(Milli Gazete)
Giriş
Üniversite öğrencilerinin çok farklı gerekçelerle kızlı
erkekli aynı evlerde kalmaları, üniversitelerin büyük şehirlerde olduğu
dönemlerde bilinen, fakat gündeme gelmeyen, en azından siyasetin gündeminde yer
almayan bir konuydu. Sosyal problem haline gelmediği için büyük şehrin
yoğunluğu ve yorgunluğu içerisinde toplumun tepkisini çekmiyordu. Üniversite,
sayısı artıp Anadolu’ya, özellikle, küçük şehirlere yayılmaya başlayınca bu
yaşam şekli, dini, ahlakı ve geleneksel değerlere daha sıkı bağlı olan yöre
halkını rahatsız etmeye başladı. Mahalle kültürünün bir kontrol mekanizması
olarak görev icra ettiği bu şehirlerin mensupları, üniversite öğrencilerinin
kızlı erkekli aynı evlerde yaşamalarına daha fazla dikkat etmeye ve
rahatsızlıklarını seslendirmeye başladılar. Muhtemelen böyle bir rahatsızlığın
sonucu, konu siyasete yansımış ve Başbakan Erdoğan da bunu seslendirmiş,
idarecilerin dikkatini konuya çekmeye çalışmıştır.
Birçok üniversite öğrencisinin kızlı erkekli birlikte aynı
evlerde yaşamaları, siyasetin gündemine düşünce, konunun tartışılması, hayat
tarzına, özel hayata müdahale ekseninde şekillenmiştir. Bu tartışmanın
derinleşerek devam etmesinde fayda vardır. Bu noktada önemli olan, konunun
sosyolojik durumunun ne olduğu ve bu ülkede böyle bir yaşam tarzının neden
yaygınlaşıp tehlike boyutuna ulaştığıdır. Tartışılan vaka bir sonuçtur, sebep
değildir. Bir yerlerde yanlış olanın gençliğin yaşantısına yansımasıdır.
İlginç bir tesadüf, Üniversiteli gençlerin kızlı erkekli
aynı evde yaşamaları tartışılmaya başlandığı bir dönemde, Sosyal Ekonomik
Kültürel Araştırmalar Merkezi (SEKAM) olarak Türkiye’nin 12 bölgesinde 81
vilayette 352 yerleşim bölgesinde 5550 kişi üzerinden yapılan “Türkiye’de
Gençlik Araştırması” saha çalışması raporlandırılıp kitaplaştırılmıştır.
“Türkiye’de Gençlik Araştırmasında” konumuzla ilgili var olan veriler göz önüne
alınarak “Üniversiteli Gençlerin Yaşam Tarzları ve Toplumsal Değerler” adı ile
ayrıca kitaplaştırılmıştır. “Türkiye’de Gençlik Araştırmasının” verileri, 30
Kasım 2013 Cumartesi günü İstanbul Ticaret Üniversitesi Eminönü yerleşkesinde
kamuoyu ile paylaşılacaktır.
Burada, bugüne kadar gençlik üzerinde yapılmış çalışmalar
göz önüne alınarak genel bir değerlendirme yapılarak gençliğin içerisinde
bulunduğu genel durum ortaya konmaya çalışılacaktır.
Değerler Nedir ve Niçin önemlidir
Genel olarak genç kız ve erkeklerin, özel olarak da,
üniversiteli kız ve erkeklerin aynı evlerde, mekânlarda birlikte yaşamaları,
bir sonuçtur. Böyle bir hayat tarzının benimsenmesinin sebepleri, daha
derinlerde aranmalıdır. Gelinen durumun sebeplerini, Türkiye’deki sistemin
benimseyip, “kanunen ve cebren” topluma kabul ettirmeye çalıştığı kültür ve
medeniyette (Batı Kültür ve Medeniyeti) ve onun da dayandığı temel değerlerde
aramak gerekmektedir.
Kültür ve medeniyetler hem mücadele eder, hem de karşılıklı olarak
birbirini etkiler ve birbirlerinden alış verişte bulunurlar. Önemli olan
birbirlerinden neyi alıp neyi alamayacaklarıdır. İşte bu noktada kültür ve
medeniyetlerin ağırlık merkezinde bulunup onlara şekil veren temel değer
sistemi, bir ana parametre olarak önem kazanmaktadır.
Değerler nedir Önemleri nereden kaynaklanmaktadır Değerler
sistemi nasıl ve kim tarafından inşa edilebilir Üzerinde durulması gereken en
temel mesele budur. Değer ile ilgili yapılan tanımlamalardan hareketle değeri,
insanın davranışlarında, duygularında, yaşantısında önem verdiği, vazgeçilmez
kabul ettiği idrak, duygu ve bilgilerden oluşan bir kıymet olarak
tanımlayabiliriz. Değerlerin tümü insan için aynı öneme haiz olmadığı gibi
farklı insanlar için de aynı öneme haiz olmayabilirler. O nedenle değerler, iki
ana grupta sınıflandırılmaktadır: Temel Değerler’ (yüksek değerler’), araç
değerler’ (ikinci derecede değerler)’. Temel değerler, tarihi süreç içerisinde
değişmeyen zamandan, mekândan bağımsız, tüm insanların menfaat ve mutluluğunu,
kurtuluşunu sağlayan değerler; Araç-değerler de, toplumsal şartların bir gereği
olan ve fertlerin çıkar ve yararını ilgilendiren, zaman ve mekâna göre
değişebilen değerler olarak kabul edilirler. Temel değerler, araç değerlere bir
çerçeve çizerek onların alanını belirler.
Değerlerin en önemli fonksiyonu, hayatı şekillendirmede
belirleyici olmalarıdır. Değerler hayatı şekillendirdikleri için dışa yansımak
zorundadırlar. Değerlerin dışlaşma şekillerine norm (kural), normların da
dışlaşma biçimlerine kurum denmektedir. Kurumlar, toplumsal ihtiyaçların
temeldeki değer ve normlara göre şekillenişidir’.
Değerlerle ilgili cevaplandırılması gereken yığınla soru
vardır:
Bir şeyin, bir olayın, bir uygulamanın veya bir hayat
biçiminin arzu edilebilir, temiz, güzel, iyi, doğru veya arzu edilemez,
kirli-pis, çirkin, kötü, yanlış olduğunu nasıl anlaya¬cağız Hangi davranış ve
düşünce şekli doğru, güzel, iyi ve/veya temizdir Hangi davranış ve düşünce
şekli yanlış, çirkin, kötü ve/veya kirli-pistir Hangi haller ahlaki, hangileri
ahlaksızlıktır İnsanların bizatihi kendileri ile ailesi ile çevresi ile toplum
ile ve gelecek nesillerle olan münasebetlerindeki ölçü ne olmalıdır İnsan
yapısı ile değerler arasında bir ilişki var mıdır Değerlerin insan yaşamında ki
etkisi nedir veya ne olmalıdır Fıtrat değer ilişkisi, bilgi değer ilişkisi,
iman değer ilişkisi ve mutluluk değer ilişkisi nedir
Değerler sistemini kimin koyma hakkı vardır Eğer her bir
ferdin değer koymaya hakkı varsa, kapasitesi varsa, bu değerlerin tüm insanlar
için geçerliliği ne olacaktır Ortaya konan değerlerin, tüm insanların
davranışına, menfaatine uygun, objektif, optimal değerler olduğuna ilişkin
kesin kanıtımız nedir, ne olmalıdır Böyle bir kanıt, bir belge sunabilir miyiz
Ortaya attığımız değerlerin “evrensel ve tüm insanlık için geçerlidir”
denebilmesi için gerek ve yeter şartlar nelerdir Değerlerle ilgili toplumsal
mutabakat nasıl sağlanacaktır Bugünkü değerlerimizin sosyal ve tarihi kökleri
nedir Tarihi süreçteki değerler sisteminin oluşumu ve değişimi nasıl olmuştur
Değerlerin sosyal, siyası, ekonomik, kültürel yapılarla etkileşimi nedir Farklı
değerler arasında ilişki nasıl olmaktadır Farklı toplumlar, farklı kültür ve
medeniyetler arasında değerler açısından benzerlik ve farklılıklar var mıdır
Bu ve buna benzer sorulara din ve felsefe cevap vermektedir.
Allah inancına dayanan dinlerde, temel değerler vahiyle peygamberlere
bildirilmekte, onlar da bunu insanlara anlatıp öğretmektedir. Bu şekilde
bildirilen değerlere, insanların iman etmesi istenmektedir. Bu değerler,
Yaratıcının yarattığı varlığa yol göstermesi anlamında bir kullanım kılavuzu
mahiyetindedir. O dine iman edenler, inananlar, değerleri kendilerinin ve
toplumun menfaatine olduğuna inandıkları için bağlayıcı olarak kabul edip
benimser ve gereğini yaparlar.
Felsefe ise, Yaratıcının bilgisine başvurmadan iyi, kötü,
güzel-çirkin, temiz- kirli, ahlaki, ahlakı olmayanın mahiyetini araştırır.
Bunları, insanların inançlarının dışında bazı gerçeklere dayandırmaya, ispat
etmeye çalışır. Burada filozofun İlgilendiği alan son derece karmaşıktır.
Meseleyi bir bütün olarak ele alıp üzerinde deney ve gözlem yapma şansına sahip
değildir. Zorunlu olarak sorunu parçalara ayırmakta, parçaların analız
sentezinden bütüne gitmeye çalışmaktadır. Bu da filozofun bakışına,
kapasitesine, inançlarına ve duygularına bağlı olmaktadır. Bunun sonucunda
farklı felsefi ekoller ortaya çıkmış; bunlar da insanlara farklı değer
sistemleri önermişlerdir.
Bu ekollerin ağırlık verdikleri noktalarda ve başlangıçtaki
varsayımlarında, kalkış noktalarında farklılık vardır. Bununla birlikte,
filozofların genelinde ortak olan nokta, değerlerin tespitinde temel kıstası,
genel iyilik ve mutluluk’ olarak seçmiş olmalarıdır (2). Ancak bir şeyin genel
iyilik ve mutluluk’ için olduğuna kim karar verecektir sorusunun cevabında bir
anlaşma sağlanamamıştır. Filozofların bir kısmı seçici sistem’, bir kısmı da
İdeal bir gözleyici’ ile sorunu çözmeye çalışmıştır:
“İyi, güzel, doğru dediğimiz şeyler bir seçici sistemin
kabul ettiği, kötü ve çirkin şeyler ise reddettiği şeylerdir.”
“(Natüralist ahlak filozofları R. Firth ): A doğrudur demek
eğer her şeyi gören ve bilen, tarafsız, istikrarlı, menfaat gözetmeyen bir
gözleyici olsaydı o da bu hareketleri tasvip ederdi.’ demektir.”
İdeal seçici / İdeal gözleyici var mıdır, varsa kimdir
Sorusu filozoflar tarafından cevapsız bırakılmaktadır. Hepsi de ideal seçici ve
ideal gözleyici bir sistem veya bir beşerin olmadığını kabul etmektedirler.
Dolayısıyla ideal seçici veya ideal gözleyici adına filozofun kendisi, kendi zaaf
ve eksiklikleri ile kendi duygu, düşünce, inanç sisteminin etkisi altında karar
vermektedir. Kendilerine bağımlı olarak inşa ettikleri bir değerler sistemine
tüm insanların uymasını istemektedirler.
Tüm zaman ve mekânlarda yaşayan insanlar arasında böyle bir
ideal seçici/ ideal bir gözleyici var olmadığını kabul etmiş olmalarına rağmen
niçin Filozoflar, her şeyi gören ve bilen, tarafsız, istikrarlı, menfaat
gözetmeyen bir gözleyici olarak tanımladıkları ideal bir gözleyici olarak,
Allah’ı kabul etmemektedirler Neden onun bilgisine başvurmuyorlar Bu, seküler
felsefi ve ilmi araştırmalarda benimsenen yolla, kabul edilen bilgi kaynakları
ile alakalı bir problemdir. Seküler bilim yaklaşımında, Vahy ve Sünnet
dışlanarak sadece ve sadece akıl beş duyu eksenin de değer sistemleri inşa
edilmektedir. Bu şekilde inşa edilen değer sistemleri, açık bir şekilde itiraf
edilip söylenmemesine rağmen, inşa edicilerin kendi inanç ve kültürel
yapılarının etkisi altında şekillenmektedir.
Bu zafiyetinden dolayı insanlığı hem zaman hem de mekân
boyutu itibarıyla kuşatamamakta ve sürekli değişim geçirerek tüm sabitelerin
ortadan kalkmasına ilkesizliğin, ilke olmasına sebebiyet vermektedir. Böyle bir
anlayışla oluşan değer sistemleri ve bunların üzerinde yükselen hayat tarzları,
sabiteleri karışmış, düşünce ve davranışları tezatlarla dolu, şizofren
özellikler sergileyen bir insan ve toplum inşa etmişlerdir.
Gençlikte Kimlik Krizi
Türkiye’deki gençlik araştırmalarının, özellikle, SEKAM’in
gençlik araştırmasının ortay koyduğu ana gerçek, gençlik, Türkiye’de Batı
kültür ve medeniyetinin dayandığı değerler ile İslam kültür ve medeniyetin
dayandığı değerler arasında meydana gelen çatışmanın sebep olduğu bir anaforu
yaşamaktadır. İki farklı kültür medeniyetin dayandığı değer sistemlerinin aynı
beyinde, aynı kalpte ve aynı gönülde çatışması ile meydana gelen bir şizofreni
söz konusudur. O nedenle inandığı değerlerle yaşadığı hayat tarzı arasında
tezat vardır. Gençliğin mevcut durumunu, istatistikî bilgilere girmeden,
aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:
Sigara, alkol, kumar, uyuşturucu kullanma eğiliminde artış,
bunları meşru görmek.
Fuhşu, eşcinselliği, lezbiyenliği meşru görmek.
Şiddete eğilim göstermek.
Bilgisayar ve internet bağımlılığına doğru bir gidiş.
Ferdileşmek, yalnızlaşmak, sanallaşmak.
İletişim kopukluğu ve sosyal bağlılık ve dayanışma ruhunun
yok olması,
Davranış bozukluğu, psikolojik olarak gelgit yaşamak.
Parçalanmış kimlik-kişilik, kendine belirlediği kimlikle,
düşünce ve davranışlarının uyuşmaması, tezatlı davranış, şizofren/melez kimlik.
Din algısında zedelenme, laikleşme-sekülerleşme.
Toplumsal değerlere yabancılaşma, değer yargılarında
zedelenme.
Kavramsal kargaşa, zihinsel kirlenme: din, laiklik-
sekülerlik, ateizm, ahlâk, iffet, hayâ, vefa, aile, mahremiyet, nikâh, nikâhsız
birliktelik, zina, eşcinsellik, aşk gibi kavramlarda karmaşa içinde olmak.
Başkalarına karşı güven kaybı, kendisine karşı güvenme ile
güvenmeme arasında gidip gelme (özgüven kaybı),
Kuşaklar arası çatışma ile oluşan güven bunalımı,
“Her şeyi bilir” psikolojisinde olmak.
Gelecek korkusu ve ülkeden göç etme isteği.
Kendini sorumlu hissetmemek, fakat başkalarını sorumlu
tutmak. Sorumluluk ve yükümlülük duygusu ile alay etmek; çevresini, kendine
karşı sorumlu saymak,
Birlikte yaşadıklarını kendine mecbur saymak, kendinî
kimseye karşı mecbur saymamak.
Kendini ifade edebilecek, meramını anlatabilecek tarzda
lisana hâkim olamamak.
Her şeye sahip olma hakkını kendinde görmek; “Buna hakkım
var mı ” gibi bir soruyu sormamak. Köşe dönmeci zihniyet, maddiyatçılık
eğilimi,
Sahip olduğu şeylerin kiymetini bilmemek ve umursamamak.
Sınırsız bir tüketici ve kullanıcı özelliği sergilemek,
marka tutkusu, gösteriş.
Elde etmek istedikleri ile haklı olmak arasında bir ilişki
kurmamak. Elde etmek ıstediklerinde kendini haklı saymak (Emeğin değer olarak
önemini kaybetmesi),
Anormal giyim tarzı.
Aşırı uyku uyuma.
Erken ergenleşme.
Günlük ve anlık yaşamak, geleceğe yönelik plan yapmamak.
Bilgiye kendi çıkarı için ilgi duymak, bilgiyi paylaşmamak.
Genel olarak paylaşım duygusundan yoksunluk.
Rol modelleri, bilim adamları, düşünürler, din adamları,
siyasetçilerden seçme yerine, popüler öğelerden seçme.
Sonuç: Henüz Vakit Varken, Gençliği Anla Geleceği İnşa Et
Üniversite öğrencilerinin kızlı erkekli aynı evlerde
yaşamaları, böyle bir değişimin sonucudur. Sebep değil sonuçtur. Özünde,
Sistemin dayandığı Batı Kültür ve Medeniyeti değerleri ile Milletin kabul edip,
içselleştirip, hayata geçirmek istediği İslam kültür ve medeniyet değerlerinin
çatışması yatmaktadır. İki farklı kültür ve medeniyet değerlerinin çatışması
ile yetişen neslin şizofren davranış sergilemesinin sebebi de budur.
Gençliğin mevcut durumu, henüz bir sosyal problem boyutuna,
kangrenleşme,
ulaşmamıştır. Hastalık, başlangıç aşamasındadır. Vakit
varken, acilen tedbir alınması gerekmektedir.
O nedenle!
Henüz vakit varken, gençliği anla geleceği inşa et.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder