayrı Dengeli Güç Odakları (ABD)
• İslâm’ın, İslâm’la savaştırılması projesi (ABD/
AB/Siyonizm)
• İran’ın küresel sisteme entegrasyonu ve kadife darbe ile yönetimin değiştirilmesi projesi
(ABD-İngiltere-Küresel Sermaye)
• Türkiye-İran savaşı projesi (ABD-İsrail İngiltere-Siyonizm)
• Türkiye’yi Irak-Suriye bataklığına çekme ve
boğma projesi (ABD-İsrail-İngiltere-Siyonizm)
• Çok Kutuplu Ortadoğu (Türkiye, İran, Mısır, Suud-i Arabistan) projesi (ABD-İsrail-İngiltere-Siyonizm)
• Kadife Darbeler (ABD-İsrail-İngiltere Siyonizm)
İkinci Grup Projeler:
• Düşmanla/rakiple güvenlik alanının dışında
hesaplaşma projesi (ABD/Çin/Rusya): Vekâlet
savaşları
• Dinî-Etnik-Mezhepsel fay hatları oluşturma
projesi- Kaos Projesi (ABD/İngiltere/AB/Rusya/
Çin/İsrail-Siyonizm)
Üçüncü Grup Projeler:
• Sıcak denizlere inme-eski müttefikleri kazanma projesi (Rusya)
• ABD’nin yayılmasını engelleme projeleri (ŞİOBRIC Ülkeleri)
Dördüncü Grup Projeler:
• Şia Savunma Hattı Projesi (Iran-Irak-SuriyeLübnan; Iran-Bahreyn-Yemen)
• Şia eksenini parçalama, yayılmasını engelleme ve sünni bir eksen meydana getirme projesi
(Suudi Arabistan/Katar/Türkiye/Mısır; Sünni
Arap Yönetimleri-İsrail)
• Teröre Karşı Güç Birliği(Suudi Arabistan ve 30
ülke)
Beşinci Grup Projeler:
• Türkiye’nin “Yeni Osmanlı” projesi, Bölgesel
Güç Olma Projesi
• Türkiye ile birlikte Büyük Ortadoğu’yu Değiştirme Projesi (“Model Ülke Türkiye”)(ABD/Siyonizm) Şimdilik yürürlükte değil
Ahmet Davutoğlu’nun, başbakan olduğu dönemde, tarihe atıfta bulunarak, “Ya Kûtü’l-Amare
Kazanacak ya da Sykes-Picot” demesi; birinci
gruptaki projelerin varlığına yapılan bir gönderme
olmakla beraber; Türkiye’nin karşı karşıya kaldığı tehlikelere de dikkat çekmek amaçlıdır. Büyük
İsrail ve Büyük Ortadoğu Projeleri kapsamında,
hukuken değil fakat fiilen, Libya’nın, Sudan’ın,
Irak’ın ve Yemen’in bölünmüş olması, bu projelerin adım adım uygulanmaya çalışıldığının bir
göstergesidir.
Türkiye’de vuku bulan olayları, hele 15 Temmuz 2016 ihanet hareketi sonrasını, bu projeler
kapsamında ele alıp değerlendirmek gerekmektedir. Türkiye’deki hiçbir olay, günü birlik, aniden
ve tesadüfen meydana gelmemektedir. Arka planda vuku bulan çatışmayı, göz önüne almadıkça,
sadece görünenle yetindikçe, anlık düşündükçe,
hem gerçekleri göremez hem de gerekli çözümleri
üretemeyiz.
Bu coğrafyada vuku bulan olaylar, uzun vadeli
çizilmiş stratejilerin bir sonucudur. Taktik zafer
ve mağlubiyetler mutlaka önemlidir ve dikkate
alınmalıdır. Ancak bundan daha önemli olan stratejik zafer ve mağlubiyetlerdir. Bazı taktik zafer ve
mağlubiyetlerin yem olarak kullanıldığı da asla
unutulmamalıdır!
O nedenle Türkiye’deki gönüllü kuruluşlar, bilim adamları, kanaat önderleri, bu konuyu ciddiye almalı, birlikte konuyu enine boyuna tartışarak politikalar, projeler üretmeli ve siyasi yapılara sunmalıdırlar; bu, bugün için en tarihi görevlerden birisidir.
Genel Bir Değerlendirme
Türkiye’de vuku bulan özel amaçlı eylemler,
Şer İttifakı (“Üst Akıl”/Şeytanî akıl, Birinci Beyin/
Dış Beyin Halkası) tarafından tasarlanıp/planlanıp
organize edilmektedir. Siyonist-Haçlı Şer İttifakının Türkiye içerisinde Mason-Sabetayist dostları ve İşbirlikçi ajanları vardır (İkinci Beyin/İç Beyin Halkası). Bu iki beyin tarafından çizilen strateji, CIA/MOSSAD/MI6/BND gibi istihbarat örgütleri tarafından alınıp eğitilmiş ve organize edilmiş
taşeron örgütler (Üçüncü Halka) aracılığıyla hayata geçirilmekte/geçirilmek istenmektedir.
Türkiye’de ve dünyanın değişik ülkelerinde
ortaya çıkarılan kaosu, askerî ve kadife darbeleri
göz önüne aldığımızda farklı taşeron örgütler kullanıldığını görmekteyiz:
1- Hedef ülkelerin vatandaşlarından oluşan terör
eksenli çalışan örgütler,
2- Hedef ülkelerin vatandaşlarından oluşan, kitlesel eylemlerde ve kamuoyu oluşumunda kullanılan farklı renklerde/ideolojilerde STK’lar,
3- Hedef ülkelerin ordusu/polisi/istihbarat birimleri içindeki cuntalar,
4- Hedef ülkelerdeki işbirlikçi Medya, Sermaye ve
Siyasi Partiler
Birinci ve ikinci gruptaki taşeron örgütler, hedef ülke ve ideolojilere göre seçilmekte ve şekillendirilmektedir. Taşeron örgütlerin üst lider kadroları işbirliği içerisinde olduklarını bilmektedir;
aza, taraftar ve sempatizanlar, işin farkında değillerdir. Farkına varanlar da değişik yöntemlerle
tasfiye edilmektedir.
Türkiye’de 1950-2000 dönemine ilişkin yazılan hatırata, yapılan ifşaata ve devletin resmi
belgelerine bakıldığında bu tür yapıların varlığı
kolaylıkla görülebilmektedir. Bunlara göre hemen
hemen her kesimden, bu tür taşeron örgütler inşa
edilip kullanılmıştır. Bugün bizi ilgilendiren boyutu ile küresel düzlemde bunlardan en meşhur
olanları, PKK-PYD-YPG, ELKAİDE, IŞİD, BOKO HARAM
ve Gülen Hareketi(“FETÖ”)’dir.
Bunların yanı sıra hedef ülkelerin içinde lokal olarak çalışan,
yeri ve zamanı geldiğinde kullanılan -uyuyan- kripto örgütler de bulunmaktadır.
Şu ana kadar icra edilen
operasyonları göz önüne aldığımızda, Şer İttifakının çalışma
tarzına ilişkin bazı öngörülerde bulunma imkânını elde etmekteyiz. Şer İttifakı bir operasyona karar verdiğinde ilgili
bütün yapıları uyarmakta, gerektiğinde eğitime tâbi tutmaktadır. Sansasyonel eylemler için
olay öncesi, olay esnası ve olay
sonrasına dönük olarak üç evreli bir psikolojik
harekât planlamakta ve yürütmektedir. Eylem
başlamadan önce, büyük bir kampanya açılarak
toplumu tek yanlı olarak şartlandırmaya çalışmaktadır. Öngörülen operasyon icra edilir edilmez
fesat kampanyası, kafaları allak bullak edecek
tarzda, hem olayın sıcaklığında, hem de sonrasında çok yoğun, çok kirli ve pis bir şekil almaktadır.
O nedenle olayları ele alıp değerlendirirken
özellikle altının çizilmesi gereken nokta, medya
üzerinden servis edilen ve birbirleri ile taban tabana zıt olan bilgilerin, istihbarat örgütleri tarafından, belli bir amaca dönük olarak servis edildiği
gerçeğinin göz ardı edilmemesidir. İstenen, bu
bilgilerin alınıp yaygınlaştırılması ile bir kaosun,
ümitsizliğin meydana gelmesi istenmektedir. Ayrıca sosyolojik savaş kapsamında; hedef kitlenin
ayrışması, fay hatları meydana gelmesi ve/veya var
olan fay hatlarının enerji ile yüklenmesi hedeflenmektedir. Kin ve nefretin yaygınlaşarak uzlaşma
ortamının ortadan kalkması; gerekirse hedef kitlenin çatıştırılması, temel amaçlardan biridir.
O nedenle Allah, Nisa 83. ayette iman edenlere, hem
yol göstermekte hem de onları özel bir tehditle
uyarmaktadır:
“Kendilerine güven veya korku haberi geldiğinde, onu yaygınlaştırıverirler. Oysa bunu Peygambere ve kendilerinden olan emir sahiplerine götürmüş olsalardı, onlardan sonuç
çıkarabilenler onu bilirlerdi.
Allah’ın üzerinizdeki fazlı ve
rahmeti olmasaydı, azınız hariç herhalde şeytana uymuştunuz.” (4 Nisa 83)
Ayette yer alan “Allah’ın
üzerinizdeki fazlı ve rahmeti
olmasaydı, azınız hariç herhalde şeytana uymuştunuz” ifadesinin, çok ciddi bir tehlikeye
dikkat çekmek amaçlı bir uyarı
olduğunun göz ardı edilmemesi gerekmektedir. Bu ifadenin
farklı tonlarının, İfk hadisesini
(Hz. Ayşe’ye zina iftirası) anlatan Nur suresinde (24/10, 14,
20, 21), dört kez geçmiş olması; ortalıkta dolaşan haberler
noktasında, iman edenlerin çok temkinli ve çok
büyük sorumluluk sahibi olarak hareket etmeleri
gerektiğinin bir işareti olarak değerlendirilmelidir.
Dikkat edilmesi gereken nokta bir nokta da,
Türkiye’nin en gözde diyebileceğimiz güvenlik birimlerine (Çevik Kuvvet, Komandolar) güpegündüz saldırılmasıdır. Kayseri’de çarşı iznine giden
Komando grubuna yapılan saldırı, geçmişte 33
silahsız erin öldürülmesi ile benzerlik arz etmektedir. Rus Büyükelçisinin Gülen terör örgütüne
mensup olduğu söylenen tek bir polis tarafından,
çok rahat bir şekilde öldürülmesi ve öldüren polisin de ardından öldürülmesi(!) Türkiye’deki kirli
savaşın, hangi boyutlara geldiğinin bir göstergesidir. Rus Büyükelçisinin öldürülme şekli, geçmişteki Alpaslan Arslan tarafından gerçekleştirilen
Yargıtay baskınına çok benzemektedir.
Dikkat çeken bir başka nokta da, eş zamanlı
sayılabilecek bir şekilde, değişik vilayetlerde sokaklara patlayıcılar atılarak halkta panik meydana
getirilmeye çalışılmasıdır.
Bütün bunlar, Türkiye’ye verilmek istenen
mesajın önemini ve boyutunu göstermektedir.
Türkiye’de çok ciddi bir güvenlik zafiyetinin var
olduğu imajı oluşturulmak istenmektedir. Bu son
olayların zamanlaması ve icra ediliş şekli, 1980
öncesi olayları çağrıştırmaktadır.
Bu nedenle
Polis, MİT ve Ordunun içerisinde Şer ittifakı ile
ilişki halinde yeni bir grubun, uyuyan bir ekibin
var olup olmadığı, harekete geçirilip geçirilmediği
mutlaka araştırılmalıdır.
Rus elçisinin öldürülmesi, sadece Türkiye’ye
bir mesaj değil, aynı zamanda Rusya ve İran’a da
bir mesajdır. Türkiye-Rusya-Iran, Suriye meselesini, ABD’ye rağmen birlikte çözmeye çalışmaktadırlar. Her üç ülkenin, şu an en ciddi ortak paydası, Suriye’nin bütünlüğü ve geleceğidir. Eğer Rus
Büyükelçisi bu amaçla öldürülmüş ise o takdirde
İran büyükelçisine de bir saldırı planlanıyor olabilir. Gerekli, acil tedbirlerin bir an önce alınması
gerekmektedir.
Şer ittifakı, Türkiye-Rusya-İran’a ‘bize rağmen
Suriye meselesini çözemezsiniz!’ mesajı vermek
istemiş olabilir. Eğer durum buysa taraflar arasında bir ortak payda oluşana, taraflar birbirlerini
ikna edene kadar bu kaos devam edecek demektir. Türkiye, devlet olarak buna hazır olurken; milleti de, uygun ve güzel bir dil kullanarak buna hazırlamalıdır. Bu noktada, tüm gönüllü kuruluşlara
çok özel sorumluluk düşmektedir.
Cevap Arayan Sorular
DP’ye karşı 27 Mayıs Darbesi, AP’ye karşı 12
Mart Muhtırası, AP+CHP+MSP+MHP’ye karşı 12
Eylül Darbesi, RP’ye karşı 28 Şubat Postmodern
Darbesi, MNP, MSP, RP ve FP’yi kapatma darbeleri, DSP’ye karşı lidere darbe girişimi (Ecevit’i hastaneye gönderme ve partiyi Kemal Derviş-İsmail
Cem-Hüsamettin Özkan’la bölme operasyonu),
CHP’ye karşı lider darbesi (Baykal’ı düşürme), AK
Parti’ye karşı partiyi kapatma darbe girişimi, 24
Nisan Elektronik Muhtırası, Taksim Kadife darbe
süreci (Reyhanlı’dan 7 Haziran 2016 seçim sunucuna kadar olan süreç) ve 15 Temmuz Askeri Darbe Girişimi; bütün bunlar, Şer İttifakı tarafından
Türkiye’de organize edilen darbelerdir.
Darbenin, muhtıranın, entrikanın, terörün,
ihanetin, muhatabı olan bütün bu partilerin (DP,
AP, CHP, DSP, MNP, MSP, RP, FP, MHP, AKP), renkleri, felsefeleri, ideolojileri, ekonomi politikaları,
Batı’ya, İslâm coğrafyasına, SSCB, Rusya ve Çin’e
bakışları ve yaklaşımları birbirinden çok farklıdır.
Buna rağmen bütün bu partiler, ABD’nin başını
çektiği Şer İttifakının (ABD-İngiltere-İsrail/Siyonizm) darbelerine muhatap olmuşlardır. Niçin?
Bu çok temel bir sorudur. İşin sırrını öğrenebilmek için bu sorunun cevabı, duygusallıktan
uzak, gerçekçi bir şekilde araştırılıp verilmelidir.
Bu kadar farklı renklere sahip olan bu partilerin, konumuzla ilgili tek ortak paydası, ABD destekli
darbelerle düşürülmüş olmalarıdır. O nedenle bu
sorunun cevabı hayatidir. İyi bir araştırma konusudur.
Bunun kadar cevaplandırılması gereken daha
başka ana sorular da vardır:
• Her darbeden sonra iş başına gelen siyasi partiler, geçmişten niçin ders alıp gerekli tedbiri
almamışlardır/alamamışlardır?
• Şer ittifak, her devirde nasıl oluyor da, sivil ve
askeri bürokrasiden, medyadan ve STK’lardan
destek bulabiliyor?
• ABD, niçin ve nasıl, Türkiye’nin istihbaratını
ve ordusunu bizzat organize edebiliyor, yapılandırabiliyor?
• ABD, Türkiye’de sivil ve askeri bürokrasiye nasıl olup da kolayca sızabiliyor?
• Türkiye ile ABD arasında imzalanmış ikili anlaşmalar nelerdir? Bu ikili Anlaşmalar, ABD’ye
nasıl bir hareket kolaylığı sağlamaktadır.
• NATO’da bulunmaktan dolayı çıkarılan yasalar nelerdir? NATO, meclis kararı olmadan
Türkiye’de rahatça hareket edebiliyor mu?
• ABD işbirlikçisi olduğu açıkça bilinen STK’lar,
nasıl oluyor da, bu kadar rahat hareket edebiliyor, siyasi iktidarların desteğini alabiliyor ve
imkânlarını kullanabiliyor?
• Kriz dönemlerinde Türkiye’ye “emsal çözümleri” kimler sunmaktadır? Bu “emsal çözümler”, bugüne kadar bu ülkeye ne getirdi, ülkeden neler götürdü?
• Türkiye’deki darbelerin, Türkiye’nin sanayileşmeye karar verdiği, kalkınmak istediği dönemlerde olması bir tesadüf müdür?
• Türkiye, bağımsız dış politika uygulamaya
kalktığı zaman darbelerin olması bir rastlantı
mıdır?
• Türkiye’nin menfaatleri ile Şer İttifakının menfaatleri çatıştığı dönemlerde, darbelerin olması
tesadüf müdür?
• Şer ittifakı, darbeye muhatap iktidarlardan isteyip de alamadıklarını, darbe dönemi hükümetlerinden ve sonrasında gelen sivil, seçilmiş
iktidarlardan almış mıdır?
• Darbeden önce, darbe sürecinde ve sivil yönetime geçmeye karar verildiği darbe sonrasında,
aniden parlatılan şahsiyetler veya partiler var
mıdır, varsa bunları hangi güç allayıp pullayıp
kamuoyuna sunmaktadır?
• Darbeden önce, darbe sürecinde ve sivil yönetime geçmeye karar verildiği darbe sonrasında,
yıpratılan şahsiyetler veya partiler var mıdır,
varsa bunları hangi güç yıpratmaktadır?
• Her darbeden sonra üniversitelerde, askeri ve
sivil bürokraside, Anadolu sermayesinde tasfiye yapılmasını ve ardından bir beyin göçünün
olmasını nasıl izah etmek gerekir?
• Bütün darbelerde yapılan tasfiyelerin listeleri, kim tarafından ve hangi ölçütlere/kıstaslara göre hazırlanmaktadır?
Daha da genişletmek mümkün olan böylesi
sorular amacımızın açıklanabilmesi için yeterlidir.
Bu soruların sağlıklı bir şekilde cevaplarının
verilebilmesi için, her darbe ile ilgili olarak darbe öncesi sivil iktidar dönemi, darbe geçiş süreci hükümetler dönemi ve darbe sonrası sivil iktidar dönemlerinde ABD’nin başını çektiği şer ittifakı ile olan ilişkileri, mukayeseli bir şekilde incelemek gerekmektedir.
Türkiye’de Siyasi İktidarı Devirmenin
Bilinmeyen Yolları
Türkiye’de yapılmış darbeleri, bu çerçevede ele
almadan önce, konumuza açıklık getirmesi açısından Bülent Ecevit’in yasaklı olduğu bir dönemde,
“İngiliz Grenada televizyonu ile Amerikan CBS televizyonunun ortaklaşa düzenledikleri ve yayımladıkları bir tartışma programında” başından geçenleri, kendisinin bizzat kaleme aldığı olayı hatırlamamızda fayda vardır1
:
“…Benim katıldığım tartışma senaryolarından
biri, hayali bir ada devletiyle ilgiliydi.
Varsayımsal senaryoya göre, bu ada devleti zalim bir diktatör tarafından yönetilmekteydi. ABD ve İngiltere,
kendi çıkarlarına sadakatle hizmet ettiği için, bu
diktatörü destekliyorlardı. Fakat ada devletinin
halkından yükselen muhalefet ve tepki o kadar ile ri ölçülere varmıştı ki, ABD ve İngiltere, sonunda
diktatörün devrilmesine razı olmuş ve bunun için
gerekenleri yapmışlardı.
Yine senaryoya göre, bu diktatörün yerine,
Amerikan ve İngiliz tertibiyle bir başka lider getirilmişti. Fakat o lider de, bir süre sonra, fazlasıyla Moskova yanlısı bir tutum izlemeye başlamıştı.
Onun için, ABD ve İngiltere, ondan da kurtulmaya
karar vermiş ve gereğini yapmışlardı.
Fakat yerine kim geçecekti?
…
Tartışmaya katılanlar arasında, ABD ve
İngiltere’nin bazı önde gelen devlet adamları ve
komutanları yer alıyordu. O arada, General Haig,
eski CIA başkanlarından biri ve o sırada FBI başkanı olan şimdiki CIA Başkanı Webster de bulunuyordu. Almanya’dan da birkaç önde gelen politikacı vardı. Bu ülkeden gelenler dışında, ayrıca, bir eski İtalyan devlet adamı ile Türkiye’den
ben vardım.
Hayali ada devletine yeni bir lider aramasına
sıra geldiğinde, tartışmanın yöneticisi Amerikalı
profesör tartışmacılara bir kopya verdi:
- Ada devletinde, şimdilik bir köşeye çekilmiş,
fakat halk arasında saygınlığı olan bir sosyal demokrat politikacı nasıl devletin başına gelecekti?
Amerikalılar dediler ki:
- Onun kolayı var... Eski diktatör bizim adamımız olduğuna göre, bu ada devletinin silahlı kuvvetlerinde de bizim hatırımızı kırmayacak yakın
dostlarımız var demektir. Onlara söyleriz, sosyal
demokrat politikacıyı iktidara getirmenin bir yolunu bulurlar.
İngilizler de, Almanlar da bu çözümü hemen
benimsediler.
Ben, o zamana kadar, tartışmaya hiç katılmamıştım. …Tartışmayı yöneten Amerikalı profesör
birden bire bana döndü ve -Mister Ecevit, diyelim
ki o sosyal demokrat lider sizsiniz! Amerikalıların
önerdiği çözümü kabul eder misiniz, diye sordu.
Hiç duraksamadan özetle şu yanıtı verdim:
- Dostumuz ve müttefikimiz de olsalar, bazı
yabancı devletlerin içişlerimize böylesine karışmalarını ve silahlı kuvvetlerimizle böylesine içli
dışlı olmalarını içime sindiremem. Onun için, bu
çözümü kesinlikle kabul edemem. Kendi girişimimle ve serbest seçimlerle halkın desteğini alarak iktidara gelebilirsem gelirim; başka türlüsünü
düşünemem bile.
Tartışmanın ondan sonraki bölümünde, bir
yandan Amerikalılar bir yandan İngilizler beni
ikna etmek için uzun uzadıya dil döktüler. Nihayet, tartışmaya hararetle katılan, eski dostum bir
İngiliz muhafazakâr milletvekili bana çıkıştı:
- Görüyor musun bize yaptığını, senin direnmen yüzünden bu devlet sorununa bir çözüm bulamıyoruz, dedi.
Son olarak tartışma yöneticisi, General Haig’e
dönerek:
- Ecevit kabul etmemekte direniyor, bu durumda ne yapacaksınız, diye sordu.
General Haig özetle şu yanıtı verdi:
- Bizim bu gibi konularda deneyimimiz vardır.
Ecevit istemese de biz uygun gördüğümüz bir çözümü uygulatmanın yolunu buluruz, dedi.”1
Ecevit yazısını şu şekilde sonlandırmıştır:
‘‘Aynı General Haig’in, 1983’te, Türkiye’deki
genel seçimlerden kısa bir süre önce ülkemize gelip yaptığı temasları bilenler, kendisinin televizyon programındaki sözlerini herhalde pek yabana atamazlar.”
Ecevit’in ifadelerine göre Şer İttifakı, Ecevit’e
rağmen Ecevit’i, Türkiye’de iktidar yapmaya karar
vermiştir. Bu gerçekleşti mi? Gerçekleştiyse, nasıl
başarılmıştır?
Bunun için tarihe tekrar dönmemiz gerekecektir. 28 Şubat postmodern darbesinden sonra Türkiye bir türlü hükümet krizini çözememiştir. Böyle bir dönemde devrin cumhurbaşkanı Süleyman
Demirel, Meclis’te dördüncü parti olan Ecevit’e
azınlık hükümeti kurdurmuştur.
Bu azınlık hükümeti zamanında, Askerlerin Suriye’ye baskısıyla Abdullah Öcalan Suriye’den çıkarılmıştır.
Suriye’den çıkarılan, değişik ülkelerden sığınma
talep eden ve alamayan Öcalan ABD tarafından
“paketlenip” Türkiye’ye teslim edilmiştir. Azınlık
Hükümetinin Başbakanı Ecevit’in halk indinde
itibarı, çok hızlı bir şekilde artmış; ilk genel seçimlerde %22 civarında bir oy alarak birinci parti
olmuştur. Bu arada Öcalan’ın teslim edilmesine
denk düşen zaman dilimi ve sonrasında, İç Anadolu, Akdeniz, Ege ve Trakya’da, terör olaylarında ani bir artış meydana gelmiştir! Terör, MHP’yi
yaklaşık %18 oy oranıyla ikinci parti yapmıştır.
Seçimlerin ardından Ecevit’in başkanlığında bir
koalisyon hükümeti kurulmuştur.
Ecevit’e rağmen Ecevit, Abdullah Öcalan sayesinde önce birinci parti olmuş sonra da iktidar yapılmıştır. Ecevit ölünceye kadar, “Abdullah Öcalan bana niçin teslim edildi, bir türlü anlayabilmiş
değilim”, deyip durmuştur.
Şer İttifakı tarafından bu şekilde iktidar yapılmış olan Ecevit’ten, Şer İttifakı daha sonra şunları
-medyaya yansıyanlar kadarıyla- istemiştir:
· “Erbakan Hocanın İran’la yaptığı doğal gaz
anlaşmasının iptal edilmesi.
· Saddam Hüseyin’in devrilmesi için Türkiye’nin
tüm üsleri ABD’ye açması ve ABD ile birlikte
Irak’a girmesi.
· Kıbrıs ve Ermenistan sorunlarının, Şer İttifakının öngördüğü şekilde çözülmesi.
Bildiğimiz kadarıyla Ecevit, bunları gerçekleştirmemiştir. Bunun üzerine ülkede ekonomik
kriz çıkartılmış ve kendisi, özel bir hastaneye yatırılmış; partisi, Kemal Derviş-İsmail Cem İpekçi Hüsamettin Özkan üçlüsü tarafından bölünmüştür/böldürülmüştür.
İlk genel seçimlerde de DSP
%2 civarında rey alarak siyaset sahnesinden tasfiye edilmiştir.
V. Marchetti, J. D. Marks’ın CIA adlı kitabında
Şer İttifakının şeytani çalışma tarzını ifade eden
şu ifadeye burada yer vermekte fayda vardır:
“Mesela büyük fakat kalkınmamış bir memleket söz konusu olduğu bir olayda, bir partinin
sermayesine, partinin haberi olmadan para eklenmiştir.”2
Görülebileceği gibi Şer İttifakı Ecevit’e rağmen
Ecevit’i iktidar yapmış ve yine ona rağmen, onu
siyaset sahnesinden silebilmiştir.
Bu operasyonunun ana sebebi nedir?
“Hayır Diyebilen Bir Türkiye” İstenmemektedir
Türkiye’deki darbeleri, genel hatları ile incelediğimizde, hepsinin en genel ve özgün ortak paydası, Şer İttifakının, Türkiye’de kendisine “hayır
diyecek/diyebilecek” bir siyasi iktidar istememiş
olmasıdır. Evet, uzun yıllar siyasette kalmış, değişik bakanlıklarda bulunmuş, bir siyasetçi olan Kamuran İnan’ın deyişi ile “Hayır Diyebilen Bir Türkiye” istenmemektedir:
“Teslimiyet bizde işin icabı haline gelmiş; asıldır. İstisnaların, kaide dışına çıkanların başına
gelmedik kalmıyor. Devletin menfaat ve onurunu
korumakta kararlı olanların karşısına dikilen bir
iç cephe vardır. Alışılmışın dışına çıkanlar karşılarında bu cepheyi bulur...
Büyük güçler hiçbir şeyi tesadüfe bırakmaz.
Kendi menfaatlerini korumak, karşı tarafa kabul ettirmek için hiçbir tedbiri ihmal etmez, açık
kapı bırakmazlar. Stratejik ve ekonomik bakımdan önemli menfaatleri bulunan memleket rejim
ve idarecilerinin kendilerine yakın olması temel
hedefleridir. Bu hedefi gelişme halinde olan memleketlerde kolay gerçekleştirirler. Bu gibi memleketlerde basın ve kamuoyunu yönlendirmek, iç
müttefikler bulmak zor olmuyor. Bugün önemli
sayıdaki memleket, özellikle Müslüman memleketteki idareler büyük güçlerin desteği ile ayakta
durmaktadır; her bakımdan bağımlıdırlar. Kendi
insanlarının menfaatinden ziyade, sanayileşmiş
memleketlerin menfaatlerine hizmet ederler.
Bu
gibi memleketlerdeki darbeleri tesadüfe bağlamak
veya halk hareketi olarak görmek yanlıştır. Bunların arkasında, genellikle, dış menfaat bulunmaktadır. Büyük güçlerin, uzun süre, HayIr işitmeye
tahammülü yoktur. HayIr diyenler gider, yerlerine evet diyenler gelir. Nerede ve nasıl şişirildiği
belli olmayan paraşütlerle siyaset meydana inen
“lider”ler bizde de görülmüştür.
...Hiçbir şeyi tesadüfe bırakmayan büyük güçler, menfaatleri bulunan memleketlerde
Evet’çilerin iktidar olmasını kolaylaştırıyor. Birçok memlekette -biz dâhil- iktidarların nasıl oluştuğu henüz ciddi bir şekilde araştırılmış, açıklık
kazanmış değil. “Gizli kuvvetlerin gücünü ihmal
etmemek lazım...”3
Sonuç:
Gereği Yapılırsa Sonu Zaferle Bitecek
Zorlu ve Sıkıntılı Bir Süreç
İstanbul Beşiktaş’ta Çevik Kuvvete ve
Kayseri’de komandoları taşıyan bir otobüse yönelik canlı bomba saldırılarının ve Rusya büyükelçisinin çok garip bir şekilde Ankara’da öldürülmesinin, çok amaçlı ve çok mesajlı saldırılar olduğu
kanaatindeyiz.
MİT müsteşarı Hakan Fidan’ın ifadeye çağrılmasının ardından başlayan Kadife Darbe süreci,
nasıl 15 Temmuz ihanet darbe girişimine gelip dayanmış, çok aşamalı ve uzun vadeli bir stratejinin
ürünü ise; Şer İttifakı tarafından Beşiktaş’ta Çevik
Kuvvete yapılan saldırı da, kanaatimize göre yeni
bir sürecin başlangıcıdır.
Gözlemlerimize göre, “dolaylı harp stratejisi”
kapsamında birbirine taban tabana zıt taktiklerle,
çok farklı noktalarda, ortamlarda, farklı toplum
kesimlerinde Türkiye’ye ard arda saldırılar düzenlenmek üzere bir strateji çizilmiş ve uygulamaya
sokulmuş gibi gözükmektedir.
Bu noktaya özel vurgu yapmamızın sebebi,
Türkiye’nin Taksim Gezi Parkı olayını vaktinde,
gerektiği gibi algılayamaması, değerlendirememesi ve yorumlayamaması; bundan dolayı da zamanında, gerekli tedbirleri alamaması, Şer İttifakına
karşı gerekli birleşik cephe hareketini kurup, genişletip, geliştirememesidir.
Türkiye bugün aynı
hataya tekrar düşmemelidir.
Dikkat edilmesi gereken bir başka nokta da,
Gülen Hareketi merkezli, çeşitli tipte eylemler gerçekleştirebilecek yeni bir silahlı taşeron terör örgütünün sahaya sürülmesi ihtimalidir. Müslüman
maskeli böyle bir örgütün sahaya çıkarılması, ciddi sosyolojik ayrışmaya sebebiyet verebilir. Şer İttifakının buradaki amacını ve hedefini iyi okumak
gerekmektedir.
Türkiye’nin bu gerçekleri görmesi, ders alması, özgür ve adil bir düzlemde tartışma imkânları
ihdas ederek, güçlü ortak paydalar oluşturup bütünleşmesi ve Şer İttifakına karşı tek yürek olması
tarihi bir sorumluluktur, zarurettir bugün.
Henüz Vakit Varken; Yarın Çok Geç Olabilir.
Zira Hz. Muhammed (s.) buyurur ki;
“Şunu da bil ki nusret (i ilahî) sabırla birlikte
gelir, kurtuluş da sıkıntıyla gelir, zorlukta da kolaylık vardır, bir zorluk iki kolaylığa asla galebe
çalamayacaktır.”