(Milli Gazete)
Giriş
Burada, HDP’nin barajı aşmasında çok etkili olan, AKP
Kurmaylarının, özellikle, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kürt Sorununa/Çözüm Sürecine
ilişkin söylemleri ele alınıp değerlendirilecektir.
“Kürt Sorunu İçin Hayatımı Ortaya Koydum” Noktasından
“Kürt Sorunu Yoktur” Noktasına Doğru Bir Söylem Değişikliği
AKP yöneticileri, Türkiye’nin en ciddi meselelerinden biri
olan ve adına “Kürt Sorunu” dedikleri bir sorunu, “Çözüm Süreci” adı altında
çözebilmek için seferber olmuşlar, öngördükleri bir programı, zamana yayarak
cesaretle uygulamaya başlamışlardır. “Kürt Sorununu” çözmek için uyguladıkları
metot, muhatap aldıkları kesim ve uyguladıkları politikalarda eksiklikler ve
yanlışlıklar olsa bile kararlılıkla meseleyi çözmeye gayret sarf etmişlerdir.
Buna karşılık da çözüm sürecinin Türkiye’nin hayrına olacak
tarzda çözüme kavuşturulmasını istemeyen Kadife Darbeci Kadro, süreci
engelleyecek ve Kürt halkını AKP’den koparacak bir stratejiyi adım adım uygulamıştır.
AKP yöneticilerinin Taksim Kadife darbe sürecini
algılamadaki zafiyetleri, Kürt seçmen üzerinden kurulmuş olan tezgâhın
görülmesini engellemiştir. Kadife Darbeci kadronun dini hassasiyeti yüksek olan
Kürt seçmeni, AKP’den koparmak için uzun zamandan beri çok özel bir çalışmanın
içerisinde olduklarını görememişlerdir. Bu stratejinin uygulanmasına ilişkin
bir başlangıç tarihi, kesin olarak söyleyememekle beraber sürecin, Hatip
Dicle’nin milletvekilliği seçiminin iptal edilmesi ve ardından mahkûmiyeti ile
birlikte başladığını söyleyebiliriz.
Hatip Dicle’nin Milletvekilliğinin İptal Edilmesi
12 Haziran 2011 genel seçimlerinde, Hatip Dicle’nin adaylığı
iptal edilmiş ve fakat ardından başlayan yaygın sokak hareketleri sonucu, iptal
kararı geri alınmış ve Dicle, 12 Haziran’da Diyarbakır’dan bağımsız
milletvekili seçilmiştir. Ancak Hatip Dicle hakkındaki daha önce var olan bir
mahkûmiyet kararı, her nedense, seçimden birkaç gün sonra, Yargıtay tarafından
onanarak kesinleşmiş; Hatip Dicle’nin milletvekilliği düşürülmüş ve onun yerine
AKP 6. sıra adayı Oya Eronat milletvekili seçilmiştir (1). Yargı kararındaki
zamanlama, kamuoyunu rencide etmiş ve BDP’nin AKP aleyhinde propaganda
yapmasına imkân vermiştir. AKP’li Kürt seçmenin zihin dünyasına ilk şüphe
tohumları, bu olayla ekilmeye başlanmıştır.
Uludere (Roboski) Katliamının Açıklığa Kavuşturulamaması
Kürt halkının zihin dünyasında derin yaralar açan, etkili
olaylardan biri, 12 Haziran 2011 seçiminden yaklaşık 6 ay sonra, 28 Aralık 2011
tarihinde, Uludere’de (Roboski) çoğunluğu çocuk/genç olan 34 “kaçakçı sivilin”
savaş uçakları tarafından bombalanarak öldürülmesidır.
Uludere olayını, Kadife Darbeci kadro mu tezgâhladı; yoksa
meydana getirdiği sonuçlardan yararlanmaya mı kalktı, bunun için bir şey
söylemek, çok zordur. Ancak AKP iktidarının, olayı aydınlığa kavuşturamaması,
suçluları bulup yargılayamaması, Kürt halkı üzerinde şok etkisi yapmış ve bu
şoktan Kadife Darbeci kadro, çok iyi yararlanmış ve Kürt Halkı ile AKP arasında
fay hattı meydana getirmeye başlamıştır.
Kadife Darbeci Kadronun Kobani Kıskacı
Kürt halkı üzerinde çok daha etkili olan ve derin izler
bırakan, Suriye üzerinden planlanan ve Türkiye’yi çok zor duruma sokan, İŞİD’in
Kobani kuşatmasıdır. Suriye’nin Türkiye sınırındaki Kobani kasabası, 2014 Eylül
ayından itibaren IŞİD’in saldırısına uğramış, YPG ile İŞİD arasında yoğun bir
çatışma yaşanmaya başlanmış ve Kobanı’nın büyük bir kesimi İŞİD’in eline
geçmiştir. Bu dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan, Gaziantep’te Suriyeli
sığınmacılara yaptığı konuşmada, “İşte Kobani de düştü düşüyor”…, “IŞİD’e
olduğu kadar PKK’ya da” karşı olduğuna ilişkin ifadeler kullanmıştır(1).
“Türkiye’nin sürece müdahale etmesi gerekir” şeklinde
uluslararası bir kampanyanın yapıldığı bir dönemde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu
sözleri, Kürt halkını olumsuz etkilemiş ve bu, Kadife Darbeci Kadro tarafından
bölgede AKP’nin aleyhine kullanılmıştır. Kobani’de hayatını kaybetmiş olan
Viyan Peyman’ın kendi sesinden Kobani ağıtını bölgede sürekli dinletilmesi,
halk üzerinde etkili olmuştur.
Ayrıca Kobani olayları dolayısıyla HDP’nin önderliğinde,
Türkiye’nin 50’ye yakın ilinde kanlı eylemler düzenlenmesi, Batıdaki
seçmenlerde korku meydana getirerek MHP’ye yönelmesini sağlamıştır. Böylece
Kobani olayları, AKP’den hem HDP’ye hem de MHP’ye oy kaymasının zeminini
hazırlamıştır.
Kobani olaylarının Kürt halkı üzerinde meydana getirdiği bir
başka etki, AKP iktidarının, YPG/PYD’ye karşı IŞİD’i desteklediği şeklinde bir
inancın yaygınlaşmasıdır. Seçim haftasında Cumhuriyet Gazetesinde “MİT Tırları
ile silah sevkiyatı yapılıyordu işte fotoğraflar” şeklindeki bir haberin amacı
da, bunu desteklemek içindi.
Türkiye ve ABD desteği ile YPG’nin İŞİD’e karşı zafer
kazanması, hem Türkiye’deki Kürt halkı nezdinde hem de uluslararası kamuoyunda
PYD’nin itibar kazanmasına neden olmuştur. PYD güçlerinin Suriye’de üç kantonla
Rojava bölgesini yönetmeye başlaması ve Akdeniz’e doğru genişlemeyi hedef
alması, Türkiye’de hem Kürt halkı üzerinde hem de Kürt olmayan halk üzerinde,
birbirine zıt iki farklı etki meydana getirmiş, bu da, AKP’nin aleyhine bir
gelişmeye neden olmuştur.
AKP’nin Milletvekili Aday Listesi
AKP’nin Milletvekili adaylarından, genel olarak, Türkiye’nin
her tarafında, özel olarak da Güneydoğu’da çok şikâyet edilmiştir. Doğu ve
Güneydoğu’da oluşturulan listelerde, Arap - Kürt, aşiret yapıları ve ilçe
yapıları dengesi gereğince göz önüne alınmamış ve genel olarak bölgeye ithal
adaylar gönderilmiştir. “Şafi olan Zazaların” etkin olduğu illerde “başı açık
kadın” aday gösterilmesi, Batıda Kürt halkının çok yoğun yaşadığı bazı
illerde de Kürt kökenli aday gösterilmemiş olması, AKP’nin yaptığı ciddi
hatalardandır. Seçimler noktasında bu kadar tecrübeli bir kadronun, bunları
nasıl göremediği ve bu hataları niçin yaptığı ya da yapmak zorunda bırakıldığı
anlaşılamamaktadır.
Buna karşılık, HDP, toplumun farklı kesimlerine hitap eden
Altan Tan, Celal Doğan, Dengir Mir Mehmet Fırat, Hüda Kaya, Garo Paylan, Turgut
Öker, Ali Kenanoğlu gibi, farklı kimlikli adaylarla yöre halkının karşısına
çıkmıştır.
Genç Kürt Kuşağının Etkisi
Güneydoğu Bölgesinde AKP’nin oy kaybına uğramasının bir
başka nedeni, 1990 sonrası doğan genç kuşağın, yeni kuşak, Kürt aile yapısı
üzerinde etkili olması ve daha kavmiyetçi olmasıdır. Bu bölgede eskiden,
geleneksel olarak, Ağa, Şeyh, Aşiret Lideri ve Baba’nın sözü geçerdi; kime oy
verileceğine bunlar, karar verirdi. Yeni nesil, buna karşı çıkarak eski kuşağın
etkisini kırmış ve ailenin oylarının HDP’ye yönelmesinde ciddi etkileri
olmuştur.
“Kürt Sorunu Diye Bir Sorun Yoktur”(!)
Erdoğan, Diyarbakır’da “Kürt sorunu benim sorunumdur” deme
cesaretini gösteren ilk Başbakandır. Meseleyi çözmek için hayatını ortaya
koyduğunu yol boyu hep ifade etmiştir. Ancak “Kürt sorunu benim sorunumdur”
diyen Başbakan Erdoğan, 15 Mart 2015’de, Balıkesir’de, “Şimdi bakıyorsun, varsa
yoksa Kürt sorunu... Kardeşim ne Kürt sorunu ya Neyin eksik senin, daha ne
istiyorsun Allah aşkına bizden farklı neyiniz var, her şeye sahipsiniz” ve 28
Mayıs 2015’de, Aksaray mitinginde, HDP’lileri kast ederek, “Ya bunlar ateist,
bunlar Zerdüşt” diyen bir Cumhurbaşkanı Erdoğan olmuştur (1).
Ahmet Davutoğlu Başbakanlığında AKP iktidarı, İmralı
heyetiyle 28 Şubat 2015 tarihinde “Dolmabahçe Mutabakatını” kamuoyuna
açıklamıştır. Bu açıklamaların ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan, bunun yanlış
olduğunu kamuoyuna duyurarak sürece müdahale etmiş ve karşı çıkmıştır.
Cumhurbaşkanının bu kapsamdaki açıklamaları ile birlikte,
Kadife Darbeci Kadro, “Çözüm istemeyen taraf Öcalan, Kandil, HDP değil,
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Hükümet, AKP” şeklinde bir kampanya başlatmıştır. Bu
kampanya, yol boyu çok etkili olmuştur.
AKP, özellikle, Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu seçim süresince
daha milliyetçi bir dil kullanmıştır. Gerekçe ne olursa olsun, Kürt Sorununu
çözmeye baş koymuş bir liderin böylesi milliyetçi bir dil kullanması, Dini
hassasiyeti yüksek olan Kürt halkını, özellikle gençleri, olumsuz etkilemiş,
Erdoğan’ın ve AKP kurmaylarının sorunu çözmedeki “samimiyetini”(!) sorgulamaya
başlamışlardır.
Güneydoğuda Can Güvenliği/Kamu Güvenliği
AKP kurmayları, üç seçim döneminde, zaman zaman, CHP
ve MHP liderlerine seslenerek, adeta, “Erkekseniz gidin Güneydoğu’ya miting
yapın”(!) çağrısında bulunmuşlardır. Bu, siyasi iktidarın kendi ağzından
Güneydoğu’da kamu güvenliğinin olmadığının itirafından başka bir şey değildir.
Bölge halkından gelen yaygın şikâyetler, “can güvenliklerinin olmadığı”, “halk
mahkemelerinin kurulduğu”, “halktan haraç toplandığı”, “PKK tarafından kimlik
kontrolünün yapıldığı”, “ birçok ailenin göçe zorlandığı” ve “yoğun bir
tehdidin” var olduğu şeklindedir.
7 Haziran 2015 Genel Seçim süresince, ülkenin değişik yerlerinde
MHP ve HDP seçim büroları, araçları ve adayları silahlı saldırıya uğramıştır.
Güneydoğu’da ise HÜDAPAR’in seçim bürolarına, mensuplarına ve adaylarına ölümle
sonuçlanan kanlı saldırılar yapılmıştır. 5 Haziran’da HDP’nin Diyarbakır
mitinginde ise iki bomba patlatılarak 8 kişi öldürülmüş, onlarca kişi de
yaralanmıştır. Böyle bir olayın ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Birbirlerini
öldürüyorlar” şeklinde bir açıklama yapmıştır.
İnsanların can güvenliğini sağlamakla sorumlu devletin, başı
olan Cumhurbaşkanı’nın böyle bir açıklama yapması, bölgeden gelen şikâyetleri
dikkate almaması, anlamlı değildi ve uygun da değildi.
Sonuç: Tezatlı Davranışın Çift Yönlü Etkisi Ya da
Bumerang Etkisi
Çözüm Süreci ile ilgili bütün bu olup bitenler, Türkiye’nin
Batı, Güney ve Kuzey’inde “güvensizlik” duygusunun; Doğu ve Güney
Doğusunda da “kandırılmışlık” duygusunun pekişmesine sebebiyet vermiştir.
Bu da, seçimlere yansımış; AKP, her iki tarafta oy kaybına uğramış, HDP ile MHP
oy kazanmıştır.
Ve;
(Hz. Şuayb) Dedi ki: “Ben, size yasakladığım şeyleri kendim
yaparak size ters düşmek istemiyorum. Benim istediğim, gücüm oranında yalnızca
ıslah etmektir.” (11 Hud 88)
Kaynaklar
1- Özdal, H., Radikal 10.06.2015.