(Milli Gazete)
Bu, Allah ın murdar olanı temizden ayırtetmesi; murdarı, bir kısmını bir kısmı üzerinde kılıp tümünü biriktirerek cehenneme atması içindir. İşte bunlar kayba uğrayanlardır(8 Enfal 37)
Giriş
Taksim Kadife darbe Sürecinin ortaya çıkardığı en ciddi sıkıntılardan biri, iki Müslüman camianın birbirlerini çok ağır bir şekilde suçlayarak birbirleri ile savaşmalarıdır. Ahlaki endişe ve kural tanımayan, hak ve hukuku göz önüne almayan bir kavga ortamına ağır ağır çekildiğimizin özel olarak iki tarafın genel olarak Müslüman camianın farkına varmaması, bugünün en ciddi meselesidir. Camiaların bu kadar kolay karşı karşıya getirilişi, sadece düşman kategorisinde olanların mahareti olmayıp aynı zamanda camiaların kirlenmesi ve beceriksizliği ile alakalı bir durumdur da.
Ümmetin içerisinde Allah a ortak koşulduğu, Allah ın haram kıldığı bir nefs haksız yere öldürüldüğü , faiz yaygınlaşıp doğallaştığı , yetim malının yendiği , cihad ruhunun öldüğü , savaş meydanından kaçıldığı , evli, namuslu ve hiç bir şeyden haberi olmayan kadınlara zina isnad edildiği, hayânın ortadan kalktığı , emanetin çekilip alındığı , kin ve nefret duygusunun yaygınlaştığı , güvenin yok olmaya yüz tuttuğu , dünyevileşmenin sekülerleşmeye-laikleşmeye doğru evrildiği , Marufla Münkerin karıştırıldığı ve marufla münkerin yer değiştirdiği , çirkin hayâsızlıklar yaygınlaştığı , çirkin hayâsızlıklar karşısında duyarsızlaşmanın arttığı ve marufun emredilip münkerin yasaklanmadığı zaman ; ilahi ceza, ilahi bir sünnet/kanuniyet olarak tecelli etmektedir/edecektir. Kur an ve Sünnete göre bu cezalandırma, ümmetin parçalanarak birbirlerine zulmetmeleri ve birbiri ile savaşmaları şeklinde olacaktır/olmaktadır. Günümüz Türkiye sinde bütün bunlar olmaktadır.
Özel olarak AKP ve Gülen hareketi mensupları, genel olarak da, Müslüman camia bu konularda duyarsız davranmaktadır. Ümmetin içinde günahların çoğalması, yaygınlaşması helak olma nedeni olarak gerek şarttır, ancak yeter şart değildir. Yeter şart, günahların çoğalıp yaygınlaştığı bir toplumda, iyiliği emredip kötülükten alı koyan, toplumu arındıran, temizleyen kişi / grup / teşkilat / cemaat / hareketin var olmamış olmasıdır. Hz. Peygamber in (sas); Canımı gücü ve kudretiyle elinde tutan Allah a yemin ederim ki, ya iyilikleri emreder ve kötülüklerden nehyedersiniz, ya da Allah kendi katından yakın zamanda üzerinize bir azab gönderir. (yahut Allah şerirlerinizi hayırlılarınıza mutlaka musallat eder). Sonra Allah a yalvarıp dua edersiniz ama duanız kabul edilmez. (1) hadisi, bu kanuniyetin en güzel şekilde ifadesidir. Burada günümüz Müslümanlarının arınma mecburiyeti ele alınıp incelenecektir.
Herkes için Adaleti Ayakta Tutarak Arınmak
Adaletin en genel anlamı, bir şeyi olması gereken yere koymaktır. Haklı ile haksızı ayırmak, haklı olana hakkını vermek haksız olanı cezalandırmak adaletin özüdür. Barışın, güvenliğin ve huzurun sağlanması adaletle mümkündür. Adalet olmadığı yerde barış olmaz, mülk korunamaz. Onun için Hz. Ömer, Adaleti mülkün temeli olarak görmüştür. Adaletin temel prensibi, zengin- fakir, makamlı-makamsız, güçlü- zayıf ayırımı yapmamaktır. Aksi bir durum, İlahi sünnete göre helak nedenidir:
(1628)- Hz. Aişe (radıyallâhu anhâ): Hırsızlık yapan Mahzumlu kadının durumu Kureyşlileri fazlasıyla üzdü.
- Bu kadın hakkında Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) nezdinde kim müessir bir şefaatte bulunabilir diye adam aradılar.
- Bu işe, sadece Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ın çok sevdiği Üsâme İbnu Zeyd (radıyallâhu anhümâ) cür et edebilir dediler. Üsâme (huzura çıkarak), Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) a şefaat talebinde bulundu.
Efendimiz: Allah ın hududundan bir hadd hususunda şefaat mi taleb ediyorsun diye çıkıştı. Sonra kalkıp cemaate şu hitabede bulundu:
- Sizden öncekileri helâk eden şey şudur: İçlerinden şerefli birisi hırsızlık yaptı mı onu terk edip (ceza vermezlerdi). Aralarında kimsesiz zayıf birisi hırsızlık yapınca derhal ona hadd tatbik ederlerdi. Allah a yemin olsun! Muhammed in kızı Fatıma hırsızlık yapmış olsa mutlaka onun da elini keserdim. (2)
Allah, adaleti emretmektedir (7 Araf 29). Adaletin tecellisi, kendimiz, anne babamız ve yakınlarımız aleyhinde bile olsa, adalet ayakta tutulmalı ve korunmalıdır. Hevaya uyulmamalıdır. Bu, Allah ın iman edenlere bir emri, bir talimatıdır: Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhinde bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları) nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır. (4 Nisa 135) Peygamberlerin gönderiliş amaçlarından biri de insanlar arasında adaleti hâkim kılmak, ayakta tutmak ve insanların da bunu devam ettirmesini sağlamaktır (57 Hadid 25). Adalet konusunda zengin-fakir, güçlü- zayıf, akraba olan olmayan, bizden olan olmayan ayırımı yapmayacağımız gibi kin ve nefretle de hareket etme hakkına sahip değiliz. Bu noktada bir topluluğa olan kinimiz bizi adaletten alı koymamalıdır: Ey iman edenler, adil şahidler olarak Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır. (5 Maide 8).
Arınma Mecburiyeti
İnanç sistemleri arasındaki etkileşimde insanlar; yükselen, yaygınlaşan inanç sistemine doğru yönelirler. Bu yönelmenin sonucunda bir inanç sistemi içinde davanın gerçek benimseyicileri yanında, menfaatçiler, benciller, gösteriş hastaları, ajan ve provokatörler de yer almak isterler. Menfaatçiler, hastalar ve ajanlar birer ayrık otu gibi inancın gerçek, samimi benimseyicilerini sararak zehirleyebilirler. Bir inancın samimi savunucuları, bir örümceğin tuzağına yakalanan av durumuna düşebilirler. İşte Allah, böyle bir durumda İslam davasına iman ettiklerini söyleyenleri imtihan ederek; samimi olanlarla, olmayanları, sebat edenlerle etmeyenleri birbirinden ayırır (3 âli İmran, 186). Allah bu imtihanı, bazen nimetleri kısarak, bazen da nimetleri bollaştırarak yapmaktadır ( 3).
İslam tarihindeki Bedir savaşını, ne Müslümanlar ne de müşrikler arzu ediyordu. Allah; her iki tarafı, istemedikleri halde Bedir de buluşturmuştur. (8 Enfal, 43-46). Müslümanların 300 müşriklerin 900 kişilik kuvveti karşı karşıya geldiğinde; münafıklarla, kalbinde hastalık bulunanlar, korkmuşlar, paniğe kapılmışlardır. Bu Müslümanları dinleri aldattı diyebilmişlerdir (8 Enfal 49) Müslümanlar Bedir deki imtihandan arınarak çıkmışlar ve böylelikle Müslümanlar, güç ve kuvvetin sayısal çoğunlukta olmadığını görmüşler ve öğrenmişlerdir. Allah, böyle dönemlerde Müslümanları imtihan ederek arındırmakta arındırarak da kuvvetlendirmektedir. Belki bugünkü duruma tekabül eden en güzel örnek, İslam tarihindeki kazanılıp-kaybedilmiş Uhud savaşıdır. Halit Bin Velid in 200 kişilik süvari birliğinin beklediğini göre göre, Hz. Peygamber in açık, kesin emrini bile bile okçuların görev yerlerini, ganimet için terk etmeleri, zaferi mağlubiyete dönüştürmüştür, Uhud un İkinci evresi. o gün geçidin karşı tarafında savaşa iştirak etmeyen Halit bin Velid in 200 kişilik süvari birliğini, Müslümanlar nasıl görememişlerse; bugün de Müslümanlar uluslararası sistemi ve onun yerli işbirlikçilerini öyle görememektedirler. Hükümet olmakla, cemaat olarak büyümekle veya Müslüman iş adamlarının kuvvetlenmesi ile mücadelenin kazanıldığı zannedilmiştir.
Bugün çatışan taraflar, haklı ya da haksız Türkiye deki tüm imkanları (Mal ve Makam), yalnızca kendileri kontrol etmek ve yalnızca kendi taraftarları ile paylaşmak istemektedirler. Gülen hareketi adına MİT müsteşarını tutuklayarak MİT i ele geçirme teşebbüsü ile başlayan süreç; bu ülkenin en kritik kurum ve kuruluşlarına kimin sahip olması sorununun dışa vurmasını sağlamış ve çekişme kavgaya dönüşmüştür. Uhud un İkinci evresini (geçidin diğer tarafında bu gelişmeleri sabırla bekleyen Halid Bin Velid i görmeme, görev yerini terk edip ganimete koşma hali), bu iki camianın küresel sistem ve yerli işbirlikçilerini, zamanında göremeyip tuzaklarına düşüp, ganimet paylaşımından dolayı birbiri ile savaşmaları olarak yorumlayabiliriz. İşte bugün Müslümanların içine düşebileceği en büyük tehlike, bu ikinci dönemin şaşkınlığının, paniğinin ye se ve ümitsizliğe dönüşebilmesi ihtimalidir. Uhud un bu ikinci dönemi; müminleri otokritik yapmaya çağıran, geleceğe daha güçlü olarak hazırlanma ve ayrık otlarından arınma sürecidir, arınma süreci olmalıdır: İki misline uğrattığınız bir musibet size isabet edince mi: Bu nereden dediniz: De ki O, sizin kendinizdendir. İki topluluğun karşı karşıya geldiği gün size isabet eden Allah ın izniyle idi. Bu Allah ın müminleri ayırdetmesi; münafıklık yapanları da belirtmesi içindi.... (3 Âli İmran, 165-167)
Bugün yaşananlar, bir arınma ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. O nedenle herkes, olanların bir muhasebesini yapması gerekmektedir. Kendimizden kaynaklanan hatalar giderilmelidir. İlahi sünnetin bu boyutunun görülememesi daha büyük ve ağır bedellerin ödenmesine sebebiyet verebilir. Allah ın Uhud savaşının ikinci evresi ile ilgili mesajı çok açıktır: Bunu Allah sinelerinizdekini denemek ve kalplerinizdekini arındırmak için yaptı, Allah, sinelerin özünde saklı duranı bilendir (3 Âli İmran 133-155)
Uhud un Üçüncü Evresi
Mücadele, ne daima yükselen bir doğru; ne de daima azalan bir doğrudur. Mücadele çok parametreli nonlineer bir denklem gibidir. Bazen yükselir, bazen durur, bazen geriler. Mücadele hep zafer veya hep mağlubiyetlerden oluşmaz. Allah ın kimi niçin, hangi sebeple muzaffer kıldığının ilahi sırrı, ilk bakışta hemen anlaşılamayabilir. O nedenle zafer ve mağlubiyet dönemlerinin insanlar arasında dolaştırılmasının şuuruna varmalı, bundaki hikmeti araştırıp gelecek için dersler çıkarmalıyız: Eğer bir yara aldıysanız, o kavme de benzeri bir yara değmiştir. O günleri, biz onları insanlar arasında tedavül ettirip dururuz. Bu, Allah ın iman edenleri belirtip ayırması ve sizden şahitler edinmesi içindir. Allah, zulmedenleri sevmez. Yine bu Allah ın, iman edenleri arındırması ve küfre sapanları yok etmesi içindir. Yoksa siz, Allah içinizden cihad edenleri belirtip, ayırdetmeden ve sabredenleri de belirtip ayırtetmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız. (3 âli İmran 140-142)
Zafer ve mağlubiyet günlerinin tedavül ettirilmesinin nedeni iman edenlerin belirlenmesi, arındırılması, şahidler edinilmesi ve cennete yerleştirilmesi olarak ifade edilmektedir. Ayrıca cihat edenlerin, sabredenlerin belirlenmesi de sebepler arasında zikrediliyor. İman edenleri, cihat edenleri ve sabredenleri belirlemek, iman edenleri arındırmak küfre sapanları yok etmek için; zafer ve mağlubiyet günleri, insanlar arasında dolaştırılıyor. İnsanların cenneti hak etmesi, böyle bir seleksiyonun sonucunda ortaya çıkıyor. Ali İmran 140 da iman edenlerin ortaya çıkarılması işlemi ile, Allah zulmedenleri sevmez ifadesi arasında ilginç bir bağıntı olsa gerekir. Zulüm kavramını en geniş anlamıyla ele alırsak Allah müminleri, bu tedavül ettirilen günlerle, zulmün her çeşidine bulaşmaktan da koruyor. Zulme sapanları, zulümde ileri gidenleri saflardan ayrıştırıyor. Öyleyse bugün müminler, zulmün her çeşidine ve her şekline büyük bir basiretle ve cesaretle karşı çıkmalıdırlar. Müminlerin zulme bulaşmamaları gerek şarttır, fakat yetmez. Aynı zamanda zulme karşı da çıkmalıdırlar. Yalnızca Müslümanlara yapılan zulme karşı çıkmak da yetmez. Aynı zamanda Müslüman olsun veya olmasın toplumun herhangi bir kesimine karşı yapılan zulme de karşı çıkması gerekir. Kalplerin ve safların arınmasıyla birlikte Uhud un üçüncü Evresi başlatılabilir, bugün (3 âli İmran 172-175).
Müminler olarak zulüm kimden ve kime karşı gelirse gelsin, tepkimizi uygun ve en güzel bir şekilde ortaya mutlaka koymalıyız. Tüm zalimlere karşı, tüm mazlumları koruyan geniş bir cephe kurulmalıdır. zalimlerin safına teslim edilecek bir tek insanın bile, önemli bir kayıp olduğu kabul edilmelidir.
Sonuç: Arınarak Birlik Olup Zafere Doğru
İlerlemek
Öyleyse bugün hepimiz Allah ın ipine sımsıkı yapışalım, düşüp parçalanmaktan, dağılıp ayrılmaktan, yılgınlığa düşmekten güç ve kuvvetimizin kaybolmasından kurtulalım (3 Ali İmran 103). Hüzne, ümitsizliğe, kararsızlığa ve korkuya kapılmadan aceleci davranışlardan kaçınarak sabırla iyiliği emredip kötülükten alıkoyarak , en güzel tarzda mücadele ilkesine uyarak büyük bir arınma seferberliğini başlatalım. O zaman Allah Vaadini gerçekleştirecektir (22 Hac, 40). Allah, kalplerimizi uzlaştıracak (3/63), kalplerimize bir nur koyacak(8/29), kötülüklerimizi örtecek (66/8), düzeltip ıslah edecek (47/2-5), korkularımızı giderecek (41/30), küçük düşürmeyecek (66/8), çoğaltacak (14/7), sağlamlaştıracak (47/7), doğru yola yöneltip ileten önderler yapacak (32/24), galip kılıp arza varis kılacak (21/105) ve bize yol gösterecektir (26/62).
Allah sözüne en sadık olandır ve vaadini gerçekleştirecek olandır (24 Nur, 55). Bugün Türkiye de Müslümanların yaşadığı kaos ortamından çıkmanın yolu, adalet eksenli bir duruşun sergilenmesidir. Kavgayı kızıştıracak ve yaygınlaştıracak, düşünce mekanizmasını kilitleyecek körü körüne taraf olma yerine; bizleri, hakka yöneltecek ve adaletin tecelli etmesine imkan verecek bir duruşun sergilenmesi gerekmektedir. Bugün bunu yapabilecek bir topluluğa, harekete ihtiyaç vardır: Yarattıklarımızdan, hakka yöneltip-ileten ve onunla adaleti kılan (uygulayan) bir ümmet vardır. (7 Araf 181)
KAYNAKLAR
1- Buharı H. No: 195; Buhârî, Fiten 19; Müslim, Sıfatu l-Cenne 84, (2879). (5752)
2- Buhârî, Hudud 11, 12, 14, Şehâdat 8, Enbiyâ 50, Fedâilu l-Ashâb 18, Megâzî 52; Müslim, Hudud 8, 1688; Tirmizî, Hudud 9, (1430); Ebû Dâvud, Hudud 4, (4373, 4374); Nesâî, Sârik 5, (8, 74, 75).
3- Kandehlevi. M.Y., Hadislerle Hz. Peygamber ve Ashabının Yaşadığı Müslümanlık, Kalem yayınevi, İstanbul c. 1, s:1881, (1979).