6 Kasım 2015 Cuma

Sosyolojik Savaş - 1

 (Milli Gazete)

İnsanlık, Hz. Adem’le İblis arasında başlayan ve kıyamete kadar sürecek olan bir mücadelenin muhatabıdır. Bu mücadele tarih boyu iktisadi, siyasi, askeri, kültürel, psikolojik ve sosyolojik boyutlu olarak hep var olmuş ve var olmaya da devam edecektir. Değer sistemleri, doğası gereği kendilerini mutlak hak olarak görür ve kendi dışındaki değerlere karşı tahammülsüzdürler. Değerlerin kendilerini mutlak hak olarak görmeleri, onları inhisarcı yapar ve sınırsız ve topyekûn bir mücadeleye sevk eder. Bu sınırsız ve topyekûn mücadelenin hedefi, diğer tüm değer sistemlerini tasfiye ederek tüm dünyaya hâkim olmaktır.

Bu mücadelede kullanılan vasıtalar bilim ve teknolojinin gelişmesine bağlı olarak değişip genişlemiştir. Psikoloji, sosyoloji ve antropoloji v.b. bilim dalları gelişip sistemleştikçe, elde edilen bulgular, bu büyük mücadelede daha sistematik olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu bulgular, mücadelede sistematik olarak kullanılmaya başlanınca savaşın şekli, vasıtaları ve muhtevası değişmiştir. Bu yeni mücadele şekli, “Sosyolojik Savaş” olarak adlandırılmaktadır.

Bugün Afganistan-Pakistan-Irak-Suriye-Türkiye-Libya-Yemen-Somalı-Sudan düzleminde yoğunlaşan iç çatışmalar, sosyolojik savaşın bir sonucudur. O nedenle Bugün sosyolojik savaş, başta Türkiye olmak üzere ümmetin en önemli bir sorunudur.

Bu yazı serisinde, sosyolojik savaş üzerinde bir değerlendirme yapılacaktır. Ancak sosyolojik savaşı daha iyi anlayabilmek için Kimliğin oluşumu ve kimlik krizini öncelikle ele almamız gerekmektedir.

Kimlik ve Oluşumu

İnsanoğlu tarih boyu hayatın başlangıcı ve sonucuna ilişkin bir sorgulama içinde bulunmuştur. Bu, doktriner (akidevi) bir arayıştır. Hayat, kâinat, insan ve bunların başlangıç ve sonuçlarına ilişkin sistemli bir düşünceye ulaşmak demek bir doktrine/akideye, değerler sistemine sahip olmak demektir. Değerler sistemi, kim olduğumuzu ve kimlerden olduğumuzu, nereden gelip, nereye gittiğimizi cevaplandırır.

Bu soruların cevapları, tek bireyin malı olmaktan çıkıp, bireylerin ortak doğruları olduğu zaman topluluk; bireylerin toplamı -yığın-, olmaktan kurtulup toplum olmaya hak kazanır. Bireyler arasında ortak değerler arttıkça bütünleşme sağlanır. Kader birliği oluşur. Hayat, ortak paydalar etrafında şekillenir. Yeni bir hayat tarzı ortaya çıkar. Gelenek, görenek, örf, adet, töre, yazılı olan ve olmayan hukuk, ekonomi, eğitim, ahlak, özetle her şey, ana değerler sistemine göre oluşur ve gelişir. Bütün bunlarla örtüşen bir kültür ve medeniyet meydana gelir.

Değer sistemi, hayatın başlangıcı, sonucu, ölüm ötesini kuşatacak bir donanıma sahipse evrensellik iddiasında bulunabilir. Evrensellik iddiasındaki değer sistemlerinde değerler, iki ana sınıfta toplanabilir. Birincil değerler ve ikincil değerler.

Birincil değerler; zaman ve mekândan bağımsız, kalıcı, değişmeyen, o değerler sistemi için olmazsa olmazlardır. İkincil değerler, birincilerle uyumlu ve fakat zaman ve mekâna bağımlıdır. Birinciler değişmeden kalırken, ikinciler değişik coğrafyada, farklı şartlarda, farklı zaman dilimlerinde farklı şekiller alabilir. Hatta uygulamadan kalkabilir de. Aynı koşullar meydana geldiğinde, yeniden uygulanabilir. Bir değer sistemi, farklı değer sistemleri ile etkileşerek yeni ikincil değerler kazanabilir. Bu boyutu ile bakıldığında kültürler arasında karşılıklı etkileşim olabilir. Ancak birincil değerlerde değişim, o düşünce ya da değerler sisteminin kendini inkârıdır. Oluşturduğu kültür ve medeniyetin yıkımıdır.

Değerler sisteminin hayatın değerlendirilmesi ve tanzimine ilişkin ortaya koyduğu maddi ve manevi her şey kültür ve medeniyet olarak isimlendirilmektedir. Dolayısıyla her kültür ve medeniyet, dayandığı değer sistemine bağlı olarak hayatı yorumlar ve tanzim eder. Bu gücünden dolayı saygındır, özgündür. Ancak zaman ve mekâna bağlı olarak, özü aynı kalmak kaydıyla değişime uğrayabilir. Ana doğrular etrafında değişebilirlik bir kültür ve medeniyetin gücünü gösterir; ona gelişip yayılma imkânı verir. Her kültür ve medeniyet, bazı ortak paydaları olsa bile bir başka kültür ve medeniyetin aynı olamaz.

İnsanın bir değer sistemine ya da bir kültüre tabi olması ile başlayan değişimi, kendisinin başkaları ile aynileşmesine ya da farklılaşmasına neden olur. Bu, insanın kendini yeniden tanımlaması ve konumlandırmasıdır. Bu aşamada “ben ve öteki” vardır; “ben idraki” ortaya çıkar. Bireyler arasındaki etkileşimin yönüne bağlı olarak “ben ve ötekiler” (1) ya da biz ve ötekiler meydana gelir. Tanımlama, konumlandırma ve tasnif etme, belli özellikler, ortak paydalar, etrafında bireylerin bütünleşmesi, kaynaşmasıdır. Olaylar karşısında, genel olarak, benzer tutum ve tavrı ortaya koyabilmeleridir. Daha genel bir ifade ile kader birliği yaparak dayanışma içerisine girmeleridir. İşte bu, bir kimliğin oluşumudur.

Kimlik, konumlanma, aidiyetin ve tasnifin ortak paydalara göre yapılışıdır. Bir özdeşleşmedir. Kazanılan ortak özelliklerin bütünleşmesi, güven duygusunun oluşumudur. “Farklı” oluştur, “farklılık” şuurudur. Kendinden beklenen rollerin istenerek yapılmasıdır. Değerlerin, kuralların ve onların yaptırım gücünün belirli ve sürekli oluşudur. Değerlere, kurallara, daha genel ifade ile kültür ve medeniyete kesin ve emin bir inançla bağlanıştır. Karşılıklı etkileşimin ortak bir senteze ulaşabilmesidir. Kutsalları, ortak bir zeminde saygın bir şekilde severek, isteyerek gönül huzuru içinde tutabilmedir. Kimlikte, ferdi olandan toplumsal olana doğru bir açılma, aynılaşma, aidiyet olgusu vardır.

Kimlikte önemli olan bireyin/bireylerin kendisini/kendilerini nasıl algıladığı, değerlendirdiği, konumlandırdığı ve kimlerle özdeş kıldığıdır. Karşıdakine/ Karşıdakilere göre kendine nasıl bir konum biçtiğidir. Burada önemli olan başkalarının onu nasıl görüp konumlandırdığı değil; kendisinin kendisini nasıl görüp konumlandırdığı, kim ya da kimlerle kader birliği yaptığıdır.

Kimliğin Elemanları

Bir kimliğin üç ana unsuru mevcuttur:

• Taraflar: Ben/Biz, Öteki/Ötekiler

• Ortak payda ya da ortak özellikler: Temel değerler, tarih, coğrafya, dil, kan, kültür-medeniyet, vatandaşlık, özel sözleşme; Bizim aramızda, Ötekiler arasında

• Taraflar arasında ki etkileşim: Dost, Müttefik, Düşman, Rakip

Burada en önemli unsur, bizi biz yapan, bizi birbirine bağlayan ortak paydanın ya da ortak özelliklerin ne olduğudur. Kimlikte bu ortak payda, değer sistemi, tarih, coğrafya, dil, kan, kültür-medeniyet, özel sözleşme, soy bağı, vatandaşlık bağı gibi özellikler etrafında oluşur. Seçilen ortak payda kimliği niteler: Dini kimlik, milli kimlik, ulusal kimlik, etnik kimlik, bireysel kimlik, ümmet kimliği gibi. Bunlar arasında en etkin olanı değer sistemidir. Değer sistemi, bir taraftan bizim kendi aramızda ki hukuku, İç Hukuk, belirlerken; diğer taraftan bizimle ötekiler arasındaki ilişkiyi de, hukuku da, dış hukuk, belirler. Değer sisteminin değişmesi, hem iç hem de dış hukukun değişmesine neden olacaktır.

Kimlik Krizi: Kimlikten Şüphe

Kimlik ortak paydalar etrafında rızaya dayanan bir birliktelik olduğuna göre ortak paydaların zayıflaması-azalması ya da parçalanması, kimlikte ayrışmaya ve krize neden olacaktır. Fertlerin ortak paydaya karşı şüphe duyması, kimlik için en ciddi tehlikedir. Çünkü Kimlik, ortak değerlere rıza tabanlı bir bağlanış olduğu için fertlerin ortak değerlere mutmain olmuş olarak bağlanmaları önemlidir. Buna kimliğin mutmainlik ilkesi diyebiliriz. Mutmain olma duygusu, aidiyeti kuvvetlendirirken, kişiye de yüksek bir enerji kazandırır.

Kimlik oluşumunda mutmain olma olgusu, Kur’an’ın üzerinde yoğun bir şekilde durduğu bir konudur. Vahyi bilginin mutmainlik ilkesine verdiği önemi bütün peygamberlerin kimlik oluşturma mücadelesinde görebilmekteyiz. Hz. İbrahim’in âlemlerin Rabbi olan Allah’a karşı, “ölüleri nasıl dirilttiğinin kendisine gösterilmesini” istemesini bu açıdan değerlendirmek gerekmektedir (2 Bakara 260). Bu ayette Allah’ın “inanmıyor musun ” sorusuna Hz. İbrahim’in verdiği, “Hayır inandım; ancak kalbimin tatmin olması için” şeklindeki cevabı çok anlamlıdır. Allah’ın Hz. İbrahim’in kalbinin mutmain olması için gerekeni yapması, kimlik krizinin ortaya çıktığı durumlarda müminler için izlenecek yolun bir ölçüsü olarak değerlendirilmelidir.

Bir beşerin mutmain olmak için Âlemlerin Rabbi’ne soru yöneltebilmesi ve cevabını alabilmesi üzerine bugün hepimizin oturup düşünmesi gerekmektedir. Çoğunluk olmak ya da güç ve kuvveti elde bulundurmak sorunun zorla, baskı ile çözüme kavuşturulabileceği vehmine kimseyi kaptırmamalıdır. Bugün Türkiye’nin en ciddi sorunu, bu ülke insanlarının genelinin kalbi mutmain olmuş bir şekilde bir üst kimlikte uzlaşamamış olmasıdır.

Bu sorun, güç kullanarak değil; tartışarak, konuşarak, doğrularda anlaşarak, uzlaşarak ve ortak paydalar oluşturarak çözülebilir. İşte bu aşamada Hz. İbrahim’in duruşu gibi bir duruş, hayati bir önem kazanır. Çünkü Hz. İbrahim, vahyi bilgi, akıl ve beş duyuyu (gözlem ve değerlendirme) en estetik ve ayrıntılı bir şekilde kullanarak bir kimliğin, nasıl ortaya çıkabileceğini bize göstermektedir(6 Enam 74-78; 19 Meryem 42; 26 Şuara 72-73; 29 Ankebut 17; 37 Saffat 91- 95; 21 Enbiya 58-67).

Sonuç: Dini Hassasiyeti Olan Türkler ve Kürtler Ümmet Kimliğinden Şüpheye Düşmeyin

Kimlikler ya da değerler arasında mücadele, zaman zaman çok sert şekil alabilir. Çok farklı nedenlerle, psikolojik faktörlerle iman edenlerin ruh dünyalarında geçici de olsa kırılmalar meydana gelebilir. Bu beşeri bir vakadır. Bu nedenle Allah’ın yol boyu, kendi peygamberlerini şüpheye düşmeme konusunda uyarıp desteklediğini göz önüne almak gerekmektedir: “Gerçek (hak) Rabbindendir. Şu halde sakın kuşkuya kapılanlardan olma”.(2 Bakara 147; 3 Al-i İmran 60; 6 En’am 114; 10 Yunus 94-95)

Gerçekte uyarılan ve desteklenen Peygamberlerin şahsında peygamberlerin izinden gidenlerdir.

Öyleyse, Ey İman Edenler, Ümmet Kimliğinden asla vazgeçmeyin.

Unutmayın! Sosyolojik savaş kimlik krizi inşası üzerine yapılan bir savaştır.

Henüz Vakit varken!

Kaynaklar

1- Kösoğlu, N., Kültür Kimlik Üzerine, Türkiye Günlüğü, sayı 33 1995, s. 41-47.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...