29 Kasım 2013 Cuma

Üniversiteli gençlerin hayat tarzı ve aile değerleri

 (Milli Gazete)

Giriş

Üniversite öğrencilerinin çok farklı gerekçelerle kızlı erkekli aynı evlerde yaşamaları, üniversitelerin büyük şehirlerde olduğu dönemlerde bilinen, fakat gündeme gelmeyen, en azından siyasetin gündeminde yer almayan bir konuydu. Sosyal problem haline gelmediği için büyük şehrin yoğunluğu ve yorgunluğu içerisinde toplumun tepkisini çekmiyordu. Üniversite, sayısı artıp Anadolu’ya, özellikle, küçük şehirlere yayılmaya başlayınca, bu hayat tarzı dine, ahlaka ve geleneksel değerlere daha sıkı bağlı olan yöre halkını rahatsız etmeye başladı. Mahalle kültürünün bir kontrol mekanizması olarak görev icra ettiği bu şehirlerin mensupları, üniversite öğrencilerinin kızlı erkekli aynı evlerde yaşamalarına itiraz ederek seslerini yükselttiler. Konu, siyasetin gündemine düşünce, konunun tartışılması, hayat tarzına, özel hayata müdahale ekseninde şekillenmiştir. Bu noktada önemli olan, konunun sosyolojik durumunun ne olduğu ve bu ülkede böyle bir hayat tarzının neden yaygınlaşıp tehlike boyutuna ulaştığıdır.

Bu hayat tarzının meşruiyet kazanmaya başlamasında, gençlerin temel değerler konusunda bir kırılma yaşayıp yaşamadığı anlaşılmadan sorunun çözülmesi mümkün değildir. O nedenle geçen yazıda, değerlerin ne olduğu, nasıl ortaya çıktığı, önemi ve değerleri koyma hakkının kime ait olduğu üzerinde durmuştuk. Burada, SEKAM’in Türkiye’deki gençlikle ilgili yaptığı saha araştırmasına ilişkin verilerden yararlanarak gençliğin aile değerlerine bakışını ele alıp inceleyeceğiz.

Aile Değerleri

Aile, toplumun devamını sağlayan; bireylerin kimlik ve kişiliklerinin oluşmasında, toplumsallaşıp topluma uygun üyeler haline gelmelerinde alternatifi olmayan özel örgütlü, çok önemli bir grup, bir birlik, bir topluluk, bir yapı ve bir kurumdur. Ferdin toplumla teması, doğuşuyla katıldığı ailesi aracılığıyla ve ailesinde başlamaktadır. Çocuk ile ailesi arasında başlayan etkileşim, çocuğun o topluma uygun bir üye oluşuna imkân sağladığı gibi, ferdin ailesi tarafından eğitilip-öğretilmesi de toplumun sürekliliğine katkı sağlamaktadır. Dolayısıyla aile, ferdin kişiliğinin inşa olunduğu yer olup toplumun yapıtaşıdır. Toplumun temeli olan ve bir erkek ile bir kadının evlenme kararlarıyla/anlaşmalarıyla başlayan aile, toplumsal meşruiyete dayanan beraberlik üzerinde şekillenerek fonksiyonlarını yerine getirmeye başlar. Ailenin neslin devamını sağlama, nesli koruma, toplumsallaştırma, fizyolojik bazı ihtiyaçların karşılanması, cinsel davranışın düzenlenmesi, psikolojik tatmin, kültür aktarımı, ekonomik dayanışma, eğitim, sevgi ve arkadaşlık inşası, toplumsal statü sağlama, kişilik inşası, kimlik inşası gibi çok önemli fonksiyonları bulunmaktadır. Üniversite öğrencilerinin kızlı erkekli olarak aynı evde yaşamaları, ailenin neslin devamını sağlama, nesli koruma ve cinsel davranışı düzenleme fonksiyonları ile doğrudan ilgilidir.

Her toplumun dinî, kültürü ve hukuk sistemi, o toplumdaki fertlerin cinsel ihtiyaçlarını tatmin etmelerinin yol ve yöntemini belirlemiştir. Aile kurumu, bu bağlamda alternatifsiz bir konumda yer almaktadır. Nikâh, aileyi oluşturan ve cinsel hayatı düzenleyen bir anlaşma/sözleşme ve toplumsal bir beyan olarak devreye girmektedir. Nikâh, toplumun onayladığı bir birlik akdi ve ilanı demektir. Toplumdan topluma uygulanış şekli farklılaşsa bile nikâh her zaman var olmuş, aileyi başlatan, cinselliği düzenleyen bir kurum olarak varlığını koruya gelmiştir. O nedenle nikâhsız yaşama/birliktelik doğal aile yapısı olmayıp gayrı meşru bir hayat tarzıdır.

Üniversiteli kız ve erkeklerin aralarında hiçbir nikâh akdi olmadan, üstelik grup halinde aynı evde yaşamaları, doğrudan doğruya aile değerleri ile alakalı bir durumdur. Üniversite gençlerinin böyle bir hayat tarzını benimsemeleri, dini, ahlaki, geleneksel ve aile değerleri ile doğrudan bağlantılıdır. Üniversiteli gençlerin aileye, aile değerlerine, evlilik kurumuna, zinaya, çapkınlığa, cinsel ilişkiye yükledikleri anlam, anlaşılmadan kız ve erkek birlikte yaşamalarının nedenini anlamak mümkün olmayabilir. Üniversiteli Gençlerin Aile Değerlerine Bakışı 

SEKAM’in Gençlik araştırması kapsamında gençlere, aile kurumu, önemi, evliliğin anlamı, nikâh ve cinsellik ile ilgili birçok soru sorulmuş ve bu soruların, farklı değişkenlere ve farklı sorulara göre çapraz sorgulaması yapılarak gençliğin aile değerlerine bakışı ortaya konmaya çalışılmıştır (Tablo 1- Tablo12.)

Üniversiteli gençlerin uğrunda en çok mücadele etmeye değer şeyler arasında, aile/Çocuklar/gelecek nesiller (birinci tercih düzeyinde), %18’lık bir oranla ikinci sırada yer almaktadır (Tablo 1). Aile, ancak üçüncü tercih düzeyinde %20’lık bir oranla birinci sırada önemli olmaktadır. Gençler açısından Özgürlüğün birinci derecede önemli olması ile üniversiteli gençlerin kız ve erkek olarak aynı evde yaşamaları arasında bir bağlantı bulunmaktadır. Üniversiteli olmayı, özgür olmak olarak anlayan yeni neslin, kısıtlayıcı şartlara ve ortamlara tepki vermesinin, özgürlüğe yüklenen anlamla yakın alakası vardır. Bununla beraber, Gençlerin %78’i evliliği önemli ve gerekli görmekte; %85’i ise evliliğe “modası geçmiş bir kurum” olarak bakmamaktadır(Tablo 2-Tablo 3). Bu iki soruya verilen cevaplardan hareketle gençlerin %15- %22 arasında değişen bir kesiminin aileyi önemsemediğini ve modası geçmiş bir kurum olarak gördüğünü söyleyebiliriz.

Tablo 1: Uğrunda En Çok Mücadele Etmeye Değer Şeyler

Değerler                              1.Tercih  2.Tercih 3.Tercih  Sayı % Sayı % Sayı %

Özgürlük/Barış/Eşitlik        2177 39,9 786 15,4 504 10,1

Adalet/Hak/Hakikat              820 15,0 1593 31,3 706 14,1

Meslek/Kariyer                     396 7,3 520 10,2 701 14,0

Aile/Çocuklar/Gelecek         988 18,1 1151 22,6 990 19,8

Para/Ekonomik İmkânlar      169 3,1 343 6,7 622 12,4

Din/Ahlâk                             752 13,8 544 10,7 927 18,5

Tuttuğum Spor Kulübü         30 0,5 30 0,6 120 2,4

Sevgilim                                124 2,3 125 2,5 440 8,8

Tablo 2: Evliliğin önemine ilişkin görüşler Evlilik Hakkındaki Görüşünüz Nedir

SAYI  %

Evlilik önemli ve gereklidir                         4028 77,9

Modası geçmiş bir kurumdur/Gereksiz 115 2,2

Esarettir                                                150 2,9

Olsa da olur, olmasa da                         877 17,0

Toplam                                                5170 100,0

Tablo 3: Evlilik Modası geçmiş bir kurum mudur

“Evlilik Modası Geçmiş Bir Kurumdur”

SAYI %

Kesinlikle katılıyorum 194 3,8

Katılıyorum                         269 5,3

Kararsızım                         305 6,0

Katılmıyorum                         1538 30,1

Kesinlikle katılmıyorum 2804 54,9

Toplam                         5110 100,0

Araştırma kapsamında evli gençlere yöneltilen Evlenirken hangi nikâhı kıydırdınız sorusuna gençlerin %95’inin hem resmi ve hem de dini nikah olmak üzere iki nikahı da birden kıydırmış olması gençlerin, nikaha verdikleri önemin ve yükledikleri dini boyutun bir göstergesidir. Gençler nikâhla ilgili bu tutumları ile nikâha kutsallık yüklemişlerdir.

Üniversiteli gençlerin kızlı erkekli aynı evde yaşamalarını değerlendirebilmek için gençlerin, zinaya nasıl baktıkları, ne anlam yüklediklerini bilmek yararlı olacaktır. Gençlerin %85’i, zinayı nikâhsız cinsel ilişki olarak, %13’ü de zinayı, tecavüzle karıştırarak, nikâhsız zorla cinsel ilişki olarak tanımlamıştır (Tablo 4). Dolayısıyla gençler yaklaşımları ile rızaya dayalı nikâhsız cinsel ilişkiyi, zina olarak değerlendirmişlerdir. Bu, sıhhatli bir yaklaşımdır ve sevindiricidir.

Tablo 4: Zina Nedir

Zinanın Anlamı            Sayı %

Nikâhsız Cinsellik            4572 85,4

Eşler Arası Zorla İlişki      85 1,6

Nikâhsız Zorla İlişki         695 13,0

Toplam                              5352 100,0

Zinayı bu şekilde tanımlamış ve benimsemiş olan gençlerin, özü aynı, şekli farklı aşağıdaki sorulara/yargı cümlelerine verdiği cevaplarda, kafasının karışık olduğu anlaşılmaktadır:

Evlilik Öncesi Cinsel İlişki Konusunda Görüşünüz Nedir

Çapkınlık size göre ne ifade ediyor

Bekâr kişilerin cinsel ilişkileri konusunda ne düşünüyorsunuz

Bekârların cinsel ilişkileri yasalar açısından suç olmalı mı

Evli kişinin bir başkasıyla cinsel ilişkisini nasıl değerlendirirsiniz

Evlenmeyi düşündüğünüz kişinin birisiyle cinsel beraberliği olduğunu öğrenirseniz ne yaparsınız

Erkeğin bekâreti önemli değildir, önemli olan evlendikten sonraki sadakatidir.

Kadının bekâreti önemli değildir, önemli olan evlendikten sonraki sadakatidir.

Gençlerin %65’i Evlilik öncesi cinsel ilişkiye karşı çıkmakta, %20’si erkekler için kabul edip kızlar için kabul etmemekte, %12’si her iki cins içinde normal kabul etmektedir (Tablo 5). Bu sonucu destekleyen bir başka bulgu, çapkınlığa olan bakıştır. Gençlerin %62’si, her iki cins için de çapkınlığa karşı çıkmakta, %24’ü erkekler için kabul edip kızlar için kabul etmemekte, %14’ü her iki cins için de normal kabul etmektedir (Tablo 6).

Gençlerin zina anlayışında, kişinin bekâr olup-olmamasının önemli bir kıstas olduğu, konu ile ilgili sorulan sorulara verilen cevaplardan ortaya çıkmaktadır. Gençlerin %43’ü, bekârların evlilik dışı cinsel ilişkilerinin yasalar açısından suç kabul edilmesini beyan ederken, %78’i de evlilerin evlilik dışı cinsel ilişkilerinin yasalar açısından suç kabul edilmesini beyan etmektedir (Tablo 7, Tablo 8). Bu sonuçlar, bir boyutu ile sevindirici bir boyutu ile de üzücüdür. Sevindiricidir çünkü gençlerin kahır ekseriyeti evlilik kurumunu önemsiyor; üzücüdür önemli bir kesiminin zinaya yükledikleri anlam, evli veya bekâra göre değişmekte ve çifte standart kullanılmaktadır.

Tablo 5: Evlilik öncesi cinsel ilişki

Evlilik Öncesi Cinsel İlişki Konusunda Görüşünüz Nedir %

SAYI %

Hem erkek hem de kız için kesinlikle kabul edilemez 3438 65,1

Erkek için kabul edilebilir ama kız için kabul edilemez 1074 20,3

Hem erkek hem de kız için normal karşılanmalı             637 12,1

Diğer                                                                                    134 2,5

Toplam                                                                        5283 100,0

Tablo 6: Çapkınlığın değerlendirilmesi

Çapkınlık size göre neyi ifade ediyor

SAYI  %

Erkek için normal-kadın için kabul edilemez 1302 24,1

Erkek ve kadın için normal                                    750 13,9

Her iki cins için de kabul edilemez                        3357 62,1

Toplam                                                           5409 100,0

Tablo 7: Bekârların cinsel ilişkileri yasalar açısından suç kabul edilmesi

Bekârların cinsel ilişkileri yasalar açısından suç olmalı mı

SAYI  %

Evet                 2297 42,8

Kararsızım     1184 22,1

Hayır                 1883 35,1

Toplam     5364 100,0

Tablo 8: Evli kişinin bir başkasıyla cinsel ilişkisinin yasalar açısından suç kabul edilmesi

Evli kişinin bir başkasıyla cinsel ilişkisi yasalar açısından suç olmalı mı

SAYI %

Evet                  4181 78,0

Kararsızım      574             10,7

Hayır                 602           11,2

Toplam     5357 100,0

Bekâret konusunda da benzer bir tavırla karşılaşılmaktadır. Bekâret konusunda gençlerin önemli bir kesimi, cinsiyete bağlı olarak düşünmekte ve çifte standartçı bir yaklaşım sergilemektedir. Erkeğin bekâreti önemli değildir, önemli olan evlendikten sonraki sadakatidir görüşüne gençlerin %57’si destek verip, %30’u karşı çıkarken; Kadının bekâreti önemli değildir, önemli olan evlendikten sonraki sadakatidir görüşüne gençlerin %23’ü destek verip, %64’u karşı çıkmaktadır. Aynı eylem türünün cinsiyete bağlı olarak bu denli değişmesi, kadının bekâretini önemseyen ama erkeğin bekâretini önemsemeyen ve erkeğin evlilik dışı ilişkisini çapkınlık adı altında bir şekilde onaylayan yanlış, çarpık bir yaklaşımın, gençler tarafından da paylaşıldığı anlamına gelmektedir. Daha da ilginç olanı kadın bekâretiyle ilgili bu soruya yaklaşımda, katılımcıların cinsiyetlerine göre önemli bir farklılık göstermemiş olmasıdır.

Tablo 9: Erkeğin bekâreti önemli değildir, önemli olan evlendikten sonraki sadakatidir

SAYI  %

Kesinlikle katılıyorum 1495 29,1

Katılıyorum                         1426 27,8

Kararsızım                         697 13,6

Katılmıyorum                  659 12,8

Kesinlikle katılmıyorum  855 16,7

Toplam                          5132 100,0

Tablo 10: Kadının bekâreti önemli değildir, önemli olan evlendikten sonraki sadakatidir

SAYI %

Kesinlikle katılıyorum         583 11,3

Katılıyorum                          621 12,0

Kararsızım                           667 12,9

Katılmıyorum                          1077 20,8

Kesinlikle katılmıyorum        2224 43,0

Toplam                                5172 100,0

Gençlerin bazı kesimlerinin, aile kurumunun amacı ve aile değerleri ile ilgili bu temel yaklaşımı, genelde gençlerin, özelde, üniversiteli gençlerin kızlı erkekli aynı evde yaşamalarında bir sakınca olmadığı gibi bir sonucun doğmasına sebebiyet vermektedir. Nitekim konu çerçevesinde gençlere yönetilen “Genç bir kız ile erkek istedikleri şartlarda aynı evde yaşayabilirler” ve “Üniversite öğrencilerinin kızlı-erkekli aynı evlerde yaşamaları kendilerinden başka hiç kimseyi ilgilendirmez” şeklindeki iki soruya verdikleri cevaplar (Tablo 11, Tablo 12), bu düşüncemizi teyit etmektedir.

“Genç bir kız ile erkek istedikleri şartlarda aynı evde yaşayabilirler” sorusuna verilen cevaplar gözden geçirildiğinde (Tablo 11), toplamda %23’lük bir kesimin, genç bir kız ve erkeğin istedikleri şartlarda aynı evde yaşamalarını onaylamakta, %15’i de kararsız davranmaktadır. Tedbir alınmadığı takdirde kararsız olanların, gelecekte bu durumu onaylama ihtimali çok yüksektir. Bu durumda, yaklaşık %38 civarında bir kesim, evli olmayan genç kız ve erkeklerin aynı evi istedikleri gibi paylaşabileceklerini onaylayacaklardır. Bu da, gençlerin önemli bir kesiminde, geleneksel aile değerleri, namus anlayışı ve nikâhın önemiyle ilgili önemli bir değişimin meydana geldiğini/geleceğini göstermektedir.

Tablo 11: “Genç Bir Kız İle Erkek İstedikleri Şartlarda

Aynı Evde Yaşayabilirler” Görüşünü Değerlendirme

Katılım Düzeyi                   Sayı %

Kesinlikle Katılıyorum      389 7,5

Katılıyorum                        796 15,4

Kararsızım                          775 15,0

Katılmıyorum                      1455 28,2

Kesinlikle Katılmıyorum     1752 33,9

Toplam                               5167 100,0

“Üniversite öğrencilerinin kızlı-erkekli aynı evlerde yaşamaları kendilerinden başka hiç kimseyi ilgilendirmez” yargı cümlesini değerlendirme tarzları dikkate alındığında, gençlerin, %36’lık bir kesimi, farklı düzeylerde de olsa bu yargı cümlesine katılmakta; %13’luk bir kesiminin de kararsız kaldığı görülmektedir (Tablo 12). Olumlu bir zihniyet değişimi olmadığı takdirde, gelecekte, kararsızlar da kızlı erkekli üniversite öğrencilerinin aynı evde kalmalarını onaylayacakları gerçeğini göz önüne aldığımızda, bu oran %49’lara yükselecektir. Bu da, gençliğin yarısının, zinaya giden yolları ve zinayı meşru görmeye başlayacağı ve aile kurumunun buna bağlı olarak çökeceği anlamına gelecektir.

Tablo 11 ve Tablo 12 karşılaştırıldığında gençliğin önemli bir kesiminde meşruiyet kavramının muhataba, faile göre değiştiği görülmektedir. Genç bir kız ve erkek için gayrı meşru olan bir fiilin, üniversite öğrencileri söz konusu olduğunda meşruiyet kazanmış olmasıdır. Bu çifte standartçı yaklaşım, gençliğin önemli bir kesiminin genetik kodlarına sinmiş gibidir.

Tablo 12: Üniversite Öğrencilerinin Kızlı-Erkekli Aynı Evlerde Yaşamalarını Değerlendirme

“Üniversite öğrencilerinin kızlı-erkekli aynı evlerde yaşamaları kendilerinden başka hiç kimseyi ilgilendirmez”

Katılım Düzeyi                        Sayı %

Kesinlikle Katılıyorum            805 15,6

Katılıyorum                              1037 20,2

Kararsızım                                679 13,2

Katılmıyorum                            1147 22,3

Kesinlikle Katılmıyorum           1477 28,7

Toplam                                       5145 100,0

Sonuç: Kafası Karışık Bir Nesil

Yukarıdaki sorulara verdikleri cevaplar, gençlerin doğrudan ve dolaylı bir şekilde aile kurumundan ve zinadan ne anladığını ve zinanın mahiyetini nasıl algıladıklarını ortaya koymaktadır. Gençliğin önemli bir kısmının, aile değerleri konusunda ciddi bilgi eksikliğine sahip olduğu ya da aile değerlerine karşı duyarsızlaştığı söylenebilir. Gençlerin belli konulardaki düşünceleri muhataba, faile göre değişmekte, konunun mahiyeti, muhtevası göz önüne alınmamaktadır.

Bugün Türkiye’de tartışılan vaka, bir sonuçtur, sebep değildir. Ana sorun, Lozan’da, Türkiye’deki sistemin ve devlet yapısının, Hayım Nahum doktrinine göre Batı kültür ve medeniyet değerleri üzerine kurulması ile başlamıştır. O tarihten bu yana İslam kültür ve medeniyetine göre şekillenmiş bir milletle Batı kültür ve medeniyetine göre şekillenmiş sistemin kavgası vardır. Bu kavga, zaman içerisinde genç nesiller üzerinde şizofren etkisi yaparak, melez değerlerin ve melez bir kimliğin oluşmasına sebebiyet vermiştir.

Tedbir alınmadığı takdirde, Aile değerleri konusundaki bu kafa karışıklığı veya duyarsızlık, gelecekte daha derinleşecek ve çok daha büyük sosyal, toplumsal sorunlara neden olabilecektir.

Not: SEKAM’ın Türkiye Gençlik Araştırması raporu, 30 Kasım 2013 Cumartesi günü, İstanbul Ticaret Üniversitesi Eminönü yerleşkesinde Kamuoyuna sunulacaktır.

Kaynaklar

SEKAM, Türkiye’de Gençlik, Gençliğin Özellikleri, Sorunları, Kimlikleri ve Beklentileri, İstanbul, Eylül, 2013.

SEKAM, Üniversite Öğrencilerinin Hayat Tarzı ve Toplumsal Değerler, İstanbul, Kasım, 2013.

 

22 Kasım 2013 Cuma

Üniversiteli genç kız ve erkeklerin aynı evlerde yaşamaları

(Milli Gazete)

Giriş

Üniversite öğrencilerinin çok farklı gerekçelerle kızlı erkekli aynı evlerde kalmaları, üniversitelerin büyük şehirlerde olduğu dönemlerde bilinen, fakat gündeme gelmeyen, en azından siyasetin gündeminde yer almayan bir konuydu. Sosyal problem haline gelmediği için büyük şehrin yoğunluğu ve yorgunluğu içerisinde toplumun tepkisini çekmiyordu. Üniversite, sayısı artıp Anadolu’ya, özellikle, küçük şehirlere yayılmaya başlayınca bu yaşam şekli, dini, ahlakı ve geleneksel değerlere daha sıkı bağlı olan yöre halkını rahatsız etmeye başladı. Mahalle kültürünün bir kontrol mekanizması olarak görev icra ettiği bu şehirlerin mensupları, üniversite öğrencilerinin kızlı erkekli aynı evlerde yaşamalarına daha fazla dikkat etmeye ve rahatsızlıklarını seslendirmeye başladılar. Muhtemelen böyle bir rahatsızlığın sonucu, konu siyasete yansımış ve Başbakan Erdoğan da bunu seslendirmiş, idarecilerin dikkatini konuya çekmeye çalışmıştır.

Birçok üniversite öğrencisinin kızlı erkekli birlikte aynı evlerde yaşamaları, siyasetin gündemine düşünce, konunun tartışılması, hayat tarzına, özel hayata müdahale ekseninde şekillenmiştir. Bu tartışmanın derinleşerek devam etmesinde fayda vardır. Bu noktada önemli olan, konunun sosyolojik durumunun ne olduğu ve bu ülkede böyle bir yaşam tarzının neden yaygınlaşıp tehlike boyutuna ulaştığıdır. Tartışılan vaka bir sonuçtur, sebep değildir. Bir yerlerde yanlış olanın gençliğin yaşantısına yansımasıdır.

İlginç bir tesadüf, Üniversiteli gençlerin kızlı erkekli aynı evde yaşamaları tartışılmaya başlandığı bir dönemde, Sosyal Ekonomik Kültürel Araştırmalar Merkezi (SEKAM) olarak Türkiye’nin 12 bölgesinde 81 vilayette 352 yerleşim bölgesinde 5550 kişi üzerinden yapılan “Türkiye’de Gençlik Araştırması” saha çalışması raporlandırılıp kitaplaştırılmıştır. “Türkiye’de Gençlik Araştırmasında” konumuzla ilgili var olan veriler göz önüne alınarak “Üniversiteli Gençlerin Yaşam Tarzları ve Toplumsal Değerler” adı ile ayrıca kitaplaştırılmıştır. “Türkiye’de Gençlik Araştırmasının” verileri, 30 Kasım 2013 Cumartesi günü İstanbul Ticaret Üniversitesi Eminönü yerleşkesinde kamuoyu ile paylaşılacaktır.

Burada, bugüne kadar gençlik üzerinde yapılmış çalışmalar göz önüne alınarak genel bir değerlendirme yapılarak gençliğin içerisinde bulunduğu genel durum ortaya konmaya çalışılacaktır.

Değerler Nedir  ve Niçin önemlidir

Genel olarak genç kız ve erkeklerin, özel olarak da, üniversiteli kız ve erkeklerin aynı evlerde, mekânlarda birlikte yaşamaları, bir sonuçtur. Böyle bir hayat tarzının benimsenmesinin sebepleri, daha derinlerde aranmalıdır. Gelinen durumun sebeplerini, Türkiye’deki sistemin benimseyip, “kanunen ve cebren” topluma kabul ettirmeye çalıştığı kültür ve medeniyette (Batı Kültür ve Medeniyeti) ve onun da dayandığı temel değerlerde aramak gerekmektedir.

Kültür ve medeniyetler hem mücadele eder, hem de karşılıklı olarak birbirini etkiler ve birbirlerinden alış verişte bulunurlar. Önemli olan birbirlerinden neyi alıp neyi alamayacaklarıdır. İşte bu noktada kültür ve medeniyetlerin ağırlık merkezinde bulunup onlara şekil veren temel değer sistemi, bir ana parametre olarak önem kazanmaktadır.

Değerler nedir Önemleri nereden kaynaklanmaktadır Değerler sistemi nasıl ve kim tarafından inşa edilebilir Üzerinde durulması gereken en temel mesele budur. Değer ile ilgili yapılan tanımlamalardan hareketle değeri, insanın davranışlarında, duygularında, yaşantısında önem verdiği, vazgeçilmez kabul ettiği idrak, duygu ve bilgilerden oluşan bir kıymet olarak tanımlayabiliriz. Değerlerin tümü insan için aynı öneme haiz olmadığı gibi farklı insanlar için de aynı öneme haiz olmayabilirler. O nedenle değerler, iki ana grupta sınıflandırılmaktadır: Temel Değerler’ (yüksek değerler’), araç değerler’ (ikinci derecede değerler)’. Temel değerler, tarihi süreç içerisinde değişmeyen zamandan, mekândan bağımsız, tüm insanların menfaat ve mutluluğunu, kurtuluşunu sağlayan değerler; Araç-değerler de, toplumsal şartların bir gereği olan ve fertlerin çıkar ve yararını ilgilendiren, zaman ve mekâna göre değişebilen değerler olarak kabul edilirler. Temel değerler, araç değerlere bir çerçeve çizerek onların alanını belirler.

Değerlerin en önemli fonksiyonu, hayatı şekillendirmede belirleyici olmalarıdır. Değerler hayatı şekillendirdikleri için dışa yansımak zorundadırlar. Değerlerin dışlaşma şekillerine norm (kural), normların da dışlaşma biçimlerine kurum denmektedir. Kurumlar, toplumsal ihtiyaçların temeldeki değer ve normlara göre şekillenişidir’.

Değerlerle ilgili cevaplandırılması gereken yığınla soru vardır:

Bir şeyin, bir olayın, bir uygulamanın veya bir hayat biçiminin arzu edilebilir, temiz, güzel, iyi, doğru veya arzu edilemez, kirli-pis, çirkin, kötü, yanlış olduğunu nasıl anlaya¬cağız Hangi davranış ve düşünce şekli doğru, güzel, iyi ve/veya temizdir Hangi davranış ve düşünce şekli yanlış, çirkin, kötü ve/veya kirli-pistir Hangi haller ahlaki, hangileri ahlaksızlıktır İnsanların bizatihi kendileri ile ailesi ile çevresi ile toplum ile ve gelecek nesillerle olan münasebetlerindeki ölçü ne olmalıdır İnsan yapısı ile değerler arasında bir ilişki var mıdır Değerlerin insan yaşamında ki etkisi nedir veya ne olmalıdır Fıtrat değer ilişkisi, bilgi değer ilişkisi, iman değer ilişkisi ve mutluluk değer ilişkisi nedir

Değerler sistemini kimin koyma hakkı vardır Eğer her bir ferdin değer koymaya hakkı varsa, kapasitesi varsa, bu değerlerin tüm insanlar için geçerliliği ne olacaktır Ortaya konan değerlerin, tüm insanların davranışına, menfaatine uygun, objektif, optimal değerler olduğuna ilişkin kesin kanıtımız nedir, ne olmalıdır Böyle bir kanıt, bir belge sunabilir miyiz Ortaya attığımız değerlerin “evrensel ve tüm insanlık için geçerlidir” denebilmesi için gerek ve yeter şartlar nelerdir Değerlerle ilgili toplumsal mutabakat nasıl sağlanacaktır Bugünkü değerlerimizin sosyal ve tarihi kökleri nedir Tarihi süreçteki değerler sisteminin oluşumu ve değişimi nasıl olmuştur Değerlerin sosyal, siyası, ekonomik, kültürel yapılarla etkileşimi nedir Farklı değerler arasında ilişki nasıl olmaktadır Farklı toplumlar, farklı kültür ve medeniyetler arasında değerler açısından benzerlik ve farklılıklar var mıdır

Bu ve buna benzer sorulara din ve felsefe cevap vermektedir. Allah inancına dayanan dinlerde, temel değerler vahiyle peygamberlere bildirilmekte, onlar da bunu insanlara anlatıp öğretmektedir. Bu şekilde bildirilen değerlere, insanların iman etmesi istenmektedir. Bu değerler, Yaratıcının yarattığı varlığa yol göstermesi anlamında bir kullanım kılavuzu mahiyetindedir. O dine iman edenler, inananlar, değerleri kendilerinin ve toplumun menfaatine olduğuna inandıkları için bağlayıcı olarak kabul edip benimser ve gereğini yaparlar.

Felsefe ise, Yaratıcının bilgisine başvurmadan iyi, kötü, güzel-çirkin, temiz- kirli, ahlaki, ahlakı olmayanın mahiyetini araştırır. Bunları, insanların inançlarının dışında bazı gerçeklere dayandırmaya, ispat etmeye çalışır. Burada filozofun İlgilendiği alan son derece karmaşıktır. Meseleyi bir bütün olarak ele alıp üzerinde deney ve gözlem yapma şansına sahip değildir. Zorunlu olarak sorunu parçalara ayırmakta, parçaların analız sentezinden bütüne gitmeye çalışmaktadır. Bu da filozofun bakışına, kapasitesine, inançlarına ve duygularına bağlı olmaktadır. Bunun sonucunda farklı felsefi ekoller ortaya çıkmış; bunlar da insanlara farklı değer sistemleri önermişlerdir.

Bu ekollerin ağırlık verdikleri noktalarda ve başlangıçtaki varsayımlarında, kalkış noktalarında farklılık vardır. Bununla birlikte, filozofların genelinde ortak olan nokta, değerlerin tespitinde temel kıstası, genel iyilik ve mutluluk’ olarak seçmiş olmalarıdır (2). Ancak bir şeyin genel iyilik ve mutluluk’ için olduğuna kim karar verecektir sorusunun cevabında bir anlaşma sağlanamamıştır. Filozofların bir kısmı seçici sistem’, bir kısmı da İdeal bir gözleyici’ ile sorunu çözmeye çalışmıştır:

“İyi, güzel, doğru dediğimiz şeyler bir seçici sistemin kabul ettiği, kötü ve çirkin şeyler ise reddettiği şeylerdir.”

“(Natüralist ahlak filozofları R. Firth ): A doğrudur demek eğer her şeyi gören ve bilen, tarafsız, istikrarlı, menfaat gözetmeyen bir gözleyici olsaydı o da bu hareketleri tasvip ederdi.’ demektir.”

İdeal seçici / İdeal gözleyici var mıdır, varsa kimdir Sorusu filozoflar tarafından cevapsız bırakılmaktadır. Hepsi de ideal seçici ve ideal gözleyici bir sistem veya bir beşerin olmadığını kabul etmektedirler. Dolayısıyla ideal seçici veya ideal gözleyici adına filozofun kendisi, kendi zaaf ve eksiklikleri ile kendi duygu, düşünce, inanç sisteminin etkisi altında karar vermektedir. Kendilerine bağımlı olarak inşa ettikleri bir değerler sistemine tüm insanların uymasını istemektedirler.

Tüm zaman ve mekânlarda yaşayan insanlar arasında böyle bir ideal seçici/ ideal bir gözleyici var olmadığını kabul etmiş olmalarına rağmen niçin Filozoflar, her şeyi gören ve bilen, tarafsız, istikrarlı, menfaat gözetmeyen bir gözleyici olarak tanımladıkları ideal bir gözleyici olarak, Allah’ı kabul etmemektedirler Neden onun bilgisine başvurmuyorlar Bu, seküler felsefi ve ilmi araştırmalarda benimsenen yolla, kabul edilen bilgi kaynakları ile alakalı bir problemdir. Seküler bilim yaklaşımında, Vahy ve Sünnet dışlanarak sadece ve sadece akıl beş duyu eksenin de değer sistemleri inşa edilmektedir. Bu şekilde inşa edilen değer sistemleri, açık bir şekilde itiraf edilip söylenmemesine rağmen, inşa edicilerin kendi inanç ve kültürel yapılarının etkisi altında şekillenmektedir.

Bu zafiyetinden dolayı insanlığı hem zaman hem de mekân boyutu itibarıyla kuşatamamakta ve sürekli değişim geçirerek tüm sabitelerin ortadan kalkmasına ilkesizliğin, ilke olmasına sebebiyet vermektedir. Böyle bir anlayışla oluşan değer sistemleri ve bunların üzerinde yükselen hayat tarzları, sabiteleri karışmış, düşünce ve davranışları tezatlarla dolu, şizofren özellikler sergileyen bir insan ve toplum inşa etmişlerdir.

Gençlikte Kimlik Krizi

Türkiye’deki gençlik araştırmalarının, özellikle, SEKAM’in gençlik araştırmasının ortay koyduğu ana gerçek, gençlik, Türkiye’de Batı kültür ve medeniyetinin dayandığı değerler ile İslam kültür ve medeniyetin dayandığı değerler arasında meydana gelen çatışmanın sebep olduğu bir anaforu yaşamaktadır. İki farklı kültür medeniyetin dayandığı değer sistemlerinin aynı beyinde, aynı kalpte ve aynı gönülde çatışması ile meydana gelen bir şizofreni söz konusudur. O nedenle inandığı değerlerle yaşadığı hayat tarzı arasında tezat vardır. Gençliğin mevcut durumunu, istatistikî bilgilere girmeden, aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

Sigara, alkol, kumar, uyuşturucu kullanma eğiliminde artış, bunları meşru görmek.

Fuhşu, eşcinselliği, lezbiyenliği meşru görmek.

Şiddete eğilim göstermek.

Bilgisayar ve internet bağımlılığına doğru bir gidiş.

Ferdileşmek, yalnızlaşmak, sanallaşmak.

İletişim kopukluğu ve sosyal bağlılık ve dayanışma ruhunun yok olması,

Davranış bozukluğu, psikolojik olarak gelgit yaşamak.

Parçalanmış kimlik-kişilik, kendine belirlediği kimlikle, düşünce ve davranışlarının uyuşmaması, tezatlı davranış, şizofren/melez kimlik.

Din algısında zedelenme, laikleşme-sekülerleşme.

Toplumsal değerlere yabancılaşma, değer yargılarında zedelenme.

Kavramsal kargaşa, zihinsel kirlenme: din, laiklik- sekülerlik, ateizm, ahlâk, iffet, hayâ, vefa, aile, mahremiyet, nikâh, nikâhsız birliktelik, zina, eşcinsellik, aşk gibi kavramlarda karmaşa içinde olmak.

Başkalarına karşı güven kaybı, kendisine karşı güvenme ile güvenmeme arasında gidip gelme (özgüven kaybı),

Kuşaklar arası çatışma ile oluşan güven bunalımı,

“Her şeyi bilir” psikolojisinde olmak.

Gelecek korkusu ve ülkeden göç etme isteği.

Kendini sorumlu hissetmemek, fakat başkalarını sorumlu tutmak. Sorumluluk ve yükümlülük duygusu ile alay etmek; çevresini, kendine karşı sorumlu saymak,

Birlikte yaşadıklarını kendine mecbur saymak, kendinî kimseye karşı mecbur saymamak.

Kendini ifade edebilecek, meramını anlatabilecek tarzda lisana hâkim olamamak.

Her şeye sahip olma hakkını kendinde görmek; “Buna hakkım var mı ” gibi bir soruyu sormamak. Köşe dönmeci zihniyet, maddiyatçılık eğilimi,

Sahip olduğu şeylerin kiymetini bilmemek ve umursamamak.

Sınırsız bir tüketici ve kullanıcı özelliği sergilemek, marka tutkusu, gösteriş.

Elde etmek istedikleri ile haklı olmak arasında bir ilişki kurmamak. Elde etmek ıstediklerinde kendini haklı saymak (Emeğin değer olarak önemini kaybetmesi),

Anormal giyim tarzı.

Aşırı uyku uyuma.

Erken ergenleşme.

Günlük ve anlık yaşamak, geleceğe yönelik plan yapmamak.

Bilgiye kendi çıkarı için ilgi duymak, bilgiyi paylaşmamak.

Genel olarak paylaşım duygusundan yoksunluk.

Rol modelleri, bilim adamları, düşünürler, din adamları, siyasetçilerden seçme yerine, popüler öğelerden seçme.

Sonuç: Henüz Vakit Varken, Gençliği Anla Geleceği İnşa Et

Üniversite öğrencilerinin kızlı erkekli aynı evlerde yaşamaları, böyle bir değişimin sonucudur. Sebep değil sonuçtur. Özünde, Sistemin dayandığı Batı Kültür ve Medeniyeti değerleri ile Milletin kabul edip, içselleştirip, hayata geçirmek istediği İslam kültür ve medeniyet değerlerinin çatışması yatmaktadır. İki farklı kültür ve medeniyet değerlerinin çatışması ile yetişen neslin şizofren davranış sergilemesinin sebebi de budur.

Gençliğin mevcut durumu, henüz bir sosyal problem boyutuna, kangrenleşme,

ulaşmamıştır. Hastalık, başlangıç aşamasındadır. Vakit varken, acilen tedbir alınması gerekmektedir.

O nedenle!

Henüz vakit varken, gençliği anla geleceği inşa et.

14 Kasım 2013 Perşembe

Demokratikleşme Paketi üzerine değerlendirme - 5: Nefret Yasası

(Milli Gazete)

Giriş

Başbakan Erdoğan’ın “Demokratikleşme Paketini” açıklarken, pakette üzerinde durduğu konulardan biri de, “Ayrımcılık ve Nefret Suçları” ile ilgili cezaların artırılmasıdır. Tanımı kesin olarak yapılmamış “Ayrımcılık” ve “Nefret” kavramları üzerine inşa edilen suçlar ve yasalar, gelecekte, genel olarak herkesin, özelde de iman edenlerin başına bela olabilecektir. O nedenle tanımı ve muhtevası üzerinde tartışılması gerekmektedir. Geçen yazıda ayrımcılık yasasının ne getirip ne götüreceği ele alınıp incelenmişti. Burada, Nefret söylemi ve nefret suçları ile ilgili yasal düzenleme konusu ele alınacaktır.

‘Demokratikleşme  Paketi’nde Nefret Suçları

Başbakan Erdoğan `Demokratikleşme Paketini’ açıklarken üzerinde durduğu konulardan biri de, “nefret”, “ayrımcılık”, “yaşam tarzına müdahale” gibi suçlarla daha etkin şekilde mücadele edebilmek için yeni cezai müeyyidelerin konulması ve var olan cezaların artırılmasıdır:

“Yeni süreçte, nefret, ayrımcılık, yaşam tarzına müdahale gibi suçlarla daha etkin şekilde mücadele etmeye başlıyoruz.

Nefret saikıyla işlenmesi durumunda, belirli suçların cezalarını daha da artırıyoruz. Belirli suçlar, kişinin, dili, ırkı, milliyeti, rengi, cinsiyeti, engelliliği, siyasi düşüncesi, felsefi inancı, dini veya mezhebi nedeniyle işlenirse, cezası daha da ağırlaşacak.”

Uluslararası Hukukta ve Avrupa Birliği Hukukunda Nefret Suçları

Dünyada Nefret suçlarına ilişkin ilk yasal düzenleme1978 yılında, ABD’de Kaliforniya eyaletinde “Irk”, din, (ten) rengi ve ulusal köken ayrımcılığına dayanan, önyargı/nefret saikıyla işlenen ve ölümle sonuçlanan suçlarla ilgili yapılmıştır. ABD’de federal ve eyaletlerde nefret suçlarına ilişkin yasal mevzuatlarda farklılıklar vardır. 1990 yılında federal düzeyde “Nefret Suçları İstatistik Yasası”, 1994 yılında “Nefret Suçlarında Ağırlaştırıcı Hükümler Yasası”, 1997’de, “Üniversite Kampuslarında Nefret Suçlarını Bilme Hakkı Yasası”, 2007 yılında Senato, 28 Ekim 2009 tarihinde de Barrack Obama tarafından onaylanan “Nefret Suçlarını Önlemede Yerel Yasaların Güçlendirilmesi Yasası” kabul edilmiştir. “Nefret Suçlarını Önlemede Yerel Yasaların Güçlendirilmesi Yasası” ile nefret suçlarının muhtevası, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet, cinsel kimlik ve engellilik alanlarını da kapsayacak şekilde genişletilmiştir (1). Bu yasa ile cinsel yönelim adı altında eşcinsellik meşru kabul edilmiş, ayrımcılık ve nefret suçları kapsamına sokularak koruma altına alınmıştır.

AB’de de nefret suçları ile ilgili gelişmeler, ABD’dekine benzerdir. Başlangıçta ırk, din ve yabancı düşmanlığına ilişkin nefret suçları ile ilgili yasal düzenleme yapılmış, daha sonra bu yasal düzenlemelerin muhtevası, cinsiyet, cinsel kimlik ve cinsel yönelimi içine alacak şekilde genişletilmiştir.

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi 1997’de kabul ettiği bir tavsiye kararıyla nefret söylemini şöyle tanımlamıştır: “Irkçı nefret, yabancı düşmanlığı, antisemitizm ve hoşgörüsüzlüğe dayalı diğer nefret biçimlerini yayan, teşvik eden, savunan, haklı gösteren her tür ifade biçimi. Hoşgörüsüzlüğe dayalı nefret, saldırgan milliyetçilik, ayrımcılık ve azınlıklara, göçmenlere ve göçmen kökenli kişilere karşı düşmanlık yoluyla ifade edilen hoşgörüsüzlüğü içermektedir.” (1, 2)

Bu tanımlamada “Irkçı nefret”, “yabancı düşmanlığı”, “antisemitizm” açıkça ifade edilmiş olmasına karşılık; din ve dindar, İslam ve Müslüman düşmanlığı, aşağılanması ve tahkir edilmesi yasada yer almamıştır. Batıda yapılan birçok filmde İslam’ın ve Müslümanların hatta Hz. Muhammed’in(sav) aşağılanmasına, hakarete uğramasına rağmen yapılan şikâyetlerin hiçbiri kale alınmamıştır. Olay, ayrımcılık ve nefret yasaları kapsamına değil de, ifade özgürlüğü kapsamına sokulup herhangibir yasal işleme gerek görülmemiştir. Diğer taraftan tanımlamada yer alan “hoşgörüsüzlüğe dayalı diğer nefret biçimlerini yayan, teşvik eden, savunan, haklı gösteren her tür ifade biçimi” ifadesi, son derece esnek ve muğlâk bir hüküm cümlesidir. Buna rağmen İslam ve Müslümanlarla ilgili her türlü ayırımcılık ve nefret söylem ve suçu, bu çerçevede dahi ele alınıp değerlendirilmemiştir. İslam ve Müslümanlar açık aleni saldırılardan korunmamıştır. Bu ifade çerçevesinde Müslümanların ve Kuran’ın birçok söylemi, nefret suçu kapsamına sokulabilir.

Avrupa Konseyi, “Irkçılık ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonunu (ECRI)” kurmuştur. Bu komisyon, 2002 yılında yayımladığı “7 No’lu Genel Politika Tavsiye” kararı ile 47 Avrupa Konseyi üyesi ülkeye ırk ayrımcılığına dayalı nefret suçlarını yasal mevzuatlarına koymalarını, 29 Haziran 2007 tarihinde “Kolluk Güçlerinin Görevini Yerine Getirmesinde Irkçılık ve Irk Ayrımcılığına Karşı Mücadele” konulu “11 Nolu Genel Politika Tavsiyesi” belgesi ile nefret suçlarına ilişkin olayların daha iyi rapor edilmesini tavsiye etmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de üye ülkelere bu konuda tavsiyelerde bulunmaktadır. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT), katılımcı ülkelere nefret suçlarına ilişkin yasal mevzuatlarında düzenleme yapma konusunda zorunluluk getirmemektedir. Bununla birlikte nefret suçlarına karşı daha duyarlı davranmalarını istemektedir. AGİT’in Demokratik Kurumlar ve İnsan Hakları Bürosu da nefret suçları konusunda yasaların geliştirilmesi, uyarlanması ve uygulanması konusunda bilgilendirme yapmakta ve üye ülkeleri teşvik etmektedir. Bu konuda üye ülkelerde ortak bir tutum ve tavır olmayıp ülkeden ülkeye farklılıklar söz konusudur. Avrupa Birliği’nde Temel Haklar Ajansı (FRA), AB’de kayıt altına alınan ırkçı suçlara ilişkin toplanan verilerle ilgili düzenli değerlendirmede bulunmaktadır. Avrupa Birliği tarafından 20 Nisan 2007’de kabul edilen “Irkçılığa ve Yabancı Düşmanlığına Karşı Mücadelede Çerçeve Karar”, üye ülkeler tarafından iç hukuklarına aktarılmak zorundadır. AB, 2 Aralık 2009 tarihinde gerçekleşen 17’nci AGİT Bakanlar Konseyi toplantısı kapanışında; “AB, nefret suçlarına ilişkin alınan kararda, `cinsel yönelim ve cinsel kimliğin’ nefret suçlarının tanımının ayrılmaz bir unsuru olduğu konusunda ısrar etmektedir.” Şeklinde bir karar beyanında bulunmuştur(1-5). Bu açıklama ile cinsel yönelim adı altında eşcinsellik koruma altına alınmakta ve gerekli yasal düzenlemeleri yapmaları için üye ülkelere baskı yapılmaktadır.

Türkiye’de Nefret Suçları

Türkiye’de nefret suçları ile ilgili yasal düzenlemeler, değişik zamanlarda farklı yasalarda yapılmış ve bunların çerçevesi yol boyu genişletilmiştir. Türk Ceza Kanununun 216. Maddesi doğrudan nefret suçları ile alakalı bir maddedir. TCK’nin 216. Maddesi sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet veya bölge farklılığına dayanarak tahkir ve tahrik etmekle ilgili olup gerekli ceza miktarlarını belirlemektedir. TCK’nin 153. Maddesi “İbadethanelere ve mezarlıklara zarar verme”, TCK’nin 115. Maddesi “İnanç, düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasını engelleme”, Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanun (3984 sayılı) 4. Maddesi “Radyo, televizyon ve veri yayınlarında uyulması gereken yayın ilkeleri”, 33. maddesi ise verilecek cezalarla ilgili yasal düzenlemeleri ihtiva etmektedir.

TCK 216. Maddede yer alan “kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde”, “fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde” ifadelerinin iki tarafı keskin bir kılıç olduğu; benzer ifadeler yüzünden TCK 312 ve TCK 301 çerçevesinde birçok insanın geçmişte mağdur edildiği de unutulmamalıdır.

Gerek Türkiye’de ve gerekse Uluslararası ve AB mevzuatında söz konusu edilen yasaların hiçbirinde nefret, objektif olarak tanımlanmamış, nefret söylemi ile nefret suçları arasında ilişki kurulmamıştır. Nefret söylemi ile din ve vicdan hürriyet, ifade hürriyeti arasındaki ilişki ve karşılıklı etkileşim konusunda da hiçbir açıklık yoktur. Bu ve buna benzer konular berraklaştırılmadığı takdirde, çıkarılan ve de çıkarılacak olan yasalar yada yapılacak olan yasal değişiklikler, savcı ve hakimlere geniş hareket alanı sağlayacak, ayrımcılık ve nefret suçları, bir niyet okuma şekline dönüşüp bir çok kesim, özellikle de Müslüman kesim çok yoğun mağduriyet yaşayabilecektir.

Ayrımcılık ve Nefret suçları ile ilgili mevcut yasal mevzuatın hiç birinde, “cinsel kimlik”, “cinsel yönelim” ve “toplumsal cinsiyet eşitliği” ile ilgili bir hüküm yer almamaktadır. Demokratikleşme Paketinde ifade edildiği şekliyle gene “uluslararası sözleşmeler” ve “AB müktesebatı referans” alınacaksa, yeni yapılacak yasal düzenlemelerde “cinsel kimlik” ,“cinsel yönelim” ve “toplumsal cinsiyet eşitliği” kavramlarının ayrımcılık ve nefret suçları kapsamına alınması söz konusu olabilecektir. Bu, üç dinin(İslam, Hıristiyanlık, Musevilik) haram, münker, batıl, sapıklık ve helak nedeni olarak gördüğü pis bir davranış ve bir yaşam tarzı olarak nitelediği eşcinselliğe meşruiyet kazandırmak demektir.

Bu noktada insan fıtratını, tabiatını, genetiğini ve gelecek nesilleri korumak isteyen herkes, her kesim ayağa kalkmalı, dik durmalı ve de diklenmelidir.

Nefret-Buğz Nedir

Türk Dil Kurumu’nun (TDK) Türkçe Sözlüğünde, ‘Nefret: “1. Bir kimsenin kötülüğünü, mutsuzluğunu istemeye yönelik duygu, 2. Tiksinme, tiksinti” olarak tanımlanmıştır (6). Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlüğü’nde nefreti biraz daha açarak ve farklılaştırarak, “bir kimseden veya şeyden kaçınma, iğrenme, ikrah, istikrah” olarak tarif etmiştir (7). Ragıp el İsfahanı ise nefreti, “dehşet ve korkuyla bir şeyden kaçmak veya bir nesneye sığınmak” olarak tarif etmektedir (8).

Bu tanımlamalar göz önüne alındığında nefretin 1- Bir kimseden ve bir şeyden kendini koruma; 2- Bir kimsenin ve bir şeyin kötülüğünü isteme gibi iki boyutu olduğunu görmekteyiz. Nefretin birinci anlam boyutu, İslami terminolojide yaygın bir şekilde kullanılan Buğz kelimesi ile örtüşmektedir. “Buğz” doğrudan kötülük fiiline yönelmiş ve onun zararlarından korunmaya dönük, sevmeme, kin bağlama, hoşlanmama, tiksinme ve ikrah etme halidir. Şahıslardan daha ziyade şahıslar tarafından yapılan kötülük, çirkinlik, münker, fahşa, haram içeren duygu, düşünce, tutum, tavır, davranış ve yaşam tarzlarına dönüktür. Buğz, nefsin yüz çevirdiği bir şeyden kaçınması olup hubbun(sevgi) zıddıdır. Özünde, yapılan fiili tasvip etmeme ve mani olma şuurunu kaybetmeme psikolojisini barındırmaktadır. Bu noktada, kötülükler karşısında el- dil- kalp ekseninde takınılacak tavırla ilgili aşağıdaki hadisi göz önüne almakta fayda vardır:

“Bir kötülük gördüğünüzde önce elinizle düzeltin, buna gücünüz yetmezse dilinizle düzeltmeye çalışın, buna da gücünüz yetmezse kalben buğzedin. Bu, imanın en zayıf derecesidir.” (9).

Sonuç: AB İçin Sevmek Ve Buğz Etmek Yerine Allah İçin Sevmek Ve Buğz Etmek

Hadiste, kötülükler karşısında buğz ve nefret etmek, doğrudan imanla irtibatlandırılmıştır. Bu nedenle bir mümin için sevgi ve nefrette ölçü, “Allah için sevmek ve Allah için buğz etmektir.” (10).

Demokratikleşme Paketinde yer alan Ayırımcılık ve Nefret Suçlarına ilişkin yapılması düşünülen yasal düzenleme, her iki kavramın gerek ulusal gerekse uluslararası/AB yasal mevzuatında kesin, objektif bir tanımlanması mevcut olmadığından dolayı gelecekte çok ciddi sıkıntılara sebebiyet verebilecektir. Sürece tek yönlü, tek boyutlu bakanlar, gelecekte çok acı gerçeklerle yüzleşmek durumunda kalabileceklerdir. Din ve vicdan hürriyeti, ifade hürriyeti, laiklik, ayrımcılık ve nefret yasaları düzlemindeki karmaşık, muğlâk ilişki nedeniyle, gücü elinde bulunduranların yasal mevzuatı istediği gibi yorumlama, değerlendirme ve uygulamasına imkân sağlanacaktır. Kuran ve Sünnetin iman edenlere yüklediği birçok sorumluluk, askıya alınması istenecektir. Tebliğ, irşad, nasihat ve iyiliği emredip kötülükten alıkoyma faaliyetleri icra edilemeyebilecektir. Uluslararası/AB mevzuatlarındaki mevcut şekliyle Ayrımcılık ve nefret Yasaları, kötülükleri engellemeyi değil kötülüklere mani olmak isteyenleri engelleyecektir.

Yasalar, Batının istediği şekilde çıktığında, Kur’an ve Sünnet doğrudan hedef seçilebilecek; Kuran ve Sünnette yer alan bir çok kavramın, hükmün ve söylemin kullanılmaması yada yasaklanması istenebilecektir. Örnek olarak Rics (pislik olarak nitelendirilen, “içki, kumar, dikili taşlar, fal okları”, putlar, zina, şirk ve yalan söylemekle ilgili ayetlerin (5/90, 9/28, 22/30) kullanılmaması söz konusu edilebilecektir. Keza Lanetleme ile ilgili ayetlerin (2/89, 159, 161; 3/61, 3/87, 4/46, 47, 52, 93,118,155; 5/60, 64, 78; 7/44; 9/68; 11/18,60,99; 13/25; 15/35;17/60; 24/7,23; 24/42; 28/42;29/25; 33/57,61,64,68; 38/78; 40/52; 47/23;48/6; eşcinselliği hayasızlık, pislik olarak niteleyen ve helak nedeni olarak gösteren ayetlerin (11/70-89, 15/59-77, 21/74-75, 26/160-175, 27/54-59, 29/25-35, 37/133-138, 54/33-39), dosdoğru yola vurgu yapan Fatiha süresinin okunmasının, kullanılmasının, yorumlanmasının yasaklanması istenebilecektir.

Türkiye’de uzun zamandır ayrımcılık ve nefret suçları yasası ile ilgili yürütülen kampanyaya ve kampanyayı yürütenlerin kimliklerine ve uluslararası ilişkilerine bakıldığı zaman bu ihtimallerin göz ardı edilmemesi gerekmektedir.

Nereye gideceklerini bilmeyenler için ideal yol yoktur. O nedenle öncelikle istikamet düzeltilmeli ve ölçüler belli olmalıdır:

“Kalbini Allah’a yönelt. Her işinde Allah’ın emirlerini ölçü al, Allah seni sevsin, halkın elindekine göz dikme, halk da seni sevsin.” (11)

Kaynaklar

1-Ulusal Basında Nefret Suçları: 10 Yıl, 10 Örnek, Sosyal Değişim Derneği Yayınları, 2010

2-Gül, İ.,I., Karan, U., Ayrımcılık Yasağı, Kavram, Hukuk, İzleme ve Belgeleme, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları 351, 1. Baskı, İstanbul, Şubat 2011.

3- Wikipedia, http://en.wikipedia.org/wiki/Hate_crime_laws_in_the_United_States

4-Karan, U., Avrupa Birliği Ülkelerinde Ayrımcılık Yasağı ve Eşitlik Kurumları, Kasım 2009, ihop@ihop.org.tr, www.ihop.org.tr

5-Avrupa Ayrımcılık Yasağı Hukuku El Kitabı

6- Türkçe Sözlik, Türk Dil Kurumu, Ankara, 2005.

7- Doğan, M., Büyük Türkçe Sözlük, Pınar yayınları, İstanbul, 2005.

8- Bulaç A., 07 Ekim 2013, Zaman Gazetesi

9- Müslim, İman, 78; Ebud Davud, Salat, 232.

10- Ebu Davud, Sünnet, 3.

11-İbn-i Mâce, H. No: 4102.

7 Kasım 2013 Perşembe

Demokratikleşme paketi üzerine değerlendirme - 4: Ayırımcılık Yasası

(Milli Gazete)

Giriş

“Demokratikleşme Paketinin” olumlu ve olumsuz yönlerini, kısa ve uzun vadede ne getirip ne götüreceğini ortaya koymak ve meseleyi bu çerçevede ele almak daha hayırlı ve yararlıdır. Bu bağlamda günü kurtarıcı politikaların millete ve ülkeye ağır bedeller ödettirdiğini yaşayan bir nesil olarak, daha köklü, daha kalıcı politikaların üretilmesi, tüm sorunların bir Umran (Kültür ve Medeniyet) sorunu olarak ele alınması, çözümlerin de, kendi kültür ve medeniyetimizin temel değerleri ile uyumlu olması, kültür ve medeniyetimizi zenginleştirici, geliştirici bir fonksiyon icra etmesi gerektiğini ifade etmek istiyoruz.

Başbakan Erdoğan’ın “Demokratikleşme Paketini” açıklarken, pakette üzerinde durduğu konulardan biri de, “Ayrımcılık ve Nefret Suçları” ile ilgili cezaların artırılmasıdır. Tanımı kesin olarak yapılmamış ya da her tarafa çekilebilecek kavramlarla tanımı yapılan “Ayrımcılık” ve “Nefret” kavramları üzerine inşa edilen yasalar, gelecekte, genel olarak herkesin, özelde de iman edenlerin başına bela olabilecektir. O nedenle üzerinde tartışılması gerekmektedir. Burada, bu konu ele alınıp incelenmektedir.

‘Demokratikleşme Paketi’nde Ayrımcılık Ve Nefret Suçları

Başbakan Erdoğan `Demokratikleşme Paketini’ açıklarken üzerinde durduğu konulardan biri de, nefret, ayrımcılık, yaşam tarzına müdahale gibi suçlarla daha etkin şekilde mücadele edebilmek için var olan cezaların artırılmasıdır:

“Yeni süreçte, nefret, ayrımcılık, yaşam tarzına müdahale gibi suçlarla daha etkin şekilde mücadele etmeye başlıyoruz.

Nefret saikıyla işlenmesi durumunda, belirli suçların cezalarını daha da artırıyoruz. Belirli suçlar, kişinin, dili, ırkı, milliyeti, rengi, cinsiyeti, engelliliği, siyasi düşüncesi, felsefi inancı, dini veya mezhebi nedeniyle işlenirse, cezası daha da ağırlaşacak.

Ayrımcılıkla daha etkin mücadele etmek için, ceza miktarlarını artırıyoruz.

Kişinin, inançlarının gereğini yerine getirmesi dolayısıyla, belli haklarını kullanmasını, belli haklardan yararlanmasını engelleyenleri ceza kapsamına alıyoruz.

Bu sebeple işlenen suçun cezasını da 1 yıldan 3 yıla kadar artırıyoruz.

Türkiye’de hiç kimse, dilinden, ırkından, milletinden, renginden, inancından ve inancının gereğini yerine getirmekten dolayı ayrımcılığa maruz kalmayacak.

Ayrımcılıkla mücadele ve eşitlik kurulu kuruyoruz.

Yaşam tarzına saygıyı, Türk ceza kanunu ile güvence altına alıyoruz.

Türk Ceza Kanunu’nda yapacağımız değişiklikle, dini inancın gereğinin yerine getirilmesinin engellenmesini de ceza kapsamına alıyoruz.

Dini ibadet ve ayinlerin, bireysel olarak da yapılmasının engellenmesini aynı şekilde bu kapsama alıyoruz.

“Cebir veya tehdit kullanarak, ya da hukuka aykırı başka bir davranışla, bir kimsenin inanç, düşünce veya kanaatlerinden kaynaklanan yaşam tarzına ilişkin tercihlerine müdahale edenlere, ya da bunları değiştirmeye zorlayanlara, 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası getiriyoruz.”

Demokratikleşme Paketinin alıntılanan kısmında yer alan, “Nefret”, “Ayrımcılık”, “Yaşam Tarzı”, “Yaşam Tarzına Saygı”, “İnancının Gereği”, “İnancının gereğini yerine getirmekten dolayı ayrımcılığa maruz kalmak”, “Bir kimsenin inanç, düşünce veya kanaatlerinden kaynaklanan yaşam tarzına ilişkin tercihler” gibi ifadeler, çerçevesi belirlenmemiş, her kalıba sokulabilen, her renge büründürülebilen ve her tarafa çekilebilen ifadelerdir.

Uluslararası Hukukta  Ayrımcılık Yasağı

Demokratikleşme Paketinin referansları arasında, Uluslararası sözleşmeler ve AB müktesebatı var olduğu için ayırımcılıkla ilgili yeni yapılacak yasal düzenleme de, bu iki kaynağa/referansa başvurulacağı ve onlara uygun yeni bir yasal düzenlemenin yapılabileceğini göz önüne almamız gerekmektedir. Bu nedenle Uluslararası hukuk ve AB yasal mevzuatında ayrımcılığın nasıl tanımlandığı ve yorumlandığı önem kazanmaktadır.

Ayrımcılığa, `Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin 2. maddesi, `Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin 2. maddesi, `Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 14. maddesi, `Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 1. maddesi ve `Afrika İnsan ve Halkların Hakları Şartı’nın 2. Maddesinde yer verilmektedir(1-3). Bu sözleşmeleri kabul etmiş olan ülkeler, sözleşmelerde yer alan hükümleri kendi ülkelerinde uygulamak zorundadırlar. Dolayısıyla bu sözleşmelerde ve bu sözleşmeler kapsamında verilen yargı kararlarında ayrımcılığın ele alınış ve uygulanış şekli önemli olup Demokratikleşme Paketinde öngörülen yasal düzenlemelerin de çerçevesinin buna göre çizilmesi ihtimali mevcuttur.

Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin hem 2. hem de 26. maddelerinde ayrımcılık yasağına yer verilmektedir(1,2):

“Sözleşme’nin 2. maddesinin 1. fıkrası: “Bu Sözleşme’ye Taraf her Devlet kendi ülkesinde yaşayan ve yetkisi altında bulunan bütün bireylere ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka fikir, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğum ya da başka bir statü bakımından hiçbir ayırım gözetmeksizin bu Sözleşme’de tanınan hakları sağlamak ve bu haklara saygı göstermekle yükümlüdür.”

“Sözleşme’nin 26. Maddesi: “Herkes yasalar önünde eşittir ve hiçbir ayrım gözetilmeksizin yasalarca eşit derecede korunur. Bu bakımdan, yasalar her türlü ayrımı yasaklayacak ve ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka fikir, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğum veya diğer statüler gibi, her bağlamda ayrımcılığa karşı eşit ve etkili korumayı temin edecektir.”

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 12 No’lu Ek Protokolü’nün 1. maddesinde, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 7. maddesinde, Amerikan İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 24. maddesinde ve Afrika İnsan ve Halkların Hakları Şartı’nın 2. ve 3. maddelerinde ayrımcılıkla ilgili yasaklara yer verilmektedir.

Asıl üzerinde durulması gereken nokta, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmesinin 2. ve 26. Maddelerinde yer alan, son derece esnek ve her şeyi içerebilen, geniş çerçeveli, `ya da başka fikir’, `diğer statüler gibi, her bağlamda’ ifadelerinin kullanılmış olmasıdır. Bu, ayrımcılığın, madde metninde geçen ifadelerle sınırlı olmadığı ve ayrımcılık kapsamına her şeyin sokulabilme imkânının var olduğunu göstermektedir. İşte asıl tehlike, budur. Bu ucu açık kavramlarla her zaman herkes suçlanıp mahkûm edilebilir.

Söz konusu sözleşmenin 2. ve 26. maddelerinde cinsel yönelime ve gayrı meşru çocuğa ilişkin herhangi bir açık ifade bulunmamaktadır. Ancak Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi, maddelerde geçen “başka bir statü” ifadesini referans alarak yaptığı içtihatlarla Sözleşme’nin 2. ve 26. maddesinde yer alan “cinsiyet” ibaresinin aynı zamanda cinsel yönelimi de kapsadığına karar vermiştir (1, 2).

Avrupa Birliği Hukukunda Ayrımcılık

Avrupa Birliği Hukuk sisteminde ayrımcılıkla ilgili birçok çalışma yapılmıştır. 2000 yılında kabul edilen Avrupa Birliği Temel Haklar Şartı bunlardan biri olup 21. Maddesi doğrudan ayrımcılıkla ilgilidir(1, 2):

“Cinsiyet, ırk, renk, etnik ve sosyal köken, genetik özellikler, dil, din ya da inanç, siyasi ya da herhangi bir başka görüş, bir ulusal azınlığın üyesi olma, mülkiyet, doğum, özürlülük, yaş ya da cinsel yönelim gibi temellere dayanan her türlü ayrımcılık yasaktır.”

Ayrıca Avrupa Toplulukları Anlaşması’nın 13. Maddesi ayrımcılıkla ilgilidir (1,2):

“Konsey, bu Andlaşma’nın diğer hükümlerine dokunmaksızın ve Topluluk hakkında kendisine devredilen yetki sınırları içinde kalmak koşuluyla, Komisyon’dan gelen bir teklif üzerine ve Avrupa Parlamentosu’na danıştıktan sonra cinsiyet, ırk ve etnik köken, din ya da inanç, engellilik, yaş ya da cinsel yönelim temelinde ayrımcılığa karşı mücadele etmek üzere uygun tedbirleri almak amacıyla oybirliği ile hareket edebilir.”

Yukarıdaki söz konusu edilen maddelerde `Cinsel yönelim’ açık bir şekilde yer almakla eşcinsellik, ayrımcılık yasası kapsamında koruma altına alınmış ve ona meşruiyet kazandırılmıştır. Yukarıda ki 21. Maddede yer alan `herhangi bir başka görüş’ ifadesi, ucu açık bir kavram olarak her şeyin ayrımcılık yasası çerçevesine sokulmasına imkan vermektedir. Anti Siyonist, anti kapitalist ve anti emperyalist her söylem ve İslami söylemlerin kahir ekseriyeti, bu maddenin kapsamına sokularak mahkûm edilebilir.

İspat Yükünün Yer Değiştirmesi

Genel olarak tüm hukuk sistemlerinde iddia edenler, iddiasını ispatlamak durumundadır. Ancak uluslararası sözleşmeler ve AB yasal mevzuatında ispat yükü ile ilgili bu genel kural ayrımcılık yasağı söz konusu olduğunda değişmektedir. Ayrımcılığa uğradığını iddia eden değil de, ayrımcılık yaptığı iddia edilen kişi ya da kurum, iddianın geçersizliğini ispat etmek zorundadır. Buna hukuk lisanında, “İspat Yükünün Yer Değiştirmesi” denmektedir. Avrupa Birliği Konseyi’nin 97/80/EC sayılı Cinsiyet Temelli Ayrımcılık Vakalarında İspat Yükü Direktifinin 4. Maddesinde, cinsiyet temelli ayrımcılık vakalarında ispat yükünün yer değiştirilmesi şartı yer almaktadır(1,2):

“Üye devletler, eşit muamele ilkesinin kendilerine uygulanmaması nedeniyle mağdur edildikleri kanısında olan kişilerin, mahkemeye veya diğer yetkili bir makama, doğrudan veya dolaylı ayrımcılık yapıldığı karinesi oluşturacak olgular sunmaları halinde, eşit muamele ilkesinin ihlal edilmediğinin şikâyet edilen tarafından ispatlanmasını temin edecek, ulusal yargılama sistemleriyle uyumlu gerekli önlemleri alacaktır.”

Sonuç: İyiliği Emredip Kötülükten Alıkoymak Yapılamayacak

Demokratikleşme Paketi çerçevesinde Uluslararası sözleşmeler ve AB Yasal mevzuatı referans alınarak Ayrımcılık ve Nefret suçları yasası/yasaları çıkarıldığında muhtemel ortaya çıkabilecek durumları aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

Eskiden var olan ve sonradan kaldırılan düşünce suçları ile ilgili Türk Ceza kanunundaki 141,142 ve 163, 301 ve 312. Maddelerin uygulamalarına geri dönülebilecektir.

Söz konusu uluslararası sözleşmeler ve AB yasal mevzuatında ayrımcılıkla, nefretle ilgili yer alan, son derece esnek ve ucu açık kavramlarla çok keyfi kararlar verilebilecek, bu ülkenin her kesimi mağdur edilip bir birine düşman haline getirilebilecektir.

İnsan fıtratına ve genetiğine zıt, onu tahrip eden, gelecek nesilleri tehlikeye düşürecek olan, insanlığın helakine neden olan ve içinde yığınla pisliği, çirkinliği barındıran yaşam tarzları meşruiyet kazanacaktır. Bunlara karşı hiçbir söylem geliştirilemeyecek, aileler, çocuklar ve gençler korunamayacaktır. Küresel sermaye ve AB fonlarından alınan yardımlarla, alkol, nikâhsız beraberlik, eşcinsellik, zina ve gayrı meşru çocuk, ahlaksızlık vb. büyük bir psikolojik harekâtla, bilgisayar oyunları, diziler ve filmler üzerinden cazip hale getirilebilecek ve özendirilebilecektir.

Siyonizm’le ilgili her türlü söylem, bu yasalar kapsamına sokulabilecek, böylelikle Siyonizm yasal koruma altına alınacaktır.

Vahyi dinler, iman etme ve inkar etme ana tezadı üzerine inşa edilmişlerdir. Bu birbirine zıt ikili yapı pratikte, iki ana değer sistemi (Hak, batıl), iki ana yol (Sırat-ı Müstakım, Tağutun yolu), iki ana kimlik (İman edenler, inkar edenler), iki ana hukuk (Vahye dayalı, hevaya dayalı), iki ana sistem (Vahye dayalı, hevaya dayalı), iki ana ahlak (Güzel ahlak, Kötü ahlak), iki ana rehber (Allah-Peygamber, İblis), iki ana kültür ve medeniyet (İslam Kültür ve medeniyeti, Cahiliye Kültür ve medeniyeti) ve iki menzil (Cennet, Cehennem) şeklinde tezahür etmektedir. Ayrımcılıkla ilgili yapılacak yasal düzenleme ile Diyanet mensupları dahil Müslümanların yapacağı, tebliğ, irşad, davet ve cihad gibi faaliyetler, ayrımcılık ve nefret yasaları çerçevesinde suç teşkil etmiş olabilecektir.

Kur’an ve sünnete ters birçok inanç ve yaşam tarzı için kullanılan ifadeler, nefret ve ayrımcılık kapsamında değerlendirilip cezayı müeyyideye tabi tutulabilecektir. Artık camilerde “Hak din İslam’dır.”, “Lut kavminin yaptığını yapan melundur.” denemeyebilecek; Kuran ve sünnette yer alan birçok ifade ve kavram kullanılamayabilecektir.

İslam Dini hayatın tüm alanlarını tanzim eden, her alanla ilgili kural koyan bir dindir. İslam’a göre hayatın tanzim edilmesini istemek, bugüne kadar laiklik kapsamına sokulup cezalandırılırken bundan sonra, ilave olarak ayrımcılık ve nefret yasası kapsamına da sokulabilecektir.

Din insanların kalplerine hapsedilecek, Allah’la İnsan arasında dua, zikir ve ibadet eksenli bir anlayışa getirilmiş olacaktır. Hayattan kopuk, kalpte, evde ve camide yaşayan, yaşama imkanı bulan bir din anlayışı yerleşip yaygınlaşabilecektir.

İş yerinde sadece başörtülüleri değil aynı zamanda eşcinselleri v.b. çalıştırmak istemeyen işletme sahipleri, ayrımcılık ve nefret yasası kapsamında cezalandırılabileceklerdir.

İspat yükünün yer değiştirmesi dolayısıyla birçok işletme, iş adamı kasıtlı olarak suçlanıp mağdur edilebilecek, meşgul edilebilecektir.

Söz konusu yasalar, Uluslararası sözleşme hükümlerine ve AB yasal mevzuatına göre çıktığında, örneklik açısından ele alınan aşağıdaki ayetlerin kullanılıp kullanılamayacağını ya da gereğinin yapılıp yapılamayacağını tüm iman edenlerin düşünmesi gerekir.

“Münafık erkekler ve münafık kadınlar, bazısı bazısındandır; kötülüğü emrederler, iyilikten alıkoyarlar, ellerini sımsıkı tutarlar. Onlar Allah’ı unuttular, O da onları unuttu. Şüphesiz, münafıklar fıska sapanlardır.”

“Allah, erkek münafıklara da, kadın münafıklara da ve (bütün) kâfirlere, içinde ebedi kalmak üzere cehennem ateşini vadetti. Bu, onlara yeter. Allah onları lanetlemiştir ve onlar için sürekli bir azab vardır.”

“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliğe emreder, kötülükten sakındırırlar… İşte Allah’ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır.”

“Allah, mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara içinde ebedi kalmak üzere, altından ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde güzel meskenler vaat etmiştir.” (9Tevbe Süresi 67-72)

Yarabbi nurunu kalbimize koy onunla görelim onunla bilelim!

Yarabbi basiretimizi ve ferasetimizi artır!

Kaynaklar

1-Karan, U., Avrupa Birliği Ülkelerinde Ayrımcılık Yasağı ve Eşitlik Kurumları, Kasım 2009, ihop@ihop.org.tr, www.ihop.org.tr

2-Avrupa Ayrımcılık Yasağı Hukuku El Kitabı

3- Uyar, L., Birleşmiş Milletler’de İnsan Hakları Yorumları: İnsan Hakları Komitesi ve Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Komitesi 1981‐2006, Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2006.

4-Gül, İ.,I., Karan, U., Ayrımcılık Yasağı, Kavram, Hukuk, İzleme ve Belgeleme, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları 351, 1. Baskı, İstanbul, Şubat 2011.

 

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...