(Milli Gazete)
Giriş
Milli Görüş hareketinin kurucusu Erbakan’a göre Milli Görüş,
içinde doğduğu şartların (baskı dönemi) bir sonucu olarak İslam’ın kodlanmış,
şifrelenmiş şeklidir. Bu nedenle Milli Görüş hareketi, millet tabanlı bir ümmet
kimliğini benimsemiştir. Türkiye’de “çözüm süreci” diye tanımlanan mesele,
Türkiye’nin kimlik krizinin bir sonucudur. Rahmetli Erbakan Hoca’nın
Türkiye’nin kimlik krizine ilişkin önerdiği çözüm şekli, bugün konuşulan çözüm
sürecinin çok daha ilerisinde bir çözüm şekli olup; çok farklı inanç ve etnik
sorunları kuşatıcı mahiyettedir. Erbakan Hocanın teklif ettiği çözüm şeklini
anlayabilmek için Erbakan Hocanın düşünce temelini oluşturan İslam’da, kavmi
kimliklerin ve kavmiyetçiliğin anlam ve kapsamını iyi bir şekilde anlamak
gerekmektedir. Bu nedenle geçen iki makalede Kuran ve Sünnet düzleminde kavmi
kimlikleri ve bir sapma olarak da kavmiyetçiliği ele alıp inceledik.
Burada, Erbakan Hocanın dolayısıyla milli görüşün
etnik/kavmi sorunlarla ilgili Türkiye’ye önerdiği çözümü ele alıp
inceleyeceğiz.
Erbakan: “Federasyon veya Ayrı Devlet Kurmak Çözüm Değil
Çözümsüzlüktür, Kaostur”
Erbakan/Milli Görüş hareketi, Kavmi kimliklerin asimile
edilmesine karşı çıkarken meseleyi sadece bir terör ya da Kürt sorunu olarak
görmemiştir. Erbakan’a/Milli Görüş’e göre mesele, 3 boyutludur. Her bir
boyuttaki olumlu ya da olumsuzluklar, diğerlerini etkilemektedir. Bu nedenle
her üç mesele birlikte ele alınıp çözüme kavuşturulmalıdır:
“Gerçekte mesele bir değil 3’tür: 1-Terör, 2- Kürt Meselesi,
3- Güneydoğu Meselesi
Kürt meselesi ve Güneydoğu meselesinin çözülmemiş olması,
terörün gelişmesine ortam hazırladığı gibi, terörde diğer iki meselenin
çözülmesine zorluk çıkartıyor.
Bu böyledir diye, 3 ayrı meselenin varlığını görmemezlikten
gelip veya yok farz edip, meseleyi sadece terör meselesi olarak ele alarak
çözmek mümkün değildir. (1)”
Meseleyi bu düzlemde ele alan Erbakan/Milli görüş hareketi,
Kürt sorununun çözümü için birliği savunmakta, parçalanmaya neden olabilecek
`ayrı bir devlet’ ve `Fedaratif yapıya’ karşı çıkmaktadır. Böyle bir bölünme,
ayrışma, sorunu kangren haline getirir, büyük bir iç göçe neden olur, İslam
birliğinin Türkiye öncülüğünde kurulmasını engeller ve sadece dış güçlerin
işine yarar:
“Şüphesiz ki çözüm, yeni milli devletler kurmak, yeni
parçalar ihdas etmek değil, parçaları birleştirmek, yeni ve ırkçılığa
dayanmayan, büyük bir bütüne doğru yol almaktır. Bir bütün içinde hep beraber
saadet bulmaktır.
Nitekim çok açıktır ki Kürt meselesinin çözümünde ne
‘federasyon’ ve ne de ‘ayrı devlet’ asla kimseye fayda getirmez, saadet
getirmez ve bir çözüm sağlamaz. Çünkü;
1. Güneydoğudan daha çok Kürt kardeşimiz Türkiye’nin diğer
bölgelerinde yaşamaktadır. Böyle bir ayırım göçe zorlar. Kimseye saadet
getirmez.
2. Batılılar ve bütün ülkeler aralarındaki sınırları
kaldırıp tek bir devlet ve topluluk olmak için adım atarken, dış güçler bizi
sömürmek ve ezmek için bölmek istiyorlar. Onların bu emellerine alet olmak
sadece felaket getirir.
3. Güneydoğudaki Kürt kardeşlerimizin Adana’ya, Mersin’e,
İzmir’e, İstanbul’a pasaport ve vize ile gitmeleri gerekirse bundan kimin eline
ne geçer.
4. Ateist ve komünist rejimlerin zulmü altında aç, işsiz,
Bengaldeş’ten daha geri bir topluluğa dönüşmek kime ne saadet getirir.
5. Bugün yeryüzündeki bütün insanlığın saadeti ‘Kuvveti
değil, hakkı üstün tutan’ zihniyetin kuvvetlenmesi ve korunması ile mümkündür.
Bu maksatla İslam birliğinin kurulması görevi, Türkiye’nin öncülüğünü
gerektirmektedir. Bu görevi yapacak bir Türkiye’nin ise küçülmüş, bölünmüş
değil, bütün, sağlam ve güçlü bir Türkiye olması gerekmektedir.
Dış güçlerin oyunlarına aldanıp, onların planlarına hizmet
ederek, Türkiye’mizi bölmeye ve parçalamaya çalışmak, sadece Türkiye’de 60
milyon (1993 yılında Türkiye nüfusu) insana değil, yeryüzünde ki bütün
Müslümanlara ve insanlığa en büyük kötülüğü yapmak demektir.” (1)
Herhangi bir ayrışma, çok büyük bir iç göçe sebebiyet
verecek ve göç edenler, etkisi yıllarca sürecek büyük bir travma
yaşayacaklardır. Ayrıca, çok büyük bir kin ve nefret dalgası toplumun her
kesimini etkisi altına alacak, düşünce dumura uğrayacak, istenmeyen sonuçlar
ortaya çıkabilecektir. Osmanlı devletinde buna benzer çok olay yaşanmıştır.
Bugün Irak ve Suriye hattında çok daha vahşi, kanlı ve acı bir durum
yaşanmaktadır. Gözümüzün önünde sürüp giden olaylardan herkes ders almalıdır.
Bu nedenle emperyalistlerin/zalimlerin oyununa gelinmemelidir.
En az bunun kadar önemli bir olgu da, Kürtlerle Türkler
arasında, tahmin edilen, 2,5 milyon civarında bir evliliğin var olmasıdır. Bu
evliliklerden oluşmuş bir ailenin ortalama 4 kişiden müteşekkil olduğunu
düşünürsek yaklaşık 10 milyon insan, iki farklı alt kimliğin ara kesitinde
bulunmaktadır. Herhangi bir ayrışmanın, bu aileler üzerinde yapacağı maddi ve
manevi tahribatın boyutu çok yüksek olacaktır. Her iki toplum kesimi büyük bir
travma yaşayacaktır.
Çözüm düşünülürken bu iki ana etken göz önüne alınmalı,
sloganların meydana getirdiği duygusallıkla hareket edilmemelidir.
Erbakan’ın dikkat çektiği çok önemli diğer bir nokta da, AB,
ABD, Rusya, Çin, Vatikan ve Siyonizm kendi coğrafyalarında birliği, bütünlüğü
savunurken; İslam coğrafyasında ve hele Türkiye’de ayrılığı, bölünmeyi
savunmaları ve körüklemeleridir. Hoca, bu aradaki tezada dikkat çekmektedir.
Dünya İslam birliği, ancak Türkiye’nin öncülüğünde ve önderliğinde kurulabilir.
Dış güçler, Türkiye’nin öncülüğünde İslam birliğinin kurulmasını
engelleyebilmek için Türkiye’ye, etnisite ve mezhepler üzerinden tuzak
kurmaktadırlar. Kürt sorunu ile ilgili çözüm arayışında, bu konuya dikkat
edilmelidir.
Erbakan’a Göre Türkiye’nin Kimlik İnşasında Altı Ortak Payda
Erbakan Hoca, kavmi kimlikleri, 49 Hucurat 13. ayetinde,
farklı renk ve dilleri de 30 Rum 22. ayetinde ifade edildiği şekilde, Allah’ın
ayetleri olarak görmektedir. Bu nedenle de kavimlerin birbirlerine karşı soy,
renk ve dilden dolayı herhangi bir üstünlüğe sahip olabileceklerini kabul
etmemektedir. Ayrıca soy, renk, dil asimilasyonunu, ırkçılık olarak kabul edip
karşı çıkmaktadır:
“Erbakan: Irkçılığın her türlüsüne karşıyız. Çünkü bu
milletin inancı, tarihi ve medeniyet değerleri içerisinde ırkçılık, herhangi
bir grubun ve /veya ırkın diğerine karşı tekebbürü asla yer bulmamıştır.”(2)
Erbakan, Irkçılığa karşı çıkarken, Türkiye’nin etnik yapısı
ve inanç fotoğrafını göz önüne alarak Millet olarak benimsenecek bir üst kimlik
için, altı ortak paydanın (İslam, Ortak tarih, ortak coğrafya, ortak kültür
medeniyet, kader birliği ve akrabalık ilişkisi) göz önüne alınması gerektiğini
ifade etmektedir:
“Erbakan: Hepimiz aynı medeniyetin varisleri, aynı inancın
ve ortak coğrafyanın çocuklarıyız. İmparatorluk mirasına sahibiz ve bu mirası
hep beraber taşıyoruz.”(2)
Erbakan, Müslüman halklar için en önemli birleştirici,
bütünleştirici ortak paydanın İslam olduğunu, her vesile ile dile getirmiştir
(3,4). Erbakan’a göre, 1071’den beri Anadolu’nun İslamlaşmasını Kürtler de
istemekte ve desteklemektedir. Nitekim bu amaçla Alpaslan Gaziye 10 bin kişilik
bir kuvvetle yardım etmişlerdir. Birinci Cihan savaşı yıllarında Kürt aşiret
liderleri, Halifenin yanında yer alarak İngilizlere karşı çıkmışlardır (1).
“Asırlarca şerefli tarihimiz boyunca hep bir ve beraber olduk, bütün
savaşlarımızı el birliği ile tek kalp, tek bir vücut olarak hep beraber
yaptık.” (1) diyen Erbakan, yaşanan tarihi gerçekleri göz önüne alarak 1994
yılında Bingöl’deki konuşmasında, Türkiye’nin kimlik krizini tedavi edecek
ilacın, siyası hayatına mal olacağını bile bile İslam olduğunu seslendirmiştir:
“(1994, Bingöl) …Siz bu ülkenin insanlarını birbirine
yabancılaştırdınız. Bu ülkede hangi kökensin diye kimse kimseye sormazdı; çünkü
hepsi Müslüman evladı, hepsi Müslüman kardeşiydi. Onun için İlaç budur.”(5)
Erbakan’ın Sorunun Çözümü İçin Ortaya Koyduğu Yol Haritası
Bölünmeye götürecek her türlü çözüme karşı çıkan Erbakan,
terör ya da askeri operasyonlar veya asimilasyon politikalarının da çözüm
olmadığı ve çözüm getirmeyeceği düşüncesindedir. 1993 yılında Refah Partisi’nin
4. Olağan Kongresinde, açış konuşmasında, Kürt sorunun çözümü için bir yol
haritası ve bazı temel ilkeleri ortaya koymuştur:
1. Teklif edilecek herhangi bir çözüm bölgenin tarihi ve
sosyal gerçeklerine uygun olmalıdır. Tarihen biliyoruz ki Kürtlerin de bir
parçası olduğu bölgemiz büyük devletler ve imparatorluklar tarafından idare
edilmiştir. Şüphesiz ki Kürtler de bu bölgenin, İslam coğrafyası ve İslam
dünyasının şerefli bir kavmidir. Elitlerinden bir bölümü, Avrupa, Amerika veya
başka bir güce eğilim gösterseler bile, Kürt halkının kalbi İslam dünyasında
atar. Bundan hareketle bölgesel her çözüm, İslam faktörünü göz önüne almadan
tasarlanamaz ve yaşama şansı bulamaz.
Biz Kardeşler arasında tesis edilecek hukuki eşitlik ve
işbirliğinin Kürt meselesinde tatminkâr bir çözüm getireceğini ve bunun
bölgenin iktisadi, beşeri ve sosyal entegrasyonu yolunda önemli bir adim teşkil
edeceğini düşünüyoruz.
2. Elbette Kürt kardeşlerimizin tabii hakları var. Kendi
dilleriyle konuşmaları, medyayı kullanmaları, eğitim yapmaları onların tabii
haklarıdır ve zaten tarih boyunca bu haklarını kullanmışlardır. Ancak, son 70
yılda izlenen milliyetçi, materyalist ve ırkçı politikalar problem oluşturmuş
ve problemi ağırlaştırmıştır.
3- Öyleyse yapılacak iş;
Ülkemizin 60 milyon insanını birbirinin, şerefli kardeşi
sayan ve herkese insan hakkı, inandığı gibi yaşama hakkı, hatta inancına uygun
hukuk sistemi seçme hakkı veren Adil Düzen’i medeni insanlar olarak, kan dökmeden,
barış yoluyla, elbirliği ile kurmak meselenin çözümünün ana unsurudur.
4- Adil Düzen kurulduğunda bütün ülke fertlerinin, insan
hakları ve saadetleri teminat altına alınmış olacak, ezen ve ezilen düzeni
ortadan kalkacak Ülkedeki herkesin bu meyanda Müslümanların dini inançları ve
inancına uygun yaşama hakları teessüs edecek. Böylece Müslümanların arasındaki
şerefli kardeşlik ve içten gelen muhabbet bağı yeniden teessüs edecektir.
5- Ülkenin birliği kesinlikle teminat altına alındıktan
sonra, ülke evlatları arasında ırk ayırımı yapılmadan muhabbet ve kardeşlik
bağları teşkil edildikten sonra ve ülkede Adil Düzen kurulduktan sonra,
herkesin dilediği dilde konuşması, dilediği dilde yayın yapması, eğitim yapması
en tabii hakkıdır. Bu, ülkeye sadece kültür zenginliği getirir.” (1)
Yukarıda ifade edilenleri aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:
1- Herhangi bir çözüm bölgenin tarihi ve sosyal gerçeklerine
uygun olmalıdır.
2- Kürt sorunu tabu olmaktan çıkarılmalı tüm çözüm şekilleri
tartışılabilmelidir.
3- Bölgesel her çözüm, İslam faktörünü göz önüne almadan
tasarlanamaz ve yaşama şansı bulamaz.
4- Kürt halkının kalbi İslam dünyasında atar.
5- Avrupa, Amerika veya başka bir güce eğilim gösteren
elitlerle, yapılarla dini hassasiyeti yüksek Kürt halkını aynı havuza koymamak
gerekir.
6- Avrupa ve Amerika kendi içlerinde bütünleşmeyi savunurken
İslam coğrafyasında ayrılıkları teşvik etmeleri yeni bir sömürü hareketinin
işaretleridir.
7- İslam coğrafyası ancak Türkiye’nin önderliğinde bir ve
bütün olabilir. O nedenle Türkiye’nin ayrışması savunulamaz ve buna müsaade
edilemez.
8- Kürt sorunu ne şiddet ve terörle ve ne de zoraki
asimilasyon politikalarıyla çözülemez.
9- Kürtlerin kendi dilleriyle konuşmaları, medyayı
kullanmaları, eğitim yapmaları onların tabii haklarıdır.
10- En köklü çözüm için Türkiye’de Adil Düzenin Kurulması
şarttır.
11- Adil Düzende, herkesin dilediği dilde konuşması,
dilediği dilde yayın yapması, eğitim yapması ve inandığı gibi yaşaması, hatta
inancına uygun hukuk sistemini seçmesi en tabii hakkıdır.
Sonuç: Çok Hukuklu Adil Bir Düzen
Bu ülkede toplumsal yapı, ana hatları ile; 1- Müslümanlar,
2- Gayri Müslimler, 3- Seküler- Laik –Solcu - Ateist olanlardan meydana
gelmiştir. Bütün çeşitlilikleri koruyacak ortak payda/paydalar bulunmalıdır.
Yukarıda ifade edilen altı ortak payda, bu ülkedeki halkın kahır ekseriyetinin
ihtiyacına cevap vermektedir. O nedenle bu kesim için üst kimlik İslam’dır. 2.
ve 3. kesimleri de ihtiva edecek bir üst kimlik ise, Türkiyelilik ortak paydası
etrafında çok dilli ve çok hukuklu bir sistem ile inşa edilebilir.
Bu yol, Hz. Peygamberin Medine Devletini kurarken
oluşturduğu Medine anayasasında benimsediği yol olup asırlar boyu İslam
ülkelerinde uygulanmıştır (6). Medine anayasası ya da Vesikasında farklı din ve
kavimlerden olan insanların birlikte bağlı kalacakları, ortak payda kabul
edecekleri bir sözleşme metni çerçevesinde bir üst kimlik inşa edilmiştir.
Erbakan/Milli görüş hareketi, çok kavimli, çok dinli, çok
dilli ve çok hukuklu bir toplumsal yapıyı öngörmekte; çok kültürlülüğü
zenginlik olarak kabul etmektedir. Medine sözleşmesinde öngörülen kimlik inşası
yaklaşımını, bir çözüm yolu olarak tam da zamanında Türkiye’ye önermiştir. O
gün (1993) bu teklifler kabul edilseydi, ülke bu kadar kan kaybetmeyecek, bedel
ödemeyecek ve bu günleri (2014) hiç yaşamayacaktı. Ülke, sadece bölgesel güç
değil küresel güç olmuş olacaktı.
Kimlik krizi zorla, baskı ile şiddetle ya da korku ile
tedavi edilmesi mümkün değildir. Bunu yolu, halkın ikna edilmesi, kalp ve
gönüllerinin fethedilmesidir. Asabiyete/Kavmiyetçiliğe neden olacak her şeye
birlikte karşı çıkılmalıdır. Ne Türk kavmiyetçiliği ne de Kürt kavmiyetçiliği
haklıdır. Bir mümin her ikisine eşit mesafede durmayı bilmelidir. Kınayıcının
kınamasından korkulmamalıdır. Hakkın, doğrunun yanında olunmalıdır. Zulmün her
çeşidine karşı çıkıp adaletin inşası için mücadele edilmeli ve bu uğurda
dayanışma içerisinde bulunulmalıdır:
“Ey iman edenler, bir topluluğa olan kininiz, sakın sizi
haddi aşmaya sürüklemesin. İyilik ve takva konusunda yardımlaşın, günah ve
haddi aşmada yardımlaşmayın ve Allah’tan korkup-sakının. Gerçekten Allah (ceza
ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır.” (5 Maide 2)
KAYNAKLAR
1- Erbakan, N., Refah Partisi 4. Büyük Kongresi Açış
Konuşması, 1993.
2- Erbakan N., Milli Görüş, Dergah Yayınları, İstanbul, 1975
s: 260.
3- Erbakan N., Milli Görüş, Dergah Yayınları, İstanbul, 1975
s: 17-40
4- Erbakan N., Türkiye’nin Temel Meseleleri, Rehber
Yayınları, Ankara, 1991, S: 81
5- Akın, K., Olay Adam Erbakan, Birey Yayıncılık, İstanbul,
2000, S:105-122
6- Hamidullah M., İslam Peygamberi, İrfan yayınları,
İstanbul, 1972, S: 149-153.