11 Aralık 2014 Perşembe

Erbakan ve Çözüm Süreci-4: Farklı Renk, Dil ve Kavimler/Kavmi Kimlikler

 (Milli Gazete)

“Sorarım size, asırlar boyu tek vücut olarak yaşadığımız halde ne oldu da bu husumet ortaya çıktı Niçin bu kanlar akıyor ” Prof. Dr. Necmettin Erbakan

Giriş

Milli Görüş hareketinin kurucusu Erbakan’a göre Milli Görüş, içinde doğduğu şartların (baskı dönemi) bir sonucu olarak İslam’ın kodlanmış, şifrelenmiş şeklidir. Sık sık kuşdili ile konuşuyoruz demesi bundan dolayıdır. Milli Görüş hareketi, Millet tabanlı bir Ümmet kimliğini benimsemiştir. Türkiye’de “çözüm süreci” diye tanımlanan mesele, Türkiye’nin kimlik krizinin bir sonucudur. Rahmetli Erbakan Hoca’nın Türkiye’nin kimlik krizine ilişkin önerdiği çözüm şekli, bugün konuşulan çözüm sürecinin çok daha ilerisinde bir çözüm şekli olup; çok farklı inanç ve etnik sorunları kuşatıcı mahiyettedir. Erbakan Hoca’nın teklif ettiği çözüm şeklini ele almadan önce Erbakan hocanın düşünce temelini oluşturan İslam’da, kavmi kimliklerin ve kavmiyetçiliğin anlam ve kapsamını anlamakta fayda vardır. Bir kimlik krizi yaşayan Türkiye’de getirilmek istenen çözüm şekli, farklı kavmi kimliklerde kavmiyetçiliği teşvik edecek, dolayısıyla daha büyük bir çözülmeye meydan verecek bir durum ortaya çıkarmamalıdır. Bu nedenle İslam kültür medeniyetini benimsemiş olan herkesin, bu ülkeyi seven her kesimin, her yapının/hareketin kavmi kimliklere ve kavmiyetçiliğe bakışı, açık, berrak ve doğru olmalıdır.

Rahmetli Erbakan’ın Kürt sorununa ilişkin çözüm tekliflerini incelemeden önce İslam kültür ve medeniyetine göre kavmi kimliklerin anlamı nedir İslam’a göre kavmiyetçilik nedir Bu iki konunun açıklığa kavuşması gerekmektedir.

Burada  öncelikle kavmi kimlik konusu ele alınıp incelenecektir.

Renk ve Dil Farklılaşması

İnsanlığın başlangıcında Hz. Âdem ve eşi iki kişilik bir aile iken daha sonra çocukları ve torunları olmuştur. İki kişilik aile önce geniş aileye, daha sonra da geniş bir akraba topluluğuna dönüşmüştür. Hz. Adem’in çocukları çoğalıp değişik coğrafyaya yayılmışlardır. Renk, dil, genetik farklılaşma, çoğalma ve yayılma ile ayrı soy, oymak, kabile, kavim ve ulus, ehl-i millet ve ümmet gibi değişik gruplar meydana gelmiştir. Yapı, basitten karmaşığa doğru giderken ortak payda olan özellikler azalmakta; farklılıklar ve çeşitlilikler artmaktadır. Yol boyu dil, renk, soy, etnisite, tarih ve coğrafya, din, örf-adet, değerler, vatandaşlık ve kader birliği, kimlik belirleyici parametreler olarak tezahür etmiştir.

Farklı renk, dil ve genetiğin nasıl meydana çıktığını ya da ilk renk, dil ve genetik farklılaşmanın nasıl olduğunu şimdilik bilmiyoruz. Aynı ana babanın çocuklarının bu denli farklılaşmalarının sebebi, bugünkü ilmi araştırmalarla (antropoloji, etnoloji, sosyoloji…) tatminkâr bir şekilde izah edilebilmiş değildir. Bu konuda söylenen her şey, öngörü, tahmin ve zandan öteye geçmemektedir. Ancak Kur’an-ı Kerim, renk ve dil farklılaşmasının üzerinde düşünülmesi gereken Allah’ın ayetlerinden olduğunu bize haber vermektedir (Rum Süresi 22). Renk ve dil farklılaşmasının büyüklüğü ve esrarının önemini daha iyi anlayabilmek için okuyucunun Rum19-26 ayetlerini birlikte göz önüne alarak değerlendirmesinde fayda vardır. Burada sadece Rum 22’ye yer verilecektir:

“Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı (farklı ve değişik) olması da, onun ayetlerindendir. Hiç şüphe yok bunda, ilim sahibi olanlar için gerçekten ayetler vardır.” (30 Rum 22)

Rum19-Rum 26’da Allah’ın ayetleri olarak belirtilen konular; `kendi nefislerinizden eşler yaratma ve arada bir sevgi ve merhamet kılma’, `göklerin ve yerin yaratılması’, `dillerin ve renklerin ayrı (farklı ve değişik) olması’, `geceleyin ve gündüzün uyuma’, `geçimin temin için rızık arama, `korku ve umut (unsuru) olarak şimşeği gösterme’, `gökten su indirmek suretiyle ölümünden sonra yeri onunla diriltme’, `göğün ve yerin O’nun emriyle durması’ olarak belirtilmektedir.

Bunlardan `göklerin ve yerin yaratılması’ ile `dillerin ve renklerin ayrı (farklı ve değişik) olması’ âlimler için ayet olurken; diğerler ise `düşünebilmekte olan bir kavim’, `aklını kullanabilecek bir kavim’, `işitebilen bir kavim’ için ayetler olmaktadır. Bu konumlandırma, renklerin ve dillerin farklı olmasındaki hikmet ve esrarın büyüklüğünü ortaya koymaktadır.

Soy Farklılaşması

Ayni anne babanın çocuklarının farklı renk ve dile sahip olması nasıl Allah’ın yaratış kanununun bir sonucu ise; Âdem’in çocuklarının çoğalmaları ile farklı soy, oymak, kabile ve Şa’b’a ayrılması da Sünnetullahın bir sonucudur. Hucurat suresinin 13. ayetinde bunu görebilmekteyiz:

“[049.013] Ey insanlar, gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi şaab şaab (halklar/ kavimler/Milletler) ve kabileler (şeklinde) kıldık. Hiç şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, takvaca en ileride olanınızdır.”

Elmalı’lı ayette geçen şaab kavramını kabile kavramı ile birlikte açıklamaktadır. Elmalı’ya göre şaab, kabilelerin ittifakı ile meydana gelen daha büyük bir topluluktur (1). Bu yaklaşım ile şaabı kavim ve/veya ulus/millet olarak anlamlandırabiliriz. Ancak meallere dikkat edilirse şaab kelimesi Türkçeye, halk, millet, kavim olarak tercüme edilmiştir. Burada bir kavram kargaşası yaşadığımız muhakkaktır. Bu konu dil bilimcilerle beraber bir çözüme kavuşturulmalıdır. Çünkü halk, millet ve kavim kavramlarının anlamları arasında farklar vardır.

Kimlik açısından baktığımızda aynı renk, dil ve soydan gelme, fertler arasındaki ana ortak paydadır. Burada Kavim kimliği açısından baskın olan özellik soydur. Farklı renk, dil ve soydan olanlar birbirlerine göre öteki olmaktadır. Birbirinin rakibi, dostu, müttefiki veya düşmanı olabilirler.

Kabilelerin ittifakını şaab olarak alıp değerlendirmeyi, farklı kavimler için kullanmak istersek yani farklı kavimlerin ittifakını yeni bir şaab (Kavimlerin İttifakı) olarak düşünebiliriz. Aynı şaab da birlik olan kavimlerin aralarındaki hukukun nasıl kurulacağı önemli bir sorun olarak ortaya çıkar. Çünkü farklı renk, dil ve soy söz konusudur. Ayrıca asırlar boyu farklı değer sistemi, kültür, müzik, örf, adet, gelenek, görenek oluşmaktadır. Farklı kavimlerin birlikteliğinde bu farklılıklar birer zenginlik olarak yaşatılabilmelidir. En önemli konu, kavimleri biz yapan özelliklerin nasıl korunacağıdır.

Kavimlerin oluşturduğu üst şaabda (Kavimler ittifakı) ittifak yapan kavimler, birbirine göre farklı nicelikte olabilir. Sayısal olarak baskın olan kavim zamanla diğerlerini yok etmek, asimile etmek isteyebilir. Ya da kültür, medeniyet olarak daha gelişkin olan bir kavim diğerlerinin kültürlerini, dillerini yok etmeye kalkabilir. Veya diğerlerini sömürür. Bunlar veya benzer tehlikeler, kavimler ittifakında karşılaşılabilecek muhtemel tehlikelerdir.

Burada sorulacak ana soru, bir kavim bir başka kavmin kimliğini yok etme hakkına sahip midir Bu adil bir tavır mıdır Buna hakkı var mıdır Var olduğunu iddia ediyorsa bu hakkı nereden almaktadır

Bu noktada unutulmaması gereken husus, renk, dil gibi, kabile ve kavimlerin Allah’ın ayetleri olmasıdır, Sünnetullahın bir gereğidir. Öyleyse kabile ya da kavimleri yok varsaymak ilahi sünnete karşı çıkmak demektir. Keza 25 Furkan 54’de nesep ve sihriyet, insana Allah tarafında bahşedilmiş bir hak olduğu ifade edilmektedir.

Farklı Boy, Kabile, Kavimlerin Var olmasındaki Sır

Allah’ın insanları farklı boy, kabile, kavimlere ayırmasında ki esrar nedir Bunun için Hucurat 13. ayete tekrar bakmak ve üzerinde tefekkür etmek gerekmektedir. Ayette hitap, doğrudan doğruya insanadır. Aynı anne babanın çocukları olduğumuz hatırlatılmaktadır. Bundan sonra kavim/ millet ve kabilelere ayrıldığımız, farklılaştırıldığımız zikredilmektedir. Ancak bunların var kılınışı, “tanışma ve kaynaşma” (49/13) olarak gösterilmektedir.

Bu ayırımın insan fıtratı ile yakından ilişkisi vardır. Farklı akraba, soy, kabile, kavim ve ulus/millet ve ümmetler şeklinde bir yapılanış, insanlık evrensel kümesi içerisinde birer denge unsuru görevi görürler. Bu, bir açıdan her birimi örgütlü olan toplum/insanlık demektir. Çünkü her bir örgütsel yapı, kendi müntesipleri arasında özel bir sevgi, saygı, şefkat, aidiyet, sadakat ve dayanışma duygusu meydana getirir. Dolayısıyla İnsanların bireyselleşmesine, bireyci tutum ve tavır sergilemelerine karşı oluşur bu yapı. Bireyselleşme, yalnızlaşma, sanallaşma demek olup mutsuzluğun kaynağıdır. Bunlar, insan fıtratına yerleştirilmiş özelliklerdir. Hz. Peygambere iman etmedikleri halde ona yardım eden müşrik akrabalarının varlığı, akrabalık duygusunun bir sonucudur. Hastalandığınız zaman akrabaların seferber olması, aynı duygunun ürünüdür. Öyleyse ilahi sünnetin bir gereği olarak, boy, kabile, kavim ayrımını, ümmetin ve insanlık kümesinin birer alt kümeleri olarak ele alıp birer alt kimlik statüsünde değerlendirmek gerekmektedir.

Akrabalık Bağlarını Koparmamak

İslam akrabalık bağlarının koparılmasına karşı çıkmaktadır (4 Nisa 1). Kur’an, akrabalık ilişkilerine çok önem verdiğinden dolayı yöneticilerin akrabalık bağlarını koparacak işler, icraatlar yapmasını şiddetle kınamaktadır:

“Demek, iş başına gelip yönetimi ele alırsanız’ hemen yeryüzünde fesad (bozgunculuk) çıkaracak ve akrabalık bağlarınızı koparıp parçalayacaksınız, öyle mi ” (47 Muhammed 22-23).

“(İnsanlardan öylesi de vardır ki)… “O, iş başına geçti mi (ya da sırtını çevirip gitti mi) yeryüzünde fesad çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, fesadı (bozgunculuğu ve kışkırtıcılığı) sevmez.” (2 Bakara 204-205).

Kavmini Sevmek, Kavmine Dua Etmek, Kavmine Yardım Etmek

Bir insanın kavmini sevmesi, en doğal hakkı olup fıtri bir özelliktir. Bu yadırganacak ya da kınanacak bir durum değildir. Kur’an’da peygamberlerin soylarına sık sık atıfta bulunulmakta, peygamberlerin nesillerine – zürriyetlerine dua etmeleri istenmekte ve nesillerine peygamberlik verilerek kendilerine lütufta bulunulduğu belirtilmektedir (3 Al-i İmran 33-34; 29 Ankebut 27)

Kavmini sevmek, kavmine dua etmek, kavmine yardım etmek, onun iyiliğini istemek Kur’an’ın yasaklamayıp teşvik ettiği bir konudur. Hz. İbrahim’in yaptığı dua da bunu görebilmekteyiz (2 Bakara 127-128). Hz. Meryem’in anası, doğumdan sonra Hz. Meryem’in soyuna dua etmiştir:

“Ona Meryem adını koydum. Ben onu ve soyunu o taşa tutulmuş şeytandan Sana sığındırırım. »” (3 Al-ı Imran 36)

Kur’an bize tevbe edip Salih amelde bulunanların soylarına dua etmeleri gerektiğini haber vermektedir:

“Ve onlar: «Rabbimiz, bize eşlerimizden ve soyumuzdan (zürriyetlerimizden), gözün aydınlığı olacak (çocuklar) armağan et ve bizi takva sahiplerine önder kıl,» diyenlerdir.” (25 Furkan 74)

Bütün Müslümanların namazın tahiyyat kısmında Hz İbrahim’in ve Hz. Muhammet’in aline (soyuna) dua etmesi, salatü selam okumasının sünnet olması, neslin önemini gösteren bir başka durumdur.

Hz. Peygamberin kendisini Taif’te taşlayan kavmine karşı; “Allah’ım sen kavmime hidayet eyle, onlar hakkı bilmiyorlar.” şeklinde dua etmesi kavmini korumak amaçlı bir yaklaşımdır (2).

Hz. Peygamberin amcası Ebu Talib’in hidayete kavuşması için gösterdiği gayreti ve Hz. İbrahim’in dua için babasına söz vermiş olmasını (60 Mümtehine 4) hep bu bağlamda düşünmemiz gerekmektedir.

Hz. peygamberden tebliğe önce akrabasından başlaması istenmiştir. Bu akrabalık bağının oluşturduğu sevgi, şefkat ve merhamet bağının tebliğe karşı reaksiyonları kısmen azaltabileceği ihtimalinden dolayı olsa gerekir. Ayrıca tebliğle birlikte yeni değerlerin akrabalar tarafından benimsenmiş olması halinde, kan bağının yanında değer bağının var olması ile daha güçlü bir dayanışma ortaya çıkmaktadır (26 Şuara 214-216). Nitekim Hz. Peygambere ilk biati anasının mensup olduğu Neccar oğulları kabilesine mensup kimseler yapmıştır. Hz. Peygamber yaptığı tebliğin karşılığında akrabalık sevgisinden başka bir şey istemediğini söylemesi çok dikkat çekicidir:

“De ki: «Ben, buna karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum, ancak akrabalık sevgisi hariç.».” (42 Şura 23)

Diğer taraftan yardım önceliğinin Müslüman akrabaya yapılması, akrabalık ve soy ilişkilerine İslam’ın verdiği önemi göstermektedir (8 Enfal 75, 33 Ahzab 6). Cuma hutbesinde okunan ve akrabalara yardım yapılmasını içeren ayeti kerime, akrabalığın Müslümanlar açısından ne kadar önemli olduğunun bir göstergesidir (16 Nahl 90).

İnfakın kimlere yapılacağına ilişkin ayetlerde yer alan sıralanış, akrabaya verilen önemin düzeyini göstermektedir:

“De ki: «Hayır olarak infak edeceğiniz şey, anne-babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara ve yol oğluna (yolda kalmışa) dır.»” (2 Bakara 215)

Benzer bir sıralanışa, güzel davranma konusunda da karşılaşıyoruz:

“Anne-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa ve sağ ellerinizin malik olduklarına güzellikle davranın. ” (4 Nisa 36)

Sonuç: Asimilasyon Allah’ın Ayetlerinin İnkârı Olup Allah’a İsyandır

Eğer renk ve dil Allahın ayetleri, yaratılışın bir kanunu, fıtratın bir gereği, doğan insanın iradesinden, tercihinden bağımsız ise, renk ve dillerin inkârı veya yok edilmeye çalışılması veya küçümsenmesi ya da bu insan topluluklarının hor, hakir görülmesi, Yaratılış kanuniyetlerini ve Allah’ın ayetlerini inkâr manasına gelir. Bu da Allah’a isyandır.

Bilimsel bir çalışma olarak tarihi, toplumları değerlendirmek için renk, dil, soya göre insanları tasnif etmek mümkündür. Bu, bazı şeylerin izahını kolaylaştırabilir. Ancak böyle bir çalışma, renklerin, dillerin ve soyların reddi ya da üstünlüğü ispat amaçlı yapılamaz, yapılmamalıdır.

Benzer şekilde kavmi kimlikler de Millet/Ümmet kimliğinin birer alt kimlikleri olup üst kimlik haline de getirilmemesi gerekmektedir. Milet/ümmet üst kimliği altında alt kimlik olarak kavmi kimlikler, birer denge ve dayanışma unsuru olup zenginlik olarak muhafaza edilmelidir.

Kavmini sevmek, ona dua etmek ona yardımda bulunmak meşru ise Kavmiyetçilik/asabiye/ırkçılık/şovenizm nedir

KAYNAKLAR

1– Yazır, E., Hak dini Kuran Dili, Azim dağıtım, İstanbul, Cilt 7, S: 212-213.

2– Buharî, İstitâbe 4, Enbiya 50; Müslim, Cihâd 105, (1792).

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...