(Milli Gazete)
Göz o ki dağın arkasını göre, akıl o ki
başına geleceği bile...
Türkiye de, ABD/+Küresel Sermaye-İsrail+İngiltere/+AB/Vatikan (Şer Ekseni), 3. Nesil Kadife Darbe sürecini Taksim hadiseleri ile birlikte başlatmıştır. Kadife darbe süreci, hazırlık dönemini de işin içine kattığımızda, ülkeden ülkeye değişmekle beraber, yaklaşık 3-5 yıl gibi zaman dilimini kapsamaktadır. Kadife darbenin beyin takımı, Soros ekibi olarak bilinmektedir. Birinci nesil kadife darbelerden sonra, Sırbistan üs olarak kullanılmakta, hedef ülkelerden getirilen gençler, Sırbistan da özel eğitime tabi tutulup ülkelerine gönderilmektedir. Ülkelerine giden gençler, dikkat çekmeyen gölge eylemler yapıp tecrübe kazanmakta sonra da, uyuyan hücreler olarak yeri ve zamanı gelinceye kadar uykuya yatmaktadır. Unutulmaması gereken en temel nokta, uzun soluklu bir süreç olduğudur.
Kadife darbelerin dayandığı ana felsefe Diktatörlerin şiddet kullanılmadan sivil itaatsizlik , sokak eylemleri ile yıkılması, devrilmesidir. Birinci nesil Kadife darbeler, sağlıklı seçim sisteminin olmadığı, ya da öyle olduğunun iddia edilip kamuoyu oluşturulduğu, seçimlere hile karıştırıldığı kanaatinin yoğun olduğu ülkelerde başarılı olmuştur. İkinci nesil Kadife darbeler Kuzey Afrika coğrafyasında, Tunus- Mısır hattında gerçekleştirilmiştir. Buradaki siyasi iktidarlar tam bir saltanat şeklinde olup seçimler göstermeliktir. Babadan oğla intikal ettirilecek şekilde sistem ve seçim ayarlanmaktadır. Yapılan seçimlerin bir anlamı da yoktur. Türkiye nin şartları kadife darbelerin yapıldığı ülkelerin şartlarına hiç uymamaktadır. Tüm siyasi partiler, sandığa gitmekte ve sandık sonuçlarına uygun bir hükümet ortaya çıkmaktadır. Siyasi iktidarların hareket alanları, yasalarla belirlenmiş hatta ablukaya alınmıştır. Mevcut anayasaya göre Hükümetlerin hareket alanı %25 civarındadır. % 75 diğer kurum ve kuruluşlar tarafından kullanılmaktadır. Bütün bunlara rağmen Menderes, Demirel, Erbakan, Özal, diktatörlükle suçlanmıştır. 28 Şubat postmodern darbesinde ordu mensupları, siyası iktidarları yıpratacak eylemler yapabilmiş, onlara yargı mensupları destek vermiş, daha sonra da cuntacıların sivil kuvvetler diye tanımladıkları Beşli Çete (İşveren-İşçi Sendikaları Koalisyonu) devreye girmiştir. Erbakan gibi son derece mütevazı bir insan, tek başına iktidar olmamasına rağmen diktatörlükle suçlanmış, Hitlere benzetilmiştir. 28 Şubat Postamodern darbe sürecinde iki partisi (RP, FP) kapatılmıştır. AKP ye laiklik karşıtı hareketlerin odağı olmaktan dava açılmış ve cezalandırılmıştır. İktidar partilerinin dahi kapatılabildiği bir ülkenin başbakanları nasıl diktatör olabilmektedir Türkiye nin bunu sorgulaması gerekmektedir. Gençlerimizin Türkiye nin geçmiş tarihini öğrenmesi yararlı olacaktır.
27 Mayıs, 12 Mart, 28 Şubat darbeleri, Diktatör olarak ilan ettikleri Menderes, Demirel ve Erbakan hükümetlerini devirme amaçlı, ABD güdümlü darbelerdir. Her üç lider, işveren ve işci sendikalarının koalisyonu tarafından düşürülmüştür. Her üç lider, diktatör olmamış olmasına rağmen psikolojik hareket sonucu toplumun bir kesimine diktatör oldukları kabul ettirilmiştir. Bugün benzer oyun, 2000 yılındaki müttefikleri tarafından Erdoğan a oynanmaktadır. Kadife darbe olabilmesi için bir diktatörün varlığı şarttır. O nedenle Türkiye de bir diktatör imaji inşa edilmeye çalışılmaktadır. Burada bu konu ele alınacaktır.
Diktatör ve Kadife darbeler
Gene Sharp ın Şiddet İçermeyen Sivil İtaatsızlık teorisi, diktatorlükle yönetilen ülkelerde diktatörlüklerin şiddete başvurmadan, askeri darbe yapmadan, sokak eylemleri ile devrilmesine ilişkin bir teoridir. Teorik alt yapı, Sharp in Diktatörlükten Demokrasiye adlı eserinde ortaya konmaktadır. Şiddet içermeyen mücadele metodu, 1980 li yıllardan bu yana Estonya, Letonya, Litvanya, Polonya, Doğu Almanya, Çekoslovakya, Slovenya, Madagaskar, Mali, Bolivya, Filipinler, Nepal, Zambiya, Güney Kore, Şili, Arjantin, Haiti, Brezilya, Uruguay, Malavi, Tayland, Bulgaristan, Macaristan, Nijerya, Sırbistan, Ukranya Gürcistan, Kırgizistan, Kıbrıs, Tunus ve Mısırda uygulanmış ve teori sürekli geliştirilmiştir. (1) Bu mücadele metodunun nirengi noktası, diktatörün varlığı ve diktatöre karşı verilecek mücadelenin şiddet içermemesidir. Mücadelenin etkin olabilmesi için kamuoyu, halk, iş başındakı liderin ve yönetimin diktator olduğuna inanması veya inandırılması gerekmektedir. İnsanlar, genel olarak diktatörlerden ve diktatörlüklerden nefret ederler fakat bu duygularını çevresi ile paylaşmaktan korkarlar. Sharp a göre bütün mesele, bu korkuyu yıkmak ve halka güven vermektir: İnsanlar genellikle diktatörlüğe karşı nefretlerini ve özgürlüğe olan açlıklarını aileleriyle ve arkadaşlarıyla bile paylaşmaktan korkar. Toplum, genellikle ciddi bir halk direnişini düşünmekten çok korkar. Geçmişte, bazı insanlar direniş girişiminde bulunmuş olabilir. Kısa ömürlü geniş protestolar ve gösteriler gerçekleşmiş olabilir Söz konusu geçmiş direniş hareketleri ne kadar soylu olursa olsun, yine de insanların korkularının ve itaat etme alışkanlıklarının üstesinden gelmeye yetmemiş, diktatörlüğü yıkmak için gerekli ön koşulu sağlayamamıştır. (1)
Bu acizlik psikolojisinden dolayı halk, diktatörlüklerin yıkılmasının ancak yabancı güçlerin yardım ve destekleri ile mümkün olabileceğine inanır: Acımasız bir diktatörlükten muzdarip veya bu diktatörlüğün pençesinden kurtulmak için sürgüne gitmiş çoğu insan, baskı gören kesimin kendilerini özgür kılabileceği düşüncesine inanmamaktadır. Kendi halklarının, sadece başkalarının eylemleri yoluyla kurtarılabileceğini düşünürler. Bu insanlar, dış güçlere umut bağlarlar. Sadece uluslar arası yardımın diktatörleri alaşağı etmek için yeterince güçlü olabileceğine inanırlar.(1) Çok ilginç bir rastlantı, 2003 yılında AK Parti yönetimi statukoyu, derin devlet çarkını yıkmak için bu psikoloji ile hareket edip içerdeki zalimlerin zülmünden, zalimlerin efendisi olan AB ye sığınmıştır. AB uyum yasaları çerçevesinde AB nin tüm hukuk sistemi alınmış ve alınmaya devam edilmektedir. Gene çok gariptirki üç dönem şeffaf seçimlerle iktidar olmuş bir AKP yönetimi, Taksim olayları nedeniyle hem iç hem de dış müttefikleri tarafından tüm dünyaya diktatör olarak taktim edilmektedir. Şiddete dayanmayan mücadele anlayışına göre dış destek önemlidir. Dış desteğin istenen sonucu verebilmesi için diktatörün karşısına dikilebilecek bir iç kitleye, güce ve güçlü bir direnişe ihtiyaç vardır: Güçlü bir iç direniş hareketini desteklediklerinde ise uluslararası baskılar çok faydalı olabilir, Örneğin, o zaman, uluslararası ekonomik boykotlar, ambargolar, diplomatik ilişkilerin askıya alınması, uluslararası kuruluşlardan dışlanma, Birleşmiş Milletler organları tarafından kınama ve benzeri eylemler büyük ölçüde yardımcı olabilir. Ancak, güçlü bir iç direniş hareketinin yokluğunda, başkaları tarafından bu tür eylemlerin gerçekleştirilme ihtimali de zayıf. (1)
Patronların Taksim olaylarına açık destek vermiş olması, korkmayın biz sizin arkanızdayız, biz bütün servetimizi riske ederek buraya geldiğimize göre iktidarın işi bitmiş demektir mesajini vermeye dönüktür. Ardından gelen dış güçlerin destekleri, bu duyguyu pekiştirmek, eylemlere katılan güçlere moral vererek stratejik planın diğer safhalarına geçmelerini sağlamak içindir. Sharp a göre Diktatörlükler genellikle ilgili ülkenin iç güç dağılımından dolayı meydana gelmektedir. Bir tarafta azınlık olan zenginler diğer tarafta çoğunluk olan fakirler vardır: Nüfus ve toplum diktatörlük için ciddi problemler yaratmak için fazlasıyla zayıftır; zenginlik ve güç çok az kişi arasında dağılmıştır. Diktatörlükler uluslararası eylemlerden yararlanabilse ya da bir miktar zayıflasa bile, devam etmeleri öncelikle iç etkenlere bağlıdır. (1) Ne garip bir tecellidir ki, AKP zamanında servetlerini, 5 ile 10 kat artırmış olan Küresel sermayenin iç temsilcileri, İstanbul dukalığı , Boğazın Baronları Taksim de boy gösteriyorlar, yabancı istaihbaratçılara otelllerini açıyorlar ve Erdoğan ı diktatör olarak ilan ediyorlar.
AKP iktidarı zamanında servetlerine servet katan bu zümre, daha düne kadar AKP yi alkışlayıp durmuştur. Umulurki AKP yöneticileri, bu olaydan gerekli dersleri alırlar. Sermayeyi, sömürüyü protesto edenlerin, Türkiye nin kanını yıllarca emmiş olanlarla saf tutması, üzerinde asıl düşünülmesi gereken önemli diğer bir konudur. Şiddet içermeyen mücadele yaklaşımının en dikkat çekici noktalarından biri, diktatörü inşa etmek, inşa ettikten sonra da en zayıf noktasını (Diktatörün Aşilin Topuğu) tespit edip tüm silahları o noktaya yönelterek kesintisiz saldırı düzenlemektir (2). Bunun kadar önemli diğer bir konu da, diktatörün dayandığı güç kaynaklarını dağıtacak bir stratejik saldırının ve stratejik planlamanın yapılmış olmasıdır (3). Şiddet içermeyen mücadelenin dayanak kitlesi, mevcut siyasi iktidara karşı olan tüm gayrı memnunların koalisyonudur. Diktatör ilan edilen kişi ve yönetim yıkıldığında yeni diktatörlüklerin oluşmaması için mikro ulusçuluğa imkan sağlayan federal bir yapı öngörmektedir: Demokratik sistemi korumak ve muhtemel diktatörlük akımlarını önlemek amacıyla anayasada bölgesel, merkezi ve yerel düzeyde kayda değer imtiyazlar sağlayan bir federal sistem oluşturulmalıdır. Diğerlerine göre küçük bölgelerin büyük ayrıcalıklara sahip olup aynı zamanda ülkenin bir parçası olmaya devam ettiği İsviçre deki kanton sistemi kimi durumlarda örnek teşkil edebilir. (3)
Kadife Darbe için Bir Diktatör Aranıyor: Diktatör Erdoğan
Türkiye de normal şartlar altında seçimler, kavgasız gürültüsüz, hilesiz hurdasız, şeffaf herkesin gözünün önünde yapılmakta, Yargı her türlü şikayeti ele alıp değerlendirmektedir. Dahası, 2011 referandumuna kadar yargı düşünce yapısı itibarıyla daha ziyade muhalefete yakın, iktidara uzaktır. Referandum sonrasında da, yargının Erdoğan a pek yakın olduğu, emir aldığı, dümen suyunda olduğu söylenemez. Eğer İktidarın talimatları ile hareket etmiş olsaydı, Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğun tutuksuz yargılanmasını sağlar, Taksim Tarihi Kışla projesinin yargı tarafından durdurulmasını engellerdi. Ordu-İstihbarat-Yargı denkleminde yığınla düzenleme yaparak eski statukoya darbe vuranı, Ergenekon operasyonları ile cunta ve çeteleri dağıtan bir yönetimin de diktatörlükle suçlanması pek mantıklı bir yaklaşım değildir. Psikolojik harekâtlarda yok olanı oluşturmak önemlidir ve gereklidir. Türkiye de diktatör yoksa bulunup inşa edilmeli, hedefe oturtulmalı ve halkın şuuraltına yerleştirilmelidir. Başbakan Erdoğan ın bulunduğu konum, mizacı ve mizacın dil ve üsluba yansıması, Kadife Darbecilere bu fırsatı vermektedir. Erdoğan ın dil ve üslubu üzerinden Erdoğan ın diktatör olduğu algısı, öncelikle gençlerin sonra da tüm halkın kafasına yerleştirilmeye çalışılmıştır/çalışılmaktadır. Erdoğan ın bazı söylemleri ve dili, yaşam tarzına müdahale olarak yorumlanıp sosyal medyada servis edilmektedir. Genel olarak siyasetin dilini, özelde de Erdoğan ın kullandığı dili, gerek Milli Gazete deki ve gerekse Umran dergisindeki yazılarımda sürekli eleştiren biri olarak gelinen bu sürecin, Erdoğan ın dili ve tavrı ile bir alakası yoktur. Olaya bu açıdan bakanlar, yanlış bakmakta, Kadife darbelerin ana stratejisini göz önüne almamakta ve Kadife darbecilerin yürüttüğü Psikolojik Harekâtın tuzağına düşmektedirler. Bununla beraber Başbakan Erdoğan dilini ve üslübunu düzeltmelidir. Kullandığı dil hem kendisine hem de ülkeye zarar vermektedir.
Diktatör İnşasında İlginç Bir Koalisyon
Türkiye de diktatör inşası için hem ulusal hem de uluslararası gazete ve televizyon kanalları senkron bir şekilde çalışmıştır. Kuzey deki kadife darbelerden önce diktatörlerin devrilişini anlatan belgesellerin yayınlandığı gibi Taksim olaylarından önce de Türkiye de, Amerikan Derin Devleti ve Hitler belgesi yayınlanmıştır (4). Kadife darbenin aktif militanları, arka planda bu belgeseller üzerinden özel bir eğitime tabı tutulmakta; belgeseller yayınlanarak halkta bir şuuraltı oluşturulmaktadır. Sosyal medyada konu işlenerek diktatörü devirmek için insanlar, eyleme geçmeye hazır hale getirilmektedir. Diktatör imajını eş zamanlı olarak uluslararası medya işleyerek dış kamuoyu oluşturulmaktadır (5,6). Hükümetin bazı icraatlarından rahatsız olan kesimlerin bir kısmı açıktan (CHP-Kılıçdaroğlu) diğerleri ise dolaylı olarak (Gülen-Cemaati) Erdoğan ın diktatörlüğünü seslendirmiştir. Son zamanlarda bu kervana Devlet Bahçeli de/MHP de katılmıştır. Kılıçdaroğlu Mayıs ayının başından beri Erdoğan ın, her fırsatta, diktatörlüğünü işlemekte onun Esed den bir farkı olmadığını seslendirmektedir (7,8).
Fethullah Hoca, 8 Mayıs 2013 ve 10 Haziran 2013 tarihinde kendi sitesinde yaptığı ve Samanyolu TV de yayımlanan video kaydındaki açıklamalarında, bir yerlere gönderme yaptığına ilişkin bir kanaat oluşmuştur (7): Yani sıradan bir insan gelir, şöyle böyle konjonktürel olarak bir yerde bazı imkânları elde edebilir, dümene oturabilir. Dümene oturduktan sonra artık götürdüğü o vasıtanın içindeki o insanların hiçbirinin hukukuna riayet etmez. Hep tepeden bakar onlara. Adamlar bir şey söyleseler, Az şurada dursanız da bir namaz kılsak, sen dümendesin. Az dursanız da burada bir dinlensek, nefes alsak , Kesin sesinizi. Siz anlamazsınız o işleri. Ben ne dersem o olur falan der Bazen kuvvet insanı küstahlaştırabilir. Mümin bile olsa ahlaken firavun olur. Sıfatları itibarıyla firavun olur. Bazen nimetlerin sağanak sağanak baştan yağması o da insanı böyle nemrutlaştırır, firavunlaştırır. İmkânların bolluğu şirazeden çıkarır. Ahmak bir güruhun hiç olmayacak şeyleri bile alkışlaması onu şirazeden çıkarır . Takdir edilecek şeylerin yanında tenkit edilecek şeyler, belki sorgulanacak şeyler, onları bile alkışlayan insanlar yine bağışlayın, onu küstahlaştırır. Bunlar küstahlaşma yollarıdır, hafizanallah .
Bir başka toplantıda gazetecilerin sorduğu bir soruya verdiği cevap ise daha manidardır: Güç zehirlenmesi yaşıyor (9) 10 Haziran 2013 tarihinde, kendi sitesinden; yeni bir dünya.. el ele yeni bir dünya!.. Hakimiyet değil.. hükmetme değil baskı yapma değil totaliter sistemler tesis etme değil diktatörlükler tesis etme değil... tiranlıklar kurma değil. şeklinde yaptığı açıklama, birilerinin diktatör olduğu ima edilmekte şeklinde algılanmakta ve kullanılmaktadır. Bütün bu ifadelerde, belki de bir adres yoktur. Hocaefendi, nasihat etmekte ve müminleri bazı tehlikelere karşı uyarmaktadır. Ancak Fethullah Hocanın bu tür konuşmaları, içinde bulunduğumuz zaman diliminden dolayı, Erdoğan ı kast etmese de, Psikolojik Harekat yürütenler, burada kast edilen Erdoğan dır diyerek yorumlamakta, servis etmekte ve yaygınlaştırmaktadır.
Sonuç: AKP sandıkta cezalandırılmalı Sokakta değil
Kadife darebelerde, şeffaf bir şekilde seçimlerin yapıldığı ülkelerde bile siyasi iktidarların sandıkta yenilmesi, devrilmesi hedeflenmemektedir. Küresel sermayenin Türkiye de hilesiz hurdasız bir seçimle iş başına gelmiş yönetimleri, sokak hareketleri ile darbe yaparak yıkmasına müsaade edilmemelidir. Kadife darbecilerin fedaral yapı önermelerine dikkat edilmelidir. Sokağın ardından ne geleceği bilinmemektedir. Mısır da olup bitenlere bu açıdan dikkat edilmelidir. AKP nin yanlış uygulamalarının hesabı, mutlaka ama mutlaka sandıkta sorulmalıdır. AKP ye olan öfke hiçbir şahsı, Küresel Tefeci Siyonist sermayenin tuzağına düşürmemelidir. Devlet Bahçeli nin Taksim operasyonuna karşı çıkışında kullandığı, İktidarlar sokakta değil sandıkta düşürülmelidir. ifadesine bu açıdan bakılmalıdır. Ya Rabbi! Bize basiret ve feraset ver. Ya Rabbi! Nurunu kalbimize koy Onunla görelim, Onunla bilelim. Ya Rabbi üzerimize sabır yağdır. Ayaklarımızı sabit kıl ve kafirler, zalimler, münafıklar ve menfaatçiler topluluğuna karşı bize yardım et.
Kaynaklar
1- Sharp G., Diktatörlükten Demokrasiye Kurtuluş Için Teorik Bir Çerçeve, ABD, The Albert Einstein Enstitüsü, Dördüncü Baskı, Mayıs 2010, S: 10-16
2- Sharp G., age S: 34-36
3- Sharp G., age S: 77-85
4- Haber vaktim 08.06.2013
5- Prof. Avi Shlaim: Erdoğan, Arap diktatörlerinden farksız davranıyor. T24 10.06.2013
6- Brent E. Sasley (The National Interest) dünya bülteni 08.06.2013
7-Sinanoğlu, E., #OCUUPYTURKEY Yenildi, Mayıs, 2013.
8- Yeni Şafak 04.06.2013
9- Yardakaş, B., 5 Mayıs 2013-05-06 www.gercekgundem.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder