(Milli Gazete)
Giriş
Türkiye’de toplumun değişik katmanları arasında (en fakir-
en zengin; hiç okumamış- en okumuş; en genç-en yaşlı; laik-seküler-dindar)
yayılan bir huzursuzluk, mutsuzluk ve bunalım söz konusudur. Tatminsiz,
doyumsuz ve sorumsuz bir insan unsuru sayısı, her geçen gün artmaktadır. Bu
ülkede güzele güzel, doğruya doğru, iyiye iyi, kötüye kötü, pise pis demeyen,
diyemeyen bir zihinsel kırılma, bir zihinsel kirlenme vardır. Her şey,
siyah-beyaz düzleminde aşırı ifrata varan bir zeminde tartışılmakta, taraf
olunmakta; farklı olguların, durumların, ihtimallerin olabileceği ya
düşünülmemekte ya da söylenmekten korkulmaktadır. Asıl tehlike, bu zihinsel
yapının gittikçe doğallaşması, içselleşmesi ve meşrulaşmasıdır.
Buna en güzel örneklerden biri, Suriye içerisinde Türkiye’ye
37 km uzaklıktaki “Süleyman Şahın mezarının” bir operasyonla alınıp Türkiye’ye
200m mesafede Suriye içerisinde bir yere taşınması ile ilgili yapılan
tartışmalardır. Daha önce Musul Konsolosluğundaki rehineler krizi ile ortaya
çıkan tartışmalarda, gerek iktidarın ve gerekse muhalefetin söyledikleri ile
Süleyman Şah’ın türbesinin taşınması nedeniyle söylenenleri, mukayese amaçlı
olarak yan yana koyduğumuzda her iki kesimin içine düştüğü tezatlı durumu,
zihinsel karmaşayı daha iyi görebiliriz. Buradaki amacımız, bu konuyu incelemek
değil, buna sebebiyet veren hastalığı keşfedebilmek ve hastalığın tedavisi için
çözümler ortaya koyabilmektir.
Türkiye’de gündem, olaylar çok hızlı değişmektedir. Toplumun
değişik katmanlarının, kesimlerinin bu olaylar karşısında takındıkları tavır,
her geçen gün daha keskin, daha tezatlı ve daha kırıcıdır. Bu nedenle günlük,
anlık meselelerin peşine takılıp gitmek, bizleri köklü çözüm arayıp bulmaktan
alıkoymaktadır.
Kur’an-ı Kerim’in “Maraz” diye tabir ettiği toplumsal
hastalıklarla karşı karşıyayız. Görünüre yansıyan toplumun iç dünyasında
(nefsinde) var olan bir marazın dışa vurmasından başka bir şey değildir. Geçen
yazılarda ele alıp incelediğimiz Rad 11 ve Enfal 53. Ayetlerinin biz söylediği
tam da budur. Öncelikle bu mesele ele alınmadıkça meselelerimizi çözme şansı
yoktur.
Toplumsal Maraz ve Geminin Batması
İlahi yasalar çerçevesinde dikkat edilmesi gereken nokta,
toplumların tabi olduğu yasaların, tıpkı eşyanın tabi olduğu yasalar gibi
olmasıdır. Her ikisinde de, gereği yapılmadığı ya da onlara riayet edilmediği
takdirde sonuç kaçınılmazdır. Hz. Peygamberin toplumların durumunu, Gemi ile
seyahat eden insanlara benzetmesi bunun güzel bir örneğidir:
“Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Allah’ın hudûduna
(emir ve yasaklarına) giren meseleleri tatbîk eden -ve yağcılık yaparak
müsâmaha ve gevşeklik göstermeyen iyi- kimseler ile yasakları işleyen
kimselerin durumları, bir gemiye binip kur’a çekerek, geminin alt ve üst
katlarına yerleşen yolculara benzer.
Öyle ki, alt katta oturanlar, su ihtiyaçlarını giderirken
üsttekilerin yanından geçip onları rahatsız ediyorlardı.
(Alttakiler bu duruma son vermek için) bir balta alarak
geminin dibini delmeye başlasalar, üsttekiler hemen gelip:
“Yâhu ne yapıyorsunuz ” diye sorunca alttakiler:
“Biz su ihtiyacımızı görürken sizi rahatsız ediyorduk,
halbuki suya muhtacız, şimdi sizi rahatsız etmeden yerimizi delerek bu şekilde
elde edeceğiz” deseler ve üsttekiler bu işte onlara mâni olsalar, hem
kendilerini kurtarırlar, hem onları kurtarmış olurlar.
Eğer yaptıkları işte serbest bıraksalar, hem onları helâk
ederler, hem de kendilerini helâk ederler.”
Burada, geminin suda yüzebilmesinin bir kanuniyeti olduğu, o
kanuniyete uyulmadığı, o kanuniyete zıt bir davranış yapıldığı zaman, geminin
batmasının, tahrip olmasının kaçınılmaz olduğuna dikkat çekilmektedir. Bu,
suyun kaldırma kuvvetine ilişkin yasaya bağlı olarak vuku bulan neden sonuç
ilişkisidir. Geminin altının delinmesi neden, geminin batması ise bir sonuçtur.
Diğer taraftan hadiste kötülüklerin yaygınlaşması ve kötülüklere karşı
insanların duyarsız ve vurdumduymaz davranmasının, toplumun helakine neden
olacağına dikkat çekilmektedir. Nasıl gemi yüzebilmesi için bir kanuniyete tabi
ise; benzer şekilde toplumlarda da varlıklarını devam ettirebilmek için belli
kanuniyetlere tabıdır. Bir toplumun içerisinde kötülüklerin, çirkinliklerin,
günahların artması ile o toplumun varlığını devam ettirmesi arasında bir ilişki
vardır. Burada da bir neden sonuç ilişkisi vardır. Kötülüklerin, çirkinliklerin
ve günahların artması bir neden, toplumun helak olması ise bir sonuçtur:
“Resûlullah (s.a.s): “İnsanlar, günahları çoğalmadıkça helak
olmayacaklardır.” (1).
“Ümmü Seleme (r.a.):”Ey Allah’ın Resulü! Aramızda salihler
mevcut iken bizler helak mi olacağız ”
Aleyhissalâtu vesselâm: “Evet, buyurmuşlardır, pislik
artarsa!”(2)
Geminin üst katında bulunanlar, gemiyi delmek isteyenlere
mani olmadıklarında nasıl hep beraber helak olacaklar ise; kötülüklerin
yaygınlaştığı toplumlarda da kötülüklerin yaygınlaşmasına mani olunmadığı
zaman, toplum gemi gibi batmak/helak olmak durumunda kalacaktır. O nedenle kötülükleri
teşvik edici, yaygınlaştırıcı ya da onların karşısında vurdumduymaz ve
nemelazımcı olunmamalıdır. Çünkü gelecek helak herkesi kuşatıcı olabilir:
“Resûlullah (s.a.s): Onlarda, sizde helak olmadan
beyinsizlerinizin kötülüklerinden emin olun.”(3).
Toplumlar, tabi oldukları kanuniyetlere uyduklarında
varlıklarını devam ettirirler. Bu kanuniyetlere uymayıp belli bir eşik seviyeyi
aştıkları zaman da mukadder akıbetleri olan ecelle karşılaşırlar. Bu da neden
sonuç ilişkisine dayalı bir kanuniyettir:
“[10.49]De ki: «Allah’ın dilemesi dışında, kendim için
zarardan ve yarardan (hiç bir şeye) malik değilim, her şey Allah’ın iradesine
bağlıdır, Her ümmetin bir eceli vardır. Onların ecelleri gelince, artık ne bir
saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler.»”
İlahi yardımın da gelmesi neden sonuç ilişkisine tabı bir
kanuniyetin sonucudur. Bu, ilahi yardımı hak etme kanuniyetidir:
“[41.30] Şüphesiz: Onlar «Bizim Rabbimiz Allah’tır» deyip
sonra da dosdoğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); onların üzerine melekler
iner (ve der ki;) «Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size va’d olunan cennetle
sevinin.»
[41.31] «Biz, dünya hayatında da, ahirette de sizin
velileriniziz. Orda nefislerinizin arzuladığı her şey sizindir ve istemekte
olduğunuz her şey de sizindir.»”
Burada “meleklerin müminlere gelmesi” ve “müminlerin cennet
nimetlerine nail olmaları”, “«Bizim Rabbimiz Allah’tır» deyip sonra da dosdoğru
bir istikamet tuttur”ma şartına bağlanmıştır. Burada da bir neden sonuç
ilişkisi vardır.
Kalite, Nitelik Ve Nicelik İlişkisine İlişkin İlahi Yasa
Nefislerde var olanlar, ferdin ve toplumun kalitesini,
niteliğini belirleyen şeyler olarak etkilidir. Kalite, nitelik ve nicelik
arasında da geçerli olan ilahi bir yasa söz konusudur. Bu yasanın varlığını,
aşağıdaki ayetlerde görebilmekteyiz:
“[8.65] Ey Peygamber, mü’minleri savaşa karşı
hazırlayıp-teşvik et. Eğer içinizde sabreden yirmi (kişi) bulunursa, iki yüz
(kişiyi) mağlub edebilirler. Ve eğer içinizden yüz (sabırlı kişi) bulunursa,
bunlar da kâfirlerden binini yener. Çünkü onlar (gerçeği) kavramayan bir
topluluktur.
[8.66] Şimdi, Allah sizden (yükünüzü) hafifletti ve sizde
bir za’f olduğunu da bildi. Sizden yüz sabırlı (kişi) bulunursa, (onların) iki
yüzünü bozguna uğratır; eğer sizden bin (kişi) olursa, Allah’ın izniyle (onların)
iki binini yener. Allah, sabredenlerle beraberdir.”
Bu ayetlerde nitel değişiklik ile nicel değişim arasında bir
ilişki bulunduğu; nitelik azaldıkça niceliğin artması gerektiği
belirtilmektedir. Dikkat çekilen nokta, bireysel değişimlerden ziyade toplumsal
değişimlerdir. Müminler ile müşrikler arasında nitelik nicelik ilişkisi, Enfal
65’de bire on iken; müminlerdeki zafiyet, kalite düşümü, bu oranın bire ikiye
indirilmesine sebebiyet vermiştir (Enfal 66). Ancak burada dikkat etmemiz
gereken bir nokta da, Allah’ın bir mümin, diğerlerinden 10 kişiye ya da 2
kişiye bedel olduğunu dememiş olması; buna karşılık yirmi, yüz ve bin kişilik
topluluklar üzerinden bedel olma rakamlarını vermiş olmasıdır. Her müminin bir
özel hayatı, yeteneği vardır. Ama her müminin bir de toplumsal bir hayatı
vardır, olmalıdır. Toplumsal olarak varoluş, nefislerindeki özellikler
birbirine yakın olmak, sabır gibi bazı ortak davranış göstermek şartıyla, birey
olduklarında sahip oldukları güç, toplum olduklarında bire on veya bire iki
katlanmaya sebebiyet vermektedir. Yasanın bu yönüne dikkat edilmelidir.
Bu mükâfat, cemaat olmanın, toplumsal sorumluluklar
çerçevesinde bir bütün olmanın mükâfatıdır. Öyleyse iman edenler, Kur’an ve
Sünnet düzleminde kendilerini bireysel olarak sağlamlaştırırken, “bir beden
gibi”, “bir birini yıkayan iki el gibi” de birbirlerini sağlamlaştırmak,
beslemek, desteklemek, cemaat/hareket olmak zorundadırlar. Hz. Peygamberin
müminleri bir bedene benzetmesine bu açıdan bakmak gerekmektedir:
“Birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamette, birbirlerine
şefkatte mü’minlerin misâli, bir bedenin misâlidir. Ondan bir uzuv rahatsız
olsa, diğer uzuvlar, uykusuzluk ve hararette ona iştirak ederler.”(4)
Bugün iktidar ve muhalefet ilişkilerinde ve bu çerçevede
meydana gelen siyasi kamplaşmalarda unutulan bu temel olgudur.
Sonuç: Nefislerde Olanı Değiştirebilmek
Yukarıda ele aldığımız tüm ayetlerde dikkat etmemiz gereken
nokta, nefislerde var olanlara bağlı olarak nimetlendirildiğimiz, ona uygun,
layık bir hayatı yaşadığımız ve ona uygun olarak da yönetildiğimizdir. “Her
toplum layık olduğu yönetime kavuşur” yada “siz nasıl iseniz öyle
yöneltilirsiniz” hadisleri bize bu kanuniyetleri en güzel bir şekilde
hatırlatmaktadır(5).
Öyleyse nefislerde olan değişir mi Değişirse nasıl bu mümkün
Sorularının cevapları çok önemli olmaktadır.
Kaynaklar
1- Ebu Dâvud, Melahim 17, (4347); (4794).
2- Muvatta, Kelam 22, (2, 991); Kütübü Sitte H. No:(5905);
Sahih-i Müslim’deki H. No: (5128)
3 - 3: 435, Hadîs No: 3894; 2046
4- (3336); Buhârî, Edeb 27; Müslim, Birr 66, (2586).
5- 3043. [5:47, Hadîs No: 6406], Beyhaki’nin Şuebû’l-lman.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder