18 Aralık 2014 Perşembe

Erbakan ve Çözüm Süreci - 5: Kavmiyetçilik/Asabiye/Irkçılık/Şovenizm

 (Milli Gazete)

“Sorarım size, asırlar boyu tek vücut olarak yaşadığımız halde ne oldu da bu husumet ortaya cıktı Niçin bu kanlar akıyor ” Prof. Dr. Necmettin Erbakan

Milli Görüş hareketinin kurucusu Erbakan’a göre Milli Görüş, içinde doğduğu şartların (baskı dönemi) bir sonucu olarak İslam’ın kodlanmış, şifrelenmiş şeklidir. Bu nedenle Milli Görüş hareketi, millet tabanlı bir ümmet kimliğini benimsemiştir. Türkiye’de “çözüm süreci” diye tanımlanan mesele, Türkiye’nin kimlik krizinin bir sonucudur. Rahmetli Erbakan Hoca’nın Türkiye’nin kimlik krizine ilişkin önerdiği çözüm şekli, bugün konuşulan çözüm sürecinin çok daha ilerisinde bir çözüm şekli olup; çok farklı inanç ve etnik sorunları kuşatıcı mahiyettedir. Erbakan hocanın teklif ettiği çözüm şeklini ele almadan önce Erbakan hocanın düşünce temelini oluşturan İslam da, kavmi kimliklerin ve kavmiyetçiliğin anlam ve kapsamını anlamakta fayda vardır. Bir kimlik krizi yaşayan Türkiye’de getirilmek istenen çözüm şekli, farklı kavmi kimliklerde kavmiyetçiliği teşvik edecek dolayısıyla daha büyük bir çözülmeye meydan verecek bir durum ortaya çıkarmamalıdır. Bu nedenle İslam kültür medeniyetini benimsemiş olan herkesin, bu ülkeyi seven her kesimin, her yapının/hareketin kavmiyetçiliğe bakışı, açık, berrak ve doğru olmalıdır.

İslam’a göre kavimler, renkler, diller ve genetik yapı farklılıkları, Allah’ın birer ayeti olup meşru kılınmıştır. Herkesin kendi rengini, dilini, soyunu sevmesi meşrudur. Öyleyse kavmiyetçilik nedir

Burada İslam’ın kavmiyetçiliğe nasıl baktığı konusu ele alınıp incelenecektir.

Kavmiyetçilik, Irkçılık, Asabiyet

Akrabayı, soyu, kavmi sevmek meşru olduğuna göre kavmiyetçiliği, ırkçılığı, asabiyeti nasıl anlayacak ve ayırt edeceğiz

Eşler arasına konulan sevgi ve merhamet nasıl Allah’ın ayeti ise akraba, kabile ve kavmin bireyleri arasındaki sevgi ve merhamet de Allah’ın bir ayetidir. Sorun sevgi, merhamet ve şefkatin olmasında değil; sorun, kavme ya da soya olan sevginin, bir tutku ve şehvet boyutuna ulaşmasındadır. Böylelikle bir başka kavmin, soyun hakkının, hukukunun çiğnenmesi, adaletin ortadan kalkması ve zulmün icra ediliyor olmasıdır.

Asabiye konusu Hz. Peygambere sorulmuştur. Hz. Peygamberin verdiği cevap, asabiye, sevgi ve zulüm arasında ki ilişkiyi ortaya koyarak asabiyeden ne anlaşılması gerektiğine açıklık getirmiştir:

(1198) (3949) (7185) (4800)- Vâsile İbnu’l-Eskâ: “Ey Allah’ın Resulü dedim, kişinin kavmini sevmesi, (merdud olan) asabiye midir ”

“Hayır buyurdular, asabiye, kişinin zulümde kavmine yardımcı olmasıdır.” (1)

Hz. İbrahim, soyundan da peygamber gelmesi için dua yaptığında, Allah’ın verdiği cevapta, «Zalimler benim ahdime erişemez» denmiş olması (2 Bakara 124), kavmiyetçiliğin gizli şifresinin, bir başka kavme zulüm yapmak olduğunu ortaya koymaktadır.

Kavmiyetçilik ile zulüm arasındaki bu ilişkiyi, Hz. Musa’nın kavga yapan taraflar arasında haklı ile haksızı ayırt etmeden, herhangi bir sorgulama yapmadan, kendi kavminden olana yardım etmiş olmasında da görmekteyiz:

“(Musa,) Halkının haberi olmadığı bir zamanda şehre girdi, orada kavga etmekte olan iki adam buldu; bu kendi taraftarlarından, şu da düşmanlarından. Derken taraftarlarından olan, düşmanlarından olana karşı ondan yardım istedi. Bunun üzerine ona bir yumruk attı ve işini bitiriverdi. (Sonra da:) «Bu şeytanın işindendir; o, gerçekten açıkça saptırıcı bir düşmandır» dedi.”

“Dedi ki: «Rabbim, gerçek şu ki, ben kendi nefsime zulmettim, artık beni bağışla.»

“Dedi ki: «Rabbim, bana verdiğin nimetler adına, artık suçlu-günahkârlara destekçi olmayacağım.»”

“Böylece şehirde korku içinde (çevreyi) gözetleyerek sabahladı. Derken, bir de baktı ki, dün kendisinden yardım isteyen (kişi, bugün de) kendisine yardım için bağırıyor. Musa, ona dedi ki: «Sen gerçekten açıkça bir azgınsın.»”

“Sonunda ikisinin de düşmanı olan (adam)ı yakalamak isterken (adam ona) dedi ki: «Ey Musa, dün birini öldürdüğün gibi, bugün de beni mi öldürmek istiyorsun Sen yeryüzünde yalnızca bir zorba olmak istiyorsun, ıslah edicilerden olmak istemiyorsun.»” (28 Kasas 15-19)

Hz. Musa’nın “Bu şeytanın işindendir”, “ben kendi nefsime zulmettim”,

“suçlu- günahkârlara destekçi olmayacağım” demiş olmasının sebebi, kavga eden taraflardan haklı haksız sorgulamasını, araştırmasını yapmadan, kendi kavminden olduğu için birine sahip çıkmış olmasının yanlışlığını görüp pişman olmuş olmasından dolayıdır. Nitekim kendi kavminden olan aynı şahsa, ertesi gün, «Sen gerçekten açıkça bir azgınsın.»” demiş olması, içine düştüğü vicdan azabından dolayı olabilir. Keza ikinci gün kavminden olmayan şahsın Hz. Musa’ya “Sen yeryüzünde yalnızca bir zorba olmak istiyorsun, ıslah edicilerden olmak istemiyorsun.»” demiş olması da, Hz. Musa’nın salt kavminden olduğu için birine yardıma kalkmış olmasının yanlışlığını ortaya koymuş olması bağlamında değerlendirilmelidir.

Kavmiyetçilik Cahili Bir düşünce ve Tavırdır

Milletin/Ümmetin dayanışmasını yıkıp birlik ve beraberliği parçaladığından dolayı kavmiyetçiliğe neden olan her türlü tutum ve tavır yasaklanmış, cahili bir davranış olarak nitelendirilmiştir:

“Ümmetimde dört şey vardır ki, câhiliyye işlerindendir; bunları terk etmeyeceklerdir: Haseple (mal, mevki, zenginlik gibi dünyevî özelliklerle) iftihar, nesebi (ırkçılığı) sebebiyle insanlara ta’n (küçük görüp hakaret), yıldızlardan yağmur bekleme, (ölenin ardından) mâtem!” (2)

Böyle bir dava güdenler, Müslümanların birlik ve beraberliğini bozduğundan dolayı Hz. Peygamber tarafından ‘bizden değildir’ denerek İslam kültür ve medeniyetinin inşa ettiği ümmettin/milletin/cemaatin dışına itilmişlerdir/itilmelidirler:

“Asabiyyet (kavmiyyetçilik) davasına kalkan, onu yaymaya çalışan, bu dava yolunda mücadeleye girişen bizden değildir.” (3)

Kavmiyetçilik İçin Savaşanlar Allah Yolunda Değiller Ve Yerleri Cehennemdir:

Bir mümin için soy, renk ve genetik yapı, bir ayırımcılık aracı olmadığına göre, bir kavmin bir başka kavme zulmetmesi, onun yaratılıştan kendisine bahşedilmiş haklarını gasp etmesi ya da onun asimile edilmesi için mücadele etmesi, Allah’ın rızasına uygun olmayıp Allah yolunda bir eylem de değildir:

“(1041)- Ebu Musa (radıyallahu anh): “Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’e, şecaat olsun diye veya hamiyyet (kavmi, ailesi, dostu) için veya gösteriş için mukâtele eden kimseler hakkında sorularak bunlardan hangisi “Allah yolunda”dır dendi.

Resûlullah: “Kim, Allah’ın kelamı yücelsin diye mukâtele ederse, o Allah yolundadır” diye cevap verdi.”(4)

Bu nedenle kavmiyetçilik için ölenler, cahiliye ölümü ile ölmüşlerdir:

(1729)- “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “ Kim de körü körüne çekilmiş (ummiyye) bir bayrak altında savaşır, asabiyet (ırkçılık) için gadablanır veya asabiyete çağırır veya asabiyete yardım eder, bu esnada da öldürülürse bu ölüm de cahiliye ölümüdür.” (5)

Kavmiyetçiliğin millet/ümmet içerisinde ektiği fitne ve fesad tohumlarının zararlı etkisinin büyüklüğünden ve milletin/ümmetin birlik ve beraberliğini tahrip ettiğinden dolayı kavmiyetçilik yapanların cezası cehennemdir. Namaz kılıp oruç tutmuş olmaları, bu sonucu değiştirmemektedir:

“Kim câhiliyye davasında (kavmiyetçilikte) bulunursa cehenneme iki dizi üzerine çökmüş demektir.

Dediler ki: “Ey Allah’ın Resûlü, oruç tutsa, namaz kılsa da mı ”

“Evet,” cevabını verdi; “oruç tutsa da, namaz kılsa da.” (6)

İslam bir taraftan akrabalık, soy bağının korunmasını isterken, diğer taraftan bunun İslam’ın değer sistemine zarar vermemesini de istemektedir. Zarar verme söz konusu ise yapılması gereken tercih, kan bağı değil değer bağı olmalıdır. O nedenle Allah, Hz. Nuh’un ve Hz. Lut’un eşlerini küfredenlere; Firavun’un karısını da, iman edenlere örnek olarak göstermektedir (66 Tahrim 10-11). Hz. Nuh bir baba olarak, oğlunun tufanda kurtulabilmesi için Allah’a yalvarmıştır. Hz. Nuh’un iman etmemiş oğlunun kurtuluşu için Allah’a dua etmesi, Allah tarafından kınanmış olup oğlu konusunda uyarılmıştır:

“[011.046] Dedi ki: «Ey Nuh, kesinlikle o senin ailenden değildir. Çünkü o, salih olmayan bir iş (yapmıştır). Öyleyse hakkında bilgin olmayan şeyi benden isteme. Gerçekten ben, cahillerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum.»

Hz. Nuh’un öz oğlu, seçtiği değer sisteminden dolayı Hz. Nuh’un ehli olmaktan bizzat Allah tarafından çıkarılmıştır. Hz. Nuh’un uyarılmasında kullanılan ‘cahillerden olmayasın’ ifadesi ise, asabiye ile cahiliye arasında yukarıda ifade edilen ilişkiyi kuvvetlendiren önemli bir delildir.

Bir insana kan bağı olarak, sevgi olarak en yakın olan varlıklar, onun anne, babası ve çocukları, akrabası ve aşiretidir. İslam’a göre değer bağına zarar vermedikçe bu bağın korunup kollanması gereklidir. Ancak değer bağına zarar verme durumu varsa anne babası dâhil olsa orada tercih, değer sisteminin yanında olmak olmalıdır. Bu keyfi bir tercih olmayıp bizzat Allah’ın takdir ettiği bir hükümdür:

“Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiç bir kavim (topluluk) bulamazsın ki, onlar Allah’a ve Rasulüne karşı başkaldıran kimselere bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar; bunlar, isterse babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları) olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz Allah’ın fırkası olanlar, felah (umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta kendileridir.” (58 Mücadele 22, Bak: 9 Tevbe 23)

Sonuç: Kavmiyetçiliğin Tedavisi: Birr ve Takva Konusunda Yardımlaşmak

Akrabalık ya da kan bağı, toplumsal dayanışma ve bütünleşmede ikinci derecede rol üstlenmelidir. Bu, toplumsal dengenin kurulması, adaletin sağlanması açısından önemlidir. Ancak bir kavmi kimlik, millet/ümmet üst kimliğinin üstüne çıkarılmamalıdır. Kavmi kimlikler, İslam üst kimliği(ümmet) çatısı altında birer alt kimlik olarak vardır ve varlığı da korunmaktadır/korunmalıdır.

Kavmiyetçilik virüsünün bulaşıcı ve tehlikeli oluşundan dolayı, ona açılacak tüm kapıların kapanması konusunda Müslümanların dikkatli olması gerekmektedir. Bu konuda Müslümana düşen görevlerden biri de iyi bir dil kullanmasıdır. Kavimleri rencide edecek tarzda alay etmek, lakap takmak, fıkra anlatmak, yangına benzin sıkmaktır. Kur’an’ın bu noktada ki uyarısı unutulmamalıdır (49 Hucurat 11). Bu ayette bu tür tutum ve tavırlar, fasıklık ve zalimlik olarak vasıflandırılmaktadır. Bu, insanları kavmiyetçilik bataklığına itmenin kavmiyetçilik yapmaya benzer bir suç olduğu anlamına gelmektedir. Bir Müslüman için fasıklık ve zalimlik, bedeli çok ağır olan iki kötü vasıftır.

Kavimler, renkler, diller insanın kendi iradesinden bağımsız gerçeklerdir.

Bir insan bu dünyaya gelirken, rengini, kavmini kendi isteği ile seçmemektedir.

İnsanın kendi iradesi ile seçemediği şeyler, üstünlük konusunda ana kıstas olamaz, olmamalıdır. Ne bir insan, bir kavme mensup olduğu için diğerlerinden üstün olabilir; ne de bir kavim genetik yapısından, dilinden, renginden dolayı başka kavimlere göre üstün olabilir.

Kavimler arasındaki övünme ve üstünlük ölçüsü, yaratılış kanunlarına tabi olarak, değerler sistemindeki konumlarıdır, takvalarıdır. 49 Hucurat 13’de kabilelerin ve şaabların Allah’ın ayetleri ve tanışmak için Allah’ın bir takdiri olduğu, hiçbir kavmin diğerine bir üstünlüğünün olmadığı, üstünlüğün ancak takva ile olacağı çok açık bir şekilde ifade edilmektedir. O nedenle Kavmiyetçilik ateşini söndürecek olan yangın söndürücü, takvadır. Kavmiyetçilik hastalığının ana ilacı odur (48 Fetih 26).

Hz. Peygamber, Hz. Ebu Zerr’i hiçbir kavmin diğerine, hiçbir deri renginin bir başka deri rengine üstün olmadığını belirterek ikaz etmesi, üstünlüğü takvaya bağlaması, iman edenler için çok önemli bir ikazdır.

Bir kölenin oğlu olan Usame’nin komutanlığına itiraz edilmesi, kavmiyetçiliğin ayranının nasıl kolay kabarabileceğinin bir göstergesidir. Yönetme hakkı bir ırka, bir renge has değildir. Ehliyet ve liyakate sahip olmak şartıyla Allah’ın hükümlerini uygulamak üzere yönetici seçilir/seçilmelidir. Hz. Peygamber öldükten sonra da Hz. Ebubekir, Üsame’yi komutanlıktan almamış, her türlü talebi sert bir şekilde geri çevirerek gelecek nesillere çok iyi ve güzel bir gelenek bırakmıştır (7).

Mekke’nin fethinde Hz. Peygamber Kabe’yi açtırıp Hucurat 13 ayetini okumuştur. Hz. Peygamberin böyle bir günde, kavmiyetçilik-takva ilişkisini ihtiva eden bir ayeti okumuş olması, ümmet için en büyük tehlikelerden birinin kavmiyetçilik olduğuna/olabileceğine dikkat çekmiş ve savaş açmış olmasından dolayıdır. Hz. Bilal’e ezanı okutması da kavmiyetçiliğe karşı kararlılığının bir göstergesidir.

Birr ve takva konusunda yardımlaşmak ve konuşmak, bu yolda dayanışma İçerisinde bulunmak, her türlü hastalığın tedavi edilmesinde kullanılabilecek temel bir yaklaşımdır (5 Maide 2; bak: 58 Mücadele 9 ).

Bu bağlamda çatışan Müslüman kesimler arasında takınılacak tavır, adalet ekseninde bir barış ortamının sağlaması için duruş ortaya koymak, nemelazımcılığı terk etmek olmalıdır (49 Hucurat 9-10).

Unutmayın!

“Kim haksızlıkta kavmine yardım ederse, kuyuya düşüp, kurtarılmak için (beyhude yere) kuyruğundan çekilen deveye benzer.” Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)

Ve unutmayın!

“Sur’a üfürüldüğü zaman artık o gün aralarında soylar (veya soy bağları) yoktur ve (üstünlük unsuru olarak soyluluğu veya birbirlerine durumlarını) soruşturmazlar da.” (23 Müminun 101).

KAYNAKLAR

1- Ebu Davud, Edeb 121, (5519).

2- Müslim, Cenâiz 9, hadis no: 934

3-Ebu Davud, Edeb, 121, 5121. H. Münavi, a.g.e., 5, 386).

4- Buharî, Cihad 15, Hums 10, İlm 35, Tevhid 28; Müslim, İmâret 149, (1904); Tirmizî, Fedâilu’l-Cihâd 16, (1646); Ebu Dâvud, Cihâd 26, (2517); Nesâî, Cihâd 21; İbnu Mace, Cihâd 13, (2783).

5- Müslim, İmâret 53, (1848); Nesâî, Tahrim 28, (7, 123); İbnu Mâce, Fiten 7, (3948).

6- Hakim, Müstedrek, 4, 298.

7- Hamidullah M., İslam Peygamberi, İrfan yayınları, İstanbul, 1972.

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...