30 Mayıs 2013 Perşembe

Reyhanlı psikolojik harekâtı - 2: Verilen Mesaj

 (Milli Gazete)

Sizi yere yıkan yumruk nereden geldiğini bilemediğiniz yumruktur.

Suriye meselesi, 1- İç dinamikler, 2- Bölgesel dinamikler ve 3- Küresel dinamikler olmak üzere 3 ana eksene bağlı olarak şekillenmektedir. Bugün Suriye kapsamında karşı karşıya gelen bölgesel ve küresel güçlerin Suriye bağlamında çatışan projelerini, aşağıdaki gibi sınıflandırabiliriz:

Büyük Ortadoğu Projesi (BOP; ABD-İsrail

İngiltere-Küresel Sermaye)

Büyük İsrail Projesi (BİP; İsrail-Siyonizm, ABD destekli)

2. Sevr Projesi (AB)

Etnik-Mezhepsel Fay Hatları oluşturma Projesi- Kaos Projesi (ABD/AB/Rusya/Çin(Siyonizm)

Yeni Osmanlı Projesi-Bölgesel Güç Olma Projesi (Türkiye)

Şia Savunma Hattı Projesi (Iran-Irak-Lübnan)

Sıcak Denizlere İnme- Eski Müttefikleri Kazanma Projesi (Rusya)

Düşmanla/Rakiple Güvenlik Alanının Dışında Hesaplaşma Projesi (ABD/Çin/Rusya)

Şia Eksenini Parçalama, Yayılmasını Engelleme  ve Sünni Bir Eksen Meydana Getirme Projesi (Suud/Katar/Türkiye/Mısır)

Büyük Ortadoğu nun Hıristiyanlaştırılması Dinler Arası Diyalog Projesi (Vatikan)

NATO nun Evrenselleşmesi Ve İslam Coğrafyasına Yerleşmesi Projesi

Serbest Piyasa - Özelleştirme projesi (ABD-Siyonizm-Küresel Sermaye-AB)

Bu Projelerin çatışması sonucunda Suriye nin geleceği ile ilgili muhtemel gelişmeleri, aşağıdaki gibi sınıflandırabiliriz:

1- Beşir Esad yönetiminin hâkim olduğu bütün bir Suriye

2- İç Savaşın uzun yıllar devam ettiği bir Suriye

3- Sistemin tüm güçlerinin hâkim olduğu ve fakat Müslümanların yönettiği bütün bir Suriye: Mısır Modeli, Tunus Modeli, 1950 Türkiye Modeli.

4- Sistemin değiştirilip Müslümanların tamamen hâkim olduğu, Anti Siyonist, Anti Kapitalist, antiemperyalist Müslüman bütün bir Suriye.

5- Batı yanlılarının hâkim olduğu, Batı İşbirlikçisi bütün bir Suriye

6- Üçe bölünmüş (Sünni Devleti, Nusayri Devleti, Kürt Devleti) bir Suriye

7- Dörde bölünmüş (Sünni Devleti, Nusayri Devleti, Kürt Devleti, Hıristiyan Devleti) bir Suriye

8- Beşe bölünmüş (2 Sünni Devlet, Nusayri Devleti, Kürt Devleti, Hıristiyan Devleti) bir Suriye.

Reyhanlı Psikolojik Harekâtında Dikkat Çeken Hususlar

Reyhanlı Psikolojik harekâtının özelliklerini aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

Reyhanlı olayının bir hafta öncesinden başlayıp olay anında ve sonrasında tek merkezden yürütülen ve toplumu kamplaştırmaya dönük çok planlı bir kampanya söz konusudur. Türkiye de eski bir fay hattının (Alevi Sünni Fay hattı) gelecekte harekete geçirilebilmesi için enerji ile yüklenmesi amaçlardan biridir. Reyhanlı üzerinde konuşan, yazan, bakışları, duruşları ve anlayışları birbirine zıt, iki ana eksen mensupları, bilerek ya da bilmeyerek bu amaca hizmet etmiştir. Büyük bir psikolojik harekâtın kurbanı olmuşlardır. Bu kadar maharetli bir psikolojik harekât becerisine sahip güç ya da güçler kimdir/kimlerdir sorusunu Türkiye kendine sormalıdır.

Olay olur olmaz, Türkiye nin Suriye politikasının yanlışlığı üzerinden bir kampanya başlatılmıştır. Ortak bir tavır alma, ortak hareket etme yerine, muhalefet iktidarı suçlamış, iktidar da oyuna gelerek muhalefeti suçlamıştır. Dolayısıyla dış politika iç politika malzemesi yapılarak yıpratılmıştır. Türkiye, kendi içine kapanırken operasyonu yapan güç ya da güçler, hedef şaşırtma operasyonunun devamında örtme operasyonunu gerçekleştirmişlerdir.

Mültecilerin suçlu olarak gösterilerek mültecilere saldırılması, Reyhanlı psikolojik hareketinin ilginç yönlerinden biridir. Mültecilere saldıranlar, özel işaretler yaparak, belli bir ideolojik grup görüntüsü vererek yemleme yapmışlardır. Bu imaj oluşturucuların, ajan provokatör olabileceği ihtimali göz önüne alınmadan bir camia suçlanmıştır. Tepki gelince de öyle duyumlar vardı denecek kadar da sorumsuz davranılmıştır.  Ya da tamamen psikolojik zafiyetle hareket eden, anlık davranın 5-10 kişinin fevri davranışı da ihtimal dahilindedir. Ancak bu tür bir oluşum, anlıktır ve planlı değildir. Dağıtılması çok kolaydır. O nedenle genelleştirme hatasına düşülmemelidir.  

Reyhanlı Operasyonunu yapanların bir amacı da, Türkiye deki her kesimi, sarmalın içine sokarak, herkesin herkesi suçladığı, düşüncenin dumura uğradığı bir kaos ortamı meydana getirmektir. Israrla Sünniler öldürülüyor , dövülüyor ve hastanelere alınmıyor tarzında iddialar ortaya atılmıştır. Alt kimlikler üzerinden siyaset yapılması, ister istemez şuur altının harekete geçmesine sebebiyet vermiştir. Gelecek mücadeleler için tarlaya zehirli tohumlar ekilmiştir. Bu noktada şu soru ya da soruların cevapları aranmalıdır: Bu İnsanların Sünni oldukları anında nasıl tespit edilip dövülmüş/öldürülmüş/ tedavi edilmemiştir. Bu olayın dikkat edilmesi gereken bir yönüdür. Diğer yönü de, mağdurların Sünni oldukları anında nasıl tespit edilebilmiştir.  Bu dilin kullanılması kimin işine yaramaktadır Bu bilgileri kim servis etmiş, kimler de araştırmadan alıp kullanmıştır.  

Gündemde kalmak, popüler olmak adına yapılmışsa sorumsuzluktur. Eğer elde kesin kanıtlar var idiyse yetkili mercilerin uyarılması ve gereğini yapması istenmeliydi. Böyle dönemlerde hepimiz bu ülkenin yararına olacak tarzda bir dil, bir tavır ve duruş sergilemeliyiz. Siyasi iktidara destek verilmeliyiz. Siyasi iktidar da sorumlu davranmalıdır. Dilini, üslubunu düzgün tutmalıdır. Unutmayın hepimiz aynı gemide seyahat etmekteyiz. Gemiyi delmek isteyenlere yardımcı olmamalıyız. Diğer operasyonlar gibi Reyhanlı Psikolojik harekâtında da Türkiye yi yönetenlere özel mesajlar verilmiş ve bir şeye razı gelmeleri istenmiştir.

Operasyon ve Psikolojik Harekâtı İle Mesaj Gönderme

Türkiye de ses getiren birçok olay, Başbakan Erdoğan ın yurt dışındaki önemli toplantılarının hemen öncesinde veya esnasında vuku bulmaktadır. Aşağıda bunların bir kısmı listelenmiştir: Erdoğan, 8 Haziran 2004 te G-8 Zirvesi ne katılmak üzere ABD ye gittiğinde; PKK 5 yıllık ateşkesi bozduğunu açıklayıp, terör eylemlerine başlamıştır. Başbakan Erdoğan 7 Aralık 2009 da ABD ye gittiğinde Tokat Reşadiye baskını yapılıp 7 asker şehit edilmiştir. Başbakan Erdoğan, 20 Eylül 2011 de, BM görüşmelerine katılmak üzere New York a gittiğinde terör saldırılarında aşırı bir artış olmuştur. Başbakan Erdoğan, Haziran 2012 de, G-20 Liderler Zirvesi için bulunduğu Meksika da, Başkan Obama ile görüştüğü günlerde, Dağlıca saldırısı meydana gelmiştir. Başbakan Erdoğan, 16 Mayıs 2013 de, ABD de başkan Obama ile görüşme yapmak üzere ABD ye gitmesinden 5 gün önce, 11.05. 2013 tarihinde Reyhanlı da art arda bombalar patlamıştır.(1) 

Bütün bunlar tesadüf olabilir mi Geçmişteki görüşmelerin öncesinde meydana gelen ses getirici olayların sonuçlarına bakarak amaçlarını belirlediğimizde, görüşmelerde Türkiye yi bir kanaate doğru yönlendirmek, elindeki kozları zayıflatmak ve görüşmelerde baskı altında tutarak istenen noktaya ya da çerçeveye getirmek ve gerekli tavizleri koparmak gerçeği ile karşılaşmaktayız. Uluslararası ilişkilerde, ülkelerin menfaat/gelişim grafikleri arasında meydana gelen ortak payda, her iki ülkenin menfaatine olan alandır. Bu ortak paydada (kavşak noktasında) tarafların ortak menfaatleri olduğundan çatışma meydana gelmez. Taraflardan bir ya da bir kaçı/hepsi kavşaktan ayrılmaya, dairenin dışına çıkmaya, başladığında, çatışma başlar. Birbirlerini, yumuşak güçten sert güce doğru genişleyen bir güç kullanımı ile ikna etmeye çalışırlar. NATO tatbikatında Türkiye nin muavenet gemisinin vurulması, Sinagog ve HSCB bombalamaları, Afyon da silah deposunda meydana gelen patlamalar, Dağlıca, Çukurca baskınları, Mavi Marmara nın vurulması ve Kuzey Irak ta askerlerimizin başına çuval geçirilmesi vb., tarafların birbirlerine gönderdiği özel mesajlardır. 

Türkiye deki siyasi kadroların bunu bilmemesi mümkün değildir. Bilmiyorlarsa gerekli eğitimi almamakla, uzmanlara danışmadan acele ile konuşmakla en büyük hatayı yapıyorlar demektir. Biliyorlarsa, yanlış hedef göstererek operasyonu yapanın ekmeğine yağ sürmüş oluyorlar. Halkı yanıtlıkları için bir müddet sonra da güvenirliliklerini kaybediyorlar. Hedef saptırma yerine asıl iradeyi ifşa edici, çok özel, esnek yöntemler geliştirmeleri, kaynağı belli olmayan propaganda tekniklerini kullanmaları gerekir. Mesajlaşmaya ilginç bir örnek olarak, Başbakan Erdoğan ın Libya olayları dolayısıyla, NATO nun ne işi var Libya da şeklindeki tepkisi ile başlayan gelişmeler ele alınabilir. Erdoğan, AB ve ABD, NATO nun Libya ya müdahale etmesini istediğinde; Erdoğan (yurt dışında idi), ani bir tepki vererek, buna itiraz etmiştir. Ancak ülkeye döner dönmez, Meclis e Libya ya NATO kapsamında kuvvet göndermek üzere kanun teklifinde bulunulmuştur.  

Hatta kanun görüşülürken gemiler yola çıkarılmıştır. Ne oldu da Erdoğan da bu kadar keskin değişim olmuştur Erdoğan ı ikna eden şey neydi Şimdi o günlere geri dönerek bir hafıza tazelemesi yapmak gerekmektedir. Erdoğan ın NATO nun ne işi var Libya da dediğinin haftasında Güneydoğuda seri halde olaylar meydana gelmeye başlamıştır. BDP li bir Bayan Milletvekili bir polis komiserini sokakta tokatlamış, bir başka milletvekili etrafa taş atmaya başlamış ve daha da önemlisi, Diyarbakır Belediye Başkanı Panzerin üzerine çıkarak sivil itaatsizlik çağrısında bulunmuştur. Erdoğan mesajı almış ve gerekeni yapmıştır. Donanmaya bağlı bir grup gemiyi Libya ya NATO kapsamında göndermiştir.

Reyhanlı Operasyonu Ve Psikolojik Harekâtı İle Verilmek İstenen Mesaj Nedir

Reyhanlı operasyonu ile verilmek istenen mesaj nedir sorusunun cevabı, operasyonu kim yaptı ya da yapabilir sorusu ile birlikte ele alınması gerekir. Elimizde somut deliller olmadığından ve özel bir istihbarata sahip olmadığımızdan açık istihbarat denilen medyada çıkan ve farklı kesimlerce yorumlanıp değerlendirilen haber ve çalışmalardan analiz ve sentez yapmak suretiyle ihtimalleri ortaya koyarak bir değerlendirme yapabiliriz. Onun için Suriye deki kavganın tarafları kimlerdir sorusunun cevabı aranmalıdır. Bunun cevabını geçen yazıda ayrıntılı bir şekilde bu yazının girişinde de özet olarak verdik. Giriş kısmında ifade ettiğimiz gibi Suriye de iç, bölgesel ve küresel dinamikler,  görünen 12 proje kapsamında birbirleri ile mücadele etmektedirler. Soğuk savaş sonrasında en keskin mücadele, ABD-AB-İsrail/Siyonizm-Küresel Sermaye-Vatikan ekseni ile Rusya-Iran- Çin ekseni arasında cereyan etmektedir. Bu eksen çatışması,  Suriye bağlamında yol boyu değişikliklere uğrayarak farklı güç ayrışmasına neden olmuştur. 

Bölgesel güç olarak Türkiye, Suriye bağlamında, Suud-Katar la, şimdilik, yeni bir bölgesel eksen oluşturmuştur. Suriye de Muhalefet , Direniş ya da Kıyam güçleri olarak adlandırılan Esed e karşı savaşan güçler içinde inisiyatif, her geçen gün Müslümanların eline geçmektedir. Böyle giderse geleceğin Suriye si, Müslüman bir Suriye olacaktır. Bu olayın bir boyutu olup ABD nin başını çektiği ekseni rahatsız etmektedir.

ABD nin terör listesinde olan El Kaide ve el Nusra güçlerinin Muhaliflerin saflarında olması, ABD, AB, İsrail, Vatikan, Rusya, Çin, Suud ve Katar ı rahatsız etmektedir. Bu da olayın bir başka boyutudur. Türkiye nin Muhalif güçlerden Müslüman kardeşlere destek vermesinden, Suud, Katar, ABD, AB, İsrail, Vatikan ve Rusya rahatsızdır. Türkiye nin kontrolünde bir Suriye istemeyen ABD ve Rusya, Birinci Cenevre konferansı ile birlikte ortak hareket etmeye başlamıştır. Suriye bağlamında ABD-Rusya yeni bir eksen oluşturup ortak hareket etmekte, yeni bir irade ortaya koymaktadır. Bu eksen, Suriye de askeri bir operasyon istememektedir. Geçiş Dönemi Yönetimi ile çok partili bir sisteme geçmeyi öngörmektedir. Geçiş dönemi yönetiminde, Suriye devlet başkanı Esed in bulunup bulunmayacağı konusu henüz netlik kazanmış değildir. Rusya nın iddiası ve ısrarı, birinci Cenevre Konferansı nda bu konunun açıklık kazandığı ve Esed in de içinde bulunduğu bir geçiş dönemi yönetiminin kurulması yönünde karar alındığıdır. ABD ise bu noktada açık bir şey söylememektedir.  Bu da, Rusya ile ABD arasında Suriye üzerinde gizli bir anlaşma yapıldığı kanaatini kuvvetlendirmektedir. 

Türkiye ve Suriyeli muhalif güçler ile Rusya-ABD ekseni arasında birinci sıkıntılı konu budur. AB de böyle bir tutumdan rahatsızdır. ABD-Rusya Ekseni, Esed yönetiminin askeri bir operasyon olmadan gitmesini ve fakat onun yerine Rusya nın ve İsrail in menfaatlerini koruyan, laik, liberal Batı işbirlikçisi bir yönetimin gelmesini istemektedir. Türkiye ve Suriyeli Müslüman muhalif güçler ile Rusya-ABD ekseni arasında ikinci sıkıntılı konu budur. İkinci Cenevre Konferansı, bu ve buna benzer konuların açıklık kazanacağı bir toplantı olacaktır. Buna karşılık Türkiye ne istemektedir Türkiye nin, Esed in bir an önce gitmesi için öngördüğü politikayı aşağıdaki gibi özetlemek mümkündür:

NATO, Libya da olduğu gibi askeri müdahalede bulunsun.

Esed için uçuşa yasak bölge oluşturulsun

Muhalefet güçlerine ileri teknoloji ürünü ağır silahlar verilsin, silah ambargosu kaldırılsın.

Eğer askeri bir müdahale öngörülmüyorsa, Esed siz bir geçiş yönetimi oluşturulsun.

Yapılacak bir seçimde sandıktan kim çıkarsa Suriye'yi yönetme hakkı onun olsun.

Suriye deki Esed in başkanlığındaki Baas yönetiminin gitmesi konusunda Türkiye nin Batı İttifakı ile Hatta ABD-Rusya ittifakı ile de herhangi bir sorunu yoktur. Ancak bunun şekli konusunda, araç ve yöntemleri konusunda ihtilaf vardır. İhtilaf özde değil şekilde ya da vasıtalardadır.  ABD-Rusya ekseni, Türkiye'nin öngördüğü çözüm şekline yaklaşmamaktadır. Rusya nın ısrarı, ABD sessiz kalıyor, Birinci Cenevre Konferansı'nda Esad lı bir geçiş döneminde anlaşma sağlandığı ve bunun uygulamaya sokulması istikametindedir. Dolayısıyla Türkiye ile Rusya-ABD ekseni arasında en ciddi ihtilaf, Türkiye'nin öngördüğü politikada ki son iki madde üzerinde yoğunlaşmıştır.

Sonuç: Mesaj: Kavşak Noktasından Ayrıldın Daireye Geri Dön

Türkiye nin bu konuda ikna edilmesi gerekmektedir. Yakın geçmişte ABD Dışişleri Bakanı nın mekik diplomasisi buna dönük olmuş olabilir. Ancak bu diploması sonuç vermemiş, Türkiye politikasından, sert tavrından vazgeçmemiştir. Kuvvetlerini Asya Pasifiğe kaydırmak isteyen, ancak Ortadoğu daki menfaatlerini de koruması gereken ve 2006 yılından beri Model Ortak olarak anlaştıkları bir Türkiye nin, ABD politikalarını kabul etmesi için bir başka şekilde ikna edilmesi gerekmemekte midir

ABD Dışişleri Bakanı nın yumuşak güç diplomasisi ile halledemediği bir sorunu, muhtemelen ABD nin derin güçleri (ya da ABD-İsrail, Rusya konsorsiyumu), Akıllı Güç (Yumuşak Güçle Sert gücün birlikte) kullanarak çözmek istemişlerdir. Obama Erdoğan görüşme öncesinde Reyhanlı da yürütülen operasyon ve Psikolojik Harekatın asıl amacı, Rusya-ABD ekseninin benimsediği çözüm şeklinin, Türkiye tarafından kabul edilmesi ve Türkiye nin de Suriye deki muhalif güçleri ikna etmesi olabilir. Diğer ihtimaller arasında en güçlü ihtimal budur. Nitekim Erdoğan ın ABD ye giderken kullandığı dille dönüşte kullandığı dil arasındaki bariz değişim, bu ihtimali güçlendirmektedir. Buna destek veren bir başka olay, Türkiye nin devre dışı bırakılarak ABD nin (Mc Cine) Suriyeli muhaliflerden bir grupla doğrudan görüşmüş olmasıdır. Muhtemeldir ki Erdoğan - Obama görüşmesinde, Türkiye, 1995 yılında Dayton da Boşnaklarla Sırplar arasında sağlanan adaletsiz barış antlaşmasının benzeri olan Esad li bir geçiş dönemi antlaşmasına razı edilmiştir.  Bu yeni durum, gene bir ihtimal olarak AB yi rahatsız etmiş olmalı ki, İkinci Cenevre Konferansı öncesinde Suriyeli muhaliflere uygulanan silah ambargosunu kaldırmıştır. AB de Suriye pastasından payını istemektedir.

Unutmayın Küfür tek bir millettir.

Kaynaklar

1- Cem küçük, yeni şafak, 12.05.2013

23 Mayıs 2013 Perşembe

Reyhanlı psikolojik harekâtı - 1

 (Milli Gazete)

Ortadoğu denklemi, basit olmayan, karmaşık bir denklemdir. Kimin elinin kimin cebinde olduğunu anlamak, o kadar kolay değildir. Hem zaman hem de mekân boyutu itibarıyla derinlemesine, uzun vadeli bir çalışma ve analiz yapılmadığı takdirde; sadece o andaki görüntüyle yetinildiğinde, istenen sonuçları elde etmek, aslı failleri, güçleri bulmak genelde mümkün değildir. Reyhanlı gibi her operasyonun öncesi ve sonrasında, eylemleri planlayanlar, gerek ulusal gerekse uluslararası bağlantılarını, işbirlikçilerini, uyuyan mekanizmalarını, hücrelerini harekete geçirerek korkunç bir psikolojik harekât yürütmekte ve kamuoyunu belli bir istikamette hem şartlandırmakta hem de kamplaştırmaktadır. Medya ve özellikle sosyal medya, çok mahirane bir şekilde kullanılmaktadır. İşin en tehlikeli yanı, başlangıçta yürütülen psikolojik harekât, o anda ülkeyi yönetenlerin menfaatlerine yarar bir şekilde şekillendirilmekte ve tuzak kurulmaktadır. Eğer yöneticiler, bu gerçeği görerek karşı bir psikolojik harekât geliştirmezler, kamuoyunu gerektiği gibi aydınlatamazlarsa, uzun vadede hem yönetim hem de ülke ağır bedel ödemektedir.

Bizim neslin yaşadığı olaylar, daha sakin, mantıklı, tutarlı ve uzun vadeli düşünmemizi ve psikolojik harekâtın ağına takılmadan, onun işine gelecek bir dil kullanmamayı bize öğretmiştir. 1960 lı yıllardan bugüne gelinceye kadar yaşanan ve Komünist/Milliyetçi/İslamcı/Kürtçü örgütlere mal edilen bir çok olayın arkasında ki güçlerin ya uluslararası istihbaratlar ya da Türkiye nin derin güçleri olduğunu görüp yaşadık. O nedenle yazılıp çizilen ve söylenenlere daha temkinli yaklaşmak mecburiyetindeyiz. Suriye meselesi, son derece karmaşık uluslararası boyutlu bir sorundur. Geçmişte Suriye ile ilgili yazdığımız birçok yazıda bunu ortaya koymaya çalıştık. Burada, Suriye denklemi kapsamında Reyhanlı psikolojik harekâtı ele alınıp incelenecektir.

Suriye Denklemi

Arap baharı diye isimlendirilen süreci, tek başına, o ülkelerin yalnızca iç dinamiklerine bağlayarak izah etmek mümkün değildir. Her bir ülkeye etki eden dinamikler, farklılık göstermekle beraber; ortak paydaları oldukça fazladır. Suriye de vuku bulan olaylar da, tek başına, yalnızca Suriye nin iç dinamiklerinin sonucu değildir ve de meydana gelmemiştir.

Suriye deki olaylar, 1- İç dinamikler, 2- Bölgesel dinamikler ve 3- Küresel dinamikler olmak üzere 3 ana eksene bağlı olarak gelişmekte ve şekillenmektedir. Bu üç eksenin ortak payda oluşturması durumunda da, Suriye olayları, bir şekilde, olumlu ya da olumsuz bir denge durumuna kavuşacaktır. Suriye nin geleceği ile ilgili muhtemel gelişmeleri, aşağıdaki gibi sınıflandırabiliriz:

1- Beşir Esad Yönetiminin hâkim olduğu bütün bir Suriye

2- İç Savaşın uzun yıllar devam ettiği bir Suriye

3- Sistemin tüm güçlerinin hâkim olduğu ve fakat Müslümanların yönettiği bütün bir Suriye, Mısır Modeli, Tunus Modeli, 1950 Türkiye Modeli.

4- Sistemin değiştirilip Müslümanların tamamen hâkim olduğu, Anti Siyonist, Anti Kapitalist, anti Emperyalist Müslüman bütün bir Suriye

5- Batı yanlılarının hâkim olduğu, Batı İşbirlikçisi bütün bir Suriye

6- Üçe bölünmüş (Sünni Devleti, Nusayri Devleti, Kürt Devleti) bir Suriye

7- Dörde bölünmüş (Sünni Devleti, Nusayri Devleti, Kürt Devleti, Hıristiyan Devleti) bir Suriye

Reyhanlı olaylarını açıklığa kavuşturabilmek için bu alternatifleri, Suriye de çatışan iç, bölgesel ve küresel dinamikler açısından ele alıp incelemek gerekmektedir.

Suriye ve Küresel Dinamikler

Soğuk Savaş sonrası dönemde, 21. Asrın başlangıcında dünya hâkimiyet mücadelesinde, ana hatları ile 6 ağırlık merkezinin var olduğunu söyleyebiliriz:

ABD-AB-İngiltere-İsrail

Siyonizm

Küresel Sermaye

Vatikan

İslam

Çin Rusya - Iran

Bu ağırlık merkezleri arasındaki hâkimiyet mücadelesi, zamana ve zemine bağlı olarak şekil almakta, aynı ittifak içerisinde olanlarla karşı ittifak içerisinde olanlar yer değiştirebilmektedir. Ayrıca her türlü blok ve ittifakın kendi iç tezatları bulunmaktadır. ABD de Neocon - Siyonist ittifakı ile WASP çılar arasında ciddi bir kavga vardır. Bu kavga dünyanın her tarafına yansımaktadır. Suriye bağlamında ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya nın menfaatleri çatışmakta olduğundan aynı eksen içerisinde olmalarına rağmen farklı politikalar izlemektedirler. Bu Suriye denklemini, daha da karmaşık hale getirmektedir. Bugün dünya, ABD-AB-Siyonizm-Küresel Sermaye ile Rusya-Iran-Çin eksenli yeni bir kutuplaşmaya doğru sürüklenmektedir. Bu iki eksen, Suriye üzerinden birbiri ile mücadele etmekte, kavgayı kendi coğrafi sınırlarının uzağında, güvenlik alanının en dış kuşağında göğüslemeye çalışmaktadır. Bugün Suriye kapsamında karşı karşıya gelen ve çatışan projeleri, aşağıdaki gibi sınıflandırabiliriz:

Büyük Ortadoğu Projesi (BOP; ABD-İsrail İngiltere-Küresel Sermaye)

Büyük İsrail Projesi (BİP; İsrail-Siyonizm, ABD destekli)

2. Sevr Projesi (AB)

Etnik-Mezhepsel Fay Hatları oluşturma Projesi - Kaos Projesi (ABD/AB/Rusya/Çin (Siyonizm))

Yeni Osmanlı Projesi - Bölgesel Güç Olma Projesi (Türkiye)

Şia Savunma Hattı Projesi (Iran-Irak-Lübnan)

Sıcak Denizlere İnme - Eski Müttefikleri Kazanma Projesi (Rusya)

Düşmanla/Rakiple Güvenlik Alanının Dışında Hesaplaşma Projesi (ABD/Çin/Rusya)

Şia Eksenini Parçalama, Yayılmasını Engelleme Projesi (Suud/Katar/Türkiye/Mısır)

Büyük Ortadoğu nun Hıristiyanlaştırılması ( Dinler Arası Diyalog ) Projesi (Vatikan)

NATO nun Evrenselleşmesi Ve İslam Coğrafyasına Yerleşmesi Projesi

Serbest Piyasa - Özelleştirme projesi (ABD-Siyonizm-Küresel Sermaye-AB)

Suriye İç Dinamikleri

Suriye kurulduğu günden bugüne diktatörlerin egemen olduğu bir ülkedir. Son kırk yılında ise Baas diktatörlüğü hâkimdir. Her üç kişiden birinin istihbaratçı olduğu bir polis devletidir . Suriye nin nüfusu 22 milyon olup dini, mezhebi ve etnik olarak aşağıdaki dağılıma sahiptir:

Suriye Nüfusunun Dini Ve Mezhepsel Dağılımı:

Dürzî:             %3

Hıristiyan:       %10

Şii/Nusayri:     %12

Sünni :            %74

Diğer:              %1

Suriye Nüfusunun Etnik Dağılımı

Çerkez:            %1

Ermeni            %2

Türkmen,        %4

Kürt,               %9

Arap                %78

Diğer               %6

Suriye, mezhepsel olarak azınlık olan bir zümre tarafından yönetilmektedir. Ülkenin zenginlikleri yönetici kadronun aile efradı arasında paylaşılmış durumdadır. Sınıfsal bir ayırım söz konusudur. Hukuksuzluk, adaletsizlik, yoksulluk ve işsizlik hâkimdir. Suriye nin iç dinamikleri, etnik, mezhebi, dini ve sınıfsal olarak çatışma ve ayrışma eğilimlidir. Bölgesel ve Küresel dinamikler, Suriye nin bu içyapısını önemli bir parametre olarak göz önüne alan bir politika ve strateji uygulamaktadırlar. Bugün yaşanan iç savaş, iç göçü hızlandırmakta, dini, mezhebi ve etnik ayrışma eksenli gelişmekte ve yaygınlaşmaktadır. Bugün için iç ve dış dinamikler, Suriye deki iç savaşı, buna zorlamakta hatta o istikamette şekillendirmektedir. Esad yönetimi, şimdiden etnik ve mezhepsel olarak iç göçü hızlandırıcı operasyonlar yapmaktadır. Banyas katliamına bu açıdan bakmakta fayda vardır. Arap Nusayrilerinin yoğun olarak yaşadığı Lazkiye, Tartus vilayetleri ile Humus ve Hama vilayetlerinin batı kanadını içeren bölgenin, hem Sünnilerden hem de Kürt unsurlardan arındırılması, gelecekte burada bir Nusayri devleti kurabilmek için gereklidir. 

Banyas, Tartus vilayeti içinde Sünni Arapların yaşadığı bir il olarak söz konusu planın hayata geçirilişi önünde engel teşkil etmektedir. Banyas katliamı ile Sünni halk korkutularak göçe zorlanmakta, güvenli ve homojen bir Nusayri bölge oluşturulmaya çalışılmaktadır. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu nun Banyas katliamı ile ilgili; rejim ülkenin tümünü kontrol altına almak mümkün değilse belli bir bölgeyi etnik temizliğe tabi tutup o bölgede etkin olma stratejisine geçmiştir. tarzındaki değerlendirmesi, bu stratejinin uygulamaya sokulduğu anlamına gelmektedir. Bununla beraber görülmesi gereken bir başka gerçek de, bu şekilde bir iç ayrışmayı hem bölgesel hem de küresel aktörlerin istediğidir. ABD-AB-İngiltere-İsrail İttifakının Irak ta uygulayıp test ettikleri Irak ı bölme projesini, bugün Suriye de uygulamaya çalışmaktadır. Bunun için şartlar olgunlaştırılmaktadır. Libya için acelesi olanların Suriye de kıllarını kıpırdatmamasının sebeplerinden biri de budur. Suriye nin iç dinamiklerinin ortaya çıkardığı bu tablo, Suriye nin geleceğine ilişkin yukarıdaki 7 farklı alternatiften hangisinin vuku bulacağını, dış dinamiklerin arasındaki mücadele tayın edecektir. Bu noktadan bakıldığında Reyhanlı Operasyonu nedir

Reyhanlı Operasyonu

11.05.2013 de, Reyhanlı da art arda meydana gelen patlamalarla, onlarca insan ölmüş, çok ciddi maddi hasar meydana gelmiş, manevi tahribat ise çok daha yüksek olmuştur. Telefon düzenekli ve zaman ayarlı füze başlıklarında kullanılan RDX le güçlendirilmiş 100-250 kilo TNT ihtiva eden bombalar ile 2 veya 3 aracın kullanıldığı belirtilmiştir. Reyhanlı olayını, sadece ölü sayısı, maddi ve manevi hasar boyutu ile değerlendirirsek, hem ana aktörleri bulma, hem de kısa ve uzun vadeli gerçek niyetlerini anlama konusunda yanılgıya düşer, yanlış sularda yüzmeye devam ederiz. Bunun için olayın öncesinde ve sonrasında meydana gelen daha başka olaylara, iç, bölgesel ve küresel değişikliklere bakmak gerekmektedir. Bu olaydan bir hafta önce Reyhanlı da gece yarısı Suriyelilerin Türk bayrağı yaktığına dair bir söylenti çıkarılmıştır. Bu şayiayı kimin çıkardığı belli değildir. Ancak bu şayiadan sonra, ellerine Türk bayrağı alarak sokağa çıkan, kim oldukları konusunda hiçbir bilgi verilmeyen, bir grup insan, slogan atarak Suriyelilere saldırmıştır. Patlamalardan sonra da, kim oldukları ve kim tarafından tahrik edilip sokağa sürüklendikleri bilinmeyen bir grup genç, Suriyelilere saldırmıştır. 

Ayrıca Suriye deki Banyas katliamı ile ilgili bir isim, Mihraç Ural, ve bir örgüt DHKP-C Acilciler ismi, bir hafta öncesinden İngiliz Times gazetesi tarafından gündeme sokulmuş, Türkiye de Kamuoyunun şuur altına yerleştirilmiştir. Reyhanlı daki patlamaların ardından, aynı isim ve örgüt, eylemi icra edenler olarak merkeze yerleştirilerek büyük bir Psikolojik harekât başlatılmıştır. Bir hafta öncesinde, kamuoyuna taktım edilip hakkında her türlü bilgi verilen bir şahsın ve örgütün, bu eylemi nasıl bu kadar kolay icra ettiği ve yakalanmadığı/yakalanamadığı üzerinde, tartışma yapılmamaktadır. Ayrıca olayın hemen ardından, faillerinin nasıl bu kadar hızlı bir şekilde tespit edilebildiği de ayrı bir soru olarak üzerinde durulması gerekmektedir. Olay oluncaya kadar hiç bir şey bilinmiyor ve fakat olayın hemen ardından her türlü bilgiye ve ayrıntıya sahip olunabiliyor. Bir şahıs, bir örgüt ve iki ülke, olayın failleri olarak hemen suçlu ilan ediliyor. Aksini söyleyen ya da söylemek isteyen, farklı alternatifleri de düşünmek gerekir diyen herkes, mezhepçi , Suriye/Iran ajanı , işbirlikçi , uşak , katıl ve cani olarak taktım edilip susturulmaya çalışılıyor. Bir kesim, bu kampanyayı yürütürken; diğer bir kesim de, bunun tersi olan karşı bir kampanya yürütmektedir. 

Böylece Türkiye de eski bir fay hattı (Alevi Sünni Fay hattı) enerji ile yüklenip harekete geçirilmeye, hazır hale getirilmeye çalışılmaktadır. Her iki kesim de bilerek ya da bilmeyerek aynı amaca hizmet etmektedir. Bakışları, duruşları ve anlayışları birbirine zıt, bu iki ana ekseni, aynı amaca ve aynı hedefe hizmet ettirecek psikolojik harekât becerisine sahip bir güç var mıdır Varsa kimdir Suriye ile ilişkili olan aşağıdaki olaylarda da benzer psikolojik harekâtın yürütüldüğünü hatırlamakta fayda vardır:

RF-4 Uçağının Düşürülmesi

Reyhanlı ya bağlı Cilvegözü Sınır Kapısı nda, 11 Şubat 2013 deki patlama, Ceylanpınar Sınır Kapısı ve oradaki çadır kentlerde yaşanan kargaşa Akçakale de polisin öldürülmesi, askerlerin yaralanması. Şu an Reyhanlı üzerinden karşı karşıya gelen tarafların yukarıdaki olayların sonuçları üzerinde düşünmesi  ve gereğini yapması tarihi bir sorumluluktur. ABD-Rusya Hattı: Suriye İçin İkinci Cenevre Konferansı Reyhanlı olayının Küresel eksende meydana gelen değişikliklerle bir ilgisi olabilir mi Suriye bağlamında mücadele eden eksenler arasında bir yakınlaşma mı yoksa derinleşen bir zıtlaşma mı vardır Bu soruların cevabı, Reyhanlı operasyonu ile ilgili bize birkatkı sağlayabilir. ABD nin Güney Kore ile ortak yapacağı askeri tatbikat, Kuzey Kore nin Nükleer tehdidi karşısında iptal edilmek zorunda kalınmıştır. Bu, ABD açısından çok onur kırıcı bir olaydır. Çin ve Kuzey Kore ile ABD ittifakı arasında gerilim gittikçe artmaktadır. ABD, Ortadoğu da rahata erip bütün dikkatini ve gücünü Çin e, Asya Pasifiğe vermek istemektedir. 

Tunus - Mısır Suriye Ekseninde Müslüman Kardeşlerin güçlenmesi, ABD ittifakının işine gelmemektedir. O nedenle de, Suriye deki muhalefet/Kıyam Hareketine tam bir destek vermemekte, sınırlı oranda askeri yardım yapılmasına izin vermektedir. ABD, Rusya İran-Çin ittifakını Suriye de çözmek istemekte, bu nedenle de Rusya nın tekliflerine, sıcak bakmaktadır. Uzun vadede bunun ABD ittifakının işine gelebileceğini düşünmektedir. Haziran 2012 de gerçekleşen Cenevre Konferansı nda Suriye iç savaşının nasıl sona erdirileceği ve geçiş hükümetinin nasıl kurulacağı ile ilgili bir muğlaklık olmasına karşılık ABD, Rusya nın tekliflerine sıcak bakmaktadır. Rusya, bu konferansta Esadlı bir Çözüm de uzlaşıldığını savunmaktadır. Birkaç ay öncesinde de Rusya Dışişleri Bakanı  Sergey Lavrov ile ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Suriye yönetimi ve muhalefetin dâhil olacağı ve Cenevre Mutabakatı nın devamı niteliğindeki   2. Cenevre toplantısı yapılması konusunda anlaşmışlardır. (1)  Muhaliflerin karşı çıktığı bu konferansı, Suriye, İran ve Arap Birliği desteklemektedir . Türkiye de, Esad lı bir yönetime karşı çıkmaktadır (2).

Eğer ABD ve Rusya, Suriye de Esad lı bir geçiş dönemi yönetiminde anlaşmışlarsa, geriye buna karşı çıkan Türkiye ile Suriye muhalefetinin ikna edilmesi kalmaktadır. Ya da ABD ve Rusya nın yanlış yolda olduklarına ikna edilmeleri gerekmektedir. Rusya Parlamentosu (Duma) Uluslararası İlişkiler Komitesi Başkanı Aleksey Pushkov, Her olayda olduğu gibi Türkiye deki saldırılarda da yine Suriye yi suçluyorlar. Bazı kesimler barışçıl konferansı engellemek ve silahlı müdahalenin önünü açmak istiyor ifadelerini kullanması bu açıdan dikkat çekicidir (3). Diğer taraftan ABD de, Türkiye ikna edilebilirse, Türkiye üzerinden Suriye muhalefetinin ikna edilebileceğini düşünmektedir. Dolayısıyla Reyhanlı Operasyonu, tarafların birbirini ikna etme operasyonu olabilir. Ama kim, kimi ikna etmek istemektedir

Kaynaklar

1-CNN TÜRK 12.05.2013

2-MİLLİYET 13.05.2013

3- Radikal 13.05.2013

9 Mayıs 2013 Perşembe

Siyasetin tefessüh ettirici/kirletici dili

 (Milli Gazete)

Muhakkak ki âdemoğlunun yanlışlıklarının çoğu dilindedir. Hz. Muhammed

Türkiye de siyaset aşırı vaat, muhatabı karalama, küçük görme ve küçük düşürme esasları üzerinde çalışmaktadır. Siyasi partiler, genel olarak, istisnalar hariç, arasında olan iktidar kavgası, mahalle kabadayılarının kavgasına benzemekte; kullandıkları dil, kabadayıların ve kahve kültürünün benzeri hatta daha ileri safhası olmaktadır. Muhalefet, hiçbir zaman iktidarda olanın yaptığı herhangi biri işi takdir etmemekte, yapılan her şeyi kötü, yanlış hatta ihanet ekseninde ele alıp dillendirmektedir. Diğer taraftan iktidarda olanlar, muhalefet partilerini yok saymakta, yaptık oldu mantığı ile hareket etmektedirler. Ayrıca siyasi partilerimiz, iktidarda iken ak dediklerine muhalefette iken kara demektedirler. Özellikle seçim zamanları bozulan dil, seçim sonrasında siyaseten söylenmiş sözler olarak kabul edilip unutulması istenmektedir. 

Bir kısım siyasi çevrelerin birbirleri hakkında sarf ettikleri ve adeta her seçim dönemi doğallaştırıp meşrulaştırdıkları küfür, hakaret dolu bir siyasi dil, bugün normalleşip, Türkiye Büyük Millet Meclisi nin sıradan toplantılarında kullanılan bir dil haline gelmiştir. CHP milletvekili Kamer Genç in Bakan Fatma Şahin le ilgili kullandığı ağır ifadelere karşılık AKP milletvekili Zeyid Aslan ın ağza alınamayacak küfürlerle cevap vermesi, siyasetin kullandığı dilin kirlenme boyutunu aşarak tefessüh (çürüme, kokuşma) boyutuna ulaştığını ortaya koymaktadır. Siyaset erbabının kullandıkları dilin etkisi, sadece parti yöneticileri ile ilgili alanda kalmamakta, öncelikle kendi tabanlarını etkilemekte, aynı dili taban da kullanmaya başlayınca seviye düşmekte, toplumda gerilim yükselmektedir. Diğer taraftan genç kuşaklar bu gidişattan, bu dilden olumsuz etkilenmektedir. Aydınlar, bilim adamları, gençler, siyasetten ve siyasetçiden korkmaktadırlar. Bunun bir sonucu olarak, genel olarak, toplum, siyaseti dürüstlerin barınamayacağı bir alan olarak görmektedir.

Birbirine küfretmeyi siyasetin bir gereği olarak görmek, ne derece doğru ve mantıklı bir yaklaşımdır?

Bu yaklaşım tarzı hangi mantığın, hangi zihniyetin doğal sonucudur?

Bu mantığın oluşmasının sebebi nedir?

Böyle bir mantığın, bu ülkeye ve bu millete maliyeti nedir?

Genç nesiller bundan nasıl etkilenmektedir?

Toplum niçin tepki vermemekte ve üç maymunları oynamaktadır?

Bütün bu soruların cevabı, Cumhuriyet in kuruluş

felsefesinde, hem parlamento içi siyasetin hem de toplumun kirlenmesinde

aranmalıdır.

Burada bu konu ele alınacaktır.

Cumhuriyet'in Kurucu Kadrosunun Siyaset Dili: Kirletici Dil

Milli Mücadele sonrasında Türkiye Büyük Millet Meclisi nde gücü eline geçiren bir kadro, yapılacak olan reformları, inkılâpları meşru gösterebilmek sorunu ile karşı karşıya idi. Askeri güç elindeydi ve muhalefet edebilecek güç odaklarının bir kısmı da tasfiye edilmişti; ama bu yeterli değildi. Yapılacak devrimlere sahip çıkacak bir tabana da ihtiyaç vardı. Batı kültür medeniyeti değerleri üzerine inşa edilen bir sisteme sahip çıkacak, seküler, laik bir toplum kesimi inşa etmek, yeni yönetimin en temel sorunlarından biriydi. Bu yeni taban, Osmanlı nın kötülenmesi, karalanması temelinde yapılacak bir propaganda ile elde edilmeye çalışılmıştır. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Osmanlı Devleti nin kuruluşunun 700. yılı nedeniyle yaptığı bir konuşmada, (9.10.1999) Osmanlı nın bilinçli bir şekilde, kasti olarak, suçlanmasının ve karalanmasının bir politika olarak kabul edildiğini söylemiş bir bakıma da itiraf etmiştir: Cumhuriyet in ilk dönemlerinde rejimin oturması için Osmanlı aleyhinde bir söylem geliştirilmişti; artık bu tehlike geçmiştir; çünkü Cumhuriyet kendi nesillerini yetiştirmiştir; Osmanlı yı suçlamamızın bir manası kalmamıştır. Osmanlı ile barışmak gerekir. 

Cumhuriyet dönemi ile birlikte kurulan yeni sistemin oturtulabilmesi ve daha güzel ve başarılı gösterilebilmesi için, Osmanlı, özellikle son sultan Vahdettin, İlkokuldan üniversiteye kadar okutulan tüm tarih kitaplarında, korkak, İngiliz işbirlikçisi ve hırsız olarak tanıtılmıştır. Sevr Anlaşması nı kabul edip imzalayan bir vatan haini olarak takdim edilmiştir. Mustafa Kemal, Nutuk ta, Vahdettin i ihanetle, menfaatperestlikle, alçaklıkla ve soysuzlaşma ile suçlamaktadır. Ecevit, ömrünün sonuna doğru resmi tarihin bu iddialarına karşı çıkmış, doğru olmadıklarını seslendirmiştir. (1) Genelkurmay ın, Atatürk ve Vahdettin in telgraflarına yer veren yayını vardır. O kitapta Atatürk, Nutuk ta yazdıklarından farklı şeyler söylüyor. (2) diyerek, o zaman ki Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, Ecevit in bu açıklamasına destek vermiştir.

Cumhuriyet tarihi boyunca kanunlar, bir baskı ve susturma aracı olarak kullanılmış ve yeni yönetime karşı söylenen her şey, ihanet muamelesi görmüştür. (3) Başvekil İsmet İnönü nün 1925 yılında Muallimler Birliği'nde yaptığı konuşma, bu karalayıcı, suçlayıcı, itham edici zihniyetin tam bir özetidir (3). Serbest Fırka yı kuran ve kurduranlar, o gün için devlet gücünü elinde bulunduranlardı. Halkın, Halk Fırkası na karşı Serbest Fırka ya büyük teveccüh göstermesi, Serbest Fırka nın sonunu getirmiş, mensupları, vatansızlık , ecnebiperestlik , anarşi ve irtica ile suçlanmış, karalanmış ve tehdit edilerek partileri kapattırılmıştır (4,5). Cumhuriyet dönemi yöneticilerinin genetik yapısına işlemiş olan suçlama, karalama, ihanetle suçlama Mustafa Kemal-İnönü kavgasında da kendisini göstermiş, Mustafa Kemal öldükten sonra İnönü paralardan Mustafa Kemal in resimlerini kaldırtmıştır. Cumhuriyet Halk Partisi içinden çıkıp Demokrat Parti yi kuran bir kadro, 1946 ve 1950 seçimlerinden sonra aynı şekilde suçlanmış, tehdit edilmiş ve karalanmıştır.

Mustafa Kemal ve yakın arkadaşları ile birlikte başlayan geçmişi ve rakipleri tehdit, karalama ve ihanetle suçlama yaklaşımı, Kirletici Dil, Cumhuriyet döneminde yetişen bir neslin, karakteristik bir özelliği olmuştur. Adeta Cumhuriyet dönemi nesil formatlanarak genetik yapısına bir Kirletici Dil Virüsü yerleştirilmiştir. Bu Kirletici Dil Virüsü, belli zamanlarda ortaya çıkarak görevini ifa etmektedir. Bugün meydanlarda kullanılan kirletici siyasi dilin, böyle bir tarihi arka planı vardır.

Kirletici Siyasi Dil Değişmelidir

Dil bir iletişim aracıdır. Kullanılan kelimeler, kavramlar muhataplar arasındaki ilişkiyi ya kuvvetlendirir ya da bozar. Birçok kötülüğün, şerrin kaynağı yanlış, kötü dildir:

Hz. Peygamber (S.A.V.): Bir kişiye dilindeki fazlalıktan daha şerli bir şey verilmiş değildir! (6) İnsanı ateşe, ülkeyi, toplumu kargaşaya sürükleyen, kin ve nefret etrafa saçan kötü bir dilden başkası değildir: Hz. Peygamber (S.A.V.): İnsanları burunları üzerine ateşe sürükleyen, dillerin mahsulünden başka ne olabilir (7) O nedenle dil güvenliği, Müslüman ın temel özelliklerinden biridir: (32) Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmediği kimsedir. Mü min de, halkın, can ve mallarını kendisine karşı emniyette bildikleri kimsedir. (8) İnsanın bütün uzuvlarını etkileyen, onların üzerinde baskı kuran önemli azalardan biri insanın dilidir (9). Ve en çok birbirini etkileyen iki organ kalp ve dildir (10).

Kalp ve dilin bu ilişkisinden dolayı bir müminle mümin olmayanın kalpleri ve dilleri birbirlerinden farklı olmak zorundadır: Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): Mü min bir kimsenin dili, kalbinin arkasındadır. Konuşmak istediği zaman kalbiyle o şeyi düşünür, sonra diliyle onu geçiştirir; münafığın dili kalbinin önündedir. Bir şeyi kastettiğinde diliyle söyler, kalbiyle düşünmez. (10) Dil aynı zamanda müminin dışa yansıyan ve dışta etkili olan, olması gereken yönüdür. Mümin, İslam ı şahsında temsil eden ya da temsil etmek zorunda olan insandır. Cumhuriyet yönetici kadrolarının ve Lozan da kabul edilen Hayım Nahum Doktrinini benimseyenlerin kullandıkları dilin tehditçi, karalayıcı, aşağılayıcı olması, benimsedikleri seküler değer sistemi ne uygundur. Bu yaklaşımın Cumhuriyet dönemi resmi ideolojisini benimseyenler açısından devam ettirilmesi de normaldir. Bu yadırganmamalıdır. Yadırganması gereken resmi ideolojiye karşı olanların ya da karşı olduğunu söyleyenlerin ve muhafazakâr demokratların benzer bir dil kullanmalarıdır. Kullandıkları dil, ne milli değerlere, ne dini değerlere ne de muhafazakâr değerlere uygundur. Kendi kültür medeniyetinin değerlerine ters ve insanı ifsad edici bir dil kullanmaları hem yanlış hem de tehlikelidir. 

Siyasiler, bizim kültür ve medeniyetimizin öngördüğü, izin verdiği dili kullanmak ve onun gerektirdiği seviyeyi tutturmak mecburiyetindedirler. Bu noktada hem bu dünya da hem de öteki dünyada sorumlu olacaklarını unutmamaları gerekir.

Siyasetin Dili İfsad Edici Değil İnşa Edici Olmalıdır.

Bir milletin değerlerinin korunması, zenginleştirilip geliştirilmesi hem bireyin, hem toplumun, hem de siyasetin görevi olmalıdır. Eğer değerlerin yıpratılması siyasilerin eliyle oluyorsa buna da karşı çıkmak, hem bireysel hem de toplumsal bir görevdir. Dışsallaşan, ortalığa serilen, sadece sözü edilip tedavisi edilmeyen, karşı çıkılmayan tüm çirkin hayâsızlıklar, kalbinde hastalık bulunanlara cesaret vererek çirkin hayâsızlıkların daha da yaygınlaşmasını sağlayabilir. Bunun doğal sonucu insanlar, çirkin hayâsızlıklara alışmakta ve onu huy edinmektedir: (Lut Kavmi) Onlar gerçekten çirkin davranışları huy edinmiş kötü bir toplumdur. (21/74) İnsanlığı ifsad etme amacına dönük çirkin hayâsızlıkların yaygınlaştırılma gayretlerine karşı müminler, teyakkuz halinde olmak zorundadırlar. Böyle bir yaygınlaşmaya karşı bigane kalmak Allah ın azabına duçar olmak demektir:

İman edenler içinde, çirkin utanmazlıkların (fuhşun) yaygınlaşmasından hoşlananlara, dünyada da, ahirette de acıklı bir azap vardır. (24/19) Bu nedenle, çirkin hayâsızlıkların hem icra edilmesine, hem de bunların toplum içerisinde yayılmasına karşı mücadele etmek, müminlerin görevleridir. İslam da temel kriter, insanların kusurlarını günahlarını araştırıp yaygınlaştırmak değildir. Temel esas, kötülüklerin örtülmesi bloke edilmesi ve tecrit edilmesidir. Kötülükleri salgın hastalık haline getirecek her türlü söylem ve davranıştan kaçınılmalıdır. Aksi davranış, toplumun ifsat edilmesine sebebiyet verebilir. İnsanların gizli dünyalarında kalan şeyleri kamuoyuna duyurmak, günlük dilde sürekli konuşulur kılmak doğru bir yaklaşım değildir. Bu gün siyasilerin bazı kavramlar ve olaylar üzerinden yürüttükleri siyası kampanya, bu açıdan sıkıntılıdır, tehlikelidir. Parti aidiyetini şuursuzca harekete geçirerek bu çirkinlikler, parti mensupları açısından meşru görülmeye başlanabilir. O nedenle siyasetin dili ifsad edici değil inşa edici olmalıdır.

Sonuç: Siyasetin Dili Savaşı Değil Barışı Hedeflemelidir: En Güzel Tarzda Mücadele

Büyük Ortadoğu Projesi, Büyük İsrail Projesi ve 2. Sevr Projeleri kapsamında ümmet tamamen etnik ve mezhebi parçalara bölünmek ve çatıştırılmak istenmektedir. Bu nedenle En Güzel Tarz Bir Mücadele, öncelikle Müslümanlar arasındaki ilişkilere yansımalıdır. Müslümanlar, öncelikle mümin kardeşine karşı en fazla af edici, merhametli ve şefkatli davranmalıdır. Sonra bu, dış çevreye doğru tüm insanları kuşatacak tarzda genişletilmelidir. En Güzel Tarz Mücadele demek, söylenmesi gerekeni söylemeyip susmak veya yalan söylemek değildir. Öfke ile söylenip bir anlık deşarj olma ise hiç değildir. Kendi kutsallarına saygı bekleyip başkalarının kutsallarına hakaret etmek de değildir. Siyasetin dili başkalarının kutsallarına saygı göstermek zorundadır.(6/108) 

En Güzel Tarz Mücadele, söylenmesi gerekeni, yapılması gerekeni en estetik, en hikmetli ve en basiretli bir şekilde, muhatabın kalbini etkileyebilecek ve etkilenip öğüt alabilecek bir üslupta, bir tarzda ifade etmek veya yapmaktır. Muhatabın kalbinde, vicdanında titreme meydana getirebilmektir, düşünmesini sağlayabilmektir. En Güzel Tarz Mücadele, kötülükleri iyilikle uzaklaştırabilmektir. Kendisine zulmedenleri hidayet yoluna bıkmadan, usanmadan, kin gütmeden çağırabilmektir. Bedduacı değil duacı olmaktır. Yılanı deliğinden çıkarabilmektir. Kendi içinde tutarlı olmaktır. Sabrıyla dağ devirmektir. Dengeli ve kararlı olmaktır. Siyasetin dili kin ve nefretle bozulmamalıdır. Siyasetin dili sözün en güzelini içermelidir: Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini, söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır. (17/53) 

En Güzel Tarz bir mücadele,  karanlıklar içerisinde bocalayan insanlığa ışığı gösterme, onları aydınlığa çıkarma mücadelesidir. Salt bir oy alma mücadelesi değildir. Bunun için; (1847)- Resulûllah (S.A.V.): Allah ım!..  Senden doğruyu konuşan bir dil, eğriliklerden uzak bir kalp diliyorum. (11)

Kaynaklar

1-Bülent Ecevit:Vahdettin Hain Değildi  Zaman 16.07.2005

2- Sefa Kaplan Hürriyet 18.07.2005

3- Ertunç A.C., Cumhuriyetin Tarihi, Pınar yayınları, İstanbul, 2002

4- Ağaoğlu Ahmet, Serbest Fırka Hatıraları, İletişim yayınları 1994  istanbul S:226

5- Osman Okyar, Mehmet Seyitdanlıoğlu, Fethi Okyar'ın Anıları, Türkiye iş bankası yayınları, Ankara 1997, S:86

6-Deylemî

7-İbn Mâce, Hâkim.

8-Tirmizî, İman 12, (2629); Nesâî, İman 8, (8, 104, 105)).

9- Tirmizî

10-Harâitî

11-Tirmizî, Daavât 22, (3404); Nesâî, Sehv 61. 

2 Mayıs 2013 Perşembe

Bir sosyal yara: Apaçi gençlik

 (Milli Gazete)

Türkiye İstatistik Kurumu’nun Aralık-2012 tarihli tespitlerine göre, 75.627.386 olan Türkiye nüfusunun 18.862.319’u 15-29 yaş grubunda yer almaktadır. Bu rakamlar dikkate alındığında mevcut Türkiye nüfusunun %24,94’ünün gençlerden oluştuğu anlaşılmaktadır. Görüldüğü gibi Türkiye’de nüfus çok genç olup Türkiye, dünyada genç nüfusa sahip ülkelerden biridir. Bu genç nüfus Türkiye’nin stratejik gücüdür.

Gençlik, genel olarak, çok dinamik olup toplumsal değişimlerden, sorunlardan ve bunalımlardan en çok etkilenen kesimdir. Tarihimizin son 200 yıllık dönemi, gençliğin kişilik ve kimlik arayışının en yoğun olduğu bir dönemdir. Genel olarak bu dönemde, kalıcı bir kimlik inşa edilememiş olması, üzerinde en çok durulması ve düşünülmesi gereken bir konudur. Gençliğin bu duruma gelmesinde, genellikle, hakim olan sistem, zihniyet birinci derecede sorumludur. Bunun yanı sıra gençlik düşmanın beşinci kol faaliyetlerinin boy hedefi halindedir (1). Gençler, Küresel büyük oyunun kurbanları olarak seçilmişlerdir. Bu gerçek, göz ardı edilmemelidir.

Gençlikle ilgili son 10 yıl içerisinde yapılan çalışmalar, gençliğin, genel olarak, bir kimlik krizi yaşadığını ortaya koymaktadır (2-17). Bu noktada ana sorun, benimsediği ve savunduğu kimlikle düşüncesinin, davranışının ve yaşantısının uyumlu olmaması, hatta tezat teşkil etmesidir. Bu açıdan gençlik, bir sosyal şizofreni yaşamaktadır.

Bu genel ortak özelliğin yanı sıra farklı gençlik kesimleri, şiddet, madde bağımlılığı, yabancılaşma, ülkeyi terk etme, sefahat alemine dalma, fuhuş, hırsızlık, sorumsuzluk gibi sorunlara sahip olup ve şiddeti kesimden kesime değişen bir bunalım yaşamaktadır.

Gençlikle ilgili olarak farklı zamanlarda, farklı bazı temel özellikleri göz önüne alınarak, ‘68 Kuşağı’, ‘80 Kuşağı’, ‘90 Kuşağı’, ‘Milenyum Gençliği’, ‘Cool Gençlik’, ‘Rock’n Roll Gençliği’, ‘Çiçek Çocukları’, ‘Hippi Gençlik’, ‘Yuppie Gençlik’, ‘Kayıp Kuşak’, ‘Tiki Gençlik’, ‘Metroseksüel Gençlik’, ‘Mahalleli’, ‘Emo Gençlik’, ‘Apaçi Gençlik’, ‘Fake’, ‘Louser’, ‘Jonjon’, ‘Cipcop’, ‘Paçoz /Fason’, ‘Punk’, ‘Tinerciler’, ‘Maddeciler’, ‘Alkolikler’, ‘Sokak Çocukları’, ‘Köprü Altı Çocukları’, ‘Köşe Başı Gençliği’ gibi farklı isimlendirmeler yapılmıştır (2,3).

Son zamanlarda Türkiye’de, bunalım gençliği olarak gittikçe yaygınlaşan ve sosyal bir sorun haline gelmeye başlayan gençlik kesimi, ‘Apaçi gençlik’ olarak isimlendirilen bir kesimdir. Bu gençlik kesimi ile ilgili Yalova Üniversitesinde Ömer Yaman tarafından bir doktora tezi yapılmış ve Açılım Yayınlarından Kitap olarak basılmıştır. Genç akademisyen Dr. Ömer Yaman, son derece yoğun, riskli ve başarılı bir çalışma ile Apaçi gençliğin, doğuşunu, duygu ve düşüncelerini, sorunlarını ve geleceklerini değişik boyutları ile ele alıp incelemiş ve değişik önerilerde bulunmuştur.

Burada, bu doktora tez çalışmasından yararlanarak ‘Apaçi gençlik’, denilen gençlik kesimi, genel hatları ile ele alınacak, kamuoyunun, yöneticilerin, özellikle, bakanlıkların soruna eğilmesi istenecektir. Herkesin, daha ayrıntılı bilgi için, Açılım Yayınlarından çıkan ‘Apaçi Gençlik’ kitabını okumasında fayda vardır. Çünkü, eğer böyle giderse, bu sorun bir gün hepimizin kapısını çok acı ve tehlikeli bir şekilde çalabilir.

‘Apaçi Gençlik’ Kimdir?

Genç Akademisyen Dr. Yaman’a göre, “Apaçı gençlik” kavramının kökleri, Fransızların Amerikan kıtasındaki işgaline karşı çıkıp, topraklarını savunan Apaçi Kızılderili kabilesine dayanmaktadır. Apaçilerin Batı zulmüne karşı çıkıp direnmeleri, topraklarını savunmaları ve satmamaları, yol boyu, zulme, haksızlığa, mağdur edilmeye karşı bir isyan, bir direniş ve bir protesto hareketi sembolüne dönüşmüştür. Apaçi Kızılderililerinin giyimleri, saç modelleri, dansları ve müzikleri (müzik ve danslarındaki hareketlilik), toplumdan dışlanmış, horlanmış kesimler tarafından taklit edilerek içselleştirilmiş; isyanın, protestonun farklı olmanın sembolleri haline getirilmiştir. Dolayısıyla ‘Apaçı gençlik’, dışlanmış, horlanmış, ezilmiş, fakir gençlerin benzer sembolleri kullanmaları, benzer davranış özelliği göstermeleri nedeniyle, benzer toplum kesimlerindeki gençler arasında ilgi görerek yayılmaya başlamıştır.

Yaman’a göre Türkiye’de ‘Apaçi gençlik’, “1950-1960’lara dayanan “kıro, maganda, amele, zonta, hırbo” olarak dillendirilen toplum kesimlerinin veya bireylerin, 2000’lerden sonra yeniden kodlanması, yeniden tanımlanmasıyla birlikte” ortaya çıkmıştır. 2000 yılı öncesinde Anadolu’nun değişik köylerinden şehre göç etmiş ve kendi yöresel davranışlarını gösteren yoksul ve gariban insanlara, ekonomik durumu ve yaşam seviyesi iyi olan kentlilerin “kıro, maganda, amele, zonta, hırbo” gibi tabirleri kullanması, bir aşağılama, hor görme hatta ötekileştirme davranışı idi. Bugün Apaçi kavramının kullanılması da benzer düşünce ile ortaya çıkmıştır. Sistem ve toplum tarafından dışlanmış, Adam yerine konmamış, değer verilmemiş, tahkir edilmiş ve ötekileştirilmiş bir gençlik kesiminin, kendilerini savunma refleksi bu şekilde tezahür etmiştir. Bir bakıma ‘Apaçı gençlik’, Sistemin mevcut zihniyetine, toplumun ötekileştirmesine karşı bir tavır alma, bir tepki ortaya koymadır. Toplumun en fakir kesimlerindeki çocukların okuyamama, geçinememe, yemek bulup yiyememe, akranlarının sahip olduğu imkânlardan birçoğuna sahip olamamaya karşı geliştirilen bir tepki hareketidir.

Apaçi Gençlik: “1980 Sonrası Göç Dalgasının Sonucu Ortaya Çıkmıştır”

Türkiye’de iç göçün başlangıç tarihini, genel olarak, 1950 olarak ifade etsek yanlış yapmış olmayız. Türkiye’deki iç göç, bugünden geriye dönülüp bakıldığında, bir toplumsal dönüşüm projesi olduğunu ifade edebiliriz. Batılılaşmaya direnen kırsal kesimin, bağından bahçesinden koparak şehirlere göç etme mecburiyetinde bırakılması; böylelikle, şehirlerin kenar mahallerinde eritilme, hatta asimile edilmesi olarak düşünülmüş bir proje. Devletin arazisi, Anadolu’nun fakir insanlarına mafya tarafından satılmakta; bir gecede hiçbir estetiği olmayan, ne olduğu belirsiz ‘gecekondu’ adında bir ucube ortaya çıkarılmaktadır. Sonra siz devlet olarak oraya elektrik, su vermekte ve yol yapmaktasınız. Araziyi satmayıp elektriği, suyu ve yolu getirmenin tutarlı izah edilebilir bir mantığı var mıdır Varsa nedir

Cumhuriyet dönemi yapılmış batılılaşma hareketine, devrimlere direnen toplumun kırsal kesimini, şehre kendi isteği ile getirtip asimile etmek, bu mantığın nirengi noktası olduğu kanaatindeyim. Ancak göç edenlerin bir mahalle kültürü oluşturmaları, dernekleşmeleri ve camilerde toplanarak kendilerini savunmaları, kırsalın kentleri kuşatmasına sebebiyet vererek, kayıplar vermiş olmalarına rağmen, kırsal kesimin zaferi ile sonuçlanmıştır.

Türkiye’deki iç göçü, amaçları bakımından iki ana sınıfa ayırabiliriz: 1- Geçim ya da hayat standardını yükseltmek amacıyla kırlarda şehirlere doğru olan göç (birinci nesil göç, 1950-1990). 2- Güvenlik (Terör ya da zorunlu) gerekçesiyle meydana gelen göç (ikinci nesil göç, 1990 sonrası).

Türkiye’de köylü ve kentli çekişmesi Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar uzanır.1950 yılına kadar köylülerin, köylü kıyafetleri ile birlikte Ankara gibi büyük şehirlerin merkezlerine gelmelerine müsaade edilmemiştir. Ancak 1950 sonrası oluşan özgürlük ortamından yararlanan köylüler, daha iyi hayat şartlarına sahip olmak için şehirlere göç etmeye başlamışlardır. Bu insanlar, “hizmet sektörünün en alt basamaklarında kimi zaman komi, kimi zaman bulaşıkçı, hizmetçi ya da inşaatlarda bekçi olarak” (3) çalışarak hayata tutunmuşlar ve yukarıda izah edildiği şekilde kendilerini koruyup şehirleri kuşatmışlardır. Bu akıma karşı, merkezleri koruyabilmek için ilçeler bölünerek yeni ilçeler oluşturulmuştur.

1990 sonrası dönemdeki göçlerin (ikinci nesil göç) ana nedeni ise, geçim yada daha yüksek hayat standardı elde etmek olmayıp güvenliktir. Güvenlik nedeniyle ya göç etmişler ya da ettirilmişlerdir. Bu göç dalgasında yer alan insan unsuru, genel olarak, Doğu ve Güneydoğu Anadolu insanıdır.

Dr. Yaman’a göre Apaçi gençliği doğuran ana sebep bu ikinci nesil göçlerdir. “Göç burada temel bir parametre ve büyük kentlerde Apaçi olarak tanımlanan gençlerin kendilerini farklı tarzlarda ifade etme yoluna başvurmalarında bir başlangıç noktasıdır.” Bu nedenle, “Apaçi Gençliğin yüzde 70’i Kürt kökenlidir”. “Ama Apaçi gençliği doğuran tek sebep göç değildir” (3).

‘Apaçi Gençlik’ Yoksulluğun bir ürünüdür

Bu gençlerin çoğunluğu, ikinci göç dalgası ile gelmiş, yersiz, yurtsuz kalmış köklerinden kopmuş nereli olduğunu dahi bilmeyen çocuklardır. Bu gençlerin aileleri, büyük oranda göçmen aileler oldukları için ekonomik durumları iyi değil. Babalar, ilkokul ya da ortaokul mezunu olup, genelde, maddi anlamda sıkıntılı ve zor işlerde çalışıyorlar. Annelerse çalışmıyorlar, evdeler. Bodrum katlarında rutubetli evlerde oturmaktalar. Bu gençlerin yaşadıkları ailelerde çocuk sayısı çok fazla, yaşadıkları evler de çok küçük olduğu için insanlar, yatmaya zor yer buluyorlar. Anne baba ve çocuk arasında ciddi bir iletişim sorunu var. Anne babalarından ciddi bir destek bulamıyorlar (3). Sıcak yuva eksikliği, onları dışarı, hatta suç odaklarının, mafyanın, yabancı istihbarat örgütlerinin, terör örgütlerinin, fuhuş ve uyuşturucu sektörünün kucağına itiyor ve değişik suçlara bulaşmalarına ya da bulaştırılmalarına neden oluyor. Dr. Yaman’a göre, “Bu çocukların aileleri, çocuklarının madde kullandığını, hırsızlık yaptığını, kavgalara karıştığını, kimi kez nezarethaneye girip çıktığını, suça bulaşma eğiliminin çok yüksek olduğunu, taciz ve tecavüz davalarında rol oynadıklarını çok fazla bilmiyorlar. Bilenler de az biliyorlar.” (3)

Bu gençlerin ortak özellikleri, eğitim sisteminden kopmaları, kendi bakış açılarına göre, “dışlanmaları”, (onlar için “liseyi bitirmek bir ütopya, üniversiteyi bitirmek ise bir hayal”), genelde sosyal statüsü olmayan merdiven altı, fason işlerde, halde, konfeksiyon atölyelerinde, hamallıkta, komide, kasiyerlikte, yanı emek yoğun işlerde çalışmaları, günü kurtarmaya uğraşmaları, evlerine para getirmek zorunda olmaları, sosyal çevrelerinin dar olması, anne babalarının doğduğu, köklerinin olduğu memleketlerini bilmemeleri, maddi yoksunluklardan dolayı bir kere bile gidememiş olmaları, bodrum katlarda oturmaları ve çok zor şartlarda hayatlarını devam ettirmeye ve günü kurtarmaya çalışmalarıdır.

Dr. Yaman’a göre, “Bir günün geçmesi üzerine kurgulanmış bir hayat şeklinin döndüğü bir gençlikle karşı karşıyayız” (3). Bu gençler, haftalık 100-150 lira alıp, bu paranın hatırı sayılır kısmını ailelerine veriyorlar. Diğer taraftan bu çocuklar, ergenler; ekonomik durumu daha iyi olan yaşıtları gibi kaliteli şeyler giymek istiyorlar, kaliteli şeyler yemek istiyorlar ve kaliteli yerlere gitmek istiyorlar, fakat bunlara ulaşamıyorlar.

Bütün bu etkenler onları, “hırsızlık”, “torbacılık” (uyuşturucu satıcısı), yol kesme, taciz, tecavüz gibi yollara itiyor, suça bulaştırıyor ve hatta çeteleştiriyor. Bu da onları daha tehlikeli konuma sokuyor.

‘Apaçi Gençlik’ Okumak İstiyor Fakat Okuyamıyor

Bu gençler, okumak istiyorlar ama yoksulluktan dolayı buna imkân bulamıyorlar. Anne babalarının eğitimsiz olmuş olmaları, çocuklarına bu anlamda destek vermelerine imkân tanımamaktadır. Çocuklar ailelerine karşı alabildiğine kapalılar. Dershaneye gidemiyorlar. Sınavlara hazırlanamıyorlar. Okul dışında para kazanmak zorunda oldukları için geçici işlerde çalışıyorlar. Hem okul hem iş onları yoruyor, strese sokuyor eğitimde başarısız kılıyor. Ekonomik sıkıntı, sıcak yuva eksikliği, okula yansımakta ve öğretmenleriyle sorun yaşamalarına sebep olmaktadır (3). Sokakta büyüdükleri, ciddi bir aile terbiyesi almadıkları için sokak kültürü ile tepki ortaya koymaktadırlar. Bu da, yanlış anlaşılmalarına, tehlikeli, huzur bozucu olarak görülmelerine ve dışlanmalarına sebebiyet vermektedir. Bu da, onları daha da tehlikeli yapmaktadır.

Apaçi Gençlik Sistemin Ürettiği Bir Sorundur

Türkiye’nin ana sorunu, Lozan’da Hayım Nahum Doktrinine göre Batı Kültür medeniyeti ekseninde kurulmuş olan bir sistemin, İslam Kültür ve medeniyetini benimsemiş, asırlarca onunla yaşamış olan bir millete rağmen var olmasıdır. Lozan’da kurulan ulus devlete uygun yeni bir ulus “yaratılma” (!) kavgası, toplumu şizofren yapmış, toplumsal bağları ve dayanışmayı zayıflatmıştır. Nesillerin, tarihle, kendi kültür ve medeniyeti ile ilişkisini kopararak mankurtlaştırıp bireyselleştirmek bir politika olarak seçilmiştir.

Birçok sorun gibi Apaçi Gençlik Sorunu da, sistemin ürettiği sorunlardan biridir. Henüz ciddi bir tehlike boyutuna ulaşmamıştır. Eğer ilgisiz kalınır ve çözüm üretilmezse çok daha tehlikeli konuma gelebilir. O zamanda iş işten geçmiş ve bir gençlik kesimi heba edilmiş olur.

Sadece ne oldu bu gençliğe tarzında şikayet, yakınma ve sitemlerde bulunmak bir çözüm değildir. Gençliği bu duruma iten şartlar ortadan kaldırılmalıdır. Bu şartlar ortadan kaldırılmadığı sürece bu gençleri suçlamanın mantığı yoktur.

O nedenle bu gün için asıl suçlu ve günahkâr olan bu gençler değil, Mankurtlaştırmayı politika olarak benimsemiş ve gençliği bu duruma düşürmüş olan Lozan sistemidir, Hayım Nahum sistemidir.

Asıl suçlu ve günahkâr olan bu gençler değildir; Firavun gibi halkı bölüp parçalayıp birbirine düşman yapan Lozan sistemidir:

“Firavun yeryüzünde büyüklenmiş ve oranın halkını birtakım fırkalara ayırıp bölmüştü; onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı.” (28 Kasas 4)

O nedenle bu sistem değişmelidir.

Apaçı Gençlik konusunda tüm yetkilileri, siyası parti mensuplarını ve tüm milleti göreve davet ediyoruz.

Kaynaklar

1- Genel Kurmay Başkanı Org. Hilmi Özkök'ün Harp Akademilerindeki Yıllık Değerlendirme Konuşması.

2- SEKAM, Türkiye’de Gençlik Araştırması, (Henüz Yayınlanmamış), İstanbul, 2013

3- Yaman Ö., Apaçi Gençlik, (Doktora Tezi, Yalova Üniversitesi), Açılım Yayınları, İstanbul, 2013

4- Armağan İ. , Gençlik Gözüyle Gençlik, Kırkısraklılar Vakfı Usadem Yayınları, İstanbul, 2004

5- Yazıcıoğlu P., Türkiyede Gençlik ,Türkiye Gençlik Konseyi Girişimi, İstanbul

6- Kula N., Gençlik Döneminde Kimlik Ve Din, Gençlik, Din Ve Değerler Psikolojisi, Ankara Okulu, Ankara, 2002. S: 31-70

7- Kılavuz M.A. “Ergenlerde Özdeşleşme Ve Din Eğitimi”, Gençlik, Din Ve Değerler Psikolojisi, Ankara Okulu, Ankara, 2002. S: 209-254

8- Göka E., Gençlik Dönemi Ve Kimlik Oluşumu, Ankara Üniversitesi Psikiyatri Kiliniği Http://Www.Sosyalhizmetuzmani.Org/Gençlikdonemleri.Htm

9-Aile Ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü Araştırması (Üniversite Öğrencileri)  2008

10-Aile Ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü Araştırması (Ergen Profili), 2008

11-Türkiye Gönüllüleri Vakfı Üniversite Gençlerinin İhtiyaçları Araştırması, 2009

12- SEKAM Aile Araştırması, İstanbul, 2010

13-Aile Ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü Araştırması, 2010

14- Türkiye Uyuşturucu Raporu, 2010

15- İstanbul Narkotik Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü, 2010

16- TUİK İstatistikleri, 2010

17-Maltepe Üniversitesi Liseli Gençlik Araştırması, 2011

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...