(Milli Gazete)
“Sorarım size, asırlar boyu tek vücut olarak yaşadığımız halde ne oldu da bu husumet ortaya cıktı Niçin bu kanlar akıyor ” Prof. Dr. Necmettin Erbakan
Milli Görüş hareketinin kurucusu Erbakan’a göre Milli Görüş,
içinde doğduğu şartların (baskı dönemi) bir sonucu olarak İslam’ın kodlanmış,
şifrelenmiş şeklidir. Bu nedenle Milli Görüş hareketi, millet tabanlı bir ümmet
kimliğini benimsemiştir. Türkiye’de “çözüm süreci” diye tanımlanan mesele,
Türkiye’nin kimlik krizinin bir sonucudur. Rahmetli Erbakan Hoca’nın
Türkiye’nin kimlik krizine ilişkin önerdiği çözüm şekli, bugün konuşulan çözüm
sürecinin çok daha ilerisinde bir çözüm şekli olup; çok farklı inanç ve etnik
sorunları kuşatıcı mahiyettedir. Erbakan hocanın teklif ettiği çözüm şeklini
ele almadan önce Erbakan hocanın düşünce temelini oluşturan İslam da, kavmi
kimliklerin ve kavmiyetçiliğin anlam ve kapsamını anlamakta fayda vardır. Bir
kimlik krizi yaşayan Türkiye’de getirilmek istenen çözüm şekli, farklı kavmi
kimliklerde kavmiyetçiliği teşvik edecek dolayısıyla daha büyük bir çözülmeye
meydan verecek bir durum ortaya çıkarmamalıdır. Bu nedenle İslam kültür
medeniyetini benimsemiş olan herkesin, bu ülkeyi seven her kesimin, her
yapının/hareketin kavmiyetçiliğe bakışı, açık, berrak ve doğru olmalıdır.
İslam’a göre kavimler, renkler, diller ve genetik yapı
farklılıkları, Allah’ın birer ayeti olup meşru kılınmıştır. Herkesin kendi
rengini, dilini, soyunu sevmesi meşrudur. Öyleyse kavmiyetçilik nedir
Burada İslam’ın kavmiyetçiliğe nasıl baktığı konusu ele
alınıp incelenecektir.
Kavmiyetçilik, Irkçılık, Asabiyet
Akrabayı, soyu, kavmi sevmek meşru olduğuna göre
kavmiyetçiliği, ırkçılığı, asabiyeti nasıl anlayacak ve ayırt edeceğiz
Eşler arasına konulan sevgi ve merhamet nasıl Allah’ın ayeti
ise akraba, kabile ve kavmin bireyleri arasındaki sevgi ve merhamet de Allah’ın
bir ayetidir. Sorun sevgi, merhamet ve şefkatin olmasında değil; sorun, kavme
ya da soya olan sevginin, bir tutku ve şehvet boyutuna ulaşmasındadır.
Böylelikle bir başka kavmin, soyun hakkının, hukukunun çiğnenmesi, adaletin
ortadan kalkması ve zulmün icra ediliyor olmasıdır.
Asabiye konusu Hz. Peygambere sorulmuştur. Hz. Peygamberin
verdiği cevap, asabiye, sevgi ve zulüm arasında ki ilişkiyi ortaya koyarak
asabiyeden ne anlaşılması gerektiğine açıklık getirmiştir:
(1198) (3949) (7185) (4800)- Vâsile İbnu’l-Eskâ: “Ey
Allah’ın Resulü dedim, kişinin kavmini sevmesi, (merdud olan) asabiye midir ”
“Hayır buyurdular, asabiye, kişinin zulümde kavmine yardımcı
olmasıdır.” (1)
Hz. İbrahim, soyundan da peygamber gelmesi için dua
yaptığında, Allah’ın verdiği cevapta, «Zalimler benim ahdime erişemez» denmiş
olması (2 Bakara 124), kavmiyetçiliğin gizli şifresinin, bir başka kavme zulüm
yapmak olduğunu ortaya koymaktadır.
Kavmiyetçilik ile zulüm arasındaki bu ilişkiyi, Hz. Musa’nın
kavga yapan taraflar arasında haklı ile haksızı ayırt etmeden, herhangi bir
sorgulama yapmadan, kendi kavminden olana yardım etmiş olmasında da
görmekteyiz:
“(Musa,) Halkının haberi olmadığı bir zamanda şehre girdi,
orada kavga etmekte olan iki adam buldu; bu kendi taraftarlarından, şu da
düşmanlarından. Derken taraftarlarından olan, düşmanlarından olana karşı ondan
yardım istedi. Bunun üzerine ona bir yumruk attı ve işini bitiriverdi. (Sonra
da:) «Bu şeytanın işindendir; o, gerçekten açıkça saptırıcı bir düşmandır»
dedi.”
“Dedi ki: «Rabbim, gerçek şu ki, ben kendi nefsime
zulmettim, artık beni bağışla.»
“Dedi ki: «Rabbim, bana verdiğin nimetler adına, artık
suçlu-günahkârlara destekçi olmayacağım.»”
“Böylece şehirde korku içinde (çevreyi) gözetleyerek
sabahladı. Derken, bir de baktı ki, dün kendisinden yardım isteyen (kişi, bugün
de) kendisine yardım için bağırıyor. Musa, ona dedi ki: «Sen gerçekten açıkça
bir azgınsın.»”
“Sonunda ikisinin de düşmanı olan (adam)ı yakalamak isterken
(adam ona) dedi ki: «Ey Musa, dün birini öldürdüğün gibi, bugün de beni mi
öldürmek istiyorsun Sen yeryüzünde yalnızca bir zorba olmak istiyorsun, ıslah
edicilerden olmak istemiyorsun.»” (28 Kasas 15-19)
Hz. Musa’nın “Bu şeytanın işindendir”, “ben kendi nefsime
zulmettim”,
“suçlu- günahkârlara destekçi olmayacağım” demiş olmasının
sebebi, kavga eden taraflardan haklı haksız sorgulamasını, araştırmasını
yapmadan, kendi kavminden olduğu için birine sahip çıkmış olmasının
yanlışlığını görüp pişman olmuş olmasından dolayıdır. Nitekim kendi kavminden
olan aynı şahsa, ertesi gün, «Sen gerçekten açıkça bir azgınsın.»” demiş
olması, içine düştüğü vicdan azabından dolayı olabilir. Keza ikinci gün
kavminden olmayan şahsın Hz. Musa’ya “Sen yeryüzünde yalnızca bir zorba olmak
istiyorsun, ıslah edicilerden olmak istemiyorsun.»” demiş olması da, Hz.
Musa’nın salt kavminden olduğu için birine yardıma kalkmış olmasının
yanlışlığını ortaya koymuş olması bağlamında değerlendirilmelidir.
Kavmiyetçilik Cahili Bir düşünce ve Tavırdır
Milletin/Ümmetin dayanışmasını yıkıp birlik ve beraberliği
parçaladığından dolayı kavmiyetçiliğe neden olan her türlü tutum ve tavır
yasaklanmış, cahili bir davranış olarak nitelendirilmiştir:
“Ümmetimde dört şey vardır ki, câhiliyye işlerindendir;
bunları terk etmeyeceklerdir: Haseple (mal, mevki, zenginlik gibi dünyevî
özelliklerle) iftihar, nesebi (ırkçılığı) sebebiyle insanlara ta’n (küçük görüp
hakaret), yıldızlardan yağmur bekleme, (ölenin ardından) mâtem!” (2)
Böyle bir dava güdenler, Müslümanların birlik ve beraberliğini
bozduğundan dolayı Hz. Peygamber tarafından ‘bizden değildir’ denerek İslam
kültür ve medeniyetinin inşa ettiği ümmettin/milletin/cemaatin dışına
itilmişlerdir/itilmelidirler:
“Asabiyyet (kavmiyyetçilik) davasına kalkan, onu yaymaya
çalışan, bu dava yolunda mücadeleye girişen bizden değildir.” (3)
Kavmiyetçilik İçin Savaşanlar Allah Yolunda Değiller Ve
Yerleri Cehennemdir:
Bir mümin için soy, renk ve genetik yapı, bir ayırımcılık
aracı olmadığına göre, bir kavmin bir başka kavme zulmetmesi, onun yaratılıştan
kendisine bahşedilmiş haklarını gasp etmesi ya da onun asimile edilmesi için
mücadele etmesi, Allah’ın rızasına uygun olmayıp Allah yolunda bir eylem de
değildir:
“(1041)- Ebu Musa (radıyallahu anh): “Hz. Peygamber
(aleyhissalâtu vesselâm)’e, şecaat olsun diye veya hamiyyet (kavmi, ailesi,
dostu) için veya gösteriş için mukâtele eden kimseler hakkında sorularak
bunlardan hangisi “Allah yolunda”dır dendi.
Resûlullah: “Kim, Allah’ın kelamı yücelsin diye mukâtele
ederse, o Allah yolundadır” diye cevap verdi.”(4)
Bu nedenle kavmiyetçilik için ölenler, cahiliye ölümü ile
ölmüşlerdir:
(1729)- “Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “ Kim de körü
körüne çekilmiş (ummiyye) bir bayrak altında savaşır, asabiyet (ırkçılık) için
gadablanır veya asabiyete çağırır veya asabiyete yardım eder, bu esnada da
öldürülürse bu ölüm de cahiliye ölümüdür.” (5)
Kavmiyetçiliğin millet/ümmet içerisinde ektiği fitne ve
fesad tohumlarının zararlı etkisinin büyüklüğünden ve milletin/ümmetin birlik
ve beraberliğini tahrip ettiğinden dolayı kavmiyetçilik yapanların cezası
cehennemdir. Namaz kılıp oruç tutmuş olmaları, bu sonucu değiştirmemektedir:
“Kim câhiliyye davasında (kavmiyetçilikte) bulunursa
cehenneme iki dizi üzerine çökmüş demektir.
Dediler ki: “Ey Allah’ın Resûlü, oruç tutsa, namaz kılsa da
mı ”
“Evet,” cevabını verdi; “oruç tutsa da, namaz kılsa da.” (6)
İslam bir taraftan akrabalık, soy bağının korunmasını
isterken, diğer taraftan bunun İslam’ın değer sistemine zarar vermemesini de
istemektedir. Zarar verme söz konusu ise yapılması gereken tercih, kan bağı
değil değer bağı olmalıdır. O nedenle Allah, Hz. Nuh’un ve Hz. Lut’un eşlerini
küfredenlere; Firavun’un karısını da, iman edenlere örnek olarak göstermektedir
(66 Tahrim 10-11). Hz. Nuh bir baba olarak, oğlunun tufanda kurtulabilmesi için
Allah’a yalvarmıştır. Hz. Nuh’un iman etmemiş oğlunun kurtuluşu için Allah’a
dua etmesi, Allah tarafından kınanmış olup oğlu konusunda uyarılmıştır:
“[011.046] Dedi ki: «Ey Nuh, kesinlikle o senin ailenden
değildir. Çünkü o, salih olmayan bir iş (yapmıştır). Öyleyse hakkında bilgin
olmayan şeyi benden isteme. Gerçekten ben, cahillerden olmayasın diye sana öğüt
veriyorum.»
Hz. Nuh’un öz oğlu, seçtiği değer sisteminden dolayı Hz.
Nuh’un ehli olmaktan bizzat Allah tarafından çıkarılmıştır. Hz. Nuh’un
uyarılmasında kullanılan ‘cahillerden olmayasın’ ifadesi ise, asabiye ile
cahiliye arasında yukarıda ifade edilen ilişkiyi kuvvetlendiren önemli bir
delildir.
Bir insana kan bağı olarak, sevgi olarak en yakın olan
varlıklar, onun anne, babası ve çocukları, akrabası ve aşiretidir. İslam’a göre
değer bağına zarar vermedikçe bu bağın korunup kollanması gereklidir. Ancak
değer bağına zarar verme durumu varsa anne babası dâhil olsa orada tercih,
değer sisteminin yanında olmak olmalıdır. Bu keyfi bir tercih olmayıp bizzat
Allah’ın takdir ettiği bir hükümdür:
“Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiç bir kavim (topluluk)
bulamazsın ki, onlar Allah’a ve Rasulüne karşı başkaldıran kimselere bir sevgi
(ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar; bunlar, isterse babaları, ister çocukları,
ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları) olsun. Onlar, öyle
kimselerdir ki, (Allah) onların kalplerine imanı yazmış ve onları kendinden bir
ruh ile desteklemiştir. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı
olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz Allah’ın
fırkası olanlar, felah (umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta
kendileridir.” (58 Mücadele 22, Bak: 9 Tevbe 23)
Sonuç: Kavmiyetçiliğin Tedavisi: Birr ve Takva Konusunda
Yardımlaşmak
Akrabalık ya da kan bağı, toplumsal dayanışma ve
bütünleşmede ikinci derecede rol üstlenmelidir. Bu, toplumsal dengenin
kurulması, adaletin sağlanması açısından önemlidir. Ancak bir kavmi kimlik,
millet/ümmet üst kimliğinin üstüne çıkarılmamalıdır. Kavmi kimlikler, İslam üst
kimliği(ümmet) çatısı altında birer alt kimlik olarak vardır ve varlığı da
korunmaktadır/korunmalıdır.
Kavmiyetçilik virüsünün bulaşıcı ve tehlikeli oluşundan
dolayı, ona açılacak tüm kapıların kapanması konusunda Müslümanların dikkatli
olması gerekmektedir. Bu konuda Müslümana düşen görevlerden biri de iyi bir dil
kullanmasıdır. Kavimleri rencide edecek tarzda alay etmek, lakap takmak, fıkra
anlatmak, yangına benzin sıkmaktır. Kur’an’ın bu noktada ki uyarısı
unutulmamalıdır (49 Hucurat 11). Bu ayette bu tür tutum ve tavırlar, fasıklık
ve zalimlik olarak vasıflandırılmaktadır. Bu, insanları kavmiyetçilik
bataklığına itmenin kavmiyetçilik yapmaya benzer bir suç olduğu anlamına
gelmektedir. Bir Müslüman için fasıklık ve zalimlik, bedeli çok ağır olan iki
kötü vasıftır.
Kavimler, renkler, diller insanın kendi iradesinden bağımsız
gerçeklerdir.
Bir insan bu dünyaya gelirken, rengini, kavmini kendi isteği
ile seçmemektedir.
İnsanın kendi iradesi ile seçemediği şeyler, üstünlük
konusunda ana kıstas olamaz, olmamalıdır. Ne bir insan, bir kavme mensup olduğu
için diğerlerinden üstün olabilir; ne de bir kavim genetik yapısından,
dilinden, renginden dolayı başka kavimlere göre üstün olabilir.
Kavimler arasındaki övünme ve üstünlük ölçüsü, yaratılış
kanunlarına tabi olarak, değerler sistemindeki konumlarıdır, takvalarıdır. 49
Hucurat 13’de kabilelerin ve şaabların Allah’ın ayetleri ve tanışmak için
Allah’ın bir takdiri olduğu, hiçbir kavmin diğerine bir üstünlüğünün olmadığı,
üstünlüğün ancak takva ile olacağı çok açık bir şekilde ifade edilmektedir. O
nedenle Kavmiyetçilik ateşini söndürecek olan yangın söndürücü, takvadır.
Kavmiyetçilik hastalığının ana ilacı odur (48 Fetih 26).
Hz. Peygamber, Hz. Ebu Zerr’i hiçbir kavmin diğerine, hiçbir
deri renginin bir başka deri rengine üstün olmadığını belirterek ikaz etmesi,
üstünlüğü takvaya bağlaması, iman edenler için çok önemli bir ikazdır.
Bir kölenin oğlu olan Usame’nin komutanlığına itiraz
edilmesi, kavmiyetçiliğin ayranının nasıl kolay kabarabileceğinin bir
göstergesidir. Yönetme hakkı bir ırka, bir renge has değildir. Ehliyet ve
liyakate sahip olmak şartıyla Allah’ın hükümlerini uygulamak üzere yönetici
seçilir/seçilmelidir. Hz. Peygamber öldükten sonra da Hz. Ebubekir, Üsame’yi
komutanlıktan almamış, her türlü talebi sert bir şekilde geri çevirerek gelecek
nesillere çok iyi ve güzel bir gelenek bırakmıştır (7).
Mekke’nin fethinde Hz. Peygamber Kabe’yi açtırıp Hucurat 13
ayetini okumuştur. Hz. Peygamberin böyle bir günde, kavmiyetçilik-takva
ilişkisini ihtiva eden bir ayeti okumuş olması, ümmet için en büyük
tehlikelerden birinin kavmiyetçilik olduğuna/olabileceğine dikkat çekmiş ve
savaş açmış olmasından dolayıdır. Hz. Bilal’e ezanı okutması da kavmiyetçiliğe
karşı kararlılığının bir göstergesidir.
Birr ve takva konusunda yardımlaşmak ve konuşmak, bu yolda
dayanışma İçerisinde bulunmak, her türlü hastalığın tedavi edilmesinde
kullanılabilecek temel bir yaklaşımdır (5 Maide 2; bak: 58 Mücadele 9 ).
Bu bağlamda çatışan Müslüman kesimler arasında takınılacak
tavır, adalet ekseninde bir barış ortamının sağlaması için duruş ortaya koymak,
nemelazımcılığı terk etmek olmalıdır (49 Hucurat 9-10).
Unutmayın!
“Kim haksızlıkta kavmine yardım ederse, kuyuya düşüp,
kurtarılmak için (beyhude yere) kuyruğundan çekilen deveye benzer.” Hz.
Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)
Ve unutmayın!
“Sur’a üfürüldüğü zaman artık o gün aralarında soylar (veya
soy bağları) yoktur ve (üstünlük unsuru olarak soyluluğu veya birbirlerine
durumlarını) soruşturmazlar da.” (23 Müminun 101).
KAYNAKLAR
1- Ebu Davud, Edeb 121, (5519).
2- Müslim, Cenâiz 9, hadis no: 934
3-Ebu Davud, Edeb, 121, 5121. H. Münavi, a.g.e., 5, 386).
4- Buharî, Cihad 15, Hums 10, İlm 35, Tevhid 28; Müslim,
İmâret 149, (1904); Tirmizî, Fedâilu’l-Cihâd 16, (1646); Ebu Dâvud, Cihâd 26,
(2517); Nesâî, Cihâd 21; İbnu Mace, Cihâd 13, (2783).
5- Müslim, İmâret 53, (1848); Nesâî, Tahrim 28, (7, 123);
İbnu Mâce, Fiten 7, (3948).
6- Hakim, Müstedrek, 4, 298.
7- Hamidullah M., İslam Peygamberi, İrfan yayınları,
İstanbul, 1972.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder