1 Nisan 2003 Salı

Firavuni Sistemlerin Helak Süreci ve Ümmetin Uyanışı

(Umran Dergisi) 

“Sen sadece Rabbimizin ayetleri bize geldiğinde onlara inandığımız için bizden intikam alıyorsun. Ey Rabbimiz! Bize bol bol sabır ver, Müslüman olarak canımızı al”.(7/126)

 

11 Eylül olayı, 21. asrın en önemli değişim tarihlerinden biridir. ABD’nin kendi kendini vurmasındaki amaç, zaman geçtikçe, olaylar üst üste geldikçe daha iyi anlaşılmaktadır. 11 Eylül ABD’deki küçük bir azınlığın lüks ve israf içinde yaşayabilmesi, sermayelerine sermaye katabilmesi için insanlığa karşı giriştikleri çok ciddi bir saldırı hareketidir. Öyle ki bu saldırının meydana getirdiği dehşet ve korku ile insanlığın uzun yıllar mücadele ederek elde ettiği kazanımlar, bir gecede geri alınmaya kalkışılmıştır. O güne kadar kutsal kabul edilen  uluslar arası değer ve kurumlar, ABD’nin isteklerine olumlu cevap vermediğinde yok sayılmış; ABD, uluslar arası hükümleri, kuralları ve yasaları kendisi koymaya kalkmıştır. Söylediği her şeyin, ileri sürdüğü her iddianın doğru ve tartışılamaz olduğu şeklinde bir psikolojinin içine girerek her şeyi ve herkesi hor ve hakir görmeye ve hiç kimseye ihtiyacı olmadığını açık açık söylemeye ve sonrasını düşünün tarzında tüm ülkeleri tehdit etmeye girişmiştir. ABD’ye hakim olan uluslararası sermaye ve bunların denetimindeki ABD yöneticilerinin girdiği bu son psikolojik süreç, bize tarihte azgınlığın sembol ismi haline gelen Mısır Firavunlarını ve onların çevresini hatırlatmıştır. Acaba  bütün diktatör ve dikta rejimler arasında ortak bağ var mıdır; varsa nelerdir? Ülkelerini nasıl yönetmişlerdir? Diğer ülkelerle ilişkileri nasıl olmuştur? Niçin diğer ülkelerde kendileri gibi ve fakat kendilerine bağlı diktatörler isterler?

Bu çalışmanın amacı, Firavunların ortak davranışlarını tespit edip bu gün için bazı dersler çıkarmaktır.

Hz. Musa Olayındaki Düşündürücü Ayetler 

Kur’ân-ı Kerim’de anlatılan Hz. Musa ile Firavun arasındaki mücadelenin temel karakteristikleri göz önüne alındığında, tarihteki diktatörlerin zihniyetleri ile tutum, davranış ve mücadele anlayışları arasında çok ciddi ilişki olduğu görülmektedir. Belki de bundan dolayıdır ki Allah, insanları eğitmek ve uyarmak için bu konuya Kuran-ı Kerim’de çok geniş yer vermiş ve iman edenlere Fıravuni sistemlere karşı vereceği mücadele için bir strateji çizmiştir. O günün koşullarında zulmün abidesi ve korkunun sembolü olan bir diktatöre karşı, başarılı bir mücadelenin nasıl olması gerektiği ortaya konulmuştur. Muhtemeldir ki bu amaçla 

“Musa olayında da düşündürücü ayetler vardır”(51/38)

denerek konunun üzerine eğilmemiz ve çok düşünmemiz istenmiştir. Yenilmez kabul edilenlerin, meydan okuyanların acziyetleri ve ibret verici sonları  tekrar ve tekrar hatırlatılmıştır.

Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. Musa ile Firavun’un mücadelesi bir çok sûrede yer almaktadır. Ancak 28 Kasas 1-51, 20 Taha 9-99’da konuya uzun uzun yer verilmektedir. Okuyucunun  bu iki sûreyi okuyarak bir ön hazırlık yapmasında fayda vardır.

Konuya ilişkin ayetleri incelediğimizde Hz. Musa olayındaki önemli ana ağırlık noktalarını, aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

1- Devlet gücünü elinde bulunduran Mısır ülkesinin ilah ve Rabbi olduğu iddiasında olan  merhametsiz, tam bir zalim; Firavun.

2- Her türlü kötülüğün organizasyonunda yer alan Firavun’un veziri Hâmân ve refahtan şımarıp azan önde gelenler(mele’ ve mütref taifesi).

3- Firavunî sistemin gücünü pekiştiren korku ve dehşetin sembolü ordu.

4- Firavun’dan ikbal koparmak amacıyla ona yardıma koşan bilgin-büyücüler.

5- Firavun’un sarayında kalıp Musa’ya iman eden gizli Mümin.

6- Yaklaşık 200 yıl köle olarak yaşamış  İsrail oğulları ve onların psikolojik yapıları.

7- Firavun’un zulmünü onaylayan ve ona boyun eğmiş Mısır halkı.

8- Beşeri güç olarak hiç bir imkana sahip gözükmeyen, Firavun, Haman ve askerlerine karşı mücadele eden iki kardeş; Musa ve Harun.

9- Her türlü zenginliğe sahip, bunun verdiği güç ve ihtişamla İsrail oğulları içinde fesat kaynağı olan zenginliğin abidesi Kârun.

10- Bütün mucizeleri görmüş olmasına rağmen İsrail oğullarını saptırmaya kalkan  Sâmirî.

11- Hiç bir askeri stratejinin kabul edemeyeceği aşırı güç dengesizliği ve buna rağmen Hz. Musa’nın Büyük Meydan Okuyuşu. Allah’ın yardımını hesaba katmayan tüm askeri stratejilerin iflas ettiği mucize ve sürprizlerle dolu örnek bir mücadele. Beşer aklının, havsalasının kabul edemediği, anlayamadığı ve  müstekbirleri helâke sürükleyen çok üst bir strateji.

İşte bugünkü müminlerin öğrenmesi, anlaması ve uygulaması gereken bir örnek mücadele: Hz. Musa’nın Firavun’a Karşı İbrahim’î Duruşu!

Bu nedenle, özellikle Hz. Musa’nın Firavun’a karşı verdiği mücadeleyi çok iyi anlamalı, günümüz için dersler çıkarmalıyız. Ve bugünkü Firavunî sistemlere, özellikle en büyük Firavunî sistem ABD’ye karşı nasıl bir tavır almamızı gerektiğini belirlemeliyiz. Bunun için öncelikle Firavunların mantığını ve davranışını kavramalıyız.

Firavunların genel karakteristik özellikleri, Kur’ânî bir bakışla, ana başlıklar halinde aşağıda ele alınıp incelenmekte ve günümüzle ilişkisi kurulmaktadır.

Mısır’ın Rablığından Dünyanın Rablığına

Firavunlar kendi ülkelerinin mutlak hakimi, her türlü kural ve kanun koyucusu oldukları düşüncesindedirler. Bu anlamı ile kendilerinde ilahlık ve rablık sıfatını var olduğunu düşünürler. Bunu Hz. Musa olayında çok açık olarak görmekteyiz:

“(Allah Hz. Musa’ya)Firavun'a git! Çünkü o çok azdı. De ki: ‘Arınmayı ve seni Rabbimin yoluna iletmemi ister misin?’ Böylece ondan korkarsın. Ve ona en büyük mucizeyi gösterdi. (O ise) hemen yalanladı ve isyan etti. Sonra (inkar için) olanca çabasını göstererek sırtını döndü. Derhal (adamlarını) topladı ve (onlara) bağırdı: Ben, sizin en yüce Rabbinizim! dedi. Allah onu, (herkese ibret olarak) dünya ve ahiret azabıyla cezalandırdı. Elbette bunda, korkan kimseler için büyük bir ibret vardır.”(79/17-26)

“Firavun kavmine seslendi ve şöyle dedi: Ey kavmim! Mısır mülkü ve altımdan akıp giden şu ırmaklar benim değil mi? Hâla görmüyor musunuz?”(43/51)

Firavun, kendisine getirilen tekliflere ve delillere karşı çıkarak büyük bir öfke ve kinle Mısır’ın Rabbi, mülkün sahibi olduğunu belirtmekte ve yardımcısı Hâmân’dan yüksek bir kule yapmasını isteyerek bu yolla ‘Alemlerin Rabbine’ meydan okumakta ve Hz. Musa ile alay etmektedir:

 “Firavun: Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh tanımıyorum. Ey Hâmân! Haydi benim için çamur üzerine ateş yak (ve tuğla imal et), bana bir kule yap ki Musa'nın tanrısına çıkayım; ama sanıyorum, o mutlaka yalan söyleyenlerdendir, dedi Biz de onu ve askerlerini yakalayıp denize atıverdik. Bak işte, zalimlerin sonu nice oldu!” (28/38;  40/36-37)

 Kendisine yapılan Allah’ı Rab olarak tanıması, İsrail oğullarını serbest bırakması ve insanları öldürmemesi teklifleri karşısında büyük bir kibir ve öfke ile Firavun, Mısır mülkünün kendisine ait olduğunu, dolayısıyla burada kimin nasıl yaşayacağına, kimin ne yapıp yapamayacağına ancak kendisinin karar verebileceğini, buna karşı çıkanların sonunun zindan ve ölüm olduğunu açıklamaktadır:

“Firavun: ‘Benden başkasını tanrı edinirsen, andolsun ki seni zindanlıklardan ederim! dedi. Musa: Sana apaçık bir şey getirmiş olsam da mı?’ dedi”. (26/29-30)

Çünkü Firavun’a göre kendisine teklifte bulunabilecekler, kendisi kadar zengin, güç ve iktidar sahibi olmalıdırlar. Bunların haricindekiler söz söylemeye, konuşmaya hakkı olmayan zavallılardır:

“Yoksa ben, kendisi zayıf ve neredeyse söz anlatamayacak durumda bulunan şu adamdan daha hayırlı değil miyim?""Ona altın bilezikler verilmeli veya yanında ona yardımcı melekler gelmeli değil miydi?"Firavun kavmini aldattı; onlar da kendisine boyun eğdiler. Onlar yoldan çıkmış bir kavimdir”. (43/52-54)

Bugün ABD, Mısır’daki Firavun gibi dünyayı kendi mülkü ve kendini dünyanın Rabbi olarak görmektedir. ABD, artık dünya da kendi kanunlarının geçerli olduğunu, bugün uygulanmakta olan uluslararası hukukun kendisini bağlamadığını söylemektedir. Var olan kurumlar işlevlerini tamamlamış ve yeni bir düzenleme ABD’nin istekleri istikametinde yapılmalıdır. Aksi taktirde bağlayıcılıkları yoktur. Bush doktrininde bunu açıkça görmek mümkündür:

 “Küresel sağlanmasının temini ve yargılamaları Amerikan vatandaşlarını kapsamayan ve asla kabul etmeyeceğimiz uluslar arası suçlar mahkemesi(ICC)’nın araştırma, soruşturma ve davalarının bu çabalarımıza zarar vermemesi için önlemler alacağız. Askeri operasyonlarımız ve işbirliğimizi, ICC’ye karşı ABD vatandaşlarını koruyacak çok taraflı ve ikili anlaşmalar gibi mekanizmalar yoluyla karmaşalardan koruyacağız. ABD’li personel ve resmi yetkililerin korunmasını temin etmeyi artırmayı hedefleyen Amerikan Askerlerini Koruma Yasasını sonuna kadar uygulayacağız..  Liderliğimizi sürdürürken, ortaklarımız ve dostlarımızın değerlerine, yargılarına ve çıkarlarına saygı göstereceğiz. Yine de, çıkarlarımız ve özel(biricik) sorumluluklarımız gerektirdiğinde ayrı olarak hareket etmeye hazırlıklı olacağız.”1

Firavun, İsrail oğullarının erkek çocuklarını öldürmekle kölelik sisteminin nasıl çöküşünü hızlandırmışsa; ABD’ de giriştiği istila hareketi ile büyüsünü bozmuş, aynı zamanda tüm dünyayı  ürküterek karşısına almıştır. Bunu doğal sonucu olarak BM’den karar çıkaramamış; Irak’ı vurmak için aradığı meşrûiyeti ve uluslararası desteği bir türlü bulamamıştır. Kendi isteği gerçekleşmediği için BM’ye her türlü baskıyı uygulamış, sonuç alamayınca da onu yok sayarak ve devrini tamamladığını söyleyerek kendini bağımsız sayıp istila hareketine girişmiştir. ABD’nin, Fransa ve Almanya’nın BM’deki tavrından rahatsızlık duyarak ‘yaşlı Avrupa’ deyip onları aşağılamaya çalışması ile; Firavun’un Hz. Musa’ya ‘konuşmasını bilmeyen zavallı  insan’ diyerek hakaret etmesi arasında davranış ve niyet bakımından bir fark yoktur. Dolayısıyla bu psikoloji, tarihte ki bütün zorbaların benimsediği bir ilahlaşma ve rablaşma sürecinin doğal sonucudur. Sonları da hiç şüphesiz Firavun gibi olacaktır.

Firavunların Gerçek Anlamda  Dostları Yoktur; Sadece Uşakları Vardır

Diktatörlerin gerçek anlamda dostları yoktur. Onlar için kendilerine hizmet eden köleler, hizmetçiler ve uşaklar vardır. İtaat ve hizmette kusur yapılmadığı zaman bir ve beraber gözükülür. Emrine amade olunduğu sürede siz kendinizi onun dostu olduğunuzu düşünebilirsiniz, ancak onun  nezdinde iyi bir uşaksınız; ama o size deruni bir dost gibi gözükmeye gayret eder ve sizi  belli bir şekilde ödüllendirebilir. Bu, oyunun gereğidir. Aksi bir davranış sergilediğinizde ise insanlık için(aslında diktatörlük için) bir tehlike ve tehditsiniz ve yok edilmeniz gerekir.

Hz. Musa Firavun’a gidip iki büyük mucizesini(elinin bembeyaz olması, asasının yılan olması) gösterdiğinde; Firavun ve refahtan şımarıp azan önde gelen çevresi, olayın mahiyetine nüfuz edemeyip bunun bir büyü olduğunu sanmışlardı. O nedenle de Hz. Musa’yı küçük düşürecek bir hesaplaşma planlamışlardır. Ülkenin en büyük büyücülerini toplayıp Hz. Musa’ya tuzak kurmuşlardır:

“Andolsun biz ona(Firavun'a) bütün (bu) delillerimizi gösterdik; yine de yalanladı ve diretti. Dedi ki: ‘Bizi, yaptığın büyü ile yurdumuzdan çıkarasın diye mi geldin, ey Musa? Öyle ise, muhakkak surette biz de sana, aynen onun gibi bir büyü getireceğiz. Şimdi sen, seninle bizim aramızda, ne senin ne de bizim muhalefet etmeyeceğimiz uygun bir yerde buluşma zamanı ayarla.’ Musa: ‘Buluşma zamanınız, bayram günü, kuşluk vaktinde insanların toplanma zamanı olsun,’ dedi. Bunun üzerine Firavun dönüp gitti. Hilesini (sihirbazlarını) topladı; sonra geri geldi. Musa onlara: Yazık size! dedi, Allah hakkında yalan uydurmayın! Sonra O, bir azap ile kökünüzü keser! İftira eden, muhakkak perişan olur. Bunun üzerine onlar, durumlarını aralarında tartıştılar; gizli gizli fısıldaştılar. Şöyle dediler: ‘Bu ikisi, muhakkak ki, sihirleriyle sizi yurdunuzdan çıkarmak ve sizin örnek yolunuzu ortadan kaldırmak isteyen iki sihirbazdırlar sadece.’ Öyle ise hilenizi kurun; sonra sıra halinde gelin! Muhakkak ki bugün, üstün gelen kazanmıştır.” (20/56-64; 7/109-112)

Firavun’un yardımına koşan ‘Bilgin-Büyücüler’, galip geldiklerinde ödüllendirilip ödüllendirilmeyeceklerini Firavun’a sormuşlardır:

 “Sihirbazlar geldiklerinde Firavun'a: Şayet biz üstün gelirsek, muhakkak bize bir ücret vardır değil mi? dediler. Firavun cevap verdi: Evet, o takdirde hiç şüphe etmeyin, gözde kimselerden de olacaksınız.” (26/41-42,  7/113-114)

Firavun kendisine yapacakları hizmetin karşılığında ödüllendirileceklerini ve yakınında bulunan gözdeleri olacaklarına dair kendilerine söz vermiştir.  Firavun’un gözdeleri olma gururu ile bilgin- büyücüler, Hz. Musa’ya meydan okumaya kalkmışlardır:

“Ey Musa sen mi (önce) atacaksın, yoksa atanlar biz mi olalım? dediler. ‘Siz atın’ dedi. Onlar atınca, insanların gözlerini büyülediler, onları korkuttular ve büyük bir sihir gösterdiler. Biz de Musa'ya, ‘Asânı at!’ diye vahyettik. Bir de baktılar ki bu, onların uydurduklarını yakalayıp yutuyor. Böylece gerçek ortaya çıktı ve onların yapmakta oldukları yok olup gitti. İşte Firavun ve kavmi, orada yenildi ve küçük düşerek geri döndüler.” (7/115-119, 26/43-45, 20/65-69 )

Bilgin-Büyücüler, kendi yaptıkları işle, Hz. Musa’nın yaptığı iş arasındaki mahiyet farkını çok iyi bildiklerinden dolayı;  Musa’nın getirdiği gerçeği görerek büyük bir korku ile secdeye kapanıp iman etmişlerdir:

“(Bunu görünce) sihirbazlar derhal secdeye kapandılar. ‘Âlemlerin Rabbine, Musa ve Harun'un Rabbine iman ettik’ dediler.” (26/46-48, 7/120-122, 20/70  )

Konumuz açısından olayın bundan sonraki gelişimi ilginç, düşündürücü ve hatta ürkütücüdür. Biraz önce Firavun’un yakınında olma heyecanı ile Firavun’u üstün çıkarabilmek için bütün yetenek ve enerjilerini seferber edenler, gördükleri gerçekler karşısında iman edip secdeye kapanmışlardır. Biraz önce ‘Firavun’un üstün onuru adına’ mücadeleye girişenler, gördükleri gerçekler karşısında iman edince dost sandıkları Firavun’u çileden çıkarmışlardır. Firavun bütün kin ve nefreti ile:

Firavun dedi ki: "Ben size izin vermeden ona iman mı ettiniz? Bu, hiç şüphesiz şehirde, halkını oradan çıkarmak için kurduğunuz bir tuzaktır. Ama yakında (başınıza gelecekleri) göreceksiniz! Mutlaka ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim, sonra da hepinizi asacağım!" (7/123-124)  “(Firavun)şöyle dedi: Ben size izin vermeden önce ona inandınız öyle mi! Hakikat şu ki o, size büyü öğreten ulunuzdur. Şimdi elleriniz ile ayaklarınızı tereddüt etmeden çaprazlama keseceğim ve sizi hurma dallarına asacağım! Böylece, hangimizin azabının daha şiddetli ve sürekli olduğunu iyice anlayacaksınız.” (20/71, 26/49)

Sihirbazların iman etmesi karşısında Firavun ayaklarının altındaki zeminin kaydığını hissettiğinden olaya çok sert bir tepki göstermiştir. Tepkisinde 3 önemli nokta vardır:

1- ‘Ben size izin vermeden ona nasıl iman edersiniz?’. ‘Mısır’ın Rabbi ve ilahi benim’; sizin neye inanıp inanmayacağınıza ben karar veririm; kanun ve kuralları ben tanzim ederim, yaşam tarzınızı ben düzenlerim.

2- ‘Musa sizin önderinizdir. Büyüyü size o öğretmiştir. Bize birlikte tuzak kurdunuz’.

3- ‘Benim ilahlığıma karşı geldiğiniz, otoritemi sarstığınız için sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çaprazlama keseceğim ve sizi asacağım’.

‘Firavun’un üstün onuru adına’ girişilen bir mücadele, Firavun’un düşmanlığı ile son bulmuştur. Firavun, onlara hangi gerekçeden dolayı iman ettiklerini sorma lüzumu hissetmemiştir bile. Sarsılan otoritesini kelle alarak kurtarabileceğini düşünmüştür.

ABD  desteği ile iş başına gelen yönetimlerin, nihayetinde ABD ile hep sorunları olmuş, ABD'nin isteklerine yerine getirmediklerinde stratejik ortaklığa ihanetle suçlanmış ve cezalandırılmışlardır. Türkiye’deki ABD destekli hükümetler, gene ABD destekli 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül gibi darbelerle düşürülmüştür. Stratejik ortak olduğu söylenen Türkiye, Irak savaşında hiçbir zaman masada yer alamamış ve daima emirle yönlendirilmek istenmiştir. Türkiye’nin yazılı güvence istemesi, ABD’yi çileden çıkarmış, diploması kuralları çiğnenerek diplomatlarımıza hakaret edilmiştir. Arkasından da Türkiye dolaylı yollardan bölünmekle, terör ve ekonomik krizle  tehdit edilmiştir.

Halkına zulmeden Panama diktatörü Noriega, kanal sözleşmesini ABD’nin lehine uzatmayınca, en yakın dostu ABD yönetimi tarafından diktatörlükle, uyuşturucu kaçakçılığı ile suçlanmıştır. ABD askeri güçlerinin fiili müdahalesi ile düşürülmüştür. ABD’nin en sadık müttefiki bir zamanlar Saddam’dı. İran’a karşı savaşa tahrik edilmiş, desteklenmiş ve silahlandırılmıştır. İran üzerinde her türlü silahı kullanmasına imkan verilmiş, kitle imha silahlarına sahip olması bizzat ABD’nin şu an yönetiminde bulunan Rumsfeld tarafından sağlanmıştır. Halepçe katliamında Kürtlere karşı kimyasal silah kullandığında, Saddam’ın yanında yine ABD yönetimi vardı. Şimdi ise ABD, Saddam’ın can düşmanıdır ve onu yok etmek için savaşmaktadır. ABD Saddam'ın kellesini istemektedir. Görülebileceği gibi dost kavramını algılayışları bakımından, Firavun’la ABD yönetimi arasında bir fark yoktur. Demek ki bu zalimlerin ortak bir vasfıdır.

Refahtan Şımarıp Azmak

İnsanda  yapısal olarak azma eğilimleri mevcuttur. İmtihan olduğumuz bu dünyada insanların içinde yaşadıkları ortam, sahip oldukları inanç sistemi, insanın bu olumsuz yanının özelliklerini kuvvetlendirebilir yada zayıflatabilir. Allah’a  Kuran’i anlamda iman etmemiş insanların elinde ki aşırı güç, mal ve mülk onları gururlandırmakta, kendi kendilerine yeter hale gelme duygusu içine sokmaktadır. Kur’ân-ı Kerim’in müstağnîleşme(hiç kimseye muhtaç olmama, ihtiyaç hissetmeme hali) dediği bu süreç, insanın canavarlaşmasının ve azmasının asıl sebebi olarak kabul edilmektedir:

“Hayır; gerçekten insan, mutlaka azar, kendini müstağni(mülkünden dolayı hiç bir şeye muhtaç olmayan ve bağımsız) gördüğünden.”(96/6,7)

Firavun ve çevresi, aşırı güç, zenginlik, lüks ve israf içinde bir yaşamın temsilcileri olarak tarihte yer almaktadır. Nitekim Hz. Musa, Firavun ve çevresine verilen bu ihtişamdan dolayı Allah’a serzenişte bulunmuş ve sebebini anlamaya çalışmıştır(10/88, 23/55-56). Bu şekilde müstağnileşmiş insan veya toplumlar, daima azmışlar ve insan fıtratını bozan bir yaşam biçimini benimsemişlerdir. Kendilerine yapılan her teklif ve uyarıya  kibir ve azgınlıkla cevap vermişlerdir. Firavun ve çevresinin Hz Musa’nın davetine tepkisi de benzer olmuştur:

“Karun'u, Firavun'u ve Hâmân'ı da (helâk ettik). Andolsun ki, Musa onlara apaçık deliller getirmişti de onlar yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Halbuki (azabımızı aşıp) geçebilecek değillerdi.” (29/39, 25/35-36). “O ve askerleri, yeryüzünde haksız yere büyüklük tasladılar ve gerçekten bize döndürülmeyeceklerini sandılar”.(28/39.)

Böylesi bir müstağnileşme, insanın algılama mekanizmasının perdelenmesine, kalbinin paslanıp mühürlenmesine ve düşünce mekanizmasının dumura uğramasına neden olmaktadır. Bunlar, gerçeklere bakıyor ve fakat göremiyorlar, aklen inanıp kalben inanamıyorlar; o nedenle de kendilerini düzeltemiyorlar:

“Ona âyetlerimiz okunduğu zaman, sanki bunları işitmemiş, sanki kulaklarında ağırlık varmış gibi büyüklük taslayarak yüz çevirir. Sen de ona acıklı bir azabın müjdesini ver!” (31/7)

“Kendileri de bunlara yakînen inandıkları halde, zulüm ve kibirlerinden ötürü onları inkar ettiler. Bozguncuların sonunun nice olduğuna bir bak!”(27/14)

İşin daha da kötüsü kendilerinin doğru yolda olduğuna inanıyorlar, yaptıkları her şeyi güzel ve süslü görüyorlar:

“Firavun: Ben size kendi görüşümü söylüyorum ve yine size ancak doğru yolu gösteriyorum, dedi.” ( 40/29). “Firavun, kavmini saptırdı, doğru yola sevk etmedi.” (20/79).

Müstağnileşme ile beraber gelen hevâsını ilah edinme, fıtratın bozulmasına, insanın kendisine yabancılaşmasına ve büyük bir toplumsal tefessühe neden olmaktadır:

“Kendi istek ve tutkularını(hevasını)ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın? Yoksa sen, onların çoğunu söz işitir ya da aklını kullanır mı sayıyorsun? Onlar, ancak hayvanlar gibidirler; hayır, onlar yol bakımından daha da şaşkın ve sapıktırlar”(25/43-44)

Firavunlar Gelecek Korkusu ile İnsanlığı Tahrip Etmeye Kalkarlar

Mısır’da köle olarak çalıştırılan İsrail oğullarından doğacak bir çocuğun peygamber olacağı ve Mısır’da hükümdarlığı ele alacağı tarzındaki bir rivayetin yaygınlaşması(bir rivayete göre de Firavun’un gördüğü bir rüyanın yorumu) üzerine, kendisinin ve saltanatının tehlikeye girebileceğini düşünen Mısır diktatörü Firavun, İsrail oğullarından doğacak erkek çocukların öldürülmesine emretmiştir2. Yani henüz doğmamış, ancak doğduğunda tehdit oluşturabilme ihtimali olduğu rivayet edilen  doğacak çocukların  tümünün öldürülmesi kararıdır bu. O günden itibaren  köle olarak çalıştırılan İsrail oğullarından doğan her erkek çocuk öldürülmeye başlanmıştır:

“Firavun, (Mısır) toprağında gerçekten azmış, halkını çeşitli zümrelere bölmüştü. Onlardan bir zümreyi güçsüz bırakıyor, bunların oğullarını boğazlıyor, kızlarını ise sağ bırakıyordu. Çünkü o bozgunculardandı.”(28/4)

Rivayete göre köle neslinin erkek çocukları, bu kıyımın sonucunda azalmaya başlayınca kölelik sistemi krize girmiş; çözüm olarak bir yıl doğanlar öldürülmüş, ertesi yıl doğanlar ise serbest bırakılmıştır. Refahtan şımarıp azanların rahatı için insan hayatı ve nesli üzerinde böylesi bir kumar oynanmıştır. Gene rivayete göre Hz. Musa, çocukların öldürülmesinin kararlaştırıldığı bir yılda doğmuştur. Annesi Musa’yı korku ile bir yerlere saklamaya çalışırken Allah, ilginç, üstün, ibret ve ders dolu bir stratejiyi uygulamaya koymuştur. Firavun tarafından öldürülmesi istenen bebek Musa, bizzat Firavun tarafından Firavun’un sarayında büyütülecektir:

“(Annesine)Onu sandığın içine koy, onu suya birak, böylece su onu sahile bıraksın; onu benim de düşmanım, onun da düşmanı olan birisi alacaktır. Gözümün önünde yetiştirilmen için, kendimden sana bir sevgi yönelttim.”( 20/39)

“Nihayet Firavun ailesi onu yitik çocuk olarak (nehirden) aldı. Şüphesiz Firavun ile Hâmân ve askerleri yanlış yolda idiler. Firavun'un karısı (sepetin içinden erkek çocuk çıkınca kocasına:) ‘Benim ve senin için göz aydınlığıdır! Onu öldürmeyin, belki bize faydası dokunur, ya da onu evlat ediniriz,’ dedi. Halbuki onlar (işin sonunu) sezemiyorlardı.” (28/8-9)

Bu ayetlerde geçen; ‘Onu benim de düşmanım, onun da düşmanı olan birisi alacaktır’, ‘O, sonunda kendileri için bir düşman ve bir tasa olacaktı’, ‘Halbuki onlar (işin sonunu) sezemiyorlardı’  ifadeleri, müminler tarafından tekrar ve tekrar okunmalıdır. Olayların sadece görünen yüzüne değil, görülmeyen yüzüne de bakılmalı ve nüfuz edilmeye çalışılmalıdır. İlahi sünnetin ne olabileceği iyice araştırılmalıdır. Firavun işin sonunu sezememiş,  öldürmek istediği kendi can düşmanını kendi sarayında bakıp büyütmek durumunda kalmıştır.

 11 Eylülle birlikte ABD’nin İslam ümmetine açtığı savaş, sonunu sezemedikleri bir devin uyanışı ve ayağa kalkışı olacaktır. Kendi ayakları üzerine durmayı, köleliğe başkaldırmayı Müslümanlar öğrenecektir. 200 yıldır kendilerine kendi yönetici kadroları tarafından empoze edilen Batı medeniyetinin üstün, ideal ve insaniliği söylemleri; tüm İslam coğrafyasında yaşanan katliamlarla eriyip gitmiş, Batı medeniyetinin nasıl bir canavar olduğu çok yakından bir kez daha anlaşılmıştır.

Nasıl ki Hz. Musa olayındaki ilahi denklemin çözüm şekli, başlangıçta beşeri mülahazalarla idrak edilememişse; bugün içine girdiğimiz sürecin nasıl seyredeceği de aynı şekilde başlangıçta anlaşılamayacaktır. Bütün bu olanlar, uyanma, arınma ve zafere ulaşma dediğimiz ilahi bir sünnetin tezahüründen başka bir şey olmayacaktır.

Bu noktada sorgulamamız gereken şey, acaba Hz Musa olayındaki gelecekte bir tehlike olabileceği iddia edilen insanları öldürebilmek; o günün dünyasında yaşayan bir kişiye veya zümreye özgü bir davranış mıdır, yoksa  bir zihniyetin doğal sonucu mudur? Tarihe baktığımızda tüm diktatörlerin, en büyük zalimlerin, gerek birey gerekse sistem bazında aynı davranışı sergilediklerini görmekteyiz. Tüm zalimler, iktidarlarının geleceğinden endişeye kapılarak kendilerine rakip olabilecek her şeyi, hiçbir meşruiyet arama gereği duymadan yok etmek istemişlerdir. Nitekim ‘Tek Kutuplu Dünya’ adlı raporda ABD yönetiminin de bugün aynı anlayış içerisinde olduğunu görmekteyiz:

“Batı Avrupa’daki, Asya’daki yada eski Sovyetler Birliği’ndeki devletlerden hiç birinin Birleşik Amerika’nın karşısına dikilecek, ona kafa tutacak güce erişmesine izin verilmemelidir.”3

Bunun için çizilen strateji, dünyadaki tüm ulaşım yolları,  enerji ve su havzalarına sahip olmak; bu yolla karşı çıkmak isteyenlerin hayat damarını hemen kesivermek şeklinde belirlenmiştir. Bush Doktrini, bu rapordaki  stratejinin değişik bir makyajından ibarettir:

 “ABD, isteklerini kendisine, müttefiklerine ya da dostlarına empoze etmeye kalkan -bir devlet ya da devlet dışı aktör olsun- her türlü düşmanca girişimi yenilgiye uğratma kapasitesine ulaşmalıdır ve ulaşacaktır da. Yükümlülüklerimizi destekleyecek ve özgürlüğü savunacak yeterli güçleri bulunduracağız. Kuvvetlerimiz, ABD’nin gücünü geride bırakacak ya da ona erişecek bir askeri yapının peşinde olan potansiyel düşmanlarımızı caydıracak yeterlikte olacaktır.”1

Bunun için ABD, kabul ettiği tehlikeler için önleyici eylemlerde bulunacak gerekli tedbirleri alacaktır:

“ABD ulusal güvenliğimize yönelik kafi derecede tehlikelere karşılık vermek amacıyla önleyici eylemler seçeneğini uzun zamandır elinde bulundurmaktadır. Tehdit daha büyük ise harekatsızlık daha büyük risk demektir ve durum düşman saldırısının yeri ve zamanı belirsiz dahi olsa kendimizi savunmak için gereken önlemleri almamızı daha çok gerektirir. Düşmanlarımızın böylesi saldırgan hareketlerini erken davranıp önlemek yada engellemek için ABD, gerekirse önleyici eylemlerde bulunacaktır. Önleyici savaş seçeneğini desteklemek için tehditlerin nerede ortaya çıkabileceği konusunda zamanında ve güvenilir bilgiye ulaşmak için daha iyi, entegre istihbarat yetenekleri inşa edecek; askeri kuvvetlerimizi, kesin sonuçlar elde etmek için hızlı ve hassas operasyonları yürütmemizi sağlayacak şekilde dönüştürmeyi sürdüreceğiz. Eylemlerimizin amacı, her zaman ABD’ye ya da müttefiklerimize ve dostlarımıza yönelik belirli bir tehdidi ortadan kaldırmak olacaktır.”1

ABD önleyici eylemlerde bulunabilmesi için dünyanın her tarafında karakolları bulunmalıdır:

“ABD, belirsizlikle mücadele etmek ve karşılaştığımız birçok güvenlik sorunu ile baş etmek için, Batı Avrupa ve kuzeydoğu Asya’nın içlerinde ve ötesinde üslere ve istasyonlara, Amerikan güçlerinin uzun süreli yerleşimi için geçici izin anlaşmalarına ihtiyaç duyuyor.”1

Yukarıdaki ifadelerde tehlike belirsiz, düşman belirsiz ve düşmanlık da belirsizdir. Neyin tehlike veya tehdit olduğunu, kimin düşman olduğunu kim ve nasıl belirleyecektir? Böylesi bir belirsizlik ortamında ABD, düşmanı ve tehlikeyi  kendisi tanımlayacak, önleyici eylem de kendi patronluğunda gerçekleştirilecektir. Gerçekte ABD’nin Afganistan ve Irak’ta uygulamaya koyduğu, bu anlayıştır. Firavun’un İsrail oğullarına yaptığı ile arasında bir fark yoktur.

Bush doktrininden de anlaşılabileceği gibi ABD, kendisi için gelecekte tehlike oluşturma ihtimali olabilecek veya karşısına güç olarak çıkabilecek her şeyi, tehdit algılaması içerisinde mütalaa emekte ve şimdiden ‘caydırıcı savaşla’ bunları bertaraf etmeye çalışmaktadır. Bunun için de kendisi her türlü silahlanma ve istihbarat faaliyetini kendisine meşrû görmekte, başkalarına ise yasak getirmek istemektedir. Elinde hiçbir kanıt olmadan Afganistan ve Irak’a saldırması, böyle bir düşüncenin ürünüdür. Şer ekseni tanımlaması da aynı amaçla yapılmıştır. Kontrol edemediğive sömüremediği her ülke, ABD menfaatleri için tehlike oluşturmaktadır ve önleyici savaşla yok edilmelidir.

Firavunlar Halkı Düşman Kamplara Böler

Diğer taraftan yukarıda  geçen âyetlerden(28/4), Firavun’un, halkını birbirine düşman çeşitli zümrelere böldüğü anlaşılmaktadır. Bu da günümüz dünyasında psikolojik savaşta kullanılan  ‘İç düşman’ veya ‘İç tehdit’ uygulamasından başka bir şey değildi.

Bu gün ABD, değişik bölgelerdeki ülkeleri birbirine düşman kılarak bölgesel karışıklık çıkarmaktadır. Ayrıca her ülkenin içinde örgütler kurarak, ülkeleri iç karışıklığa  sürüklemektedir. ABD’nin izinde ilerleyen tüm diktatörler, kendi ülkesinin halkını birbirine düşman kamplara bölerek yönetmeyi bir ilke haline getirmişlerdir. Onun için hemen hemen hiçbir ülkede ve dünyada huzur ve güven kalmamıştır. Aradan geçen bunca zamana, bilim ve teknolojide meydana gelen bunca gelişmeye rağmen diktatörlerin şeytanla işbirliğinde hiç değişme olmadığı görülmektedir. Müslümanlar bu noktayı hiç bir zaman  gözden ırak bulundurmamalıdır.

Firavunî Ruh Hali: Korku, Tehdit ve Tehlike Paranoyası

Firavunlar kendilerinde var olan aşırı güçten dolayı müstağnileşirlerken diğer taraftan da bu güç ve imkanların tutsağı, hatta kölesi olmakta; onları her an kaybetme korkusu içinde yaşamaktadırlar. Her an kaybetme korkusu, paranoyaya dönüşmekte, yaşam ve sistem bu duygu üzerine tanzim edilmektedir. Her an birilerinin çıkıp kendilerini yok edeceğini sanmaktadırlar. Her gün görünmeyen düşmanların varlığından bahsetmektedirler. Ülkenin büyük bir tehlike ve tehdit altında olduğunu, halka kabul ettirmeye çalışmaktadırlar.

Hz. Musa ile Firavun’un mücadelesinde bu psikolojiyi çok açık olarak görmek mümkün. Görünürde hiç bir silahı, ordusu ve hatta halk desteği yoktur Hz.Musa ve kardeşi Harun’un:

“Firavun ve kavminin kendilerine işkence etmesinden korkuya düştükleri için kavminden bir gurup gençten başka kimse Musa'ya iman etmedi. Çünkü Firavun yeryüzünde ululuk taslayan (bir diktatör) ve haddi aşanlardan idi.” (10/83)

Buna rağmen Firavun ve çevresi, Hz. Musa ve kardeşi Harun’u büyük bir tehdit ve tehlike olarak algılamış  onları ölümle cezalandırmaya kalkmıştır:

 “Firavun'un kavminden ileri gelenler dediler ki: Bu çok bilgili bir sihirbazdır. Sizi yurdunuzdan çıkarmak istiyor. Ne buyurursunuz?”(7/109-110)

“Onlar dediler ki: Babalarımızı üzerinde bulduğumuz (dinden) bizi döndüresin ve yeryüzünde ululuk sizin ikinizin olsun diye mi bize geldin? Halbuki biz size inanacak değiliz.” (10/78)

“Firavun'un kavminden ileri gelenler dediler ki: Musa'yı ve kavmini, seni ve tanrılarını bırakıp yeryüzünde bozgunculuk çıkarsınlar diye mi bırakacaksınız? (Firavun): ‘Biz onların oğullarını öldürüp, kadınlarını sağ bırakacağız. Elbette biz onları ezecek üstünlükteyiz’ dedi.” (7/127)

 “..(Onlar) dediler ki: ‘Onunla birlikte iman etmekte olanların erkek çocuklarını öldürün; kadınlarını ise sağ bırakın.’ Ancak kafirlerin hileli düzeni boşa çıkmakta olandan başkası değildir.  Firavun: Bırakın beni, dedi, Musa'yı öldüreyim; (kurtarabilirse) Rabbine yalvarsın! Çünkü ben onun, dininizi değiştireceğinden, yahut yeryüzünde fesat çıkaracağından korkuyorum. Musa da: ‘Ben, hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim de Rabbim, sizin de Rabbinize sığındım’ dedi.” (40/24-27)

Firavun ve refahtan şımarıp azan önde gelen çevresi, Musa ve kardeşini yok edecek ezici üstün bir güce sahip oldukları inancı ile onları öldüreceklerini söylemişlerdir. Bununla beraber onlardan korkmuşlar, onları kendilerini yurtlarından çıkaracak ve dinlerini/yaşam tarzlarını değiştirecek bir tehdit ve tehlike olarak görmüşler ve de kendi halklarını da onlarla korkutarak düşman hale getirmek istemişlerdir. Bu psikoloji iyi görülmeli ve anlaşılmalıdır.

11 Eylülden sonra ABD yönetiminin Müslümanları tehlike ve tehdit olarak gösterirken söylediği; ‘bunlar bizim yaşam tarzımıza karşılar’ sözü ile, Firavun ve çevresinin ‘bunlar sizin dininizi değiştirmek istiyor’ tarzındaki sözleri arasındaki paralelliğe dikkat edilmelidir. Firavun’un Musa ve kardeşini ‘fesat çıkarmakla itham etmesi ile; ABD yönetiminin, tüm İslam coğrafyasını ‘terörist’ olarak göstermeye kalkması da aynı anlama gelmektedir. Firavun ve çevresinin uykularını kaçıran korku ile, ABD yönetiminin uykularını kaçıran korku aynı kaynaklıdır.

Firavunlar Bumerang Yaparlar

Zalimler kendilerini hiçbir zaman güvende hissetmezler ve de hissedemeyeceklerdir. Kendileri için daima yok edici bir düşman hep var olacaktır. O düşmanda bizzat kendileridir. Zalimlerin zulümlerinin ulaştığı maksimum nokta, bumerang etkisinin (kendi kendini vurma, kendi kendini yok etme) meydana geldiği noktadır. Bu ilahi bir sünnettir. Allah’ın takdir ettiği bir kanuniyettir:

“Görmedin mi, Rabbin ne yaptı Âd kavmine; direkleri(yüksek binaları) olan, ülkelerde benzeri yaratılmamış İrem şehrine, o vadide kayaları yontan Semûd kavmine, kazıklar(çadırlar, ordular) sahibi Firavun'a! Ki onların hepsi ülkelerinde azgınlık ettiler. Oralarda kötülüğü çoğalttılar. Bu yüzden Rabbin onların üstüne azap kamçısı yağdırdı. Çünkü Rabbin (her an) gözetlemededir.” (89/6-14)

“Çünkü Allah bozguncuların işini düzeltmez." "Suçluların hoşuna gitmese de Allah, sözleriyle gerçeği açığa çıkaracaktır.” (10/81-82)

Bugün de ABD sahip olduğu zenginlik ve imkanlarla, daha adil daha insanı bir çizgi izlemesi gerekirken; kendini müstağni görmekte tüm dünyayı tehdit olarak algılamakta, tehdit etmekte ve aşağılamaktadır. Yaşam tarzı ve propaganda mekanizmaları ile tüm dünyayı fesada, sefahat, sefalet ve tefessühe doğru götürmektedir. Geçmişteki bazı kavimlerin helak olma nedeni bu  yaşam biçimidir. ABD’de ise bugün o kavimlerin hepsini helak eden nedenlerin tümü entegre olmuş vaziyettedir. Bu Bumerang Etkisinin vuku bulma sürecinin başladığı anlamına gelmektedir. Ve ABD kendi kendini yok etmektedir:

“Bir ülkeyi helâk etmek istediğimizde, o ülkenin ‘varlık ve güç sahibi önde gelenlerine’ (refahtan şımarıp azan önde gelenler) emrederiz; böylelikle orada bozgunculuk çıkarırlar. Böylece o ülke, helâke müstehak olur; biz de orayı darmadağın ederiz.” (17/16)

Bugün ABD’nin içine girdiği süreç böyle bir süreçtir. Irak diktatörü Saddam’ı hiç kimse sevmemiş olmasına rağmen, tüm dünyada savaş karşıtı gösterilerin bu denli yoğunlaşması ABD’ye duyulan tepkiden dolayıdır. Ayrıca ABD, tüm dünyanın gözünde hayranlık ve saygı duyulan bir ülke olmaktan çıkmış; korkulan ve nefret edilen bir ülke haline gelmiştir. Irak savaşına bu açıdan bakmakta fayda vardır.

ABD’deki bir gurup refahtan şımarıp azmış önde gelenlerin ihtirası için gelecek nesilleri yok edecek politikalar uygulayan bir ABD, aklî melekelerini kaybetmiştir ve normal olarak düşünememektedir. Girdiği çizgi bir yok oluş sürecidir. Afganistan ve Irak’ta kendisine karşı yapılan başkaldırı Sihirbazların Firavun’a başkaldırışının benzeridir. ABD’nin büyüsü bozulmuştur. ABD Firavun’un mukadder akıbeti gibi bir sona doğru gitmektedir. Afganistan’ı işgal etmiş olması veya Irak’ı işgal etme ihtimalinin yüksek olması, bu gerçeği değiştirmeyecektir. Firavun da Bilgin-Büyücüleri  kendisine karşı geldikleri için cezalandırmıştır. Ancak bu onun, refahtan şımarıp azmış yakın çevresinin ve ordusunun Kızıldeniz sularında boğulmasını engellememişti:

“Biz, İsrail oğullarını denizden geçirdik. Ama Firavun ve askerleri zulmetmek ve saldırmak üzere onları takip etti. Nihayet (denizde) boğulma haline gelince, (Firavun:) ‘Gerçekten, İsrail oğullarının inandığı Tanrı'dan başka tanrı olmadığına ben de iman ettim. Ben de Müslümanlardanım!’ dedi. Şimdi mi(iman ettin)! Halbuki daha önce isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştun(ey Firavun)! Senden sonra geleceklere ibret olman için, bugün senin bedenini (cansız olarak) kurtaracağız. İşte insanlardan bir çoğu, hakikaten âyetlerimizden gafildirler.”(10/90-92)

Firavunlar, İnsanları Ateşe Çağıran Önderlerdir 

Artık ABD dünyanın lideri değildir. Hem dünyaya şekil verme hakkını hem de imkânını kaybetmiştir. Üstelik de insanlığa sunacak bir mesajı olmadığı anlaşılmıştır. İnsanlığın tüm kazanımlarına ve birikimine savaş açmış ve onları inkar etmiştir. Bu nedenle yol gösterici değildir ve olamaz da. O insanları sadece fesada ve ateşe çağırmaktadır:

“Çünkü Allah bozguncuların işini düzeltmez.” (10/81)

“Andolsun ki Musa'yı da mucizelerimizle ve apaçık bir delille Firavun'a ve onun ileri gelenlerine gönderdik. Fakat onlar Firavun'un emrine uydular. Oysa Firavun'un emri doğru değildi. Firavun, kıyamet gününde kavminin önüne düşecek ve onları (çekip) ateşe götürecektir. Varacakları yer ne kötü yerdir! Onlar burada da, kıyamet gününde de lânete uğratıldılar. (Onlara) verilen bu armağan ne kötü armağandır!” (11/96-99)

Büyük Başkaldırı: Firavunların Hükmü Ancak Bu Dünyada Geçer 

Hep emretmeye alışmış zalimlere dur diyebilmek büyük bir onur, haysiyet ve bir iman ister. İşte Firavun karşısında onun tehditlerine karşı hiç aldırmadan, gördükleri gerçeğe boyun eğen Bilgin-Büyücüler böyle bir kıyâmı ve dik duruşu temsil etmektedirler:

 “Dediler ki: ‘Seni, bize gelen açık açık mucizelere ve bizi yaratana tercih edemeyiz. Öyle ise yapacağını yap! Sen, ancak bu dünya hayatında hükmünü geçirebilirsin…Bize, hatalarımızı ve senin bize zorla yaptırdığın büyüyü bağışlaması için Rabbimize iman ettik. Allah, (mükâfatı) en hayırlı ve (cezası) en sürekli olandır.’ Şurası muhakkak ki, kim Rabbine günahkâr olarak varırsa, cehennem sırf onun içindir. O ise orada ne ölür ne de yaşar!”(20/72-74)

“Zararı yok, dediler, (nasıl olsa) biz şüphesiz Rabbimize döneceğiz. Biz, ilk iman edenler olduğumuz için Rabbimizin hatalarımızı bağışlayacağını umarız.”(26/50-51)

“Onlar: Biz zaten Rabbimize döneceğiz. Sen sadece Rabbimizin âyetleri bize geldiğinde onlara inandığımız için bizden intikam alıyorsun. Ey Rabbimiz! Bize bol bol sabır ver, Müslüman olarak canımızı al, dediler.”(7/125-126)

Bilgin-Büyücüler, karşılaştıkları olayın mahiyeti karşısında, Firavun’un yaşattığı nizamla   Musa’nın vaadettiği dünya arasındaki farkı görerek; gerçek mutluluk ve kurtuluş yolunu tercih edip,  Firavun tarafından öldürülebileceklerini bile bile Firavun’a karşı çıkmışlardır. ‘Sen, ancak bu dünya hayatında hükmünü geçirebilirsin’ diyerek Firavun’un otoritesini sıfırlamışlar, acziyetini belirtmişler ve kendisine ölüm sonrası dünyayı veciz bir şekilde hatırlatmışlardır. İşte Firavun o anda, gerçek anlamda, bütün heybet, azamet ve ihtişamıyla yıkılmıştır.

Son 200 yıllık tarihte Müslümanlar, ilk defa ABD ve Batıya ve onların yerli işbirlikçilerine  ‘Sizin, ancak bu dünya hayatında hükmünüz geçer’ diyerek meydan okuyor ve başkaldırıyorlar. Bu duruş, büyük bir devrim sürecinin başlangıcıdır. Bütün bu yaşananlardan dolayı tüm dünya yeni bir devrime gebedir. Bu gün yaşananlar kutlu bir doğum sancısının belirtileridir.

Dosdoğru Yolda Devam Edip Bilgisizlerin Yoluna Uymamak

Bugün Türkiye’yi yönetenler, Müslüman bir halkın temsilcisi olduğunun  şuurunda olarak ve Firavunların bu özelliklerini hiç unutmayarak hareket etmeli; ABD Firavunlarının karşısında, Musa-Harun-Bilgin Büyücülerin duruşu gibi dik durmalıdırlar. Alay, hakaret ve aşağılamalara anında tepki vermelidirler.

ABD, dünya insanlığını huzura, refaha değil ateşe çağırmaktadır. O nedenle de dünyaya önderlik yapma hakkını kaybetmiştir. Korkudan dolayı kendisine şu an açıkça karşı çıkılamaması, çıkılamayacak anlamına da gelmez.

Bugün iki zalim, Irak topraklarında karşı karşıya gelmiş birlikte helak olmak için uğraşıyorlar. Bu mücadeleden,  yaklaşık 200 yıldır ezilen, horlanan, sömürülen ve insan bile kabul edilmeyen bu ümmet, gerekeni yaparak zaferle çıkacaktır. Yıllardır aldatılmanın, kandırılmanın gerçek yüzü ile karşı karşıya  gelmiştir. İslam coğrafyasına yağmaya başlayan rahmet, yüzleri maskeleyen boyaların dökülmesini sağlamaktadır. İslam ümmeti, Batının çirkin yüzü ile birlikte kendi yönetimlerinin çirkin yüzlerini görebilme fırsatını da yakalamıştır. O nedenle bu diktatörler savaşı, tarihin yeniden şekillenmesi ve Müslüman bir ümmetin tarih sahnesine yeniden geri dönüşünün müjdecisidir. Afganistan dağlarında ve Irak çöllerinde devam eden ABD katliamı, İsrail oğullarına Hz. Musa’nın ‘kurtarıcı’ olarak gelmesi gibi, İslam ümmetinde de  yeni Musalar, Selahaddin Eyyubiler ortaya çıkaracaktır. 200 yıllık mağlubiyetler zincirinden ve  ihanetlerden ders almış olan yeni öncü kadrolar mücadele sahasına girecektir. Bunlar, hem ulusal hem de uluslararası firavunların korkulu rüyası olacaktır. Böylelikle Müslümanlarla beraber tüm insanlık, Firavuni sistemlerden kurtulacaktır.

“Öyleyse dosdoğru yolda devam edin ve bilgisizlerin yoluna uymayın”(10/89)    

Dipnotlar

1- Babacan M., ‘ABD’nin Yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi: Bush Doktrini’, (Çeviri), Umran-Ek, Sayı: 99, Kasım 2002 , s. 1-16.

2- İbni Kesir,  Tefsir, Çağrı Yay., İstanbul,  cilt:10, 1985, s.5226

3- Şahin T.B., ‘21 Asrın Firavunu ABD’yi Durdurmak İçin Ne Yapmalı’, Umran Dergisi, Sayı: 103, Mart 2003, s. 4-16.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...