1 Aralık 2024 Pazar

21. ASIRDA ÜMMET ŞUURUNUN YENİDEN İNŞASI-1: GENEL BİR DEĞERLENDİRME

 Prof. Dr. Burhanettin Can  – Umran Dergisi/Aralık 2024-364. Sayı

 

 

                                         Ben artık yabancılardan sızlanmayayım.  Çünkü bana ne yaptıysa tanışlar yaptı.

                                                                                                  Hafız

 

Şer İttifakı (Siyonizm-ABD-İngiltere-İsrail, Fransa), 21. yüzyılı, “dijital dönüşüm” yüzyılı olarak öngörmekte, bu sebeple “büyük sıfırlama” stratejisini uygulamaya sokabilmek için önce biyolojik savaşı, sonra ekolojik savaşı, daha sonra da Ukrayna da “senelerce sürecek” hibrit savaşı ve nihayet “kudurmuş köpek” İsrail üzerinden Filistin-Lübnan hattında elektronik-siber savaşı farklı bir boyutta (çağrı cihazı, telsizler ve cep telefonlarının internet üzerinden patlatılması) başlatmıştır. Bu dört önemli sürecin yıllar ekseninde birbiri ardınca ve birbirini destekler mahiyette vuku bulması, tüm dünyada çok uzun sürecek yeni bir kavganın hatta savaşın kilometre taşları olarak görülmelidir. Bu savaşların önemli bir boyutunun, ülkeleri ekonomik krizle çökertip “kadife darbelere uygun bir gayrimemnunlar kitlesi” inşa ederek savaşmadan, mevcut yönetimleri ve hatta devletleri paramparça etmek ve 2050’li yıllara doğru “bin şehir devleti” inşa etmek amaçlı olduğu gerçeğini görmemiz gerekmektedir.

Kitle imha silahlarının (nükleer, kimyasal, biyolojik, siber silahlar vb.) rakip ve düşman ülkelerde var olduğu gerçeği bilinmesine, Üçüncü Dünya Savaşı’nın insanlığın sonu olabileceği sıkça ifade edilmesine rağmen dünyada böyle bir savaşı başlatmayı Şer İttifakı istemektedir. Bu gerçeği dünyada, özellikle Büyük Ortadoğu ve Avrasya coğrafyasında birbiri ile bazen çatışan, bazen uzlaşan projelerin varlığında görmekteyiz.[1] Şu an biri Ukrayna-Rusya, diğeri İsrail-Filistin-Lübnan olmak üzere iki ana düzlemde çok ciddi sonuçlar doğurabilecek savaş başlatılıp devam ettirilmektedir. Uzun menzilli füzelerle Rusya’nın vurulmaya çalışılmasına karşılık Rusya’nın cevabı “nükleer savaş” olmaktadır. Her iki düzlemde başlatılan savaşlarda, “Avrasya satranç tahtasında”, yer alan/alabilecek stratejik oyuncular, genel olarak, ABD, İngiltere, AB (Fransa, Almanya…), Rusya, Çin, Hindistan, Ukrayna, Azerbaycan, Kazakistan, Türkiye, İran, Japonya, Endonezya, Pakistan ve petrol-doğal gaz üreten ülkeler olacaklardır. Her iki düzlemde yürütülen savaş, hibrit savaştır. Böyle bir savaşın merkezlerinden biri olarak İslâm coğrafyası seçilmiştir. İslâm dünyasının böyle bir oyuna gelmemesi gerekmektedir. İslâm dünyası bir ve bütün olarak hareket ettiği, ortak bir strateji ortaya koyduğu takdirde bu oyunu bozabilir. O sebeple bu yazı serisinde İslâm coğrafyasının birlik ve beraberliğini sağlayacak ümmet şuurunun yeniden inşa edilmesi meselesi ele alınmıştır. Bu yazıda dünyanın ve İslâm dünyasının ana hatları ile bir analizi ve değerlendirilmesi yapılacaktır.

Büyük Fotoğrafı Okumak: 21. Asırda Güçler Arası Mücadele ve Oluşan Sosyal Fay Hatları

İkinci Cihan Savaşı’nın sonunda Tahran, Moskova, Qubeec ve Yalta antlaşmaları ile Batı Bloku ile Doğu Bloku arasında dünya paylaşılmıştı. Daha sonra bu iki blok, NATO ve Varşova paktları adı altında bir hâkimiyet mücadelesi yürütmüşlerdir. Zamanla Hindistan’ın önderliğinde Bağlantısızlar ortaya çıkmıştır. Bu şekilde güçler arasında kurulan denge, Varşova Paktı’nın çökmesi ile bozulmuştur. Dünya, genelde Batı’nın açgözlülüğü, doymazlığı ve kan emiciliğinin hedefi hâline gelecek yeni bir sömürgecilik dönemi ile karşı karşıyadır. Bu süreçte dünya yeniden yapılanmaktadır. Bu yapılanışın sonucunda ortaya çıkan küresel ve bölgesel güçleri aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

Küresel Güçler: ABD, NATO, Çin, Vatikan, Siyonizm; ABD-İngiltere-İsrail-Siyonizm; Çin-Rusya-İran; Küresel Sermaye, İslâm (Değer sistemi olarak).

Bölgesel Güçler: Rusya, AB, İngiltere, Almanya, Fransa, Hindistan, Japonya, Türkiye, İran, İsrail, İtalya; BRICS, ŞİÖ.

Bölgesel ve küresel düzlemde meydana gelen bu kamplaşma yeni fay hatlarının ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir. Bu fay hatlarını ana hatları ile aşağıdaki gibi özetleyebiliriz (#: Fay hatlarının varlığını göstermektedir):

  1. Grup: ABD # Çin, ABD # Rusya, ABD # AB, ABD # Almanya,

ABD # Japonya, ABD # Hindistan, ABD # İsrail, ABD # Türkiye

  1. Grup: AB # Rusya, AB # Çin, AB # Japonya, AB # Türkiye, AB # İran, AB # İsrail
  2. Grup: Çin # Rusya, Çin # Türkiye, Çin # Hindistan, Çin # Japonya,

Çin # Milliyetçi Çin, Çin # Güney Kore

  1. Grup: Rusya # Türkiye, Rusya # İsrail, Rusya # Suud-i Arabistan
  2. Grup: Türkiye # (ABD+İsrail+İngiltere+Siyonizm), Türkiye # İsrail, Türkiye # İslâm ülkeleri (yönetimler), Türkiye # Komşuları (Güney Kıbrıs/Yunanistan/Suriye/Irak/İran/Rusya/Bulgaristan)
  3. Grup: ABD+İsrail+İngiltere+Siyonizm # İran, ABD+İsrail+İngiltere #

AB, ABD+İsrail+İngiltere # Rusya, ABD+İsrail+İngiltere # Çin

  1. Grup: ABD+İsrail+İngiltere+Siyonizm # İran; ABD+İsrail+İngiltere+Siyonizm # Diğer İslâm ülkeleri
  2. Grup: ABD # Latin Amerika Ülkeleri; Hindistan # Pakistan; Kuzey Kore # Güney Kore, Kuzey Kıbrıs # Güney Kıbrıs
  3. Grup: İslâm Ülkeleri # İsrail; İslâm Ülkeleri # AB; İslâm Ülkeleri # ABD;

İslâm Ülkeleri # İngiltere; İslâm Ülkeleri # Rusya; İslâm Ülkeleri #

Hindistan; İslâm Ülkeleri # Çin; İslâm Ülkeleri # Balkan Ülkeleri

  1. Grup: İran # Diğer İslâm Ülkeleri; Türkiye # Diğer İslâm Ülkeleri;

Suudi # Diğer İslâm Ülkeleri

  1. Grup: Sünni # Şii; Selefi # Şii; Alevi # Sünni
  2. Grup: Kürt # Türk; Kürt # Arap; Türk # Arap; Fars # Azeri; Türk # Ermeni;

Azeri # Ermeni; Rus # Çerkes

  1. Grup: ABD+İsrail+İngiltere # (Rusya+İran+Çin)
  2. Grup: Müslüman # Hıristiyan; Müslüman # Yahudi
  3. Grup: Hıristiyan # Yahudi
  4. Grup: Dünyadaki Zengin Ülkeler # Fakir Ülkeler
  5. Grup: Modernizm/Sekülerleşme # Dinler/Fıtrat
  6. Grup: Uluslararası Sermaye # Tüm Ülkeler
  7. Grup: Her Ülkenin ve Her İttifakın Kendi İç Fay Hatları

Ukrayna-Filistin Düzleminde Başlatılan Hibrit Savaş Sürecinde İki Eksen Oluşturmak

Ukrayna savaşı ile birlikte başlatılan hibrit savaş sürecinin amacı, bölgesel olan çatışmaları, İkinci Dünya Savaşı öncesindeki gibi karşıt iki ana eksenin ortaya çıkmasını sağlamaktır. İkinci Dünya Savaşı öncesinde Mihver (Almanya-İtalya-Japonya-Macaristan Romanya, Bulgaristan, Slovakya ve Hırvatistan) ve Müttefik (Amerika, İngiltere, Fransa, Sovyetler Birliği) şeklinde karşıt iki ana eksen meydana gelmişti. Savaşı Müttefikler kazanmıştı. Fakat onlar daha sonra bir tarafta ABD/NATO diğer tarafta SSCB/Varşova Paktı olmak üzere Moskova, Tahran, Vladivostok ve Yalta antlaşmaları ile dünyayı paylaşarak Soğuk Savaş dönemini başlatmışlardı.[2]

Sovyetlerin çöküşü ile birlikte ABD ve NATO, SSCB’de yer alan ülkeleri, NATO’ya alarak kendisine rakip çıkamayacak şekilde yeni bir eksen oluşturma girişiminde bulunmuştur. ABD, “Rusya’ya, eskiden SSCB’de olan bazı ülkeleri, NATO’ya almama sözü vermesine rağmen” NATO’ya alarak Rusya’yı kuşatmaya başlamıştır. Bugün Ukrayna savaşı, NATO’nun Karadeniz limanlarına kolayca girebilmek, Rusya’yı ve Türkiye’yi daha da kuşatabilmek amacıyla Ukrayna’nın NATO’ya alınmak istenmesinin bir sonucudur. Bugün dünyada hâkimiyet kurmak isteyen güçler arasında ve bu güçlere karşı ülkelerini savunmak isteyen güçler arasında hem küresel boyutta hem de yerel boyutta değişik stratejik projeler savaşmaktadır.  Bizi ilgilendirenleri aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

  • Yüzyıl ABD Yüzyılı Projesi (PNAC)(ABD)
  • Yeni Dünya Düzeni Projesi/Dijital Dünya Projesi
  • Küresel Savaş Projesi (ABD-İsrail-İngiltere-Siyonizm/Küresel Sermaye=Şer İttifakı)-Küresel Hegemonya Projesi
  • Yeni NATO: NATO’nun Evrenselleşmesi ve İslâm Coğrafyasına Yerleşmesi Projesi (Şer İttifakı: ABD-İngiltere-İsrail-Siyonizm)
  • Büyük Ortadoğu’yu Parçalama Projesi (Şer İttifakı: ABD-İngiltere-İsrail-Siyonizm); 2. Sevr Projesi (AB/Rusya/ABD/İsrail)
  • Etnik-Mezhepsel Fay Hatları Oluşturma Projesi-Kaos Projesi (ABD/AB/Rusya/Çin/Siyonizm)
  • Bölge Güçlerinin Birbirini Dengeleme Projesi-Ayrı Dengeli Güç Odakları ABD
  • Büyük İsrail Projesi (ABD-İngiltere-Siyonizm-İsrail)
  • Arap İsrail NATO’su Projesi
  • Hindistan-İsrail Enerji Hattı Projesi (İsrail-Siyonizm-ABD)
  • Davud Koridoru Projesi (İsrail-Siyonizm)
  • Gizli Dünya Devleti/Tek Dünya Hükûmeti Projesi (Siyonizm)
  • Tanrıyı Kıyamete Zorlamak Projesi (Siyonizm-Evangelikler)
  • Büyük Sıfırlama Projesi (Siyonizm)
  • Kadife Darbeler Projesi (Siyonizm/Şer İttifakı)
  • Şehir Devletleri Projesi (Siyonizm)
  • Biyolojik ve Ekolojik Savaşla Tüm Ülke Yönetimlerini Ekonomik Olarak Çökertme Projesi (Şer İttifakı: ABD-İngiltere-Siyonizm-İsrail)
  • Serbest Piyasa-Özelleştirme Projesi (ABD-Siyonizm-AB)
  • Dünya Nüfusunu Azaltma (500 Milyona Düşürme) Projesi (Siyonizm)
  • Avrasya’nın Hıristiyanlaştırılması/Dinler Arası Diyalog Projesi (Vatikan)
  • İngiltere’nin Küresel Güç Olma Projesi
  • Rusya’nın Küresel Güç Olma Projesi
  • Rusya’nın Sıcak Denizlere İnme Projesi
  • Rusya’nın Eski Müttefiklerini Kazanma Projesi (Rusya)
  • Çin’in İpek Yolu Projesi
  • Çin’in Ortadoğu ve Afrika Coğrafyasında Hâkimiyet Kurma Projesi
  • BRICS ve ŞİÖ Projeleri (Çin+Rusya)
  • Çin’in Milliyetçi Çin’i İlhak Projesi
  • Düşmanla/Rakiple Güvenlik Alanının Dışında Hesaplaşma Projesi (ABD/Çin/Rusya)
  • Şia Savunma Hattı Projesi (Iran-Irak-Suriye-Lübnan-Afrika-Türki Cumhuriyetler)
  • Şia Eksenini Parçalama, Yayılmasını Engelleme ve Sünni Bir Eksen Meydana Getirme Projesi (Suudi Arabistan/Katar/Türkiye/Mısır-Sünni Arap Yönetimleri+İsrail)
  • Türkiye’yi Yalnızlaştırma Projesi (Sünni Arap Yönetimleri+İsrail)
  • Arap NATO’su Projesi (Suudi Arabistan)
  • Teröre Karşı İslâm İttifakı (Suudi Arabistan)
  • İran’ın Küresel Sisteme Entegrasyonu Projesi (ABD/AB/İngiltere)
  • D-8 Projesi (Türkiye)
  • İslâm'ın İslâm'la Savaştırılması Projesi (ABD-İngiltere-İsrail-Siyonizm)
  • Ilımlı İslâm Projesi (Şer İttifakı/Vatikan)
  • Halifelik Projesi (ABD-İngiltere-Vatikan): Müslümanlar İçin Bir Vatikan
  • Patrikhanenin Devletleştirilmesi Projesi (Şer İttifakı-Vatikan)
  • Montrö Antlaşması’nın Devre dışı Bırakılması ve NATO’nun Karadeniz’e Girebilme Projesi (Şer İttifakı)
  • Yeni Osmanlı Projesi-Bölgesel Güç Olma Projesi (Türkiye)
  • Türk Dünyası İş Birliği Projesi/Türk Dilini Konuşan Ülkeler Konseyi/Türk Devletler Teşkilatı Projesi (Türkiye-Türki Cumhuriyetler)

Bu projelerin sahipleri bazen birbirleri ile uzlaşarak bazen de çatışarak hedeflerine ulaşmaya çalışmaktadırlar. Bugün için asıl sıkıntı, savaşın Müslümanlar arasında “İslâm’ın İslâm’la savaşı” şeklinde cereyan etmesidir. Bu Projenin özü, sosyolojik savaşı esas almakta, bu coğrafyayı “kaos teorisi” kapsamında, din, etnik, mezhep, aşiret ve cemaat merkezli olarak çatıştırarak bölmektir. Bir buçuk milyarlık Müslüman dünyanın, 7 milyar insanı kurtaracak bir imkâna, güce sahipken kendi içerisinde parçalanıp birbirleri ile savaşmaları, bu oyuna da çok kolay gelmeleri üzerinde durup düşünülmesi gereken çok önemli bir konudur.

Şer İttifakı’nın Küresel Hegemonya Projesi için Üçüncü Dünya Savaşı çıkarmak istediği her geçen gün daha da öne çıkmaktadır.  Küresel savaşın çıkarılmasında şu an Ukrayna-Rusya hattı ve İsrail-Filistin-Lübnan-Suriye hattı kullanılmaktadır. Buralardaki bölgesel savaşların küresel savaşa dönüşmesi istenmektedir.

Şer İttifakı’na göre “mevcut küresel sistem iflas etmiştir”, “yeniden doğması” için “bugün ölmesi gerekmektedir.” Bunun için de “küresel savaşın/‘düzeltici savaş’” Ortadoğu’da Türkiye üzerinden çıkarılması istenmektedir. Dünyada iki büyük bloklaşma meydana getirilerek savaş küreselleştirilecektir: “1. Eksen: Rusya-Çin-İran-Türkiye-Orta Asya Cumhuriyetleri, 2. Eksen: ABD-AB-Irak-İsrail-Kürdistan-Arabistan.” Küresel savaşın sonunda, “Suudi Arabistan’daki krallık rejimi çökecek, İran’daki şeriat devleti yıkılacak, Irak resmen üçe bölünecek ve Türkiye’nin güneydoğusunu, İran’ın kuzey batısını, Irak’ın Kuzeyi ve Suriye’nin doğusunu kapsayan ‘Büyük Kürdistan’ kurulacaktır.” “Yeni küresel ekonomik sistemde, yetkileri artırılmış bir IMF ve Dünya Bankası, bir küresel merkez bankası, küresel tek para birimi ve uluslararası denetime dayalı bir ekonomi politika olacaktır.”[3] Adı geçen “Yüksek Konsey/Yüksek Meclis” genelde, Siyonizm’in “Üç Yüzler”, “Otuz Üçler” ya da “On Üçler Meclisi” için kullanılmaktadır.[4] “On Üçler Meclisi”, “Otuz Üçler Meclisi” ve “Üç Yüzler Meclisi”, “Sanhedrin”, “En Üst Yönetim Meclisi” şeklinde isimlendirilmekte ve doların üzerindeki piramitte yer almaktadırlar. Dikkate alınması gereken bir başka olgu, bizzat ABD yönetiminin mutlak bir küresel hâkimiyet kurabilmek için gerekirse küresel savaş yapma kararlılığında olduğunu stratejik belgelerinde açıklamasıdır.[5]

Müslüman Coğrafyasının Jeo-Stratejik ve Jeopolitik Önemi

Büyük Ortadoğu olarak isimlendirilen coğrafya, Fas ve Moritanya’dan başlayıp Afrika’nın kuzeyi, Ortadoğu’nun tamamı, Kafkaslar, Kazakistan, Türk Cumhuriyetleri, Orta Asya, Afganistan, Pakistan, Bangladeş, Endonezya ve Malezya’yı kapsayan coğrafyadır. Harold Mackinder’in tanımlamasıyla İslâm coğrafyası, dünya hâkimiyet mücadelesinde çok önemli bir stratejik bölgedir: “Doğu Avrupa’yı yöneten merkez, bölgeye kumanda eder; merkez bölgeyi yöneten, dünya adasına kumanda eder; dünya adasını yöneten, dünyaya kumanda eder.”[6] Bu coğrafyada Endülüs, Osmanlı ve Haçlı seferlerinden dolayı tarihî bir arka plan/bir şuuraltı mevcuttur. Avrupa, Asya ve Afrika’daki birçok ülkenin Müslümanlarla sorunları vardır. İslâm coğrafyasında mevcut ülkeler askerî, ekonomik ve teknolojik olarak güçlü olmamalarına rağmen kültürel ve değer sistemi açısından güçlüdürler. İslâm’ın yumuşak gücü (jeo-kültürel güç) çok yüksektir:

  • Kendi içinde tutarlı üstün bir değer sistemi vardır. Bu değer sistemi, çürüyen Batı kültür ve medeniyet değerine alternatif olarak var olan tek değer sistemidir.
  • İslâm, ayrı bir alternatif hayat tarzı sunmaktadır.
  • İslâm’ın ayrı güçlü bir aile yapısı ve değer sistemi vardır.
  • İslâm’ın sunduğu değerler, insan fıtratının dışa yansıması olduğundan sirayet ediciliği çok yüksektir.
  • Batı kültür medeniyet değerleri ile İslâm’ın kültür ve medeniyet değerleri uzlaşmamaktadır. İslâm’ın değer sistemi, tüketime, sömürüye, ferdiyetçiliğe, zalime ve zulme, adaletsizliğe ve faize karşıdır.

İslâm coğrafyası, sahip olduğu ulaşım yolları, enerji ve su kaynakları, maden kaynakları, hayvancılık ve tarım açısından jeo-stratejik, jeo-politik ve jeo-ekonomik önemi çok yüksektir. Batı’nın kontrol edemediği/giremediği bu bölge, dünya hâkimiyeti için merkez bölgedir. Aynı zamanda, İslâm-Çin-Hint-Rus-Batı medeniyetinin buluştuğu bir yerdir. Büyük İsrail için öngörülen bölge bu coğrafyadadır. Burası, üç büyük dinin (İslâm, Hristiyanlık, Musevilik) doğduğu bölgedir. Bu coğrafyadaki sosyal fay hatları (#) aşağıdaki gibi özetlenebilir:

  • Kavmiyetçilik Fay Hatları: Arap # Türk # Fars # Kürt
  • Mezhepçilik Fay Hatları: Sünni # Şii # Selefi # Alevi
  • Dinî Fay Hatları: İslâm # Hıristiyanlık # Yahudilik
  • Laiklik-Sekülerlik # Din Fay Hattı
  • Zengin # Fakir Fay Hattı
  • Sistem-Devlet # Millet Fay Hattı
  • Yöneten # Yönetilen Fay Hattı
  • Devletler # Yönetimler Arası Fay Hattı

İslâm coğrafyasında, İkinci Dünya Savaşı’na kadarki dönemde ulusçuluk, 1945 sonrasında Sovyetler Birliği’nin ve Çin’in ortaya çıkışı ile birlikte Marksist hareketler etkin olmuştur. Mısır, Suriye, Irak, Cezayir ve Libya’da bağımsızlık mücadeleleri sonucunda kurulan sistemler, Arap milliyetçiliği ile sosyalizmin ilginç bir eklektizmini oluşturmuştur. Sovyetlerin yıkılışı ile birlikte Sovyet yanlısı tüm yönetimler Batı ile yakınlaşmışlar, hatta bazıları Batı’nın tam iş birlikçisi olmuşlardır. Bu dönemde İslâm coğrafyasında İslâmî hareketler hızlı bir şekilde yükselmiş; İslâm coğrafyasının her tarafında iktidar alternatifi olarak ortaya çıkmaya başlamışlardır. Bu büyük enerji, Batı tarafından “Terörle Savaş” ve “Arap Baharı” (ikinci nesil kadife darbe) ile boşaltılarak, şimdilik, İslâmî hareketlerin Batı iş birlikçisi sistemler için tehlike olması engellenmiştir. Bu süreçte Libya, Yemen, Sudan, Irak ve Suriye gayri resmî olarak bölünmüştür. Bu ülkeler, kaosun girdabında her gün insanlarını kaybetmektedirler.

İslâm Dünyasındaki Ortak Organizasyonlar

İslâm’ın son kalesi görülen Osmanlı İmparatorluğu’nun son 100 yıllık döneminde ortaya çıkan ulusçuluk hareketlerinin neden olacağı yıkımın nasıl görülemediği bugün iyi tartışılmalıdır. Sömürgeci devletlerin ulus inşa ederek imparatorluğu yıkmaya çalıştıklarını, İmparatorluk içindeki aydınların görememesi düşündürücüdür. İmparatorluk içinde Arap ve Türk milliyetçiliği şeklinde gelişen iki akımın, çok farklı etnik yapıya sahip bir imparatorluğu bir arada tutma şansını ortadan kaldıracağı bir gerçekti. Ne yazık ki Batı’da okumuş Osmanlı aydınlarının geniş bir kesimi, mağlubiyetlerin oluşturduğu anaforda Batı’nın sinsi siyasetini yeterince görememiştir. Batı propagandasının yoğunluğu ve Müslüman aydınların yeterince etkin olamamaları sonucunda Ümmet fikri, yerini etnik kökene dayalı bir ulusçuluğa bırakmıştır. İmparatorluğun son döneminde tartışılan üç akımdan hiçbiri gerektiği gibi hâkim olamamıştır. Ziya Gökalp’in formüle ettiği “Türkleşmek, İslâmlaşmak, Batılılaşmak”, ne Türkleşmeyi ne İslâmlaşmayı ne de Batılılaşmayı gerektiği gibi başaramamıştır. Bunun sonucunda ne olduğu belli olmayan, renksiz, şizofren bir toplumsal yapı ortaya çıkmıştır.

Arap, Türk ve Fars milliyetçiliği, İslâm dünyasının paramparça olmasına ve sınırları cetvelle çizilmiş, tarihî kökleri bulunmayan suni devletlerin ortaya çıkmasına neden olmuştur.  Müslüman coğrafyanın paramparça edilmesiyle kurulmuş ulus devletler, zayıf doğdukları için tek başlarına Batılı sömürgecilere cevap verme veya direnme şansları olamamıştır. Muhtemelen bu sebeple dayanışma içine girmeye çalışmışlar; bu amaçla tarihî süreç içerisinde bir dizi organizasyon gerçekleştirmişlerdir:[7]

  • Sadabad Paktı (8 Temmuz 1937): Türkiye, İran, Irak arasında imzalanmıştır.
  • Arap Birliği (22 Mart 1944): Başlangıçta Mısır, Irak, Ürdün, Suudi Arabistan, Suriye, Lübnan ve Yemen, daha sonra Libya (1953), Sudan (1956), Fas ve Tunus (1958), Kuveyt (1961), Cezayir (1962), Güney Yemen (1967), Bahreyn, Umman, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri (1971), Moritanya (1973), Somali (1974), Filistin Kurtuluş Teşkilatı (1976) ve Cibuti (1977).
    • Afrika’nın Ekonomik Kalkınması için Arap Bankası (Kasım 1973): Cibuti, Somali ve Yemen dışındaki Arap Birliği ülkeleri.
    • Arap Ekonomik Birliği Konseyi (1957): Mısır, Irak, Suriye, Ürdün, Yemen, Kuveyt, Sudan, Birleşik Arap Emirlikleri, Somali, Libya, Moritanya ve Filistin Kurtuluş Teşkilatı.
    • Ekonomik ve Sosyal Gelişme için Arap Fonu (1968): Arap Birliği tüm ülkeleri.
    • Arap Para Fonu (2 Şubat 1977): Arap Birliği tüm ülkeleri.
  • Körfez İş Birliği Konseyi (27 Mayıs 1981): Bahreyn, Kuveyt, Umman, Katar, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri.
  • Bağdat Paktı (1955-1959): Türkiye, İran, Irak, Pakistan ve İngiltere.
  • Merkezi Anlaşma Teşkilatı (CENTO): Türkiye, İran, Pakistan ve İngiltere.
  • Kalkınma için Bölgesel İş Birliği Teşkilatı (21 Haziran 1964-1979): Türkiye, İran, Pakistan.
  • Ekonomik İş Birliği Teşkilatı (29 Ocak 1985): Türkiye, İran, Pakistan.
  • Güney Doğu Asya Uluslar Birliği (8 Ağustos 1967): Malezya, Endonezya, Singapur, Filipinler, Tayland, Brunei Darusselam (7 Ocak 1984).
  • Afrika Birliği Örgütü (22-25 Mayıs 1963): 32 Afrika ülkesi.
  • İslâm Konferansı Teşkilatı (29 Şubat-4 Mart 1972): Tüm Müslüman ülkeler.
  • D-8 (15 Haziran 1997): Türkiye, Pakistan, Bangladeş, Mısır, Nijerya, İran, Endonezya, Malezya.
  • Teröre Karşı İslâm İttifakı (Aralık 2015): Suudi Arabistan başkanlığında 30 civarında ülke.

Yukarıdaki kuruluşlardan İslâm Konferansı Teşkilatı ve D-8 hariç diğerleri genellikle bölgesel özelliğe haizdir. İslâm Konferansı Teşkilatı haricindekiler ekonomik ve güvenlik ağırlıklıdır. İlk defa İslâm Konferansı Teşkilatı, İslâmî dayanışmayı ve Müslüman halkların mücadelesini destekleme fikrini ele almıştır. Teşkilatın amaçlarını belirten ikinci maddenin ilgili bentlerinde bu durum açıkça seslendirilmektedir.[8] Müslüman halklar arasında bir dayanışma meydana getirip ümmet bilinci oluşturmayı gerçekleştirmek gibi bir hedef belirtilmemesine rağmen, bu maddeler şeklen de olsa böyle bir sonucu doğurabilirdi.

Ne yazık ki İslâm Konferansı Teşkilatı, Müslüman coğrafyadaki ihtilaflara müdahale edememiş, çatışmaları durduramamış, yönetimlerin kendi halklarına yaptığı zulme engel olamamış/olmamıştır. Irak, Suriye, Mısır ve Cezayir’de yapılan toplu katliamlara karşı hiçbir tepki göstermemiştir. Örgüt, İsrail’e karşı ciddi denilebilecek bir yaptırım uygulayamamıştır. Birçok ülkede halkın iradesinin yönetime yansıtılması için hiçbir çözüm aranmamıştır. Birçok ülke yönetimi kendi halkından kopmuş ve halkını tehdit ve tehlikeli görmüştür. Teşkilat mensubu ülkelerin neredeyse tümünde halka zulmedilmiş ve teşkilat bunlara seyirci kalmıştır. Bu ve buna benzer tutumundan dolayı teşkilat işlevsizleşmiştir. Teşkilat etkinliğini, yaptırım gücünü kaybetmiştir. Mevcut teşkilatların bu zaafını çok iyi gören rahmetli Erbakan, D-8’in kuruluşunda, D-8’in “etkinlik prensibi” ve “hak prensibi” üzerine kurulması gerektiğine özellikle dikkat çekmiş ve D-8’i kurmuştur.[9]

Türkiye’nin Jeo-Stratejik ve Jeopolitik Önemi

 Türkiye, İslâm coğrafyasının en stratejik bölgelerinden birinde bulunmaktadır. Türkiye, jeo-stratejik, jeopolitik ve jeo-ekonomik olarak aşağıda belirtilen özelliklerden dolayı çok önemli bir ülkedir:

  • Dünya hâkimiyetinin yolu üzerindedir.
  • Üç kıtanın kesişiminde, üç tarafı denizle çevrilidir.
  • Karadeniz’le Akdeniz’i birbirine bağlayan boğazlara sahiptir.
  • Rusya’nın sıcak denizlere açılabilmesi için önemli tek koridor Boğazlardır. NATO’nun Karadeniz’e girebilmesi için Boğazlara ihtiyacı vardır.
  • Hıristiyanlık ve Yahudilik için manevi öneme sahiptir.
  • Dünyanın doğal gaz ve petrol ihtiyacının yaklaşık %65-75’ini karşılayacağı öngörülen Ortadoğu ve Kafkasya’nın ortasında bir yerde bulunmaktadır. Enerji havzasını, enerji koridorunu kontrol edebilme imkânı vardır. Azerbaycan, İran enerji hattı en ekonomik olarak Batı’ya ancak Türkiye üzerinden ulaşabilir.
  • Türkiye, zengin toryum yatakları, zengin bor yatakları ve altın yataklarına sahiptir.
  • Türkiye tam bir tarım, hayvancılık ve orman ülkesi olup çok zengin su kaynaklarına sahiptir.
  • Türkiye, bünyesinde İslâm, Osmanlı ve farklı etnik yapıları Türk kimliği altında barındırmaktadır.
  • Türkiye’nin genç ve dinamik bir nüfusu vardır. Aile yapısı diğer ülkelere nazaran daha sağlamdır.

Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne İntikal Eden Hastalıklar

Osmanlı’nın çok dinli, çok mezhepli, çok kavimli, çok dilli bir toplumsal yapıyı, Osmanlı üst kimliği altında nasıl barıştırabildiği üzerinde çok tefekkür edilmesi gerekir. Fethedilen topraklardaki halklar barış ve huzur içerisinde yaşadıklarından Osmanlı’yı kendi dininden veya kendi kavminden olanlara tercih etmiştir. Osmanlılık bir üst kimlik olarak benimsenmiştir. Tüm alt kimlikler, Osmanlı üst kimlik şemsiyesi altında varlıklarını devam ettirmişlerdir. İttihat ve Terakki’ye gelinceye kadar alt kimliklerin hiçbiri asimile edilmek istenmemiştir. Tam tersine bir zenginlik olarak görülüp korunmuştur. Osmanlı’nın kuruluş misyonunda meydana gelen sapma, motivasyon ve heyecan kaybı, yönetimde yozlaşma, lüks, israf, gösteriş, haksızlık ve adaletsizlik ve zulmün tepeden tavana kadar yayılması, toplumda nemelazımcılığın yaygınlaşması ve bunun gibi sebeplerden dolayı üst kimliğe bağlılık kırılma noktasına gelmiştir. Osmanlı döneminde eyalet valiliği yapan Hüseyin Kâzım Kadri İmparatorluğun Tasfiyesi eserinde[10] ‘Makedonya Meselesi’, ‘Arnavutluk Meselesi’, ‘Ermenistan Meselesi’, ‘Suriye Meselesi’ başlıkları altında imparatorluğun dağılma sürecini inceler. Yazdıklarını okuyup bitirdiğinizde, Türkiye’de yaşamasanız bile, eğer aynı uygulamalar devam ederse bundan sonra ‘Kürdistan Meselesi’nin geleceğini rahatlıkla söyleyebilirsiniz. Çünkü eseri bitirdiğinizde söz konusu dört meselenin ana ortak noktalarını çok rahat bir şekilde görebilmektesiniz. O sebeple Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne intikal eden hastalıkları, zaafları, sorunları ele alıp değerlendirmekte fayda vardır. Bunlar şöyle sıralanabilir: Kimlik krizi, güvensizlik, korku, sorumsuzluk, dünyevileşme/sekülerleşme/laikleşme,  tefekkürsüzlük, kararsızlık, stratejik akıl fakirliği, öğretilmiş çaresizlik/acziyet duygusuna kapılmak, askerî bürokrasinin tahakkümü. Bu ana noktaları, genel boyutları ile herkese ve her şeye şamil edilmemek şartıyla, aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

  1. Yönetici kadro ve aydınlardaki zaaflar: Osmanlı’nın kuruluş misyonunun unutulması ve reddedilmesi.
  2. Mağlubiyetlerin oluşturduğu aşağılık kompleksi: Düşmanlarının başarı sebeplerini gerçekçi bir şekilde tespit etmemek, edememek, şekilci ve taklitçi davranmak, güven kaybına uğramak, Batı hayranı olmak, halkın kılık kıyafetini zorla değiştirmek istemek, şekli olarak Avrupalılaştırılma gayreti içinde olmak, sorumsuz ve vurdumduymaz davranmak.
  3. Ehliyet-liyakat konusunda duyarlılık kaybı: Kifayetsiz muhterislik, adam kayırmacılık, kabiliyetsizlik, ehliyetsizlik, mantıksızlık, gaflet, dalâlet, cehalet, tehlikeleri zamanında görememek, ufuksuzluk, dış dünyayı algılayamamak.
  4. Halka zulmetmek: Mala, mülke, haneye ve namusa tecavüz.
  5. Dünyevileşmek-sekülerleşmek-laikleşmek: Lüks ve israf içinde yaşamak, tüm yolsuzlukların içerisinde yer almak, rant kavgasına dalmak, aralarında iktidar çekişmesi, aşırı ihtiras, dinin hayattan koparılması.

Halkın Zaafları:

Nemelazımcı olması ve bunun gittikçe yayılması ve derinleşmesi, İslâm’ı yayma heyecanının kaybolması, organize olamama, ferdiyetçiliğin yaygınlaşması, haksızlıklar karşısında tepkisizlik, dünyevileşme-sekülerleşme.

 Devlet Bünyesinde Zaaflar:

  1. Devlet organlarının bölünmesi ve aralarındaki mücadele: Birimlerin birbiri ile mücadele ederek güçlü bileşke kuvvet oluşturamaması, bürokrasinin bölünmesi, sivil ve askerî bürokraside ihtiras ve çekememezlik, hizipler yüzünden birbirini tasfiye etme, askerin siyasete bulaşması.
  2. Uzun vadeli strateji ve politika yokluğu: Her konuda uzun vadeli bir strateji ve politika yokluğu, her şeyi günü birlik çözme yaklaşımı, ana stratejinin nirengi noktası dış düşmanlar arasında rekabet olması, ihtilaflara dayalı denge politikası.
  3. Üst kimliği parçalayıcı uygulamalar: Yerel yönetimlerde dile müdahale edip tüm yazışmalarda Türkçeyi mecbur tutarak yöre halkının merkeze olan güvenini sarsma ve üst kimliğe olan güveni yıkmak, sorunları çözerek üst kimliği kuvvetlendirme yerine, üst kimliği parçalayıcı yeni kimlikler üretmek (Türkleşmek, Batılılaşmak), farklı alt kimlikleri yok sayma, farklı dilleri yasaklamak.
  4. Sorunların teşhis ve tedavisi-sorunları yanlış teşhis etme ve yanlış tedavi etme:
  • Hastalığın teşhisi yerine belirtileri ile uğraşmak ve tedavi etmeye çalışmak.
  • Sebepler yerine sonuçlarla meşgul olmak.
  • Sorunları şiddet yolu ile çözmeyi benimsemek.
  • Bütün kötülüğün kaynağı olarak padişahları/başbakanları/cumhurbaşkanlarını görmek, bunların gidişi ile her şeyin düzeleceğine inanmak.
  • Her türlü toplumsal şikâyette sadece dış güçlerin parmağının olduğu inancı ile hareket etmek.
  • Sorunlara gerçekçi anlamda yaklaşamamak.
  • İç sorunları yok sayma, düşmanın karıştırması olarak görme. Bundan dolayı içerdeki tüm hak taleplerini ihanet çizgisinde algılama, nitelendirme ve düşman görmek.
  • Halkın sorunlarını doğru ve zamanında teşhis edememek, halkın sorunlarını sorun görmemek.
  • Sorunları çözmek için hiçbir gayret göstermeme ve fakat dış güçlerin baskıları sonucu, dış güçlerin kendi stratejileri doğrultusunda hazırladıkları ıslahat projelerini uygulamak mecburiyetinde kalmak.
  • Islahat projelerini halkın ihtiyacı ve isteği olduğu için icra etme yerine, Batı’nın dayatması görüp ıslahat hareketini savsaklamak, geçiştirmeye çalışmak, âdet yerini bulsun diye uygulamaya çalışmak,
  • Islahat projelerini tüm topluma yayma yerine sadece Avrupa’nın öngördüğü toplum kesimlerine uygulamak, dolayısıyla mağdur olan diğer toplum kesimleri arasında huzursuzluğun yayılmasını görememek.

Cumhuriyet döneminde anayasa ve yasalar, devrim yasaları çerçevesinde askerî yönetimler tarafından hazırlandığı için halk değil, sistemin bekası referans alınmıştır. Sistemi koruma ve kollama görevi de halka değil askere tevdi edilmiştir. Bütün darbelerin temel gerekçesi sistemi koruyup kollama olmuştur.

Türkiye’de darbeler bile dış destek alınarak yapılmıştır. Darbeciler, daima siyasi iktidarları memleketi uçurumun kenarına getirmekle ve ülkeyi dış güçlere peşkeş çekmekle suçlamışlardır. Ancak ilginç olan taraf ise darbecilerin ilk beyanatlarında, tüm uluslararası anlaşmalara ve NATO’ya bağlılık mesajı vermiş olmalarıdır. Öyleyse darbeler, kimi, kime karşı, niçin korumaktadır?

Türkiye’nin Ana Sorunu Sistem ve Kimlik Sorunudur

Son dönem Osmanlı yönetiminin şabloncu, taklitçi yaklaşımı genel olarak Cumhuriyet dönemi yöneticilerinin de yaklaşımı olmuştur. Fransız İhtilali’nin etkisindeki kurucu kadro, heterojen Osmanlı toplumundan miras kalan bir ümmeti, tek bir etnik kimliğe dayanan bir ‘ulus’a dönüştürmeyi, kendi tabirleri ile ‘yaratmayı’, ana politika olarak benimsemiştir. Farklı etnik yapıları bünyesinde barındıran bir halk için “ulusçuluk” bir zehirdi. Nitekim Lozan’da Türkiye’ye ciddi bir tuzak kurulur. Hıristiyanlara, Musevilere ve Kürtlere azınlık statüsünün tanınması istenir. Osmanlı döneminde fazla ilgilenmedikleri Kürtleri Avrupa, ne hikmetse Lozan’da hatırlamış ve onları da azınlık statüsüne sokmaya çalışmıştır. Ancak Türkiye delegasyonu, İslâm hukukunu referans alıp azınlıkları gayrimüslimler olarak tanımlayıp (Osmanlı’daki zimmiler), Kürtlerin asli unsur olduklarını gerekçe göstererek Kürtlerin azınlık olarak tanınmalarına karşı çıkmıştır: “İsmet İnönü: Türkler ve Kürtler, Türkiye Cumhuriyeti’nin ana unsurlarıdır. Kürtler bir azınlık değil, bir millettir; Ankara hükûmeti hem Türklerin hem de Kürtlerin hükûmetidir.”[11] İnönü tarafından yapılan bu tanımlama ile Türkiye toplumu, Osmanlı’da olduğu gibi İslâm referans alınarak Müslim ve gayrimüslim olarak iki ana bloğa ayrılıyordu. Lozan’daki anlaşma gereği azınlık statüsündeki Hıristiyan ve Yahudiler kendi dilleri ile eğitim yapma hakkını elde etmişlerdi. Her türlü dinî ve millî haklarını kullanmakta serbest idiler. Ya asli unsur olarak kabul edilen Türklerle Kürtlere ne verilmişti?

Birinci Meclis, Kürtlerin Avrupa tarafından savunulmasına ve azınlık statüsü verilme isteğine şiddetle karşı çıkmıştır. Sivas milletvekili Hüseyin Rauf Bey konuya ilişkin yaptığı konuşmada Türklerle Kürtler arasındaki gaye ve din birliğine özellikle dikkat çekmiştir.[12]

Birinci Meclis Lozan’da bir şeylerin ters gittiğini görerek Lozan Anlaşması’nı reddetmiştir. Lozan’a karşı olan, örgütsüz ve fakat çoğunlukta olan Birinci Meclis üyeleri, örgütlü bir azınlık tarafından Meclis kapatılarak tasfiye edilmiştir. Lozan’da Türkiye’nin, Kürt ve Türk halkının kaderi, gizli anlaşmalarla farklı bir şekilde çizildiği, daha sonraki uygulamalardan anlaşılmaktadır. Cumhuriyet’in ilk başbakanlarından Rauf Orbay, hatıratında Lozan’da gizli bir anlaşmanın varlığına dikkat çekmektedir: “İsmet Paşa anlaşıldığına göre, Lozan’da İngilizlerle gizli arabuluculuk rolü oynayan İstanbul Yahudi Hahambaşı Haim Naum Efendi’nin telkinleriyle, hilafetin artık ne şekilde olursa olsun, Türkiye’de devamına müsaade edilmeyip derhal kaldırılması fikrini tamamen benimsemiş bulunuyordu… Daha önce Said Halim Paşa’ya halifeliği satması teklif edilmiş, o bu teklifi reddetmişti.”[13]

Rauf Orbay’ın dikkat çektiği İstanbul Yahudi Hahambaşı Haim Naum Efendi, önce ABD’ye gider ve orada bir yol haritasını birileri ile hazırlar, sonra da İngiltere’ye geçerek Yahudi Lord Gurzon ile görüşerek hazırladığı planı sunar ve mutabakata varırlar: “Siz Türkiye'nin mülkî tamamiyetini kabul ediniz. Onlara ben İslâmiyet’i ve İslâmî temsilciliklerini ayaklar altında çiğnetmeyi taahhüt ediyorum.”[14] Hahambaşı Haim Naum, Lozan’da İsmet İnönü ile Lord Gurzon arasında hilafetin kaldırılması ve yapılacak devrimler konusunda özel, gizli bir diplomasi yürüterek tarafları ikna etmiştir. Bu gizli mutabakattan sonra İngiliz Murahhas Heyeti Reisi Lord Gurzon, Türk delegasyonuna yeni bir teklif yapmış ve bu teklif Türk Murahhas Heyeti Başkanı İsmet Paşa tarafından kabul edilmiştir: “Türkiye İslâmî alâkasını ve İslâmî temsil rolünü kendi eliyle çözer ve atarsa, bizimle hulûs birliği etmiş olur ve Hıristiyan dünyasının hürmet ve minnetini kazanır; biz de kendisine dilediğini veririz.”[15] Lozan Antlaşması’ndan sonra, İngiltere Avam Kamarası’nda, “Türklerin istiklâlini niçin tanıdınız?” diye yükselen itirazlara, Lord Gurzon'un verdiği cevap bu günkü sıkıntılarımızın nereden kaynaklandığını ve nasıl şekillendirildiğini göstermesi açısından önemlidir: “İşte asıl bundan sonraki Türkler bir daha eski satvet ve şevketlerine kavuşamayacaklardır. Zira biz onları, maneviyat ve ruh cephelerinden öldürmüş bulunuyoruz. Yani Mustafa Kemal ve İsmet'in verdikleri karar, Türk milletini İslâmiyet ve din cihetinden öldürmek kararıdır.”[16]

Lozan Antlaşması ile Türkiye’de inşa edilmeye çalışılan sistem, Türkiye’nin ana sorunu, ana tezadı olup (Şekil 1) şizofren bir kimliğin ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir, vermektedir ve vermeye de devam edecektir.

Şekil 1: Türkiye’nin ana sorunu-ana tezatı

Türkiye’de başta Türk ve Kürtler olmak üzere tüm etnik unsurlar için İslâm ve halifelik en önemli bağlayıcı bir unsur, bir çimento idi. Kürt sorunu ile ilgili yapılan araştırmalarda Kürt kavmiyetçiliğinin başlangıç noktası olarak hilafetin kaldırılması gösterilmektedir. Kürtlerle Türkler arasındaki kardeşliğin kırılma noktası halifeliğin kaldırılması ise ivme kazanması laikliğin getirilmesi, zirve noktası ise Kürt kimliğinin inkâr edilmesi ve Kürtlerin asimile edilmeye çalışılmasıdır.[17] Çekirdek kadro, gücü tam olarak ele geçirene kadar hem Kürt önderlere hem de Müslüman önderlere bol vaatte bulunmuş, halifeliği, İslâm’ı çok öne çekmiş ve Kürtler için özerklik söz konusu edilmişti: “Mustafa Kemal-14 Ocak1923 İzmit: ‘Başlı başına bir Kürtlük düşünmekten çok, Anayasamız gereğince zaten bir çeşit özerklik oluşacaktır. O hâlde hangi bölgenin halkı Kürt ise onlar kendilerini özerk olarak yöneteceklerdir. Bundan başka Türkiye’nin halkı söz olurken onları da beraber ifade etmek gerekir. İfade olunmadıkları zaman bundan kendileri için sorun çıkarırlar. Şimdi TBMM hem Türklerin hem Kürtlerin yetkili meclislerinden oluşmuştur. Ve bu iki öğe, bütün çıkarlarını ve bütün yazgılarını birleştirmiştir.’”[18]

Fakat çekirdek kadro, gücü ele geçirince hem Kürt etnik kimliğini hem İslâm kimliğini hem de İslâm kültür ve medeniyetini ret ve inkâr etmiştir. Bu tezatlı davranışı anlayamayanlardan biri de Kâzım Karabekir Paşa’dır: “Bir gün minberlere kadar çıkıp hilafet makamının kutsiyetinden bahset, herkes boyun eğsin, dinlesin, bir gün ani karar ver, ‘Hilafet kaldırılmıştır, halife hudut dışı edilecektir!’ de, yine herkes boyun eğsin, dinlesin. Bunun gibi bir gün İslâm dinini ve Kur’ân’ı göklere çıkar, bir gün de onları kaldırmaya yürü.”[19] Bu uygulamalardan sonra Türkiye’nin bağrında, İslâmî kimlik ve Kürt kimliği olmak üzere iki ana kimlik sorunu hep var olacaktır.[20] Gerçekte sorun, alt ve üst tüm kimliklerin parçalanmasıydı. Batılılaşma hareketi ile hem İslâmî kimlik hem de Türk, Kürt ve diğer kimlikler ret ve inkâr edilmiştir.

Batı kültür ve medeniyetinin tüm değerlerini, yasalarını esas alan bir sistem kurulmaktaydı. Bu sistemin dayanacağı bir halka ihtiyaç vardı. Bunun için mevcut tüm kimliklerin parçalanması ve yok edilmesi gerekiyordu. Devrimlerle bir taraftan var olan tüm kimlikler parçalanırken, Batı kültür ve medeniyetinin değerlerini benimseyip inanan bir halk inşa edilmekteydi. İnşa edilecek yeni toplumun mevcut tarafından kabul görmesi için bir dayanak gerekliydi. O dayanak, etnik bakımdan çoğunluktaki Türklerin ismi, kanı ve dili kabul edildi.

Yeni kimlikte Türk’ün ismi vardı. Kültür ve medeniyeti, tarihi, örf ve âdetleri, gelenek ve görenekleri reddedilen, alfabesi değiştirilen, Kur’ân’ı, ezanı ve dini yasaklanan bu yeni Türk, nasıl bir Türk idi? Tüm yaşantıları Batılı değerlere göre şekillendirilmek istenen bir halkın hangi Türklüğünden bahsedilebilirdi? Tarihten bize intikal eden Türk (Müslüman Türk) ile ilgisi olmayan ve fakat kendi tabirleri ile ‘yarattıkları’ yeni bir ulustan, Türk diye bahsetmektedirler. Eski Türk (Müslüman Türk) öldürülmüştü.  Yeni Türk (Batılı Türk) ise, tarihini, kültür ve medeniyetini, dinini, imanını, ecdadını kıblesini reddeden “mankurtlaştırılmış” bir Türk idi. Bu coğrafyada yaşayan, yeni alfabeyi, laiklik dinini benimseyen, İslâm’la ilişkili tüm tarihi, kültür medeniyeti ret ve inkâr edip Batı kültür medeniyetini benimseyen ve Türk kanını taşıyan herkes Türk’tü. Bu yeni Türk, tarihten gelen ve Müslüman Türk’ten başka bir şeydi. Kanı işin içine niçin soktukları belli değildi. Çünkü Türkçülüğün ateşli savunucularının birçoğu -İnönü, Ziya Gökalp ve Moiz Kohen- Türk soyundan gelmemekteydi. Bunun önemi yoktu, çünkü yeni Türk’e göre tüm kavimlerin kökeni Türkler, tüm dillerin kökeni de Türkçe idi.

Türk milletinden kast edilen aynı coğrafyada, aynı soydan, aynı kandan ve aynı dilden insanlar topluluğu idi. Aynı coğrafyada yaşadığı hâlde aynı dil ve kandan olmayanlar ne olacaktı? Herkes yeni din-kültür ve medeniyete göre yeniden formatlanacaktı. Formatlanmaya karşı çıkanlar hain, düşman ve tehlikeliydi. Formatlanma asimile olmak demekti. Ya asimile olacaklar ya da yok edileceklerdir.

Cumhuriyet’in çekirdek kadrosu tarafından ‘kanunen ve cebren’ formatlanma gerçekleştirilerek ‘Yeni Türk yaratılacaktı’. İnönü 1925 yılındaki bir konuşmasında bu coğrafyada yaşayan herkesi, ‘Yeni Türk’ nasıl yapacaklarını anlatmaktaydı: “Vazifemiz, bu vatanın içinde bulunanları behemehâl Türk yapmaktır. Türklere ve Türkçülüğe muhalefet edecek anasırı kesip atacağız.”[21] Nüfus olarak Türklerden sonra en baskın unsur olmaları ve İslâm dinine bağlılıkları açısından tehlikeli olabilecek unsur, Kürtlerdi. Öncelikle bunların, öngörülen yeni Türkün saflarına katılması için formatlanması ve genetik şifrelerinin yeniden düzenlenmesi gerekmekteydi. Bu noktadan hareketle Kürtler üzerinde tezler üretilerek dilleri, soyları, kültürleri yok sayıldı. Yerel isimler kazınarak yok edildi. Türklerin bir boyu, bir kolu olarak gösterilmek istendi. Deniz Kuvvetleri eski Komutanı emekli Oramiral Salim Dervişoğlu Cumhuriyet döneminde Kürtlerin asimile edilmeye çalışıldığını, yok sayıldıklarını itiraf etmiştir: “Ekonomik adımları atmadık, Kürtleri kültürel bakımdan ülkeye entegre edemedik, asimile etmeye çalıştık. Yeni bir entegrasyon politikası belirlemeliyiz. Yapamadık bunları… İşe kendi içimizdeki ekonomik, kültürel, sosyal bölünmüşlüğü ortadan kaldırarak başlamak lazım.”[22]

Kara Kuvvetleri eski Komutanı emekli Orgeneral Aytaç Yalman’ın itirafı, Cumhuriyet döneminde nesillerin nasıl formatlandığının ibret verici bir göstergesidir: “Başta eğitim sistemi olmak üzere tüm yapı, sistem bu anlayış üzerine oturtulmuştu. Her şey yeni Türk’ün inşası için seferber edilmişti. Öğretmenlerin görevi, çocukları formatlayarak Yeni Türk yapmaktı.” 1980 yılında bile bir milletin anadilinin yok sayılarak konuşma yasağının getirilmesi, günlük hayatta ve okullarda nasıl bir formatlanma yapıldığının önemli bir göstergesidir: “Cumhuriyet dönemindeki isyanlardan sonra 1938'den 1970'e kadar terör yok. Sosyal sorun dönemi dediğim, bu dönemdir. Aslında Türkiye'nin sorunu henüz sosyal boyuttayken görülmesi ve doğru okunması gerekirdi. Bu yapılabilseydi sorun belki sosyal aşamadayken çözülebilirdi. Ancak, maalesef bunun yapılamadığını görüyoruz. Henüz terör boyutuna gelmeden sosyal aşamada sorun çözülebilseydi çok daha iyi olurdu. Bu açıdan baktığımızda, o aşamada sorunun 'kendini ifade' olarak tarif edildiğini görüyoruz. Dilini konuşmak, şarkısını, türküsünü dinlemek istiyor, kültürünü yaşamak istiyor. Oysa bizler o dönemde, 'Kürt yoktur.' diye eğitilmişiz. Kürtleri, Türklerin kolu olarak görüyoruz. Ortalıkta işte dağlarda gezerken, karda yürürken kart-kurt sesleri çıktığı için Kürt denilmiştir, gibi tarifler dolaşıyor. O dönemde sosyal istekleri bile biz 'yıkıcı faaliyetler' kapsamında görüyoruz. Biz olayın sosyal yönünü görmemişiz, dolayısıyla sorunu zamanında görmemişiz.”[23]

Cumhurbaşkanı Kenan Evren şöyle diyordu: “Kürtçe konuşmayı yasakladık. Şöyle yasakladık: Konuşmalarda, mitinglerde, şurada burada Kürtçe konuşulmayacak. Okulda filan Kürtçe tedrisat yapılamaz, dedik. Neden dedik? Ben Devlet Başkanı'yken, bir köyde ilkokula gittim. Açtım kitabı, oku şunu, dedim çocuğa. Kem küm, çocuk okuyamıyor. 'Dördüncü sınıfa gelmiş, Türkçeyi okuyamıyor, bu nasıl iş?' dedim. Döndüm ve Kürtçe yasağını koyduk. Kürtçe tedrisat yapılamaz, dedik. Ama biraz ağır yasak koyduk. Sonra bu yasak kaldırıldı, ama hataydı. Hata olduğunu sonradan anladım.”[24]

Asırlar boyunca inşa edilen bir kimlik, Lozan’da bir günde, bir imza ile inkâr ve retedilince ortaya bir boşluğun çıkması, bunun da kaosa neden olması doğaldı. ‘Ben kimim?’, ‘Ben nereye aitim?’ sorusunun cevabını veremeyen bir neslin dramıdır, yaşadıklarımız. Kimlik kaybı, yaşadığımız sıkıntıların ana kaynağıdır. Louis Massignon şöyle diyordu: “Onların her şeylerini tahrip ettik. Dinleri ve felsefeleri mahvoldu. Artık hiçbir şeye inanmıyorlar. Derin bir boşluğa düştüler. Anarşi ve intihar için olgun bir hâle geldiler.”[25]

Türkiye’de Sosyal Fay Hatları

Lozan’da, kabul edilen ve var olan kimlikleri inkâr edip yeni bir ulus inşa etme yaklaşımı, yol boyu hep sorun olmuş ve sürekli yeni fay hatlarının doğmasına sebebiyet vermiştir. Türkiye’deki sosyal fay hatlarını ana çerçevede aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

  1. Grup Tezatlar: Lozan’da kurulan sistemin iç fay hatları:
  2. Grup: Sistemi savunan siyasi partiler arasında.
  3. Grup: 1. Sivil ve askerî bürokrasi arasında, 2. İş dünyasında, 3. Medya kuruluşları arasında.
  4. Grup: 1. Sistemle Kürtçü hareket arasında, 2. Sistemle sol/Komünizm arasında, 3. Sistemle azınlıklar arasında.
  5. Grup Tezatlar: 1. Sol/Komünistlerin iç tezatları, 2. Kürtçü hareketle sol/Komünizm arasında.
  6. Grup Tezatlar: 1. Mustazaflarla-Müstekbirler (Mazlumlar-zalimler/sistemle halk) arasında, 2. Büyük sermaye ile millet/Anadolu sermayesi arasında, 3. Masonluk-Sabetaycılık ile millet arasında.
  7. Grup Tezatlar: Dinî ve millî hassasiyeti olanlarla sistem arasında (sistem-devlet-millet fay hattı): 1. Sistemle tüm Müslümanlar arasında, 2. Sistemle milliyetçi-muhafazakâr-dini hassasiyeti olan partiler arasında, 3. Sistemle cemaatler-tarikatlar arasında.
  8. Grup Tezatlar: 1. Kur’ân-ı Kerim’in 230 ayetinin uygulanmasına karşı çıkan ekiple Müslümanlar arasında, 2. Dünyevileşen/sekülerleşen Müslümanlarla şuurlu Müslümanlar arasında.
  9. Grup Tezatlar: Anadolu sermayesi ile uluslararası sermaye+yerli iş birlikçileri arasında.
  10. Grup Tezatlar: Sol+Komünist+ulusalcı+Kemalist+kavmiyetçiler+sekülerler ile Müslümanlar arasında.
  11. Grup Tezatlar: Dinî ve millî hassasiyetler açısından farklılıklar: 1. Alevi-Sünni arasında, 2. Siyasi partiler arasında, 3. Müslüman cemaatler/tarikatlar arasındaki farklılık, 4. Bazı siyasi partilerle bazı cemaatler arasında.
  12. Grup Tezatlar: Laiklik-sekülerlik-din fay hattı.
  13. Grup Tezatlar: Zengin-fakir fay hattı.
  14. Grup Tezatlar: Yöneten-yönetilen fay hattı.

Türkiye’nin şu an en ciddi sıkıntılarından birisi, siyasal düzlemde kullanılan dilin çok kötü olması, ayrıştırıcı olması ve hem yeni fay hatları üretmesi hem de var olan fay hatlarına enerji yüklemesidir. Siyasette kullanılan bu dil, tabana yayılınca halk arasında ilişkilerde çok ciddi gerilimler meydana gelmekte ve beşerî ilişkiler kırılma noktasına doğru evrilmektedir. Bu bağlamda ‘Ben Müslümanım!’ diyenlerin beşerî ilişkilerinde meydana gelen sorunları şu şekilde özetleyebiliriz:  Taassup-bağnazlık, aşırı dedikodu, haset-bağy-kibir, iftira-karalama, mücadelede hedef saptırma, safları bozma-yanlış safta durma, sistemle millet arasındaki tezadı görememe, medya üzerinden birbirine savaş ilan etme, sistem tarafından kullanılma, ferdi açıklamalarla halkın kafasını karıştırma, Kur’ân-sünnet-hadis üzerinden spekülasyon yapma, karşıdakini anlamaya çalışmama, çifte standartçı yaklaşım  kullanma, adaletsizlik yapma, düşmanlık yapma, hiç kimseyi beğenmeme, alay etme-küçümseme, Şer İttifakı’nın psikolojik savaş makinasının ağına takılma, dişlisi olma, birlikte çalışamama, hataları affetmeme ve hep büyütme, laik, sekülerlere karşı gösterdiği hoşgörüyü Müslümanlara karşı göstermeme, birbirleri ile ilgili bilgisizlik, takım tutar gibi parti/yapı tutma, birbirini tekfir etme, grup menfaatini dava menfaatinden önde tutma, 26. bileşke kuvvet oluşturamama, kamuoyu oluşturamama.

Dünya, Şer İttifakı tarafından Üçüncü Dünya Savaşı’na doğru sürüklenmek istenirken duygusal olmayan gerçekçi bir analiz yapılması olmazsa olmazdır. Mehmet Âkif’in Birinci Dünya Savaşı öncesi (13 Haziran 1913) ümmetin durumunu özetleyen şiiri bugün için de geçerlidir, denebilir:

“Kurt uzaklardan bakar, dalgın görürmüş merkebi,

Saldırırmış ansızın yaydan boşanmış ok gibi.

Lakin aşk olsun ki, aldırmaz da otlarmış eşek,

Sanki tavşanmış gelen yahut kılıksız köstebek!

Kâr sayarmış bir tutam ot fazla olsun yutmayı…

Hasmı, derken, çullanırmış yutmadan son lokmayı!...

Bir hakikattir bu, şaşmaz, bildiğin üsluba sok:

Hâlimiz merkeple kurdun aynı, asla farkı yok.

Burnumuzdan tuttu düşman; biz boğaz kaydındayız;

Bir bakın: hâlâ mı hâlâ ihtiras ardındayız!

Saygısızlık elverir… Bir parça olsun arlanın:

Vakti çoktan geldi, hem geçmektedir arlanmanın!

Davranın haykırmadan nâkûs-i izmihlâliniz…

Öyle bir buhrana sapmıştır ki, zira, hâliniz:

Zevke dalmak şöyle dursun, vaktiniz yok mâteme!

Davranın, zirâ gülünç olduk bütün bir âleme,

Yoksa: İstikbâlinizden korkulur, pek korkulur!”

Müslümanları Ümmet Kimliği Altında Bütünleştirmek

Bu yazı serisinde amacımız, Şer İttifakı’nın tüm dünyayı Üçüncü Dünya Savaşı’na sürükleyerek, “Tek dünya devleti -tek dünya hükûmeti-, tek hukuk ve tek para sistemi” kurma stratejisini bozabilecek bir güç olarak 1,5 milyar Müslümanın ümmet kimliği etrafında birleşmesi ve bütünleşmesini sağlamak için bir yol haritası ortaya koymaktır. Bu yol haritasını 6 DT formülüne (1. Doğru terimleri kullanmak, 2. Doğru tespit yapmak, 3. Doğru teşhis koymak, 4. Doğru tedavi uygulamak, 5. Doğru tedbir almak, 6. Doğru terakkiyi gerçekleştirmek) göre oluşturmak amaçlanmıştır. 6 DT formülünün uygulanabilmesi ve istenen sonuçların alınabilmesi için çizilecek stratejinin 5 temel dinamik üzerine oturtulması gerekmektedir: 1. İslâm coğrafyasının iç dinamikleri, 2. İslâm coğrafyasında etkili bölgesel dinamikler, 3. İslâm coğrafyasında etkili olan küresel dinamikler, 4. Kıyamete kadar insanlığa savaş açmış İblis faktörü, 5. Bütün bu faktörlerin üzerinde etkili güç olarak ilahi irade.

Bu yazıdaki amacımız, ümmetin içinde bulunduğu durumu, doğru terimlerle doğru tespit edebilmektir. Hem İslâm coğrafyasının hem de Türkiye’nin analizlerinin ayrıntılı bir şekilde yapılmasının sebebi budur. Başkalarının hatalarını görmekten kendi hatalarını göremeyen, başkalarının haksızlıklarını görüp de kendi yaptığı haksızlıkları göremeyen, başkalarının zulmünü görüp de kendi yaptığı zulmü göremeyen toplumların zaman içerisinde nasıl çürüyüp yok olduğunu tarih bize bildirmektedir. Bunun için Kur’ân-ı Kerim özellikle ümmeti uyarmaktadır (2/44).

İki milyara yakın mutedil, şahit, hayırlı ve tebliğci bir ümmet, insanlığı tahrip edecek bir işgal girişimine karşı dimdik ayakta durabilir ve tarihi değiştirebilir. Allah’ın ipine sımsıkı sarılmış, yalnızca Allah’tan korkarak, yalnızca Allah’a teslim olmuş ve yalnızca Allah’ın rızasını kazanmak isteyen böyle bir ümmetin önünde hangi güç durabilir? Bu şuurlu ümmeti inşa ve ihya etmede birinci derecede sorumluluk üstlenecek olan, Parlamento dışında siyaset yapan, gönüllü hareketler/kuruluşlar/teşkilatlar/cemaatlerdir. Ya Rabbi bu ümmete şuur ver! Basiret ve feraset sahibi kıl! Ya Rabbi bizi nefsimizin, heva ve hevesimizin kölesi yapma! Ya Rabbi bizi bağy hastalığı ile imtihan etme! Ya Rabbi bizi sırât-ı müstakîmden ayırma!

 

[1] Burhanettin Can, “Ukrayna-Kazakistan Hattındaki Kriz Neyin Habercisidir?-1:  3. Dünya Savaşının mı yoksa 5. Dünya Soğuk Savaşının mı?”, Umran, 2022, sayı: 331, s. 10-21.

[2]  https://www.gazeteduvar.com.tr/ucuncu-dunya-savasi-mi-makale-1701607 Bülent Erandaç, “Güç Savaşları”, Takvim, 28 Haziran 2024.

[3] Burhanettin Can,”İslâm Coğrafyası ve Küresel Savaş-2: “Küresel Savaş” Türkiye Üzerinden mi (!)? Çıkarılmak İsteniyor”, Umran, 2017, sayı: 278, s. 4-13. www.youtube.com/watch?v=cXFj2MbwSyU www.youtube.com/watch?v=86XCCB0Dc5k www.youtube.com/watch?v=MSa8NCfSEdl www.youtube.com

[4] G. Allen, Gizli Dünya Devleti, Milli Gazete, İstanbul, 1986, s. 4-10.

[5] Burhanettin Can,” İslâm Coğrafyası ve Küresel Savaş-2…”

[6] Zbigniew Brzezinski, Büyük Satranç Tahtası, çev. Ertuğrul Dikbaş &Ergun Kocabıyık, Sabah Kitapları, 1998, s. 38.

[7] Davut Dursun, İslâm Dünyasında Dayanışma Hareketleri ve İslâm Konferansı Teşkilatı, Ağaç Yayıncılık, İstanbul,1991, s. 20-27; 46-70.

[8] Davut Dursun, age.

[9] Bülent Alan, D-8 Yeni Bir Dünya, Yörünge Yayınları, İstanbul, 2001, s. 177, 194.

[10] Hüseyin Kâzım Kadri, İmparatorluğun Tasfiyesi, Pınar Yayınları, İstanbul, 1992.

[11] Altan Tan, Kürt Sorunu, Timaş Yayınları, İstanbul, 2009, s. 180-210.

[12] Altan Tan, age.

[13] Altan Tan, age.

[14] “Lozan’ın İçyüzü”, Büyük Doğu, sayı: 29; Bediuzzaman’ın Emirdağ Lâhikası (2), (Mektup No: 26–S: 1820 Atfen).

[15] Kadir Mısıroğlu, Lozan Hezimet mi, Zafer mi?, Sebil Yayınları, cilt: 1, İstanbul, 1971, s. 268-277.

[16] Kadir Mısıroğlu, age.

[17] Altan Tan, age.

[18] Altan Tan, age.

[19] Altan Tan, age.

[20] Cevat Özkaya, “Pardonu Olmayan Bir Süreç”, Umran 2009, sayı: 181, s. 4-9.

[21] Kadir Mısırlıoğlu, age.

[22] Mehmet Gündem, “Salim Dervişoğlu ile Röportaj”, Zaman, 16-17 Mart 2009.

[23] Fikret Bila, Komutanlar Cephesi, Detay Yayıncılık, İstanbul, 2007, s. 9-19, 110-116, 197-211.

[24] Fikret Bila, age.

[25]Edward Said, Oryantalizm, çev. Selahattin Ayaz, Pınar Yayınları, İstanbul, 1989.

 

https://profdrburhanettincan.blogspot.com/

21. Asırda Ümmet Şuurunun Yeniden İnşası-4: ÜMMET KAVRAMININ DEĞER BOYUTLU ANALİZİ

  Prof. Dr. Burhanettin Can  – Umran Dergisi/Mart 2025-367. Sayı         “Biz sizi, insanlara şahit ve örnek olmanız için mutedil, adil ve s...