1 Kasım 2023 Çarşamba

AKSA TUFANI HAREKÂTI İLE SİYONİZMİN “KURBAĞA HAŞLAMA” STRATEJİSİNİN İFŞA EDİLMESİ VE ÇÖKERTİLMESİ

(Umran Dergisi)

 

“Savaş, hoşunuza gitmediği hâlde üzerinize yazıldı (farz kılındı). Olur ki hoşunuza gitmeyen bir şey sizin için hayırlıdır. Ve olur ki, sevdiğiniz şey de sizin için bir şerdir. Allah bilir de siz bilmezsiniz.” (2 Bakara 216)

 

Giriş

15 Mayıs 1948 yılında 9 bin 481 kilometrekarelik bir alanda Şer İttifakı (ABD-İngiltere-Fransa) İsrail’i kurmuş ve Filistin topraklarının %56,47’si İsrail’e, %43,53’ü de Filistin devletine bırakılmıştır. Kudüs ise uluslararası bir yönetime bırakılmıştır. 1948 yılında İsrail’in yüzölçümü 9 bin 481 kilometrekare iken bugün 22 bin 145 kilometrekaredir. 1948 yılında kendi öz vatanlarında kurulması öngörülen Filistin devleti bugüne kadar kurdurulmamış ve her geçen gün kendi öz toprakları İsrail tarafından işgal edilmiş ve edilmektedir. İsrail, “kurbağa haşlama” stratejisi ile Filistinlilere uyguladığı zulmü bütün dünyadan gizlemiştir. Dünya kamuoyunun Filistinlilere uygulanan zulmü görmemesi, işitmemesi ve konuşmaması için en pis psikolojik savaş teknikleri kullanılmakta ve dünya yanıltılmaktadır.

Aksa Tufanı Harekâtı HAMAS’ın savunma stratejisi içerisinde taktik bir saldırı olarak bu pis psikolojik savaşı çökertme ve dünya kamuoyunun dikkatini Filistin’de olanlara çekebilme amaçlıdır. İsrail; Gazze’ye 2008-2009 yıllarında “Dökme Kurşun”, 2012’de “Bulut Sütunu”, Temmuz 2014’te “Koruyucu Hat” ve 2023’de “Demir Kılıçlar” şeklinde adlandırdıkları saldırılarıyla uluslararası savaş hukukunda suç sayılan kitle imha silahlarını (seyreltilmiş uranyumlu bomba, beyaz fosfor bombası, misket bombası vb.) kullanarak tam bir soykırım girişiminde bulunmuştur.

Buna karşılık geçmişte olduğu gibi bugün de BM, NATO, ABD, AB, İngiltere, Almanya, Fransa ve özgür olduğu söylenip durulan uluslararası medya, İsrail’in saldırılarını onaylamakta ve destek vermektedir. Bu durum 11 Eylül 2001’de ABD Başkanı Bush’un “100 yıl sürecek haçlı seferleri başlatılmıştır.” stratejisinin bir uygulamasıdır. Nitekim ABD iki uçak gemisini, İngiltere ve Fransa savaş gemilerini İsrail’e destek vermek için Doğu Akdeniz’e göndermişlerdir. ABD Başkanı Biden, İsrail’i ziyaret ederek destek vermiştir. Ayrıca özel birlikler göndereceğini, çok yüksek düzeyde parasal yardım yapacağını da açıklamıştır.

Şer İttifakı, ahlaki endişe taşımadan Filistin halkını suçlamakta, Siyonistlerin Filistin topraklarındaki katliamlarına göz yummaktadırlar. Siyonizm’in emrindeki hâkim medya tüm gerçekleri çarpıtarak dünya kamuoyunu yanıltmakta, Filistin topraklarında yaptıkları katliamları örtbas etmekte, HAMAS üzerinden bir psikolojik harekât yürütmektedirler. Yaklaşık 27 gündür Gazze havadan, karadan ve denizden hastaneleri, ibadethaneleri, sivil yerleşim yerlerini bombalamakta, kadınları, çocukları, yaşlıları ve hastaları öldürmektedir. Siyonizm’in katil liderlerinden Moshe Dayan’ın dediği gibi tam bir “kudurmuş köpek” gibi saldırmaktadır.

Sadece İsrail’i değil başta ABD olmak üzere İngiltere, Fransa ve Almanya’yı bu derece rahatsız eden etken nedir? HAMAS’ın Aksa Tufanı Harekâtından niçin bu kadar rahatsız olmuşlardır?  Aksa Tufanı Harekâtının amacı neydi; neyin ifşa edilmesine neden oldu? Siyonizm’in hangi oyunu bozuldu/bozulmak istendi? Aksa Tufanı Harekâtı ile hangi büyü/efsane bozuldu? Aksa Tufanı İsrail’deki iç kavgayı ve temel dinamikleri nasıl etkileyecektir? İsrail’in girişeceği kara harekâtının Siyonizm’e bedeli ne olacaktır?  Bütün bu soruların cevaplarını gerçekçi bir şekilde verebilmek için Siyonizm’in dünya hâkimiyet projesini (tek devlet, tek hükümet, tek para, tek hukuk, tek banka ve iki sınıflı dünya) ve bunun İsrail merkezli strateji ve taktiklerini, Siyonizm’in ana felsefe ve yaklaşımını göz önüne almamız gerekmektedir.

Dünyada ve Büyük Ortadoğu coğrafyasında vuku bulan olayları, gerçek anlamda anlayabilmek, sonra da uygun alternatif çözüm ve politikalar geliştirebilmek için Siyonizm’in yapısını, zihniyetini, hedeflerini, plan, proje, taktik ve stratejilerini, duygusallıktan uzak bir şekilde çok iyi bilmekle, anlamakla mümkündür. Burada İsrail’in son yıllarda uygulamaya başladığı “kurbağa haşlama” stratejisi ana hatları ile ele alınıp incelenecektir.

4 Temel Dinamik ve 6 DT Yaklaşımı

Ulusal veya uluslararası olayları ele alıp incelerken olaylar üzerinde etkili olabilecek olan şu 4 temel dinamik mutlaka göz önüne alınmalıdır: 1. İlgili Ülkenin İç Dinamikleri, 2. Bölgesel Dış Dinamikler, 3. Küresel Dış Dinamikler, 4. İlahi İrade. Bütün olaylar, bu dört temel dinamiğin ara kesitinde oluşmakta ve şekillenmektedir. İlahi irade hak edildiği zaman iman edenlere Allah yardım etmekte, onları görünmez ordularla (9 Tevbe 26, 40; 33 Ahzâb 9; 48 Fetih 4, 7) desteklemekte ve var olan sayılarını/imkânlarını/gücünü 2 kat ya da 10 kat olarak düşmanlarına göstermektedir. (8 Enfâl 65-66)

Bütün bu yardımların gelmesi için mücadelenin/cihadın yasalarına uygun hareket edilmeli ve gerektiği gibi cihat yapılmalıdır: “Allah adına gerektiği gibi cihat edin.” (22 Hacc 78) Gerektiği gibi cihat edildiğinde de Allah cihat edenlere bütün çıkış yollarını gösterecektir: “Bizim uğrumuzda cihat edenlere, biz şüphesiz onlara yollarımızı gösteririz. Gerçek şu ki Allah, ihsan edenlerle beraberdir.” (29 Ankebût 69) Tüm bu yardımları alabilmemiz için düşünce ve hareket metodumuzu 6 DT yaklaşımına göre şekillendirmeli ve gereğini yapmalıyız:  1. Doğru Tespit, 2. Doğru Teşhis, 3. Doğru Tedavi, 4. Doğru Tedbir, 5. Doğru Terakki, 6. Doğru Terim (Kavram). Bu nedenle Aksa Tufanı Harekâtını 4 temel dinamik ve 6 DT yaklaşımına göre ele alıp değerlendirmeliyiz. Gerçekçi olmalı, duygusal olmamalıyız. Adil olmalıyız.

Taktik ve Strateji

Strateji, arzulanan amaca ulaşabilmek için zaman, mekân gibi değişik faktörleri ve düşman/rakip kuvvetlerin durumunu, uluslararası durumu, bölgesel ve küresel güçleri, kamuoyunu göz önüne alarak minimum zarar, maksimum fayda temelinde birbiri ile uyumlu ve eş güdüm içerisinde tüm kuvvetlerin (dost kuvvetler dâhil)/imkânların sevk ve idare edilmesi ilim, plan ve sanatıdır.

Strateji çare bulma ilim ve sanatıdır. Belirlenen amaca nasıl ulaşılacağının yol haritasıdır. Strateji imkânsız görüneni mümkün kılmakla uğraşma ilmidir. Strateji nihai amaçla ilgilenir. Bu amacı elde etmek için yığınla ara hedefin gerçekleşmesi için mücadele eder. Bir taraftan bu birbirinden ayrı mücadeleleri düzenlemek ve yönetmek, öte taraftan bunları ana amaç doğrultusunda koordine etmek gerekmektedir. Burada iç içe iki faaliyet söz konusudur.  Birincisi taktik, ikincisi ise stratejidir.

Taktik ara hedeflerle uğraşırken, strateji ana hedefle uğraşır. Taktik belli bir mücadele alanı ile ilgilenirken strateji bütün mücadele alanları ile uğraşır. Taktikte lider/komutan içinde bulunduğu anın, belli bir durumun gereklerini yerine getirmek zorundadır. Strateji ise sadece o anla değil gelecekle de uğraşır, uğraşmak zorundadır. Strateji sadece o andaki çatıştığı kuvvetlerle değil, gelecekte de çatışabileceği yeni kuvvetleri, güçleri hesaplamak durumundadır. Taktik de hızlı değişim olurken stratejide her şey çok daha yavaş hareket eder. Bu açıdan taktikte daha belirginlik varken stratejide çok daha fazla belirsizlik vardır.

Siz bir şeyler düşünüyorsunuz, rakipleriniz ya da düşmanlarınız da bir şeyler düşünüyor. Siz onun o da sizin düşünmediğinizi/düşünemediğinizi düşünebilir. Ana mesele rakiplerinizin ne düşündüğünü ya da ne düşünebileceğini düşünmek/düşünebilmektir. Buna karşılık da sizin ne düşündüğünüzü ya da düşünebileceğinizi düşünmesine imkân vermemek önemlidir. Bu açıdan strateji yığınla belirsizlikle karşı karşıyadır. Stratejide alternatifler geliştirmek ve şartların değişimine bağlı alternatifleri devreye sokmak zorunluluktur. Aynı stratejik safhada taktikler birbirine zıt şekiller alabilir. Taktik daha hızlı değişirken strateji daha durağandır. Burada en çok dikkat edilmesi gereken nokta, birbirinden ayrı, hatta bağımsız gibi gözüken mücadele alanlarının, mücadelelerin, arka planda stratejide bir bütün ve bileşke kuvvet oluşturmuş olmasıdır.

Strateji, mücadelenin yerini, zamanını ve gerekli kuvvet miktarını tayin ederek mücadeleyi ana amacın gerçekleşmesi istikametinde sevk ve idare eder. HAMAS’ın Aksa Tufanı Harekâtını savunma stratejisi içerisinde taktik bir saldırı olarak değerlendirmek gerekmektedir.  Siyonizm’in ‘amentüsünü’ ve “kudurmuş köpek” stratejisini göz önüne almadan, masaya yatırmadan, meydana gelen son olayları anlamamız ve gerçekçi bir şekilde analiz etmemiz mümkün değildir.

Siyonizm’in Temel Varsayımları

Siyonizm’in olmazsa olmazları onun amentüsü veya temel varsayımlarıdır. Bunlar bir Siyonist tarafından tartışılmadan doğru kabul edilir. Siyonizm’in olmazsa olmazları, amentüsü, temel kabulleri aşağıdaki gibi özetlenebilir:

1.                    Allah tarafından Yahudilere “vaat edilmiş topraklar (!)”

2.                    Yahudiler Allah tarafından “seçilmiş bir halktır”, “üstün bir ırktır (!)”

3.                    Yahudiler “arı ırktır”, “saf ırk olarak kalmalıdır.”

4.                    Yahudi olmayanlar için “etnik temizlik ya da soykırım” yapılacaktır.

5.                    “Dünya Yahudileri için bir tek devlet vardır: İsrail”

6.                    Yahudilerin “Dünya hâkimiyeti” için “Gizli Dünya Devleti”.

Siyonizm’in amentüsü burada özet şekilde verilecektir. Siyonistler, dindar olmamalarına karşın Yahudilerin dinî duygularını harekete geçirebilmek için dinî terminolojiyi çarpıtarak kullanmayı bir yöntem olarak benimsemişlerdir. En çok da Tevrat’taki Tekvin 15/18 ayetini istismar etmişlerdir: “Mısır ırmağından büyük ırmağa, Fırat nehrine kadar bu diyarı senin zürriyetine verdim.” (Tekvin, 15/18)

Siyonist liderler tarih boyu bu ve buna benzer ayetleri -“inanmadıkları hâlde”- çarpıtarak kullanmışlardır: “Golda Meir: Bu ülke bizzat Allah tarafından yapılmış bir vaadin gerçekleşmesi olarak mevcuttur. O yüzden bu ülkenin yasallığı konusunda hesap sormaya kalkışmak gülünç olur.”

 Menahem Beghin: “Bu toprak bize vaat edilmiştir ve bizim bu toprak üzerinde bir hakkımız vardır”, “…İsrail Peygamber’in toprağı İsrail halkına teslim edilecektir. Tamamı ve ilelebet.”

Moshe Dayan: “Bizler Tevrat’a sahipsek, kendimizi Tevrat ehli görüyorsak, Tevrat topraklarına da yani Hâkimler ve Hz. İbrahim’den Hz. Musa’ya kadarki peygamberlerin topraklarına, Kudüs’e, Halil’e, Eriha’ya ve daha başka yerlere sahip olmamız gerekecektir.” Dünya Yahudi Kongresi Başkanı Nahum Goldmann (1956)[1]: Ben bir Arap lideri olsaydım İsrail’le asla görüşmeler yapmazdım. Çünkü biz onların vatanlarını aldık. Şüphesiz bu toprakları Tanrı bize vaat etmişti, fakat bu onlar için ne ifade eder? Bizim Tanrımız, onların Tanrısı değil ki. Evet, biz İsrailoğullarından geliyoruz fakat iki bin yıl önce; onlar için bunun ne anlamı var? Evet, Naziler, Hitler ve Auschwitz kampı yaşandı, fakat bu Arapların suçu mudur? Araplar sadece bir şey görürler: Onların vatanlarını çaldık! Bunu niye kabul etsinler?”[2]

Bugün Ortadoğu’da olup biten birçok karanlık olayın arkasında bu temel varsayımın gerçekleşmesi için verilen kavga vardır. Genelde tüm Müslümanların özelde de Türkiye’yi yönetenlerin bu gerçeği görmeleri ve kabul etmelerinde fayda vardır. Siyonistler tarafından çarpıtılarak kullanılan diğer bir konu, Yahudilerin Allah tarafından “seçilmiş bir kavim”, “seçilmiş halk” olduğu fikridir. Bu, Siyonistler için ikinci ana varsayım olup Tevrat’a ve Talmud’a dayandırılmaktadır:  “Siz Tanrınız RAB için kutsal bir halksınız. Tanrınız RAB, öz halkı olmanız için, yeryüzündeki bütün halkların arasından sizi seçti…” (Tesniye 7/6-7) Haham Cohen, Talmud: “Dünya insanları, İsrail ve bir bütün olarak ele alınan diğer milletler şeklinde ikiye ayrılabilir. İsrail seçkin millettir. Bu, temel kabuldür.”[3]

İsrailliler seçilmiş üstün bir kavim olunca onun kanı, diğer “ikinci sınıf insanların” kanları ile karışıp ‘pislenmemelidir’. İkinci sınıftakilerle, Yahudi olmayanlarla, evlenme, etnik saflığı bozduğundan buna müsaade edilemez. Yabancılarla evlenme yasağı da diğer temel kabuller gibi, Tevrat’a dayandırılmaktadır:

“Kız alıp vermeyeceksiniz. Kızlarınızı oğullarına vermeyeceksiniz; oğullarınıza da onlardan kız almayacaksınız.” “Çünkü onlar oğullarınızı beni izlemekten saptıracak, başka ilahlara tapmalarına neden olacaklardır. O zaman RAB size öfkelenecek ve sizi çabucak yok edecek.” (Tesniye 7/3-4) (Bak: Ezra10/10-11; Nehemya 13/24-25, 30)

Siyonistler, insanları seçkinler ve seçkin olmayanlar diye iki kategoriye ayırmaktadır. Siyonistler, Yahudi olmayan tüm insanları ikinci sınıf, “İsrailoğullarının kölesi ve hizmetkârları” kabul ettiklerinden hizmette kusur edenlerin etnik temizliğe tabi tutulmalarını doğal bir hak görmektedirler. Onlara göre gerek Hz. Musa ve gerekse onun yerine geçen Yeşu soykırım için Allah tarafından görevlendirilmişlerdir: “…Musa kızdı. Onlara, bütün kadınları hayatta bıraktınız demek, dedi... Pekâlâ, şimdi, bütün erkek çocukları ve bir erkekle karı koca hayatı yaşamış bütün kadınları öldürün... Fakat bütün bakireleri... Kendinize saklayın.” (Sayılar 31/14-18) “Rab, senin Tanrın seni ülkeye soktuğu zaman... Ve senin önünde sayısız milletleri kovduğu zaman sen onların hepsini yok edeceksin” (Tesniye, 7/1-2, 24).

Bu yaklaşımın bir uzantısı olarak Siyonist Golda Meir 15 Haziran 1969 tarihli Sunday Times’a verdiği demecinde Filistin halkını yok varsayıyordu:  “Bir Filistin halkı yoktur... Bizler gelip de onları kapıya koyduğumuz ve ülkelerini ellerinden aldığımız için değil. Onlar mevcut değildir.”[4]

Bu etnik temizlik varsayımı doğrultusunda; “9 Nisan 1948’de Menahem Beghin, kendisine bağlı İrgun askerleriyle birlikte Deyr Yasin köyünün erkek, kadın ve çocuk 254 sakinini katliama tabi tutmuştur.”[5] 

İsrail’in büyük gazetesi Yediot Aharonoth’ta, 14 Temmuz 1972 tarihinde, Yoram Ben Portath, Filistin topraklarında bir etnik temizlik yapılması gerektiğini yazmıştır: “Zamanın unutturduğu birtakım vakıaları kamuoyuna açıkça ve cesaretle izah etmeleri İsrail yöneticilerinin görevidir. Bunlardan birincisi, Araplar bertaraf edilip toprakları müsadere edilmedikçe, Siyonizm’in, kolonileri yerleştirmenin, İsrail devletinin olmayacağı vakıasıdır.”[6]

21. asırda Siyonist yöneticilerde aynı mantık ve yaklaşımın var olduğunu görmekteyiz. Bugünkü İsrail’in savunma bakanının Filistin halkı için kullandığı “Biz hayvanlarla savaşıyoruz.” ifadesini[7] aynı bağlamda değerlendirmemiz gerekmektedir. Siyonist mantık tarih boyu hiç değişmemiştir. Sahip olduğu teknik imkânlarla insanlıktan uzaklaşmış, daha da vahşileşmiştir.

Bütün Siyonistlerin hepsinin ortak özelliği, arı bir ırk için tüm yabancıların mallarına el koymak, onları sürüp çıkarmak ya da toptan imha ederek ‘vaat edilmiş toprakların’ yegâne hâkimi olmaktırBu boyutu ile her biri birer Hitler’dir. Siyonist hareket, başlangıçtan beri dünyadaki tüm Yahudileri, İsrail idealine bağlı kalmaya ve ona her ne olursa olsun hizmet etmeye zorlamıştır. Başlangıçtan beri slogan şu olmuştur: “Bugün Yahudi olmak demek, İsrail’e bağlı olmaktır.”[8]

Dünya Siyonist Teşkilatı’nın 23. Kongresi’nde Ben Gurion, yabancı ülkelerdeki Yahudilerin görevlerinin İsrail’e kayıtsız şartsız destek vermek olduğunu açıklamıştır: “Çeşitli milletlerin bütün Siyonist örgütlerinin ortak görevi, Yahudi devletine, her hâlükârda, kayıtsız ve şartsız yardım etmektir. Hatta böyle bir davranış, içinde bulundukları milletlerin otoriteleriyle çelişse bile...”[9]

ABD Dışişleri Bakanı Blinken, Aksa Tufanı Harekâtından sonra İsrail’e geldiğinde “Ben buraya sadece ABD Dışişleri Bakanı olarak değil aynı zamanda bir Yahudi olarak geldim.”[10] sözünü hatırlamakta fayda vardır. Ayrıca ABD, AB ülkelerindeki medya ağalarının aynı anda harekete geçmesini ve ABD Başkanı Biden’ın iki uçak gemisi gönderdikten sonra bizzat İsrail’e gelmesini, İngiltere ve AB ülkelerinin katil İsrail’e verdikleri destekleri bu ana varsayım kapsamında değerlendirmek gerekmektedir.

İsrail’in “Kudurmuş Köpek” Stratejisi

Siyonist önderlerin ana amacı, Yahudilerin birinci sınıf, geri kalanların ikinci sınıf ve Yahudilerin kölesi olduğu bir dünyayı kurmaktır. Asırlar boyu Siyonist önderler bu amaca uygun bir stratejiyi uygulaya gelmişlerdir. Yol boyu görünürde tezat teşkil eden ve fakat stratejik açıdan kendi içerisinde tutarlı politikalar uygulamışlardır.

Dünya hâkimiyeti için her ülkede faaliyet gösterirlerken öncelikli hedefleri, Filistin’de bir İsrail devletinin kurulabilmesi ve de korunabilmesi olmuştur. Siyonizm’in ‘amentüsünde’ yer alan “vaat edilmiş toprakları” ele geçirmek için zamana yayılan ve kademeli bir geçişi esas alan bir strateji belirlenmiştir. Basel Kongresi’nde çizilen programa hep sadık kalınmıştır. Bu programın uygulanabilmesi için öngörülen strateji, korku, şiddet ve dehşet salma üzerine bina edilmiştir.

Siyonist stratejide, Moshe Dayan’ın öngördüğü; “İsrail kudurmuş bir köpek gibi olmalı, kimsenin dokunamayacağı kadar tehlikeli.”[11] ana ilke olarak benimsenmiştir. Bu “kudurmuş köpek” psikolojisini, Başbakan Yardımcısı Avigdor Lieberman’ın, 2009 yılı ocak ayında, Gazze olayları için kullandığı ifadelerde de görebilmekteyiz: “İsrail HAMAS’la mücadelesinde ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’nda Japonlara uyguladığı yönteme başvurmalıdır…”[12] 

İsrail Eski Genelkurmay Başkanı Rafael Eytan’ın konuşmalarında “kudurmuş köpek stratejisinin” dayandığı vahşet boyutunu okumak mümkündür: “Siz iyi yürekli, yumuşak huylu insanlar şunu iyi bilin ki Adolf Hitler’in gaz odaları bile birer cennet sarayıdır… Topraklara yerleşmeyi tamamladığımızda, bütün Arapların yapabilecekleri tek şey, şişenin içindeki ilacı yemiş hamam böcekleri gibi panik hâlinde bir oraya bir buraya koşturmak olacaktır.”[13]

Şubat 2010’da “aşırı sağcı” Reut Enstitüsü, İsrail ordusu ve hükümetine sunduğu “Politik Bir Duvar Yaratmak” başlıklı özel raporda öngörülen taktikler, kullanılan ifadeler, “kudurmuş köpek gibi olmanın” ne anlama geldiğini açıklamaktadır. Rapor İsrail’in “düşmanları”nı iki ana sınıfa ayırmaktadır: “1. Direniş şebekesi: İran, Hizbullah, HAMAS. 2. Gayri meşrulaştırma şebekesi: Batılı solcular, insan hakları grupları, Arap ve Müslümanlar. Gazze ablukasını, işgali protesto edenler, Filistinliye eşit hak isteyenler.”[14]

Raporda ikinci gruptaki düşmanların (ki tümü sivillerden oluşmaktadır) askerî ve istihbarat yöntemleri ile susturulmaları öngörülmektedir: “Barışçı insan hakları savunucularına karşı gizli servisler ve silahlı kuvvetler aracılığıyla sabotaj ve saldırılar düzenlenmeli. İsrail, bunları ülke dışında da sindirmek için gizli servis kullanmalı.”[15]

İsrail 2009’da Dökme Kurşun Operasyonu ile beyaz fosfor bombası kullanarak Gazze’yi günlerce bombalamıştır. Bugün Demir Kılıçlar Operasyonu ile Gazze’de insanlık dışı, en vahşi katliamları yapmakta, hastaneleri, camileri ve kiliseleri, sivil halkın yaşadığı bölgeleri, göç eden insanları ve Refah Sınır Kapısını uluslararası antlaşmalarda yasaklanan silahlarla bombalamaktadır, vurmaktadır.

Uluslararası antlaşmalara aykırı bir şekilde dün olduğu gibi bugün de Gazze’de, yasak olan silahların kullanılmış olmasının sebebi, “kudurmuş köpek” gibi olma; hatta ondan da daha aşağı olmaktır: “…Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır.” (7 A’râf 179)

Siyonizm’in amentüsünü esas alan kudurmuş köpek stratejisinin dayandığı esasları, genel olarak aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

·          Irkçı ve dinî temellere dayalı bir iç politika,

·          Devamlı korku ve tehdit altında olmaya dayalı iç politika,

·          İki yönlü göç ettirme politikası: Yahudilerin İsrail’e göç ettirilmesi, Yahudi olmayanların da Filistin topraklarından göç ettirilmesi,

·          “Büyük İsrail”in gerçekleşmesine yönelik sürekli genişlemeyi esas alan bir dış politika,

·          Savaşı ve devlet terörizmini esas alan bir strateji,

·          Yalan ve aldatmaya dayalı bir psikolojik savaş,

·          Her ülkede legal ve illegal örgütlenme ve lobicilikle yönetimler üzerinde baskı oluşturmak ve yönlendirmek,

·          Antisemitizm üzerinden yürütülen bir politika,

·          Makyavelci yaklaşım: Hedefe varmada her şey mubahtır anlayışı,

·          Kolektif cezalandırma: Sivil asker, suçlu suçsuz ayırımı yapmama,

·          Şantaj ve menfaat ile satın alarak işbirlikçi ihdas et veya yok et,

·          “Kurbağa haşlama” yaklaşımı ile zamana yayma, alıştırma, unutturma ve yok etme politikası,

·          Bölge ülkelerini bölmeye, parçalamaya ve yok etmeye dönük kaos politikası.

Aksa Tufanı Harekâtı Yapılış Şekli ve Taktik Hedefler

Filistin halkının kurtuluş mücadelesini veren İslâmî Direniş Hareketine (HAMAS) mensup İzzeddin Kassam Tugayları, Aksa Tufanı[16] adını verdikleri “son yılların en büyük saldırısı” diye nitelenen bir harekâtı, İsrail’e karşı 7 Ekim 2023’te saat, 6.30-7.00’de başlatmışlardır.  Aksa Tufanı, HAMAS’ın savunma stratejisi düzleminde taktik bir saldırı harekâtıdır. Zamanlaması ilginç olup psikolojik savaş kurallarına uygun gerçekleşmiştir. İsrail’in Araplara karşı zafer kazandığı Yom Kippur Savaşı’nın yıl dönümü, İsrailliler için kutsal bir gün ilan edilmişti. HAMAS, İsrail’in kutsal ilan ettiği böyle bir günde, “Aksa Tufanı” adını verdiği operasyonla İsrail’e saldırarak özel bir mesaj vermiş, imajını perişan etmiş ve yenilebilir olduğunu gözler önüne sermiştir.

HAMAS Askerî kanadının açıklamalarına göre Aksa Tufanı Harekâtı fikri, “2021 yılında ortaya çıkmış, 2021’den bugüne böyle bir harekâtın hazırlığı” yapılmıştır. Gerekli planlamaların ardından strateji ve taktikler belirlenmiş, harekâtta kullanılacak savaş malzemeleri elde edilmiş, HAMAS güçleri eğitilmiştir. HAMAS yöneticilerinin yaptığı açıklamalardan anlaşıldığı kadarıyla; HAMAS’ın yapacağı böyle bir harekâta karşı gerek İsrail’in gerek İsrail’i destekleyen dış güçlerin (özellikle ABD ve AB) ve halkı Müslüman ülkelerin yönetimlerinin muhtemel tepkileri hesaplanmış ve bu tepkilere karşı alınacak tedbirler, verilecek cevaplar ana strateji içerisinde değişik taktikler şeklinde belirlenmiştir.

HAMAS yöneticileri, İsrail’in bugün Gazze’de giriştiği katliamları öngördüklerinden Aksa Tufanı Harekâtının psikolojik savaş boyutunu çok öne çekmişlerdir. Harekâtla HAMAS güçleri bir taraftan çok yoğun füze saldırısı ile İsrail’in övünç kaynağı olan savunma sistemi “Demir Kubbe”yi[17] ve “bölgesel haberleşme ağını” çökertirken; diğer taraftan HAMAS askerî birlikleri roket atışlarıyla birlikte sınır hattında da İsrail’e kara saldırısında bulunmuşlar, İsrail’in içine 30 kilometre kadar girerek ona karşı geniş kapsamlı bir saldırı başlatmışlardır. Eş zamanlı olarak “havadan motorlu paraşütler”/“motorlu el planörleri” ve “denizden de botlarla” İsrail’e karşı saldırıya geçmiştir. Görülebileceği gibi Aksa Tufanı Harekâtı kara, hava ve denizden olmak üzere üç boyutlu bir şekilde başlatılmıştır.

HAMAS yetkililerinin yaptığı açıklamalara göre, “yoğun füze koruması altında” Kassam Tugayları, İsrail’in savunma hattını geçmişler, “Gazze Tümeni ve güney bölgesindeki 50’den fazla bölgeye eş zamanlı koordineli” bir şekilde saldırı gerçekleştirmişlerdir. İsrail güçleri ve HAMAS arasında “en az 14 farklı bölgede” çatışma meydana gelmiştir. “İsrail medyasının haberine göre HAMAS güçleri “an itibarıyla Gazze’de 7 yerleşim yerini kontrol altına” almışlardır. HAMAS, Gazze Şeridi’nin güneydoğusunda İsrail’e ait “Kerem Ebu Salim Sınır Kapısı”nı ve “çevresindeki askerî noktaları” ele geçirmiştir. HAMAS güçleri, ayrıca “Refah eksenindeki Sufa, Kibbutz Sufa, Holit, Yated bölgelerine de sızmışlardır.”

Çatışmalarda Gazze Şeridi’ne yakın Shaar Hanegev bölgesinin meclis başkanı/belediye başkanı Ofir Liechstein/Libstein öldürülmüştür. Polis ve askerî karakollar vurulmuştur. Gazze sınırına 1 kilometre mesafedeki Sderot şehrinde bir polis karakolu ele geçirilmiştir. Medyada yer alan haberlere göre HAMAS asker, polis ve siviller olmak üzere çok sayıda İsrailliyi rehin almıştır. Rehin alınanlar arasında üst düzey İsrailli komutanlar da vardır. ‘Sderot’ta 35’ten fazla İsrail askeri ve bazı siviller esir alınarak Gazze’ye götürülmüşlerdir.

 “İsrailli yetkililer yerleşimcileri bırakıp kaçmıştır.” İsrail ordusuna ait bazı tanklar imha edilmiş ve tankların içindeki askerler esir alınmıştır. Bölgedeki İsrail Savunma Kuvvetlerine ait tüm silah,  teçhizat ve araçlar alınıp Gazze’ye götürülmüştür. Genelde HAMAS saldırılarında havaalanları ve askerî tahkimatın olduğu Gazze çevresindeki yerler hedef alınmıştır. “Roketlerden bazıları Tel Aviv’in 50 kilometre güneyindeki Askalan ve 30 kilometre güneyindeki Usdud kentlerine isabet etmiştir.” “Sderot 100 roketle” vurulmuştur. “Roketlerin isabet ettiği güney İsrail’in bazı bölgelerinde büyük yangınlar” meydana gelmiştir. Tel Aviv dâhil birçok yerde alarm verilmiştir. Tel Aviv yakınlarında ve Gazze çevresinde patlamaların olması, İsrail genelinde, Kudüs çevresinde roket sirenlerinin duyulması, İsrail halkını çok rahatsız etmiştir. Netenyahu’ya karşı olanlar, gelişmeler karşısında Netenyahu yönetimini suçlamaya başlamışlardır. HAMAS, roketle vurmak istediği bölgelerde sivil halkın bölgeleri terk etmesi için kendilerine belli bir zaman tanımış, süre dolduktan sonra ilgili yerleri füzelerle vurmuştur. Bütün bu gelişmeler karşısında yabancı havacılık şirketleri İsrail’deki seferlerini iptal etmeye başlamışlardır.

Harekâtın Amacı ve Hedefleri

Gözlemlerimize göre HAMAS, savunma stratejisi içerisinde taktik saldırı gerçekleştirmiştir. Bugüne kadar, genelde saldıran, savaş çıkaran, etrafı bombalayan hep İsrail olmuştur. İlk kez İsrail, ani bir baskın harekâtıyla beklenmedik bir şekilde ters köşe yapılmış, bugüne kadar inşa ettikleri dokunulamaz psikolojisi yerle bir edilmiştir. Bu olgunun görülebilmesi için, yukarıda, Aksa Tufanı Harekâtının medyaya yansıyan boyutlarını ele alıp değerlendirdik. İsrail’in bugüne kadar var olan “dokunulamaz” imajını yerle bir eden, bütün algıları, kanaatleri yıkan böyle bir harekât, herkesin kafasını, algısını allak bullak etmiştir. Yazılanlarda ve yapılan tartışma ve konuşmalarda bunu görebilmekteyiz. Bu kafa karışıklığını göz önüne alarak yukarıda 4 Temel dinamiği ve 6 DT yaklaşımını ana hatları ile özetledik.   

Türkiye’de Aksa Tufanı Harekâtı farklı kesimlerde farklı değerlendirmelere tabi tutulmaktadır. Bu değerlendirmeleri ana hatları ile aşağıdaki gibi sınıflandırabiliriz:

“İsrail’in 11 Eylül”ü, HAMAS oyuna getirilmiştir. Netenyahu, son aylarda İsrail içinde yükselen muhalefet hareketini kırabilmek için dikkatleri dışarıya yönlendirmek amacıyla HAMAS’ı tahrik ederek önünü açmıştır. Netenyahu’ya karşı çıkan, Filistinlilerle savaşmak istemeyen İsrail içindeki bazı güçler HAMAS’ı tahrik ederek önünü açmıştır. 

İngiltere, küresel güç olabilmek için HAMAS’ın eylem yapmasına zemin hazırlamıştır. ABD, Çin ile iş birliği yapan Netenyahu yönetimini cezalandırmak için HAMAS’ın eylem yapmasına zemin hazırlamıştır.

Üçüncü Dünya Savaşı çıkarmak isteyen güçler HAMAS’ın eylem yapmasına zemin hazırlamıştır. Rusya ve Çin ekseni, ABD’yi Ortadoğu’da meşgul ederek, Asya pasifikle uğraşmamasını sağlamak ve Ukrayna meselesini gündemden düşürmek amacıyla HAMAS’ın eylem yapmasına zemin hazırlamışlardır.

Aksa Tufanı Harekâtı, bizzat İran-Hizbullah-HAMAS tarafından organize edilmiştir.  Liderlik elde etmek için HAMAS’ın intihar girişimidir. HAMAS duygusal davranarak yanlış zamanda, yanlış bir harekât yapmıştır. İsrail’in gücünü ve arkasındaki küresel güçleri göz önüne almadan durup dururken HAMAS’ın saldırı yapması yanlış olmuştur. Bedeli Filistinlilere ağır olacaktır.

HAMAS, İsrail’in “kurbağa haşlama”/“haşlanmış kurbağa” stratejisini ifşa etme ve çökertme amacıyla bu harekâtı yapmıştır. Daha başka ihtimaller de olabilir. Bana göre en güçlü ihtimal, İsrail’in “kurbağa haşlama” stratejisini ifşa etme ve çökertme operasyonu seçeneğidir.

Diğer ihtimaller, harekât sonrası tarafların mevcut durumdan nasıl yararlanmak isteyecekleri, istedikleri ile ilgilidir. İsrail içinde çatışan güçlerin Aksa Tufanı’nı kendi menfaatlerine göre değerlendirmek için her türlü eylemi yapmaları mümkündür. Netenyahu bu eylemden yararlanıp kuvvetli çıkmak isterken ona karşı olanların bu eylemden Netenyahu’nun yıpranarak çıkmasını isteyebilirler. Bu amaçla HAMAS’ın eylem yapmasına göz yummuş olabilirler.[18] Yazının kalan kısmında İsrail’in “kurbağa haşlama” stratejisini ifşa etme ve çökertme operasyonu ele alınıp değerlendirilecektir.

İsrail’in “Kurbağa Haşlama”/“Haşlanmış Kurbağa” Stratejisini İfşa Etme ve Çökertme Operasyonu

Aksa Tufanı Harekâtının ana amacının ne olduğunun anlaşılabilmesi için genellikle mecazi anlamda kullanılan haşlanmış kurbağa/kurbağa haşlama/kaynayan kurbağa sendromu diye literatüre geçen olayın ne olduğunun hatırlanmasında fayda vardır. 19. yüzyıldan itibaren kurbağalar üzerinde değişik deneyler yapılmıştır. Kurbağa haşlama deneylerinden elde edilen sonuç şöyle özetlenebilir: “Kaynayan suya bir kurbağa atarsanız, elbette ki haşlanmamak için kaptan çıkmaya çalışacaktır. Fakat eğer onu ılık suya koyar, suyu ağır ağır ısıtırsanız, uysalca orada oturacaktır. Su yavaşça ısındıkça, kurbağa rahat bir uyuşukluk hâline geçecektir, tıpkı sıcak bir banyo yapan insanların rehaveti gibi…  Kurbağa da çok geçmeden, karşı koyamadan kaynayarak ölecektir.”[19]

Kaynayan kurbağa olayı bilim dünyasında tartışmalı bir konudur. Ancak sosyal olayların değerlendirilmesinde yol boyu hep kullanılmıştır. İsrail’in son yıllarda Filistinlilere uyguladığı strateji tam da “haşlanmış kurbağa”/“kurbağa haşlama”/“kaynayan kurbağa” stratejisidir.  Aksa Tufanı Harekâtı ile başlayan süreci değerlendirebilmek için bu olgunun mutlaka göz önüne alınması gerekmektedir. Harekâtın ana amacını ve hedeflerini görebilmek için ABD Başkanı Trump’ın İsrail’le ilgili başlattığı süreci iyi değerlendirmek gerekmektedir. Trump döneminde Filistin’i çok yakından ilgilendiren iki önemli olay meydana gelmiştir: 1) Trump ABD’nin İsrail’deki büyükelçiliğini Tel Aviv’den Kudüs’e taşımıştır.  2) Bazı İslâm ülkelerinin de içinde yer aldığı Filistin merkezli Yüzyılın Antlaşması ilan edilmiş ve Filistinlilere kabul etmesi için dört yıl tanınmıştır.

Yüzyılın Antlaşması projesinin açıklanmasından sonra İsrail, bazı İslâm ülkeleri ile Abraham/İbrahim Antlaşması’nı yaparak görünür de barış ilan etmiştir. İsrail her iki antlaşmayla kendi hareket kabiliyetini artırmaya, antlaşmaları imzalayan ülkeleri Filistin konusunda pasif kılmaya, tarafsızlaştırmaya çalışmaktadır/çalışacaktır da. Ortadoğu’da bu iki antlaşma ile birlikte Türkiye, İran, Lübnan, Suriye ve Irak yeni bir blokla karşı karşıya getirilmeye çalışılmaktadır.

Bu iki antlaşma ile birlikte Filistin’de bağımsız, şahsiyetli, özgür bir devlet mümkün olmayacaktır. Bunun daha iyi görülebilmesi için her iki antlaşmanın da incelenmesi gerekmektedir. İsrail bu iki antlaşmayı Ortadoğu’daki bazı ülkelerle imzaladıktan sonra Filistin topraklarında, Filistinlilere karşı tam bir kurbağayı haşlayarak öldürme, düşünme ve hareket kabiliyetlerini yok etme stratejisi uygulamaya başlamıştır. Aksa Tufanı Harekâtının ana amacı, bu oyunu deşifre etmek, İslâm dünyasının ve tüm dünyanın gündemine bunu sokmaktır. Aksa Tufanı Harekâtının stratejik amacı, “Filistin halkının yeniden devrim yaptığı ve bir devlet kurma projesine geri döndüğü”, “İsrail’in ihlallerine karşı bir çizgi çekme kararı aldık, İsrail’e karşı Aksa Tufanı operasyonunu başlattık!”, “(İsrail) işgalinin tüm suçlarına son vermeye karar verdik!” şeklinde yapılan açıklamalardan çok rahat görülebilir. 

Bu açıklamalara göre Aksa Tufanı Harekâtının ana amacının, unutturulmak istenen bir davanın Dünyanın gündemine sokulması, getirilmesidir. Çünkü dünya kamuoyunda ve ilgili uluslararası kuruluşlarda, Filistin topraklarında iki devletli çözüm hiç gündeme gelmemekte, gelmemesi için de Siyonist mekanizma küresel düzlemde çalışmaktadır. “1967 sınırlarına dönme ve iki devletli çözüm antlaşması” unutturulmaktadır. Bu konuda ilgili uluslararası mekanizmalara sürekli baskı uygulanmaktadır. İsrail’in güvenliğini, Filistin sorunu çözülmeden sağlamak mümkün değildir.

Hem İsrail’deki Yahudilerin bir kısmı hem de dünyanın değişik bölgelerindeki -özellikle- ABD’deki Yahudilerin bir kısmı İsrail’in Filistinlilere uyguladığı şiddete karşılar. Şiddetin durdurulmasını istemektedirler. ABD’de belli bir Yahudi kesimin savaşa karşı çıkıp Temsilciler Meclisi’nde oturma eylemi yapmaları anlamlıdır. İsrail’deki Yahudilerin belli bir kesimi savaşların, çatışmaların durdurulmasını istemektedir.

Yargı reformundan dolayı İsrail Cumhurbaşkanı Herzog’un ifadesiyle “İsrail ikiye bölünmüş” vaziyettedir. Herzog, Filistinlilerle diyalog kurma taraftarıdır. İki devletli çözümü destekler bir tavır sergilemektedir. Netanyahu, bunun tersine “yeni yerleşim birimleri politikasıyla” Batı Şeria’nın “yavaş yavaş”, “sessizce”, “Yahudileştirilmesini” öngörmektedir. Aksa Tufanı Harekâtı bir boyutu ile İsrail’in içindeki bu ihtilafları derinleştirmek amaçlı olabilir. ABD devreye girene kadar İsrail muhalefeti Netenyahu’nun başbakanlığında HAMAS’a karşı bir mücadele verilmesine karşı çıkmıştır. HAMAS’ın bu öngörüsünün tutup tutmayacağını zaman gösterecektir.

Aksa Tufanı Harekâtının bir amacı da son yıllarda İsrail’in, aşağıda özetlenen, Filistin topraklarında yaptığı zulmü, katliamı dünya kamuoyunun gündemine taşımaktır: Mayıs 2023’te İsrail, Gazze Şeridi’nde İslâmî Cihad’a karşı bir saldırı başlatmış ve savaş beş gün sürmüştür. Bu savaşta 34 Filistinli ve bir İsrailli kadın ölmüştür. Bu savaş dünya gündemine gelmemiş, BM kılını kıpırdatmamış, bugün konuşanlar o gün susmuşlardır. İsrail, HAMAS’ın Gazze’de kontrolü ele almasından bu yana Gazze Şeridi’ne her geçen gün daha sıkı bir abluka uygulamaktadır. Ocak 2023’ten bu yana İsrail, kademeli bir şekilde Batı Şeria’da şiddeti tırmandırarak en az 247 Filistinli, 33 İsrailli, bir Ukraynalı ve bir İtalyan’ın ölmesine sebebiyet vermiştir. Son aylarda Müslümanlar Mescid-i Aksa’da sabah ve öğle namazlarını kılamamaktadır. Dinin temeline şahitlik eden ezan Mescid-i Aksa’da okunamamaktadır.

Görevli onlarca Yahudi, İsrail askerlerinin koruması altında çeşitli bahanelerle Mescid-i Aksa’ya her gün baskın yapmaktadır. Mescid-i Aksa’ya giden Müslümanlara işkence etmekte, dövmektedirler. İsrail, Batı Şeria’da yeni yerleşim yerleri açmaya devam etmektedir. Yeni göçmen Yahudileri, “yerleşimciler” adı altında Filistinlilerin yaşadığı bölgelere yerleştirmektedir. Yahudi yerleşimciler, yerli halkın ellerinden evlerini, arazilerini almakta baskı, şiddet uygulamakta, hatta öldürmektedirler. Mallarına, mülklerine el koymalarına müsaade edilmektedir. Böylelikle Yerli Filistin halkı göçe zorlanmaktadır.

Siyonist Yahudi militanlar, gece gündüz demeden Filistin mahallelerine aralıklarla baskın düzenlemektedir. Öldürdükleri Filistinlilerin üzerine işemektedirler. Gazze etrafındaki kuşatmayı daraltarak Gazze’ye karadan ve denizden tam bir ekonomik ambargo uygulamaktadır.  Filistin topraklarındaki Hıristiyanlar da Siyonizm’in bu vahşi politikalarına karşılar ve kendilerini güvende hissetmemektedirler. Nitekim İsrail, Demir Kılıçlar operasyonunda Gazze’de bir Ortodoks kilisesini vurmuştur.

Siyonizm’in İki Yönlü Göç Ettirme Politikası

Bu politika Yahudilerin İsrail’e, Yahudi olmayanların da Filistin topraklarından göç ettirilmesine dayanır. Siyonist kadronun ön gördüğü stratejide önce Filistin’de tutunmak ve bir mekân elde etmek gerekiyordu. Bu amaçla Filistin’de bir Yahudi topluluğunun meydana getirilebilmesi için üç eksenli bir politika uygulamışlardır: Yahudilerin Filistin’e göç etmesi, Yerli Arapların/Filistinlilerin Filistin’den göç ettirilmesi, Yerli Arapların arazilerinin imha ve işgal edilmesi. Bu stratejinin kökenleri Siyonizm’in kurucusu Theodor Herzl’in 12 Haziran 1895’te yazdığı günlüklerde yer almaktadır: Usul usul istimlâk etmeliyiz… kendi ülkemizde onları işten yoksun bırakırken, geçmiş ülkelerinde onlara iş sağlayarak heveslendireceğiz… hem istimlak süreci hem de yoksulların (yerlilerin) ihracı, ihtiyatlı ve temkinli bir şekilde yürütülmelidir.”[20]

Londra’da 1920 yılında toplanan Siyonist Kongre, önce Filistin’e göçün hızlandırılabilmesini, böylelikle demografik yapının değiştirilmesini öngörmüştür. Bu amaçla “Filistin’deki Yahudi olmayan topluluklarla barış içerisinde bir arada yaşamayı” kamuoyuna ilan ederek, bir taraftan Filistin’den toprak alınmasını kolaylaştırmayı ve hızlandırmayı, diğer taraftan da Araplarla iş birliği yapan İngiltere ve Fransa gibi devletlere güvence vermeyi hedeflemişlerdir. Ancak bu bildirge sadece kâğıt üzerinde kalmış, fakat Siyonistlere zaman kazandırmıştır.

Arazi satın alıp göç işini organize edebilmek için de Yahudi Ulusal Fonunu kurmuşlardır. Gerek bildirge gerekse fon, öngörülen tedrici stratejinin birer parçasıydı.[21] David Ben Gurion, 1939 yılında “Yahudi göçünün hızlandırılması ve Yahudilerin ellerindeki toprakların genişletilmesinin öncelikli bir ana politika olarak benimsenmesinde” aşırı ısrarcı olmuştur.[22]

Siyonistlerin, göç olayında aceleci ve ısrarcı olmalarının, bunu çok öncelemelerinin nedeni, Yahudilerin yaşadıkları ülkelerde güvenlik sorunu yaşamalarından dolayı değildi. Yahudi toplulukların yaşadıkları ülkelerde güvenlik içerisinde olup olmamaları onları genellikle ilgilendirmemekteydi. Ancak güvenliklerinin olmaması, Siyonistlerin göçü hızlandırma politikasıyla örtüşmekteydi. Amaç, yersiz yurtsuz Yahudilere yalnızca bir toprak parçası aramak da değildi. Ana amaç, bir Siyonist Yahudi devletini Filistin’de kurmaktı. Bunun dışındaki arayışlar, “tehlikeli akıntılar” kabul edilmekteydi. Siyonist önderlerden Weizmann, Yahudi göçündeki ana amacın gözden kaçırılmamasına özellikle dikkat çekmekteydi: “Biz, bu akıntıyı yönlendirmek ve onun bizi hedefimizden başka yerlere alıp götürmesine izin vermemek için elimizden geleni yapmalıyız.”[23]  

Siyonist önderlerin önceliği, Yahudilerin kurtarılması olmadığı gibi dünyanın başka bir yerinde kurulabilecek bir İsrail devleti de değildi. Onların önceliği, Filistin’de bir İsrail kurmaktı. “Vaat edilmiş topraklar” varsayımına uygun olan buydu. Nitekim İsrail’in ilk yöneticisi olan Ben Gurion, 7 Aralık 1938’de Labour Siyonistlerinin önünde bu politikayı açık bir şekilde seslendirmiştir: “Eğer bilsem ki hepsini İngiltere’ye götürerek bütün Almanya (Yahudi) çocuklarının tamamını kurtaracağım ve İsrail toprağına götürerek de ancak yarısını kurtaracağım, ben ikinci çözümü tercih ederim. Zira bizler yalnızca bu çocukların hayatını değil, İsrail halkının tarihini de düşünmek zorundayız.”[24]       

Bu politika, tüm Siyonist yöneticiler tarafından benimsenip tatbik edilmiştir. Yahudi Ajansı’nın Kurtarma Komitesinin memorandumunda bu politikanın uygulanmasındaki kararlılığı görmek mümkündür: “Siyonist’in görevi, Avrupa’da bulunan İsrailoğulları’nın ‘geri kalanını’ kurtarmak değil, aksine Yahudi halkı için İsrail’in toprağını kurtarmaktır. […] Yahudi Ajansı’nın yöneticileri şu hususta mutabık kalmışlardı: Kurtarılabilecek olan azınlık, Filistin’deki Siyonist plânın ihtiyaçları göz önünde bulundurularak seçilmeliydi. […] Bize ihtiyacı olan herkese, her birinin niteliklerini hesaba katmadan yardım etmeli miyiz? Bu harekete Siyonist millî bir nitelik vermemeli ve İsrail toprağı ve Yahudilik için yararlı olabilecekleri öncelikle kurtarmaya çalışmamalı mıyız? Soruyu bu şekilde sormanın gaddarca olduğunu biliyorum, fakat maalesef açıkça ortaya koymalıyız ki, eğer biz 50 bin kişi arasından ülkenin inşasına ve millî yeniden doğuşuna katkıda bulunabilecek 10 bin kişi ile bizim için bir yük veya daha doğrusu ölü bir yük hâline gelecek olan bir milyon Yahudi arasında tercih yapacak olursak, -yüzüstü bırakılan milyonların ithamlarına ve çağrılarına rağmen- bizler kurtarılabilecek olan bu 10 bini kurtarmalı ve bunlarla sınırlı kalmalıyız.”[25]

“Siyonizm her şeyden önce gelir!” şiarına sıkı sıkıya bağlı olan Siyonist İzak Gruenbaum, 18 Ocak 1943’te, Avrupalı Yahudilere para yardımı yapmanın ihanet olduğu inancındaydı: “Onlar benim Yahudi düşmanı olduğumu, sürgündeki insanları kurtarmak istemediğimi, benim “a warm yiddish heart” taşımadığımı söyleyecekler. [...] Bırakalım istediklerini söylesinler. Ben Yahudi Ajansı’ndan Avrupa Yahudiliğine yardım için ne 300 bin ne de 100 bin Sterlin vermesini isteyeceğim. Ve ben bu tür şeylerin yapılmasını isteyen kimsenin Yahudi düşmanı (Anti Siyonist) bir davranış sergilediğini düşünüyorum.”[26]

İsaiah Trunk’ın, Judenrat adlı kitabında, İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudilerin yüzde ellisinin kurtarılmamasının müsebbibi olarak Yahudi konseyleri gösterilmektedir: “Freudiger’in hesaplamalarına bakılırsa, eğer Yahudi konseylerinin talimatları dikkate alınmasaydı, Yahudilerin yüzde ellisi kurtarılabilecekti.”[27]

Bunu teyit eden ilginç bir olay da Kudüs’teki Eichmann Davası’nda, Başsavcı Haim Cohen’in Nazilerle iş birliği yapan Kastner’i savunmasıdır: “Eğer sizin felsefenizle örtüşmüyorsa, Kastner’i eleştirebilirsiniz... Fakat bunun iş birliği ile ne alakası var? Bizim Siyonist geleneğimizde, Filistin’e göçü düzenlemek için her zaman seçkin bir zümreyi ayırmak olagelmiştir... Kastner de bunun dışında bir şey yapmamıştır.”[28]

Diğer taraftan S.S Patria Gemisi olayı, amacın yersiz yurtsuz Yahudilere dünyanın herhangi bir bölgesinde güvenle yaşayacakları bir yer bulmak olmadığını göstermektedir. 1940’ta, Hitler’in tehdidi altındaki Yahudileri Maurice adasına kabul ederek, onları kurtarmaya karar vermiş olan İngiltere’yi Filistin’e göçe zorlamak için, bu Yahudileri taşıyan Patria adlı Fransız yük gemisine, 25 Aralık 1940’ta Hayfa limanında, Ben Gurion önderliğindeki Haganah Siyonistleri tarafından sabotaj yapılmıştır. 252 Yahudi ve geminin İngiliz mürettebatı ölmüştür. Bu olay üzerine İngiltere, geriye kalan Yahudilerin Filistin’de yerleşmesine müsaade etmek zorunda kalmıştır.[29] 

İki boyutlu göç ettirme stratejisi yol boyu hiç istikamet değiştirmemiştir. Bu stratejinin sonucu, Filistin coğrafyasında çok ciddi boyutlarda hem nüfus hem de toprak değişimi meydana gelmiştir. (Şekil 1) 

 


                   Şekil 1: Tarihî Süreçte Filistin Coğrafyasında Toprak ve Nüfus Değişimi[30]

 

“İsrail Devleti’nin nüfusu, Birleşmiş Milletler Nüfusa Göre Ülkeler ve Bağımlılıklar listesinde 2022 yılı itibariyle yaklaşık 9 milyon 506 bin 100’dür”. “İsrail nüfusunun %73,9’u her kökenden Yahudi, %21,1’i Yahudilik dışında herhangi bir dine mensup Arap, %5’i diğerleri olarak tanımlanmıştır.”[31] Gazze’de yaklaşık 2,1 milyon Filistin vardır; hiç Yahudi yoktur. Batı Şeria’da ise takriben 2,8 milyon Filistinli ve yaklaşık 460 bin Yahudi yerleşimci bulunmaktadır. Gazze Şeridi tüm bu bölgeler içerisinde doğurganlık hızı en yüksek bölgedir. “Filistinlilerin doğurganlık oranı Yahudilerin üzerindedir.” Özellikle Batı Şeria’daki doğum oranı İsraillilere göre çok yüksektir. “Seküler Yahudilerin doğum oranı düşüktür.”[32]

İsrail’deki Yahudilerin farklı kökenleri vardır. İsrail nüfusunun yaklaşık %73’ü İsrail doğumludur. Nüfusun ‘%18’i Kuzey Amerika ve Avrupa’dan, %9’u Afrika ve Asya’dan gelen göçmenlerden oluşmaktadır.’ 1970’lerde yaklaşık 163 bin Yahudi, 1989 ile 2006 arasında ise, yaklaşık 979 bin Yahudi eski Sovyetler Birliği’nden İsrail’e göç etmiştir. 2019-2020 döneminde İsrail’e yaklaşık 136 bin civarında göçmen gelmiştir.[33]

Göçmen unsurun, Yahudi nüfusun artışında önemli bir ağırlığı vardır. (Tablo1)



Tablo1: 1882-1998 Yılları Arasında Yahudi Nüfusu, Göçmen Sayısı Değişimi[34]

 

Bir taraftan göç oranı düşerken diğer taraftan doğum oranının düşmesi, Siyonistleri çok fazla rahatsız etmektedir. Dış göçü artırabilmek için görünür bir savaş hâlinin olmasını taktik bir yaklaşım olarak istememektedirler. Bu nedenle Arap yönetimleri ile Yüzyılın Antlaşması’nı ve İbrahim Antlaşması’nı imzalamışlardır. Bu antlaşmalarla İsrail huzur içerisinde olan bir ‘ülke’ görünümünü dışarıya vermek istemektedir. Böylece kurbağa haşlama tekniği ile Filistinlileri zamana yayarak göçe zorlamak istemiştir. Aksa Tufanı Harekâtı bu tezgâhı bozmuş; İslâm dünyasında unutulan, unutturulmak istenen Siyonist İsrail zulmünü gündeme taşımıştır.

Son yıllarda Ukrayna savaşından sonra Ukrayna’dan Yahudiler getirilip Filistinlilerin olduğu bölgelere “yerleşimciler” statüsüyle yerleştirilmişlerdir. Dışarıdan gelen bu insan unsurları, bizzat Siyonist mekanizma tarafından yönlendirilerek asker ve polis koruması altında yerli Filistin halkına baskı, işkence uygulayarak göç etmelerini sağlamaya çalışmaktadırlar: Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan bu bağlamda şöyle demiştir: “Birisinin toprağını işgal ediyorsunuz. İşgal etmekle kalmayıp evine el koyuyorsunuz, yıkıyorsunuz, dışarı atıyorsunuz, sonra bir başkasını getirip oraya koyuyorsunuz, sonra buna da bir terim buluyorsunuz ‘yerleşimci’ diyorsunuz. Bunun adı hırsızlıktır.”[35]

Hakan Fidan’ın İsrail’in Filistinlileri göç ettirme politikasının psikolojik savaşla maskelendiğini ifşa etmesi de son derece önemlidir. “İsrail uzun yıllardır hegemonik güçlerin elinde bulunan medya gücüyle oluşturdukları algıyla problemin gerçek tabiatını unutturduklarını hem kendilerine hem dünyanın geri kalanına büyük bir yalan söylediklerini ve bu yalanı da kurumsallaştırdıklarını görmekteyiz, artık buna bir son verme zamanı geldi. Bu yöntem ne İsraillilere ne Filistinlilere güvenlik ve barış getirmiyor, artık bu yalandan, yapılan haksızlıkların, zulmün kılıflara sokulmasından vazgeçilmesi lazım.”[36]

Hakan Fidan, İsrail’in şeytani göç ettirme politikasını “hırsızlık” şeklinde nitelendirmektedir. Ayrıca Siyonizm’in medya gücüyle Filistin meselesinin gerçek boyutlarını gizlediğini ve buna bir son vermek gerektiğini dile getirmesi son derece önemli bir olgudur.

Sonuç: Aksa Tufanı Harekâtı, Unutturulmak İstenen Bir Davanın Dünyanın Gündemine Sokulması Harekâtıdır

Aksa Tufanı Harekâtı olmasaydı Filistin halkının çektikleri, Siyonist İsrail’in yaptıkları hiç gündeme gelmeyecek; İslâm dünyası, Yüzyıl Antlaşması ve İbrahim Atnlaşması ile narkozla uyutulurken, Filistin halkı haşlanarak ölüme terk edilecekti. Hakan Fidan’ın açıklamalarında bu olguyu görebilmekteyiz: “Buna benzer yalanların artık kabul görmediği son olan olaylarda da ortaya çıktı. Bu yöntem ne İsraillilere ne de Filistinlilere güvenlik ve barış getirmiyor, bu yalandan, yapılan haksızlıkların, zulmün kılıflara sokulmasından artık vazgeçilmesi lazım. Bunların derhal son bulması lazım, bunlar İsraillilere de Filistinlilere de ve bölgeye de barış, güvenlik getirmiyor. Bunu uluslararası toplum biliyor. Bizim uluslararası topluma çağrımız; bildiğiniz gerçekle uyumlu politik davranış içinde bulunmanız ve bunun ne olduğunu sizler de biliyorsunuz, biz de biliyoruz.”[37]

Aksa Tufanı Harekâtı, unutturulmak istenen bir davanın öne çekilmesi, dünyanın gündemine sokulmasıdır. Harekât, duyarsızlaştırılan Müslüman ülkelerin yönetimlerini, uykudan uyandırma, geleceklerine sahip çıkma, karşı karşıya kaldıkları ana tehlikeyi gösterme olgusudur.  Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, çok büyük bir özgüven içerisinde, bu olguya özellikle dikkat çekmiştir: “Bir araya gelip yani diplomatik tavır alınabilecek çok ciddi diplomatik tavırlar var. Bu tavırları aşamalandırabiliriz, ortaya koyabiliriz ama bir yerden başlamak lazım.  Ama hep beraber başlanırsa bir yere gider, yoksa bugüne kadar yapıldığı gibi Amerika, İsrail adına gelir, bütün ülkelerle teker teker, ayrı ayrı konuşur. 8’iyle Amerika konuşur, 3’üyle İngiltere konuşur, 1’iyle Fransa konuşur. Herkesi bir hatta tutup, İsrail’i bulunduğu istikamette gemisini yürüttürmeye devam ederler. Yani oyun, bugüne kadar hep böyle kurgulandı, böyle gidiyor. Filistin meselesi, yani bu da işte herkesin birtakım kınama açıklamaları yaparak, insani yardım gitmesine izin vererek, herkesin herkesi aldattığı bir oyuna dönmüş durumdadır. Ama ahlaksızlığından ve fıtrata aykırılığından dolayı olayın gideceği bir yer kalmadı artık. Neredeyse uluslararası bir kabul hâline gelmiş, 1967 sınırlarına dayalı, iki devletli, Kudüs’ün başkent olduğu bir Filistin devletinin kurulması konusunda artık uluslararası toplumun ciddi bir adım atma zamanı gelmiştir.”[38]

Burada, Ortadoğu’da hatta tüm dünyada ana sorun, Siyonizm’in amacı, mantığı, örgütlenmesi ve çizdiği stratejidir. O nedenle Siyonizm’e karşı verilecek mücadelede Siyonizm’in temel varsayımları mutlaka masaya yatırılmalıdır. Siyonizm’in amentüsü, Siyonist hareketin hem gücü hem de en büyük zaafıdır. Çünkü Siyonizm, tüm insanlığa karşı açılmış gizli bir savaşın adıdır. Bu, Siyonizm’le insanlık arasındaki en ciddi, birincil tezattır.

Siyonizm’e karşı mücadele, bu tezadı derinleştirme ekseninde yapılmalıdır. Siyonizm’e karşı mücadele, Yahudileri de kurtarmayı amaçlayacak bir genişlik ve elastikiyette olmalıdır.   Kitab-ı Mukaddes’in bütünlüğünün gözden kaçırılarak, zahiri ve parçalanmış okunması, Siyonistleri böylesi yanlış ve tehlikeli bir noktaya sürüklemiştir. Kutsal metinleri tahrif ederek yorumlayan ve de anlatan bir zihniyete tabi olmuş, Garaudy’nin tabiriyle “Entegrist bir Yahudi (Siyonist), tam bir Nazi’dir.” İşte bu tezatlı duruş tüm Yahudilere iyi anlatılmalıdır.

Siyonizm’in yıkılışı, Yahudiliğin kurtuluşu olacaktır. Aksi takdirde Allah bugün icra ettikleri zulüm ve fesat yüzünden geçmişteki gibi kendilerini yine cezalandıracaktır: “Bütün bunlara karşın beni dinlemezseniz, günahlarınıza karşılık cezanızı yedi kat artıracağım. İnatçı gururunuzu kıracağım. Gök demir, yer bakır olacak. Gücünüz tükenecek...” (Leviller 26/13-30)

Unutmayalım: Siyonizm, bir terör ve ifsat hareketidir.  Siyonizm, makyavelist bir hareket olup hiçbir ahlaki ölçüsü yoktur. Siyonizm, yalan ve aldatma eksenli bir psikolojik savaş makinesidir. Siyonizm, yirmi birinci asrın Nazi hareketidir.  Siyonizm, bir zulüm makinesidir.  Bir zulüm hareketi olduğu için kendi sonunu hazırlamaktadır. Çünkü Allah zulmü sevmez, zalimi affetmez ve cezalandırır:

“Zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılaba uğrayıp-devrileceklerini pek yakında bileceklerdir.” (26 Şu’arâ 227)


[1] Taha Akyol, “İsrail ve İslâm”, Hürriyet 12 Temmuz 2014.

[2] Roger Garaudy,  Siyonizm Dosyası, çev. Nezih Uzel, Pınar Yayınları, İstanbul, s. 171-190.

[3] Roger Garaudy, age., s. 32-44.

[4] Roger Garaudy, age., s. 171-190.

[5] Roger Garaudy, age., s. 50-86.

[6] Roger Garaudy, age., s. 171-190.

[7] Fuat Bol, “Dünya Dilsiz Şeytan Kesildi-2”, Hürriyet,18 Ekim 2023.

[8] Roger Garaudy, age., s. 198-200

[9] Roger Garaudy, age., s. 198-200

[10] https://www.mepanews.com/abd-disisleri-bakani-blinken-israile-bir-yahudi-olarak-geldim-63053h.htm

[11] E. Aydın, “İsrail'in Türk Kanıyla Ulaşmak İstediği Nedir?”, Dünya Bülteni, 31 Mayıs 2010.

[12] Taha Kıvanç, Yeni Şafak, 1 Haziran 2010.

[13] Ertuğrul Bayramoğlu,  Yahudilik ve Siyonizm Tarihi, Pınar Yayınları, İstanbul, 2006, s. 62-67.

[14] Umur Talu, Habertürk, 1 Haziran 2010.

[15] Umur Talu, age.

[16] https://turkish.aawsat.com/arap-d%C3%BCnyasi/4591201-hamastan-i%CC%87sraile-tarihi-sald%C4%B1r%C4%B1-aksa-tufan%C4%B1-operasyonunda-%C5%9Fimdiye-dek

[17] Demir Kubbe, İsrailli Rafael Advanced Defense Systems şirketi ve İsrail Havacılık ve Uzay Endüstrisi tarafından geliştirilmiş, taşınabilir bir hava savunma sistemi. 

[18] Türkiye ve Osmanlı İmparatorluğu’nda bu konuda malzeme çoktur. Türkiye’deki darbelerin ve Balkan savaşlarının bu açıdan incelenmesi, çok ibret verici belge ve dokümanların ortaya çıkmasına sebebiyet verecektir.

[19]https://tr.wikipedia.org/wiki/Kaynayan_kurba%C4%9Fahttps://www.google.com/search?q=KURBA%C4%9EA+DENEYLER%C4%B0&oq=KURBA%C4%9EA+DENEYLER%C4%B0&gs_lcrp=EgZjaHJvbWUyCggAEEUYFhgeGDnSAQg5MTEzajBqNKgCALACAA&sourceid=chrome&ie=UTF-8

https://ilkha.com/guncel/haslanan-kurbaga-sendromu-ned

[20] Menderes Kurt, “Yahudi Nüfus Problemi ve İsrail Devleti’nin Yahudi Karakteri”, Mukaddime, 2021, 12(1), s. 194-219. Ö. Dikmen, (Nisan 2019). “Siyonist Güvenlik Tahayyülünde Demografi Unsuru”, Orsam Analiz, No: 228, 2-13.

[21] Roger Garaudy, age., s. 32-44.

[22] Roger Garaudy, age., s. 230-234.

[23] Roger Garaudy, age., s. 230-234.

[24] Roger Garaudy, age., s. 50-86.

[25] Roger Garaudy, age., s. 50-86.

[26] Roger Garaudy, age., s. 50-86.

[27] Roger Garaudy, age., s. 50-86.

[28] Roger Garaudy, age., s. 50-86.

[29] A.R. Taylor, İsrail’in Doğuşu, Pınar Yayınları, İstanbul,1992, s. 107.

[30] Anadolu Ajansı “Filistin nüfusunun yaklaşık yarısı mülteci durumunda; aktaran: Hebah Ahmad, Filistin Sorunun Tarihî Gelişimi ve Ürdün’deki Filistinli Mülteciler, Karabük Üniversitesi, Lisansüstü Eğitim Enstitüsü, Uluslararası Politik Ekonomi Anabilim Dalında, Yüksek Lisans Tezi, Aralık 2021, s. 105.

[31] https://vizem.net/israil/yasam/nufus/

[32] https://www.mepanews.com/filistinlilerin-nufusu-1948den-bu-yana-ilk-kez-yahudileri-gecti-44782h.htm

[33] https://vizem.net/israil/yasam/nufus/

[34] Menderes Kurt, agy.

[35] https://www.sozcu.com.tr/2023/dunya/hakan-fidan-daha-buyuk-savaslar-cikabilir-7832640/

[36] https://www.sozcu.com.tr/2023/dunya/hakan-fidan-daha-buyuk-savaslar-cikabilir-7832640/

[37] https://www.ntv.com.tr/dunya/bakan-fidanislam-isbirligi-teskilatinin-disisleri-bakanlari-olaganustu-toplanacak,nqCUQBcqzECSMpq8DusisQ

[38] https://www.ntv.com.tr/dunya/bakan-fidanislam-isbirligi-teskilatinin-disisleri-bakanlari-olaganustu-toplanacak,nqCUQBcqzECSMpq8DusisQ

 

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...