25 Haziran 2015 Perşembe

Taksim kadife darbe sürecinin 7 Haziran 2015 genel seçimler aşamasi - 3: “Kürt sorunu için hayatımı ortaya koydum” noktasından “kürt sorunu yoktur” noktasına doğru bir söylem değişikliği

 (Milli Gazete)

Giriş

Burada, HDP’nin barajı aşmasında çok etkili olan, AKP Kurmaylarının, özellikle, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kürt Sorununa/Çözüm Sürecine ilişkin söylemleri ele alınıp değerlendirilecektir.

“Kürt Sorunu İçin Hayatımı Ortaya Koydum” Noktasından “Kürt Sorunu Yoktur” Noktasına Doğru Bir Söylem Değişikliği

AKP yöneticileri, Türkiye’nin en ciddi meselelerinden biri olan ve adına “Kürt Sorunu” dedikleri bir sorunu, “Çözüm Süreci” adı altında çözebilmek için seferber olmuşlar, öngördükleri bir programı, zamana yayarak cesaretle uygulamaya başlamışlardır. “Kürt Sorununu” çözmek için uyguladıkları metot, muhatap aldıkları kesim ve uyguladıkları politikalarda eksiklikler ve yanlışlıklar olsa bile kararlılıkla meseleyi çözmeye gayret sarf etmişlerdir.

Buna karşılık da çözüm sürecinin Türkiye’nin hayrına olacak tarzda çözüme kavuşturulmasını istemeyen Kadife Darbeci Kadro, süreci engelleyecek ve Kürt halkını AKP’den koparacak bir stratejiyi adım adım uygulamıştır.

AKP yöneticilerinin Taksim Kadife darbe sürecini algılamadaki zafiyetleri, Kürt seçmen üzerinden kurulmuş olan tezgâhın görülmesini engellemiştir. Kadife Darbeci kadronun dini hassasiyeti yüksek olan Kürt seçmeni, AKP’den koparmak için uzun zamandan beri çok özel bir çalışmanın içerisinde olduklarını görememişlerdir. Bu stratejinin uygulanmasına ilişkin bir başlangıç tarihi, kesin olarak söyleyememekle beraber sürecin, Hatip Dicle’nin milletvekilliği seçiminin iptal edilmesi ve ardından mahkûmiyeti ile birlikte başladığını söyleyebiliriz.

Hatip Dicle’nin Milletvekilliğinin İptal Edilmesi

12 Haziran 2011 genel seçimlerinde, Hatip Dicle’nin adaylığı iptal edilmiş ve fakat ardından başlayan yaygın sokak hareketleri sonucu, iptal kararı geri alınmış ve Dicle, 12 Haziran’da Diyarbakır’dan bağımsız milletvekili seçilmiştir. Ancak Hatip Dicle hakkındaki daha önce var olan bir mahkûmiyet kararı, her nedense, seçimden birkaç gün sonra, Yargıtay tarafından onanarak kesinleşmiş; Hatip Dicle’nin milletvekilliği düşürülmüş ve onun yerine AKP 6. sıra adayı Oya Eronat milletvekili seçilmiştir (1). Yargı kararındaki zamanlama, kamuoyunu rencide etmiş ve BDP’nin AKP aleyhinde propaganda yapmasına imkân vermiştir. AKP’li Kürt seçmenin zihin dünyasına ilk şüphe tohumları, bu olayla ekilmeye başlanmıştır.

Uludere (Roboski) Katliamının Açıklığa Kavuşturulamaması

Kürt halkının zihin dünyasında derin yaralar açan, etkili olaylardan biri, 12 Haziran 2011 seçiminden yaklaşık 6 ay sonra, 28 Aralık 2011 tarihinde, Uludere’de (Roboski) çoğunluğu çocuk/genç olan 34 “kaçakçı sivilin” savaş uçakları tarafından bombalanarak öldürülmesidır.

Uludere olayını, Kadife Darbeci kadro mu tezgâhladı; yoksa meydana getirdiği sonuçlardan yararlanmaya mı kalktı, bunun için bir şey söylemek, çok zordur. Ancak AKP iktidarının, olayı aydınlığa kavuşturamaması, suçluları bulup yargılayamaması, Kürt halkı üzerinde şok etkisi yapmış ve bu şoktan Kadife Darbeci kadro, çok iyi yararlanmış ve Kürt Halkı ile AKP arasında fay hattı meydana getirmeye başlamıştır.

Kadife Darbeci Kadronun Kobani Kıskacı

Kürt halkı üzerinde çok daha etkili olan ve derin izler bırakan, Suriye üzerinden planlanan ve Türkiye’yi çok zor duruma sokan, İŞİD’in Kobani kuşatmasıdır. Suriye’nin Türkiye sınırındaki Kobani kasabası, 2014 Eylül ayından itibaren IŞİD’in saldırısına uğramış, YPG ile İŞİD arasında yoğun bir çatışma yaşanmaya başlanmış ve Kobanı’nın büyük bir kesimi İŞİD’in eline geçmiştir. Bu dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan, Gaziantep’te Suriyeli sığınmacılara yaptığı konuşmada, “İşte Kobani de düştü düşüyor”…, “IŞİD’e olduğu kadar PKK’ya da” karşı olduğuna ilişkin ifadeler kullanmıştır(1).

“Türkiye’nin sürece müdahale etmesi gerekir” şeklinde uluslararası bir kampanyanın yapıldığı bir dönemde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu sözleri, Kürt halkını olumsuz etkilemiş ve bu, Kadife Darbeci Kadro tarafından bölgede AKP’nin aleyhine kullanılmıştır. Kobani’de hayatını kaybetmiş olan Viyan Peyman’ın kendi sesinden Kobani ağıtını bölgede sürekli dinletilmesi, halk üzerinde etkili olmuştur.

Ayrıca Kobani olayları dolayısıyla HDP’nin önderliğinde, Türkiye’nin 50’ye yakın ilinde kanlı eylemler düzenlenmesi, Batıdaki seçmenlerde korku meydana getirerek MHP’ye yönelmesini sağlamıştır. Böylece Kobani olayları, AKP’den hem HDP’ye hem de MHP’ye oy kaymasının zeminini hazırlamıştır.

Kobani olaylarının Kürt halkı üzerinde meydana getirdiği bir başka etki, AKP iktidarının, YPG/PYD’ye karşı IŞİD’i desteklediği şeklinde bir inancın yaygınlaşmasıdır. Seçim haftasında Cumhuriyet Gazetesinde “MİT Tırları ile silah sevkiyatı yapılıyordu işte fotoğraflar” şeklindeki bir haberin amacı da, bunu desteklemek içindi.

Türkiye ve ABD desteği ile YPG’nin İŞİD’e karşı zafer kazanması, hem Türkiye’deki Kürt halkı nezdinde hem de uluslararası kamuoyunda PYD’nin itibar kazanmasına neden olmuştur. PYD güçlerinin Suriye’de üç kantonla Rojava bölgesini yönetmeye başlaması ve Akdeniz’e doğru genişlemeyi hedef alması, Türkiye’de hem Kürt halkı üzerinde hem de Kürt olmayan halk üzerinde, birbirine zıt iki farklı etki meydana getirmiş, bu da, AKP’nin aleyhine bir gelişmeye neden olmuştur.

AKP’nin Milletvekili Aday Listesi

AKP’nin Milletvekili adaylarından, genel olarak, Türkiye’nin her tarafında, özel olarak da Güneydoğu’da çok şikâyet edilmiştir. Doğu ve Güneydoğu’da oluşturulan listelerde, Arap - Kürt, aşiret yapıları ve ilçe yapıları dengesi gereğince göz önüne alınmamış ve genel olarak bölgeye ithal adaylar gönderilmiştir. “Şafi olan Zazaların” etkin olduğu illerde “başı açık kadın” aday gösterilmesi,  Batıda Kürt halkının çok yoğun yaşadığı bazı illerde de Kürt kökenli aday gösterilmemiş olması, AKP’nin yaptığı ciddi hatalardandır. Seçimler noktasında bu kadar tecrübeli bir kadronun, bunları nasıl göremediği ve bu hataları niçin yaptığı ya da yapmak zorunda bırakıldığı anlaşılamamaktadır.

Buna karşılık, HDP, toplumun farklı kesimlerine hitap eden Altan Tan, Celal Doğan, Dengir Mir Mehmet Fırat, Hüda Kaya, Garo Paylan, Turgut Öker, Ali Kenanoğlu gibi, farklı kimlikli adaylarla yöre halkının karşısına çıkmıştır.

Genç Kürt Kuşağının Etkisi

Güneydoğu Bölgesinde AKP’nin oy kaybına uğramasının bir başka nedeni, 1990 sonrası doğan genç kuşağın, yeni kuşak, Kürt aile yapısı üzerinde etkili olması ve daha kavmiyetçi olmasıdır. Bu bölgede eskiden, geleneksel olarak, Ağa, Şeyh, Aşiret Lideri ve Baba’nın sözü geçerdi; kime oy verileceğine bunlar, karar verirdi. Yeni nesil, buna karşı çıkarak eski kuşağın etkisini kırmış ve ailenin oylarının HDP’ye yönelmesinde ciddi etkileri olmuştur.

“Kürt Sorunu Diye Bir Sorun Yoktur”(!)

Erdoğan, Diyarbakır’da “Kürt sorunu benim sorunumdur” deme cesaretini gösteren ilk Başbakandır. Meseleyi çözmek için hayatını ortaya koyduğunu yol boyu hep ifade etmiştir. Ancak “Kürt sorunu benim sorunumdur” diyen Başbakan Erdoğan, 15 Mart 2015’de, Balıkesir’de, “Şimdi bakıyorsun, varsa yoksa Kürt sorunu... Kardeşim ne Kürt sorunu ya Neyin eksik senin, daha ne istiyorsun Allah aşkına bizden farklı neyiniz var, her şeye sahipsiniz” ve 28 Mayıs 2015’de, Aksaray mitinginde, HDP’lileri kast ederek, “Ya bunlar ateist, bunlar Zerdüşt” diyen bir Cumhurbaşkanı Erdoğan olmuştur (1).

Ahmet Davutoğlu Başbakanlığında AKP iktidarı, İmralı heyetiyle 28 Şubat 2015 tarihinde “Dolmabahçe Mutabakatını” kamuoyuna açıklamıştır. Bu açıklamaların ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan, bunun yanlış olduğunu kamuoyuna duyurarak sürece müdahale etmiş ve karşı çıkmıştır.

Cumhurbaşkanının bu kapsamdaki açıklamaları ile birlikte, Kadife Darbeci Kadro, “Çözüm istemeyen taraf Öcalan, Kandil, HDP değil, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Hükümet, AKP” şeklinde bir kampanya başlatmıştır. Bu kampanya, yol boyu çok etkili olmuştur.

AKP, özellikle, Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu seçim süresince daha milliyetçi bir dil kullanmıştır. Gerekçe ne olursa olsun, Kürt Sorununu çözmeye baş koymuş bir liderin böylesi milliyetçi bir dil kullanması, Dini hassasiyeti yüksek olan Kürt halkını, özellikle gençleri, olumsuz etkilemiş, Erdoğan’ın ve AKP kurmaylarının sorunu çözmedeki “samimiyetini”(!) sorgulamaya başlamışlardır.

Güneydoğuda Can Güvenliği/Kamu Güvenliği 

AKP kurmayları, üç seçim döneminde, zaman zaman,  CHP ve MHP liderlerine seslenerek, adeta, “Erkekseniz gidin Güneydoğu’ya miting yapın”(!) çağrısında bulunmuşlardır. Bu, siyasi iktidarın kendi ağzından Güneydoğu’da kamu güvenliğinin olmadığının itirafından başka bir şey değildir. Bölge halkından gelen yaygın şikâyetler, “can güvenliklerinin olmadığı”, “halk mahkemelerinin kurulduğu”, “halktan haraç toplandığı”, “PKK tarafından kimlik kontrolünün yapıldığı”, “ birçok ailenin göçe zorlandığı” ve “yoğun bir tehdidin” var olduğu şeklindedir.

7 Haziran 2015 Genel Seçim süresince, ülkenin değişik yerlerinde MHP ve HDP seçim büroları, araçları ve adayları silahlı saldırıya uğramıştır. Güneydoğu’da ise HÜDAPAR’in seçim bürolarına, mensuplarına ve adaylarına ölümle sonuçlanan kanlı saldırılar yapılmıştır. 5 Haziran’da HDP’nin Diyarbakır mitinginde ise iki bomba patlatılarak 8 kişi öldürülmüş, onlarca kişi de yaralanmıştır. Böyle bir olayın ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Birbirlerini öldürüyorlar” şeklinde bir açıklama yapmıştır.

İnsanların can güvenliğini sağlamakla sorumlu devletin, başı olan Cumhurbaşkanı’nın böyle bir açıklama yapması, bölgeden gelen şikâyetleri dikkate almaması, anlamlı değildi ve uygun da değildi.

Sonuç:  Tezatlı Davranışın Çift Yönlü Etkisi Ya da Bumerang Etkisi

Çözüm Süreci ile ilgili bütün bu olup bitenler, Türkiye’nin Batı,  Güney ve Kuzey’inde “güvensizlik” duygusunun; Doğu ve Güney Doğusunda da  “kandırılmışlık” duygusunun pekişmesine sebebiyet vermiştir. Bu da, seçimlere yansımış; AKP, her iki tarafta oy kaybına uğramış, HDP ile MHP oy kazanmıştır.

Ve;

(Hz. Şuayb) Dedi ki: “Ben, size yasakladığım şeyleri kendim yaparak size ters düşmek istemiyorum. Benim istediğim, gücüm oranında yalnızca ıslah etmektir.” (11 Hud 88)

Kaynaklar

1- Özdal, H., Radikal 10.06.2015.

 

18 Haziran 2015 Perşembe

Taksim Kadife Darbe Sürecinin 7 Haziran 2015 Genel Seçimler Aşaması - 2: Seçim Meydanlarında Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP’nin Gerilim Eksenli Seçim Stratejisi

 (Milli Gazete)

Giriş

Taksim Gezi Parkı eylemleri ile birlikte başlatılan Kadife Darbe sürecinin ana stratejisi, en azından, üç seçim dönemi (mahalli seçimler, cumhurbaşkanlığı seçimleri ve 2015 genel seçimler) göz önüne alınarak çizilmiştir. AKP’ye vurulacak öldürücü darbe, genel seçimler olarak planlanmış, strateji ve taktikler buna göre uygulanmıştır. Genel olarak Dini hassasiyeti yüksek olan camia, özel olarak da AKP yöneticileri, bu gerçeği zamanında görememişlerdir. O nedenle de 7 Haziran 2015 Genel seçim stratejisini, yanlış temeller üzerine inşa etmişlerdir.

Geçen yazıda, Taksim Kadife Darbe Sürecinin 7 Haziran 2015 genel seçimleri ile ilgili stratejisinin, AKP’yi tek başına iktidar yapmamak için HDP’nin barajı geçmesi esası üzerine kurulduğunu ele alıp inceledik. Burada ise bu stratejinin ikinci ana boyutu olarak gördüğümüz, “gerilimsiz bir ortamda seçimin yapılması” konusu ele alınıp incelenecektir.

7 Haziran 2015 Genel Seçimlerinin Temel Özellikleri

7 Haziran 2015 Genel Seçimlerinin belirleyici özelliklerini, aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

• Taksim Kadife Darbesinin gölgesinde Kadife Darbenin en önemli bir aşaması olarak gerçekleşmiştir.

• “İhanet”, “Hain” ve “Vatan hainliği” kavramları merkezli suçlamaları ihtiva eden çok kötü bir siyasi dil kullanılmıştır.

• Partiler, genel olarak, bugüne kadar kendilerine özgü ve kendilerinden beklenen politika, strateji ve söylemlerin tersi bir politika, strateji ve söylem kullanmışlardır.

• Tarafsız olması gereken bir Cumhurbaşkanı, ilk defa seçim meydanlarına inerek fiilen sürece dâhil olmuştur.

• AKP’nin gerilim ve kutuplaşma eksenli seçim stratejisine karşılık HDP, Barış, Özgürlük ve Kardeşlik Stratejisi geliştirmiştir...

• Baştan beri Çözüm Sürecini savunan Cumhurbaşkanı Erdoğan, ilk defa seçim meydanlarında “Kürt Sorunu Yoktur, Kürt vatandaşlarımın sorunları vardır” şeklinde ters bir çıkış yapmıştır.

• İlk defa dini muhtevası çok yoğun bir seçim propaganda dönemi yaşanmıştır.

• İlk defa seçmen, kendi hayat felsefesi ile bağdaşmayan partilere rey vermiştir.

• Dini hassasiyeti yüksek olan STK/Cemaat/Hareketleri ve üst çatı kuruluşları, toplumsal zemini göz önüne almadan AKP’nin yan kuruluşu gibi siyasi sürece müdahil olmuşlardır.

• Genel olarak medyanın her rengi, rakip olarak gördükleri partilerin söylemlerini kırparak, çarpıtarak vererek bilgi kirliliği meydana getirmişlerdir.

Seçimin Adilliği ve Seçim Meydanlarında Tarafsız Bir Cumhurbaşkanı(!)

AKP, 7 Haziran 2015 seçimlerini, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önderliğinde “Başkanlık Sistemi ve Anayasal değişim” üzerine oturtmuş; hizmetleri, projeleri ve ekonomik vaatleri, geri plana almıştır. Bir genel seçim öncesinde Başkanlık sisteminin ne getirip ne götüreceği gerektiği gibi tartışılmadan, halkın kafası berraklaştırılmadan, genel seçim sürecinde Başkanlık sistemi ve ne olduğu bilinmeyen “Türk tipi başkanlık sisteminin” seçim propagandalarının merkezine oturtulması, yanlıştı. Bu noktada, Kadife Darbecilerin “Sivil Dikta/Sivil Diktatörlük” söylemleri, “özgürlüğü en kutsal değer” olarak gören gençler üzerinde çok etkili olmuştur.

Cumhurbaşkanı Erdoğan yaptığı açılışlara tüm parti liderlerini davet etmiş ve açılışlarda tarafsız bir dil kullanmış olsaydı, tepki almayacak ve kendisini tartışır hale getirmeyecekti. Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçim meydanlarında tüm parti liderlerine çatmış, onları “paralelci” ilan etmiş, “hainlikle” suçlamıştır. Kendisinin kullandığı bu ifadelere karşı muhalefet partilerinin kullandığı dil, daha da kötü olmuş ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imajı ve itibari ciddi yara almıştır. Özellikle HDP’ye karşı yürüttüğü kampanya, HDP’nin propagandasını yapmaya, ona hizmet etmeye dönüşmüştür. HDP’nin çatı örgüt olması sağlamlaşmıştır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın AKP genel başkanı gibi meydanlarda miting düzenlemesi, muhalefet partilerini aşırı eleştirmesi, muhalefet partilerinin seçim sürecinin adil bir düzlemde yapılmadığı propagandası yapmasına imkan vermiştir. Bu da, seçmen tabanın bir kesiminde adalet duygusunun öne çıkmasını sağlamıştır. Bu durum, özellikle, gençlerin belli bir kesimini çok etkilemiş ve tepkilerini HDP’ye rey vererek göstermişlerdir.

Diğer taraftan Başbakan Davutoğlu’nun arka plana itilmesine ve meydanlarda gerektiği gibi etki oluşturamamasına sebebiyet vermiştir. Diğer parti liderleri, Başbakanı ciddiye almayan ifadeler kullanarak kararsız seçmen ve genç seçmeni olumsuz olarak etkilemişlerdir.

AKP’nin Gerilim Ve Kutuplaştırma Eksenli Seçim Stratejisi:

Türkiye’deki gerilim ve kutuplaşmanın ana kaynağı, Lozan’da batı kültür medeniyet değerlerine göre kurulmuş sistem ve onun savunucuları ile İslam kültür ve medeniyetine göre şekillenmiş millet arasında var olan ana tezadın sonucudur. İki farklı kültür ve medeniyet değerlerinin hâkimiyet mücadelesi, ana nedendir. Diğer tüm sebepler, ikinci derecede sebeplerdir. Cumhuriyet tarihi boyunca en etkin olan laik ve anti laik kutuplaşmadır. Partiler açısından laik ve anti laik kutuplaşma, son üç seçimde meydana gelmemiştir.

Taksim Kadife Darbesinin Gezi eylemleri aşamasında Kadife Darbeciler, demokrasi, özgürlük ve diktatörlük merkezli bir kutuplaşma kurgulamışlar, bunu da, eylemlerinin nirengi noktası olarak seçmişlerdir. Ancak dönemin Başbakanı Erdoğan, bu gerilim politikasını zamanında görerek önce “Faiz lobisine”, sonra da “Gülen hareketine” karşı bir gerilim politikası meydana getirmiştir. Gülen Hareketine ve İstanbul dukalığına karşı olan tüm gayrı memnunları, AKP etrafında nispeten bütünleştirerek, son iki seçimde gerilim ve kutuplaşma üzerinden çok büyük başarılar elde etmiş ve kendisi %52 oy alarak Cumhurbaşkanı seçilmiştir.

Ancak ard arda gelen son iki seçimi, çok yoğun bir gerilim altında yaşamış olan halk, gerilimin devam etmesinden bunalmış ve bu tür bir söyleme, eskisi gibi sahip çıkmamaya başlamıştır. “Pensilvanya/Paralel Yapı” merkezli bir kutuplaştırma, eskisi gibi hem ilgi görmemiş hem de inandırıcı olamamıştır.

Kadife Darbecilerin gerilim ve mitinglerden beslenme ve büyüme stratejileri, Türkiye’de ters tepki meydana getirip AKP’nin işine yaramış; AKP, her kadife darbeci eyleme daha büyük kitlelerle, gerilim ve kutuplaştırmayı artırarak cevap vermiştir. Bu gerçeği gören Kadife Darbeci kurmaylar, 7 Haziran 2015 Genel Seçimlerinde gerilim ve kutuplaştırma politikasını bırakarak stratejilerinin merkezine barış, kardeşlik, özgürlük, diktatörlüğe karşı durmak, dostluk, sevgi gibi söylemleri yerleştirmişlerdir. Taksim Kadife Darbesinin Genel Seçimler aşamasındaki çatı örgütü HDP, seçim kampanyasını bu söylem üzerinden yürütmüş ve de başarılı olmuştur.

AKP kurmayları, halk tabanında meydana gelen bu değişimi ve Kadife darbecilerin bu strateji değişikliğini, zamanında görememişlerdir. Bu seçimlerde gerilim ve kutuplaştırma üzerinden yürütülen bir kampanya, eski etkiyi meydana getiremediği gibi oy kaymasını da gerektiği gibi bloke edememiştir.

“MHP, Saadet Partisi, BBP Yöneticilerin Paralelciliği”(!, )

AKP Kurmaylarının yaptığı en ciddi hatalardan biri de, kendilerine karşı olan herkesi, “Vatan haini”, “Paralelci”- “Pensilvanyacı” olarak itham etmiş olmalarıdır. AKP’nin bir kısım yapıp ettiklerine ve söylediklerine karşı çıkan, farklı şeyler söyleyen herkes, “paralelci olmakla”, “kaseti olmakla” suçlanmış, karalanmış, eleştirilmiş ve susturulmaya çalışılmıştır. Bu tavır, vicdani tepki meydana getirerek, söylemi etkisizleştirmiş ve AKP’nin oy kaybına neden olmuştur.

AKP Kurmayları, Kadife Darbeci Cepheye karşı yeni bir Birleşik Cephe oluşturacak, karşı safları çözüp kendi saflarını kuvvetlendirip genişletecek yerde, dost, düşman, rakip demeden geniş bir kesimi, karşılarına alma noktasında çok başarılı olmuşlardır.

AKP kadroları, MHP’nin geçmişte, yol boyu, en kritik anlarda AKP’ye verdiği desteği görmemezlikten gelmişlerdir. Eğer MHP, Saadet Partisi ve BBP, Paralelcilerle işbirliği halinde, Kadife Darbecilerin saflarında idiyse; niçin MHP, Saadet Partisi ve BBP ile ittifak yaparak seçime girmemiştir Her üç partinin tabanı buna müsaitti ve de arzulu idi. Eğer MHP, bu iki partiyle ittifak yapmış olsaydı, %18-%25 bandında bir oy alma imkânı vardı. Paralelci olarak suçladıkları MHP’nin, bu ittifakı niçin yapmadığı üzerinde AKP kurmayları hiç tefekkür etmemişlerdir.

Saadet Partisi yöneticilerinin Gülen maskesi takmış yapının medya kanallarında çıkıp konuşmuş olmasını, “Paralelci olarak” nitelendirip suçlamak, adil olmadığı gibi gerçekçi de değildir. AKP yöneticilerinin Gülen Hareketinin 28 Şubat Post-Modern darbe döneminde “RP’yi arkadan hançerlediği”, “sürekli aleyhinde konuştuğu” ve şer cephesinin saflarında yer alarak iktidardan düşürmek için çalıştığı” iddiaları doğrudur. Buradan hareketle , “o kanallarda siz nasıl konuşursunuz” tarzında Saadet Partisi yöneticilerini suçlamaları, anlamlı değildir. Bunları yapmış olan bir hareketin medya kanallarında bugün Saadet Partisi yöneticilerinin konuşmuş olması, onları “Paralelci” yapar mı Tartışılması gereken bir konudur. Önemli olan, konuşmalarından ziyade ne konuştuklarıdır. AKP yöneticileri, konuşmanın muhtevasına değil konuşulmuş olmasına itirazları vardır.

Bu konu ile ilgili bugünkü AKP kurmaylarının unutmamaları gereken çok önemli bir gerçek de, Gülen Hareketinin yıkmaya çalıştığı RP iktidarı zamanında kendilerinin, milletvekili, bakan, belediye başkanı, genel başkan yardımcıları ve teşkilatın etkin yönetici olduklarıdır. RP döneminde sizi yok etmek isteyen bir hareket ile 2000-2010 döneminde AKP yöneticilerinin kol kola girerek yürümesi, sürekli ziyaretler yapması, “ne istediniz de size vermedik ” serzenişinde bulunacak kadar iç içe olması, üniversite ve bürokrasinin çok önemli yerlerini bunlara teslim etmesi, onlara ait medya kanallarında sürekli konuşması, sizleri paralelci nasıl yapmamış ise; onların kanallarda konuşmuş olmaları da, Saadet Partisi, BBP ve MHP yöneticilerini paralelci yapmaz.

 

11 Haziran 2015 Perşembe

Taksim Kadife Darbe Sürecinin 7 Haziran 2015 Genel Seçimler Aşaması - 1: Bir Truva Atı Bulmak

 (Milli Gazete)

Bu yazı dizisinde Taksim Kadife Darbe Süreci altında yapılmış olan 7 Haziran 2015 seçimleri ele alınıp değerlendirilecektir. Bu değerlendirme yapılırken genellikle AKP li kardeşlerimizi, zaman zaman da Saadetli kardeşlerimizi üzebiliriz. Maksadı aşan ifadeler kullanır isek şimdiden özür dileriz.

7 Haziran 2015 Genel Seçimlerine Giderken Sivil Diktatör (!)/ Sivil Diktatörlük (!) İnşası

Kadife darbeler, diktatörün varlığını esas alan ve şiddet içermeyen uzun vadeli büyük bir stratejiye dayanırlar (1). İnsanlar, genel olarak diktatörlerden nefret ederler ve korkarlar. Kadife darbeci teoriye göre bütün mesele, bu korkuyu yıkmak ve halka güven vermektir. Bunun için farklı eylem türleri ile diktatörün imajını ve gücünü zayıflatmak gerekmektedir. (Geçmişteki Umran Dergisi ve Milli Gazete Yazılarına bakılabilir.) Taksim Gezi Parkı operasyonundan bu güne sürdürülen Kadife darbe süreci, ana bir strateji üzerine oturtulmuş olup farklı aşama ve evreleri ihtiva etmektedir/edecektir de. Her bir aşama ve evrede, ana stratejinin ön gördüğü farklı hedefleri elde etmek için farklı taktikler uygulanmaktadır. Aşamalar arasında meydana gelen olaylar ve söylemler, birbirinden bağımsız ve kopuk olmayıp birbiri ile koordineli ve birbirini tamamlamakta ve de desteklemektedir. Hedef alınan yapının strateji ve taktiklerine göre çizilen strateji ve uygulanan taktikler gözden geçirilerek yenilenmektedir. Süreç özel bir ekibin yönetimi ve denetimi altında yürütülmektedir.

Bu açıdan bakıldığında AKP kurmayları ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, Taksim Kadife Darbe sürecini bir bütün olarak görüp buna uygun bir strateji, söylem ve ittifak geliştirememişlerdir. Mitinglerdeki ve ilk iki seçimdeki başarı, meselenin halledildiği anlamında yorumlanmış ve değerlendirilmiştir. Küresel güçlerin kendilerine savaş açtığını seslendirip iç ittifakları genişletmeleri gerekirken; tam tersini yaparak kendi menfaatlerine, iyiliklerine söylenen ve fakat kendilerinin o andaki, fikirlerine düşüncelerine ters düşen ne varsa, kim varsa hepsini paralelci , hain sınıfına sokarak karşı cephede konumlandırmışlardır. Merkez Bankası Başkanı ve ona destek veren AKP li bakanlar da buna dâhildir. En kritik zamanlarda kendilerine destek vermiş olan MHP lideri Bahçeli yi ve Saadet Partisi yöneticilerini, paralelci , hain kategorisine sokmaları, nasıl bir stratejinin ürünüdür anlamak mümkün değildir. 

Böylelikle kendilerini yalnızlaştırmışlar, karşılarında kendi elleri ile bir cephe oluşturmuşlardır. Kadife darbecilerin ekmeğine yağ ile balı birlikte sürmüşlerdir. Türkiye de CHP, Gülen Hareketi Maskesi Takmış Yapı, pek çok köşe yazarı kadrosu, Taksim Gezi parkı olaylarının öncesinden başlayarak 7 Haziran 2015 seçimleri tamamlanana kadar, Erdoğan ın diktatörlüğünü ilan etmişler ve Sivil Dikta/Diktatörlük söylemini, şiddeti değişmekle beraber, hep canlı tutmuşlardır. AKP kurmayları, bu söylemin rastgele söylendiğini ve neyi hedeflediğini zamanında görememiş, buna karşı yeni bir söylem geliştirememiş ve tedbir almamışlardır. Böylelikle 7 Haziran 2015 Genel seçimlerine gelinirken sivil diktatörlük (!) söylemi üzerinden ittifak kurularak geniş bir cephe oluşturulmuştur. AKP kurmaylarının, Yeni Anayasa yapımını, Başkanlık sistemi merkezli olarak düşünmeleri, bunu savunmaları, buna karşı çıkanları hain ilan etmeleri, Diktatörlük söylemlerine malzeme sağlamaktan başka bir işe yaramamıştır.

Halk tarafından seçilmiş bir Cumhurbaşkanı olarak Erdoğan ın, anayasal değişiklik yapılmadan başkanlık sistemi varmış gibi davranması, Başbakanlık için yapılmış olan binaya gelip oturması, gölge kabine kurması ya da bu imajı oluşturması, iki de bir Bakanlar kuruluna başkanlık etmesi, Başbakana medya üzerinden talimatlar yağdırması; aldığı birçok karardan (Hakan Fidan olayı, Şeffaflık Paketi, Dolmabahçe çözüm toplantısı vb..) Başbakana geri adım attırması, başta AKP tabanı olmak üzere her kesimde rahatsızlık meydana getirmiştir.

AKP kurmaylarının ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ın yaptığı en büyük hata, 7 Haziran 2015 Genel seçimlerini, genel seçim olmaktan çıkarıp Başkanlık Sistemi seçimlerinin provasına dönüştürmesi olmuştur. Yasal hiçbir değişiklik yapılmadan Cumhurbaşkanı Erdoğan ın, AKP Genel Başkanı gibi seçim kampanyasına iştirak etmesi, meydanlara inmesi, başkanlık için 400 milletvekili istemesi, AKP dışındaki diğer parti liderlerine çatması, onlara hakaret etmesi, medyaya, köşe yazarlarına, medya patronlarına hakaret etmesi, farklı söz söyleyen herkesi, hain ve paralelci ilan etmesi ve bu noktada ölçünün kaçırılması, özellikle, Türk Tipi Başkanlık Sistemi diye bir kavramı seçim sathı malinde seslendirmiş olması, Kadife darbecilerin diktatörlük söylemlerine çok ciddi katkı sağlamış ve ittifak cephesinin her geçen gün daha da genişlemesine imkan vermiştir. İslam coğrafyasındaki diktatörlerin, lüks, israf içinde yaşadığı, sözlerine güvenilmeyeceği bu toplumda çok yaygın bir kanaattir. 1000 odalı Cumhurbaşkanı köşkü üzerinden başlatılan, aydınlatma masrafları , altın klozet (!), bin liralık bardak (!) gibi lüks ve israf söylemleri ile kamuoyunda bir rahatsızlık meydana getirilmiştir. Bu tartışma sürecinde, Diyanet İşleri Başkanı nın aldığı arabayı iade etmesi karşısında Cumhurbaşkanı Erdoğan ın, 330 bin liralık bir araba onun için lüks müdür , Ben ona yeni bir araba vereceğim , Uçak tahsis edeceğim demiş olması ve Maliye Bakanının 3 milyar dolar bizim için çerezdir demiş olması, AKP tabanında ciddi bir rahatsızlık oluştururken; diğer kesimlerde de diktatörlük korkusunu, yaygınlaştırmış ve derinleştirmiştir.

Bütün bu verilerden hareketle Kadife darbecilerin yaygınlaştırıp derinleştirdikleri, Sivil Dikta/Diktatörlük söylemi, özellikle, en kutsal değeri özgürlük olarak benimsemiş olan yeni nesil gençler (İslamcı-Dindar Gençlerin bir kesimi dâhil) ve baskılardan çok çekmiş olan Kürt halkı üzerinde çok olumsuz bir etki meydana getirmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan ın, Kobani düştü düşecek söylemi, seçim sürecinde muhtemelen MHP ye kayan oyların gidişini durdurmak için daha önceki söylemlerinin tam tersine Kürt sorunu yoktur, Kürt vatandaşlarımın sorunları vardır , Dolmabahçe görüşmesini tasvip etmiyorum, yanlıştır , HDP barajı aşamaz anlamına gelecek ifadeler kullanması, Demirtaş a hakaret etmesi, Kürt halkını rencide etmiş, dindar Kürtlerde etnik duyguların harekete geçmesi sağlanarak HDP nin saflarına itilmişlerdir.

Sivil Diktatörü Yıkmak İçin (!) HDP Merkezli Gayrı Memnunlar İttifakı: Seni Başkan Yaptırmayacağız (!)

Kadife Darbelerde en önemli noktalarından biri, diktatörü inşa etmek ise diğeri de, inşa edilen diktatörün en zayıf noktasını ( Diktatörün Aşılın Topuğu ) tespit edip tüm silahları, o noktaya yönelterek kesintisiz saldırı düzenlemektir (1). AKP yi, CHP ya da MHP oyları ile iktidardan düşüremeyeceğini iyi gören Kadife Darbeciler ( Üst Akıl ), AKP nin öncelikle tek başına iktidar olmamasını hedeflemişler; bunun için de, AKP oy tabanında oy kaymasının sağlanmasını stratejik hedef olarak benimsemişlerdir. AKP nin oy potansiyeli olarak en zayıf noktası, Milli Görüş Oyları , Milliyetçi Türk Oyları ile Kürt Oylarıdır. Bu üç farklı oy tabanının gidebileceği dört parti, sırasıyla Saadet Partisi, MHP/BBP ve HDP dir. Saadet Partis,, hem dini hem de milli hassasiyeti olan Türklerin ve dini hassasiyeti olan Kürtlerin oyunu alabilme imkânına sahiptir. Milliyetçi Türk oyları MHP/BBP ye, Milliyetçi Kürt oyları da HDP ye gitme eğilimlidir. Numan Kurtulmuş üzerinden yürütülen Saadet Partisi operasyonu ile Saadet in oy potansiyeli, %2 ler düzeyine çekilerek Saadet, AKP için uzun bir zamandan beri ciddi tehlike olmaktan çıkarılmıştır. Oy kayması anlamında geriye kalan en ciddi imkan, BDP (HDP) dir. Bu nedenle AKP yi iktidardan düşürmek isteyen Kadife Darbeciler ( Üst Akıl ), stratejilerinin merkezine BDP (HDP) yi yerleştirmişlerdir. Kadife Darbeciler, 2002 seçimlerinde MHP yi parlamento dışında bırakan Genç Parti deneyimini kullanarak AKP yi tek başına iktidardan alıkoyacak bir Truva Atı olarak BDP (HDP) yi görmüşler ve ona göre politika geliştirmişlerdir.

BDP nin isminin HDP olarak değiştirilmesi, terörle özdeş hale gelmiş bir partinin imajını yenilemek amaçlıydı. HDP kurucuları, toplumun çok farklı kesimlerinden seçilerek daha sonraki süreçte gayrı memnunlar ittifakı için gerekli psikolojik zemin var edilmiştir. Kobani olayları ile ilgili Selahattin Demirtaş, ABD ye davet edilip kendisi ile hem ABD hem de Kanada da özel görüşmeler yapılmıştır (2,3). HDP eş başkanının Cumhurbaşkanlığına aday gösterilmesi ve %9,5 civarında rey almasının sağlanması, 2015 seçimleri için yapılmış en ciddi bir hazırlıktı. Ellerinde AKP den ciddi rey alarak barajı geçebilecek bir parti vardı. Barajı geçemediği taktirde de Türkiye yi karıştıracak bir ittifak grubu vardı. Her iki durumda da, onlar kârlı olacaktı. Böylece her iki kesimin menfaatine çalışan bir sistem kurulmuştur. 

Seni Başkan Yaptırmayacağız sloganı, Kadife Darbenin Haziran 2015 Seçimleri Aşamasının en stratejik sloganıydı. AKP den şikâyetçi ve AKP yi başka türlü iktidardan düşüremeyeceklerini düşünen tüm gayrı memnunlar, çok mahirane bir şeklide HDP ye yönlendirilerek AKP nin tek başına iktidar olması engellenmiştir.

Sonuç: Bir İkaza İhtiyaç Var!

AKP, kibrine yenik düşmeseydi bu oyunu zamanında görür, Saadet-BBP ile ittifak kurarak ya da seçim barajını %5 e indirerek bozabilir; Dini hassasiyeti olan Kürt tabanın HDP ye gitmesine, kavmiyetçiliğe kaymasına mani olabilir ve Parlamento içinde çok iyi bir ittifak grubu meydana getirebilirdi.

Genel olarak, AKP Teşkilatlarının, milletvekillerinin, belediye personellerinin, son yıllarda takındıkları kibirli ve müstağni tutum ve tavırlar, bu son söylemlerle birleşince; toplumun şuur altında AKP nin bir ikaza, uyarıya ihtiyacı vardır kanaatinin hâsıl olmasına neden olmuştur. (İlahi ikaz boyutu, daha sonra değerlendirilecektir.)

Toplum bu ikazı yapmıştır: Dur ve dinle. Her yaptığın doğru değildir.

Kaynaklar

1- Sharp G., Diktatörlükten Demokrasiye Kurtuluş İçin Teorik Bir Çerçeve, ABD, The Albert Einstein Enstitüsü, Dördüncü Baskı, Mayıs 2010, S: 10-36.

2- Diler, E., İlk Raund, Takvim, 8.6.2015.

3- Diler, E., 2. Cumhuriyet!, Final Maçı, Takvim, 9-10.3.2015.

 

4 Haziran 2015 Perşembe

İhanet, Hain, Vatan Haini

 (Milli Gazete)

“Onlar bizim öğretmenlerimiz değiller”. Ömer Muhtar

Giriş

Türkiye’de, özellikle, seçim zamanlarında siyasetin dilinde aşırı düzeyde bozulma meydana gelmektedir. Bozulan dil, seçim sonrasında ‘siyaseten söylenmiş sözler’(!) olarak kabul edilip unutulması istenmektedir siyasetçiler tarafından. Birbirine küfretmektedirler. Son üç seçim döneminde alanlarda, parti liderleri ve yöneticilerinin birbirleri hakkında en çok kullandıkları kavramlardan bazıları, “hain”, “ihanet”, “vatan haini”, “vatan hainliliği” kavramlarıdır. Bu kavramları birbirlerine karşı kullanan siyasetçilerimiz, bunları nasıl ve hangi mantıkla siyaseten söylenmiş sözler olarak kabul edebilirler Eğer siyasetçilerimiz, birbirlerini “vatan haini” ilan etmeyi siyasetin bir gereği olarak görüyorlarsa, kendilerinin siyasete ve vatan hainliğine yükledikleri anlamların ne olduğunu açıklamaları gerekmektedir. Hainlik, ihanet gibi kavramları birbirlerine karşı kullanırken, ya bu kavramlara yükledikleri anlam farklı ya da siyasete yükledikleri anlam farklıdır. Her iki kavrama yükledikleri anlamı kamuoyuna açıklamaları tarihi bir zorunluluktur. Hainlik kavramını ayağa düşürüp itibarsızlaştırmanın, gelecek nesillere maliyeti çok yüksek olabilir. Diğer taraftan futbol takımı gibi parti tutan bir kısım köşe yazarları ve STK’lar, siyasi parti kadrolarından geri kalmayıp hoşlanmadıkları her şeyi ve herkesi, “Hain”, “Vatan Haini”, “Ergenekoncu”, “Paralelci” olarak suçlayarak sürece çok ciddi katkıda bulunmaktadırlar.

O nedenle burada, “ihanet”, “hain”, “vatan haini”, “vatan hainliği” kavramlarının bu denli ayağa düşürülmesinin sebep ve sonuçlarını ele alıp inceleyecek ve siyasetçilerin dikkatini çekmeye çalışacağız.

“İhanet”, “Hain”, “Vatan       Haini”, “Vatan Hainliği”

Türkçe Sözlüklerde bu kavramlara verilen anlamlar, aşağıdadır (1,2):

“İhanet: 1- Hıyanet, hainlik, 2- Evlilikte, sevgide aldatma, vefasızlık, sadakatsizlik. 3- Gerektiğinde yardımda bulunmama, bir kimsenin güvenini yok etme, 4- Haksızlık

İhanet Etmek: 1- Hainlik, kötülük etmek; 2- Karı, koca birbirini aldatmak

İhanete uğramak: Aldatılmak, sadakatsizlik görmek

Hain: 1- Hıyanet eden kimse, 2- Zarar vermekten, üzmekten veya kötülük yapmaktan hoşlanan kimse, merhametsiz; 3- Kötü niyetli olan; 4- Gördüğü iyiliğe kötü karşılık veren.

Hainlik: Hain olma durumu veya haince davranış.

Hainlik etmek: Birine haince davranmak, kötülük etmek.

Vatan haini: Vatanın yüksek çıkarlarını hiçe sayarak onun aleyhinde iş gören kimse.

Vatan Hainliği: Vatan haini olma durumu.”

Seçim kampanyası yürüten siyasi parti kadrolarının ve bu kadroları destekleyen yazarların ve STK’ların konuşma metinlerine bakıldığı zaman hainliği, vatana, ülkeye ve millete ihanet anlamında kullanmaktadırlar. Kötülük etmek, nankörlük etmek, vefasızlık etmek ve yapılan hizmetleri inkâr etmek anlamlarında kullanmamaktadırlar.

Hemen hemen tüm siyasi partilerin seçim kampanyalarının dost-düşman, vatan haini-vatansever düzleminde cereyan etmesi, öncelikle bu kavramlara yüklenen anlamların ağırlığının kaybolmasına sebebiyet vermektedir. Sade vatandaşlar, kavramları halk lisanı ile “tiye” alacak şekilde, birbirlerine “seni gidi vatan haini seni” şeklinde hitap etmekten çekinmemektedir. Ne söyleyen, ne söylenen ve ne de bunu duyan çevredekiler, rahatsız olmamaktadır.

Diğer taraftan cumhuriyet tarihi boyunca, “İrtica” ve “Bölücülük”, Devletin “Kırmızı Kitabında” iki iç tehlike olarak kabul edilmiş ve hoşlanılmayan herkes, her kesim ve her yapı, ya irtica ile ya da bölücülükle suçlanıp hiçbir ciddi belge ortaya konmadan cezalandırılmıştır. 28 Şubat Post-modern darbe sürecinde yapılanlar, bunun en yakın tarihli örnekleridir. Devlet, kendi vatandaşlarına hain ve iç düşman muamelesi yapmıştır. Herkesin fişlenip suçlandığını unutmamak gerekmektedir. Vatan hainliğinin tam tanımını yapmadan, gerekli belgeleri ortaya çıkarmadan, yasal yollara başvurmadan, yargı sonuçlarını beklemeden, insanları bir oy aşkına suçlayan, vatan haini ilan eden ve seçim sonrasında “bunlar, siyasetten söylenmiştir” diyen/diyecek olan tüm siyasi parti kadroları ve onlara destek veren STK ve yazarlar, tarihte yaşananları unutmasınlar. Bugünkü konuşmaları, yarın hem kendileri için hem de rakipleri için aleyhte delil olarak kullanılabilir.

Diğer taraftan da genç nesiller, “yahu bu ülkede hiç hain olmayan siyasetçi yok mudur” demeyecek midir Genç nesillerin zihin dünyasını bu denli kirletmek, siyasete ve siyasetçilere yakışmamaktadır. Dikkat edilmesi gereken en önemli nokta, bu kadar “vatan haininin varlığı”(!), yeni nesillerin bir travma yaşamasına sebebiyet verecek, kendilerine, babalarına, insanlara, siyasetçilere, kurumlara ve devlete olan güvenleri, her geçen gün yıkılacak, birbirine güvenmeyen, inanmayan ve bundan dolayı da, çözülmesi son derece kolay bir toplum haline gelecektir.

Öyleyse neden insanlar bu kadar kolay vatan haini ilan edilebiliyor

Bunun için tarihe kısa bir yolculuk yapmak gerekmektedir.

Haim Nahum Doktrinine Göre Lozan’da Kurulan Sistemin Genetik Yapısı

Milli mücadele sonrasında Büyük Millet meclisinde gücü eline geçiren İttihatçı bir kadro, yapılacak olan reformları, meşru gösterebilmek sorunu ile karşı karşıya idi. Yapılacak devrimlere sahip çıkacak bir tabana ihtiyaç vardı. Laik-Seküler, Batı kültür medeniyet değerleri üzerine inşa edilen bir sisteme sahip çıkacak laik-seküler bir toplum kesimi inşa etmek, yeni yönetimin en temel sorunlarından biriydi. Bu yeni taban, “Osmanlının kötülenmesi, karalanması temelinde yapılacak bir propaganda” ile elde edilmeye çalışılmıştır. Zamanın Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Osmanlı Devleti’nin kuruluşunun 700. yılı nedeniyle yaptığı bir konuşmada,(9.10.1999), Osmanlı’nın ihanetle suçlanmasının, bilinçli ve kasti olarak benimsenmiş bir politikanın sonucu olduğunu çok açık bir şeklide ifade etmiştir:

‘Cumhuriyetin ilk dönemlerinde rejimin oturması için Osmanlı aleyhinde bir söylem geliştirilmişti; artık bu tehlike geçmiştir; çünkü Cumhuriyet kendi nesillerini yetiştirmiştir; Osmanlıyı suçlamamızın bir manası kalmamıştır. Osmanlı ile barışmak gerekir.”

Cumhuriyet dönemi ile birlikte yeni sistemin oturtulabilmesi ve daha güzel ve başarılı gösterilebilmesi için Osmanlı, özellikle, son Sultan Vahdettin, İlkokuldan üniversiteye kadar okutulan tüm tarih kitaplarında, korkak, hırsız ve Sevr anlaşmasını kabul edip imzalayan, İngiliz işbirlikçisi, bir vatan haini olarak tanıtılmıştır. Mustafa Kemal Nutuk’ta Vahdettin’i ihanetle ve menfaatperestlikle suçlamaktadır:

“Saltanat ve hilâfet makamında oturan Vahdettin soysuzlaşmış, şahsını ve bir de tahtını koruyabileceğini hayal ettiği alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın başkanlığındaki hükûmet âciz, haysiyetsiz ve korkak, yalnız padişahın iradesi altında ve onunla beraber şahıslarını esirgeyebilecek herhangi bir duruma razı...”

Ecevit ahir ömründe resmi tarihin bu iddialarına karşı çıkmıştır:

“O bir hain değildir. Bazı hoş olmayan şeyleri mecburen yapmıştır. Bu arada ülke için çok iyi şeyler de yapmıştır.

‘Kurtuluş Savaşı’na açıktan olmasa bile belirgin şekilde destek oldu. İstanbul’dan ayrılacağı zaman devletin elinde külliyetli altın ve para vardı. O, çok az bir miktar aldı. İstese tümünü alabilirdi. Saygıdeğer bir davranışta bulundu.’ (3)

Ecevit’in bu açıklamasına o zaman ki Türk Tarih Kurumu Başkanı Yusuf Halaçoğlu destek vererek resmi tarih tezini yalanlamıştır:

“Atatürk, Vahdettin’in yaveridir. Birlikte Berlin’e gittiler... Genelkurmay’ın, Atatürk ve Vahdettin’in telgraflarına yer veren yayını vardır. O kitapta Atatürk, Nutuk’ta yazdıklarından farklı şeyler söylüyor.” (4)

Cumhuriyet tarihi boyunca kanunlar, bir baskı ve susturma aracı olarak kullanılmış ve yeni yönetime karşı söylenen her şey ihanet muamelesi görmüştür. Başvekil İsmet İnönü’nün 1925 yılında Muallimler Birliği’nde yaptığı konuşma, bunun en güzel örneklerinden biridir(5).

Serbest Fırka’yı kuran ve kurduranlar, o gün için devlet gücünü elinde bulunduranlardı. Halkın, Halk Fırka’sına karşı Serbest Fırka’ya büyük teveccüh göstermesi, Serbest Fırka’nın sonunu getirmiş ve vatan hainliği ile suçlanarak parti kapattırılmıştır(6,7):

“Ahmet Ağaoğlu: Muhakkak bildiğim ve asla tereddüt etmediğim bir şey vardır. O da, kendim ve arkadaşlarımdır! Anarşi ve irtica bize yanaşmazdı!.. Fakat ısrar olundu! Küfür, tahkir, isnat yağdırdılar; vatansızlıkla, ecnebiperestlikle itham edildik!”

Mustafa Kemal ile başlayan geçmişi ve rakipleri tehdit, karalama ve ihanetle suçlama yaklaşımı, cumhuriyet döneminde yetişen bir neslin adeta karakteristik özelliği olmuştur. Bugün meydanlarda kullanılan, “hain”, “Vatan haini” söyleminin böyle bir arka planı, şuuraltı vardır.

Sonuç

Sanki Cumhuriyet döneminde yetişen nesil, özel olarak formatlanmakta ve genetik yapısına bir Kirletici Dil Virüsü yerleştirilmektedir. Bu Kirletici Dil Virüsü, belli zamanlarda ortaya çıkarak görevini ifa etmektedir.

Cumhuriyet yönetici kadrolarından Lozan’da kabul edilen Hayım Nahum Doktrinini benimseyenlerin kullandıkları dilin tehditçi, karalayıcı, aşağılayıcı olması, benimsedikleri laik-seküler değer sistemine uygundur. Bu yaklaşımın Cumhuriyet dönemi resmi ideolojisini benimseyenler açısından devam ettirilmesi de normaldir. Bu yadırganmamalıdır. Yadırganması gereken resmi ideolojiye karşı olanların ya da karşı olduğunu söyleyenlerin ve ”Muhafazakâr Demokratların”, “Tanrı Dağı Kadar Türk, Hıra Dağı Kadar” Müslüman olanların, benzer bir dil kullanmalarıdır. Kullandıkları dil, ne milli değerlere, ne dini değerlere ne de “muhafazakâr” değerlere uygundur. Kendi kültür medeniyetinin değerlerine ters ve insanı ifsad edici bir dil kullanmaları, hem yanlış hem de tehlikelidir.

Bu, “onlar söylüyor bizde söyleyelim/söylemeliyiz” zihinsel hastalığının tezahür halidir.

Unutmayın! “Onlar bizim öğretmenlerimiz değillerdir”.

Unutmayın! Bizim öğretmenlerimiz, Allah ve Resuludür.

1-Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu, Ankara, 2005.

2-Doğan, D.M., Büyük Türkçe Sözlük, Pınar yayınları, İstanbul, 2005.

3- Ecevit, B., Vahdettin Hain Değildi Zaman 16.07.2005

4- Kaplan, S., Hürriyet 18.07.2005

5- Ertunç A.C., Cumhuriyetin Tarihi, Pınar yayınları, İstanbul, 2002

6- Ağaoğlu, A., Serbest Fırka Hatıraları, İletişim yayınları 1994 istanbul S:226

7- Okyar, O., Mehmet Seyitdanlıoğlu, Fethi Okyar’ın Anıları, Türkiye iş bankası yayınları, Ankara 1997, S:86

 

ŞER İTTİFAKI ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI İÇİN İKİ ANA EKSEN OLUŞTURMAYA ÇALIŞMAKTADIR

(Umran Dergisi)   Şer İttifakı (Siyonizm-ABD-İngiltere-İsrail, AB) 21. yüzyılı “dijital dönüşüm” yüzyılı olarak öngörmekte, bu nedenle “büyü...