(Milli Gazete)
Toplumsal değişimin mahiyeti ve sonuçları açısından insanın,
toplumun yol tercihi yapması, en hayati konulardan biridir. ABD, “akıllı güç
stratejisi” çerçevesinde hedef seçtiği ülkelere, Türkiye dâhil, “model
ortaklık” teklif etmekte hatta dayatmaktadır. Model ortaklığa göre Kur’an
ahkâmı hayata uygulanmayacak ve fakat bunun dışındaki ibadetle ilgili tüm
vecibeler yerine getirilebilecek ve laik-seküler değerler etrafında bütünleşme
sağlayan yeni bir yol inşa edilecektir.
Model ortaklık konusu incelenmeden önce imanla küfür
arasında böyle bir yol ortaya koymak, Kur’an’a göre mümkün müdür sorusunun
cevaplandırılması gerekmektedir. Burada bu konu ele alınacaktır.
İnsana Gösterilen İki Ana Yol
Allah, yarattığı varlığın yapısında ki iki zıt cepheye hitap
eden iki de yol yaratıp insanoğlunun önüne koymuştur ve tercihi kendine
bırakmıştır (91/7-10). Bu yollar, Kur’ân’da, mahiyetine (doğru olup olmaması),
bedeline, rehberine bağlı olarak isimlendirilmektedir:
• Allah’ın Yolu (16/9, 6/153,3/73) / Peygamberlerin
Yolu(25/27) - Tağutun Yolu (4/75,76).
• Müminlerin Yolu (4/115) - Kafirlerin Yolu
(4/42,5/12,29/12) / Suçluların Yolu (6/55) / Bozguncuların Yolu (7/142) /
Azgınların Yolu (7/145,146) / Bilmeyenlerin Yolu (10/89,7/148).
• Nimet Verilenlerin Yolu (1/7) - Sapıkların Yolu (1/7) /
Gazaba Uğrayanların Yolu (1/7).
• Doğru Yol (90/10,16/9, 6/153,3/73) - Eğri Yol (90/10,16/9)
/ Sapık Yol (25/34,42,44).
• Aydınlık Yol (2/257, 5/16, 57/9) - Karanlık Yol (2/257,
5/16, 57/9).
• Cennete Giden Yol (3/195, 9/111) - Cehenneme Giden Yol
(4/169, 37/22-23).
Ayetlerde yol, yolcu, bedel ve rehber arasında ortaya konan
ilişki, bunları, birbirinden bağımsız olarak ele alıp değerlendirmenin yanlış
olduğunu göstermektedir. Gene bu ayetlerde, kendisine gösterilen yollarla
ilgili insanın seçim hakkının olduğu çok açık ifade edilmekte ve seçtiği yola
bağlı olarak da yolcular, Ashab-ı Meymene ve Ashab-ı Meş’eme olarak
isimlendirilmektedir. Ashab-ı Meymene olanların cennete, Ashab-ı Meş’eme
olanların ise cehenneme gideceği açık bir şekilde belirtilmektedir.
Üçüncü Bir Yol -Melez Yol- İmanla Küfür Arasında Bir Yol
Mümkün mü
Bu yol tablosunda Allah’ın Yolu ile / Peygamberlerin Yolu
ile Tağutun Yolu’nun, Müminlerin Yolu ile Kâfirlerin Yolu’nun /
Suçluların Yolu’nun / Bozguncuların Yolu’nun /Azgınların Yolu’nun /
Bilmeyenlerin Yolu’nun, Nimet Verilenlerin Yolu ile Sapıkların Yolu’nun /
Gazaba Uğrayanların Yolu’nun, Doğru Yol ile Eğri Yol’un / Sapık Yol’un,
Aydınlık Yol ile Karanlık Yol’un ve Cennete Giden Yol ile Cehenneme Giden
Yol’un harmanlanmasıyla üçüncü ara bir yol ortaya koymak mümkün müdür
Yukarıda İnsana gösterilen iki ana yol birbirine zıttır. Bu
yolların mensupları da birbirlerine karşıttırlar. Yolları birbirinden ayıran en
temel unsur, değerlerdir. Yollar, farklı değerler üzerine inşa edilmiştir.
Yolların melezleştirilmesi demek, üçüncü yol, birbirleri ile zıt olan,
birbirlerini ret eden temel değerlerin harmanlaması, hakla batılın, helal ile
haramın, maruf ile münkerin, temiz ile pisin karıştırılması demek olup imanla
küfür arasında bir yol inşa etmek demektir.
Böyle bir yaklaşım ya da çaba, ayetlerin anlamlarını değiştirmek,
hakkı batıl ile örtmek ve hakkı gizlemek demektir(2/41-42; 3/71). Böyle bir
yaklaşım ya da çaba, Kur’an’ı kavramların anlam alanlarını çarpıtarak tahrif
etmedir, kelimeleri anlam alanlarından kopararak onlara ayrı bir anlam
yüklemedir (5 Maide 41).
Böyle bir yaklaşım ya da çaba, hak yoldan sapmak olup
Allah’ın cezalandırmasına muhatap olmaktır(17/73-75). Böyle bir yaklaşım ya da
çaba, Kitab’ın parçalanması, dinin parçalanması ve de işlerin parçalanması
anlamına gelmektedir (3/118-120; 11/12; 5/ 49; 2/
85-86; 15/ 90-95; 6/ 159).
İman İle Küfür (Allah’ın Yolu ile Tâğût’un Yolu) Arasında
Bir Yol Aramak Kâfirliktir
Kur’ân, melez bir yol arayışını sapma olarak kabul edip buna
çok şiddetli ve çok sert bir şekilde karşı çıkmakta; böyle bir yaklaşım sergileyenlerin
ödeyeceği bedelin, onur kırıcı bir azap olacağını belirtmektedir (4/136-152).
Nisa 136. ayeti, “Ey iman edenler” diye başlamakta ve
devamında onların “Allah’a, Resulüne, indirdiği Kitaba ve bundan önce indirdiği
kitaba iman etmesi” istenmektedir. İman edenlerin iman etmeye çağrılması,
kalplerinde hastalık başladığı, iman dairesinden cahiliyeye doğru bir geri
dönüş içerisinde oldukları manasına gelmektedir. Nitekim Nisa 137. ayetinde,
“iman edip sonra küfre sapanlar, sonra yine iman edip sonra küfre sapanlar
sonra da küfürleri artanlar” ifadesinin yer almış olması, böyle bir insan
unsurunun varlığına bir delil olmaktadır. Bu insan unsuruna ilişkin “onları
doğru yola da iletecek değildir” hüküm cümlesinin kullanılması, imanla küfür
arasında gelgit yaşamanın ya da bir yol aramanın yanlışlığına olan özel bir
vurgudur. Nisa138-139. Ayetlerinde gelgit yaşayan, ne zaman ne yapacağı belli
olmayan insan unsuru için “münafık” kelimesi kullanılmaktadır. Bu insan unsuru,
“mü’minleri bırakıp kâfirleri dostlar (veliler) edinir”; “Kuvvet ve onuru
(izzeti) onların yanında” ararlar. “Arada bocalayıp dururlar. Ne onlarla, ne
bunlarla” olabilirler; doğru yoldan sapmışlardır da farkında değillerdir.
Dolayısıyla iman ile küfür arasında bir orta yol aramak, kâfirlik ve münafıklık
olup bu arayışta olanların cezaları cehennemdir (4 Nisa 140-146).
İki yolu harmanlamak, iki yol arasında orta bir yol aramak
demek, yolları oluşturan temel değerleri harmanlamak, hakla batılı, marufla
münkeri, helalle haramı karıştırmak, kitabı parçalamak demek olup küfür
düzeyinde bir sapma hareketidir. Aşağıdaki ayette bunu açıkça görebilmekteyiz.
“Allah’ı ve peygamberlerini inkâr edenler, Allah ile
peygamberleri arasında ayırım yaparak; ‘Buna inanır, fakat şuna inanmayız’
diyenler böylece, iman ile küfür arası bir yol tutturmak isteyenler var ya,
işte onlar gerçek anlamı ile kafirdirler. Biz kâfirler için onur kırıcı bir
azap hazırladık” (4Nisa150,151).
Özet olarak İlahi sünnete göre Allah’ın yolu ile şeytanın
yolu arasında, imanla küfür arasında üçüncü bir yol yoktur. Böyle bir yol
oluşturmaya kalkmak, ilahi sünnete/ ilahi yasalara aykırı bir sapma
hareketidir.
Sonuç: Sosyal Şizofreni
Değer sistemlerinin ve dolayısıyla yolların bu şekilde
melezleştirilmesi, ciddi bir sapma olup psikolojik hastalıklara sebebiyet
vermektedir. Nereye ait olduğunu, ne zaman ne yapacağını bilemeyen, tezatlarla
dolu bir insan unsuru ortaya çıkmaktadır: “Şayet onlar da, sizin inandığınız
gibi inanırlarsa, kuşkusuz doğru yolu bulmuşlardır; yok eğer yüz çevirirlerse,
onlar elbette bir (çelişki ve) aykırılık içindedirler” (2 Bakara 137).
Bugün Türkiye’nin en ciddi sıkıntısı sosyal şizofrenidir.
Batı kültür medeniyet değerleri ile İslam kültür ve medeniyet değerleri
arasında bocalayan, hiç birine gerektiği gibi inanmayan, değişik tezatları
nefsinde barındıran bir insan unsuru sayısı, gittikçe artmaktadır. SEKAM
tarafından 15-28 yaş grubu için 81 vilayette 5541 kişi üzerinden yaptığımız bir
saha çalışmasında, yeni neslin bu tezadı, çok açık bir şekilde görülmektedir(1).
Komünistlerin %10’u, ateistlerin %13’ü düzenli beş vakit namaz kılarken;
İslamcıların ve dindarların %18’i, ülkücülerin %21’i ve Müslüman kimliğini
benimseyenlerin %28’i hiç namaz kılmamaktadır. Araştırmada, dini değerler,
toplumsal değerler ve aile değerleri konusunda 15-28 yaş grubundaki gençlerin
kafasının çok karışık olduğu görülmektedir.
Bu, onların ne hatası ne de suçudur. Bunun ana suçlusu,
Lozan’da Hayım Nahum Doktrini’ne ve Batı kültür ve medeniyet değerlerine göre,
Müslüman bir halka rağmen, “kanunen ve cebren” kurulmuş olan Türkiye’deki
sistem ve bu sisteme göre şekillenen devlet yapısıdır. Suçlu, bu sistemi
değiştirmeyi düşünmeyenler, bunun için mücadele etmeyen gençlerin
ebeveynleridir.
Bu sosyal şizofreninin ortadan kaldırılabilmesi için, Hz. Adem’le
İblis arasında başlayan kavganın şekillendirdiği iki yol ve iki değer sistemi
arasındaki uzlaşmaz kavganın tarihsel bir süreç olarak var olduğu ve devam
edeceğinin öncelikle kabul edilmesi gerekmektedir.
“O: ‘Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa
düşmeyin’ diye dinden Nuh’a vasiyet ettiğini ve sana vahyettiğmizi, İbrahim’e,
Musa’ya ve İsa’ya da vasiyet ettiğimizi sizin için de teşri’ etti (bir şeriat
kıldı). Senin kendilerini çağırmakta olduğu şey, müşrikler üzerine ağır geldi.
Allah, dilediğini buna seçer ve içten kendisine yöneleni hidayete eriştirir”
(42 Şura 13).
Bu gerçeği göremeyip imanla küfür arasında üçüncü bir yol
aramak demek, Allah’ın kitabından şüphe içerisinde olmak demektir.
“Onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca aralarındaki
‘tecavüz ve haksızlık’ dolayısıyla ayrılığa düştüler. Eğer senin Rabbinden, adı
konulmuş bir ecele kadar geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, muhakkak araların
da hükmü verilmiş (iş bitirilmiş)ti. Şüphesiz onların ardından kitaba mirasçı
olanlar ise, herhalde ona karşı kuşku verici bir tereddüt içindedirler” (42
Şura 14).
Kitabın tarihselliğinin tartışıldığı, anlatılan
kıssaların ve olayların sembolik olduğunun söylendiği ve hadislere dil
uzatıldığı günümüzde, bize düşen görev, Kur’an’ın bize gösterdiği dosdoğru bir
istikamet üzere olmak, yürütülen psikolojik savaşa karşı dimdik durarak
geleceğe emin adımlarla yürümektir.
“Şu halde, sen bundan dolayı davet et ve emrolunduğun gibi
dosdoğru bir istikamet tuttur. Onların hevalarına (istek ve tutku) uyma. Ve de
ki: Allah’ın indirdiği her kitaba inandım. Aranızda adalet yapmakla emrolundum.
Allah, bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bizim, sizin
amelleriniz sizindir. Bizimle sizin aranızda (karşılıklı delillere
dayalı=hüccet) bir tartışma konusu yoktur. Allah, bizi bir arada
birleştirip-toplayacak ve dönüş de O’nadır” (42 Şura 15).
Kaynaklar:
1-SEKAM, Türkiye’de Gençlik, Gençliğin Özellikleri,
Sorunları, Kimlikleri ve Beklentileri, İstanbul, 2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder