22 Kasım 2013 Cuma

Üniversiteli genç kız ve erkeklerin aynı evlerde yaşamaları

(Milli Gazete)

Giriş

Üniversite öğrencilerinin çok farklı gerekçelerle kızlı erkekli aynı evlerde kalmaları, üniversitelerin büyük şehirlerde olduğu dönemlerde bilinen, fakat gündeme gelmeyen, en azından siyasetin gündeminde yer almayan bir konuydu. Sosyal problem haline gelmediği için büyük şehrin yoğunluğu ve yorgunluğu içerisinde toplumun tepkisini çekmiyordu. Üniversite, sayısı artıp Anadolu’ya, özellikle, küçük şehirlere yayılmaya başlayınca bu yaşam şekli, dini, ahlakı ve geleneksel değerlere daha sıkı bağlı olan yöre halkını rahatsız etmeye başladı. Mahalle kültürünün bir kontrol mekanizması olarak görev icra ettiği bu şehirlerin mensupları, üniversite öğrencilerinin kızlı erkekli aynı evlerde yaşamalarına daha fazla dikkat etmeye ve rahatsızlıklarını seslendirmeye başladılar. Muhtemelen böyle bir rahatsızlığın sonucu, konu siyasete yansımış ve Başbakan Erdoğan da bunu seslendirmiş, idarecilerin dikkatini konuya çekmeye çalışmıştır.

Birçok üniversite öğrencisinin kızlı erkekli birlikte aynı evlerde yaşamaları, siyasetin gündemine düşünce, konunun tartışılması, hayat tarzına, özel hayata müdahale ekseninde şekillenmiştir. Bu tartışmanın derinleşerek devam etmesinde fayda vardır. Bu noktada önemli olan, konunun sosyolojik durumunun ne olduğu ve bu ülkede böyle bir yaşam tarzının neden yaygınlaşıp tehlike boyutuna ulaştığıdır. Tartışılan vaka bir sonuçtur, sebep değildir. Bir yerlerde yanlış olanın gençliğin yaşantısına yansımasıdır.

İlginç bir tesadüf, Üniversiteli gençlerin kızlı erkekli aynı evde yaşamaları tartışılmaya başlandığı bir dönemde, Sosyal Ekonomik Kültürel Araştırmalar Merkezi (SEKAM) olarak Türkiye’nin 12 bölgesinde 81 vilayette 352 yerleşim bölgesinde 5550 kişi üzerinden yapılan “Türkiye’de Gençlik Araştırması” saha çalışması raporlandırılıp kitaplaştırılmıştır. “Türkiye’de Gençlik Araştırmasında” konumuzla ilgili var olan veriler göz önüne alınarak “Üniversiteli Gençlerin Yaşam Tarzları ve Toplumsal Değerler” adı ile ayrıca kitaplaştırılmıştır. “Türkiye’de Gençlik Araştırmasının” verileri, 30 Kasım 2013 Cumartesi günü İstanbul Ticaret Üniversitesi Eminönü yerleşkesinde kamuoyu ile paylaşılacaktır.

Burada, bugüne kadar gençlik üzerinde yapılmış çalışmalar göz önüne alınarak genel bir değerlendirme yapılarak gençliğin içerisinde bulunduğu genel durum ortaya konmaya çalışılacaktır.

Değerler Nedir  ve Niçin önemlidir

Genel olarak genç kız ve erkeklerin, özel olarak da, üniversiteli kız ve erkeklerin aynı evlerde, mekânlarda birlikte yaşamaları, bir sonuçtur. Böyle bir hayat tarzının benimsenmesinin sebepleri, daha derinlerde aranmalıdır. Gelinen durumun sebeplerini, Türkiye’deki sistemin benimseyip, “kanunen ve cebren” topluma kabul ettirmeye çalıştığı kültür ve medeniyette (Batı Kültür ve Medeniyeti) ve onun da dayandığı temel değerlerde aramak gerekmektedir.

Kültür ve medeniyetler hem mücadele eder, hem de karşılıklı olarak birbirini etkiler ve birbirlerinden alış verişte bulunurlar. Önemli olan birbirlerinden neyi alıp neyi alamayacaklarıdır. İşte bu noktada kültür ve medeniyetlerin ağırlık merkezinde bulunup onlara şekil veren temel değer sistemi, bir ana parametre olarak önem kazanmaktadır.

Değerler nedir Önemleri nereden kaynaklanmaktadır Değerler sistemi nasıl ve kim tarafından inşa edilebilir Üzerinde durulması gereken en temel mesele budur. Değer ile ilgili yapılan tanımlamalardan hareketle değeri, insanın davranışlarında, duygularında, yaşantısında önem verdiği, vazgeçilmez kabul ettiği idrak, duygu ve bilgilerden oluşan bir kıymet olarak tanımlayabiliriz. Değerlerin tümü insan için aynı öneme haiz olmadığı gibi farklı insanlar için de aynı öneme haiz olmayabilirler. O nedenle değerler, iki ana grupta sınıflandırılmaktadır: Temel Değerler’ (yüksek değerler’), araç değerler’ (ikinci derecede değerler)’. Temel değerler, tarihi süreç içerisinde değişmeyen zamandan, mekândan bağımsız, tüm insanların menfaat ve mutluluğunu, kurtuluşunu sağlayan değerler; Araç-değerler de, toplumsal şartların bir gereği olan ve fertlerin çıkar ve yararını ilgilendiren, zaman ve mekâna göre değişebilen değerler olarak kabul edilirler. Temel değerler, araç değerlere bir çerçeve çizerek onların alanını belirler.

Değerlerin en önemli fonksiyonu, hayatı şekillendirmede belirleyici olmalarıdır. Değerler hayatı şekillendirdikleri için dışa yansımak zorundadırlar. Değerlerin dışlaşma şekillerine norm (kural), normların da dışlaşma biçimlerine kurum denmektedir. Kurumlar, toplumsal ihtiyaçların temeldeki değer ve normlara göre şekillenişidir’.

Değerlerle ilgili cevaplandırılması gereken yığınla soru vardır:

Bir şeyin, bir olayın, bir uygulamanın veya bir hayat biçiminin arzu edilebilir, temiz, güzel, iyi, doğru veya arzu edilemez, kirli-pis, çirkin, kötü, yanlış olduğunu nasıl anlaya¬cağız Hangi davranış ve düşünce şekli doğru, güzel, iyi ve/veya temizdir Hangi davranış ve düşünce şekli yanlış, çirkin, kötü ve/veya kirli-pistir Hangi haller ahlaki, hangileri ahlaksızlıktır İnsanların bizatihi kendileri ile ailesi ile çevresi ile toplum ile ve gelecek nesillerle olan münasebetlerindeki ölçü ne olmalıdır İnsan yapısı ile değerler arasında bir ilişki var mıdır Değerlerin insan yaşamında ki etkisi nedir veya ne olmalıdır Fıtrat değer ilişkisi, bilgi değer ilişkisi, iman değer ilişkisi ve mutluluk değer ilişkisi nedir

Değerler sistemini kimin koyma hakkı vardır Eğer her bir ferdin değer koymaya hakkı varsa, kapasitesi varsa, bu değerlerin tüm insanlar için geçerliliği ne olacaktır Ortaya konan değerlerin, tüm insanların davranışına, menfaatine uygun, objektif, optimal değerler olduğuna ilişkin kesin kanıtımız nedir, ne olmalıdır Böyle bir kanıt, bir belge sunabilir miyiz Ortaya attığımız değerlerin “evrensel ve tüm insanlık için geçerlidir” denebilmesi için gerek ve yeter şartlar nelerdir Değerlerle ilgili toplumsal mutabakat nasıl sağlanacaktır Bugünkü değerlerimizin sosyal ve tarihi kökleri nedir Tarihi süreçteki değerler sisteminin oluşumu ve değişimi nasıl olmuştur Değerlerin sosyal, siyası, ekonomik, kültürel yapılarla etkileşimi nedir Farklı değerler arasında ilişki nasıl olmaktadır Farklı toplumlar, farklı kültür ve medeniyetler arasında değerler açısından benzerlik ve farklılıklar var mıdır

Bu ve buna benzer sorulara din ve felsefe cevap vermektedir. Allah inancına dayanan dinlerde, temel değerler vahiyle peygamberlere bildirilmekte, onlar da bunu insanlara anlatıp öğretmektedir. Bu şekilde bildirilen değerlere, insanların iman etmesi istenmektedir. Bu değerler, Yaratıcının yarattığı varlığa yol göstermesi anlamında bir kullanım kılavuzu mahiyetindedir. O dine iman edenler, inananlar, değerleri kendilerinin ve toplumun menfaatine olduğuna inandıkları için bağlayıcı olarak kabul edip benimser ve gereğini yaparlar.

Felsefe ise, Yaratıcının bilgisine başvurmadan iyi, kötü, güzel-çirkin, temiz- kirli, ahlaki, ahlakı olmayanın mahiyetini araştırır. Bunları, insanların inançlarının dışında bazı gerçeklere dayandırmaya, ispat etmeye çalışır. Burada filozofun İlgilendiği alan son derece karmaşıktır. Meseleyi bir bütün olarak ele alıp üzerinde deney ve gözlem yapma şansına sahip değildir. Zorunlu olarak sorunu parçalara ayırmakta, parçaların analız sentezinden bütüne gitmeye çalışmaktadır. Bu da filozofun bakışına, kapasitesine, inançlarına ve duygularına bağlı olmaktadır. Bunun sonucunda farklı felsefi ekoller ortaya çıkmış; bunlar da insanlara farklı değer sistemleri önermişlerdir.

Bu ekollerin ağırlık verdikleri noktalarda ve başlangıçtaki varsayımlarında, kalkış noktalarında farklılık vardır. Bununla birlikte, filozofların genelinde ortak olan nokta, değerlerin tespitinde temel kıstası, genel iyilik ve mutluluk’ olarak seçmiş olmalarıdır (2). Ancak bir şeyin genel iyilik ve mutluluk’ için olduğuna kim karar verecektir sorusunun cevabında bir anlaşma sağlanamamıştır. Filozofların bir kısmı seçici sistem’, bir kısmı da İdeal bir gözleyici’ ile sorunu çözmeye çalışmıştır:

“İyi, güzel, doğru dediğimiz şeyler bir seçici sistemin kabul ettiği, kötü ve çirkin şeyler ise reddettiği şeylerdir.”

“(Natüralist ahlak filozofları R. Firth ): A doğrudur demek eğer her şeyi gören ve bilen, tarafsız, istikrarlı, menfaat gözetmeyen bir gözleyici olsaydı o da bu hareketleri tasvip ederdi.’ demektir.”

İdeal seçici / İdeal gözleyici var mıdır, varsa kimdir Sorusu filozoflar tarafından cevapsız bırakılmaktadır. Hepsi de ideal seçici ve ideal gözleyici bir sistem veya bir beşerin olmadığını kabul etmektedirler. Dolayısıyla ideal seçici veya ideal gözleyici adına filozofun kendisi, kendi zaaf ve eksiklikleri ile kendi duygu, düşünce, inanç sisteminin etkisi altında karar vermektedir. Kendilerine bağımlı olarak inşa ettikleri bir değerler sistemine tüm insanların uymasını istemektedirler.

Tüm zaman ve mekânlarda yaşayan insanlar arasında böyle bir ideal seçici/ ideal bir gözleyici var olmadığını kabul etmiş olmalarına rağmen niçin Filozoflar, her şeyi gören ve bilen, tarafsız, istikrarlı, menfaat gözetmeyen bir gözleyici olarak tanımladıkları ideal bir gözleyici olarak, Allah’ı kabul etmemektedirler Neden onun bilgisine başvurmuyorlar Bu, seküler felsefi ve ilmi araştırmalarda benimsenen yolla, kabul edilen bilgi kaynakları ile alakalı bir problemdir. Seküler bilim yaklaşımında, Vahy ve Sünnet dışlanarak sadece ve sadece akıl beş duyu eksenin de değer sistemleri inşa edilmektedir. Bu şekilde inşa edilen değer sistemleri, açık bir şekilde itiraf edilip söylenmemesine rağmen, inşa edicilerin kendi inanç ve kültürel yapılarının etkisi altında şekillenmektedir.

Bu zafiyetinden dolayı insanlığı hem zaman hem de mekân boyutu itibarıyla kuşatamamakta ve sürekli değişim geçirerek tüm sabitelerin ortadan kalkmasına ilkesizliğin, ilke olmasına sebebiyet vermektedir. Böyle bir anlayışla oluşan değer sistemleri ve bunların üzerinde yükselen hayat tarzları, sabiteleri karışmış, düşünce ve davranışları tezatlarla dolu, şizofren özellikler sergileyen bir insan ve toplum inşa etmişlerdir.

Gençlikte Kimlik Krizi

Türkiye’deki gençlik araştırmalarının, özellikle, SEKAM’in gençlik araştırmasının ortay koyduğu ana gerçek, gençlik, Türkiye’de Batı kültür ve medeniyetinin dayandığı değerler ile İslam kültür ve medeniyetin dayandığı değerler arasında meydana gelen çatışmanın sebep olduğu bir anaforu yaşamaktadır. İki farklı kültür medeniyetin dayandığı değer sistemlerinin aynı beyinde, aynı kalpte ve aynı gönülde çatışması ile meydana gelen bir şizofreni söz konusudur. O nedenle inandığı değerlerle yaşadığı hayat tarzı arasında tezat vardır. Gençliğin mevcut durumunu, istatistikî bilgilere girmeden, aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

Sigara, alkol, kumar, uyuşturucu kullanma eğiliminde artış, bunları meşru görmek.

Fuhşu, eşcinselliği, lezbiyenliği meşru görmek.

Şiddete eğilim göstermek.

Bilgisayar ve internet bağımlılığına doğru bir gidiş.

Ferdileşmek, yalnızlaşmak, sanallaşmak.

İletişim kopukluğu ve sosyal bağlılık ve dayanışma ruhunun yok olması,

Davranış bozukluğu, psikolojik olarak gelgit yaşamak.

Parçalanmış kimlik-kişilik, kendine belirlediği kimlikle, düşünce ve davranışlarının uyuşmaması, tezatlı davranış, şizofren/melez kimlik.

Din algısında zedelenme, laikleşme-sekülerleşme.

Toplumsal değerlere yabancılaşma, değer yargılarında zedelenme.

Kavramsal kargaşa, zihinsel kirlenme: din, laiklik- sekülerlik, ateizm, ahlâk, iffet, hayâ, vefa, aile, mahremiyet, nikâh, nikâhsız birliktelik, zina, eşcinsellik, aşk gibi kavramlarda karmaşa içinde olmak.

Başkalarına karşı güven kaybı, kendisine karşı güvenme ile güvenmeme arasında gidip gelme (özgüven kaybı),

Kuşaklar arası çatışma ile oluşan güven bunalımı,

“Her şeyi bilir” psikolojisinde olmak.

Gelecek korkusu ve ülkeden göç etme isteği.

Kendini sorumlu hissetmemek, fakat başkalarını sorumlu tutmak. Sorumluluk ve yükümlülük duygusu ile alay etmek; çevresini, kendine karşı sorumlu saymak,

Birlikte yaşadıklarını kendine mecbur saymak, kendinî kimseye karşı mecbur saymamak.

Kendini ifade edebilecek, meramını anlatabilecek tarzda lisana hâkim olamamak.

Her şeye sahip olma hakkını kendinde görmek; “Buna hakkım var mı ” gibi bir soruyu sormamak. Köşe dönmeci zihniyet, maddiyatçılık eğilimi,

Sahip olduğu şeylerin kiymetini bilmemek ve umursamamak.

Sınırsız bir tüketici ve kullanıcı özelliği sergilemek, marka tutkusu, gösteriş.

Elde etmek istedikleri ile haklı olmak arasında bir ilişki kurmamak. Elde etmek ıstediklerinde kendini haklı saymak (Emeğin değer olarak önemini kaybetmesi),

Anormal giyim tarzı.

Aşırı uyku uyuma.

Erken ergenleşme.

Günlük ve anlık yaşamak, geleceğe yönelik plan yapmamak.

Bilgiye kendi çıkarı için ilgi duymak, bilgiyi paylaşmamak.

Genel olarak paylaşım duygusundan yoksunluk.

Rol modelleri, bilim adamları, düşünürler, din adamları, siyasetçilerden seçme yerine, popüler öğelerden seçme.

Sonuç: Henüz Vakit Varken, Gençliği Anla Geleceği İnşa Et

Üniversite öğrencilerinin kızlı erkekli aynı evlerde yaşamaları, böyle bir değişimin sonucudur. Sebep değil sonuçtur. Özünde, Sistemin dayandığı Batı Kültür ve Medeniyeti değerleri ile Milletin kabul edip, içselleştirip, hayata geçirmek istediği İslam kültür ve medeniyet değerlerinin çatışması yatmaktadır. İki farklı kültür ve medeniyet değerlerinin çatışması ile yetişen neslin şizofren davranış sergilemesinin sebebi de budur.

Gençliğin mevcut durumu, henüz bir sosyal problem boyutuna, kangrenleşme,

ulaşmamıştır. Hastalık, başlangıç aşamasındadır. Vakit varken, acilen tedbir alınması gerekmektedir.

O nedenle!

Henüz vakit varken, gençliği anla geleceği inşa et.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ŞER İTTİFAKI ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI İÇİN İKİ ANA EKSEN OLUŞTURMAYA ÇALIŞMAKTADIR

(Umran Dergisi)   Şer İttifakı (Siyonizm-ABD-İngiltere-İsrail, AB) 21. yüzyılı “dijital dönüşüm” yüzyılı olarak öngörmekte, bu nedenle “büyü...