1 Temmuz 2020 Çarşamba

Biyolojik Savaş Üzerinden “Dijital Dünya Düzenini” İnşa Etmek-3 SİYONİZM’İN “DÜNYA NÜFUSUNUN 500 MİLYONA İNDİRİLMESİ PROJESİ”


(Umran Dergisi Temmuz-Ağustos 2020 Yazısıdır)

“O, iş başına geçti mi yeryüzünde fesad çıkarmaya, ekini / harsı ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, fesadı (bozgunculuğu ve kışkırtıcılığı) sevmez.” Kur’ân-ı Kerim 2/Bakara 205

Giriş 

     Koronavirüs (Corona, Covid-19) salgını üzerinden başlatılan bir psikolojik savaşın sonucu, dünyanın büyük bir kesiminde adeta seferberlik ilan edilmiştir. Adı konmamış küresel bir kaos ve olağanüstü bir hâl ilanı vardır.   

     Dünyanın her tarafında aynı anda başlatılan kampanya, çok ciddi ve merkezi bir psikolojik harekâtın ürünüdür. Bir merkezden düğmeye basılmış, tüm psikolojik harekât ajanları, uyuyan hücreler harekete geçmiştir. Yürütülen psikolojik harekât, koronavirüs salgınının yaptığı tahribattan daha büyük bir tahribat yapmaktadır. Sular durulduğunda psikolojik harekâtın tahribatı daha iyi görülecek ve de anlaşılacaktır. Bu denli yoğun psikolojik harekât, arka planda bir şeylerin planlanıp yürürlüğe sokulmak istendiğinin bir göstergesidir.

Bu kaos ortamının oluşturulması, derinleştirilmesi ve yaygınlaştırılmasındaki amaçlar ve hedefler neler olabilir? 

Ayrıca virüs salgını sonrasında Siyonizm’in sözcülerinin yaptıkları açıklamalar, nasıl yorumlanmalı ve değerlendirilmelidir?

Bu açıklamalar ile koronavirüs salgının çıkarılması arasında bir irtibat kurulabilir mi?

Koronavirüs salgını “Küresel Hâkimiyet Projesinin”; “Tek Dünya Hükûmeti”, “Tek Dünya Devleti”, “Tek Din”, “Tek Para-Tek Banka”, “Tek Hukuk”, “İki Sınıf” ve “Küresel Dijital Dünya Düzeni” projelerinin hayata geçirilebilmesi için sadece bir aşama mıdır?

Davos 2021’de görüşüleceği ifade edilen “Büyük Sıfırlama”nın anlamı nedir?

Koronavirüs salgınının çıkarılmasının ana amacı, “Büyük Sıfırlama”nın yapılıp “Küresel Dijital Dünya Düzenine” geçebilmek için bir alt yapı hazırlığı için midir?

“Kaostan Düzene Projesi” / “yaklaşımı” kime aittir?

“Dünya Nüfusunun Azaltılması Projesi” kime aittir?

Bu çalışmanın amacı, duygusal bir tepki ortaya koymak değildir. Yıllardır duygusal tepki verip kaybeden bir coğrafyanın mensuplarıyız. Amacımız, duygusallıktan kurtulup içinde bulunduğumuz durumu, objektif olarak ortaya koyabilmek ve kendimizi aldatmamaktır. Amacımız, bir başkasının satranç tahtasında piyon olarak kullanılmak yerine oyun kurmak, oyun kurucu olmak olmalıdır. O nedenle gerçekçi olmak, büyük davanın öncü ve önder kadroları için vazgeçilmez, olmazsa olmaz bir ilke, düsturdur. 4 T formülünü asla unutmamalıyız: Tespit, Teşhis, Tedavi, Tedbir.

 Önceki yazıda biyolojik savaş üzerinden kurulmak istenen “Dijital Dünya Düzeni, “Kaostan Kaynaklanan Düzen” kapsamında ele alınıp değerlendirilmiştir.

Bu yazıda, Siyonizm’in “Dünya Nüfusunun Azaltılması Projesi”  ele alınıp değerlendirilecektir.

Bu noktada öncelikle bir hatırlatma yapmakta fayda vardır. Biz Siyonist derken tüm Yahudileri veya İsrailoğullarını kastetmiyoruz. Bugün Siyonist olan Yahudilerle Siyonist olmayan Yahudiler mevcuttur ve aralarında ciddi fikir ve metot farklılıkları vardır. Bu nedenle bu iki zümrenin düşünce ve davranış farklılıklarını göz önüne alarak konuşmak ve yazmak gerekmektedir. Bu iki zümreyi aynı kategoriye koymak yanlıştır ve tehlikelidir. O nedenle Yahudi/Yahudilik genellemesi yerine Siyonist/Siyonizm kavramlarını kullanmak daha doğru, daha tutarlı ve daha adil bir davranıştır.

Genel Çerçeve 

“Dünya Nüfusunu Azaltma Projesi” çok uzun vadeli bir stratejinin ürünüdür. Tarihsel arkaplanı vardır. Çok geniş ve çok boyutlu bir konudur. Bu strateji, aşağıdaki başlıklar açısından ele alıp değerlendirilmesi gerekir:

·       Siyonizm’in Amentüsü

·        Dünyada Nüfus Artışının Nedenleri

·      Erken Evlilikler,

·      Sanayileşme,

·      Dini İnançlar.

·       Nüfusu Azaltmak İsteyenlere Göre Nüfus Artışının Neden Olduğu Sorunlar

·      Aşağı Sınıfların Çoğalması

·      Açlık- İşsizlik-Yoksulluğun Artması-Yaygınlaşması

·      Kıtlık (Kıtlık Paktı-Pacte De Famıne),

·      Siyonizm’in Aşırı Nüfusu Yönetme Zorluğu,

·      Gıda Yetersizliği,

·      Su Yetersizliği,

·      Çevre Kirliliği,

·      Ozon Tabakasının Delinmesi, Küresel Isınmaya Sebebiyet Verme,

·      İklim Değişikliği,

·      Suç Oranlarının Yükselmesi.

·       Küresel Nüfusun Artışını Engellemek İçin Tarihsel Süreçte Yapılan Çalışmalar

·       Küresel Nüfus Azaltılmak İçin Çalışan Örgütler ve Gerçekleştirilen Organizasyon ve Projeler

·       Küresel Nüfusu Azaltma Yöntemleri

§     Beyin Yıkama ve Zihin Kontrol,

§     Yanlış Cinsel Eğitim ile Çocuk Yapmayı Engelleme,

§     Çocuğu Külfet Olarak Gösterme,

§     Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Küresel Projesi ile Çocuksuz Aile Modelleri(!), “Ailesiz Toplum” Modelini Yaygınlaştırma, “Nötr Cinsiyet Hareketin” Etkin Kılma,

§     Çocuk Yapmaya Engel Cinsel Tatmin Yollarını Meşrulaştırma ve Yaygınlaştırma: Cinsel Yönelim-LGBTIQ+, Pedofili, Zoofili, Negrofili, Robotla Seks, Ensest, Eş Değiştirme, Grup Seksi ve…

§     Sperm ve Yumurta Bankaları Kurmak, Taşıyıcı Annelik Müessesi İnşa Etmek,

§     İlaçlara Yapılan Özel Katkılarla Kısırlaştırma,

§     Kısırlaştırıcı ve Hastalık Yapıcı Aşılar Kullanmak,

§     Sperm Öldürücüleri Bilerek ya da Bilmeyerek Kullandırmak,

§     Kürtaj,

§     Doğum Kontrol Hapları,

§     GDO’lu (Genetiği Değiştirilmiş Temel Besin) Ürünler (Gıda Yasası [(The Codex Alımentarıus, 1963)] ve Katkı Maddeleri ile Kısırlaştırma,

§     Biyolojik Savaş ile Nüfusu Azaltma Projesi: Salgın Hastalıklar (Pandemiler) Meydana Getirmek (İspanyol Gribi, Domuz Gribi, Ebola, Koronavirüs Salgını gibi Tüm Salgınlar),

§     Uyuşturucuların Yaygınlaştırılması ve Ölümcül Boyuta Taşınması,

§     3. Dünya Savaşının Çıkarılması ya da Yerel Savaşların Tüm Dünyaya Yaygınlaştırılması, Kaosun Sürekli Kılınması,

§     İntihara Teşvik ve İntiharları Yaygınlaştırma.

Sorunu bu çerçevede ele almak, bir makalenin boyutlarını aşacağından dolayı biz bir kesit sunmak durumunda kalacağız.

Siyonizm’in Amentüsü (Temel Varsayımları): “Seçilmiş Halk (!)”, “Üstün Irk(!)”, “Arı Irk(!)” / “Saf Irk(!)”, “Etnik Temizlik” / “Soykırım”

Tarihsel süreç içerisinde “küresel nüfusu azaltma stratejisinin” ortaya çıkışını ve uygulanmasını anlayabilmek için Siyonizm’in ana mantığını, amentüsünü anlamak gerekmektedir. Bu anlaşılmadan tarihi süreçte vuku bulan olayları, bugün yaşananları ve yarın yaşanabilecek olanları anlamak mümkün olmayabilir.

Siyonizm, “Dinî, ırkî ve siyasî bir doktrindir.” Siyonizm, yaklaşık 3000 yıllık bir mücadele ile şekillenmiş, “Kabala, Tevrat ve Talmut karışımı felsefi ve mistik bir teori üzerine inşa edilmiş, sömürgeci bir doktrin ve bir ifsad hareketidir.” (1-4)

İslâm dininin amentüsü, olmazsa olmazları, imanın şartlarıdır. Siyonizm’in de dayandığı, olmazsa olmazları, onun amentüsünü (temel varsayımları) oluşturur. Bir Siyonist, bunların doğru olduğuna inanır. Siyonizm’in olmazsa olmazları, temel kabulleri, aşağıdaki gibi özetlenebilir (1-4):

1.    Allah Tarafından Yahudilere ‘Vaat Edilmiş Topraklar Var (!)’

2.    Yahudiler Allah Tarafından ‘Seçilmiş bir Halktır’, ‘Üstün bir Irktır (!)’

3.    Yahudiler ‘Arı Irktır’, ‘Saf Irk Olarak Kalmalıdır’, ‘Başka Irklarla Evlenmemelidir.’

4.    Yahudi Olmayanlar İçin ‘Etnik Temizlik ya da Soykırım’ Doğaldır ve Yapılacaktır.

5.    ‘Dünya Yahudileri İçin Bir Tek Devlet Vardır’: İsrail

6.    Yahudilerin ‘Dünya Hâkimiyeti’ için ‘Tek Dünya Devleti’ / ‘Gizli Dünya Devleti’ Olmalıdır.  “Yeni Dünya Düzeni”, “Tek Dünya Devletinin” Şifreli ya da Kodlanmış Hâlidir, İsmidir.

Siyonizm’in amentüsünü gündeme getirip Siyonist tehlikeye karşı insanların dikkatlerini çekmek isteyenler, hep komplocu olmakla eleştirildi, hatta suçlandı. Bundan en çok nasibini alan rahmetli Erbakan Hoca’dır. Oysa Siyonist kadrolar yıllardır, bu temel varsayımların gereğini yapıyorlar ve yapacaklarını da söylemekten çekinmiyorlar.

Dünya nüfusunun azaltılması” konusu, Siyonist belgelere dayanılarak ele alınıp incelenecektir. Değerlendireceğimiz kaynaklardaki ifadeler için ‘Bu kadar da olmaz!’ denmemesi için Siyonizm’in amentüsünün 2., 3., 4. varsayımlarını ele alıp değerlendirmemiz gerekmektedir. Yaptıkları ve yapmak istedikleri işler, ‘Siyonist imanın (!)’ bir sonucudur.  

 

Yahudiler, ‘Allah Tarafından’ ‘Seçilmiş Bir Halktır’(!), ‘Üstün Bir Irktır (!)’

Siyonistler tarafından çarpıtılarak kullanılan en temel konulardan biri, Yahudilerin ‘Allah tarafından seçilmiş bir kavim (!)’, ‘Seçilmiş Halk (!)’ olduğu fikridir. Bu, Siyonistler için temel varsayımlardan biri olup Tevrat’a dayandırılmaktadır:

“Şöyle seslenir Rab: Benim ilk doğan oğlum İsrail’dir.”  (Çıkış, 4/22)

“Siz Tanrınız RAB için kutsal bir halksınız. Tanrınız RAB, öz halkı olmanız için, yeryüzündeki bütün halkların arasından sizi seçti. RAB'bin sizi sevmesinin ve seçmesinin nedeni öbür halklardan daha kalabalık olduğunuzdan değil. Siz sayıca öbür halklardan azdınız.” (Tesniye 7/6-7)

Bu konu, Siyonist önderler tarafından çarpıtılarak geliştirilmiştir. Bu kabulle dünyada insanları yol boyu ve sürekli olarak, ‘seçkin olanlar ve olmayanlar’ diye iki sınıfa ayırmışlardır. Haham Cohen’in Talmud adlı eserinde bu ayırım açık bir şekilde görülmektedir:

“Dünya insanları, İsrail ve bir bütün olarak ele alınan diğer milletler olarak ikiye ayrılabilir. İsrail seçkin millettir. Bu, temel dogmadır (Kabul, varsayım).” (2)

Bu, ‘Vaad Edilmiş Topraklar’ varsayımında olduğu gibi Tevrat’ın bütünlüğünün gözden kaçırılması ve sathı okunmasının doğal bir sonucudur. Allah’ın tüm vaatleri iman etme şartına bağlıdır. Bunun için sadece Tesniye 28. ve Leviller 26. bölümlerinde ‘seçilmiş bir halka (!)’ reva görülen cezaların sebeplerine bakmak yeterli olur kanaatindeyiz.

 

Yahudiler ‘Arı Irktır (!)’, ‘Saf Irk Olarak Kalmalıdır (!)’

İsrailliler seçilmiş üstün bir kavim olunca onun kanı, diğer ikinci sınıf insanların kanları ile karışıp pislenmemelidir. İkinci sınıf olanların, Yahudi olmayanlarla evlenmesi, etnik saflığı bozduğundan buna müsaade edilemez. Yabancılarla evlenme yasağı da diğer temel kabuller gibi, Tevrat’a dayandırılmaktadır:

“Kızlarını oğullarınıza alırsınız. Kızlar başka ilahlara gönül verirken oğullarınızı da artlarından sürükler.” (Çıkış.34: 16)

“Kız alıp vermeyeceksiniz. Kızlarınızı oğullarına vermeyeceksiniz; oğullarınıza da onlardan kız almayacaksınız.”

“Çünkü onlar oğullarınızı beni izlemekten saptıracak, başka ilahlara tapmalarına neden olacaklardır. O zaman RAB size öfkelenecek ve sizi çabucak yok edecek.” (Tesniye 7/3-4)

“Bütün bunlardan sonra, önderler yanıma gelerek şöyle dediler: “İsrail halkı, kâhinlerle Levililer dâhil, çevredeki halkların -Kenanlıların, Hititlerin,  Perizlilerin, Yevusluların, Ammonluların, Moavlıların, Mısırlıların, Amorluların- iğrenç alışkanlıklarından kendilerini ayrı tutmadı.

Kendilerine ve oğullarına bu halklardan kız aldılar. Böylece kutsal soy çevredeki halklarla karıştı. Önderlerle, görevliler bu hainlikte öncülük etti.” (Ezra, 9/1-2)

“Kâhin Ezra kalkıp, “Siz Tanrı'ya ihanet ettiniz!” dedi, “Yabancı kadınlarla evlendiniz. İsrail'in suçuna suç kattınız.  Şimdi atalarınızın Tanrısı RAB'be suçunuzu açıklayın. Onun istediğini yapın. Çevredeki halklardan ve yabancı karılardan ayrılın.”  (Ezra10/10-11)

“Çocuklarının yarısı Aşdot dilini ya da öbür halkların dilini konuşuyor, Yahudi dilini bilmiyorlardı. …Tanrı'nın adıyla onlara ant içirdim ve “Yabancılara kız verip kız almayacaksınız!” dedim.” (Nehemya 13/24-25)

“Halkı bütün yabancılardan arındırdım.”  (Nehemya 13/30)

Bu bölümlerdeki Tevrat ayetlerinde Yahudiler için üç noktaya dikkat çekilmektedir: 1. İnanç sisteminde bozulma, 2. Dilin unutulması, 3. Irkın Saflığının Bozulması

Siyonistlerin ağırlık verdiği temel nokta, Tevrat’ın bütünlüğündeki amacı, hiç göz önüne almadan “yabancılarla evlenme yasağını” “seçkin halkın korunması” olarak yorumlayıp kullanmışlardır. Yabancılarla evlenenleri dışlamışlar, hatta kendi mezarlıklarına koydurmamışlardır. Konulanları, hem mezarlıklarından dışarı atmışlar hem de antisemitizm için istismar etmişlerdir. Bu anlamdaki istismar örneklerinden en önemlisi, Mayıs 1990’da Fransa’daki, Carpentras (Karpantra) Mezarlığı ve 2 Mart 1984 Tel-Aviv yakınındaki Rişon Letzion İsrail mezarlığı hadiseleridir. (1)

Siyonistlerin Ortadoğu’da yaptıklarından hareketle Birleşmiş Milletler, 10 Kasım 1975’te, ‘Siyonizm’in bir ırkçılık ve ırk ayırımcılığı şekli’ olduğunu kabul etmiştir. Ancak Sovyetler Birliği’nin çökmesinin ardından Amerika Birleşik Devletleri’nin baskısıyla bu karar, 16 Aralık 1991’de kaldırılmıştır. (2)

 

Yahudi Olmayanlar İçin ‘Etnik Temizlik ya da Soykırım’ Yapılacaktır

Siyonistler, insanları seçkin olanlar ve olmayanlar diye iki kategoriye ayırmakta; Yahudi olmayan tüm insanları ikinci sınıf, İsrailoğullarının kölesi ve hizmetkârları olarak kabul etmektedirler. Hizmette kusur edenlerin ‘etnik temizliğe’ tabı tutulmalarını doğal bir hak olarak görmektedirler. Onlara göre gerek Hz. Musa ve gerekse onun yerine geçen Yeşu soykırım için Allah tarafından görevlendirilmişlerdir(!):

“(Medyenlilerin yenilmesi üzerine), “Rabb’in Musa’ya emretmiş olduğu gibi, bütün erkekleri öldürdüler”, “kadınları esir aldılar”, “bütün şehirleri yaktılar.” Hz. Musa’ya döndükleri zaman, “Musa kızdı. Onlara, “Bütün kadınları hayatta bıraktınız demek!” dedi...

Pekâlâ, şimdi, bütün erkek çocukları ve bir erkekle karı koca hayatı yaşamış bütün kadınları öldürün... Fakat bütün bakireleri... Kendinize saklayın.” (Sayılar 31/14-18)

“Ve Yeşu o günde Makkeda’yı aldı ve onu ve kralını kılıçtan geçirdi. Onları ve onda olan bütün canlıları tamamen yok etti. Arta kalan kimse bırakmadı.

Ve Yeşu ve kendisiyle beraber bütün İsrail Makkeda’dan Libna’ya geçti ve Libna’ya karşı cenk etti. Ve kralı ile beraber bunu da Rab İsrail’in eline verdi. Onu ve onda olan bütün canlıları kılıçtan geçirdi. Onda arta kalan kimse bırakmadı.

Ve Yeşu ve kendisiyle birlikte bütün İsrail Libna’dan Lakiş’e geçti. Ve onun karşısına kondu ve onunla cenk etti. Ve Rab Lakiş’i İsrail’in eline verdi. Ve onu ikinci günde aldı. Ve Libna’ya yaptığı her şeye göre, onu ve onda olan bütün canlıları kılıçtan geçirdi.

Ve Yeşu ve kendisiyle beraber bütün İsrail Lakiş’ten Eglon’a geçti. Ve onun karşısına kondular ve ona karşı cenk ettiler ve onu o günde aldılar ve onu kılıçtan geçirdiler. Ve Lakiş’e karşı yaptığı her şeye göre, onda olan bütün canlıları o günde tamamen yok etti.”  (Yeşu, 10/28-36)

“Ve Rab İsrail’in sesini işitti ve Kenânlıları ele verdi ve onları ve şehirlerini bütün bütün yok ettiler.” (Sayılar, 21/3)

“(Amoriler ve kralları ile ilgili olarak) Ve onu ve oğullarını ve bütün kavmini, kendisinde bir kimse kalmayıncaya kadar vurdular ve onun memleketini aldılar.(Sayılar, 21/35)

“Rab, senin Tanrın, seni ülkeye soktuğu zaman... ve senin önünde sayısız milletleri kovduğu zaman... sen onların hepsini imha edeceksin.” (Tesniye, 7/1-2)ve sen onları yok edeceksin.” (Tesniye, 7/24)

 Millî Yahudi Fonu Müdürü Yossef Weitz, 1940’ta Filistin topraklarında iki halka yer olmadığını belirtirken Arapları açık bir şekilde tehdit etmekteydi:

     “Bu ülkede iki halka yer olmadığını açıkça bilmemiz gerekir. Eğer Araplar terk eder giderlerse, burası bize yeter. Onların yerini değiştirmekten başka çare yoktur; tek bir köyün, tek bir kabilenin bırakılmaması lâzımdır... Roosevelt’e ve bütün dost devlet başkanlarına izah etmek gerekir ki, bütün Araplar çekip giderse ve sınırlar Litani ırmağı boyunca kuzeye doğru ve doğuya, Golan tepelerine doğru biraz ileri itilirse, İsrail toprağı fazla küçük sayılmaz.” (1)

Madam Golda Meir ise 15 Haziran 1969 tarihli Sunday Times’a verdiği demecinde Filistin halkını yok varsayıyordu:

     Bir Filistin halkı yoktur... Bizler gelip de onları kapıya koyduğumuz ve ülkelerini ellerinden aldığımız için değil. Onlar mevcut değildir.” (1)

Bu psikoloji ile Siyonist önderler, “Halkı olmayan topraklara, toprağı olmayan bir halkın yerleştirilmesi” gerektiğini söyleyip durmuşlardır. Bu etnik temizlik varsayımı doğrultusunda; “9 Nisan 1948’de Menahem Beghin, kendisine bağlı İrgun askerleriyle birlikte Deyr Yasin köyünün erkek, kadın ve çocuk 254 sakinini katliama tabi tutmuştur.” (2) 

   Ben Gurion, Beghin’in ırkçılığından övgüyle söz etmektedir:

“Beghin su götürmez bir şekilde Hitler’in karakterini taşıyor. İsrail’in birliği rüyasını gerçekleştirmek için bütün Arapları imha etmeye ve bu kutsal gaye için bütün vasıtaları kullanmaya hazır bir ırkçıdır.” (1)

İsrail’in büyük gazetesi Yediot Aharonoth’ta, 14 Temmuz 1972 tarihinde, Yoram Ben Portath, Filistin topraklarında bir etnik temizlik yapılması gerektiğini yazmıştır:

“Zamanın unutturduğu birtakım vakıaları kamuoyuna açıkça ve cesaretle izah etmeleri İsrail yöneticilerinin görevidir. Bunlardan birincisi, Araplar bertaraf edilip toprakları müsadere edilmedikçe, Siyonizm’in, kolonileri yerleştirmenin, İsrail devletinin olmayacağı vakıasıdır.” (1)

Batı Şeria’daki Kiryat Arba kolonisinden Doktor Baruch Goldstein, ‘Atalarının mezarları başında dua eden Filistinlilerden yirmi beş kişiyi mitralyözle tarayarak öldürmüş ve elliden fazla kişiyi yaralamıştı.’ (1)

Keza Lübnan’ın istilâsına komuta eden General Ariel Şaron, Sabra ve Şatila adlı Filistin kamplarında Falanjistler’in kıyım yapmasını organize etmiştir. (1)

Amerikalı Siyonistlerin Kızılderilileri kitle hâlinde imha etmesi aynı mantığın ürünüydü:

“Amerika’nın koyu dindar ilk sömürgecileri, topraklarını ellerinden almak için yaptıkları Kızılderili avı sırasında, hep Yeşu’yu ve onun Amoriler ile Filistîleri “kutsal yok edişi”ni yâd ediyorlardı.” (1)

Bütün Siyonistler, aralarında farklılıklar olsa bile, hepsinin ortak özelliği, “arı bir ırk” için “tüm yabancıların mallarına el koymak”, onları “sürüp çıkarmak” ya da “toptan imha ederek” “vaad edilmiş toprakların” (!) yegâne hâkimi olmaktır.

Bu boyutu ile her Siyonist birer Hitler’dir ve birer Firavun’dur.

 

“Tanrı’nın Krallığı”, “Tanrı’nın Devleti”, Tanrı’nın Peygamberleri”, “Tanrı’nın Irkı” ve “Tanrı Olmak”

Başlıkta geçen bu ifadeler, gizli bir stratejinin ürünü olup yeri ve zamanı geldiğinde kullanılmış kavramlardır. Amerika kıtasına çıkan Püritenler, “Yeni İsrail”i kuracaklarını” söylemişler ve ABD’deki ilk yerleşim yerlerinden birine “New Canaan” (Yeni Kenan) adını vermişlerdir. Bundan yaklaşık iki asır sonra edebiyatçı Herman Merville, “İsrail” kavramına özel bir vurgu yapmaktadır:

“Ve biz Amerikalılar, apayrı bir ulusuz; zamanımızın İsrail’iyiz; dünya özgürlüklerinin temel direğini biz tutuyoruz.” (5)

     Amerika kıtasına, Avrupa’daki baskılardan kaçarak ilk göç edenler arasında Yahudiler vardır. Siyonist hareketin, isim farklı da olsa, Masonluğun ABD’nin kuruluşunda ve şekillenmesinde ciddi etkileri vardır. Siyonizm’in amentüsünde geçen pek çok kavram, ABD yönetiminin diline, yasalarına ve parasına yansımıştır. Amerika’nın “Yeni İsrail” olarak isimlendirilmiş olması bundan dolayıdır. Dolayısıyla “Tanrı’nın” bir emridir: 

“ABD’nin ikinci başkanı John Adams, 1765: Amerika’nın kuruluşu, bence Tanrı’nın hâlâ tutsaklık durumunda bulunan insanlığı aydınlatıp ve zincirlerinden kurtarmak yolunda taşıdığı bir niyet gibidir hep. (5)

“Güney Carolina Başyargıcı William Henry: Yüce yaradan, şimdiki kuşakları Amerikan İmparatorluğunu kurmak için seçmiştir.” (5)

ABD’nin kurucu felsefesindeki bu yaklaşım, daha sonraları “takdir-i ilahi” / “aşikâr yazgı” (“manifest destiny”) olarak adlandırılıp yaygınlaştırılmıştır. ABD başkanları bunu, bu yaklaşımı, bilerek ya da bilmeyerek, yol boyu kullanmışlardır.  

“Takdir-i ilahi”/“aşikâr yazgı” (“manifest destiny”) kavramını ilk kullanan ve yaygınlaştırmaya çalışan Democratic Review gazetesinin editörü John O’Sullivan’dır. (5) Siyonizm’in amentüsünde geçen, “seçilmiş halk”, “arı ırk”, “üstün ırk” gibi kavramlarını kullanması dikkat çekicidir:

“O’Sullivan, 1839: … Biz insanlığın ilerlemesinin ulusuyuz; kim bizim daha ileri adımlarımıza sınır koyacak? Tanrının takdiri bizimledir ve buna başka hiçbir dünya gücü sahip değildir… Hakikatin aydınlatıcı ışığından uzak kalmış dünya halklarına karşı bu kutsanmış görev için Amerika seçilmiştir.

“O’Sullivan, 1845: Her yıl sayıları milyonlarla artan insanlarımızın özgürce gelişebilmesi için kıtanın her tarafına yayılmamız alnımıza yazılan bir takdir-i ilahidir (manifest destiny)... Aşikâr yazgımızın hakkı, üzerimize düşen büyük özgürlük deneyimi ve federatif kendi kendini yönetmeyi geliştirmek için Yaradan tarafından bize bahşedilen kıtada yayılmak ve onun tamamına sahip olmaktır.

Bu, bir ağacın büyüme yazgısının gerçekleşmesi için gerekli toprak ve havaya sahip olma hakkı gibi bir haktır.”


“Takdir-i ilahi”/“aşikâr yazgı” (“manifest destiny”) inancının ateşli  savunucularından politikacı Caleb Cushing, 1859’da Massachusetts Temsilciler Meclisi’ndeki yaptığı konuşmada “seçilmiş halk” bağlamında beyaz ırka vurgu yapması, geleceğin dünyasında asimile edilecek hatta yok edilecek ırkların kimler olacağının bir işareti idi (5):

“Biz mükemmel beyaz ırkın temsilcileriyiz. Erkeğin sahip olduğu mükemmelleştirilmiş zekâsı, kadının sevme kabiliyetine yatkınlığı gibi beyaz ırkımızın gücü ve ayrıcalığı çok açıktır... Ben ancak benim gibi beyaz bir adamla -benim kanım ve ırkımdan olan- eşit sayılmayı kabullenebilirim. Amerikan Kızılderilisi, Asyalı sarı ırktan olanı ya da Afrika’nın siyah adamını değil.”


Nitekim ABD Senatörü Albert J. Beveridge, 27 Nisan 1898 tarihli Senato konuşmasında, ABD’nin; ‘üstün ırk (!)’ tarafından kurulan ve “Tanrı tarafından yönlendirilen bir devlet (!)” olduğunu açık bir şekilde ifade etmiştir:

“Amerikan cumhuriyeti, tarihin en üstün ırkının kurduğu bir cumhuriyettir. Tanrı tarafından yönlendirilen bir devlettir. Bu cumhuriyetin liderleri de yalnızca devlet adamı değil, aynı zamanda Tanrının Peygamberleridir.” (6)

 

“Senatör Albert J. Beveridge, 1900: Tanrı binlerce yıldan beri, Alman halklarını ve İngilizce konuşan halkları sırf kendilerince tembelce ve boş bir hayranlık duysunlar diye hazırlamamıştır. O, karışıklığın sürdüğü her yerde düzeni kuralım diye bizleri seçmiştir. Barbar ve yaşlanıp çökmüş halkları güdelim diye, bizi yönetici olmaya yeterli kılmıştır. Böyle bir kuvvet gelmemiş olsaydı, şu dünya barbarlığın ve karanlığın kucağına düşerdi. Ve bütün öteki ırklar arasından Tanrı, dünyayı yeniden diriltip düzene kavuştursun diye Amerikan ulusunu seçti.” (5)

Senatör bu konuşmasında şu dört noktaya vurgu yapmaktadır:

1. Üstün Irk, 2. ABD Tanrı’nın Devleti, 3. ABD Liderleri Tanrı’nın Peygamberleri. 4. Diğer Irkları Yönetme-Gütme Görevi.


Böyle bir devletin liderlerinin yaptığı her şey Tanrı’nın emriyle(!) ve Tanrı’nın koruması(!) altında gerçekleşmektedir.

ABD Merkez Bankası’nın (FED) elinden Dolar basmayı aldığı için öldürülen ABD

Başkanı Kennedy de yeryüzünde “Tanrı’nın yapacağı işi yapmakla görevli” olduğunu söylemesi, aynı mantığın ürünüdür (5):

«Amerikalılar istediklerinden değil, kader böyle istediği için dünya özgürlük kalelerinin nöbetçisidirler.» “...Tanrı’dan bizi korumasını ve bize yardımcı olmasını dileyelim ama unutmayalım ki yeryüzünde Tanrı’nın yapacağı işi yapmakla biz görevliyiz.”

11 Eylül 2001 tarihinde, ABD derin devleti tarafından yapılıp El Kaide’ye fatura edilen ABD New York’taki İkiz Kulelerin sivil uçaklar tarafından vurulması sonucunda bir ‘hafta tehlikeden dolayı, sığınaktan dışarı çıkamadığı’ iddia edilen ABD Başkanı George W. Bush’un 2001 yılında; “Tanrı beni ilahi bir misyonla görevlendirdi. Bu bir din savaşıdır; geniş ve uzun vadeli.  100 Yıl Sürecek Haçlı Savaşı başlamıştır. Ya benimlesiniz ya da karşımda… Bunlar (Müslümanlar) bizim yaşam tarzımıza karşıdırlar.” (7) şeklinde, Senatör Albert J. Beveridge’den, 103 yıl sonra yaptığı konuşma, aynı mantığın ve aynı stratejinin ürünüdür.

Senatör Albert J. Beveridge’nin konuşmasından (1898) 64 yıl sonra “300’ler Komitesi” üyesi, İsrail Başbakanı David Ben Gurion’ın 1962 yılında yaptığı bir konuşma bugünlerin kısa bir özeti ya da tasviri gibidir:


“Hayalimdeki 1987 yılında Soğuk Savaş sona ermiş olacaktır. Rusya’da büyüyen halkın özgürlük talepleri ve halk topluluklarının yaşam standartlarının yükseltilmesi için yapacağı baskılar Sovyetler Birliği’ni demokrasiye sürükleyecektir.

Diğer taraftan, çiftçi ve işçilerin artan güçleri ile bilim adamlarının artan politik erkleri Amerika’yı da planlı ekonomisi ile güdülen sosyal bir devlet hâline getirecektir.

Batı ve Doğu Avrupa bağımsız cumhuriyetlerden oluşan sosyalist ve demokrat bir federasyon hâlinde birleşecektir.
Bir Avrasya federal devleti olarak kalacak olan Rusya dışında tüm ülkeler dünya birliği içinde birleşeceklerdir.

Bu birliğin uluslararası bir polis gücü olacak ve diğer tüm ordular lağvedilecektir. Böylece artık savaşlar olmayacaktır.

İbrani peygamberi Yeşaya tarafından öngörüldüğü gibi Kudüs’te Birleşmiş Milletler tarafından tüm insanlar için büyük bir tapınak inşa edilecektir.

Yükseköğretim dünyadaki herkesin kullanabileceği bir hak hâline gelecektir.

Çin ve Hindistan’daki korkunç nüfus artışını, icat edilecek bir hap yavaşlatacaktır.” (8)

Ben Gurion’un bazı olaylarla ilgili öngörüsü, zamansal olarak sapmalar olmuş olmasına rağmen gerçekleşmiştir. SSCB 1989 yılında dağılmış, Doğu ve Batı Avrupa AB çatısı altında nispeten bütünleşmiştir. “İbrani peygamberi Yeşaya tarafından tüm insanlar için öngörülen büyük bir tapınak” henüz Kudüs’te inşa edilmemiş ama ABD, Büyükelçiliğini Kudüs’e taşıyarak “Asrın Antlaşması” adı altında Kudüs’ü İsrail’e tek yanlı olarak bağışlamıştır. (9) Büyük tapınağın BM tarafından yapılacağının ifade edilmiş olması, BM üzerindeki Siyonist etkinin gücünün bir işaretidir. Dikkat çeken en önemli nokta, “Tapınağın tüm insanlar için inşa edileceğinin” ifade edilmiş olmasıdır. Bu da geçen yazıda ifade ettiğimiz, “Tek devlet, tek para, tek hükümet, tek hukuk, tek kültür ve tek dinin” var olacağı(!) yaklaşımının ifade edilişinden başka bir şey değildir. (10)

Koronavirüs salgını ile Siyonist merkez tarafından başlatılıp yürütülen psikolojik harekâtta, virüs salgınına karşı “Küresel bir mücadelenin ABD önderliğinde, küresel bir yönetimle/hükümetle verilmesi, ulusal bazda verilmemesinin” istenmesi tesadüfi olmayıp Ben Gurion’ın seslendirdiği stratejinin uygulanması ile ilgili bir durumdur. Fakat mevcut ABD yönetimi, buna olumlu cevap vermeyip meseleyi ulusal bazda ele almıştır ve de bunda da kararlı gözükmektedir. Bunun üzerine ABD yönetimi, Kissenger, Bill Gates, Rockefeller ve Harari gibi Siyonist önderler tarafından ağır eleştiriye tabı tutulmuş ve ardından bazı eyaletlerde etnik merkezli sokak hareketleri, başlatılıp sürdürülmektedir. ABD içindeki bu kavga derinleşebilir.

ABD ve AB’deki gelişmeleri Siyonist Soros’un “4. Nesil Kadife Darbe girişimi” olarak değerlendirebiliriz. ABD’deki olaylar zinciri, Fransa merkezli olarak Avrupa’ya sıçramıştır. Gelişmelerin nasıl sonlanacağını kestirmek zordur. Olaylar zinciri açısından meseleye bakıldığında 1968 olaylarına benzer gelişmeler olmaktadır. Bu akımın, Türkiye’ye sıçrama tehlikesi mevcuttur. Türkiye dikkatli olmalı ve 1. Nesil, 2. Nesil (‘Arap baharı’(!) ve 3. Nesil (Taksim) Kadife darbe sürecini hatırlamalıdır. (11)

Siyonist Ben Gurion’ınÇin ve Hindistan’daki korkunç nüfus artışını, icat edilecek bir hap yavaşlatacaktır.” ifadesi, Çin’in Wuhan bölgesinde meydana gelen virüs salgınının mahiyetini açıklayan önemli bir belge niteliğindedir. Aradaki fark, hap yerine virüs kullanılmış; sadece Çin ve Hindistan’daki nüfus yerine tüm dünya nüfusu hedef alınmıştır. Demek ki son 30-40 yılda salgınla ilgili tüm roman, film ve bilimsel içerikli olduğu iddia edilen senaryolarda dünya çapındaki bir virüs salgınının Çin’den başlayacağının ifade edilmiş olması, tesadüfi değilmiş. Süreç, Siyonizm’in Yeni Dünya Düzeni stratejisini, kitlelere kabul ettirebilmek için bir “beyin yıkama ve zihin kontrol yaklaşımı” olarak değerlendirilmelidir.

Gelişmelerin bir başka boyutu da 3. Dünya savaşını başlatabilecek güçler olarak ABD ile Çin’i karşı karşıya getirme amaçlı olabilir. (12, 13) 

Dikkat edilmesi gereken çok önemli bir nokta da Siyonist hareket, kendi menfaatine olan tüm işleri, faaliyetleri, muhatabın menfaatine imiş ya da ortak menfaatmiş gibi sunmaktadır. Bunda da iyi beceri sahibidir. “Yumuşak Güç Teorisi” (Soft Power), “Akıllı Güç Stratejisi” ve “Model Ortaklık” bu varsayım üzerine oturtulmuştur. (14-17) ABD’de George Kennan, 1948 yılında yaptığı konuşmada, Siyonizm’in menfaatlerini Amerikan’ın menfaati imiş gibi sunmaktadır:

“Biz dünya nüfusunun %6,3'ünü oluşturuyoruz fakat zengin­liğinin ise yarısına sahibiz. Bu farklılık özellikle bizler ve Asyalılar kadar büyük. Böyle bir durumda kıskanılma ve gücenilmeyle karşılaşabiliriz. Gelecek dönemdeki asil göre­vimiz, ulusal güvenliğimize bir zarar getirmeden bu farklılık durumunu sürdürebileceğimiz bir ilişki kalıbı tasarlamaktır. Bunu yapmak için de tüm duygusallık ve hayallerden uzak durup dünyanın her yerindeki ulusal hedeflerimize odaklanmalıyız. Kendimizi, çıkarlarımızdan fedakârlık ederek dünyanın iyiliği için lüksümüzden vazgeçeceğimiz konusunda kandırmamıza hiç gerek yok.” (18)

Görünürde ABD nüfusunun, gerçekte Yahudi nüfusunun, dünya nüfusuna oranla az olmuş olması ve fakat zenginliğin çok yüksek olmasından kaynaklanacak tehlikenin farkında olunmasını istemekte, hayalci davranılmaması gerektiğine dikkat çekmektedir. Nüfus dezavantajını avantaja çevirebilmenin yollarının aranması gerektiğini, muhtemelen Dünya nüfusunun azaltılması, bunda da duygusal davranılmaması gerektiğine özel vurgu yapmaktadır.

Bu yaklaşım tarzı, Siyonizm’in yukarıda verilmiş olan Siyonist Amentünün 2, 3 ve 4. varsayımlarının farklı bir kalıpta ifade edilişinden başka bir şey değildir. Tüm Siyonistler için Dünya nüfusunun azaltılması, son derece önemli bir stratejik hedef olarak kabul edilmektedir.

Kendilerini Tanrı (!) yerine koymak ya da Tanrı olmak (!) düşüncesi, pek çok Siyonist önderin, bilim insanının ve araştırmacıların kafasında bir takıntı olarak vardır. Nitekim Prof. Abigail Salyers, gen jokeylerini ‘Tanrılık iddiasında’(!) olmakla eleştirmektedir:

“…Antibiyotiğe dirençli genlerin aktarılmasını yavaşlatmak ya da durdurmak için ne yapılabilir? Ancak gen jokeyleri, koyuna insan, domatese sığır genlerini suni yöntemlerle iliştirmelerinin sonuçlarını Tanrı gibi görebildiklerini iddia etmektedirler.” (18)

 

14 Nisan 2006’da Roma Katolik Kilisesi’nden Papa 16. Benedict, genetik bilimcileri   'Tanrı olmaya oynamakla (!)’ suçlamıştır:

'Tanrı tarafından istenilen ve plânlanan yaşamın gramerini değiştirme', ‘Tanrı olmadan Tanrı'nın yerini almaya çalışmak riskli, tehlikeli ve delice bir cürettir'. “…Anti-genesis (yaratılış karşıtlığı) aileyi ortadan kaldırmayı hedeflemiş şeytanî bir gururdur. (18)

 

300’ler Komitesi kitabında John Coleman, her biri birer Siyonist yapı olan “Dionysos Tarikatı, İsis Tarikatı, İlluminati, Katharsistler, Bogomiller ve Komünistlere dayanan gizli elit grubun amaçları nedir?” sorusuna verdiği cevapta, 23 maddelik bir planı hayata geçirmek isteyen ve kendilerini “Tanrı’nın üstünde gören” “Olimpos Kurulu” diye bir kurulun varlığından bahsetmektedir:

“Bu elit grup kendisini “Olimpos Kurulu” olarak da nitelendirmektedir çünkü kendilerini Olimpos Tanrıları kadar güçlü saymaktadırlar. Şeytana tapanlar misali bu elitler kendilerini Tanrı’nın üstünde görerek aşağıdaki amaçları gerçekleştirmeyi kendilerine verilmiş kutsal bir hakka dayandırmaktadırlar…” (19)

Siyonist öğretilerin hemen hemen hepsinde ‘kutsal’, ‘Tanrılaşmış’, “Sırrı bilen” özel insanlardan bahsedilir.  Muhtemelen bir Dolar’daki piramidin en tepesinde “herkesi ve her şeyi gözetleyen, gören gözün” altındaki, 3’ler, 13’ler ve 33’ler meclisi ile 300’ler komitesinde bulunan ve İblis’le irtibatlı insanlar kast ediliyor olabilir:

“lluminati'nin olağanüstü çalışması -dünya gezegenindeki insanlığın dönüşümü- 1990'larda büyük ölçüde tamamlanmış olacak. Bu yüzyılın en kötü medyumu, kendisine “İblis, 666” demekten zevk alan İngiliz Aleister Crowley bu tahminde bulunmuştu.
1904 yılında basılan, Kanun Kitabı isimli iğrenç kitabında Crowley, “Horus” ismindeki şeytani bir ruhun kendisine bu bilgiyi verdiğini iddia ediyordu. Horus aynı zamanda Crowley'e 1940’ların, kan dökülecek, kaos ve savaş yılları olacağını da söylemişti. (İkinci Dünya Savaşı'nın çıkmasıyla gerçekleşmiş şaşırtıcı bir kehanet.)

Öyle görünüyor ki Crowley'in ruhani rehberi Horus'a kaos iyi geliyor. Aslında, kaos
sayesinde Şeytan amaçlarına ulaşabildiği için tüm şeytani güçler kaosa bayılır. Şeytani Öğreti, ancak planlanmış bir büyük kargaşa ve kaos döneminin ardından Yeni Dünya Düzeni'nin kurulabileceğini öne sürer. Söz konusu “kaostan kaynaklanan düzen” kavramı, tüm Mason öğretilerinin temelindeki ortak öğedir…

Crowley bilgili bir Mason'du ve Asil Sırrı iyi biliyordu; 20. yüzyılın son yıllarında meydana gelecek kaosun doğrudan sonucu olarak küresel dengeye veya senteze ulaşılacaktı. Ardından Yeni Medeniyet doğacak, bu da ruhani açıdan üstün küçük bu grup tarafından yönetilecek küresel bir toplumun doğuşuyla sonuçlanacaktı. Şeytanın güç verdiği tanrı-adamlar kusursuz olacaktı.” (20)

‘Gezegen Komisyonu’ başkanı John Randolph Price, İnsanüstü Yaratıklar isimli kitabında, “dünya üzerinde Yeni Çağ Krallığı kuracak bazı ruhani varlıklardan bahsediyor. Yeni Çağın hayli gelişmiş ve “aydınlanmış” ‘insanüstü yaratıklar’ tarafından yönetileceğini söylüyor. “İlahi Plan”a göre, yeni ve parlak bir çağ başlamadan önce ‘dünyanın temizlenmesi’ gerektiğini söylemektedir.” (20)

1983 yılında Hıristiyanlar Uyanıyor gazetesi, “Tanrı'nın Krallığı” gibi gösterilecek bir diktatör süper devletin doğacağını haber veriyordu:
“Görünürde Komünizm diye bilinen tez var. Bir de anti-Komünizm denilen antitez. Tez ve antitez tamamen zıt gibi görünüyor ve sanki fikir mücadelesi içindeler.
Son olarak planlandığı gibi sentez içinde birleşiyorlar. Sentez ya da nihai biçim ise, sahte bir hayırsever görünümü ardında “Tanrı’nın Dünya Üzerindeki Krallığı”- para ve servet tekeli, yani tekel Kapitalizmi (Faşizm) demek olan küresel bir süper devlet olacak.”
(20)

     Tarihte “büyücüler, sihirbazlar ve anlaşılması güç filozoflardan” oluşan Simyacılar denilen bir hareket var. Ne zaman başladığı kesin bilinmemekle beraber, Orta çağlarda etkin olduğu bilinmektedir.  Bunlar simya sayesinde “kurşun gibi baz metallerin altına dönüştürebileceğini”, “insanların yaşlılıktan tekrar gençliğe döndürülebileceğini” ileri sürüyorlardı. Altın ve gençleştirme söylemleri ile insanlar üzerinde etkili olabiliyorlardı. Siyonist hareket, halk kitlelerinin olağanüstülüklerden etkilenmesini göz önüne alarak bu harekete sızarak hareketi, kendi stratejik hedeflerine yönlendirip kontrol altına almıştır.
Simyacı hareket, Siyonizm’in bir kolu olarak çalışmaya başlıyor ve “kendi kendine Tanrılaşma teorisini” inşa ederek “insanın, kendi gayretleri sayesinde” “Tanrı” olabileceğini iddia ediyorlar. Gerçekte bunların Tanrıları şeytandı ve “Kaostan Düzene” teorisinin gizli savunucuları ve inşacıları oldular. (20)

70'lerde, İlluminati'nin inşa ettiği “Yeni Çağ Hareketi” geniş kitlelere sirayet ediyordu. Gezegen Komisyonu'nun kurucusu Yeni Çağ lideri John Randolph Price’a göre, gezegende “aydınlanmış insanüstü yaratıklar” var olup kendisi bunları rehber edinmiştir. Bu “insanüstü yaratıklar,” kendisine “Dünyanın Üzerindeki Ruhani Çağa” doğru yavaş yavaş ilerlemekte olduğunu açıklamışlardır:

“Devrim başladı... gidişat hızlanıyor. Tüm dünyada, kadınlar ve erkekler yükselerek, bir gün tüm evreni yönetecek yeni ırkın bir parçası olmak için öne çıkıyorlar. Şimdi hep birlikte ilahi plana uygun olarak, geleceği yaratabiliriz.” (20)

Mason olan Alice Bailey, Yeni Uluslararası Ekonomik Düzen isimli eserinde, İlluminati'nin kullandığı “yeni yaratı” kavramsallaştırmasına açıklık getirmeye çalışıyor:

“Eski dünya düzeninin bozulduğu ve kaosun hüküm sürdüğü günümüzde, yeni yaratı süreci ilerliyor: bu, insan hayatını baştan aşağı yeniden düzenleyecek bir yeniden yapılandırma işlemi...” (20)

Ayrıca mason Bailey, Yeni Çağda Müritlik  kitabında, “İlluminati Tanrısının, dünyanın “kaos hâlinden planlanan “güzelliğe” geçmesini sağlayacak olan “anlam politikası” planını hazırladığını iddia ediyor. (20)

ABD senatörü ve Bill Clinton’ın Başkan yardımcısı olan Al Gore, Dengeli Dünya: Ekoloji ve İnsan Ruhu isimli kitabında, “dünyadaki ekolojide ruhani bir boyut olduğunu, ona tapınmanın doğru olduğunu”, “Hıristiyanlığın temelde kötü olduğunu”, “Hinduizm, Budizm ve diğer doğu dinlerinin” ve “Amerikan yerlilerinin Şamanizm’inın daha doğru olduğunu”, fikir zenginliği sunduğunu”, “herkesin içinde bir Tanrı” olduğunu savunuyor.  “Tanrının içimizde olduğu fikrini kâfirlik” kabul eden Hıristiyanları eleştiriyor.” “Tanrı, yukarılarda cennet diye bir yerlerde yaşayan bir kişi değil…” “Herkes Tanrı.” “Bir kişi akıl gözüyle tüm yaratılanları bir araya getirirse, yaratıcıyı canlı bir şekilde görebilir.”  “Doğa her şeyiyle Tanrı'dır.”  “İnsanlığın kaderi, gelecekte yeni bir dinin ortaya çıkmasına bağlı. Böyle bir dinle güçlenerek, dünyayı yeniden kutsama imkânına sahip olabiliriz.” (20)

ABD Başkan Yardımcısı Al Gore, İlluminati Tarikatı kurucusu, Adam Weishaupt’un; “Ah insanlar, size inandırılamayacak bir şey var mı? Yeni bir dinin kurucusu olacağımı hiç düşünmemiştim.” (20) demiş olması, şirk dininin (‘tek din’) hangi karanlık merkezlerde inşa edilmeye çalışıldığının en güzel bir ifadesidir.

Günümüzde yeni Siyonistler, “büyük devrimin” zamanının geldiğini düşünerek Tanrı fikrine şiddetli karşı çıkmaktadırlar:

“Wendy Brown: “Tanrı insanın paçalarından tutup onun ilerlemesini, güç elde etmesini engelleyen bir sanıydı. Biz Tanrı’ya karşı sorumluluklarımızı reddederek 200 yıldır dünyanın efendisi olduk.”

…Bu aşamadan sonra, hâlâ dünyanın patronu olmak için Tanrı’yı ve O’na karşı sorumluluklarımızı reddetmek yetmeyecek: Bundan sonra Tanrı’dan geriye kalan hayaleti / hortlağı da yok etmeliyiz. Vurmamız gereken hedef, ahlâktır…” (21)  

 

Harari:… Bulutların üstündeki Tanrının akıllı tasarımı değil, bizim akıllı tasarımımız ve bulutlarımızın akıllı tasarımı. Tanrı olmak istemek değil, Tanrı olmak istememektir ahlaksızlık…” (22) 

“Monbiot:…Birleşik Devletler artık sadece bir millet değil, o şimdi bir din… Amerika Birleşik Devletlerinin artık Tanrıya yakarmaya ihtiyacı yok; kendisi Tanrı…(5)

Yukarıdaki ifadeleri birkaç kez okuyun. İfadelere dikkat edin, bunlar, sadece Tanrı’ya karşı çıkmıyorlar (!), aynı zamanda da “İnsanüstü Irkın (!)” rahat yaşayıp yöneteceği yeni bir dünyanın inşası için “ıskartalar (!)” dan da kurtulmak istiyorlar. Dünyanın, “gereksizlerden”, “ikinci sınıf mensuplarından” temizlenmesi fikrini (Soy arıtım, dünya nüfusunun azaltılması, nüfus kontrol, nüfus planlaması vb.), utanmadan, sıkılmadan seslendirmektedirler.

Açıkça soykırım istiyorlar.


Arka Plan: Kavramsal Değişim: Soy Arıtım, Doğum Kontrolü, Aile Planlaması, Nüfus Planlaması, Kalıtım

Nüfusun azaltılması ve kontrol altında tutulması ile ilgili çalışmaların tarihi eski olmakla beraber, teorik bir zemine oturtulmasının bir İngiliz köy vaizinin oğlu ve East India Company çalışanı olan İngiliz Papaz Thomas Robert Malthus’a dayandırıldığı belirtilmektedir. (19, 23, 24) Malthus’un Nüfus İlkesi Üzerine Bir Deneme 1789 Yılı, adlı kitabında nüfus artışının kontrol edilmesi gerekçeleri tartışılmaktadır. Malthus’a göre “İnsan nüfusu geometrik olarak”, “ihtiyaçlara ilişkin imkânlar” aritmetik olarak artmaktadır. O nedenle “Nüfus artışı kontrol edilmelidir.”:

“…Nüfus kontrol edilmediğinde geometrik bir oranda artar. Yaşamı sürdürme eylemi ise yalnızca aritmetik bir oranda artar. Rakamlarla hafif bir aşinalığa sahip olunduğunda, ikinci önermeye kıyasla ilkinin gücünün yoğunluğunun daha fazla olduğu görülecektir.”

“…Geçim araçlarının fazla olduğu ve buna paralel olarak da geçim düzeyinin görece daha iyi olduğu, halkın daha ahlâkî değerlere sahip olduğu ve dolayısıyla da erken evliliklerin Avrupa’daki modern devletlerden daha düşük olduğu Amerika Birleşik Devletleri’nde, nüfus 25 yıl içinde kendisini ikiye katlamıştır.

Bu artış oranını, nüfusun azamı gücü yetersiz olsa da fiili bir deneyimin organik bir sonucu olarak genel bir kural şeklinde ele alacağız ve diyeceğiz ki; nüfus kontrol edilmediğinden her yirmi beş yılda bir kendini ikiye katlayacak veyahut da geometrik oranda bir artış gerçekleştirecektir.” (25)

Malthus’a göre dünyaya bir çocuk getirmek, insanoğlunun standartlarının düşmesine sebebiyet vermektedir. “Nüfusun bu üstün gücü, sefalet, ahlak bozukluğu üretilmeksizin kontrol edilemez!”:

“…Dünyaya bir çocuk getirmek, insanoğlunun yaşam standardını düşürmeyecek mi? Söz konusu kişi, şu an ki hissettiği zorluklardan daha büyüğüne maruz kalmayacak mı?

“…Söz konusu nüfusun geçim araçları olmadan artamayacağı önermesi, hiçbir açıklamaya veyahut da örnekleme ihtiyaç duyulmadan kanıtlanmış bir geçekliktir. Bununla birlikte nüfus, geçim araçlarının olduğu her yerde sürekli olarak artacaktır. Şimdiye kadar var olan bütün insanlık tarihi de bu önermeyi fazlasıyla ispatlamış ve ispatlamaya devam edecektir.

“…Nüfusun bu üstün gücü, sefalet, ahlâk bozukluğu üretilmeksizin kontrol edilemeyeceğini, insan hayatındaki bu türden kötü durumların ve bunları üreten fiziksel nedenlerin devam etmesinin ise bu durumun çok fazla ikna edici bir tanıklık üretilmesini sağladığını göstermektedir.” (25)

     Malthus’a göre nüfusun artışını “erken evlilikler” tetiklemektedir. Bu nedenle erken evliliklere mani olunmalıdır:

“…Erken yaşta evliliklerin, bütün Çinliler arasında oldukça yaygın ve genel kabul görmüş bir durum olduğu söylenmektedir. …Lüzumsuz ve gereğinden fazla nüfusun mutlaka erken evliliklerin yaygınlığı nedeniyle oluştuğu söylenebilir.  Bu normalden fazla olan nüfus ise ara sıra ve tesadüfi oluşacak kıtlık ve açlıkla ve sıkıntılı zamanlarda Avrupalılarca kabul edilenden muhtemelen daha sık çocuk yapma alışkanlığı bastırılmalıdır.” (25)

Malthus, İngiliz hükûmetinin fakirler için yardım planlarına,fakirlerin daha fazla çocuk sahibi olmalarına yol açacağı” gerekçesiyle karşı çıkıyor ve “parası olmayana çocuk doğurma hakkı” verilmemesini savunuyor:


        “…Evlilik olayı belki de yaşam standartlarının iyice gelişkin olmasına kadar ortaya çıkmayabilir.” (25)

Malthus, nüfusun artışını engellemek için “toplumun en düşük sınıflarında nüfus kontrolü yapılması” gerektiğini savunmaktadır:

 

“…Nüfusa yönelik olumlu kontrol tümcesinden kastım, zaten başlamış olan bir nüfus artışını baskılayan bir kontrolün esas olarak, belki de toplumun en düşük sınıfı ile sınırlı olmasıdır.” (25)

1789 yılında Malthus’un ortaya koyduğu teoriye atıfta bulunmamızın sebebi, Siyonist Hareketin Malthus’u referans almış olması, onun önerilerini hayata geçirmeye stratejilerinde yer vermiş olmalarından dolayıdır. Yol boyu bu gerçeğe vurgu yapılacaktır.

Malthus gibi düşünen İngiliz Sir Francis Galton (1822-1911), Kalıtsal Deha kitabında (1869), “Ruhsal yönden dengeli, zeki ve özel yetenekli insanlar ancak belirli aileler arasından çıkar.” “Bu özellikler kalıtımsaldır.” O nedenle insanların soy kütüğü önemlidir. O nedenle, “Sağlıksız bireylerin dünyaya gelmesi engellenmelidir.” Bu işleme / operasyona, o dönem soy arıtımı (eugenik: öjeni) adı verilmiştir. (26)

Alan Gregg, 1922-1956 döneminde 34 sene Rockefeller Vakfı’nda tıp bölümünün başında bulunmuş; Malthus ve Galton’un fikirlerine benzer fikirleri savunmuştur. Gregg, yazdığı bir makalede, nüfusun artmasını insan vücudunda kanserin gelişmesine benzeterek soy arıtımına vurgu yapmıştır:

“İnsan vücudunda kanserin gelişmesi ile ekolojik ekonomide nüfusun artması arasında büyük bir paralellik vardır. Kanserin büyümesi için gıda gerekir ama tedavi edildiği hiç görülmemiştir. Benzer durumlar, yağmalanmış gezegenimizde daha önce de görülmüştür.” (18)

Gregg, Science dergisine verdiği demeçte ise “Kenar mahalleri kokuşmuş bir tümörden daha kötü ve tehlikeli” olarak vasıflandırmıştır:

“Büyük şehirlerdeki derme çatma mahalleler ne kadar da ölü tümörleri andırmaktadır.” “Hangisi asalet ve güzellik için daha iticidir? Kokuşmuş bir tümör mü, yoksa kenar mahalleler mi?” (18)

Siyonizm, amentüsünün 2, 3 ve 4. varsayımlarını hep bu tür çalışmalar üzerine bina etmeyi becermiştir. Kendileri üretmese bile üretilenlerden yararlanmayı bilmişlerdir.

Malthus’tan itibaren nüfusun azaltılması için kullanılan kavram “soy arıtım” iken Hitler sonrasında, Nazi ırkçılığını ve üstün ırk programlarını hatırlatmasından dolayı, soy arıtım kavramı itici bir kavram hâlini gelmiştir. 1956'da yazılan bir makalede “Soy arıtım ismi bazı çevrelerde tepki yaratıyor. Nerede hata yaptığımızı kendimize sormalıyız. Her şeye sahibiz ama soy arıtım hare­ketini öldürdük.” denerek soy arıtım hareketinin öz eleştiri yapması istenmiştir. (18)

Soy arıtım ekolü mensuplarından Osborn, soy arıtım kavramı yerine daha cazip başka bir kavramın kullanılması gerektiğini savunmuştur:

“Neredeyse evrensel ve insan doğasına işlemiş bir özelliği hesaba katmayı unuttuk. İnsanlar kendi karakterlerinin aktarıldığı kalıtsal temelin aşağı olduğunu ve bir sonraki nesilde tekrar edilmemesi gerektiğini kabul etmek istemiyorlar.”

“…Bu seviyede doğum oranlarının azaltılması, gelecek nesillere zekâ özürlü çocukların aktarılmasına engel olacaktır. En acil politika, her sınıftan insana eşit olarak aynı prosedürleri uygulayabilmektir. Soy arıtım amaçlarımızı başka bir isim altında yürütmeliyiz.” (18)

“İnsan Genom Projesi” adı altında yürütülen “Soy Arıtım Hareketi” (Öjeni Programı: “kötü genlerin” belirlenmesi ve ortadan özel ilaçlar, biyolojik silahlar ve hastalıklar yoluyla yok edilmesi) itibar kaybettiği için isim değiştirmek zorunda kalmıştır.

İkinci Dünya Savaşı’ndan önce kullanılan terim soy arıtımı iken savaştan sonra, 1952’den itibaren “soy arıtım” yerine, aynı amaç için insanları çok fazla rahatsız etmeyecek “aile plânlaması”, “nüfus plânlaması”, “nüfus kontrolü”, “nüfus uzmanları”, “kalıtım” ve “halk sağlığı” gibi terimler kullanılmaya başlanmıştır. (18) Artık zehir, altın kâse içerisinde sunulmaktadır.

Kavram değiştirilmiş ve fakat işin özü değiştirilmemişti: “Değersiz ırkların (!)” üremesi, “üstün ırkın” korunabilmesi için kontrol altına alınacaktır. (18)

Rockefeller, Harrıman, Banker J.P. Morgan Jr., Mary Duke Biddlc, John Harvey Kellogg, Cleveland Dodge, Proctor & Gamble’ın sahibi Clarence Gamble gibi zenginler tarafından desteklenen Amerikan Soy Arıtımı Derneği, 1959 yılından itibaren soy arıtım çalışmalarını “kalıtım bilimi” adı altında yürütmeye başlamıştır. (18)


İlginç olan Kaliforniya’nın, soy arıtım için bir model eyalet oluşuydu. 1909’da çıkan yasayla “tüm zekâ özürlü ve geri zekâlı hastalar, danışman doktorlar tarafından gizlilik içinde, yaklaşık 9,782 kişi kısırlaştırılmışlardır. (18) 1930 yılı itibariyle ABD eyaletlerinin yaklaşık üçte ikisin­de soy arıtımı yasaları kabul edilmiş ve halk sağlığı adına 67 bin insan kısırlaştırılmıştır. (23)

1920’lerde Amerikan Soy Arıtımı Derneği’nin önde gelen üyelerinden, Uygulamalı Soy Arıtımı adlı eserin yazarı Dr. Paul Bowman Popenoe kitabında, “akıl hastalarının ırk için fayda değil, yük olduğunu” bunun için de üç farklı yolla “infazın kaçınılmaz olarak” yapılabileceğini savunmakla, insanlıktan nasibi olmadığını ortaya koymuştur:

“Görünüşe göre ilk metot infazdır. Bir ırkın standartlarının korunması açısından infazın değeri küçük görülemez.” “Aşırı soğuk gibi çevresel bir etki, bir bakteri ya da bedensel bir kusur yoluyla bireyin yok edilmesi mümkündür.” (18)

Dünya nüfusunu azaltmak için öngörülen ve de uygulanan bu yaklaşımlar bize; Kur’an’ın şu ayetlerini hatırlatmaktadır:


“…Yoksulluk endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin; onlara da size de biz rızık veririz. Şüphe yok, onları öldürmek büyük bir hata (suç ve günah) dır.” (17 İsra 30-31)

 

Siyonizm’in Öngördüğü Dünya Nüfusu: “500 Milyon”

     Siyonist zümrenin, son yıllarda “seçkinler” / “elitler”/ “insanüstü ırk”/ “süper insanlar” edebiyatı ve “dünya nüfusunun fazlalığı”, “atıklar sorunu”, “gereksizler”, “robotların hayatın her alanına girdiği ve girmesi gerektiği” tarzında yoğun psikolojik harekât yapması, “Tanrı’nın Krallığı’nın” ilan edilmesi için şartların olgunlaştığına inanmış olduklarından dolayıdır. Koronavirüs salgını ile birlikte ilan etmek istedikleri “Küresel Dünya Hükûmetine” ABD Başkanı ve onu destekleyen kesimin yaklaşmaması, yüz vermemesi ile ABD’de bir iç kavganın başlatılmış olması, dünya nüfusunu azaltmak için öngördükleri tüm dünya nüfusunun aşılanması stratejinin uygulanamaması tehlikesinden dolayıdır. 

İsrailli Siyonist Prof. Harari başta olmak üzere bazı yazar, akademisyenler, yazdıkları makale ve kitaplarda, Siyonist Amentünün 2, 3, 4. varsayımlarına uygun olarak “seçkinler”, “elitler” ve “süper insanlar” tabirlerini sık sık kullanarak bir zihinsel alt yapı oluşturmaya çalışmaktadırlar. Harari, Hayvanlardan Tanrılara Sapiens, Homo Deus, 21. Yüzyıl İçin 21 Ders adlı kitaplarında değişik vesilelerle böyle bir zümreden, sınıftan bahsetmektedir:

“…İnsan hakları ya da insan eşitliği, en güçlü insanları hadım ederek süper insanların gelişmesinin önüne geçilebilir, hatta bunlarla Homo Sapiens’in bozulmasına ve soyunun tükenmesine bile neden olabiliriz.”

…Eğer seçkin bir millet insanlığın gelişimine devamlı ön ayak oluyorsa onu, insan türünün evrimine bir katkı sağlamayan diğerlerinden üstün tutmalıyız.”

…Nasıl ki Homo Sapiens (bugünün insanı) maymunlara ya da neanderthale “ne istersin” diye sormamışsa, geleceğin süper insanı “Homo Deus” da bugünün insanı Homo Sapiens’e kanunları yaparken, “Ne düşünüyorsun, ne istersin?” diye sormayacak.”(22)

Stephen Hawking de 2018 yılında yazdığı kitapta “insanüstü bir ırktan” ve bunun “insanlığın sonunu getirmesinden” bahsetmektedir: “Zenginlerin, çocuklarının DNA’ları üzerinde yapacakları değişikliklerle oluşacak insanüstü ırk, insanlığın sonunu getirecek.” (27)

Dünya nüfusunun ne kadar olduğuna ilişkin farklı kaynaklarda, farklı bilgiler bulunmaktadır. Bazı araştırmalara göre 1900'de 1,6 milyar, 1950'de 2,5 milyar, 2006'da 6,5 milyar, 2011’de 7 milyar olan dünya nüfusu; 2025'te 8,2 milyar, 2050'de ise 9 milyar, 2075’te ise 11 milyar civarında olacaktır. (24) Bir başka araştırmaya göre 14 Mayıs 2018'de Dünya nüfusu 7.622.106.064 ve 25 Nisan 2020 itibariyle dünya nüfusunun 7.784 milyar olduğu tahmin edilmektedir. ABD Sayım BürosuBirleşmiş Milletler, 2018 yılında Dünya nüfusunu 7.472.985.269 olarak hesaplamıştır. (28)

     Bazı araştırmalara göre de dünya nüfusunun 2040-2050 yılları arasında 8 ila 10,5 milyar arasında olması öngörülürken; BM’ye göre 2050 için 9,8 milyar ve 2100 için de 11,2 milyar olacaktır. Daha başka araştırmalarda Dünya nüfusunun 2100 yılında 10-12/15 milyar arasında olacağı öngörülmektedir. (28)

194 ülke içinde dünyanın en kalabalık ülkeleri sırasıyla Çin Halk Cumhuriyeti, Hindistan, ABD, Endonezya ve Brezilya’dır. Hindistan’ın nüfusunun Çin’i geçeceği ve en hızlı nüfus artışının ise Afrika’da yaşanacağı öngörülmektedir. Nüfus artış hızı, AB ülkelerinde 1,6, Afrika’da 4,8 (Nijerya’da 7,6)’dir. Dünya nüfusu yılda yaklaşık 65-70 milyon artmaktadır. (29)

Kendilerine “Seçkinler (!)” diyen bazı kesimler/Siyonistler, kendilerinin “efendi” geri kalanlarının ise “kimliksiz köle” olduğu bir dünya (Yeni Dünya Düzeni) tasavvur etmektedirler. Bu nedenle yukarıdaki dünya nüfusu ile ilgili rakamlar, Siyonistlerin uykusunu kaçırmaktadır. Öngördükleri “Tek Dünya Devleti” ve “Tek Dünya Hükûmetinde” böyle bir nüfusu kontrol etme şanslarının olmadığını görmektedirler. O nedenle 1962 yılında İsrail Başbakanı David Ben Gurion’un ifade ettiği gibi dünya nüfusunu azaltacak “haplara” ya da “virüslere” ihtiyaç vardır.

Bu kesim uzun zamandır mevcut dünya nüfusunun fazla olduğunu ileri sürerek “dünya nüfusunun ciddi bir şekilde azaltılması” gerektiğini savunmaktadırlar.

1977'de yayımlanan Eka-Bilim kitabının yazarlarından biri olan Bay John P. Haldem, “Yeryüzündeki insan nüfusunun en fazla bir milyar olması gerektiğini” ifade etmiştir. (24)

ABD’nin Georgia eyaletinde Elbert kasabasında, “Yeni Dünya Düzeni İçin 10 Emir”in yer aldığı ve “dünya nüfusunun 500 milyona indirilmesi” gerektiğinin belirtildiği “Georgia Rehbertaşı Anıtı”nın varlığı bu açıdan dikkat çekicidir. Anıtın yapımı 1979 yılında başlamış ve 1980 yılında bitilmiştir. (Şekil-1) Anıt üzerinde yer alan ve 8 farklı dilde yazılan “Yeni Dünya Düzeni İçin On Emir” aşağıda verilmiştir (29-31): 

     “İnsan nüfusunu daima doğa ile uyumlu olarak 500 milyonun altında tut.

     Farklılıkların ve uygunluğun, gelişiminin çoğaltılmasını bilgece idare et.

     İnsanlığı yaşayan yeni bir dil ile birleştir.

     Tutku, inanç, gelenek ve her şeyi yönet.

     İnsanları ve ulusları, adil yasalar ve hakkaniyetli mahkemeler ile koru.

     Bütün anlaşmazlıkları ülkeler üstü bir mahkemeye bağla.

     Küçük yasalar ve kullanışsız protokollerden kaçın.

     Kişisel hakları, sosyal görevler ile dengele.

     Gerçeği, güzelliği, aşkı, sonsuzlukla ahenk kurma arayışını takdir et.

     Dünyada bir kanser olma, doğaya yer bırak, doğaya yer bırak.”

Anıt kendisini Robert C. Christian olarak tanıtan bir şahıs tarafından yaptırılmıştır. Georgia eyaletinde Elbert kentindeki Elberton Granite Finishing adlı şirkete gelen bu şahıs, “Ben küçük bir grup Amerikalının adına burada, hem saat, hem takvim, hem rehber olacak bir granit anıt siparişi vermek istiyorum.” diyerek hiç pazarlık yapmadan, verilen fiyata razı gelerek anıtın yapımını sipariş vermiştir. (29-31)

Şekil-1: “Georgia Rehbertaşı Anıtı”(30)

“...Küçük bir grup Amerikalı” tabiri ile kim kastedilmektedir ve amacı nedir?

Dünya nüfusunu 500 milyonun altına indirmek istemelerinin sebebi nedir? Sorulması gereken en önemli soru, Dünya nüfusunu 500 milyonun altına indirmek için öngördükleri strateji ve politikalar nelerdir? sorusudur.

“Georgia Rehbertaşı Anıtı”nı yaptıran “Küçük bir grup Amerikalının” kim olduğunu bilmiyoruz; ancak anıtta yer alan “dünya nüfusunun 500 milyon civarına indirilmesi” ile ilgili çalışma yapanları, değişik zamanlarda yapmış oldukları açıklamalardan tahmin etmek zor değildir.

Rockefeller ile yapılan bir röportajda, “Sistemin işlemesi için 300-500 milyon insana ihtiyacımız var. Gerisi fazlalık.” demiş olması, öngörülen “Yeni Dünya Düzeni” için gerekli olan dünya nüfusuna ilişkin özel bir planlama yapıldığına işaret etmektedir. (27)

Bill Gates’in TED konferanstaki konuşmasında; “Dünya’da 6,8 milyar insan var ve bu rakam 9 milyara doğru çıkıyor. İyi bir aşılama programı ve sağlık hizmetiyle bunu %10-15 azaltabiliriz.” demekle, “Küçük bir grup Amerikalının” içinde yer almış olduğunu ifade etmiştir. (32) Aynı zamanda da çok ciddi bir itirafta bulunmuştur. Manası şudur: Ürettiğimiz aşılar kısırlık yapmaktadır.

Koronavirüs salgınından sonra büyük bir telaş ve heyecan içerisinde tüm dünyanın aşılanması gerekir demesinin farklı boyutları olabilir: 1. Aşı ile insanları kısırlaştıracaklar. 2. Tüm dünyayı aşılayarak çok büyük bir para kazanacaklar. 3. Virüs fabrikasyon olabilir. 4. Aşı ellerinde mevcuttur.

CNN'in kurucusu Ted Turner; “Bence, nüfus kontrolü son derece önemli. Kendi servetimden bir milyar doları Birleşmiş Milletler Nüfus Kontrolü Programı'na bağışladım. Ben, üstünde 225 milyon insanın yaşadığı bir dünyada rahat olabilirim, daha fazlasını istemem.” (24) diyecek kadar vahşileşmiştir. 

Muhtemelen Ted Turner’in yaptığı yardımın ve teklifin bir sonucu olsa gerekir ki; “BM'nin Küresel Biyoçeşitlilik Belirleme Raporu”nda, “Yeryüzündeki insan sayısının yüzde 85 azaltılması” önerilmektedir. (24) Bugünkü dünya nüfusunun 7 milyar civarında olduğu varsayılırsa; BM Raporuna göre bu nüfusun yüzde 85’i, yani yaklaşık 6 milyar insan bir şekilde yok edilmelidir.

       Dünya nüfusunun azaltılmasına ilişkin hedef kitle, tarihi süreç içerisinde değişiklik arz etmektedir. Maltus, alt sınıftan olanların çoğalmasına engel olunması gerekir derken Dr. Alexis Carrel, Bilinmeyen İnsan kitabında, “hapishanede ve akıl hastanesinde olanların korunmaması gerektiğini” savunmuştur:

“Çok sayıda özürlü ve suçlu olması çözülmemiş bir sorundur. Bunlar, normal nüfus için büyük bir yüktür. Hapishanelerin ve akıl hastahanelerinin bakımını sağlamak ve halkı katillerden ve akıl hastalarından korumak için çok büyük meblağlara gerek vardır.

Neden bu gereksiz ve zararlı varlıkları koruyoruz? Anormal olanlar normal olanların gelişimini engellemektedir. Bu gerçekle dürüstçe yüzleşmek gerekir. Toplum neden suçlulardan ve akıl hastalarından daha ekonomik bir yaklaşımla kurtulmuyor?” (33)

Bill Gates, Rockefeller, Ted Turner gibi Siyonistler, dünya nüfusunun 500 milyon civarına indirgenmesi gerektiğini savunduklarına göre tasfiye edilecek olanlar, “sadece hasta olanlar”, “suçlu olanlar” değil; insanlığın çok daha geniş bir kesimidir.


Öyleyse, bu noktada ana soru şu;

Tasfiye edilecek kesimler kimlerdir?

Tasfiyede kıstas nedir?

Bu tasfiye etme hakkı kime aittir ve hangi hakla, hangi gerekçe ile? 

Gerçekte bu planları yapanlar insan mı? Hayır bunlar insan olamazlar:

“Andolsun, cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık. Kalpleri vardır bununla kavrayıp-anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler. Bunlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar. İşte bunlar gafil olanlardır.” (7 A’râf 179)

 

 İsrailli Siyonist Harari, bu konuda “süper seçkinler” ve “gereksizler” tanımlaması yaparak “gereksizlerin”, “bütün acımazlığına rağmen” tasfiye edilebileceklerini açık bir şekilde ifade etmekten çekinmemektedir (13):

“21. yüzyılda ilerlemenin trenine yetişenler, yaratmanın ve yürütmenin ilahi kudretine ererlerken, geride kalanlar yok olma tehlikesi ile karşı karşıyalar... Yeni Dünya, “süper seçkinler” ve “gereksizler” arasında bir dünya olabilir.”

“Askerî ve ekonomik olarak vazgeçilmez olan yoksullar yerine, kendi çıkarları için hareket eden 20. yüzyıl elitleri, 21. yüzyılda üçüncü sınıf insanları taşıyan vagonları (her ne kadar acımasız olsa da) tamamen geride bırakmak ve sadece birinci sınıfla geleceğe doğru ilerlemek istiyorlar…

“İnsanın şuur ve bilinç sahibi olmasının avantaj olduğunu ve bu yüzden şuursuz, duygusuz robotların onların yerlerini alamayacaklarını düşünenler için geleceğin dünyası bir hayal kırıklığına gebe:

Atlar, öyle ya da böyle bir bilinç sahibiydiler; sahiplerini tanırlar, evlerini kendileri bulurlar, kızgınlık veya keyfîlerini belli ederler, sıcaklık ve sevgi gösterirlerdi.

Ama biz arabaları tercih ettik. Çünkü arabalar, daha çok yükü, daha uzun mesafelere taşıyorlardı. İşte sıradan insanlar da ROBOT-İNSANların becerileri karşısında işlevsiz kalacaklar ve egemenler; atları attıkları gibi gereksiz insanları da bir kenara atacaklardır.” (22)

 

Benzer düşünceler, Zygmunt Bauman tarafından da seslendirilmektedir:


“Dünya, ıskarta insan, (işsiz) tüketilmiş mal ve eşyanın çöpleri ile doldu.

Modernite için, bir varlık olan insanın ıskartaya (çöpe) dönüşmesi ile eşyanın çöpe dönüşmesi aynıdır. Atık insanlar hız kesmeden çoğalıp muazzam miktarlara ulaşırken gezegendeki çöp alanları ve atığı geri dönüşüme sokacak araçlar giderek azalmakta. Bundan sonra gündemimiz, atık insanların ve insanî atıkların tasfiyesidir.” (34)

Siyonizm’in bu yaklaşımları, bize geçmişte Firavun’un İsrailoğulları’na uyguladığı stratejiyi hatırlatmaktadır:

“Firavun kavminin önde gelenleri, dediler ki: «Musa ve kavmini bu toprakta (Mısır'da) bozgunculuk çıkarmaları, seni ve ilahlarını terk etmeleri için mi (serbest) bırakacaksın?»

(Firavun) Dedi ki: «Erkek çocuklarını öldüreceğiz ve kadınlarını sağ bırakacağız. Hiç şüphesiz biz, onlara karşı kahir bir üstünlüğe sahibiz.»” (7 A’râf 127)

Bugün geçmişte Firavun’un İsrailoğulları’na uyguladığı soykırımı, şimdi Siyonistler, tarihlerini unutarak, tüm dünya insanlığına karşı uygulamaya çalışmaktadırlar.

Öyleyse Siyonistler 21. asrın Firavunlarıdırlar. Sonları da Firavun gibi olacaktır:

“Musa'ya da: “Kullarımı gece yürüyüşe geçir, çünkü izleneceksiniz!” diye vahyettik.

Bunun üzerine Firavun da şehirlere (asker) toplayıcılar gönderdi.

“Gerçek şu ki bunlar azınlık olan bir topluluktur;”

“Ve şüphesiz bize karşı da büyük bir öfke beslemektedirler.”

“Biz ise uyanık bir toplumuz.” (dedi).” (26 Şu’arâ 52-56)

“Böylece (Firavun ve ordusu) güneşin doğuş vakti onları izlemeye koyuldular.

İki topluluk birbirini gördükleri zaman, Musa'nın adamları: “Gerçekten yakalandık.” dediler.

(Musa:) “Hayır” dedi. “Şüphesiz Rabbim, benimle beraberdir; bana yol gösterecektir.”

Bunun üzerine Musa'ya: “Asanla denize vur!” diye vahyettik. (Vurdu ve) deniz hemencecik yarılıverdi de her parçası kocaman bir dağ gibi oldu.

Ötekileri de buraya yaklaştırdık.

Musa'yı ve onunla birlikte olanların hepsini kurtarmış olduk.

Sonra ötekilerini suda boğduk.

Hiç şüphe yok, bunda bir ayet vardır. Ama onların çoğu iman etmiş değildirler. (26 Şu’arâ 60-67)

Bu noktada göz önüne almamız gereken en önemli husus; Siyonizm’in, insan nüfusunu 500 milyonun altına çekebilmek için ne tür bir strateji, taktikler, yöntemler ve projeler geliştirdiğidir.


Siyonizm’in Dünya Nüfusunu Azaltmak ve Kontrol Edebilmek İçin Kullandığı Yöntemler / Özel Projeler 

Kendilerine “küresel elitler, seçkinler (!)”, “insanüstü ırk” adını veren soy arıtım daha doğrusu “soykırım hareketi” mensupları (insanlıktan nasibi olmayanlar zümresi),” aşağı sınıftan (!)” gördüğü ırkların, insanların çoğalmasını engellemek, hatta soylarını tüketmek için, “Dünya nüfusunun azaltılması” için çok uzun zamandan beri operasyon yürütmektedir.

Rockefeller Sağlık Araştırmaları Enstitüsü tarafından 1931 yılında Porto Rikolu 300 kişi üzerinde, yüzlerine bir tür gaz püskürtülerek kanser deneyi yapılmıştır. Denekler yüzlerine püskürtülen gazin ne olduğunu bilmemektedir. Deney sonrasında 13 Porto Rikolu acılar içerisinde ölürken projenin yürütücüsü Prof. Cornelius Rhoads, şu iğrenç açıklamayı yapmaktan utanmamıştır (35):


“Porto Rikolular bu dünyadaki en pis, en tembel, dejenere olmuş bir ırktır. 13 tanesini öldürerek ve diğerlerinin kanser olmasını sağlayarak bu ırkı ortadan kaldırmak için elimden gelenin en iyisini yaptım.”

Böylesi bir katil, 1940 yılında gizlilik içerisinde yürütülen kimyasal silah projesinin başına getirilmiş, Atom Enerji Komisyonu baş danışmanı yapılmış ve kendisine “Legion of Merit nişanı” verilmiştir. (35)

9 Haziran 1969’da ABD Savunma Departmanı Biyolojik Araştırma Enstitüsü üst düzey yöneticisi ve proje yöneticisi, Dr. Donald Mac Arthur, Beyaz Saray’da yapılan bir toplantıda kullandığı şu ifadeler, gerçekten ibret verici ve düşündürücüdür (35): 


“Bugüne kadar bilinen tüm hastalıklara neden olan bütün organizmalardan birçok yönden ayrılan yeni bir bulaşıcı mikroorganizmanın 5 veya 10 yıl arasında geliştirilmesi mümkün olacaktır.

Daha önemli bir nokta da şu: Bu mikroorganizma, mevcut bulaşıcı hastalıklara karşı güvendiğimiz bağışıklık ve iyileştirici işlemlerin hepsine karşı çıkabilecek yapıdadır.

İnsan bağışıklık sistemini yok edecek biyolojik silah üzerinde düşmanlar çalışmaktadır. Bu araştırmayı biz yapmadığımız takdirde, bizim açımızdan büyük bir zafiyet oluşacaktır.”

Siyonist lobinin etkin isimlerinden olan ve ABD Başkanları Carter, Reagan, George H. W. Bush dönemlerinde önemli görevlerde bulunan Brzezinski, biyolojik silahları ve savaşı savunmuş, 1976 yılında yazdığı Between Two Ages adlı kitabında 2018 yılı içinde bir biyolojik saldırının varlığına dikkat çekmiştir (35):

“Bir uzmanın belirttiğine göre 2018 yılına gelindiğinde gizli savaşı gerçekleştirmek için başlıca ulusların liderlerine çeşitli teknolojik tekniklerin kullanımı sunulacak. Bir ulus bakteriyolojik yollarla bir rakibe gizlice saldırabilir. Kendi silahlı kuvvetleriyle düşman ulusu devralmadan önce alternatif olarak hava modifikasyon teknikleri, kuraklık veya fırtına gibi taktikler üretilip kullanılabilir.”

Medeniyetler çatışması tezinin sahibi, Samuel Huntington’a göre “Batılı olmayanlar” bir işe yaramazdır, bunlar sadece “şiddetten” anlarlar (5):

“Batı, dünyaya fikirlerinin, değerlerinin ya da dininin (diğer dinlerden birkaç kişinin benimsediği) üstünlüğüyle değil, organize şiddet uygulamadaki üstünlüğüyle galip geldi. Batılılar şu gerçeği sık sık unutuyorlar: Batılı olmayanlar işe yaramaz.” 


Dolayısıyla dünya nüfusunun azaltılmasında şiddet kullanmak önemli bir araçtır.

Yapılan uygulamaları ve değişik zamanlarda yaptıkları açıklamaları göz önüne aldığımızda, dünya nüfusunu azaltmakla ilgili geliştirdikleri projeleri ya da uyguladıkları yöntemleri aşağıdaki gibi özetleyebiliriz (27, 29, 32, 35-37):


§ Beyin Yıkama ve Zihin Kontrol Yöntemlerini Kullanarak Köleleştirme

§ Yanlış Cinsel Eğitim ile Çocuk Yapmayı Engelleme

§ Çocuğu Külfet Olarak Gösterme,

§ Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Küresel Projesi ile Çocuksuz Aile Modelleri (!), “Ailesiz Toplum” Modelini Yaygınlaştırma

§ Çocuk Yapmaya Engel Cinsel Tatmin Yollarını Meşrulaştırma ve Yaygınlaştırma: Cinsel Yönelim-LGBTIQ+, Pedofili, Zoofili, Negrofili, Robotla Seks, Ensest İlişkiler, Eş Değiştirme, Grup Seksi vb. “Nötr Cinsiyet Hareketi”,

§ Sperm ve Yumurta Bankaları Kurmak, Taşıyıcı Annelik Müessesi İnşa Etmek

§ İlaçlara Yapılan Özel Katkılarla Gizlice Kısırlaştırma

§ Kısırlaştırıcı ve Hastalık Yapıcı Aşıları Kullandırma, Kullanmaya Mecbur Etme

§ Sperm Öldürücüleri Bilerek ya da Bilmeyerek Kullandırmak

§ Kürtaj Yaptırmak, Özendirmek

§ Doğum Kontrol Hapları Kullandırmak

§ GDO’lu (Genetiği Değiştirilmiş Temel Besin) Ürünleri (Gıda Yasası [(The Codex Alımentarıus, 1963)] ve Katkı Maddeleri ile Kısırlaştırma

§ Biyolojik Savaş ile Nüfusu Azaltma Projesi: Salgın Hastalıklar (Pandemiler) Meydana Getirmek (İspanyol Gribi, Domuz Gribi, Ebola Gibi Tüm Salgınlar, Koronavirüs Salgını),

§ Uyuşturucuların Yaygınlaştırılması ve Ölümcül Boyuta Taşınması,

§ 3. Dünya Savaşı’nın Çıkarılması ya da Yerel Savaşların Tüm Dünyaya Yaygınlaştırılması, Kaosun Sürekli Kılınması,

§ İntihara Teşvik ve İntiharları Yaygınlaştırma

Bu makalede bugünkü tartışmalardan dolayı aşı ile kısırlaştırma operasyonları üzerinde duracağız.

 

Aşı ile Kısırlaştırma

Aşılar, dozları zayıflatılmış, hastalık yapma özelliğinden arındırılmış antijenlerdir (mikroplar, virüsler). Zayıflatılmış virüsler vücuda enjekte edilerek “vücudun bunları tanıması ve bu virüslere karşı direnç gösterip antikor oluşturarak” bağışıklık sistemini kuvvetlendirmesi sağlanmaktadır. Aşıların doğrudan tedavi özelliği olmayıp vücudun bağışıklık sistemini kuvvetlendirmektedir. Kuvvetlenen bağışıklık sistemi, bu tür mikrop ya da virüsler vücuda girdiğinde onları tanımakta ve hemen saldırıya geçerek onları tasfiye etmeye çalışmaktadır. (37)

Aşılama, 1796 yılında İngiltere’de Dr. Edward Jenner’in uygulamasıyla başlamıştır. Ancak 1840 yılında kızamık aşısı büyük risk taşıdığı için yasaklanmıştır. “İngiltere’de, 1853 Aşı Yasası ile yeni doğan çocukların 3-4 ay içinde devlet tarafından ücretsiz aşılanması zorunlu hâle getirilmiştir.” Makul mazereti olmadan aşı yaptırmayanlara para cezası uygulanmıştır. 1867 Aşı Yasası’nda ise cezalar artırılmıştır. Amerika’da yaygın olarak aşı uygulaması 1905’ten sonra başlamıştır. (37) “Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarından sonra geliştirilen aşılarla birçok çocuk hastalığının ve bulaşıcı hastalıkların önüne geçilmiştir.” (37)

Genel olarak aşılar, başlangıçta insanları özellikle çocukları korumak amaçlı olarak geliştirilmiştir. Ancak 20. yüzyıldan itibaren aşı sistemi, büyük bir ticari araç hâline dönüşmüştür. Bununla da kalmamış aşılar biyolojik silah olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bugün aşı sisteminde üç boyutlu bir sapma söz konusudur: 1. Aşırı para kazanma hırsı, 2. Dünya nüfusunu azaltma, 3. Biyolojik silah olarak kullanma. 

Para kazanmadaki tamahtan dolayı, bazı aşılar tam geliştirilmeden, yan etkileri tam tespit edilmeden, piyasaya sürülmekte ve muhataplarında çok ciddi hastalıkların ortaya çıkmasına sebebiyet vermektedir. 

Aşı sektörü- siyaset-bilim insanı üçgeninde oluşan rüşvet mekanizması, birçok aşının olgunlaşmadan kullanılmasına imkân vermektedir.

Görünürde amaçlar farklı olmuş olmasına karşın bugün aşı sistemindeki sapmanın 2. ve 3. boyutları iç içe geçmiş ve örtüşmüştür. Düşman askerine karşı kullanılması gereken bir biyolojik silah, pratikte hedef ülkenin halkına karşı da uygulanmaktadır. Latin Amerika ülkelerinde ve Vietnam’da ABD’nin biyolojik silah uygulamaları bunun en canlı örnekleridir. (18, 19, 23, 37)

Siyonizm’in Dünya nüfusunu azaltma projesinde aşı sistemi, çok ciddi bir silah olarak kullanılmaktadır. 1962 yılında İsrail Başbakanı Ben Gurion’un, “Hindistan ve Çin için bir hap yeter.” ifadesi (8) ile aşı sektörü kralı Bill Gates’in Dünya’da 6,8 milyar insan var ve bu rakam 9 milyara doğru çıkıyor. İyi bir aşılama programı ve sağlık hizmetiyle bunu %10-15 azaltabiliriz.” (32) ifadesi, bu açıdan yeniden değerlendirilmelidir.

Bugün başta Çin olmak üzere dünya nüfusunun azaltılması için hap yerine virüs kullanılmıştır.

BM, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), Rockefeller Vakfı, Bill Gates Vakfı, Carnegie Vakfı vb. aşı sistemini dünya nüfusunu azaltmak için kullanmışlardır, kullanmaktadırlar, kullanmada da kararlıdırlar. Koronavirüs salgını dolayısıyla Bill Gates’in yaptığı açıklamalar, özellikle “Tüm dünya nüfusu aşılanmalıdır.” ifadesine bu açıdan bakılmalıdır. 

     Bugün aşı sistemindeki bu üç sapma hareketi/üç boyut bütünleşmiştir. Çünkü aşı sistemi dünya nüfusunu azaltmak isteyen bir kesimin/Siyonizm’in eline geçmiştir. Bu kesim, aynı zamanda büyük bir medya desteğine sahiptir ve her ülkede işbirlikçi yapılar kurmuş ve insanlar elde etmiştir. Yürütülen büyük bir psikolojik harekâtın sonucu, ülke yönetimleri çaresizlik içerisinde teklif edilen aşıları yaptırmak zorunda kalmaktadırlar. 

Covid-19 Koronavirüs salgınından sonra tüm dünyada başlatılan psikolojik harekât bu açıdan yeniden değerlendirilmelidir. ABD’deki Amerikan milliyetçileri, bu kampanyaya karşı çıkmasaydı bugün tüm dünya, Bill Gates’in önerdiği aşıyı yapmak zorunda kalabilecekti.

ABD’deki kavgaya bu açıdan bakılmalı, gelişimi iyi takip edilmelidir. Amerikan milliyetçileri ile Siyonistler arasındaki bu kavganın derinleşmesi ve Siyonizm’in belinin kırılması insanlığın geleceği açısından yararlı olacaktır. 

Gavi Alliance (Küresel Aşı ve Aşılama Birliği) 2000 yılında Gates Vakfı’nın yardımıyla kurulmuş olup amacı, “aşı üretip üçüncü dünyanın hepsini aşılamaktır.” 2000 yılında Sr. William H. Gates; Rockefeller Vakfı’ndan aldığımız ilhamla vakfımız, bir GAVI enstrümanı olan Çocuk Aşıları Global Bütçesine 750 milyon Dolarlık katkıyı taahhüt ederek GAVI’yi başlatmıştır.” demiştir. GAVI’nin önemli finansörlerinden biri Rockefeller’dir. (32, 35)

Dünya Sağlık Örgütü, UNICEF, Dünya Bankası, Uluslararası İlaç Üreticileri Federasyo­nu (IFPMA) ve Rockefeller Vakfı, 1970’lerde “Üreme Düzenlemesi Aşıları İşbirliği” adı altında bir araya gelip kısırlık aşısı üretimini” koordine ederek “aşı ittifakı” kurduklarını dünyaya duyurmuşlardır. (18, 23, 35)

Bu grup, “sperm ve yumurta engelleyici aşılar” üzerinde çalışmış ve bir “anti-hCG aşısı” üretmekte başarılı olmuştur. Tetanoz aşısıyla hCG’nin insana taşınması sonucu, kadınlar kısırlaştırılmış ve hamile kadınların çocuğunu düşürmesi sağlanmıştır.” Kısırlık aşılarının başarıyla gerçekleştirilmesinden sonra hCG aşıları”, birçok üçüncü dünya ülkesinde kullanılmıştır. (23, 32, 33, 35)

İngiliz kanalı BBC’nin, 1995 yılında hazırladığı “İnsan Laboratuvarı” (The Human Laboratory) adlı belgesele göre, “Tetanos aşısıyla Filipinli kadınlar kısırlaştırılmış ve hamile kadınların çocuğunu düşürmesi sağlanmıştır.” Aşı yapılmadan önce insanlara Tetanos aşısının kısırlık yaptığı ve çocuk düşümüne sebebiyet verdiği söylenmemiştir. Daha sonraları bu uygulama, birçok üçüncü dünya ülkesinde hayata geçirilmiştir. (23, 32, 33, 35) David Rockefeller, 1989'da Yeni Delhi'deki Ulusal İmmünoloji Enstitüsü'nde benzer çalışmaların yapılmasını finanse etmiştir. (23)

Üçüncü dünya ülkeleri, kobay olarak kullanılıp hem aşı sistemi geliştiriliyor hem de yöre halkına rağmen nüfus planlaması yapılıyor.

Bu canavarlığı yapanlar, nasıl “seçilmiş” olabilir?

Nasıl “üstün ırk” olabilir?

Evet “bunlar hayvandan da aşağıdırlar.” (7 A’râf 179)

28 Şubat 1998’de Dr. Andrew Wakefield'in, The Lancet tıp dergisinde yayımlanan “Çocuklarda Spesifik Olmayan Ko­lit Ve Yaygın Gelişimsel Bozukluk” başlıklı makalesinde, 12 hastaya uygulanan “MMR (kızamık, kabakulak ve kızamıkçık) aşısı” sonrasında sekiz hastada (3-10 yaş) “otizmle uyumlu davranış semptomları geliştiğini” belirtmiştir. Makalenin yayınlanmasından sonra Dr. Wakefield çok yoğun saldırıların hedefi olmuş, İngiltere’deki Genel Tıp Konseyi tarafından “sahtekârlık ve sorumsuzlukla” suçlanmıştır. (23)

Amerika'nın önde gelen çocuk doktorlarından ve 1981-82 yıllarında tamamlayıcı tıbbı savunan Ulusal Sağlık Federas­yonu (NHF) Başkanlığını yapan Prof. Robert S. Mendelsohn, yeni gelişen tıp anlayışını çok ağır bir şekilde eleştirmiştir (23):

“Modern tıpta yazılı olmayan kurallardan biri, tüm yan etkiler ortaya çıkmadan önce hızlı bir şekilde yeni bir ilacın reçetesini yazmaktır.”

Ayrıca, Doktorunuza Rağmen Sağlıklı Çocuk Nasıl Yetiş­tirilir? (How to Raise a Healthy Child, in Spite of your Doctor) adlı kitabında, çocukların ilk iki yıl içerisinde aşı yapılmasına, kadınların hamile iken aşı olmasına karşı çıkmış ve aşıların kadın ve erkekte “kısırlığa” neden olduğunu cesaretle söyleyebilmiştir:

“…Aşılar, döküntülerden yüksek ateşe, nörolojik ha­sarlardan, nöbetlerden ve hatta ölümlere kadar çeşitli yıkıcı reaksiyonlara neden olur. Genellikle aşıya bağlı ölümler 'do­ğal' veya 'bilinmeyen' nedenlere veya 'beşik ölümü' SIDS'e bağlanarak tıp topluluğu tarafından göz ardı edilir.

Başkaları­nın size söylediklerine güvenmeyin. Kendinizi eğitin ve aşıla­ma hakkında bilinçli kararlar alın.”

“…Doktorların akraba evliliğine karşı olmaları aslında bi­limle ilgili değil, ideolojiktir. Genetik sorunu olan gebelikler zaten ekseriya düşer, düşmeyenlerde ise umumiyetle ehem­miyetsiz sorunlar olur. Akraba evliliği mahsulü çocuklar aşı­lardan olumsuz etkilenen en önemli gruptur…”

“Gebelikte asla aşı yapılmamalıdır...”

“Kadın ve erkekte kısırlığın en önemli sebeplerinden biri aşılardır...”

“Hayatın ilk iki senesinde güncel hiçbir aşı yapılmama­lıdır...”

“Aşılar koruyucu tıbbın ikinci önemli unsurudur, birin­cisi temizliktir...” (23)

Nobel Ödülü sahibi, Prof. Dr. Luc Montaigner ve kanserle mücadelede ulusal madalya­lı Prof. Dr. Henri Joyeux aşı konusunda “Aklıselime Çağrı” başlıklı yayımladıkları bildiride;

Aşıya karşı değiliz. Ama iki yaşından küçük çocukların çok sayıda ve sis­tematik olarak aşılanmasına karşıyız!” ifadesini kullanarak aşı yapma konusunda insanları daha dikkatli olmaya davet etmişlerdir. (23)

Nisan 2009’da Meksika’da ortaya çıkan “H1N1 virüsünün” küresel bulaşıcı bir virüs olduğu, başta Dünya Sağlık Örgütü olmak üzere Siyonist kaynaklar tarafından büyük bir psikolojik harekâtla dünyaya duyurmuşlardır. Hemen hemen eş zamanlı olarak geliştirilen ve yeterli denetimden geçirilmeyen, yan etkileri ciddi bir şekilde tartışılmayan aşılar, Ekim 2009’dan itibaren piyasaya sürülmüştür. (37, 38)

2009 yılında dünyada bugünkü gibi çok büyük bir panik meydana getirilirken grip aşısı üreten firmalar, çok büyük kârlar yapmışlardır. Salgın ve aşılarla ilgili başlatılıp yürütülen büyük psikolojik harekâtın arka planında, “İngiltere’deki aşı kampanyalarına yön veren hatta WHO’ya (DSÖ) da danışmanlık yapan, aşı firmaları ile irtibatlı, önemli pozisyonlardaki bir iki uzman bulunmaktadır. (37)

Dikkat çeken nokta, DSÖ’nün hiçbir bilimsel temele dayanmayan ve panik meydana getiren tahminler yapmasında kasıtlı bir davranış içerisinde olmasının yüksekliğidir! Covid-19 salgınında DSÖ’nün takındığı tavırdan dolayı ABD Başkanı Trump doğrudan doğruya DSÖ’yü hedefe koyup çok ağır eleştirilerde bulunmuş ve DSÖ’ye desteğini keserek ayrılmıştır.

DSÖ’nün karanlık ilişkilerinin araştırılıp ortaya çıkarılmasında fayda vardır.

 Amerika’da The Huffington Post’un 6 Ağustos 2009 tarihli sayısında, ‘Domuz Gribi Aşısına Hayır Deyin!’ adlı bir makale yayınlanmıştır. Makalede önemli iddialara yer verilmektedir:

“Bu aşı kampanyası, hükümette bir işe yaramayan zararı faydasından çok (perilous) bürokratlar tarafından yürütülmektedir. Büyük dâhilerin bu büyük grip sektörüyle bağlantıları vardır. Sizi de aşılamak isteyen bu aşı çığırtkanlarına hayır deyin, çocuklarınızı koruyun. Bu hükümet teşvikli aşıyı yaptırmamaları için arkadaşlarınızı, dostlarınızı uyarın.  Her yıl 36 bin Amerikalı sezonluk grip aşısından ölürken, bu rakamla mukayese edilemeyecek oranda az ölüme sebep olan domuz gribi konusunda bu kadar büyük yaygara koparılması ve herkesin aşıya zorlanması herhâlde Amerika’da çoğunluğun uyanmasına ve ilk defa büyük bir tepki ortaya koymasına sebep oldu.” (37)

Avustralyalı araştırmacı-gazeteci Jane Burgmeister, 10 Haziran 2009 tarihinde Dünya Sağlık Örgütü ve BM hakkında “kuş ve domuz griplerinin laboratuvarlarda insanları öldürmek için üretildiği” iddiası ile bazı belgeleri dayanak göstererek dava açmış ve elindeki belgeleri ABD’de FBI’a teslim etmiştir. Açtığı davada iddiaları yenilir yutulur gibi değildir (37, 39):

1.   “Grip virüsleri, laboratuvarlarda gen mühendisliği kullanılarak üretilmişlerdir.”

2.   Biyolojik silah kategorisinde olan bu virüslerin belli korunma standartları ve kuralları vardır. (korunma standardı- BSL3 (Biosafety Level 3) ) O nedenle “virü­s kesinlikle yanlışlıkla yollanmamış, bilerek, şuurlu bir şekilde küresel olarak yayılması sağlanmıştır.”

3.   “Amaç finansal ve politik çıkarlar sağlamaktır.”

4.   “Halkların yaşamını riske atmışlardır.”

      5. “Bunu ‘Amerika’da Dünya Sağlık Örgütü, Birleşmiş Milletler, uluslararası bankerler ve Amerikan Merkez Bankası’nın (Federal Reserve) başını çektiği güçler bilerek, şuurlu bir şekilde yapmıştır.”

Jane Burgmeister’in söylemediği ya da söyleyemediği çok önemli bir başka nokta, şuurlu bir şekilde dünya nüfusunu azaltmak için virüs, şuurlu bir şekilde üretilmiş ve dünyaya yayılması sağlanmıştır.

Gazetecinin suçladığı kesimlere baktığımızda meselenin salt bir para meselesi olmadığını söyleyebiliriz.

Açılan dava, belli güç merkezleri tarafından kapatılıp unutturulmuştur.

Domuz gribi salgınının doğal olmadığını, fabrikasyon üretimi olduğunu iddia eden bir başka isim, Avustralyalı, aşı ve virüs uzmanı Prof. Dr. Adrian Gibbs’tır.  Ekip olarak yaptıkları araştırmaların sonucu, Avustralya’da Virology Journal adlı dergide, Kasım 2009’da yayınlamışlardır. Araştırma sonuçlarına göre “domuz gribi tesadü­fen veya doğal olarak kendiliğinden ortaya çıkmamış, laboratuvar ortamında geliştirilirken kazara ortaya çıkmıştır. Çünkü buluntular, üç ayrı kıtadan gelen üç ayrı virüs türünün bir laboratuvarda ya da aşı geliştirme merkezinde bir araya getirilmesiyle virüsün elde edildiğini” ortaya koymaktaydı. (37) Diğer taraftan ABD’deki Hastalıkları Kontrol ve Önleme Merkezi ve Almanya’daki Friedrich-Loeffler Hayvan Sağlığı Enstitüsü de bu “domuz gribinin menşei’nin laboratuvar ortamı olduğunu” kabul etmiştir.

DSÖ, ABD Sağlık Bakanlığı ve aşı firmaları, domuz gribinin domuzlardan insanlara geçtiğini iddia etmişlerdir. Araştırma sonuçları, bunun tam tersini ortaya koymuştur:

“Domuz gribi olarak adlandırılan gribin aslında domuzlarla alakası yoktur. İnsanlarda rastlanan bu virüsün domuzlarda rastlanan virüsle genetik akrabalığı vardır. …Domuz gribi olarak adlandırılan, domuzdan insana geçtiği iddia edilen A/H1N1 virüsünün domuzdan insana geçtiği konusunda hiçbir buluntu yoktur. Aksine bu grip önce insanda ortaya çıkmış nadir de olsa domuzlara bulaşmıştır.” (37, 40, 41)

Konu ile ilgili en ilginç, en dikkat çekici, en ibret verici, en açık ve en anlamlı açıklama, Avrupa Konseyi’nde yapılan konuyla ilgili oturumda konuşan Dünya Sağlık Örgütü’nün, epidemiyoloji birimi direktörü Prof. Ulrich Keil tarafından yapılmıştır:

“Domuz gribi salgını, ilaç üreticilerinin kârlarını artırmak için bu şirketlerle ortak olarak üretilen bir korku kampanyasıydı.”

“WHO, SARS ve kuş gribi konusunda da tüm tahminlerinde yanıldı. Kamu sağlığını ilgilendiren onca şey varken, domuz gribi konusunda halkta büyük bir panik yaşanmasına sebep olduk ve bu tamamen abartılmış bir korkuydu. WHO’nun kararları ülkelerin sağlık bütçelerine çok büyük yük getirdi. İnsanların ölümüne sebep olan en önemli etkenlerin hipertansiyon, sigara, yüksek kolesterol, obezite, egzersiz yapmama, sebze ve meyve tüketiminin azlığı olduğunu çok iyi biliyoruz. Hükümetler, WHO’nun tavsiyesi doğrultusunda bu alanlara yatırım yapmaları gerekirken küresel bir salgın yaşanması yönündeki deliller çok zayıf olmasına rağmen domuz gribine yatırım yapmak zorunda bırakıldı.” (42)

Türkiye’de DSÖ ile ilgili ciddi sorgulama yapan akademisyenlerden Prof. Ahmet Rasim Küçükusta’dır:  

“Dünya Sağlık Örgütü (WHO) her sene bu günlerde (sonbahar) dünya çapında grip salgını olacağını ve milyonlarca insanın hastalanıp öleceğini ilan ediyor ama çok şükür bu gerçekleşmiyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün Asya ve Pasifik Direktörü Shigeru Omi, beş sene önce (2005), önümüzdeki aylarda çıkması beklenen ve tüm dünyada yayılacak pandemide 2 milyardan fazla insan gribe yakalanacağını ve iyimser senaryoda 2 ile 7 milyon arası, kötümser senaryoda ise 100 milyon insanın öleceğini söylemişti. Tabii bu tahminde Dünya Sağlık Örgütü’nün gribal salgınlar konusundaki çoğu yanlış ve abartılı tahminleri gibi doğru çıkmamıştı.” (37)
“…Domuz gribi ağır bir hastalık değildir. Belirtileri diğer grip türlerine göre daha hafiftir. Hastaların ateş düşene kadar evde istirahat etmeleri yeterlidir. Hastalık kendiliğinden geçer.”
(43)

Bu noktada şu soruyu sormamız gerekmez mi?

         DSÖ’nün dünya çapında, her sene, büyük bir grip salgını çıkacak tarzında açıklama yapmasının manası nedir? Sebebi nedir?

Dünya Sağlık Örgütü’nün(DSÖ) yazılı amacı nedir? Gizli bir amacı var mı?

Kime hizmet etmektedir?

Ana finansörleri kimlerdir?

Bünyesindeki bilim kurulu üyelerinin aşı firmaları, Bill Gates, Rockefeller ve Carnegie gibi vakıfları ile bir irtibatı, danışmanlığı, üyeliği var mıdır? Siyonist ya da Mason olma durumları var mı?

Dünya Sağlık Örgütü’nün Türkiye ile ilişkileri nelerdir?

Türkiye’deki Bilim Kurulu arasında DSÖ ve aşı firmaları ile irtibatlı akademisyenler var mıdır?

Bütün bu soruların cevaplarını bulabilmek için DSÖ ve onun salgınlarla ilgili beyanatları mutlaka ve mutlaka sorgulanmalıdır. (18, 24, 33, 37, 40-47)

Türkiye bu sorgulamayı gerçek boyutlarıyla yapmalıdır. Çünkü Türkiye Domuz Gribi aşısında çok üzüntü verici olaylara sahne olmuştur. Dönemin Sağlık Bakanı Recep Akdağ, Domuz Gribi aşısına itiraz edenleri azarlamış, tehdit etmiş ve gerçeği yansıtmayan tahminlerde bulunmuş, rakamlar vermiştir / ya da vermek durumunda bırakılmıştır (37):

‘…Dünya Sağlık Örgütü aşıyı onaylıyor, siz mâni oluyorsunuz?’ (23.10.2009)

‘…Bir çocuk domuz gribinden ölse annesi de bana gelip çocuğuma falancanın sözüyle aşı yaptırmadım derse o kişi hakkında suç duyurusunda bulunurum.’ (03.11.2009)

“…Bakanın, ‘Aşı olunmadığı takdirde Türkiye’de beş bin kişi ölecek!” açıklaması üzerine medyada Bakana güvenilmemesi gerektiği tartışmasının başlaması üzerine (48), “Ben değil bunu söyleyen, salgın hastalıkları uzmanlarımız, ben onların beyanını aktardım.” açıklamasını yapmak durumunda kalmıştır. (37)

O günlerde en dikkat çeken bir konu da Başbakan Erdoğan’ın Sağlık Bakanı ile aynı düşüncede olmaması ve aşı yaptırmaya karşı çıkmasıdır (37, 49):

Benim adımı vermişsin, ben aşı olmayacağım.’

“Sağlık Bakanımla aynı düşünmüyorum. Vatandaşım kendi isteğine bağlı olarak böyle bir yolu tercih ederse eyvallah. Ama etmiyorsa illa yaptırmalısınız diye bir kampanyanın sürdürülmesi yanlıştır. Zorla (cebren) bu iş olmaz.”

“(15 gün sonra) ‘Ben de kendime göre araştırmalarımı yaptım. Ben domuz gribi aşısı olmayacağım, ailemde de olan yok.’ (49)

Tüm bu olup bitenlere baktığımız zaman Türkiye’nin dünya aşı sistemini ve DSÖ ilişkilerini bütün boyutları ile sorgulaması gerektiğine inanıyoruz.

Bu konuda bütün gönüllü kuruluşları, sendikaları, meslek odalarını, siyasi partileri ve yöneticileri göreve davet ediyoruz. Bu konu, her türlü siyasi mülahazanın üstünde milli bir konudur, milli bir davadır. Bir gelecek sorunudur.

 

Sonuç: “Ekini/Harsı ve Nesli Yok Etmek” İsteyen Bir Zihniyete Dur Demek

Çin Wuhan üzerinden başlatılan biyolojik savaş deneyimi şunu ortaya koymuştur: Laboratuvarda üretilmiş bir virüsün bir ülkeye ya da tüm dünyaya yollanması, bugün için çok kolaydır. Biyolojik silahlar, hedef ülkeye ya da ülkelere gönderildikten sonra başta Dünya Sağlık Örgütü gibi kuruluşlar olmak üzere tüm şer ittifakının kuruluşları harekete geçmekte, hedef ülkeyi/ülkeleri en kötü durumda göstermek için psikolojik savaş mekanizmasını harekete geçirmektedirler.

Böyle bir psikolojik harekâtla hedef ülke/ülkeler, bir taraftan ekonomik olarak zarara uğratılırken; diğer taraftan siyasal ve sosyolojik olarak iç gerilimlere ve bunalımlara sürüklenmektedir. Hedef ülkenin iktidarları acze düşürüldükten sonra mahiyeti bilinmeyen aşılar servis edilerek hem para kazanılmakta hem hedef toplumun sağlık yapısı bozulmakta, hem de soy arıtım /soykırım / nüfus azaltılması gizlice gerçekleştirilmektedir. 

O nedenle Türkiye, kendi aşı sistemini, biyo-güvenlik sistemini mutlaka kurmalıdır!

Siyonizm’in dünya nüfusunu azaltmak için çizdiği yol haritasını, başvurduğu yöntemleri göz önüne aldığımızda, çok büyük bir ifsat ve ifrat hareketi ile karşı karşıya olduğumuz ortaya çıkmaktadır. Cinsel yönelim adı altında öngördükleri cinsel tatmin şekilleri, insanı insanlıktan çıkaran bir tutum ve tavır olup çocuksuz aile, ailesiz bir kitle /sürü inşa etmek istedikleri anlaşılmaktadır. 

Sperm ve yumurta bankası ve taşıyıcı annelik müesseseleri aracılığıyla nesebi belli olmayan bir neslin inşa edilmesi öngörülmektedir.  

İnsanlara rağmen, insanlar farkına varmadan, insanların kullandıkları ilaçlara, gıdalara (GDO), aşılara yapılan özel katkılarla kısırlaştırılması, tam bir vahşet olup insanlığa karşı işlenmiş en büyük suç ve ihanettir.  

Kürtaj, doğum kontrol hapları neslin yok edilmesinde kullanılan önemli biyolojik silahlardandır. Uyuşturucuyu serbest bırakıp yaygınlaştırma eğilimi, vahşetin bir başka boyutudur.

Bütün bunlar, kendine “arı ırk (!)”, “üstün ırk (!)”, “seçilmişler (!)”, “elitler (!)” diyen bir kesimin /Siyonizm’in, Dünya’yı tek başına, kolayca yönetebilmek için yapılmakta ve de yapılmak istenmektedir. Bunlar, tam iktidar oldukları zaman insanlığın nasıl bir zülüm mekanizması ile karşı karşıya kalabileceğini tahayyül etmek bile zordur. Dünyanın hemen hemen her bölgesinde başlatılıp sürdürülen iç savaşlar, bir asimilasyon aracı olarak kullanılmaktadır. Hedef 500 milyonluk bir dünyayı, feodal bir döneme döndürüp (Komünizmdeki İlkel Komünal Dönem), şehir devletlerine bölüp (Eski Sparta, Atina Şehir Devletleri Örneği), yönetmeyi hedeflemektedirler. Bunun anlamı, insanlığın asırlar boyu tüm kazanımlarını sıfırlayıp (“Büyük Sıfırlama”), yok edip sadece ve sadece kendi ırklarının (onlardan da kendilerini tasvip edenler) efendi olduğu diğerlerinin hizmetçi, köle olduğu Yeni Bir Dünya Düzeni / Dijital Dünya Düzeni inşa etmektir.

2021 yılında Davos’ta konuşulacağı söylenen “Büyük Sıfırlama”, gelecek 100 yılın şekillendirilmesi demektir. Ne ve kimler sıfırlanacak sorularının cevapları önemlidir.

Türkiye buna hazır olmalı ve gerekli tedbirleri almalıdır.

Tam bu noktada Kur’an’ın çağrısına, işaret ettiği büyük tehlikeye ve yapılması gerekenlere bakmak gerekmektedir:

İnsanlardan öylesi de vardır ki, dünya hayatına ilişkin sözleri senin hoşuna gider ve kalbindekine rağmen Allah'ı şahid getirir; oysa o azılı bir düşmandır.

O, iş başına geçti mi/iktidar oldu mu yeryüzünde fesad çıkarmaya, ekini ve nesli helak etmeye çaba harcar. Allah ise, fesadı (bozgunculuğu ve kışkırtıcılığı) sevmez.

Ona: “Allah'tan kork!» denildiği zaman, onu, büyüklük gururu günaha sürükleyerek alıp-kuşatır. Böylesine cehennem yeter; ne kötü bir yataktır o.

İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah'ın rızasını ara(yıp kazan) mak amacıyla nefsini satın alır. Allah, kullarına karşı şefkatli olandır.

Ey iman edenler, hepiniz topluca İslam'a girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.” (2 Bakara 204-208)

Bu ayetlerde üzerinde durulan konuları ve verilen mesajları aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

Ayetlerde “İnsanlardan öylesi de vardır ki” diye yapılan genel bir tasnif vardır. Mümin, müslim, kâfir, münafık gibi bir özelleştirme yoktur.  Öncelikle buna dikkat edilmelidir. Böyle bir tasnif, genel bir yapı ortaya koymakta ve insanları iki genel ana sınıfa ayırmaktadır:

1.                     Allah’a düşman olduğu hâlde Allah’ı şahit gösterenler ve insanlara dünyalık hoş şeyler söyleyenler.

2.                     Allah’ın rızasını kazanmak için nefsini satın alanlar.

Ayetlerde, “İman edenler” diye 3. grup bir insan unsuru daha vardır. Bu grup “İnsanlardan öylesi de vardır” diye geçen 2. grubun içerisinde daha özel bir gruptur.

Sonuç olarak ayetlerde üç grup insana dikkat çekilmektedir: 1. Dünya hayatına ilişkin çok hoş şeyler söyleyen gerçekte fesatçı olan insanlar, 2. Allah'ın rızasını kazanmak için nefsini kontrol altına alan insanlar, 3. İman edenler.  

“İnsanlardan öylesi de vardır ki” diye nitelendirilen birinci gruptaki insanların temel özellikleri:

·  “Dünya hayatı ile ilgili, kalplerindeki gerçek niyetlerinin tersine, diğer insanların hoşuna gidecek şekilde konuşurlar; hoşa gidecek kavramlar üretirler (Kavramsal değişim ara başlığında anlatılanların bu açıdan bir kez daha okunmasında fayda vardır.)

·  Allah’a azılı düşman oldukları ve şeytana tabı oldukları hâlde, Allah'ı şahit gösterirler. (Bunun için Siyonizm’in Amentüsü ara başlığı altındaki kısmın ve geçen ayki yazının tekrar okunmasında fayda vardır.)

·  Temel özelliklerinden biri, fitne ve fesatçı oluşlarıdır. Her türlü fitne ve fesadın çıkarılıp yaygınlaşması için çalışırlar.

·  İş başına geldikleri / iktidar oldukları zaman fesat çıkarmaya devam ederler; fitne ve fesatla insanları yönetmeye çalışırlar. 

·  İktidara geldiklerinde, gücü elde ettiklerinde ekini / harsı ve nesli helak etmek için uğraşırlar. (Dünya nüfusunu azaltmak için kullanılan yaklaşımlar ara başlığını bir kez daha okumakta fayda vardır.)

·  Kibirli, müstağni, müstekbirdirler, müstebittirler. 21. asrın Firavunlarıdırlar.

·  Cehennem ehlidirler.

“İnsanlardan öylesi de vardır ki” diye nitelendirilen ikinci gruptaki insanların temel özellikleri:


·  Amaçları, Allah'ın rızasını kazanmaktır.

·  Allah’ın rızasını kazanmak için “nefsini satın alırlar”. Yanı nefsinin en alt seviyesi olan ve şeytanın her türlü hitabına açık olan nefs-i emmâre aşamasını kilitler, bir daha oraya dönmemek üzere nefs-i râziyye ve merziyye aşamasına doğru yolculuğa başlar ve geriye dönüp bakmazlar.

·  Allah’ın, kullarına karşı şefkatli olduğunu asla unutmazlar.

·  İman edenler, bu grubun içerisinde daha özel bir grup olup ana sorumluluk, asıl sorumluluk onlara yüklenmiştir.

·  İman edenlere gösterilen yol, çizilen strateji, Şeytanın adımlarını izlememek, İslam’a girmektir. İman edenlere yapılan bu hitap, şeytanın adımlarını izlemeye başlarsanız İslâm dairesinden Cahiliye dairesine doğru yöneliyorsunuz demektir. Öyleyse geri dönün.

·  Şeytanın adımlarını izleyen, şeytanın kölesi olmuş birinci gruptakilere, onların düşüncelerine, onların öngördükleri hayat nizamına, asla uymayın ve de benimsemeyin. Öngördükleri bu hayat nizamına ulaşmak için çizdikleri stratejileri paramparça edin. İnsanlığı kurtarın.

·  Korkmayın, çünkü Allah sizinle beraberdir ve size yollarını gösterecektir:

Bizim uğrumuzda cihad edenlere, biz şüphesiz onlara yollarımızı gösteririz.  Gerçek şu ki Allah, ihsan edenlerle beraberdir.” (29 Ankebût 69)

 

“Ey iman edenler, Allah'tan korkup-sakınırsanız, size doğruyu yanlıştan ayıran bir nur ve anlayış (furkan) verir, kötülüklerinizi örter ve sizi bağışlar.” (8 Enfâl 29)

·  Hak ettiğimiz takdirde Allah, “görünmez orduları” ile bize yardım edecektir:

    “Ey iman edenler; Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani size ordular gelmişti; böylece biz de onların üzerine, bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah, yapmakta olduklarınızı görendir.” (33 Ahzâb 9)

İman edenler, Siyonizm’in öngördüğü “Yeni Dünya Düzenine” / “Dijital Dünya Düzenine” karşı gerekli mücadeleyi vermez, vurdumduymaz davranır, Şeytanın adımlarını izlerse, zalimler zümresine dâhil olan suçlu günahkârlardan olacaklardır:

“Sizden önceki kuşaklardan onlardan kurtardığımızdan pek azı dışında yeryüzünde bozgunculuğu önleyecek fazilet sahibi kişiler bulunmalı değil miydi?

Zulmedenler ise, içinde bulundukları refahın peşine düştüler. Onlar, suçlu-günahkârlardı.” (11 Hud 116)

Allah, Siyonizm’in bu büyük fitne ve ifsad hareketine müsaade etmeyecektir. Bu, ilahi sünnetin, yaratılış kanunlarının gereğidir. Eğer iman edenler bu büyük fitne ve ifsad hareketine karşı sorumluluklarını yerine getirmezlerse, Allah başka insan unsurunu ifsadcıları üzerine göndererek onları mutlaka cezalandıracaktır:

 “…Eğer Allah'ın, insanların bir kısmıyla bir kısmını defetmesi olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın isminin çokça anıldığı mescitler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah kendi (dini) ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder…”  (22 Hacc 40)

Bu, Allah’ın vadidir ve vaadine en sadık olan da Allah’tır:

“(Bu,) Allah'ın vaadidir; Allah vaadinden geri dönmez. Ancak insanların çoğu bilmezler.” (30 Rûm 6) 

“Ancak Rablerinden korkup-sakınanlar ise; onlar için yüksek köşkler vardır, onların üstünde de yüksek köşkler bina edilmiştir. Onların altında ırmaklar akmaktadır. (Bu,) Allah'ın vaadidir. Allah, vaadinden dönmez.” (39 Zümer 20)

 

Kaynaklar

1- Garudy R., Siyonizm Dosyası, Pınar Yayınları, İstanbul, s. 15, 170-190, 198-200, 230-234.

2- Garaudy R.,   İsrail Mitler ve Terör, Pınar Yayınları, İstanbul, 1996, s.16-26,32-44; 50-86.

3- Can, B., “İnsanlığı İfsad Hareketi Siyonizm-2: Siyonizm’in Amentüsü”, Umran Ekim, 2011; Can, B., “İnsanlığı İfsad Hareketi Siyonizm-3: Siyonizm’in Kudurmuş Köpek Stratejisi (Temel Strateji ve Taktikleri)”, Umran, Kasım 2011.

4- Taylor A.R., İsrail’in Doğuşu, Pınar Yayınları, İstanbul,1992, s.107, 148-150.

5- Gültekin, M., Türkiye-ABD İlişkilerinin Psikolojisi, Pınar Yayınları, İstanbul, 2017, s. 67-95.

6- Akar A., Derin Dünya Devleti, Timaş Yayınları, İstanbul, 2003. S, 150-156.

7- Can, B., “Küresel Derin Devletin Düşük Yoğunluklu Savaşı”, Ekim 2001, Umran.

8- Coleman, J.,  300’ler Komitesi, Komplocular Hiyerarşisi, Destek yayınları,  4. Baskı 2016, s. 50-51.; 34-35; 91-92 ;  147-157.

9- “Asrın Anlaşması”: A. Vision to Improve the Lives of the Palestinian and Israeli People, January 2020.

10- Can., B. “Biyolojik Savaş Üzerinden “Dijital Dünya Düzenini” İnşa Etmek-2

“Kaostan Kaynaklanan Düzen Projesi”,  Mayıs-Haziran 2010 Umran.

11- Can, B., “3. Nesil Kadife Darbe Teşebbüsü: Taksim Operasyonu”,  Aralık 2013, Umran.

12- Can, B., “İslâm Coğrafyası Ve Küresel Savaş-1:  “Kaostan Kaynaklanan Düzen” ve “Küresel Savaş”, Eylül 2017 Umran.

13- Can, B., “İslâm Coğrafyası ve Küresel Savaş-2:  “Küresel Savaş” Türkiye Üzerinden mi? Çıkarılmak İsteniyor”, Ekim 2017 Umran.

14- Can, B., “Büyük Şeytanın (ABD) Yeni Örümcek Ağları – 1: Akıllı Güç-Akıllı Güç Stratejisi”, Umran, sayı: 180, Ağustos 2009.

15- Can, B., “Büyük Şeytanın (ABD) Yeni Örümcek Ağları -2: Model Ortaklık”, Umran dergisi, sayı: 181, Eylül 2009.

16- Gardels N., “Amerika’nın Yumuşak Gücünün Yükselişi ve Düşüşü”, NPQ, cilt: 7, sayı: 1, 2005 S:36-43.

17- Nye, J.,S., Amerikan Gücünün Paradoksu, Literatür Yayıncılık, 2003, s.10-20.

18- Engdahl, W., Ölüm Tohumları; Bilim+Gönül Yayınları, İstanbul, 2010, s: 2, 136-137, 285-286, 60-65, 73-77, 50-55, 81. 

19- Coleman, J.,  300’ler Komitesi, Komplocular Hiyerarşisi, Destek yayınları,  4. Baskı, 2016, s.70-79,  50-51, 34-35,  91-92,  147-157. 

20- Mars, T., İllüminatı, Entrika Çemberi, Timaş Yayınları, İstanbul, s.100-107, 122, 140-141, 200-202, 239, 54- 57, 175.

21- Wendy Brown, Tarihten Çıkan Siyaset; Ahmet H. Çakıcı, Türkiye'de 'Ailesiz Toplum Projesi' http://ahmethakancakici.blogspot.com/2018/11/ailesiz-toplum-modern-family-ya-sonras.html;

22-Hararıi Y.,N., Homo Deus, Kollektif Kitap, İstanbul, 14. Baskı 2018; Tercüme eden: Poyraz Nur Taneli, s:53, 266, 239, 364;  http://www.diken.com.tr/homo-sapiensin-yazari-harari-gereksizler-diye-yeni-bir-sinif-doguyor/

23-Yalçın, S., Kara Kutu, Kırmızıkedi Yayınevi, İstanbul, 2019, s. 48-49; 382-390, 243-244, S 265-266, 278-279, 175   

24-Kurtoglu, R., ;  Biyo-Politik Savaşlar İklim- Su- Gıda- GDO- Sağlık İstihbaratı, Destek Yayınları, İstanbul, 2016, S: 50-60

25- Maltus  M., R., Nüfus İlkesi Üzerine Bir Deneme, Gece Kitaplığı, Ankara, çeviri, 2018, s.30-44, 56-63

26-Çetinkaya, Ç., “19. ve 20. Yüzyıllarda Avrupa’da Zihinsel Yetersizliği
Olan Bireylerin Eğitimi  Tarihi”, ODÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, Sosyal Bilimler Araştırmaları Dergisi, Issn: 1309-9302
Http://Sobiad.Odu.Edu.Tr, cilt:1 sayı: 2 Aralık 2010

27- Çakıcı, A.,H.,  Türkiye'de 'Ailesiz Toplum Projesi'

http://ahmethakancakici.blogspot.com/2018/11/ailesiz-toplum-modern-family-ya-sonras.html;

http://ahmethakancakici.blogspot.com/2018/10/ailesiz-toplum-4-bi-acayip-aileler.html

28- Vikipedi özgür ansiklopedisi, İnsan aşırı nüfusu,

29-Dilipak, A. “İdeal Dünya Nüfusu Ne Olmalı?”;

https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/abdurrahman-dilipak/ideal-dunya-nufusu-ne-olmali-20606.html.

30-https://www.webtekno.com/uzerinde-insan-nufusunu-500-milyona-indirin-yazili-korkunc-anit-h36928.html; Ayrıca bak: http://www.gizemligercekler.com/dunya-nufusunu-500-milyonun-altinda-tut/;  Gizemligercekler.Com · 21 Mart 2017

31- “İşte 10 proje ile dünya nüfusunu azaltma planları!”;

https://www.yeniakit.com.tr/haber/iste-10-proje-ile-dunya-nufusunu-azaltma-planlari-366434.html; Ayrıca bak, Dünya nüfusu 500 milyona insin diyen anıt hakkında, Wired_May_2009_Georgia_Guidestones.pdf

32- edebiyatgazetesi / Kritik Eşik  (2010); Daniel Taylor”Vaccinate The World: Gates, Rockefeller Seek Global Population Reduction”

33- Yalçın, S., Saklı Seçilmişler, Kırmızıkedi Yayınevi, İstanbul, 2017, S: 445-450, 34-20-19- Baumann, Z.,  Iskarta Hayatlar, Modernite ve Safraları;
http://www.hurriyet.com.tr/kitap-sanat/iskarta-zamanlar-iskarta-hayatlar-40962170

35- Yalçın, S., “Yeşil Devrim”; Sözcü, 12.11.2014; syalcin@sozcu.com.tr;

https://www.sozcu.com.tr/2014/yazarlar/soner-yalcin/yesil-devrim-645286/

http://ahmethakancakici.blogspot.com/2018/11/ailesiz-toplum-modern-family-ya-sonras.html;   http://www.cocukaile.net/cinsel-istismarin-tarihi/

36- Berkkan,K., Corona ve Virüs Savaşları, Eftalya, İstanbul, 2020, s. 11-70

37-Tokalak, İ., Dünyada İlaç ve Kimya Terörü,  Ataç Yayınları, İstanbul, 2019, s.173-175, 200-215.

38- Uras, G., “Domuz Gribi Pazarlanıyor”, Milliyet, 27.10.2009.
39- Jane Burgenneister, “Summary of the swine flu criminal case”, 01.08.2009,
www.theflucase.com.

40- Kapıcıoğlu, S., Domuz Gribi - Yalancılar Çıkarcılar, İstanbul: Bilnet Matbaacılık, 2009.
41- Müftüoğlu, O., “Domuz gribi salgını kapımızda mı?”, Hürriyet, 25.10.2009. 

42- Bulut, A., “Dünya Sağlık Örgütü Yine Suçüstü Yakalandı!”, 24 Nisan 2020

Arslanbulut@Yenicaggazetesi.Com.Tr

43-Küresel Sermaye Ve Domuz Gribi , Www.Uhim.Org Uhim, Haziran 2010 / Üsküdar

44- http://www.domuzgribi.net/domuz-gribi-asisi-olumcul-olabilir/
45-
www.egitimyuvasi.com/.../32893_asilar-hakkinda-gizli-gercekler8230

46- http://www.gidahareketi.org/Asilar-Hakkinda-Gizli-Gercekler--561-haberi.aspx
47-http://www.gidahareketi.org/Asilar-Hakkinda-Gizli-Gercekler--561-haberi.aspx
48- Uruş, A., “Domuz Gribi Aşısından Sağlık Bakanlığı’na Güvenmiyoruz”, Habertürk, 14.12.2009.

49- Milliyet, 19.11.2009. 

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...