13 Şubat 2014 Perşembe

Müslümanların arınma mecburiyeti

 (Milli Gazete)

Bu, Allah ın murdar olanı temizden ayırtetmesi; murdarı, bir kısmını bir kısmı üzerinde kılıp tümünü biriktirerek cehenneme atması içindir. İşte bunlar kayba uğrayanlardır(8 Enfal 37)

Giriş

Taksim Kadife darbe Sürecinin ortaya çıkardığı en ciddi sıkıntılardan biri, iki Müslüman camianın birbirlerini çok ağır bir şekilde suçlayarak birbirleri ile savaşmalarıdır. Ahlaki endişe ve kural tanımayan, hak ve hukuku göz önüne almayan bir kavga ortamına ağır ağır çekildiğimizin özel olarak iki tarafın genel olarak Müslüman camianın farkına varmaması, bugünün en ciddi meselesidir. Camiaların bu kadar kolay karşı karşıya getirilişi, sadece düşman kategorisinde olanların mahareti olmayıp aynı zamanda camiaların kirlenmesi ve beceriksizliği ile alakalı bir durumdur da. 

Ümmetin içerisinde Allah a ortak koşulduğu, Allah ın haram kıldığı bir nefs haksız yere öldürüldüğü , faiz yaygınlaşıp doğallaştığı , yetim malının yendiği , cihad ruhunun öldüğü , savaş meydanından kaçıldığı , evli, namuslu ve hiç bir şeyden haberi olmayan kadınlara zina isnad edildiği, hayânın ortadan kalktığı , emanetin çekilip alındığı , kin ve nefret duygusunun yaygınlaştığı , güvenin yok olmaya yüz tuttuğu , dünyevileşmenin sekülerleşmeye-laikleşmeye doğru evrildiği , Marufla Münkerin karıştırıldığı ve marufla münkerin yer değiştirdiği , çirkin hayâsızlıklar yaygınlaştığı , çirkin hayâsızlıklar karşısında duyarsızlaşmanın arttığı ve marufun emredilip münkerin yasaklanmadığı zaman ; ilahi ceza, ilahi bir sünnet/kanuniyet olarak tecelli etmektedir/edecektir. Kur an ve Sünnete göre bu cezalandırma, ümmetin parçalanarak birbirlerine zulmetmeleri ve birbiri ile savaşmaları şeklinde olacaktır/olmaktadır. Günümüz Türkiye sinde bütün bunlar olmaktadır. 

Özel olarak AKP ve Gülen hareketi mensupları, genel olarak da, Müslüman camia bu konularda duyarsız davranmaktadır. Ümmetin içinde günahların çoğalması, yaygınlaşması helak olma nedeni olarak gerek şarttır, ancak yeter şart değildir. Yeter şart, günahların çoğalıp yaygınlaştığı bir toplumda, iyiliği emredip kötülükten alı koyan, toplumu arındıran, temizleyen kişi / grup / teşkilat / cemaat / hareketin var olmamış olmasıdır. Hz. Peygamber in (sas); Canımı gücü ve kudretiyle elinde tutan Allah a yemin ederim ki, ya iyilikleri emreder ve kötülüklerden nehyedersiniz, ya da Allah kendi katından yakın zamanda üzerinize bir azab gönderir. (yahut Allah şerirlerinizi hayırlılarınıza mutlaka musallat eder). Sonra Allah a yalvarıp dua edersiniz ama duanız kabul edilmez. (1) hadisi, bu kanuniyetin en güzel şekilde ifadesidir. Burada günümüz Müslümanlarının arınma mecburiyeti ele alınıp incelenecektir. 

Herkes için Adaleti Ayakta Tutarak Arınmak

Adaletin en genel anlamı, bir şeyi olması gereken yere koymaktır. Haklı ile haksızı ayırmak, haklı olana hakkını vermek haksız olanı cezalandırmak adaletin özüdür. Barışın, güvenliğin ve huzurun sağlanması adaletle mümkündür. Adalet olmadığı yerde barış olmaz, mülk korunamaz. Onun için Hz. Ömer, Adaleti mülkün temeli olarak görmüştür. Adaletin temel prensibi, zengin- fakir, makamlı-makamsız, güçlü- zayıf ayırımı yapmamaktır. Aksi bir durum, İlahi sünnete göre helak nedenidir:

(1628)- Hz. Aişe (radıyallâhu anhâ): Hırsızlık yapan Mahzumlu kadının durumu Kureyşlileri fazlasıyla üzdü.

- Bu kadın hakkında Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) nezdinde kim müessir bir şefaatte bulunabilir diye adam aradılar.

- Bu işe, sadece Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) ın çok sevdiği Üsâme İbnu Zeyd (radıyallâhu anhümâ) cür et edebilir dediler. Üsâme (huzura çıkarak), Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) a şefaat talebinde bulundu.

Efendimiz: Allah ın hududundan bir hadd hususunda şefaat mi taleb ediyorsun diye çıkıştı. Sonra kalkıp cemaate şu hitabede bulundu:

- Sizden öncekileri helâk eden şey şudur: İçlerinden şerefli birisi hırsızlık yaptı mı onu terk edip (ceza vermezlerdi). Aralarında kimsesiz zayıf birisi hırsızlık yapınca derhal ona hadd tatbik ederlerdi. Allah a yemin olsun! Muhammed in kızı Fatıma hırsızlık yapmış olsa mutlaka onun da elini keserdim. (2)

Allah, adaleti emretmektedir (7 Araf 29). Adaletin tecellisi, kendimiz, anne babamız ve yakınlarımız aleyhinde bile olsa, adalet ayakta tutulmalı ve korunmalıdır. Hevaya uyulmamalıdır. Bu, Allah ın iman edenlere bir emri, bir talimatıdır: Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhinde bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları) nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır. (4 Nisa 135) Peygamberlerin gönderiliş amaçlarından biri de insanlar arasında adaleti hâkim kılmak, ayakta tutmak ve insanların da bunu devam ettirmesini sağlamaktır (57 Hadid 25). Adalet konusunda zengin-fakir, güçlü- zayıf, akraba olan olmayan, bizden olan olmayan ayırımı yapmayacağımız gibi kin ve nefretle de hareket etme hakkına sahip değiliz. Bu noktada bir topluluğa olan kinimiz bizi adaletten alı koymamalıdır: Ey iman edenler, adil şahidler olarak Allah için, hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adaletten alıkoymasın. Adalet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır. (5 Maide 8).

Arınma Mecburiyeti

İnanç sistemleri arasındaki etkileşimde insanlar; yükselen, yaygınlaşan inanç sistemine doğru yönelirler. Bu yönelmenin sonucunda bir inanç sistemi içinde davanın gerçek benimseyicileri yanında, menfaatçiler, benciller, gösteriş hastaları, ajan ve provokatörler de yer almak isterler. Menfaatçiler, hastalar ve ajanlar birer ayrık otu gibi inancın gerçek, samimi benimseyicilerini sararak zehirleyebilirler. Bir inancın samimi savunucuları, bir örümceğin tuzağına yakalanan av durumuna düşebilirler. İşte Allah, böyle bir durumda İslam davasına iman ettiklerini söyleyenleri imtihan ederek; samimi olanlarla, olmayanları, sebat edenlerle etmeyenleri birbirinden ayırır (3 âli İmran, 186). Allah bu imtihanı, bazen nimetleri kısarak, bazen da nimetleri bollaştırarak yapmaktadır ( 3). 

İslam tarihindeki Bedir savaşını, ne Müslümanlar ne de müşrikler arzu ediyordu. Allah; her iki tarafı, istemedikleri halde Bedir de buluşturmuştur. (8 Enfal, 43-46). Müslümanların 300 müşriklerin 900 kişilik kuvveti karşı karşıya geldiğinde; münafıklarla, kalbinde hastalık bulunanlar, korkmuşlar, paniğe kapılmışlardır. Bu Müslümanları dinleri aldattı diyebilmişlerdir (8 Enfal 49) Müslümanlar Bedir deki imtihandan arınarak çıkmışlar ve böylelikle Müslümanlar, güç ve kuvvetin sayısal çoğunlukta olmadığını görmüşler ve öğrenmişlerdir. Allah, böyle dönemlerde Müslümanları imtihan ederek arındırmakta arındırarak da kuvvetlendirmektedir. Belki bugünkü duruma tekabül eden en güzel örnek, İslam tarihindeki kazanılıp-kaybedilmiş Uhud savaşıdır. Halit Bin Velid in 200 kişilik süvari birliğinin beklediğini göre göre, Hz. Peygamber in açık, kesin emrini bile bile okçuların görev yerlerini, ganimet için terk etmeleri, zaferi mağlubiyete dönüştürmüştür, Uhud un İkinci evresi. o gün geçidin karşı tarafında savaşa iştirak etmeyen Halit bin Velid in 200 kişilik süvari birliğini, Müslümanlar nasıl görememişlerse; bugün de Müslümanlar uluslararası sistemi ve onun yerli işbirlikçilerini öyle görememektedirler. Hükümet olmakla, cemaat olarak büyümekle veya Müslüman iş adamlarının kuvvetlenmesi ile mücadelenin kazanıldığı zannedilmiştir. 

Bugün çatışan taraflar, haklı ya da haksız Türkiye deki tüm imkanları (Mal ve Makam), yalnızca kendileri kontrol etmek ve yalnızca kendi taraftarları ile paylaşmak istemektedirler. Gülen hareketi adına MİT müsteşarını tutuklayarak MİT i ele geçirme teşebbüsü ile başlayan süreç; bu ülkenin en kritik kurum ve kuruluşlarına kimin sahip olması sorununun dışa vurmasını sağlamış ve çekişme kavgaya dönüşmüştür. Uhud un İkinci evresini (geçidin diğer tarafında bu gelişmeleri sabırla bekleyen Halid Bin Velid i görmeme, görev yerini terk edip ganimete koşma hali), bu iki camianın küresel sistem ve yerli işbirlikçilerini, zamanında göremeyip tuzaklarına düşüp, ganimet paylaşımından dolayı birbiri ile savaşmaları olarak yorumlayabiliriz. İşte bugün Müslümanların içine düşebileceği en büyük tehlike, bu ikinci dönemin şaşkınlığının, paniğinin ye se ve ümitsizliğe dönüşebilmesi ihtimalidir. Uhud un bu ikinci dönemi; müminleri otokritik yapmaya çağıran, geleceğe daha güçlü olarak hazırlanma ve ayrık otlarından arınma sürecidir, arınma süreci olmalıdır: İki misline uğrattığınız bir musibet size isabet edince mi: Bu nereden dediniz: De ki O, sizin kendinizdendir. İki topluluğun karşı karşıya geldiği gün size isabet eden Allah ın izniyle idi. Bu Allah ın müminleri ayırdetmesi; münafıklık yapanları da belirtmesi içindi.... (3 Âli İmran, 165-167) 

Bugün yaşananlar, bir arınma ihtiyacını ortaya çıkarmıştır. O nedenle herkes, olanların bir muhasebesini yapması gerekmektedir. Kendimizden kaynaklanan hatalar giderilmelidir. İlahi sünnetin bu boyutunun görülememesi daha büyük ve ağır bedellerin ödenmesine sebebiyet verebilir. Allah ın Uhud savaşının ikinci evresi ile ilgili mesajı çok açıktır: Bunu Allah sinelerinizdekini denemek ve kalplerinizdekini arındırmak için yaptı, Allah, sinelerin özünde saklı duranı bilendir (3 Âli İmran 133-155)

Uhud un Üçüncü Evresi

Mücadele, ne daima yükselen bir doğru; ne de daima azalan bir doğrudur. Mücadele çok parametreli nonlineer bir denklem gibidir. Bazen yükselir, bazen durur, bazen geriler. Mücadele hep zafer veya hep mağlubiyetlerden oluşmaz. Allah ın kimi niçin, hangi sebeple muzaffer kıldığının ilahi sırrı, ilk bakışta hemen anlaşılamayabilir. O nedenle zafer ve mağlubiyet dönemlerinin insanlar arasında dolaştırılmasının şuuruna varmalı, bundaki hikmeti araştırıp gelecek için dersler çıkarmalıyız: Eğer bir yara aldıysanız, o kavme de benzeri bir yara değmiştir. O günleri, biz onları insanlar arasında tedavül ettirip dururuz. Bu, Allah ın iman edenleri belirtip ayırması ve sizden şahitler edinmesi içindir. Allah, zulmedenleri sevmez. Yine bu Allah ın, iman edenleri arındırması ve küfre sapanları yok etmesi içindir. Yoksa siz, Allah içinizden cihad edenleri belirtip, ayırdetmeden ve sabredenleri de belirtip ayırtetmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız. (3 âli İmran 140-142) 

Zafer ve mağlubiyet günlerinin tedavül ettirilmesinin nedeni iman edenlerin belirlenmesi, arındırılması, şahidler edinilmesi ve cennete yerleştirilmesi olarak ifade edilmektedir. Ayrıca cihat edenlerin, sabredenlerin belirlenmesi de sebepler arasında zikrediliyor. İman edenleri, cihat edenleri ve sabredenleri belirlemek, iman edenleri arındırmak küfre sapanları yok etmek için; zafer ve mağlubiyet günleri, insanlar arasında dolaştırılıyor. İnsanların cenneti hak etmesi, böyle bir seleksiyonun sonucunda ortaya çıkıyor. Ali İmran 140 da iman edenlerin ortaya çıkarılması işlemi ile, Allah zulmedenleri sevmez ifadesi arasında ilginç bir bağıntı olsa gerekir. Zulüm kavramını en geniş anlamıyla ele alırsak Allah müminleri, bu tedavül ettirilen günlerle, zulmün her çeşidine bulaşmaktan da koruyor. Zulme sapanları, zulümde ileri gidenleri saflardan ayrıştırıyor. Öyleyse bugün müminler, zulmün her çeşidine ve her şekline büyük bir basiretle ve cesaretle karşı çıkmalıdırlar. Müminlerin zulme bulaşmamaları gerek şarttır, fakat yetmez. Aynı zamanda zulme karşı da çıkmalıdırlar. Yalnızca Müslümanlara yapılan zulme karşı çıkmak da yetmez. Aynı zamanda Müslüman olsun veya olmasın toplumun herhangi bir kesimine karşı yapılan zulme de karşı çıkması gerekir. Kalplerin ve safların arınmasıyla birlikte Uhud un üçüncü Evresi başlatılabilir, bugün (3 âli İmran 172-175). 

Müminler olarak zulüm kimden ve kime karşı gelirse gelsin, tepkimizi uygun ve en güzel bir şekilde ortaya mutlaka koymalıyız. Tüm zalimlere karşı, tüm mazlumları koruyan geniş bir cephe kurulmalıdır. zalimlerin safına teslim edilecek bir tek insanın bile, önemli bir kayıp olduğu kabul edilmelidir.

Sonuç: Arınarak Birlik Olup Zafere Doğru İlerlemek          

Öyleyse bugün hepimiz Allah ın ipine sımsıkı yapışalım, düşüp parçalanmaktan, dağılıp ayrılmaktan, yılgınlığa düşmekten güç ve kuvvetimizin kaybolmasından kurtulalım (3 Ali İmran 103). Hüzne, ümitsizliğe, kararsızlığa ve korkuya kapılmadan aceleci davranışlardan kaçınarak sabırla iyiliği emredip kötülükten alıkoyarak , en güzel tarzda mücadele ilkesine uyarak büyük bir arınma seferberliğini başlatalım. O zaman Allah Vaadini gerçekleştirecektir (22 Hac, 40). Allah, kalplerimizi uzlaştıracak (3/63), kalplerimize bir nur koyacak(8/29), kötülüklerimizi örtecek (66/8), düzeltip ıslah edecek (47/2-5), korkularımızı giderecek (41/30), küçük düşürmeyecek (66/8), çoğaltacak (14/7), sağlamlaştıracak (47/7), doğru yola yöneltip ileten önderler yapacak (32/24), galip kılıp arza varis kılacak (21/105) ve bize yol gösterecektir (26/62). 

Allah sözüne en sadık olandır ve vaadini gerçekleştirecek olandır (24 Nur, 55). Bugün Türkiye de Müslümanların yaşadığı kaos ortamından çıkmanın yolu, adalet eksenli bir duruşun sergilenmesidir. Kavgayı kızıştıracak ve yaygınlaştıracak, düşünce mekanizmasını kilitleyecek körü körüne taraf olma yerine; bizleri, hakka yöneltecek ve adaletin tecelli etmesine imkan verecek bir duruşun sergilenmesi gerekmektedir. Bugün bunu yapabilecek bir topluluğa, harekete ihtiyaç vardır: Yarattıklarımızdan, hakka yöneltip-ileten ve onunla adaleti kılan (uygulayan) bir ümmet vardır. (7 Araf 181)

KAYNAKLAR

1- Buharı H. No: 195; Buhârî, Fiten 19; Müslim, Sıfatu l-Cenne 84, (2879). (5752)

2- Buhârî, Hudud 11, 12, 14, Şehâdat 8, Enbiyâ 50, Fedâilu l-Ashâb 18, Megâzî 52; Müslim, Hudud 8, 1688; Tirmizî, Hudud 9, (1430);  Ebû Dâvud, Hudud 4, (4373, 4374); Nesâî, Sârik 5, (8, 74, 75).

3- Kandehlevi. M.Y., Hadislerle Hz. Peygamber ve Ashabının Yaşadığı Müslümanlık, Kalem yayınevi, İstanbul c. 1, s:1881, (1979). 

7 Şubat 2014 Cuma

Ümmetin helakine sebep olan dört şey

 (Milli Gazete)

Ya ma rufu emreder,münkerden de nehyedersiniz, yâhut Allah şerirlerinizi hayırlılarınıza mutlaka musallat edecektir. O zaman hayırlılarınız dua etse de duaları kabul edilmez.

Hz. Peygamber (sas)

Giriş

Taksim Kadife Darbe sürecinin ortaya çıkardığı en ciddi sıkıntılardan biri, iki Müslüman camianın birbirlerini çok ağır bir şekilde suçlayarak birbirleri ile savaşmalarıdır. Bu sürecin diğer önemli bir sonucu da, Siyasi iktidarın rüşvet-yolsuzlukla; Gülen hareketinin de, Küresel, Karanlık Güç Merkezlerinin taşeronluğu ile özdeşleştirilmesi olgusudur. Bu sürecin ortaya çıkardığı diğer önemli bir gerçek de, iki Müslüman camianın kavgası karşısında, diğer Müslüman camiaların, istisnalar hariç, genel olarak, Kur an- Sünnet eksenli bir tavrı ortaya koyamayıp futbol takımı tutar gibi taraf olmaları, yangına körükle gitmeleri, yangına su yerine benzin sıkmalarıdır. Bu tutum ve tavrın doğal sonucu, zihinsel kirlenmenin çok daha geniş çevreye yayılmış olmasıdır. Bu kavga sürecinde, sadece bireyler değil aynı zamanda da bir Müslüman için çok özel anlamı ve ağırlığı olan cemaat, imam, vaiz, abi, hizmet, dua, beddua, hain, ajan ve taşeron gibi kavramlar aşındırılmakta, yozlaştırılmaktadır. Vaiz Lobisi , İmama Rapor , Yargıtay İmamı gibi manşetleri atan sağcı (!), muhafazakar (!), Dindar (!) gazetelerin veya köşe yazarlarının ne yapmak istediklerini anlamak mümkün değildir. 

Eskiden bizim için önemli ve anlamlı olan kavramları, yıpratanlar, sol, laik-seküler, liberal, Kemalist kesimlerdi. Ya şimdikiler kimdir Kadife Darbe nin beyin takımı olup birinci halkada yer alan Küresel Siyonist güç ile ikinci halkada yer alan Türkiye deki işbirlikçi mason, Siyonist, Sabetayist ve Baronlardan oluşan güç, tüm Müslümanları kapsayan bir psikolojik harekâtı sinsice yürütmekte olduğu unutulmamalıdır. Artık sorun iki camianın meselesi olmaktan çıkıp çok daha geniş bir kamplaşmaya doğru gitmektedir. Kamplaşmanın genişlemesi, beraberinde zihinsel kirliliğin daha da genişlemesine; Müslüman imajının, daha da kirlenmesine sebebiyet vermektedir/verecektir. Geçen yazıda bu iki camianın karşı karşıya getirilmesinin durdurulamaması, sadece oyun kurucuların mahareti ile ilgili midir; yoksa Türkiye de ki çirkin hayasızlıkların yaygınlaşması karşısında her iki yapının, ilahi sünnete aykırı bazı tutum ve davranışlarının bu süreçte bir etkisi de var mıdır Sorularını sormuştuk. 

Bu soruların cevaplarını aramak üzere Ümmetin Helak Şekli ve Şartlarını incelemiştik. Ümmetin içerisinde çirkin hayasızlıklar yaygınlaştığı ve buna karşılık iyiliği emredip kötülükten alı koymak için gerekli mücadele yapılmadığı zaman, ümmetin cezalandırılmasının kaçınılmaz olduğunu görüyoruz. Bu cezalandırma, ümmetin parçalanarak birbirlerine zulmetmeleri ve birbiri ile savaşmaları şeklinde olacaktır/olmaktadır. Burada ümmeti helake götüren bazı durumlar, ele alınacak ve herkesin tefekkür etmesi istenecektir.

Marufla Münkerin Karıştırılması - Yer değiştirmesi

Hz. Peygamber(sas) sahabe ile yaptığı sohbetlerinden birinde, müminleri bekleyen biri diğerinin devamı ve ileri aşaması olana dört ciddi tehlikenin varlığına dikkat çekmiştir: Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) (bir gün): Gençlerinizin fıska düştüğü, kadınlarınızın azdığı zaman haliniz ne olur diye sormuştu. (Yanındakiler hayretle): Ey Allah ın Resulü, yani böyle bir hal mi gelecek dediler. Evet, hatta daha beteri! buyurdu ve devam etti: Emr-i bi lma rufta bulunmadığınız, nehy-i ani lmünker yapmadığınız vakit haliniz ne olur diye sordu. (Yanındakiler hayretle): Yani bu olacak mı dediler. Evet, hatta daha beteri! buyurdular ve sormaya devam ettiler: Münkeri emredip, ma rufu yasakladığınız zaman haliniz ne olur (Yanında bulunanlar iyice hayrete düşerek): Ey Allah ın Resulü! Bu mutlaka olacak mı dediler. Evet, hatta daha beteri! buyurdular ve devam ettiler: Marufu münker, münkeri de ma ruf addettiğiniz zaman haliniz ne olur (Yanındaki Ashab): Ey Allah ın Resûlü! Bu mutlaka olacak mı diye sordular. Evet, olacak! buyurdular. (1) 

Bu hadiste altları çizili dört tehlikenin hepsi, bugünün Türkiye sinde mevcuttur ve bu dört tehlike karşısında, istisnalar hariç, genel olarak Müslümanlar susmaktadır. Özellikle de çatışan bu iki camia, bu konularda hiçbir şey duymamakta, görmemekte ve de konuşmamaktadır. Müttefiklerini kaybetme korkusu, baskın bir psikoloji olarak her iki tarafta da mevcuttur. AB uyum yasaları çerçevesinde yapılan değer transferi, maruf ile münkerin yer değiştirmesi sürecini hızlandırmıştır. Demokratikleşme Paketi çerçevesinde, AB uyum yasaları ve Uluslararası sözleşmelere uygun olarak çıkarılmak istenen, ayrımcılık ve nefret söylemi yasaları , marufun emredilip münkerin yasaklanmasına daha katı bir şekilde mani olacak ve Müslümanların Fatiha yı okuyup açıklamaları yasaklanabilecek, suç teşkil etmiş olabilecektir. Bütün bunları görmeyen, işitmeyen ve konuşmayan bir zihinsel yapının, temiz olduğunu söyleyebilir miyiz

Hayanın Ortadan Kalması - Emanetin Gitmesi

Diğer taraftan, medya, sosyal medya, internet ortamında, reklamlarda, dizilerde, filmlerde, oyunlarda, eğlence kültüründe, müzikte ve konuşmalarda, TV programlarında, sokakta, otobüste, park ve bahçelerde edebin ve hayânın gittikçe kalktığını ve yığınla çirkin hayasızlığın işlendiğini; buna karşılık aymazlık ve vurdumduymazlığın gittikçe yaygınlaştığını söylersek abartı yapmış olmayız. Bir ülkede edep ve hayâ gittikçe ortadan kalkıyor, hayasızlık doğallaşıyorsa; bunun, Allah indinde bir hükmü yok mudur Hz. Peygamber, hayanın ortadan kalkışı ile helak olma arasında doğrudan bir bağıntının var olduğunu bize söylemektedir: Resûlullah aleyhissalâtu vesselâm: Aziz ve Celil olan Allah, bir insan helak etmek istedi mi, ondan önce hayayı çeker alır. Hayası bir kere gitti mi sen ona artık herkesin nefretini kazanmış bir kimse olarak rastlarsın. Herkesin nefretini kazanmış olarak rastladığın kimseden emanet çekilip alınır (artık o, güvenilmeyen, kuşkulu kişidir). 

Kişiden emanet (güven) çekilip alınınca ona artık hep hain ve herkesçe hain bilinen biri olarak rastlarsın. Ona hep hain ve hıyanetle bilinen biri olarak rastladın mı, sıra ondan merhametin çekip çıkarılmasına gelmiştir. Ondan rahmetin çıkarıldığı vakit artık ona (Allah ın rahmetinden) kovulmuş, lânetlenmiş olarak rastlarsın. Ona sen kovulmuş, lânetlenmiş olarak rastlayınca ondan İslâmiyet bağı çözülüp atılır. (2) Bu hadis, helake giden yolun hareket noktasının hayânın insandan/insanlardan çekilip alınması ile başladığını ortaya koymakta ve süreç birbirine bağımlı ve birbirinin devamı olan, nefret kazanma , emanetin çekilip alınması , güvenilir olmaktan çıkma , hain ve hıyanet sahibi olarak görülme , merhametsiz olma , lanetlenme ve nihayet İslam bağından kopma nihai noktasına ulaşmaktadır. Ilımlı İslam ı kabullenme İslam bağının koparılmasından başka bir şey değildir. Bu noktada sormamız gereken soru, 17 yıl öncesi ile bugünü karşılaştırdığımız zaman, edep, hayâ, güven, sevgi, merhamet, nefret ve İslami duyarlılık konularında ülke ne durumdadır Eğer iyiye gidiş varsa sorun yoktur; aksi durum varsa, durum helakle bağlantılıdır ve ümmetin helaki da parçalanıp birbirine zulmetmek ve savaşmak olarak ortaya çıkmaktadır.

Dünyevileşme

Dünyevileşme, Sekülerleşme ve laikleşmenin başlangıç evresidir. Müslümanın zihin dünyasında bir anlık dalgınlık ve gaflet hali olarak ortaya çıkan, Allah ı ve ahiret gününü unutma ile mala mülke, makam ve mevkie olan sevgisinin tutkuya doğru yönelmesi halidir. Ensar ve Muhacirlerden oluşmuş Uhud Savaşındaki 40 okçunun, geçidin karşı tarafındaki 200 kişilik düşman süvari birliğini görmeyip beri taraftaki ganimetleri görmesi ve aslı görevini unutup bölgeyi terk etmesine neden olan bir ruh halidir, dünyevileşme. Tedbir alınmadığı takdirde, daha ileri aşaması olan sekülerleşmeye ve daha da ileri aşaması olan laikleşmeye doğru yol alacaktır. Mal ve makam tutkusu şeklinde, iki ana tezahür şekli vardır. Mal ve makam sevgisinin tutkuya, şehvete yönelmesi dünyevileşmeye götüren yoldur. 

O nedenle Hz. Peygamber, ümmetinin fitnesinin mal olduğunu, mal tutkusunun ümmeti birbirine düşman hale getirecek, helak edecek bir hastalık hali olduğunu ifade etmektedir: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): Her ümmet için bir fitne vardır, benim ümmetimin fitnesi de maldır. (3) Peygamberimiz (aleyhissalâtu vesselâm): Allah a kasem olsun sizin için fakirlikten (darlıktan) korkmuyorum. Sizin için öncekilere genişleyip (bollaştığı) gibi size de dünyanın genişleyip bollaşmasından, onlar gibi sizin de dünyalık yarışına düşmenizden, dünyalığın onları helâk ettiği gibi, sizi de helâk etmesinden korkuyorum. (4, Bak: 5). Bu hadislerde mal mülk sahibi olmak kınanmamakta ve tehlike olarak görülmemektedir. Burada kınanan, mal mülk edinmek için birbiri ile hasedleşmek, birbirine bağyetmek ve bunun sonucu olarak toplumsal düzenin, dayanışmanın ve adalet sisteminin bozulmasıdır. Mal mülk edinme hırsının, kalp ve göz kararmasına sebebiyet verecek bir oburluk halini ortaya çıkarmasıdır: İşte bu dünya malı da (yeşil ot gibi) tatlıdır. Bundan hakkıyla alan ve aldığını da hakkı olan yere koyup harcayan kimseye bu ne güzel bir nimettir. Dünya malını haksız olarak hırsla alan kimseye gelince, o da, daima yiyen, fakat bir türlü doymayan obur kimse gibi olmuştur. (6) Bu doymama hali, Baştan Çıkarıcı Bolluk , Refahtan Şımarıp Azma diye tanımlanan bir durumun ortaya çıkmasına sebebiyet verir ki; onun da doğal sonucu, ahlakı değerlerin önemsenmemesi, ahlaki değerlerin giderek azalmasıdır. 

Bu toplumsal çürümenin bir başka boyutu, sınıflaşmanın ortaya çıkması ve toplumun her kesimini etkisi altına alan bağyetme duygusunun, ferdin iç denetimini zayıflatıp ahlakı ölçüleri daha da tahrip etmesidir. Bu kontrolsüz, ilkesiz mülk edinme, büyüme tutkusu, kendi öz kardeşinin, din kardeşinin malına mülküne göz dikmeye, onun elindekilerini de bir şekilde almaya neden olacak bir psikolojinin doğmasına sebebiyet vermektedir. Hz. Davud un iki kardeş davacısının durumu, bunun en güzel örneklerinden biridir. 99 koyunu olan, bir koyunu olan kardeşinin malına göz dikmiş onu da kendi koyunlarına katmak istemiştir (38 Sad 21-24). Hz. Davud un, bu durumu zülüm olarak nitelendirmesi konunun can damarıdır. Zülüm, her türlü kötülüğün, pisliğin ve gerilimin kaynağıdır. Bereketi ortadan kaldırır, dayanışmayı yıkar, kardeşliği, akrabalığı, komşuluğu yok eder ve kişileri, müstağnileştirerek azdırır. Zülmün olduğu yerde adalet olmaz, adaletin olmadığı yerde de barış olmaz. Bugün yaşanan sıkıntı, adaletsizliğin dışavurumundan başka bir şey değildir. 

Bu noktada sorulması gereken soru, mal ve makam tutkusu ile meydana gelen cedelleşme, geçmiş yıllara göre daha da artmakta mı yoksa azalmakta mıdır Kutsalı kaybeden, kendi kültür ve medeniyetinin değerlerine, tasavvuruna göre hayatını tanzim etmeyi öngörmeyen, gözünü ranta dikmiş bir insan unsurumu ortaya çıkmaktadır

Çirkin Hayâsızlıklar Karşısında Duyarsızlaşma

Peygamber Efendimiz (s.a.s.) çirkin hayasızlıkların, kötülüklerin yaygınlaştığı toplumların durumunu, bir gemide seyahat eden bir topluluğun durumuna benzeterek açıklamaktadır: Allah ın menettiği hududu koruyan ile korumayan kimsenin mi¬sali, bir gemide kur a ile yerlerini belirleyen kimselerin misali gibidir. Buna göre, bazıları geminin üst katına, bazıları ise, geminin alt katına yerleşirler. Geminin alt katında olanlar, susadıkları zaman üst kattakilere uğ-rayarak, kendi bulunduğumuz kattan bir delik açsak ve üst kattakilere zarar vermesek derler. Bu durumda, eğer üst kattakiler, onları bu istekleriyle baş başa bırakır¬larsa, hepsi birlikte batmaya mahkumdur. Eğer onlara engel olurlarsa, hem onlar hem de kendileri kurtulur. (7) 

Bunun en güzel örneklerinden biri de, Kur an-ı Kerim de Araf süresi 163-166. Ayetlerde anlatılan, Allah tarafından imtihana tabi tutulan, cumartesi balık avlama yasağı ile cezalandırılan İsrail oğullarının yaşadığı bir sahil kasabasındakilerin başına gelenlerdir. Orada kötülüğe mani olanlar kurtarılmış; kötülüğü bizzat icra edenlerle, nemelazımcılar zalim olarak nitelendirilip cezalandırılmışlardır. Bu helak edilmede geçen nemelazımcı grup kötülüğü tasvip etmemelerine rağmen sessiz kalmakta; hatta kötülüğe karşı mücadele edenlere, mücadele etmemeleri konusunda baskı uygulamaktadırlar. Bunun benzeri bir başka olay, Hz. Peygamber in bir başka hadisinde anlatılmaktadır: Resûlullah (sas): İsrailoğulları arasında dinden sapma, ilk defa şöyle başladı: Bir adam bir başka adama rastlar ve: Bana baksana! Allah dan kork ve yapmakta olduğun şeyi terk et. Çünkü bu sana helâl değildir, derdi. Ertesi gün, aynı işi yaparken o adamla tekrar karşılaşır ve kendisini yaptığı kötü işten nehyetmediği gibi, onunla yiyip içmekten ve birlikte olmaktan da çekinmezdi. Onlar böyle yapınca Allah Teâlâ kalblerini birbirine benzetti. Sonra Resûl i Ekrem şu âyeti okudu: İsrâiloğullarından kâfir olanlar Dâvud un ve Meryem oğlu İsâ nın diliyle lânetlenmişlerdir. Bunun sebebi, başkaldırmaları ve aşırı gitmeleriydi. Birbirlerinin yaptıkları fenalıklara mani olmuyorlardı. Yapmakta oldukları ne kötü idi! Onlardan çoğunun inkâr edenleri dost edindiklerini görürsün. Nefislerinin onlara âhiret hayatı için hazırladığı şeyler ne kötüdür! Allah onlara gazab etmiştir, onlar azab içinde temelli kalacaklardır. Eğer Allah a Peygamber e ve ona indirilen Kur an a inanmış olsalardı, onları dost edinmezlerdi, fakat onların çoğu yoldan çıkmış kimselerdir (Mâide: 5/77 81). 

Hz. Peygamber bu ayetleri okuduktan sonra şöyle buyurdu: Hayır, Allah a yemin ederim ki, ya iyiliği emreder, kötülükten nehyeder, zalimin elini tutup zulmüne mani olur, onu hakka döndürür ve hak üzerinde tutarsınız; ya da Allah Teâlâ kalblerinizi birbirine benzetir, sonra da İsrâiloğullarına lânet ettiği gibi size de lânet eder. (8). (Bu hadisin Tirmizî deki metni biraz daha farklılık göstermektedir.)

Sonuç: Kendimizi Sorgulayalım!

Son 17 yılda; Çirkin hayasızlık, yaygınlaşmakta mıdır Dünyevileşme hastalığı, yaygınlaşmakta mıdır Duyarsızlaşma, artmakta mıdır Akrabalık bağları zayıflamakta mıdır Arkadaşlık, komşuluk bağları zayıflamakta mıdır Bireyselleşme eğilimi artmakta mıdır Evler otelleşmekte ve arenaya dönmekte midir Marufla münker karışmakta mıdır Marufla münker yer değiştirmekte midir Cevabımız evetse, ayağa kalkıp Al-ı İmran 104, 110, Tevbe 71, 122. Ayetlerinin gereğini yerine getirmeliyiz.

Kaynaklar

1- Kütübü Sitte; Hadis No: 4786

2- Kütübü Sitte, Hadis No: (1237). (4054), (7224).

3- Kütübü Sitte Hadis No: (395)

4- Buhari,14/6365:13

5- Buhari, 14:6366/14

6- Buhari, 14: 6366-67/15

7- Buharî, Şerike, 6

8- Ebû Dâvûd: 198

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...