31 Ekim 2013 Perşembe

Demokratikleşme Paketi üzerine değerlendirme -3: Paketin referansları

(Milli Gazete)

Giriş

30 Eylül, 2013 tarihinde “Demokratikleşme Paketi” adlı çalışma, Başbakanın yaptığı bir basın toplantısıyla kamuoyu ile paylaşılmıştır. “Demokratikleşme Paketi ile ilgili yapılan tartışmaları, birer zenginlik olarak görüp sürecin olgunlaşmasına yapılan katkı olarak değerlendirmek gerekmektedir. Bu tür çözüm arayışları, siyasi, şahsi, grup, etnik ve mezhepsel menfaat açısından ele alıp değerlendirmek yerine; ülkenin, milletin birlik beraberliğine, dayanışmasına, bütünleşmesine, kardeşliğine ne etki yapacağı ve kültür medeniyetimizin temel değerleri ile uyumlu olup olmadığı ya da kültür ve medeniyetimize bir katkıda bulunup bulunmadığı açılarından ele alınıp değerlendirilmelidir.

“Demokratikleşme Paketi” ile ilgili düşüncelerimizi, bu çerçevede ortaya koymaya çalışacağız. Olumlu ve olumsuz yönlerini, kısa ve uzun vadede ne getirip ne götüreceğini ortaya koymanın daha yararlı olduğuna inanmaktayız. Günü kurtarıcı politikaların, gelecekte, millete ve ülkeye ağır bedeller ödettirdiğini yaşayan bir nesil olarak, daha köklü, daha kalıcı politikaların üretilmesi, tüm sorunların bir Umran (Kültür ve Medeniyet) sorunu olarak ele alınması, çözümlerin de kendi kültür ve medeniyetimizin temel değerleri ile uyumlu olması, kültür ve medeniyetimizi zenginleştirici, geliştirici bir fonksiyon icra etmesi gerektiğini ifade etmek istiyoruz. Bu nedenle Osmanlı’nın son döneminde yapılan ve Cumhuriyetle zirveye çıkan ıslahat/devrim hareketlerindeki hatalara düşülmemeli, kısır çekişmeler içerisinde boğulup kalınmamalı, sivrisineklerle uğraşıp bataklık görmemezlikten gelinmemelidir. Bu yazı serisinin amacı, yıkmak değil yapmaktır, katkıda bulunmaktır.

Başbakan Erdoğan’ın “Demokratikleşme Paketi’ni” açıklarken, paketin dayandığı referanslara atıfta bulunmuştur. Referanslar, bu paketin oturtulduğu ana zeminidir, dayandığı temel değerlerdir. Bu açıdan önemlidir. Burada paketin dayandığı referanslar konusunu ele alıp inceleyeceğiz.

“Demokratikleşme Paketinin” Dayandığı Referanslar

Başbakanın basın toplantısında yaptığı açıklamalara göre paket, genel bir stratejinin ve sürecin bir parçasıdır, ilk değildir son da olmayacaktır. O nedenle paketin oturtulduğu felsefi yapı ve referanslar göz önüne alınmak ve üzerinde durulmak mecburiyeti vardır. Bize göre “Demokratikleşme Paketinin” en kritik noktası burasıdır, burası olmak zorundadır. Başbakanın açıklamalarına göre paket, felsefi olarak, “Millet”, “Uluslararası Anlaşma ve Şartlar” ve “Avrupa Birliği Müktesebatı” olmak üzere üç ana referans/ayak üzerine oturtulmuştur:

“Bizim, bütün reformlarımızda olduğu gibi, bu reform paketimizde de referans noktamız önce millettir.

Evrensel hak ve özgürlükler, altına imza attığımız uluslararası anlaşma ve şartlar bizim referansımızdır.

Katılım müzakerelerini başlattığımız, aday ülke olduğumuz Avrupa Birliği Müktesebatı bizim referansımızdır.”

Burada ortaya çıkan ilk sorun, milletimizin referans aldığı kültür ve medeniyet değerleri ile AB müktesebatının ve uluslararası sözleşmelerin referans aldığı kültür ve medeniyet değerleri arasındaki tezadın varlığıdır. Bu tezat, kökleri Osmanlı’daki Islahat hareketlerine dayanmakla beraber, Cumhuriyetin kurulması ile derinleşmiş ve kökleşmiştir. Türkiye’deki mevcut sistem ve devlet yapısı, Rahmetli Erbakan’ın tabiriyle, Lozan’da Hayım Nahum Doktrini’ne göre Batı Kültür ve Medeniyeti değerleri üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla Türkiye’deki bütün kurum ve kuruluşlar, bütün iktisadi, siyasi, askeri, kültürel, hukuki yapılar, eğitim öğretim buna göre yapılandırılmış ve şekillendirilmiştir.

Sorunlarımızın temelinde, Sistemin dayandığı Batı kültür ve medeniyeti değerleri ile Milletin kabul edip, içselleştirip, hayata geçirmek istediği İslam kültür ve medeniyet değerlerinin çatışması yatmaktadır. İki farklı kültür ve medeniyet değerlerinin çatışması ile yetişen neslin şizofren davranış sergilemesinin sebebi de budur. Başbakanın paketi açıklarken kullandığı, “Pakette yer alan sorunlar, çoğunluğu son 30 yılın olmak üzere, Cumhuriyet tarihimiz boyunca var olan ve sürekli konuşulan sorunlardır.” ifadesi, bu gerçeği gördüğü ve kabul ettiği manasına gelmektedir. Bununla beraber paketin Mustafa Kemal devrimlerinin bir devamı olduğunun belirtilmesi ve Batılılaşma sürecine devam etmesinin istenmesi bunun hedef olarak gösterilmesi, sorunları, algılama ve çözmedeki yaklaşımın hatalı olduğunu ortaya koymaktadır:

“Bu paket bir ilk değildir… Zira, Cumhuriyetimizin banisi Atatürk’ün devrim niteliğindeki adımları Türkiye’yi her yönden ileri standartlara ulaştırmayı, muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkarmayı hedeflemiştir.”

Eğer bugün yaşadığımız sorunların kökeni, Cumhuriyetin başlangıcındaki ana tezada dayanıyor, ondan besleniyorsa ve başlangıçtan bu yana sorunlar, büyüyerek geliyorsa, sorunu devam edip derinleştirecek bir şekilde, “Avrupa Birliği Müktesebatına” yeniden başvurmanın, onu referans almanın ve tezadı devam ettirmek istemenin anlamı ne olabilir

Başbakan’ın “Bu paket, bir istikamet çizmektedir, bir kapı aralamaktadır.” ifadesi ile yukarıdaki ifadeleri birleştirdiğimiz zaman, Türkiye’ye Batı kültür medeniyeti eksenli bir istikamet gösterilmekte ve “Demokratikleşme Paketi’nin” böyle bir eksen ve istikamet üzerine oturtulduğu anlaşılmaktadır. Farkında olunsun ya da olunmasın bu paket ve devamında geleceği söylenen paketlerle, yıllarca Batılılaşmaya direnen ve bunun için bedel ödeyen bir halkın zihinsel olarak değişimi ve dönüşümü sağlanmış olacaktır.

Türkiye’de yanlış bir algı ve yanlış bir yaklaşım vardır. Sorunların ana kaynaklarına, birinci derecede sebeplerine inip onu tartışacak yerde, tali ikinci derecede sebeplerle uğraşarak zaman harcanmakta ve gerekli çözümler de üretilememekte; toplumsal çözülme ve çürüme durdurulamamaktadır. Sorunun ana kaynağı olan bir zihniyet ve düşüncede, sorunun çözümü aranmaktadır.

Yasal Değişiklik ve Zihinsel Değişim

Pakette yapılan bazı değişiklikler, teknik boyutlu olup zihinsel bir değişim meydana getirmez; bazı değişikler de felsefi boyutlu olup zihniyet değişimi sağlar. Pakette referans alınan “Evrensel hak ve özgürlükler, altına imza attığımız uluslararası anlaşma ve şartlar” ile “AB müktesebatı”, zihinsel değişimde etkili olacak unsurlardan biridir.

Yasal düzenlemeler, ilgili toplumun dünya görüşüne, inancına, dinine, kültür ve medeniyet değerlerine uygun olarak yapılır. Dünya görüşünde, hayat algısında meydana gelen değişim, mevcut yasal mevzuata yansır. Bazen yasal düzenleme, değişiklikler, tepeden inmeci bir tavırla toplumsal değişimi, toplumun dünya görüşü, hayat tazını değiştirmek amaçlı yapılır. Bu yol, genellikle,“Ulus devlete” bir “ulus yaratmak” (!) için kullanılır/ kullanılmıştır/ kullanılmaktadır. Bu tepeden inmeci tavır, ulus devlet ve ulus inşasını yaşamış toplumlarda değişiklikler göstermekle beraber benzerdir. Hepsinin ortak özelliği, tepeden inmeci, sivil-askeri bürokrasi ve bir grup aydın(!) eliyle gerçekleştirilmeye çalışılmasıdır. Süreçte halk yoktur. “Halka rağmen Halk için” düsturu esastır. Yapılanların birçoğundan da zaten halkın haberi olmamaktadır. Yasal değişiklikle beraber ya da ondan önce büyük bir psikolojik harekât yapılıp toplum şartlandırılmaktadır. Çoğu kez büyük ve ciddi yasal değişiklikler, provokasyonlardan sonra hayata geçirilmektedir. Cumhuriyet tarihi, bunun acı hatıraları ile doludur.

28 Şubat Post modern darbesi, halkı AB’ye sığınacak bir psikolojiye getirmiş, AB müktesebatının her türlü derde deva olduğu gibi son derece tehlikeli ve yanlış bir algı oluşturmuştur. 28 Şubat Post modern darbesine kadar Batı kültür ve medeniyetine karşı olan bir halka, 28 Şubat Post modern darbe süreci ve sonrasında, iç zalimlerin zulmünden zalimlerin efendilerine sığınması, onlardan medet umması, onların lütuf ve himmeti ile özgürlüğünü kazanması, bir çare olarak gösterilmiştir. Bundan dolayıdır ki yapılan bütün değişikliklere meşruiyet kazandırmak için AB müktesebatı ve uluslararası sözleşme-anlaşmalar, değişmez ilahi bir kelam gibi referans alınmıştır.

Yasal değişiklikler, zamanla zihniyet değişimine sebebiyet vermektedir. Zinanın yaygınlaşmasına karşılık toplumsal tepkinin duyarsızlık düzeyine inmesi, zinanın yasal olarak suç olmaktan çıkarılmış olması ile hem doğrudan hem de dolaylı olarak bir bağlantısı vardır. 6112 sayılı RTÜK yasasının uygulanmaması sonucu, dizilerde, filmlerde ve değişik TV programlarında kültür ve medeniyet değerlerimizle bağdaşmayan yığınla konunun ele alınıp işlenmesi, toplumda zihinsel bir değişimle beraber duyarsızlaşmayı da getirmiştir.

Uluslararası Sözleşmelerin ve AB Müktesebatının Dayandığı Temeller

Genel olarak Seküler-Laik Batı kültür ve medeniyeti, insanın ve kainatın oluşumunu tesadüflere bağlayarak yaratılışı ve Yaratıcıyı kabul etmez. Bununla bağlantılı olarak da Yaratıcıdan (Allah) gelen bilgiyi (Vahiy) ve O’nun Peygamberlerinin inşa ettikleri düşünce ve yaşam sistemini (Sünnet) göz önüne almaz ve hayatın tanziminde vahye ve sünnete yer vermez. Vahyi ve sünneti dışlayarak bilgi kaynağı olarak sadece akıl ve beş duyuyu göz önüne alır, akıl ve beş duyu merkezli üretilmiş bilgiler üzerine hayatı tanzim eder. Ayrıca bu dünyanın tanzim edilmesinde, Öte alemi/hayatı(Ahireti) göz önüne almaz, alınmasına da karşı çıkar. Öldükten sonra hesap vermek yoktur, olsa da önemli değildir. Dolayısıyla Batı merkezli bir dünya tasavvurunda Allah ve ahiret hayatı, önemsizdir ve yok varsayılmıştır. Ayrıca, ilk insan maymunun evrimi ile meydana gelmiş, vahşi, kaba ve cahildir. Hayatın tanzim edilmesi için gerekli tüm yasal düzenlemeler de bu kabuller üzerine inşa edilmiştir.

Bir örnek olarak kadın erkek cinsiyet farkı ele alınabilir. İlk hayat komünal devirdir ve ilk aile, erkek egoizminin sonucu “kadının özel mülk edinilmesiyle” oluşmuştur. Erkek egemen bir sistem inşa edilmesinin sonucu, kadın erkek cinsiyet ayırımı ortaya çıkmıştır. Yasal mevzuat da buna göre tasarlanmıştır. Kadın ve erkeğin biyolojik olarak farklı oluşu, toplumsal olarak üstleneceği rollerin farklı olmasını gerektirmemektedir. Eğer bir yerde kadın ve erkeğin üstlendiği farklı roller varsa, bu kadın erkek eşitsizliğine sebep olmakta, bunun da nedeni erkek egemen bir sistemin inşa edilmiş olmasından dolayıdır. O nedenle “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” sağlanmalıdır. Bunun için gerekli yasal düzenlemeler yapılarak kadın erkek eşitsizliği ortadan kaldırılmalıdır. Kadının aile içerisinde üstlendiği roller, Kadının aile dışında, serbest piyasada, kamuda, daha farklı görev ve sorumluluklar üstlenmesine manidir. Öyleyse küçük çocukların bakımında devlet rol üstlenerek (kreş, çocuk yuvaları gibi…) ve erkeğe ev içinde bazı roller yükleyerek kadın evden dışarı çıkarılmalı, özgürleştirilmeli toplumsal hayatın her aşamasında erkeklere eş oranda görev alarak “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” sağlanmalıdır. Bunun için gerekli yasal düzenleme yapılmalıdır. Bu sonuç, böyle bir yasal düzenleme ihtiyacı, Batı kültür ve medeniyetinin hayata, kâinata ve insana bakışındaki ana varsayımın, Allah’sız ve ahiretsiz bir dünya tasavvurunun doğal sonucudur.

İslam (Kuran), Hıristiyanlık (İncil) ve Yahudilikte (Tevrat) hayat tasavvuru yukarıdaki tasavvurun tam tersidir. Allah hayatı, kainat ve insanı yaratmıştır. İlk insan bilgi ile donatılmış olarak yeryüzüne gönderilmiştir. Yeryüzünde insan başıboş bırakılmamış, belli dönemlerde, ona gerçeği, doğruyu, iyilik ve güzelliği gösterecek, bütün ilişkileri yeniden düzenleyecek ve yeni bir hayat inşa edecek peygamberler gönderilmiştir. Dolayısıyla bu üç dinde, Kitap+Sünnet, akıl ve beş duyu bilgi kaynağı olarak kullanılıp hayat tanzim edilmekte; yasal düzenlemeler dahil her şey buna göre şekillendirilmektedir.

İlk insan, ilk aile ve ilk toplum Hz. Adem’le eşidir. Aralarındaki hukuk Allah tarafından belirlenmiştir. Daha sonraki Peygamberler döneminde aile hukuku, Vahiy ve Sünnet çerçevesinde şekillendirilmiştir. Kadın ve erkeğin cinsiyet olarak farklı oluşu bir üstünlük ya da aşağılık meselesi değildir. Kadın ve erkeğin beyin loblarının farklı oluşundan dolayı farklı özellikleri gelişkindir. Erkeğin sayısal zekâsına karşılık kadının duygusal zekâsı gelişkindir. Bu nedenle kadın ve erkek bir bütünün parçaları olup evlilikle birlikte bütünleşme ve olgunlaşma sağlanmaktadır. Üstünlük, cinsiyet farklılığından değil Allah karşı üstlenilen görev ve sorumluluklara, takva düzeyine bağlı olarak meydana gelmektedir. Vahiy ve sünnetin kadın ve erkeğe yüklediği farklı sorumluluklar, roller vardır. Annelik, kadına cinsiyet farklılığından dolayı yüklenmiş en hayatı rol olup toplumsal sorumluluğu buna göre şekillendirilmiştir/ şekillendirilmelidir. Yasal düzenlemeler de, bu olgu göz önüne alınarak yapılmıştır/ yapılmalıdır.

Bu hayat ebedi değildir, bir sonu vardır. İnsanlar öldükten sonra dirilecek, hesap gününde yargılanacak, bu dünyada yaptıklarına bağlı olarak ya cennetle ya da cehennemle ödüllendirilecekleri yeni bir hayata başlayacaklardır. Bu nedenle bu dünya, öteki dünyanın tarlasıdır. Dolayısıyla bu dünyanın tanzim edilmesinde Öte dünya boyutu mutlaka göz önüne alınmalıdır.

Sonuç: “Ey İman Edenler, İslam Girin”, “Ey İman edenler İman Edin”

Laik-Seküler sistemlerle Dini temelli sistemlerin hayatı tanzimi, kadın ve erkeğe yükleyeceği roller, görev ve sorumluluklar, elbette farklı olacak; yasal düzenlemeler de buna uygun olacaktır. Laik-Seküler AB müktesebatı ve uluslararası sözleşmeler, Müslüman bir halkın yarasına deva olma yerine, yaranın kangrenleşmesine sebebiyet verecek, sorunların daha da karmaşıklaşmasını sağlayacak, belki de en kötüsü, iman dairesinden İslam dairesine, İslam dairesinden de cahiliye dairesine doğru bir zihniyet değişimine sebebiyet verebilecektir. Kuran’ın aşağıdaki çağrısına bu açıdan bakılmalıdır:

“Ey iman edenler, hepiniz topluca İslam’a girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.”(2 Bakara 208)

“Ey iman edenler, Allah’a, Resulüne, Resulüne indirdiği Kitaba ve bundan önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, kuşkusuz uzak bir sapıklıkla sapıtmıştır.”(4 Nisa 136)

O nedenle yasaları, dayandıkları dünya görüşünden, felsefeden bağımsız olarak ele almak, yapılabilecek büyük hatalardan biridir.

24 Ekim 2013 Perşembe

Demokratikleşme paketi üzerine değerlendirme - 2: Farklı dil ve lehçelerde eğitim yapılması

(Milli Gazete)

30 Eylül, 2013 tarihinde “Demokratikleşme Paketi” adlı çalışma, Başbakanın yaptığı bir basın toplantısıyla kamuoyu ile paylaşılmıştır. “Demokratikleşme Paketi” ile ilgili yapılan tartışmaları, birer zenginlik olarak görüp sürecin olgunlaşmasına yapılan katkı olarak değerlendirmek gerekmektedir. Bu tür çözüm arayışlarına, siyasi, şahsi, etnik ve mezhepsel menfaat açısından bakmak, ele alıp değerlendirmek yerine; ülkenin, milletin birlik beraberliğine, dayanışmasına, bütünleşmesine, kardeşliğine ne etki yapacağı ve kültür medeniyetimizin temel değerleri ile uyumlu olup olmadığı ya da kültür ve medeniyetimize ne katıp katmadığı açılarından ele alınıp değerlendirilmelidir.

Geçen yazıda, “Demokratikleşme Paketi” genel olarak değerlendirilmiş, bazı tehlikelere, gene, genel olarak dikkat çekilmiştir. Burada, “Demokratikleşme Paketinde” ele alınan “Farklı dil-lehçede eğitim yapılması ile “And” meselesi, bu konuda Rahmetli Erbakan hocanın 19 yıl önceki çözüm önerileri ile birlikte ele alınıp değerlendirilecektir.

Renk ve Dil Farklılığının Anlamı

İnsanlığın başlangıcında Hz. Âdem ve eşi iki kişilik bir aile iken daha sonra, çocukları çoğalıp değişik coğrafyaya yayılmışlardır. Renk, dil, genetik farklılaşma, çoğalma ve yayılma ile ayrı soy, oymak, kabile, kavim ve ulus, ehl-i millet ve ümmet gibi değişik gruplar meydana gelmiştir. Yapı, basitten karmaşığa doğru giderken ortak payda olan özellikler azalmakta; farklılıklar ve çeşitlilikler artmaktadır. Dil, renk, soy, etnisite, tarih ve coğrafya, din, örf-adet, değerler, vatandaşlık ve kader birliği kimlik belirleyici parametreler olarak tezahür etmiştir.

Aynı ana babanın çocuklarının bu denli farklılaşmalarının sebebi, bugünkü ilmi araştırmalarla (antropoloji, etnoloji, sosyoloji…) tatminkâr bir şekilde izah edilebilmiş değildir. Kuran-i Kerim, renk ve dil farklılaşmasının üzerinde düşünülmesi gereken, Allah’ın ayetlerinden olduğunu bize haber vermektedir:

“Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı (farklı ve değişik) olması da, onun ayetlerindendir. Hiç şüphe yok bunda, ilim sahibi olanlar için gerçekten ayetler vardır.” (30 Rum 22)

Burada, göklerin ve yerin yaratılması’ ile dillerin ve renklerin ayrı (farklı ve değişik) olmasının’ âlimler için ayet olması, renklerin ve dillerin farklı olmasındaki hikmet ve esrarın büyüklüğünü ortaya koymaktadır. Bu konunun bir boyutudur. Diğer boyutu ise, renk ve dil farklılaşmasının, insan istek ve iradesinden bağımsız, Allah’ın yaratılış kanunlarının bir sonucu olmuş olmasıdır. Bu nedenle renk ve dil farklılaşması, bir tehlike ve bir ayırımcılık unsuru değildir ve olmamalıdır.

Aynı anne babanın çocuklarının farklı renk ve dile sahip olması nasıl Allah’ın yaratış kanununun bir sonucu ise; Âdem’in çocuklarının çoğalmaları ile farklı soy, oymak, kabile ve Şa’b’a ayrılması da Sunnetullahın bir sonucudur. Hucurat suresinin 13. ayetinde bunu görebilmekteyiz:

“Ey insanlar, gerçekten, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi şaab şaab (halklar/ kavimler/Milletler) ve kabileler (şeklinde) kıldık. Hiç şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, takvaca en ileride olanınızdır.” (49 Hucurat 13)

Kavmi Kimlik açısından baktığımızda aynı renk, dil ve soydan gelme, fertler arasındaki ana ortak paydadır. Farklı kavimlerin ittifakında ise, farklı renk, dil, soy, farklı değer sistemi, kültür, müzik, örf, adet, gelenek, görenek var olmaktadır/var olabilir. Farklı kavimlerin birlikteliğinde bu farklılıklar, birer zenginlik olarak yaşatılabilmelidir. Kavimlerin oluşturduğu üst kavimler ittifakında, ittifak yapan kavimler, birbirine göre farklı nicelikte olabilir. Sayısal olarak baskın olan kavim zamanla diğerlerini yok etmek, asimile etmek isteyebilir. Ya da kültür, medeniyet olarak daha gelişkin olan bir kavim, diğerlerinin kültürlerini, dillerini yok etmeye kalkabilir veya diğerlerini sömürebilir. Bunlar veya benzer tehlikeler, kavimler ittifakında karşılaşılabilecek muhtemel tehlikelerdir.

Burada sorulacak ana soru, bir kavim bir başka kavmin kimliğini, kültürünü, dilini yok etme hakkına sahip midir Bu adil bir tavır mıdır Buna hakkı var mıdır Var olduğunu iddia ediyorsa bu hakkı nereden almaktadır

Bu noktada unutulmaması gereken husus, renk, dil gibi, kabile ve kavimlerin Allah’ın ayetleri olmasıdır, Sünnetullahın bir gereği olmasıdır. Öyleyse kabile ya da kavimleri yok varsaymak, ilahi sünnete karşı çıkmak demektir. Keza 25 Furkan 54’de nesep ve sıhriyet, insana Allah tarafında bahşedilmiş bir hak olduğu ifade edilmektedir. Allah’ın insanları farklı boy, kabile, kavimlere ayırmasındaki esrar, “tanışma ve kaynaşma” (49/13) olarak gösterilmekte ve insanların birbirlerine göre üstünlük, asillik, yücelikleri de takva ile ölçülmektedir.

Eğer renk ve dil Allah’ın ayetleri, yaratılışın bir kanunu, fıtratın bir gereği, doğan insanın iradesinden, tercihinden bağımsız ise, renk ve dillerin inkârı veya yok edilmeye çalışılması veya küçümsenmesi ya da bu insan topluluklarının hor, hakir görülmesi Yaratılış kanuniyetlerini ve Allah’ın ayetlerini inkâr manasına gelmektedir.

Benzer şekilde kavmi kimlikler de Millet/Ümmet kimliğinin birer alt kimlikleri olup üst kimlik haline de getirilmemesi gerekmektedir. Milet/ümmet üst kimliğini parçalayıp kavmi kimlikleri de üste çıkarmak, kavmiyetçilik olup “cahili bir davranış”, “İslam dışı bir yaklaşım”, “Allah yolundan sapma”, “cahiliye üzere ölme” ve “mekân olarak cehennemi” seçmedir (1-5).

Milet/ümmet üst kimliği altında alt kimlik olarak kavmi kimlikler, birer denge ve dayanışma unsuru olup zenginlik olarak muhafaza edilmelidir. Bu ülkede Allah’a ve ahiret gününe iman ettiğini söyleyen herkesin, bu gerçekler ışığında hareket etmesi, kavmiyetçilik hastalığına yakalanmadan süreci değerlendirmesi, tarihi bir sorumluluktur.

Demokratikleşme Paketi ve Farklı Dil Ve Lehçeler Sorunu

Cumhuriyetin kurucularının, ulus devlet ve bu devlet için bir ulus yaratma (!) projesi, var olan tüm dini ve etnik realiteleri ret ederek tek tip insan ve tek tip toplum oluşturma olarak tezahür etmiştir. Cumhuriyet yöneticilerinin kafasında var olan insan ve toplum modeli, “kanunen, cebren ve hile” ile uygulama sahasına konulmak istenince, toplumun farklı kesimlerinde, farklı şiddette zihinsel travmalar oluşmuş, şizofren kimlikler ortaya çıkmıştır. Var olan İslam merkezli üst kimlik, ret edilip tasfiye edilmeye kalkılmış ve fakat tasfiye etmek istedikleri üst kimliğin yerine yeni bir üst kimlik inşa edilememiştir. Bölgesel ve küresel dinamiklerin değişmesi ile alt kimliklerin daha kolay çatışma eğilimine girmesi tehlikesi ortaya çıkmıştır. İşte Demokratikleşme Paketi’nde, yer alan aşağıdaki maddeler, kavmiyetçilik ateşini söndürmeye, geçmişte yapılan bazı hataları tamir etmeye dönüktür:

“298 sayılı Siyasi partiler kanununda) yapılacak değişiklikle, farklı dil ve lehçelerde siyasi propaganda imkânı”…

“Ön seçimlerde farklı dil ve lehçelerde propaganda imkânı…”

“Türk ceza Kanunu’nda yapılacak değişiklikle, belirli harflerin kullanılması imkânı…”

“Özel okullarda, farklı dil ve lehçelerde eğitim yapılması imkânı…”

“Özel Eğitim Kurumları Kanunu hükümlerine tabi olmak üzere, farklı dil ve lehçelerde özel öğretim kurumu açabilme imkânı…”

“Köy isimlerinin değiştirilmesi imkânı...”

“Roman dil ve kültür enstitüsü kurulması…”

“İlkokullardaki öğrenci andı uygulamasının kaldırılması…”

Bunlar, farklı etnik, dini ve kültürel grupların haklarını nispeten karşılayan ve onları güvence altına alan, daha üst bir kimlikte birleşmeye katkı sağlayan girişimler olarak görülmelidir. Bu çerçevede Demokratikleşme paketini ele aldığımızda, farklı dil ve lehçelerle ilgili yaklaşımın, Türkiye’nin iç barış ve güvenliği için yararlı ve ilahi sünnete daha uygun olduğunu söyleyebiliriz.

Bu noktada yapılması gereken, çok dilli bir eğitim sistemini, alt kimliklerin, dillerin ve kültürlerin korunup geliştirilebilmesi için yapılandırmak olmalıdır. Anadilde eğitim, ortak hâkim (“egemen”) bir dilin varlığının (Türkçe) ret edilmesi değildir ve olmamalıdır da. İki veya çok dilde eğitim yapmak demek, hâkim, egemen bir ortak dilin (Türkçe) yanında, ana dillerin öğretilmesi ve anadilde de eğitim yapılması demektir.

Demokratik açılım paketindeki dil ile ilgili ortaya konan çözüm, yeterli değildir. Kürtçenin anadil olarak sadece özel okullarda eğitim dili olarak kullanılması, eksik bir yaklaşımdır. Fakir olan ve fakat anadilde eğitim görmek isteyen ailelerin, bu ihtiyacını karşılamak devletin asli görevlerinden biri olmak zorundadır.

Sürecin iyi planlanması ve zamanlamanın iyi yapılması, alt yapı oluşturulmadan acele ile uygulamaya sokulmaması gerekmektedir. Bunun için öncelikle yapılması gereken, Osmanlı sistemini ve bugünkü dünyadaki uygulamaları (Geçiş Modelleri, İdame Modelleri, Zenginleştirici Modeller ve Mi¬ras Modelleridir) (6) iyi inceleyip, kendi şartlarımıza uygun bir modeli ortaya çıkarmak olmalıdır.

Erbakan ve Anadilde Eğitim

Rahmetli Erbakan hoca, Türkiye’nin üst kimliğindeki kırılma sürecini zamanında görerek çok cesur bir kararla, kendisini ve partisini riske edecek bir duruş ve tavır ortaya koymuştur. Bölünmeye götürecek her türlü çözüme karşı çıkan Erbakan, terör ya da askeri operasyonlar veya asimilasyon politikalarının da çözüm olmadığı ve çözüm getirmeyeceği düşüncesinden hareketle 1993 yılında, Refah Partisinin 4. Olağan Kongresi’nde, açış konuşmasında, Kürt sorunun çözümü için bir yol haritası ve bazı temel ilkeleri ortaya koymuştur. Yol haritasında üzerinde durduğu konulardan birisi de, ana dilde eğitim diğeri ise çok hukuklu bir sistemdir. Erbakan, Türkiye’nin sıkıntılardan kurtulabilmesi için anadilde eğitim yapılması ve çok hukuklu bir sistemin uygulanmasını teklif etmektedir:

“Elbette Kürt kardeşlerimizin tabii hakları var. Kendi dilleriyle konuşmaları, medyayı kullanmaları, eğitim yapmaları onların tabii haklarıdır ve zaten tarih boyunca bu haklarını kullanmışlardır. Ancak, son 70 yılda izlenen milliyetçi, materyalist ve ırkçı politikalar problem oluşturmuş ve problemi ağırlaştırmıştır.

Öyleyse yapılacak iş; Ülkemizin 60 milyon insanını birbirinin, şerefli kardeşi sayan ve herkese insan hakkı, inandığı gibi yaşama hakkı, hatta inancına uygun hukuk sistemi seçme hakkı veren Adil Düzen’i Medeni insanlar olarak, kan dökmeden, barış yoluyla, elbirliği ile kurmak meselenin çözümünün ana unsurudur.

Adil Düzen kurulduğunda bütün ülke fertlerinin, insan hakları ve saadetleri teminat altına alınmış olacak, Ezen ve ezilen düzeni ortadan kalkacak Ülkedeki herkesin bu meyanda Müslümanların dini inançları ve inancına uygun yaşama hakları teessüs edecek. Böylece Müslümanların arasındaki şerefli kardeşlik ve içten gelen muhabbet bağı yeniden teessüs edecektir.

Ülkenin birliği kesinlikle teminat altına alındıktan sonra, ülke evlatları arasında ırk ayırımı yapılmadan muhabbet ve kardeşlik bağları teşkil edildikten sonra ve ülkede Adil Düzen kurulduktan sonra, herkesin dilediği dilde konuşması, dilediği dilde yayın yapması, eğitim yapması en tabii hakkıdır. Bu, ülkeye sadece kültür zenginliği getirir.” (7)

Erbakan ve And Meselesi

Rahmetli Erbakan Hoca, ilkokul ve ortaokullarda her sabah çocuklara yaptırılan andı, Türkiye’de izlenen materyalist ve ırkçı politikaların, problem meydana getiren, alt kimlik mensuplarını tahrik edip rencide eden bir uygulaması olarak görerek karşı çıkmıştır. Erbakan, 1994’de, Bingöl’de yaptığı konuşmada, And’ın muhtevasının bir kimlik ayrışmasına ve ülkenin insanlarının birbirine yabancılaşmasına sebebiyet verdiğini açık bir şekilde seslendirmiştir:

“Dedim ki, bu ülkenin evlatları asırlar boyu, mektebe başlarken besmeleyle başlar. Siz geldiniz, bu besmeleyi kaldırdınız. Ne koydunuz yerine Türküm doğruyum çalışkanım’. E sen bunu söyleyince, öbür taraftan da, Kürt kökenli bir Müslüman evladı, ya öyle mi, ben de Kürdüm, daha doğruyum, daha çalışkanım deme hakkını kazandı. Ve böylece, siz bu ülkenin insanlarını birbirine yabancılaştırdınız.” (8)Sonuç: 19 Yılı Niçin Kaybettik

Bu ülkede toplumsal yapı, ana hatları ile; 1- Müslümanlar, 2- Gayri Müslimler, 3- Seküler- Laik- Ateist olanlardan meydana gelmiştir. Üst kimlik inşası için bütün bu çeşitlilikleri koruyacak ortak payda/paydalar bulunmalıdır. Türkiye, Toplumun farklı kesimlerinin sorunlarını çözerek kaynaştıracak bir yol haritası ortaya koymak zorundadır. Bunun için 19 yıl önce 1993 yılında Erbakan’ın ortaya koyduğu yol haritasını, Türkiye göz önüne almak zorundadır.

Erbakan, çok kavimli, çok dinli, çok dilli ve çok hukuklu bir toplumsal yapıyı öngörmekte; çok kültürlülüğü zenginlik olarak kabul etmekte ve bunu, Türkiye’nin sorunlarını kalıcı bir şekilde çözebilmesi için bir çıkış yolu olarak ortaya koymaktadır.

Gelin bir 19 yıl daha kaybetmeyelim.

KAYNAKLAR

1- Müslim, Cenâiz 9, hadis no: 934

2- Ebu Davud, Edeb, 121, 5121. H. Münavi, a.g.e., 5, 386

3- Buharî, Cihad 15, Hums 10, İlm 35, Tevhid 28; Müslim, İmâret 149, (1904); Tirmizî, Fedâilu’l-Cihâd 16, (1646); Ebu Dâvud, Cihâd 26, (2517); Nesâî, Cihâd 21; İbnu Mace, Cihâd 13, (2783)

4- Hakim, Müstedrek, 4, 298)

5- Müslim, İmâret 53, (1848); Nesâî, Tahrim 28, (7, 123); İbnu Mâce, Fiten 7, (3948)

6- Kaya, İ., Aydın, H., Türkiye’de Anadilde Eğitim Sorunu: Zorluklar, Deneyimler ve İki Dilli Eğitim Modeli Önerileri, UKAM YAYINLARI, info@ukam.org, İstanbul Türkiye, Şubat 2013.

7- Erbakan, N., Refah Partisi 4. Büyük Kongresi Açış Konuşması, 1993.

8- Akın, K., Olay Adam Erbakan, Birey Yayıncılık, İstanbul, 2000, S:105-122

 

10 Ekim 2013 Perşembe

Demokratikleşme Paketi üzerine değerlendirme -1: Giriş

(Milli Gazete)

GİRİŞ

Uzun zamandır gündemde tutulan, gündemi meşgul eden ve kapsamı itibarıyla ülke için hayatı öneme haiz olduğu ifade edilen çözüm paketi / Demokratikleşme Paketi adlı çalışma, nihayet, Başbakanın 30 Eylül, 2013 tarihinde yaptığı bir basın toplantısıyla kamuoyu ile paylaşılmıştır. Çok merak edilen, muhtevası bilinmeden sürekli tartışma konusu yapılan bir paketin açıklanmasından sonra, üzerinde daha çok tartışmanın yapılacağı, memnun olanlarla olmayanların, tatmin olanlarla olmayanların, meseleyi değişik boyutları ile ele alıp değerlendireceği ve yorumlayacağı doğal bir süreç olarak değerlendirilmelidir. Bu tür çözüm arayışlarına, siyasi, şahsi, etnik ve mezhepsel menfaat açısından bakmak, ele alıp değerlendirmek yerine; ülkenin, milletin birlik beraberliği, dayanışması, bütünleşmesi, kardeşliğine ne etki yapacağı ve kültür medeniyetimizin temel değerleri ile uyumlu olup olmadığı ya da kültür ve medeniyetimize ne katıp katmadığı açılarından ele alınıp değerlendirilmelidir. Burada, bu açıdan Demokratikleşme Paketi ele alınıp genel bir değerlendirme yapılacaktır.

Demokratikleşme Paketinin Muhtevası

Demokratikleşme adlı paketi, taktım şekli ve kapsamı göz önüne alınarak, genel olarak, aşağıdaki başlıklar çerçevesinde ele alınıp değerlendirilebilir:

Başbakanın Psikolojisi ve kullandığı dil

Paketin amacı, hedeflediği istikamet, genel strateji içerisindeki yeri

Paketin dayanağı ve referansları

Değişim Olgusu

Özgürlükler

Devlet anlayışı

Siyaset ve Muhalefetin Durumu

Seçim Sistemi, Siyasi haklar

Etnik Sorunların Çözümünde Farklı dil, Lehçenin Eğitimde, Propaganda da kullanılması;

Bazı harflerin Kullanılmasına ilişkin Cezaların Kaldırılması

Köy, İlçe ve İl İsimlerinin değiştirilebilirliği imkânının getirilmesi

Roman vatandaşlarımız için Roman dil ve kültür enstitüsünün kurulması

Romanların yaşam şartlarının iyileştirilmesi için çalışmalar yapılması

Nefret Suçlarına İlişkin Cezalar

Ayırımcılık Suçlarına İlişkin Cezalar

İnançlara ve Yaşam Tarzına Saygısızlık Suçlarına İlişkin Cezalar

Toplantı ve yürüyüşle ilgili yasal düzenleme

Kişisel verilerin Korunmasına ilişkin yasal düzenleme

Yardım Toplamaya ilişkin kısıtlamaların kaldırılması

Nevşehir Üniversitesinin İsminin Hacı Bektaşi Veli Üniversitesi Olarak Değiştirilmesi

Kılık kıyafet yönetmeliğinde değişiklik yapılarak Kamu Kurumlarında Başörtülülerin Çalışmasına imkân verilmesi

İlkokullardaki Andın Kaldırılması

Mor Gabrıel Manastırı na ait arazinin manastır vakfına iade edilmesi

Basın açıklamasında Bugün açıklayacağımız demokratikleşme paketi, bir İLK değildir, bir SON da olmayacaktır şeklindeki ifade göz önüne alındığında Demokratikleşme Paketi nin , bir sürecin parçası olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle de her derde dava olarak görülmemelidir. Nitekim Başbakanın, Açıklayacağımız paket, elbette Türkiye yi bütün prangalarından kurtaracak, bütün tortuları temizleyecek bir paket değildir; ancak, bu istikamette, bu hedef doğrultusunda çok önemli bir aşamadır, nihai hedefe ulaşmak için de çok önemli bir eşik noktası olacaktır. demesi bundan dolayıdır. Daha ileri adımların atılabilmesi için doğal olarak ortamın hazırlanması, toplumun buna hazır hale gelmesi, bürokratik direnç noktalarının kırılması gerekmektedir. Başbakanın basın toplantısında dikkat çektiği noktalardan biri de burasıdır:

Türkiye değiştikçe, şartlar iyileştikçe ve olgunlaştıkça, dirençler ortadan kalktıkça; siyaset, bir hak arama yöntemi olarak, bir sorun çözme yöntemi olarak daha fazla güç kazandıkça, yeni reformlar, yeni hak ve özgürlükler Türkiye gündeminde kaçınılmaz olarak yerini alacaktır. Milletim de, sizler de takdir edersiniz ki, Türkiye nin demokrasi ve özgürlük ihtiyaçlarına, bir kerede ve bütün zamanlar için cevap verecek bir paket talebi, makul ve rasyonel bir beklenti olamaz. Böyle bir beklentinin, siyasetin ve toplumun tabiatıyla çelişeceği açıktır. Bu ifadelere göre Paket, genel bir stratejinin ve sürecin bir parçası olduğuna göre, paketin oturtulduğu felsefi yapı ve referansları göz önüne alınmalıdır. Bize göre Demokratikleşme Paketi nin en kritik noktası da burasıdır. 

Pakette yapılan bazı değişiklikler, teknik boyutlu olup zihinsel bir değişim meydana getirmez iken; bazı değişikler de, felsefi boyutlu olup zihniyet değişimi sağlarlar. Pakette referans alınan AB müktesebatı, zihinsel değişimde en etkili olacak unsurlardan biridir. Başbakan konuşmasında bu konuya özel vurgu yapmakta olduğu için daha da önemlidir: Hatırlarsanız 2002 sonunda Avrupa Birliği turlarına çıkarken en çok vurgu yaptığımız konu, demokratikleşmenin bir zihniyet değişimini gerektirdiğiydi. Bu zihniyet değişimini hep birlikte başardığımız ölçüde daha ileri hedeflere ulaşabiliriz. Ayrıca açıklanan Demokratikleşme Paketinde referanslar arasında uluslararası sözleşmeler ile AB müktesebatı da zikredilmektedir: Seçim beyannamelerimiz, Hükümet programlarımız, kongrelerimizde açıkladığımız yol haritalarımız, bizim referansımızdır. 

Evrensel hak ve özgürlükler, altına imza attığımız uluslararası anlaşma ve şartlar bizim referansımızdır. Katılım müzakerelerini başlattığımız, aday ülke olduğumuz Avrupa Birliği Müktesebatı bizim referansımızdır. Başbakan ın Bu paket, bir istikamet çizmektedir, bir kapı aralamaktadır. ifadesi ile Türkiye ye Batı kültür medeniyeti eksenli bir istikamet gösterilmekte ve Türkiye nin Mustafa Kemal le başlayan Batılılaşma sürecine devam etmesi istenmektedir. Nitekim konuşmasının bir yerinde kullanılan; Bu paket bir İLK değildir Zira, Cumhuriyetimizin banisi Atatürk ün devrim niteliğindeki adımları Türkiye yi her yönden ileri standartlara ulaştırmayı, muasır medeniyetler seviyesinin üzerine çıkarmayı hedeflemiştir. ifadeleri, Demokratikleşme Paketi nin böyle bir eksen ve istikamet üzerine oturtulmaya çalışıldığını göstermektedir. Bu noktanın çok önemli olduğunu ve bunun mutlaka tartışılması gerektiğinin belirtmek istiyoruz. Süreç, bu açıdan iyi takip edilmelidir. 

Ayrıca pakette yer alan, Nefret , Ayrımcılık , İnanç , Yaşam Tarzı gibi kavramlar, son derece muğlak kavramlardır. Bunlar, gelecekte polis, savcı ve hâkimlerin elinde herkesi kesecek, budayacak bir silaha dönüştürülebilir. Paketin içerdiği konular tartışma konusu yapılırken bu boyutların da ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir. Mesele, geçmişte yapıldığı gibi sadece bir dil ve başörtüsü meselesine indirgenirse, gelecekte ödenecek bedel çok ağır olacaktır. Medya üzerinden daha şimdiden böyle bir psikolojik harekât yürütülmeye başlanmıştır. Dikkatli olunmalıdır. Geçmişte, TCK daki 141, 142 ve 163. Maddeler, fikir ve düşünce suçlarına ilişkin kanun maddeleri idi, kaldırıldılar. Ama 312 aynı fonksiyonu icra etti. O da kaldırıldı, 301 geldi. Ne 301 ne de 312 den kimsenin haberi yoktu. Ama bir gün insanlar, bu maddelerle mahkemelerde yüzleşmeye ve mahkum olmaya başladılar. Demokratikleşme Paketi ile yapılması öngörülen yasal düzenlemelere, bu açıdan bakılmalı ve daha yakından takip edilmelidir. 

Yoksa sadece dil ve başörtüsüne odaklanıp başka şeyleri görmemenin, onlarla ilgilenmemenin bedeli, gelecekte çok ağır olabilir. Söylemek istediğim bu yasal düzenlemeler yapılırken siyasetin bu ayrıntıyı gördüğü ve bunu bilerek, kastı olarak yaptığı değildir; tam tersine birçok kez farkında bile olamamaktadırlar. Birçok şeyin farkına sonradan varmaktadırlar. Çete yasasını çıkaran Başbakan Mesut Yılmaz ın, çete yasası kapsamında yargılandığı unutulmamalıdır. Devlet Güvenlik Mahkemelerini kaldırıp olağanüstü mahkemeler kurduran bir başbakanın, bu mahkemeler aracılığıyla MİT müsteşarı üzerinden sorgulanabilme mevkiine düşürülmesi operasyonuna bu gözle bir kez daha bakılmalıdır. Demokratikleşme Paketi bir başlangıç olarak belli konularda önemli ve bir ileri aşama olarak kabul edilmelidir. Yapılmak istenenlerin istenen sonucu vermesi, ülkeyi daha iyiye ve güzele götürebilmesi, yanlış mecralara kaymaması, muhtemel ortaya çıkabilecek sıkıntıların üzerinde iyi düşünülüp iyi tartışılması ve bunun için de, iyi bir dil kullanılması tarihi bir sorumluluktur.

Başbakanın Kullandığı Dil

Başbakan Erdoğan, Demokratikleşme Paketi ni basın toplantısında açıklarken, paketin muhtevası kısmına gelinceye kadarki konuşmasında, başta siyasi partiler olmak üzere birçok kurum ve kuruluşu, sivil toplum örgütlerini kendi yanına alacak yerde, karşı saflarda konumlandırıp ağır eleştirmiştir. Özellikle muhalefet partilerinin muhtemelen söyleyebilecekleri şeyleri tahmin edip seslendirerek, muhalefete yüklenmesi uygun bir taktik olmamıştır: Çözüm, demokrasi, hak ve özgürlükler, barış kavramlarını dillerinden düşürmeyen parti ve siyasetçilerin, 11 yıl boyunca bu kavramlar karşısında, değişim karşısında nasıl bir direnç oluşturduklarını milletim gördü, yaşadı ve bugün de görüyor, yaşıyor. 

Çözümsüzlüğün bir siyaset tarzına dönüştüğü; siyasetin, çözüm değil, çözümsüzlük arayışı içinde üretildiği bir siyasi ortamda, reform yapmak son derece zordur. Sadece siyaset, sadece muhalefet değil; Anayasadan yasalara, bürokrasiden sivil topluma, medyadan iş dünyasına, devletin koridorlarına sirayet etmiş çetelerden, uluslararası tertiplere kadar, çok geniş bir yelpazede karşımıza çıkan çok büyük dirençlere rağmen, biz cesaretle reform süreçlerine sahip çıktık. Muhalefet, artık dilini, üslubunu, en önemlisi de siyaset yapma tarzını değiştirmek, millete ayak uydurmak, büyüyen Türkiye vizyonuna göre hareket etmek zorundadır. Bunun yanlış bir taktik olduğu kanaatindeyiz. Eğer amaç, bu paketin toplumsal mutabakat sağlanarak hayata geçirilmesi ise paketin açıklanması aşamasında, bu ifadeler kullanılmamalıydı. Ne söyleyecekleri belli olmadan, tahminle onlar adına konuşup eleştirmek, iyi bir tarz olmamıştır. Tam tersine destek isteyen, katılım isteyen ve birlikte hareketi öngören, tatlı, derleyici, toparlayıcı ve güzel bir dil kullanılmalıydı. Bir birleşik cephe hareketi geliştirilmeliydi. 

Paket açıklandıktan sonra değişik kesimlerin yaptığı eleştiriler ve dil göz önüne alınarak cevaplama aşamasında, bu hüküm cümleleri daha da yumuşatılarak kullanılmalıydı. Bu açıdan kullanılan dilde zamanlama, yanlış yapılmıştır. Bundan sonraki süreçlerde Başbakanın bu konuya dikkat etmesinde fayda vardır.

Sonuç: Yanlış Teşhis: Sorunun Ana Kaynağı Anayasa Değil Sistemin Dayandığı Temel Felsefedir

Türkiye de yanlış bir algı ve yanlış bir yaklaşım vardır. Sorunlarımızın ana kaynaklarına, birinci derecede sebeplerine inip onu tartışacak yerde; tali ikinci derecede sebeplerle uğraşarak zaman harcıyor ve gerekli çözümleri de üretemiyoruz. Toplumsal çözülme ve çürümeyi durduramıyoruz. Sorunun ana kaynağı olan bir zihniyet ve düşüncede, sorunun çözümünü arıyoruz. Başbakanın aşağıda ki ifadeleri bu açıdan değerlendirilmelidir. Pakette yer alan sorunlar, çoğunluğu son 30 yılın olmak üzere, Cumhuriyet tarihimiz boyunca varolan ve sürekli konuşulan sorunlardır. Her bir sorun alanıyla ilgili olarak, tüm tartışmalar, görüş, öneri, tavsiyeler dikkate alınmış, çözümler ona göre şekillenmiştir. Gönül isterdi ki, bütün bu sorunların kaynağı olan Anayasa yeniden yapılabilse ve sorunlar kökten çözüme kavuşabilseydi. 

Eğer bugün yaşadığımız sorunların kökeni, Cumhuriyetin başlangıcına kadar uzanıyor, dayanıyor ise ve başlangıçtan bu yana bu sorunlar, büyüyerek geliyorsa; sorun, yapılan anayasalarda mı yoksa o anayasaların dayandığı zihniyet, felsefe ve değerlerde mi Türkiye deki mevcut sistem ve devlet yapısı, Rahmetli Erbakan ın tabiriyle, Lozan da Hayım Nahum Doktrinine göre Batı kültür ve medeniyeti değerleri üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla Türkiye deki bütün kurum ve kuruluşlar, bütün iktisadi, siyasi, askeri, kültürel, hukuki yapılar, eğitim öğretim buna göre yapılandırılmış ve şekillendirilmiştir. Sorunlarımızın temelinde, sistemin dayandığı Batı kültür ve medeniyeti değerleri ile milletin kabul edip, içselleştirip, hayata geçirmek istediği İslam kültür ve medeniyet değerlerinin çatışması yatmaktadır. Bu sorun, milletin değerleri istikametinde çözülmeden Türkiye nin sorunlarının çözülmesi mümkün değildir.

3 Ekim 2013 Perşembe

Mısır büyük İslam devrimini bekleyen tehlikeler - 4

 (Milli Gazete)

Giriş

Geçen üç yazıda Mısır İslam devrimini bekleyen tehlikelerin bir kısmı ele alınıp incelendi. Burada, Şer ittifakının Müslüman Kardeşler hareketinin içine dönük yürüteceği psikolojik harekâtın neden olabileceği bir tehlike olarak Yeniden Gözden Geçirme Ve Anlamlandırma İle Tahrif Etme ( Revizyonizm ) ele alınıp incelenecektir.

Yeniden Gözden Geçirme Ve Anlamlandırma İle Tahrif Etme (Revizyonizm)

Revizyonizm, genel olarak, bir düşünce sisteminin temel varsayımlarından, temel ilkelerinden, genel bakış açılarından bir kısmının değiştirilmesinin ve düzeltilmesinin istenmesi, bir kısım kavramların kendi değer sistemi içindeki anlamlarının çarpıtılması, başka anlamlar yükletilmesi, anlam alanlarının kısıtlanması ve var olan gerçeklerin üstünün örtülmesidir. Hayatın bütününe ilişkin bir tanzimden vazgeçilmesidir. Bir düşünce sisteminin, bir felsefenin, bir dinin veya bir ideolojinin, hayatın tümüne ilişkin öngördüğü modelin temel varsayımlarından bir kısmının, tarihin belli bir dönemi için geçerli olduğunun iddia edilmesidir. Yukarıdaki tanımlamadan revizyonizmin, ana hatları ile beş farklı tezahür şeklinin olduğunu söyleyebiliriz:

1- Bir kısım değerlerin atılması, ret edilmesi ile değerler Sisteminin parçalanması.

2- Var olan değerlere, bu değerlerle uyuşmayan başka düşünce sisteminin değerlerinin eklemlenmesi.

3- Değerler sistemini bozacak tarzda anahtar kavramların anlamlarının çarpıtılması

4- Değerler sistemini bozacak tarzda anahtar kavramların anlam sahalarının daraltılması.

5- Bazı değerlerin gizlenmesi ile sistemin bütünlüğünün bozulması.

Revizyonist Harekette Üç Grup İnsan Unsuru

Revizyonist hareketlerin içinde genelde üç grup insan unsuru bulunur. Bunları aşağıdaki gibi sınıflandırabiliriz:

1. Grup: Bunlar, o düşüncenin samimi müntesipleri olup sorunlara çözüm ararken yanlış istikamete sapanlardır.

2. Grup: Bunlar, o düşüncenin samimi müntesibi olmayıp ve fakat o düşünce sistemi içinde gözüken ve her durumdan menfaat elde etmek isteyenlerdir.

3. Grup: Bunlar, o düşüncenin açık aleni düşmanlarıdır.

Bir düşüncenin düşmanları (3. Grup), ilgili düşünceyi yıkmak için belli bir strateji içerisinde uzun vadeli bir çalışma içerisinde bulunurlar. Psikolojik savaş uzmanları, istihbaratçılar, bilim adamları, din adamları ve propagandistler ile birlikte çalışırlar. Geniş bir ilişki ağları vardır. Diğer iki grupla daima temas imkânlarını ararlar. Bunlar, tehlikeli gördükleri düşünce akımını etkisiz hale getirebilmek için kafa karışıklığı oluşturup halkın güveninin yıkılmasını sağlamak isterler. Aynı zamanda, ilgili düşünce sisteminin mensupları arasında sürekli teorik tartışma çıkartarak ihtilafları körüklemeye çalışırlar. Hedef alınan düşünce sisteminin mensuplarını başarısızlığa uğratarak veya onlara aşırı baskı ve şiddet uygulayarak veya son derece makul, kabul edilebilir teklifler yaparak etrafa şüphe yaymak, her zaman kullandıkları usullerdir. Kur ân-ı Kerîm, mücadele ortamının böyle bir kaoslu döneminde Hz. Muhammed in (sas) psikolojisini tasvir ederken; samimi insanların farkına varmadan sapabileceğine dikkat çekmektedir (17 İsra 73-75). 

Burada, sıradan bir insanın saptırılabilmesi tehlikesi söz konusu edilmiyor; söz konusu edilen, Allah ın denetimi ve desteği altında ki bir peygamberdir. Bu, nasıl sinsi ve tahripkâr bir tehlike ile karşı karşıya olduğumuz/olacağımızın bir ölçüsü olarak ele alınmalıdır. Buradaki hitabı, tüm Müslümanlar için genelleştirirsek, o taktirde samimi arayış içerisinde olan Müslümanların, revizyonist akımlar içerisinde farkına varmadan yer alabilmeleri ihtimalini daha rahat görür ve anlarız. Bunlar, bilerek, inanarak ve kasıtlı olarak değerleri terk ediyor değillerdir. Bunlar, bunalım dönemlerinde sorunlara çözüm ararken istikametini, farkına varmadan istemeyerek kaybedenlerdir. O nedenle bu gruptaki insanları, değerlerin bir kısmını bilinçli bir şekilde reddeden 2. gruptaki insanlarla bir tutmamak gerekir. Aksi takdirde büyük bir stratejik hata yapılmış olur.

2. Gruptakiler, söz konusu değerler sistemi (İslâm da iman edenler) kümesine mensup olmadıkları halde, o değerler sistemi (iman edenler) kümesi içerisinde gözükme gayretindedirler. Bunların en belirgin özelliği, Değerler Sisteminin (İslâm da Kitab ın) tamamına inanmamış olmaları, gerçekte değerler sistemine inananlara (iman edenlere) her türlü kötülüğü reva görmeleri ve devamlı tuzak kurmada rol almalarıdır (3 Ali İmran 118-120) Değerler sisteminin parçalanmasını isteyen 2. gruptaki insan unsuru, menfaat saiki ile hareket eden dünyevileşme hastalığına yakalanıp ahiret hayatını unutanlardır (2 Bakara 86). Bunlar, her türlü kötülüğü, iyilik maske veya makyajı altında sunarlar. Hz. Peygamber (sas) zamanında Mescid-i Dırar ı yaparak İslâm ı yok etmek isteyenlerin görünürdeki gerekçesi, `iyilik olsun diye olmuştu (9 Tevbe 107-108) 

Revizyonist hareketlerde, genelde, 3. grup insan unsuru ile 2. gruptakiler beraber çalışırlar. 3. gruptakilerin açığa çıkmaları uygun olmadığı için; 3. gruptakilerin çizdiği strateji ve politikalar, 2. gruptakiler aracılığıyla uygulanır. Bunlar, aynı zamanda doğal olarak istihbarat görevini de üstlenirler (5 Maide 41) Asıl tehlike, bu 2 grubun (2. ve 3. grup) varlığı veya çalışması değildir. Bu iki gruptan gelebilecek tehlike, doğal olarak beklenmesi gerekendir. Böyle bir saldırı ve tahrip hareketinin beklenmemiş olması yanlıştır. 

Asıl tehlike, 2. ve 3. grupta olanların 1. gruptakilerle bağlantı kurarak birlikte çalışmalarıdır. 1. gruptakilerin böyle bir işbirliğinin farkına varmamış olmaları, meydana gelebilecek tahribatı engellemez. Revizyonist akımlara karşı verilecek mücadelede, bu 3 grup insan unsurunun varlığı göz önüne alınmalı ve bunlar arsındaki işbirliğini engelleyecek politikalar geliştirilmelidir. Diğer taraftan revizyonist hareketlerin öncülerinin, sıradan insanlar olmadıklarına dikkat edilmelidir. Bunlar; genel olarak aydınlar, din adamları ve bilim adamları içinden çıkarlar. Takipçileri halktan her kesim olabilir. Kur ân-ı Kerim, geçmişte Ehli Kitap alimlerinin ve din adamlarının toplumu saptırmada oynadıkları role dikkat çekerek Müslümanları uyarmaktadır (9 Tevbe 31). Hz. Peygamber; alimlerin ve din adamlarının, helâlle haramı karıştırarak halkı saptırdıklarını belirterek bu ayeti açıklamıştır (1). 28 Şubat postmodern darbe sürecinde, İslâm la ilgili pek çok konuda kafa karışıklığı yapanlar, bazı din adamları ile alimler değil miydi

Değerler Sistemini Parçalayarak Tahrif Etmek

İbni Haldun a göre, mağluplar kendi değer sisteminden şüphe edip galipleri hem davranış, hem de düşünce olarak taklit ederler (2). Değerler sisteminden şüphe, o sistemin toptan inkâr edilip ret edilmesi ya da bazı değerlerin atılarak yerlerine başka değer sistemlerinden yeni değerler eklenmesi sonucunu doğurabilir. Revizyonist hareketler, ikinci seçenekle ilgilidir. Çünkü geniş kitlelere mal olmuş felsefi ve dini düşüncelerin toptan reddedilmesi, o kadar kolay bir hadise değildir. O nedenle var olan değer sisteminin bir kısmının değiştirilmesini teklif etmek daha kolay ve uygundur. Değer sistemleri üzerinde bu yolla sürekli tahribat yapılmak istenmiş ve buna uygun bir psikolojik harekât yürütülmüştür (3, 4). Böyle bir psikolojik savaşın hedefi; Müslümanları baskı altına alıp iradelerini çözerek, bunaltarak kendi değerlerinin en azından bir kısmına karşı güvensizlik oluşturup terk edilmesini sağlamaktır. Kur ân, böyle bir psikolojik ruh halinin oluşabileceğine dikkat çekmektedir. (11 Hud 12). Bu ayette `göğsü daralıp değerlerin bir kısmını terkedebileceği söylenen şahıs , bir peygamberdir. Beşer, psikolojik baskı altında böyle bir düşünceye kapılabilmektedir. Tehlike, vahyedilenlerin tümünün terk edilmesi değil, bir kısmının terk edilebilmesidir (5 Maide 49, Ali İmran 118-120, Bakara 85-86 ve Hicr 90-95 ). Revizyonist hareketler, değerlerin bir kısmını hedef aldığı için sinsidir, çok tehlikeli ve tahripkârdır.

Melezleşme: Değerler Sisteminin Harmanlanması Ya Da Hakla Batılın Karıştırılması İle Tahrif

Revizyonist hareketler, reddettikleri, attıkları değerlerin yerine bir başka düşünce sisteminin değerlerini -genelde revizyonist harekette yer alan 3. grubun öngördüğü değerleri- yerleştirmeye çalışırlar. Böylelikle kendi içinde tutarlı olmayan melez bir değerler sistemi ortaya çıkar. İslâmî açıdan bakıldığında, hakla batıl birbirine karıştırılarak değerlerin tahrif edilmesidir. Melez değerler sistemi oluşturma, farklı düşünce sistemlerini birbirine yakınlaştırıp çatışmayı, hâkim güçlerin lehine sonlandırmak için başvurulan yollardan biri olarak da kullanılmaktadır. Bazen buna, `yakınlaştırma yaklaşımı , `uzlaştırma hareketi de denmektedir.

Eklemleme Yaparak tahrif Etme

Melez değer sistemi inşa etmenin bir yolu, bir düşünce sisteminde var olan değerlere; o değerler sisteminin bütünlüğü ile uyuşmayan, bazı yabancı değerlerin ilavesi edilmesidir. İslâm tarihinde Garanik Hadisesi diye anılan olay, var olan değerlere, var olanı çarpıtacak şekilde yeni bir eklemleme yaparak İslâm ı yozlaştırma ve uzlaştırma girişimidir (5). Burada eklemleme yaparak, ayetin anlam sahasını değiştirmek istemişlerdir. Eğer Müslümanlar, bu teklifi kabul etmiş olsaydı, aralarındaki kavga bitmiş olacaktı. Bu olayın devamında gelen ayetler (Necm 21-23), böyle bir eklemlemeye, bu yolla bir uzlaşmaya şiddetle karşı çıkmış ve yol göstermenin Allah a ait olduğunu açık bir şekilde beyan etmiştir. Revizyonist hareketler, Kur ân-ı Kerim i istismara ve tahrife kalkmışlardır (3 Al-i İmran 78).

Kelimelerin Anlamlarını Çarpıtmak Suretiyle Tahrif Etme

İslâm ın değerleri ve dinamizmi karşısında tutunamayanlar, İslâm ı bulandırarak tasfiye etmek için kelimeler üzerinde oynarlar. Onları anlamlarını çarpıtmak için onları bulundukları anlam ağından, semantik alandan koparmak isterler (5 Maide 13, 41)

Gerçeklerin Üzerini Örterek Tahrif Etme

Bazı durumlarda Kitapta var olan bazı değerleri, eklemleme yaparak veya anlam sahalarını kısıtlayarak çarpıtmak mümkün olamayabilir. Bu durumda revizyonistler, kendi savundukları fikirlere karşı olan bu değerlerin gündeme gelmemesi için gayret sarf ederler. Onlar için bunların üzerlerinin örtülmesi, tartışılmasından daha yararlı olabilir (2 Bakara 174). Ayet, gizleme işleminin bir menfaat karşılığı yapıldığına dikkat çekmektedir. İslâm tarihinde Mekke Şehir Meclisinin temsilcisi Utbe nin Hz. Peygambere `susma karşılığında para, kadın, hükümet başkanlığını teklif etmesi konumuzla ilgili çok ilginç bir örnektir (6). Böyle bir teklifin peygambere yapılabilmesi üzerinde dikkatlice ve önemle durulması gerekir. Yapılan teklifin anlamı şudur: Davanı bırak, bizim rahatımızı kaçırma; bunun karşılığında ne istiyorsan senin olsun. Öyle ki geç başımıza bizi, bizim değerlerimizle yönet. Sen evinde, mabedinde ve vicdanında nasıl inanırsan inan ve yaşa. Ama halkın önünde, kamusal alanda bizim değerlerimizi kullan, seninkileri örtbas et. Bugün de aynı yöntemin uygulanmaya çalışıldığını görmekteyiz. Siyasî mücadele içinde ılımlı İslâm, modern İslâm, liberal İslâm, muhafazakâr demokrasi vb. gibi terminolojinin kullanılması ile verilmek istenen mesaj, Utbe nin yaptığı teklifin kapsamı ile aynıdır. Müslümanlara, `önce sapın, sonra gelin uzlaşalım denmektedirler (68 Kalem 9, 17 İsra 73)

Sonuç: Müslüman Kardeşler Hareketi Revizyonizme Karşı Mücadele Etmelidir

Şeytanî ittifak, Mısır da başlatılan büyük yürüyüşü engellemek, kendilerine karşı başlatılan direniş hareketini kırmak için Müslüman Kardeşler hareketi zemininde Revizyonist politikaları savunabilecek grup/gruplar ortaya çıkarmak isteyecektir. Mısır da darbe yönetimi, Müslüman Kardeşler hareketine mensup İnsanların mal varlıklarına el koyması, teşkilat mensuplarını tutuklaması, Müslüman Kardeşler hareketi içinde revizyonist ve oportünist insan unsurunu ortaya çıkarmak ve kuvvetlendirmek amaçlı olabilir. Oportünist ve revizyonistler, asıl düşmandan daha tehlikeli ve tahripkârdırlar; bu gerçek, unutulmamalıdır. O nedenle Mısırdaki büyük İslam devrimi yürüyüşünü sekteye uğratacak, engelleyecek her türlü saptırıcı hareket ve davranışlara karşı çıkılmalıdır. Revizyonist hareketlere karşı verilecek mücadelede yapılması gerekenler, Kur ân-ı Kerim in konuya ilişkin ayetlerinin öncesi ve sonrasında açıkça belirtilmektedir. Alınması gereken tedbirler aşağıdaki gibi özetlenebilir:

1- Saptırma hareketleri baskın güçlerin güdümünde ve korumasındadır. Revizyonistlere ve oportünistlere karşı verilecek mücadele, zumla, işgal ve sömürgeciliğe karşı verilecek olan genel mücadelenin bir parçası olmalı ve mücadele birbiri ile koordineli olarak yürütülmelidir.

2- Saptırma hareketleri, psikolojik savaş zemininde oluşur; o nedenle psikolojik savunma, karşı psikolojik saldırı birlikte yürütülmelidir.

3- Sapma hareketleri içerisindeki üç grup insan unsuru arasındaki ittifakın bozulması için çalışılmalıdır ve 1. gruptakiler ikna yolu ile kazanılmalıdır.

4- 1. grupta yer alan insanlarımızın; emin olmadıkları, yarın değiştirebilecekleri düşüncelerini yazıya döküp tartışmaya açmamaları kendilerinden istenmelidir. Belli bir aydın, düşünür, alim veya din adamı grubu arasında yapılması gereken tartışmaların, henüz olgunlaşmadan kamuoyu önünde tartışıldığında; halkın fikri dünyasını kolayca tahrip edebileceği ve fakat tamirinin çok uzun bir süre alacağı göz önünde tutulmalıdır.

5- Sapma hareketleri içerisinde yer alanlar deşifre edilmeli, veli, dost, sırdaş olarak kabul edilmemelidir; onlara güvenilmemelidir.

6- Ümmetin sorunlarını çözmek için grup çalışmaları yapılmalı, teorik bir alt yapı oluşturulmalıdır. Bu zeminde ki çalışmalar kesin sonuca kavuşturulmadan ve uzlaşma sağlanmadan kamuoyu önünde tartışılmamalıdır.

7- Bu ölümlü dünyadan bir gün göç edeceğimiz ve burada yaptıklarımızdan hesaba çekileceğimiz asla unutulmamalıdır.

8- Allah ı unutan ve bu yüzden Allah ın da onlara nefislerini (kendileri) unutturduğu kimseler gibi (59 Haşr 19) olunmamalıdır.

9- Hakkı batılın yerine geçirmeyin ve sizce de bilinirken hakkı gizlemeyin. (2 Bakara 42, 3 Ali İmran 71) emri her zaman hatırlanmalıdır.

10- Şu halde, sen bundan dolayı davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru bir istikamet tuttur. Onların hevâlarına uyma... (42 Şura 15) âyetinde ifadesini bulan görevi yerine getirmek için toplam enerji harekete geçirilmelidir.

11- Unutmayalım: `Biz yolumuzu dosdoğru tutarsak yoldan sapan bize zarar veremez. (5 Maide 105)    

Kaynaklar

1-Kandehlevi. M.Y., Hadislerle Hz. Peygamber ve Ashabının Yaşadığı Müslümanlık, Kalem yayınevi, İstanbul c. 1, s. 288, (1979)

2- Haldun. İ, Mukaddime, MEB. Ankara, c-I, s. 374

3- Vatandaş, C., Resmi İdeoloji ve İslâm ın Yeniden Tanımı Umran, sayı 37, 1997 s. 21-27.

4- Süleyman Demirel in ATV-Siyaset Meydanı, Kanal D-Durum programlarındaki konuşması, Umran 1997/37,

5- Berki, A.H., Keskioğlu, O., Hz.Muhammed ve Hayatı, Ankara, 1974, s. 96.

6- Hamidullah, M., İslâm Peygamberi, s.81.

 

ŞER İTTİFAKI ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI İÇİN İKİ ANA EKSEN OLUŞTURMAYA ÇALIŞMAKTADIR

(Umran Dergisi)   Şer İttifakı (Siyonizm-ABD-İngiltere-İsrail, AB) 21. yüzyılı “dijital dönüşüm” yüzyılı olarak öngörmekte, bu nedenle “büyü...