(Umran Dergisi)
“Sen sadece Rabbimizin ayetleri bize geldiğinde onlara inandığımız için bizden intikam alıyorsun. Ey Rabbimiz! Bize bol bol sabır ver, Müslüman olarak canımızı al”.(7/126)
11 Eylül olayı, 21. asrın en önemli değişim
tarihlerinden biridir. ABD’nin kendi kendini vurmasındaki amaç, zaman geçtikçe,
olaylar üst üste geldikçe daha iyi anlaşılmaktadır. 11 Eylül ABD’deki küçük bir
azınlığın lüks ve israf içinde yaşayabilmesi, sermayelerine sermaye katabilmesi
için insanlığa karşı giriştikleri çok ciddi bir saldırı hareketidir. Öyle ki bu
saldırının meydana getirdiği dehşet ve korku ile insanlığın uzun yıllar
mücadele ederek elde ettiği kazanımlar, bir gecede geri alınmaya
kalkışılmıştır. O güne kadar kutsal kabul edilen uluslar arası değer ve kurumlar, ABD’nin
isteklerine olumlu cevap vermediğinde yok sayılmış; ABD, uluslar arası
hükümleri, kuralları ve yasaları kendisi koymaya kalkmıştır. Söylediği her
şeyin, ileri sürdüğü her iddianın doğru ve tartışılamaz olduğu şeklinde bir
psikolojinin içine girerek her şeyi ve herkesi hor ve hakir görmeye ve hiç
kimseye ihtiyacı olmadığını açık açık söylemeye ve sonrasını düşünün tarzında
tüm ülkeleri tehdit etmeye girişmiştir. ABD’ye hakim olan uluslararası sermaye
ve bunların denetimindeki ABD yöneticilerinin girdiği bu son psikolojik süreç,
bize tarihte azgınlığın sembol ismi haline gelen Mısır Firavunlarını ve onların
çevresini hatırlatmıştır. Acaba bütün
diktatör ve dikta rejimler arasında ortak bağ var mıdır; varsa nelerdir? Ülkelerini
nasıl yönetmişlerdir? Diğer ülkelerle ilişkileri nasıl olmuştur? Niçin diğer
ülkelerde kendileri gibi ve fakat kendilerine bağlı diktatörler isterler?
Bu çalışmanın amacı, Firavunların ortak davranışlarını tespit edip bu gün için bazı dersler çıkarmaktır.
Hz. Musa Olayındaki Düşündürücü Ayetler
Kur’ân-ı Kerim’de anlatılan Hz. Musa ile Firavun
arasındaki mücadelenin temel karakteristikleri göz önüne alındığında, tarihteki
diktatörlerin zihniyetleri ile tutum, davranış ve mücadele anlayışları arasında
çok ciddi ilişki olduğu görülmektedir. Belki de bundan dolayıdır ki Allah,
insanları eğitmek ve uyarmak için bu konuya Kuran-ı Kerim’de çok geniş yer
vermiş ve iman edenlere Fıravuni sistemlere karşı vereceği mücadele için bir
strateji çizmiştir. O günün koşullarında zulmün abidesi ve korkunun sembolü
olan bir diktatöre karşı, başarılı bir mücadelenin nasıl olması gerektiği
ortaya konulmuştur. Muhtemeldir ki bu amaçla
“Musa olayında da düşündürücü ayetler vardır”(51/38)
denerek konunun üzerine eğilmemiz ve çok düşünmemiz
istenmiştir. Yenilmez kabul edilenlerin, meydan okuyanların acziyetleri ve ibret
verici sonları tekrar ve tekrar
hatırlatılmıştır.
Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Musa ile Firavun’un mücadelesi
bir çok sûrede yer almaktadır. Ancak 28 Kasas 1-51, 20 Taha 9-99’da konuya uzun
uzun yer verilmektedir. Okuyucunun bu
iki sûreyi okuyarak bir ön hazırlık yapmasında fayda vardır.
Konuya ilişkin ayetleri incelediğimizde Hz. Musa
olayındaki önemli ana ağırlık noktalarını, aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:
1- Devlet gücünü elinde bulunduran Mısır ülkesinin
ilah ve Rabbi olduğu iddiasında olan
merhametsiz, tam bir zalim; Firavun.
2- Her türlü kötülüğün organizasyonunda yer alan
Firavun’un veziri Hâmân ve refahtan şımarıp azan önde gelenler(mele’ ve mütref
taifesi).
3- Firavunî sistemin gücünü pekiştiren korku ve
dehşetin sembolü ordu.
4- Firavun’dan ikbal koparmak amacıyla ona yardıma
koşan bilgin-büyücüler.
5- Firavun’un sarayında kalıp Musa’ya iman eden gizli
Mümin.
6- Yaklaşık 200 yıl köle olarak yaşamış İsrail oğulları ve onların psikolojik
yapıları.
7- Firavun’un zulmünü onaylayan ve ona boyun eğmiş Mısır
halkı.
8- Beşeri güç olarak hiç bir imkana sahip gözükmeyen,
Firavun, Haman ve askerlerine karşı mücadele eden iki kardeş; Musa ve Harun.
9- Her türlü zenginliğe sahip, bunun verdiği güç ve
ihtişamla İsrail oğulları içinde fesat kaynağı olan zenginliğin abidesi Kârun.
10- Bütün mucizeleri görmüş olmasına rağmen İsrail
oğullarını saptırmaya kalkan Sâmirî.
11- Hiç bir askeri stratejinin kabul edemeyeceği aşırı
güç dengesizliği ve buna rağmen Hz. Musa’nın Büyük Meydan Okuyuşu. Allah’ın
yardımını hesaba katmayan tüm askeri stratejilerin iflas ettiği mucize ve
sürprizlerle dolu örnek bir mücadele. Beşer aklının, havsalasının kabul
edemediği, anlayamadığı ve müstekbirleri
helâke sürükleyen çok üst bir strateji.
İşte bugünkü müminlerin öğrenmesi, anlaması ve
uygulaması gereken bir örnek mücadele: Hz. Musa’nın Firavun’a Karşı İbrahim’î
Duruşu!
Bu nedenle, özellikle Hz. Musa’nın Firavun’a karşı
verdiği mücadeleyi çok iyi anlamalı, günümüz için dersler çıkarmalıyız. Ve
bugünkü Firavunî sistemlere, özellikle en büyük Firavunî sistem ABD’ye karşı
nasıl bir tavır almamızı gerektiğini belirlemeliyiz. Bunun için öncelikle
Firavunların mantığını ve davranışını kavramalıyız.
Firavunların genel karakteristik özellikleri, Kur’ânî bir bakışla, ana başlıklar halinde aşağıda ele alınıp incelenmekte ve günümüzle ilişkisi kurulmaktadır.
Mısır’ın Rablığından Dünyanın Rablığına
Firavunlar kendi ülkelerinin mutlak hakimi, her türlü
kural ve kanun koyucusu oldukları düşüncesindedirler. Bu anlamı ile
kendilerinde ilahlık ve rablık sıfatını var olduğunu düşünürler. Bunu Hz. Musa
olayında çok açık olarak görmekteyiz:
“(Allah Hz. Musa’ya)Firavun'a git! Çünkü o çok azdı.
De ki: ‘Arınmayı ve seni Rabbimin yoluna iletmemi ister misin?’ Böylece ondan
korkarsın. Ve ona en büyük mucizeyi gösterdi. (O ise) hemen yalanladı ve isyan
etti. Sonra (inkar için) olanca çabasını göstererek sırtını döndü. Derhal
(adamlarını) topladı ve (onlara) bağırdı: Ben, sizin en yüce Rabbinizim! dedi.
Allah onu, (herkese ibret olarak) dünya ve ahiret azabıyla cezalandırdı. Elbette
bunda, korkan kimseler için büyük bir ibret vardır.”(79/17-26)
“Firavun kavmine seslendi ve şöyle dedi: Ey kavmim!
Mısır mülkü ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Hâla görmüyor
musunuz?”(43/51)
Firavun, kendisine getirilen tekliflere ve delillere
karşı çıkarak büyük bir öfke ve kinle Mısır’ın Rabbi, mülkün sahibi olduğunu
belirtmekte ve yardımcısı Hâmân’dan yüksek bir kule yapmasını isteyerek bu
yolla ‘Alemlerin Rabbine’ meydan okumakta ve Hz. Musa ile alay etmektedir:
“Firavun: Ey
ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh tanımıyorum. Ey Hâmân! Haydi
benim için çamur üzerine ateş yak (ve tuğla imal et), bana bir kule yap ki Musa'nın
tanrısına çıkayım; ama sanıyorum, o mutlaka yalan söyleyenlerdendir, dedi Biz
de onu ve askerlerini yakalayıp denize atıverdik. Bak işte, zalimlerin sonu
nice oldu!” (28/38; 40/36-37)
Kendisine
yapılan Allah’ı Rab olarak tanıması, İsrail oğullarını serbest bırakması ve
insanları öldürmemesi teklifleri karşısında büyük bir kibir ve öfke ile
Firavun, Mısır mülkünün kendisine ait olduğunu, dolayısıyla burada kimin nasıl
yaşayacağına, kimin ne yapıp yapamayacağına ancak kendisinin karar verebileceğini,
buna karşı çıkanların sonunun zindan ve ölüm olduğunu açıklamaktadır:
“Firavun: ‘Benden başkasını tanrı edinirsen, andolsun
ki seni zindanlıklardan ederim! dedi. Musa: Sana apaçık bir şey getirmiş olsam
da mı?’ dedi”. (26/29-30)
Çünkü Firavun’a göre kendisine teklifte
bulunabilecekler, kendisi kadar zengin, güç ve iktidar sahibi olmalıdırlar.
Bunların haricindekiler söz söylemeye, konuşmaya hakkı olmayan zavallılardır:
“Yoksa ben, kendisi zayıf ve neredeyse söz
anlatamayacak durumda bulunan şu adamdan daha hayırlı değil miyim?""Ona
altın bilezikler verilmeli veya yanında ona yardımcı melekler gelmeli değil
miydi?"Firavun kavmini aldattı; onlar da kendisine boyun eğdiler. Onlar
yoldan çıkmış bir kavimdir”. (43/52-54)
Bugün ABD, Mısır’daki Firavun gibi dünyayı kendi mülkü
ve kendini dünyanın Rabbi olarak görmektedir. ABD, artık dünya da kendi
kanunlarının geçerli olduğunu, bugün uygulanmakta olan uluslararası hukukun
kendisini bağlamadığını söylemektedir. Var olan kurumlar işlevlerini tamamlamış
ve yeni bir düzenleme ABD’nin istekleri istikametinde yapılmalıdır. Aksi
taktirde bağlayıcılıkları yoktur. Bush doktrininde bunu açıkça görmek
mümkündür:
“Küresel
sağlanmasının temini ve yargılamaları Amerikan vatandaşlarını kapsamayan ve
asla kabul etmeyeceğimiz uluslar arası suçlar mahkemesi(ICC)’nın araştırma,
soruşturma ve davalarının bu çabalarımıza zarar vermemesi için önlemler
alacağız. Askeri operasyonlarımız ve işbirliğimizi, ICC’ye karşı ABD
vatandaşlarını koruyacak çok taraflı ve ikili anlaşmalar gibi mekanizmalar
yoluyla karmaşalardan koruyacağız. ABD’li personel ve resmi yetkililerin
korunmasını temin etmeyi artırmayı hedefleyen Amerikan Askerlerini Koruma
Yasasını sonuna kadar uygulayacağız..
Liderliğimizi sürdürürken, ortaklarımız ve dostlarımızın değerlerine,
yargılarına ve çıkarlarına saygı göstereceğiz. Yine de, çıkarlarımız ve
özel(biricik) sorumluluklarımız gerektirdiğinde ayrı olarak hareket etmeye
hazırlıklı olacağız.”1
Firavun, İsrail oğullarının erkek çocuklarını öldürmekle kölelik sisteminin nasıl çöküşünü hızlandırmışsa; ABD’ de giriştiği istila hareketi ile büyüsünü bozmuş, aynı zamanda tüm dünyayı ürküterek karşısına almıştır. Bunu doğal sonucu olarak BM’den karar çıkaramamış; Irak’ı vurmak için aradığı meşrûiyeti ve uluslararası desteği bir türlü bulamamıştır. Kendi isteği gerçekleşmediği için BM’ye her türlü baskıyı uygulamış, sonuç alamayınca da onu yok sayarak ve devrini tamamladığını söyleyerek kendini bağımsız sayıp istila hareketine girişmiştir. ABD’nin, Fransa ve Almanya’nın BM’deki tavrından rahatsızlık duyarak ‘yaşlı Avrupa’ deyip onları aşağılamaya çalışması ile; Firavun’un Hz. Musa’ya ‘konuşmasını bilmeyen zavallı insan’ diyerek hakaret etmesi arasında davranış ve niyet bakımından bir fark yoktur. Dolayısıyla bu psikoloji, tarihte ki bütün zorbaların benimsediği bir ilahlaşma ve rablaşma sürecinin doğal sonucudur. Sonları da hiç şüphesiz Firavun gibi olacaktır.
Firavunların Gerçek Anlamda Dostları Yoktur; Sadece Uşakları Vardır
Diktatörlerin gerçek anlamda dostları yoktur. Onlar
için kendilerine hizmet eden köleler, hizmetçiler ve uşaklar vardır. İtaat ve
hizmette kusur yapılmadığı zaman bir ve beraber gözükülür. Emrine amade
olunduğu sürede siz kendinizi onun dostu olduğunuzu düşünebilirsiniz, ancak
onun nezdinde iyi bir uşaksınız; ama o
size deruni bir dost gibi gözükmeye gayret eder ve sizi belli bir şekilde ödüllendirebilir. Bu,
oyunun gereğidir. Aksi bir davranış sergilediğinizde ise insanlık için(aslında
diktatörlük için) bir tehlike ve tehditsiniz ve yok edilmeniz gerekir.
Hz. Musa Firavun’a gidip iki büyük mucizesini(elinin
bembeyaz olması, asasının yılan olması) gösterdiğinde; Firavun ve refahtan
şımarıp azan önde gelen çevresi, olayın mahiyetine nüfuz edemeyip bunun bir
büyü olduğunu sanmışlardı. O nedenle de Hz. Musa’yı küçük düşürecek bir
hesaplaşma planlamışlardır. Ülkenin en büyük büyücülerini toplayıp Hz. Musa’ya
tuzak kurmuşlardır:
“Andolsun biz ona(Firavun'a) bütün (bu) delillerimizi
gösterdik; yine de yalanladı ve diretti. Dedi ki: ‘Bizi, yaptığın büyü ile
yurdumuzdan çıkarasın diye mi geldin, ey Musa? Öyle ise, muhakkak surette biz
de sana, aynen onun gibi bir büyü getireceğiz. Şimdi sen, seninle bizim
aramızda, ne senin ne de bizim muhalefet etmeyeceğimiz uygun bir yerde buluşma
zamanı ayarla.’ Musa: ‘Buluşma zamanınız, bayram günü, kuşluk vaktinde
insanların toplanma zamanı olsun,’ dedi. Bunun üzerine Firavun dönüp gitti.
Hilesini (sihirbazlarını) topladı; sonra geri geldi. Musa onlara: Yazık size!
dedi, Allah hakkında yalan uydurmayın! Sonra O, bir azap ile kökünüzü keser!
İftira eden, muhakkak perişan olur. Bunun üzerine onlar, durumlarını aralarında
tartıştılar; gizli gizli fısıldaştılar. Şöyle dediler: ‘Bu ikisi, muhakkak ki,
sihirleriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak ve sizin örnek yolunuzu ortadan kaldırmak
isteyen iki sihirbazdırlar sadece.’ Öyle ise hilenizi kurun; sonra sıra halinde
gelin! Muhakkak ki bugün, üstün gelen kazanmıştır.” (20/56-64; 7/109-112)
Firavun’un yardımına koşan ‘Bilgin-Büyücüler’, galip
geldiklerinde ödüllendirilip ödüllendirilmeyeceklerini Firavun’a sormuşlardır:
“Sihirbazlar
geldiklerinde Firavun'a: Şayet biz üstün gelirsek, muhakkak bize bir ücret
vardır değil mi? dediler. Firavun cevap verdi: Evet, o takdirde hiç şüphe
etmeyin, gözde kimselerden de olacaksınız.” (26/41-42, 7/113-114)
Firavun kendisine yapacakları hizmetin karşılığında
ödüllendirileceklerini ve yakınında bulunan gözdeleri olacaklarına dair
kendilerine söz vermiştir. Firavun’un
gözdeleri olma gururu ile bilgin- büyücüler, Hz. Musa’ya meydan okumaya
kalkmışlardır:
“Ey Musa sen mi (önce) atacaksın, yoksa atanlar biz mi
olalım? dediler. ‘Siz atın’ dedi. Onlar atınca, insanların gözlerini
büyülediler, onları korkuttular ve büyük bir sihir gösterdiler. Biz de Musa'ya,
‘Asânı at!’ diye vahyettik. Bir de baktılar ki bu, onların uydurduklarını
yakalayıp yutuyor. Böylece gerçek ortaya çıktı ve onların yapmakta oldukları
yok olup gitti. İşte Firavun ve kavmi, orada yenildi ve küçük düşerek geri
döndüler.” (7/115-119, 26/43-45, 20/65-69 )
Bilgin-Büyücüler, kendi yaptıkları işle, Hz. Musa’nın
yaptığı iş arasındaki mahiyet farkını çok iyi bildiklerinden dolayı; Musa’nın getirdiği gerçeği görerek büyük bir
korku ile secdeye kapanıp iman etmişlerdir:
“(Bunu görünce) sihirbazlar derhal secdeye kapandılar.
‘Âlemlerin Rabbine, Musa ve Harun'un Rabbine iman ettik’ dediler.” (26/46-48,
7/120-122, 20/70 )
Konumuz açısından olayın bundan sonraki gelişimi
ilginç, düşündürücü ve hatta ürkütücüdür. Biraz önce Firavun’un yakınında olma
heyecanı ile Firavun’u üstün çıkarabilmek için bütün yetenek ve enerjilerini
seferber edenler, gördükleri gerçekler karşısında iman edip secdeye
kapanmışlardır. Biraz önce ‘Firavun’un üstün onuru adına’ mücadeleye
girişenler, gördükleri gerçekler karşısında iman edince dost sandıkları
Firavun’u çileden çıkarmışlardır. Firavun bütün kin ve nefreti ile:
Firavun dedi ki: "Ben size izin vermeden ona iman
mı ettiniz? Bu, hiç şüphesiz şehirde, halkını oradan çıkarmak için kurduğunuz
bir tuzaktır. Ama yakında (başınıza gelecekleri) göreceksiniz! Mutlaka
ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da hepinizi
asacağım!" (7/123-124) “(Firavun)şöyle
dedi: Ben size izin vermeden önce ona inandınız öyle mi! Hakikat şu ki o, size
büyü öğreten ulunuzdur. Şimdi elleriniz ile ayaklarınızı tereddüt etmeden çaprazlama
keseceğim ve sizi hurma dallarına asacağım! Böylece, hangimizin azabının daha
şiddetli ve sürekli olduğunu iyice anlayacaksınız.” (20/71, 26/49)
Sihirbazların iman etmesi karşısında Firavun
ayaklarının altındaki zeminin kaydığını hissettiğinden olaya çok sert bir tepki
göstermiştir. Tepkisinde 3 önemli nokta vardır:
1- ‘Ben size izin vermeden ona nasıl iman edersiniz?’.
‘Mısır’ın Rabbi ve ilahi benim’; sizin neye inanıp inanmayacağınıza ben karar
veririm; kanun ve kuralları ben tanzim ederim, yaşam tarzınızı ben düzenlerim.
2- ‘Musa sizin önderinizdir. Büyüyü size o
öğretmiştir. Bize birlikte tuzak kurdunuz’.
3- ‘Benim ilahlığıma karşı geldiğiniz, otoritemi
sarstığınız için sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve sizi
asacağım’.
‘Firavun’un üstün onuru adına’ girişilen bir mücadele,
Firavun’un düşmanlığı ile son bulmuştur. Firavun, onlara hangi gerekçeden
dolayı iman ettiklerini sorma lüzumu hissetmemiştir bile. Sarsılan otoritesini
kelle alarak kurtarabileceğini düşünmüştür.
ABD desteği ile
iş başına gelen yönetimlerin, nihayetinde ABD ile hep sorunları olmuş, ABD'nin
isteklerine yerine getirmediklerinde stratejik ortaklığa ihanetle suçlanmış ve
cezalandırılmışlardır. Türkiye’deki ABD destekli hükümetler, gene ABD destekli
27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül gibi darbelerle düşürülmüştür. Stratejik ortak
olduğu söylenen Türkiye, Irak savaşında hiçbir zaman masada yer alamamış ve
daima emirle yönlendirilmek istenmiştir. Türkiye’nin yazılı güvence istemesi,
ABD’yi çileden çıkarmış, diploması kuralları çiğnenerek diplomatlarımıza
hakaret edilmiştir. Arkasından da Türkiye dolaylı yollardan bölünmekle, terör
ve ekonomik krizle tehdit edilmiştir.
Halkına zulmeden Panama diktatörü Noriega, kanal sözleşmesini ABD’nin lehine uzatmayınca, en yakın dostu ABD yönetimi tarafından diktatörlükle, uyuşturucu kaçakçılığı ile suçlanmıştır. ABD askeri güçlerinin fiili müdahalesi ile düşürülmüştür. ABD’nin en sadık müttefiki bir zamanlar Saddam’dı. İran’a karşı savaşa tahrik edilmiş, desteklenmiş ve silahlandırılmıştır. İran üzerinde her türlü silahı kullanmasına imkan verilmiş, kitle imha silahlarına sahip olması bizzat ABD’nin şu an yönetiminde bulunan Rumsfeld tarafından sağlanmıştır. Halepçe katliamında Kürtlere karşı kimyasal silah kullandığında, Saddam’ın yanında yine ABD yönetimi vardı. Şimdi ise ABD, Saddam’ın can düşmanıdır ve onu yok etmek için savaşmaktadır. ABD Saddam'ın kellesini istemektedir. Görülebileceği gibi dost kavramını algılayışları bakımından, Firavun’la ABD yönetimi arasında bir fark yoktur. Demek ki bu zalimlerin ortak bir vasfıdır.
Refahtan Şımarıp Azmak
İnsanda yapısal
olarak azma eğilimleri mevcuttur. İmtihan olduğumuz bu dünyada insanların
içinde yaşadıkları ortam, sahip oldukları inanç sistemi, insanın bu olumsuz
yanının özelliklerini kuvvetlendirebilir yada zayıflatabilir. Allah’a Kuran’i anlamda iman etmemiş insanların
elinde ki aşırı güç, mal ve mülk onları gururlandırmakta, kendi kendilerine
yeter hale gelme duygusu içine sokmaktadır. Kur’ân-ı Kerim’in müstağnîleşme(hiç
kimseye muhtaç olmama, ihtiyaç hissetmeme hali) dediği bu süreç, insanın
canavarlaşmasının ve azmasının asıl sebebi olarak kabul edilmektedir:
“Hayır; gerçekten insan, mutlaka azar, kendini
müstağni(mülkünden dolayı hiç bir şeye muhtaç olmayan ve bağımsız) gördüğünden.”(96/6,7)
Firavun ve çevresi, aşırı güç, zenginlik, lüks ve
israf içinde bir yaşamın temsilcileri olarak tarihte yer almaktadır. Nitekim
Hz. Musa, Firavun ve çevresine verilen bu ihtişamdan dolayı Allah’a serzenişte
bulunmuş ve sebebini anlamaya çalışmıştır(10/88, 23/55-56). Bu şekilde
müstağnileşmiş insan veya toplumlar, daima azmışlar ve insan fıtratını bozan
bir yaşam biçimini benimsemişlerdir. Kendilerine yapılan her teklif ve
uyarıya kibir ve azgınlıkla cevap
vermişlerdir. Firavun ve çevresinin Hz Musa’nın davetine tepkisi de benzer
olmuştur:
“Karun'u, Firavun'u ve Hâmân'ı da (helâk ettik).
Andolsun ki, Musa onlara apaçık deliller getirmişti de onlar yeryüzünde
büyüklük taslamışlardı. Halbuki (azabımızı aşıp) geçebilecek değillerdi.” (29/39,
25/35-36). “O ve askerleri, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve
gerçekten bize döndürülmeyeceklerini sandılar”.(28/39.)
Böylesi bir müstağnileşme, insanın algılama
mekanizmasının perdelenmesine, kalbinin paslanıp mühürlenmesine ve düşünce
mekanizmasının dumura uğramasına neden olmaktadır. Bunlar, gerçeklere bakıyor
ve fakat göremiyorlar, aklen inanıp kalben inanamıyorlar; o nedenle de
kendilerini düzeltemiyorlar:
“Ona âyetlerimiz okunduğu zaman, sanki bunları
işitmemiş, sanki kulaklarında ağırlık varmış gibi büyüklük taslayarak yüz
çevirir. Sen de ona acıklı bir azabın müjdesini ver!” (31/7)
“Kendileri de bunlara yakînen inandıkları halde, zulüm
ve kibirlerinden ötürü onları inkar ettiler. Bozguncuların sonunun nice
olduğuna bir bak!”(27/14)
İşin daha da kötüsü kendilerinin doğru yolda olduğuna
inanıyorlar, yaptıkları her şeyi güzel ve süslü görüyorlar:
“Firavun: Ben size kendi görüşümü söylüyorum ve yine
size ancak doğru yolu gösteriyorum, dedi.” ( 40/29). “Firavun, kavmini
saptırdı, doğru yola sevk etmedi.” (20/79).
Müstağnileşme ile beraber gelen hevâsını ilah edinme,
fıtratın bozulmasına, insanın kendisine yabancılaşmasına ve büyük bir toplumsal
tefessühe neden olmaktadır:
“Kendi istek ve tutkularını(hevasını)ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın? Yoksa sen, onların çoğunu söz işitir ya da aklını kullanır mı sayıyorsun? Onlar, ancak hayvanlar gibidirler; hayır, onlar yol bakımından daha da şaşkın ve sapıktırlar”(25/43-44)
Firavunlar Gelecek Korkusu ile İnsanlığı Tahrip Etmeye Kalkarlar
Mısır’da köle olarak çalıştırılan İsrail oğullarından
doğacak bir çocuğun peygamber olacağı ve Mısır’da hükümdarlığı ele alacağı
tarzındaki bir rivayetin yaygınlaşması(bir rivayete göre de Firavun’un gördüğü
bir rüyanın yorumu) üzerine, kendisinin ve saltanatının tehlikeye
girebileceğini düşünen Mısır diktatörü Firavun, İsrail oğullarından doğacak
erkek çocukların öldürülmesine emretmiştir2. Yani henüz doğmamış, ancak
doğduğunda tehdit oluşturabilme ihtimali olduğu rivayet edilen doğacak çocukların tümünün öldürülmesi kararıdır bu. O günden
itibaren köle olarak çalıştırılan İsrail
oğullarından doğan her erkek çocuk öldürülmeye başlanmıştır:
“Firavun, (Mısır) toprağında gerçekten azmış, halkını
çeşitli zümrelere bölmüştü. Onlardan bir zümreyi güçsüz bırakıyor, bunların
oğullarını boğazlıyor, kızlarını ise sağ bırakıyordu. Çünkü o
bozgunculardandı.”(28/4)
Rivayete göre köle neslinin erkek çocukları, bu
kıyımın sonucunda azalmaya başlayınca kölelik sistemi krize girmiş; çözüm
olarak bir yıl doğanlar öldürülmüş, ertesi yıl doğanlar ise serbest
bırakılmıştır. Refahtan şımarıp azanların rahatı için insan hayatı ve nesli
üzerinde böylesi bir kumar oynanmıştır. Gene rivayete göre Hz. Musa, çocukların
öldürülmesinin kararlaştırıldığı bir yılda doğmuştur. Annesi Musa’yı korku ile
bir yerlere saklamaya çalışırken Allah, ilginç, üstün, ibret ve ders dolu bir
stratejiyi uygulamaya koymuştur. Firavun tarafından öldürülmesi istenen bebek
Musa, bizzat Firavun tarafından Firavun’un sarayında büyütülecektir:
“(Annesine)Onu sandığın içine koy, onu suya birak,
böylece su onu sahile bıraksın; onu benim de düşmanım, onun da düşmanı olan
birisi alacaktır. Gözümün önünde yetiştirilmen için, kendimden sana bir sevgi
yönelttim.”( 20/39)
“Nihayet Firavun ailesi onu yitik çocuk olarak
(nehirden) aldı. Şüphesiz Firavun ile Hâmân ve askerleri yanlış yolda idiler.
Firavun'un karısı (sepetin içinden erkek çocuk çıkınca kocasına:) ‘Benim ve
senin için göz aydınlığıdır! Onu öldürmeyin, belki bize faydası dokunur, ya da
onu evlat ediniriz,’ dedi. Halbuki onlar (işin sonunu) sezemiyorlardı.” (28/8-9)
Bu ayetlerde geçen; ‘Onu benim de düşmanım, onun da
düşmanı olan birisi alacaktır’, ‘O, sonunda kendileri için bir düşman ve bir
tasa olacaktı’, ‘Halbuki onlar (işin sonunu) sezemiyorlardı’ ifadeleri, müminler tarafından tekrar ve
tekrar okunmalıdır. Olayların sadece görünen yüzüne değil, görülmeyen yüzüne de
bakılmalı ve nüfuz edilmeye çalışılmalıdır. İlahi sünnetin ne olabileceği iyice
araştırılmalıdır. Firavun işin sonunu sezememiş, öldürmek istediği kendi can düşmanını kendi
sarayında bakıp büyütmek durumunda kalmıştır.
11 Eylülle
birlikte ABD’nin İslam ümmetine açtığı savaş, sonunu sezemedikleri bir devin
uyanışı ve ayağa kalkışı olacaktır. Kendi ayakları üzerine durmayı, köleliğe
başkaldırmayı Müslümanlar öğrenecektir. 200 yıldır kendilerine kendi yönetici
kadroları tarafından empoze edilen Batı medeniyetinin üstün, ideal ve
insaniliği söylemleri; tüm İslam coğrafyasında yaşanan katliamlarla eriyip
gitmiş, Batı medeniyetinin nasıl bir canavar olduğu çok yakından bir kez daha
anlaşılmıştır.
Nasıl ki Hz. Musa olayındaki ilahi denklemin çözüm
şekli, başlangıçta beşeri mülahazalarla idrak edilememişse; bugün içine
girdiğimiz sürecin nasıl seyredeceği de aynı şekilde başlangıçta anlaşılamayacaktır.
Bütün bu olanlar, uyanma, arınma ve zafere ulaşma dediğimiz ilahi bir sünnetin
tezahüründen başka bir şey olmayacaktır.
Bu noktada sorgulamamız gereken şey, acaba Hz Musa
olayındaki gelecekte bir tehlike olabileceği iddia edilen insanları öldürebilmek;
o günün dünyasında yaşayan bir kişiye veya zümreye özgü bir davranış mıdır,
yoksa bir zihniyetin doğal sonucu mudur?
Tarihe baktığımızda tüm diktatörlerin, en büyük zalimlerin, gerek birey gerekse
sistem bazında aynı davranışı sergilediklerini görmekteyiz. Tüm zalimler,
iktidarlarının geleceğinden endişeye kapılarak kendilerine rakip olabilecek her
şeyi, hiçbir meşruiyet arama gereği duymadan yok etmek istemişlerdir. Nitekim ‘Tek
Kutuplu Dünya’ adlı raporda ABD yönetiminin de bugün aynı anlayış içerisinde
olduğunu görmekteyiz:
“Batı Avrupa’daki, Asya’daki yada eski Sovyetler
Birliği’ndeki devletlerden hiç birinin Birleşik Amerika’nın karşısına
dikilecek, ona kafa tutacak güce erişmesine izin verilmemelidir.”3
Bunun için çizilen strateji, dünyadaki tüm ulaşım
yolları, enerji ve su havzalarına sahip
olmak; bu yolla karşı çıkmak isteyenlerin hayat damarını hemen kesivermek
şeklinde belirlenmiştir. Bush Doktrini, bu rapordaki stratejinin değişik bir makyajından
ibarettir:
“ABD,
isteklerini kendisine, müttefiklerine ya da dostlarına empoze etmeye kalkan
-bir devlet ya da devlet dışı aktör olsun- her türlü düşmanca girişimi
yenilgiye uğratma kapasitesine ulaşmalıdır ve ulaşacaktır da.
Yükümlülüklerimizi destekleyecek ve özgürlüğü savunacak yeterli güçleri
bulunduracağız. Kuvvetlerimiz, ABD’nin gücünü geride bırakacak ya da ona
erişecek bir askeri yapının peşinde olan potansiyel düşmanlarımızı caydıracak
yeterlikte olacaktır.”1
Bunun için ABD, kabul ettiği tehlikeler için önleyici
eylemlerde bulunacak gerekli tedbirleri alacaktır:
“ABD ulusal güvenliğimize yönelik kafi derecede
tehlikelere karşılık vermek amacıyla önleyici eylemler seçeneğini uzun zamandır
elinde bulundurmaktadır. Tehdit daha büyük ise harekatsızlık daha büyük risk
demektir ve durum düşman saldırısının yeri ve zamanı belirsiz dahi olsa
kendimizi savunmak için gereken önlemleri almamızı daha çok gerektirir. Düşmanlarımızın
böylesi saldırgan hareketlerini erken davranıp önlemek yada engellemek için
ABD, gerekirse önleyici eylemlerde bulunacaktır. Önleyici savaş seçeneğini
desteklemek için tehditlerin nerede ortaya çıkabileceği konusunda zamanında ve
güvenilir bilgiye ulaşmak için daha iyi, entegre istihbarat yetenekleri inşa
edecek; askeri kuvvetlerimizi, kesin sonuçlar elde etmek için hızlı ve hassas
operasyonları yürütmemizi sağlayacak şekilde dönüştürmeyi sürdüreceğiz. Eylemlerimizin
amacı, her zaman ABD’ye ya da müttefiklerimize ve dostlarımıza yönelik belirli
bir tehdidi ortadan kaldırmak olacaktır.”1
ABD önleyici eylemlerde bulunabilmesi için dünyanın
her tarafında karakolları bulunmalıdır:
“ABD, belirsizlikle mücadele etmek ve karşılaştığımız
birçok güvenlik sorunu ile baş etmek için, Batı Avrupa ve kuzeydoğu Asya’nın
içlerinde ve ötesinde üslere ve istasyonlara, Amerikan güçlerinin uzun süreli
yerleşimi için geçici izin anlaşmalarına ihtiyaç duyuyor.”1
Yukarıdaki ifadelerde tehlike belirsiz, düşman
belirsiz ve düşmanlık da belirsizdir. Neyin tehlike veya tehdit olduğunu, kimin
düşman olduğunu kim ve nasıl belirleyecektir? Böylesi bir belirsizlik ortamında
ABD, düşmanı ve tehlikeyi kendisi
tanımlayacak, önleyici eylem de kendi patronluğunda gerçekleştirilecektir.
Gerçekte ABD’nin Afganistan ve Irak’ta uygulamaya koyduğu, bu anlayıştır.
Firavun’un İsrail oğullarına yaptığı ile arasında bir fark yoktur.
Bush doktrininden de anlaşılabileceği gibi ABD,
kendisi için gelecekte tehlike oluşturma ihtimali olabilecek veya karşısına güç
olarak çıkabilecek her şeyi, tehdit algılaması içerisinde mütalaa emekte ve
şimdiden ‘caydırıcı savaşla’ bunları bertaraf etmeye çalışmaktadır. Bunun için
de kendisi her türlü silahlanma ve istihbarat faaliyetini kendisine meşrû
görmekte, başkalarına ise yasak getirmek istemektedir. Elinde hiçbir kanıt
olmadan Afganistan ve Irak’a saldırması, böyle bir düşüncenin ürünüdür. Şer
ekseni tanımlaması da aynı amaçla yapılmıştır. Kontrol edemediğive sömüremediği
her ülke, ABD menfaatleri için tehlike oluşturmaktadır ve önleyici savaşla yok
edilmelidir.
Firavunlar Halkı Düşman Kamplara Böler
Diğer taraftan yukarıda geçen âyetlerden(28/4), Firavun’un, halkını
birbirine düşman çeşitli zümrelere böldüğü anlaşılmaktadır. Bu da günümüz
dünyasında psikolojik savaşta kullanılan
‘İç düşman’ veya ‘İç tehdit’ uygulamasından başka bir şey değildi.
Bu gün ABD, değişik bölgelerdeki ülkeleri birbirine düşman kılarak bölgesel karışıklık çıkarmaktadır. Ayrıca her ülkenin içinde örgütler kurarak, ülkeleri iç karışıklığa sürüklemektedir. ABD’nin izinde ilerleyen tüm diktatörler, kendi ülkesinin halkını birbirine düşman kamplara bölerek yönetmeyi bir ilke haline getirmişlerdir. Onun için hemen hemen hiçbir ülkede ve dünyada huzur ve güven kalmamıştır. Aradan geçen bunca zamana, bilim ve teknolojide meydana gelen bunca gelişmeye rağmen diktatörlerin şeytanla işbirliğinde hiç değişme olmadığı görülmektedir. Müslümanlar bu noktayı hiç bir zaman gözden ırak bulundurmamalıdır.
Firavunî Ruh Hali: Korku, Tehdit ve Tehlike Paranoyası
Firavunlar kendilerinde var olan aşırı güçten dolayı
müstağnileşirlerken diğer taraftan da bu güç ve imkanların tutsağı, hatta
kölesi olmakta; onları her an kaybetme korkusu içinde yaşamaktadırlar. Her an
kaybetme korkusu, paranoyaya dönüşmekte, yaşam ve sistem bu duygu üzerine
tanzim edilmektedir. Her an birilerinin çıkıp kendilerini yok edeceğini
sanmaktadırlar. Her gün görünmeyen düşmanların varlığından bahsetmektedirler.
Ülkenin büyük bir tehlike ve tehdit altında olduğunu, halka kabul ettirmeye
çalışmaktadırlar.
Hz. Musa ile Firavun’un mücadelesinde bu psikolojiyi
çok açık olarak görmek mümkün. Görünürde hiç bir silahı, ordusu ve hatta halk
desteği yoktur Hz.Musa ve kardeşi Harun’un:
“Firavun ve kavminin kendilerine işkence etmesinden
korkuya düştükleri için kavminden bir gurup gençten başka kimse Musa'ya iman
etmedi. Çünkü Firavun yeryüzünde ululuk taslayan (bir diktatör) ve haddi
aşanlardan idi.” (10/83)
Buna rağmen Firavun ve çevresi, Hz. Musa ve kardeşi
Harun’u büyük bir tehdit ve tehlike olarak algılamış onları ölümle cezalandırmaya kalkmıştır:
“Firavun'un
kavminden ileri gelenler dediler ki: Bu çok bilgili bir sihirbazdır. Sizi
yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Ne buyurursunuz?”(7/109-110)
“Onlar dediler ki: Babalarımızı üzerinde bulduğumuz
(dinden) bizi döndüresin ve yeryüzünde ululuk sizin ikinizin olsun diye mi bize
geldin? Halbuki biz size inanacak değiliz.” (10/78)
“Firavun'un kavminden ileri gelenler dediler ki:
Musa'yı ve kavmini, seni ve tanrılarını bırakıp yeryüzünde bozgunculuk
çıkarsınlar diye mi bırakacaksınız? (Firavun): ‘Biz onların oğullarını öldürüp,
kadınlarını sağ bırakacağız. Elbette biz onları ezecek üstünlükteyiz’ dedi.” (7/127)
“..(Onlar)
dediler ki: ‘Onunla birlikte iman etmekte olanların erkek çocuklarını öldürün;
kadınlarını ise sağ bırakın.’ Ancak kafirlerin hileli düzeni boşa çıkmakta
olandan başkası değildir. Firavun:
Bırakın beni, dedi, Musa'yı öldüreyim; (kurtarabilirse) Rabbine yalvarsın! Çünkü
ben onun, dininizi değiştireceğinden, yahut yeryüzünde fesat çıkaracağından
korkuyorum. Musa da: ‘Ben, hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim de
Rabbim, sizin de Rabbinize sığındım’ dedi.” (40/24-27)
Firavun ve refahtan şımarıp azan önde gelen çevresi,
Musa ve kardeşini yok edecek ezici üstün bir güce sahip oldukları inancı ile
onları öldüreceklerini söylemişlerdir. Bununla beraber onlardan korkmuşlar,
onları kendilerini yurtlarından çıkaracak ve dinlerini/yaşam tarzlarını
değiştirecek bir tehdit ve tehlike olarak görmüşler ve de kendi halklarını da
onlarla korkutarak düşman hale getirmek istemişlerdir. Bu psikoloji iyi
görülmeli ve anlaşılmalıdır.
11 Eylülden sonra ABD yönetiminin Müslümanları tehlike ve tehdit olarak gösterirken söylediği; ‘bunlar bizim yaşam tarzımıza karşılar’ sözü ile, Firavun ve çevresinin ‘bunlar sizin dininizi değiştirmek istiyor’ tarzındaki sözleri arasındaki paralelliğe dikkat edilmelidir. Firavun’un Musa ve kardeşini ‘fesat çıkarmakla itham etmesi ile; ABD yönetiminin, tüm İslam coğrafyasını ‘terörist’ olarak göstermeye kalkması da aynı anlama gelmektedir. Firavun ve çevresinin uykularını kaçıran korku ile, ABD yönetiminin uykularını kaçıran korku aynı kaynaklıdır.
Firavunlar Bumerang Yaparlar
Zalimler kendilerini hiçbir zaman güvende hissetmezler
ve de hissedemeyeceklerdir. Kendileri için daima yok edici bir düşman hep var
olacaktır. O düşmanda bizzat kendileridir. Zalimlerin zulümlerinin ulaştığı
maksimum nokta, bumerang etkisinin (kendi kendini vurma, kendi kendini yok
etme) meydana geldiği noktadır. Bu ilahi bir sünnettir. Allah’ın takdir ettiği
bir kanuniyettir:
“Görmedin mi, Rabbin ne yaptı Âd kavmine;
direkleri(yüksek binaları) olan, ülkelerde benzeri yaratılmamış İrem şehrine, o
vadide kayaları yontan Semûd kavmine, kazıklar(çadırlar, ordular) sahibi Firavun'a!
Ki onların hepsi ülkelerinde azgınlık ettiler. Oralarda kötülüğü çoğalttılar.
Bu yüzden Rabbin onların üstüne azap kamçısı yağdırdı. Çünkü Rabbin (her an)
gözetlemededir.” (89/6-14)
“Çünkü Allah bozguncuların işini düzeltmez."
"Suçluların hoşuna gitmese de Allah, sözleriyle gerçeği açığa
çıkaracaktır.” (10/81-82)
Bugün de ABD sahip olduğu zenginlik ve imkanlarla,
daha adil daha insanı bir çizgi izlemesi gerekirken; kendini müstağni görmekte
tüm dünyayı tehdit olarak algılamakta, tehdit etmekte ve aşağılamaktadır. Yaşam
tarzı ve propaganda mekanizmaları ile tüm dünyayı fesada, sefahat, sefalet ve
tefessühe doğru götürmektedir. Geçmişteki bazı kavimlerin helak olma nedeni
bu yaşam biçimidir. ABD’de ise bugün o
kavimlerin hepsini helak eden nedenlerin tümü entegre olmuş vaziyettedir. Bu Bumerang
Etkisinin vuku bulma sürecinin başladığı anlamına gelmektedir. Ve ABD kendi
kendini yok etmektedir:
“Bir ülkeyi helâk etmek istediğimizde, o ülkenin
‘varlık ve güç sahibi önde gelenlerine’ (refahtan şımarıp azan önde gelenler)
emrederiz; böylelikle orada bozgunculuk çıkarırlar. Böylece o ülke, helâke
müstehak olur; biz de orayı darmadağın ederiz.” (17/16)
Bugün ABD’nin içine girdiği süreç böyle bir süreçtir.
Irak diktatörü Saddam’ı hiç kimse sevmemiş olmasına rağmen, tüm dünyada savaş
karşıtı gösterilerin bu denli yoğunlaşması ABD’ye duyulan tepkiden dolayıdır.
Ayrıca ABD, tüm dünyanın gözünde hayranlık ve saygı duyulan bir ülke olmaktan
çıkmış; korkulan ve nefret edilen bir ülke haline gelmiştir. Irak savaşına bu
açıdan bakmakta fayda vardır.
ABD’deki bir gurup refahtan şımarıp azmış önde
gelenlerin ihtirası için gelecek nesilleri yok edecek politikalar uygulayan bir
ABD, aklî melekelerini kaybetmiştir ve normal olarak düşünememektedir. Girdiği
çizgi bir yok oluş sürecidir. Afganistan ve Irak’ta kendisine karşı yapılan
başkaldırı Sihirbazların Firavun’a başkaldırışının benzeridir. ABD’nin büyüsü
bozulmuştur. ABD Firavun’un mukadder akıbeti gibi bir sona doğru gitmektedir.
Afganistan’ı işgal etmiş olması veya Irak’ı işgal etme ihtimalinin yüksek
olması, bu gerçeği değiştirmeyecektir. Firavun da Bilgin-Büyücüleri kendisine karşı geldikleri için
cezalandırmıştır. Ancak bu onun, refahtan şımarıp azmış yakın çevresinin ve
ordusunun Kızıldeniz sularında boğulmasını engellememişti:
“Biz, İsrail oğullarını denizden geçirdik. Ama Firavun ve askerleri zulmetmek ve saldırmak üzere onları takip etti. Nihayet (denizde) boğulma haline gelince, (Firavun:) ‘Gerçekten, İsrail oğullarının inandığı Tanrı'dan başka tanrı olmadığına ben de iman ettim. Ben de Müslümanlardanım!’ dedi. Şimdi mi(iman ettin)! Halbuki daha önce isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştun(ey Firavun)! Senden sonra geleceklere ibret olman için, bugün senin bedenini (cansız olarak) kurtaracağız. İşte insanlardan bir çoğu, hakikaten âyetlerimizden gafildirler.”(10/90-92)
Firavunlar, İnsanları Ateşe Çağıran Önderlerdir
Artık ABD dünyanın lideri değildir. Hem dünyaya şekil
verme hakkını hem de imkânını kaybetmiştir. Üstelik de insanlığa sunacak bir
mesajı olmadığı anlaşılmıştır. İnsanlığın tüm kazanımlarına ve birikimine savaş
açmış ve onları inkar etmiştir. Bu nedenle yol gösterici değildir ve olamaz da.
O insanları sadece fesada ve ateşe çağırmaktadır:
“Çünkü Allah bozguncuların işini düzeltmez.” (10/81)
“Andolsun ki Musa'yı da mucizelerimizle ve apaçık bir delille Firavun'a ve onun ileri gelenlerine gönderdik. Fakat onlar Firavun'un emrine uydular. Oysa Firavun'un emri doğru değildi. Firavun, kıyamet gününde kavminin önüne düşecek ve onları (çekip) ateşe götürecektir. Varacakları yer ne kötü yerdir! Onlar burada da, kıyamet gününde de lânete uğratıldılar. (Onlara) verilen bu armağan ne kötü armağandır!” (11/96-99)
Büyük Başkaldırı: Firavunların Hükmü Ancak Bu Dünyada Geçer
Hep emretmeye alışmış zalimlere dur diyebilmek büyük
bir onur, haysiyet ve bir iman ister. İşte Firavun karşısında onun tehditlerine
karşı hiç aldırmadan, gördükleri gerçeğe boyun eğen Bilgin-Büyücüler böyle bir kıyâmı
ve dik duruşu temsil etmektedirler:
“Dediler ki:
‘Seni, bize gelen açık açık mucizelere ve bizi yaratana tercih edemeyiz. Öyle
ise yapacağını yap! Sen, ancak bu dünya hayatında hükmünü geçirebilirsin…Bize,
hatalarımızı ve senin bize zorla yaptırdığın büyüyü bağışlaması için Rabbimize
iman ettik. Allah, (mükâfatı) en hayırlı ve (cezası) en sürekli olandır.’
Şurası muhakkak ki, kim Rabbine günahkâr olarak varırsa, cehennem sırf onun
içindir. O ise orada ne ölür ne de yaşar!”(20/72-74)
“Zararı yok, dediler, (nasıl olsa) biz şüphesiz Rabbimize
döneceğiz. Biz, ilk iman edenler olduğumuz için Rabbimizin hatalarımızı
bağışlayacağını umarız.”(26/50-51)
“Onlar: Biz zaten Rabbimize döneceğiz. Sen sadece
Rabbimizin âyetleri bize geldiğinde onlara inandığımız için bizden intikam
alıyorsun. Ey Rabbimiz! Bize bol bol sabır ver, Müslüman olarak canımızı al,
dediler.”(7/125-126)
Bilgin-Büyücüler, karşılaştıkları olayın mahiyeti
karşısında, Firavun’un yaşattığı nizamla
Musa’nın vaadettiği dünya arasındaki farkı görerek; gerçek mutluluk ve
kurtuluş yolunu tercih edip, Firavun
tarafından öldürülebileceklerini bile bile Firavun’a karşı çıkmışlardır. ‘Sen,
ancak bu dünya hayatında hükmünü geçirebilirsin’ diyerek Firavun’un otoritesini
sıfırlamışlar, acziyetini belirtmişler ve kendisine ölüm sonrası dünyayı veciz
bir şekilde hatırlatmışlardır. İşte Firavun o anda, gerçek anlamda, bütün
heybet, azamet ve ihtişamıyla yıkılmıştır.
Son 200 yıllık tarihte Müslümanlar, ilk defa ABD ve Batıya ve onların yerli işbirlikçilerine ‘Sizin, ancak bu dünya hayatında hükmünüz geçer’ diyerek meydan okuyor ve başkaldırıyorlar. Bu duruş, büyük bir devrim sürecinin başlangıcıdır. Bütün bu yaşananlardan dolayı tüm dünya yeni bir devrime gebedir. Bu gün yaşananlar kutlu bir doğum sancısının belirtileridir.
Dosdoğru Yolda Devam Edip Bilgisizlerin Yoluna Uymamak
Bugün Türkiye’yi yönetenler, Müslüman bir halkın
temsilcisi olduğunun şuurunda olarak ve
Firavunların bu özelliklerini hiç unutmayarak hareket etmeli; ABD Firavunlarının
karşısında, Musa-Harun-Bilgin Büyücülerin duruşu gibi dik durmalıdırlar. Alay,
hakaret ve aşağılamalara anında tepki vermelidirler.
ABD, dünya insanlığını huzura, refaha değil ateşe
çağırmaktadır. O nedenle de dünyaya önderlik yapma hakkını kaybetmiştir.
Korkudan dolayı kendisine şu an açıkça karşı çıkılamaması, çıkılamayacak
anlamına da gelmez.
Bugün iki zalim, Irak topraklarında karşı karşıya
gelmiş birlikte helak olmak için uğraşıyorlar. Bu mücadeleden, yaklaşık 200 yıldır ezilen, horlanan, sömürülen
ve insan bile kabul edilmeyen bu ümmet, gerekeni yaparak zaferle çıkacaktır.
Yıllardır aldatılmanın, kandırılmanın gerçek yüzü ile karşı karşıya gelmiştir. İslam coğrafyasına yağmaya
başlayan rahmet, yüzleri maskeleyen boyaların dökülmesini sağlamaktadır. İslam
ümmeti, Batının çirkin yüzü ile birlikte kendi yönetimlerinin çirkin yüzlerini
görebilme fırsatını da yakalamıştır. O nedenle bu diktatörler savaşı, tarihin
yeniden şekillenmesi ve Müslüman bir ümmetin tarih sahnesine yeniden geri
dönüşünün müjdecisidir. Afganistan dağlarında ve Irak çöllerinde devam eden ABD
katliamı, İsrail oğullarına Hz. Musa’nın ‘kurtarıcı’ olarak gelmesi gibi, İslam
ümmetinde de yeni Musalar, Selahaddin
Eyyubiler ortaya çıkaracaktır. 200 yıllık mağlubiyetler zincirinden ve ihanetlerden ders almış olan yeni öncü
kadrolar mücadele sahasına girecektir. Bunlar, hem ulusal hem de uluslararası firavunların
korkulu rüyası olacaktır. Böylelikle Müslümanlarla beraber tüm insanlık, Firavuni
sistemlerden kurtulacaktır.
“Öyleyse dosdoğru yolda devam edin ve bilgisizlerin yoluna uymayın”(10/89)
Dipnotlar
1- Babacan M., ‘ABD’nin Yeni Ulusal Güvenlik
Stratejisi: Bush Doktrini’, (Çeviri), Umran-Ek, Sayı: 99, Kasım 2002 , s. 1-16.
2- İbni Kesir, Tefsir,
Çağrı Yay., İstanbul, cilt:10, 1985,
s.5226
3- Şahin T.B., ‘21 Asrın Firavunu ABD’yi Durdurmak
İçin Ne Yapmalı’, Umran Dergisi, Sayı: 103, Mart 2003, s. 4-16.