1 Temmuz 2019 Pazartesi

MUSADDIK DARBESİ VE TÜRKİYE-2 Musaddık Darbesinde Etkili Olan Dış Dinamikler için “Kötü Örnek Olmak”(!)


(Umran Dergisi Temmuz 2019 Yazısıdır)

Musaddık, Mursi, Menderes, Demirel, Özal, Erbakan, Ecevit, Baykal ve Erdoğan’ın başına gelenlerin ve Türkiye’de yapılan darbelerin, Şer ittifakının “kötü örneklik”(!) yaklaşımı açısından yeniden değerlendirilmesi gerekir.

“İran’a verilecek her taviz tahammül edilemez bir örnek teşkil edecek ve her yerde milliyetçileri cesaretlendirecektir.” İngiliz Dışişleri Bakanı Herbert Morisson    

Son günlerde ABD’nin Irak’a asker gönderme kararı, Amerikan vatandaşlarının bölgeyi terk etmesini istemesi, bölgede Suud tankerlerine saldırılar yapılması, İsrail’in İran karşıtı kullandığı saldırgan dil, İran’la daha önce yapılmış Nükleer antlaşmadan ABD’nin tek yanlı olarak çekilmesi ve İran’a konan ambargonun sertleştirilmesi, Doğu Akdeniz’de enerji savaşlarının yoğunlaşması, İngiltere ve ABD’nin bölgeye savaş gemileri, savaş uçakları göndermesi, İsrail-Mısır-Güney Kıbrıs-Yunanistan’ın enerji iş birliği yapması ve doğu Akdeniz’de doğal gaz aramalarını ABD şirketine vermeleri, Yunanistan’ın Türkiye’yi ekonomik ambargo uygulamakla tehdit etmesi, Türkiye’nin doğu Akdeniz’de, kendi kıta sahanlığında doğal gaz aramaya başlaması karşısında, ABD, AB ve Rusya’nın -tonları farklı olsa da- tepki koymaları; Türkiye’de terör saldırılarının birden bire artmış olması, gerek Türkiye ve gerekse bölgede Şer İttifakı’nın (ABD-İngiltere-İsrail-Siyonizm), yeni provokasyonları ile karşı karşıya kalınabileceği ihtimalinin yüksek olduğunu göstermektedir.[1]

Böyle bir dönemde Mısır’da Şer İttifak’ın desteklediği askeri darbe ile düşürülen Cumhurbaşkanı Mursi’nin mahkeme salonunda kameralar önünde şaibeli ölümü, daha doğrusu öldürülmesi, özelde Mısır’da genelde Ortadoğu coğrafyasında yeni bir şeyler planlandığının ve yürürlüğe sokulduğunun işaretidir. Ortadoğu’dan başlatılmak istenen 3. Dünya Savaşı stratejisinde yeni taktik bir aşamaya geçilmek istenebilir. Türkiye’nin kendi içine kapatılarak bölge ile uğraşamaması sağlanmaya çalışıldığı bir dönemde ABD-İsrail, bölgede yeni atılımlar yapmakta; Filistin’i ve halkını paramparça edecek girişimlerde bulunmaktadır. İran’a uygulanan ambargonun çemberi daraltılırken, S-400’lerden dolayı, Türkiye’ye de ambargo uygulanacağını ABD’nin açık bir şekilde beyan etmesi pek yakında bu coğrafyada olabileceklerin habercisidir.

Mursi’nin medyada verildiği şekilde şehit edilmesi, Mısır’da Müslüman Kardeşler Hareketi’ni provoke edip sokağa çıkarmak, eyleme sürüklemek ardından da toplu imha yapmak amaçlı olabilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın teşvik ve desteği ile Türkiye sathında milyonların iştiraki ile gıyabı cenaze namazı kılınması; hem Şer İttifakı’na hem de iş birlikçi, katil Mısır diktatörü Sisi’ye verilen bir mesajdı.

Şehit Mursi’nin mekânı cennet olsun, tüm İslam âleminin başı sağ olsun. İslam dünyası, Şer İttifakı’na taviz vermeyen, yiğit bir evladını, mücahidini daha ahirete yolcu etti. Bunun hesabı, tüm zalimlerden ve yerli iş birlikçilerden er ya da geç sorulacaktır! Zalim, diktatör, binlerce insanın ve müslümanın katili Şah Muhammed Rıza Pehlevi’den sorulduğu gibi.

Geçen yazıda Musaddık Darbesi; 1- “Kaostan Kaynaklanan Düzen”de Şer İttifakı’nın Darbeler Zinciri, 2- Sosyal Hadiselerde Etkili Dört Temel Dinamik: Musaddık Darbesinde Etkili Küresel Dış Dinamikler, Musaddık Darbesinde Etkili Bölgesel Dış Dinamikler, Musaddık Darbesinde Etkili İç Dinamikler (İran Şahı Muhammed, Rıza Şah, Muhammed Musaddık, Millî Cephe Hareketi, Petrolün Millîleştirilmesi) çerçevesinde bir arka plan analizi yapılmıştır.

Burada, Musaddık Darbesi, Küresel Dış Dinamikler (ABD, İngiltere, SSCB) ve Bölgesel Dış Dinamikler (Suudi Arabistan, Irak, Mısır, Hindistan ve Türkiye) açısından ele alınıp incelenecektir.

İran Halkının Sömürülmesine İsyan Eden Musaddık “İran Petrollerini Millîleştirerek” “Kötü Örnek” Olmuştur

İran’da Musaddık başbakan olduğu dönemde, ABD, İngiltere ve SSCB küresel güç olarak öne çıkan 3 ülkedir. Bu ülkeler, küresel ve bölgesel düzlemde yaptıkları işlerde birbirlerini sürekli gözlemektedir. Kendi inisiyatifleri altında olan ülkelerde, karşı tarafa bir kayma olmaması için gerekli tedbirleri almaktadırlar. Bu üç ülkenin yumuşak karnı, kendi hâkimiyetleri altındaki ülkelerin rakip ya da düşman eksen ya da ülke tarafından karıştırılması, bağımsızlık için tahrik edilmesi, sömürülmeye karşı çıkması ve başkaldırmasıdır; eksen kaymasıdır. Böyle bir durum, bu ülkeler tarafından, hangi tarafta olursa olsun fark etmez, “kötü örnek olmak”(!) olarak nitelendirilmekte ve “kötü örnek olanlara”(!) şiddetle karşı çıkılmakta ve gerekli ders verilmek istenmektedir. Musaddık dönemi İran’ında olan kavga, bunun ilginç ve güzel bir örneğidir.  Musaddık, “kötü örnektir”(!).

Savunma Bakanı Emanuel Shinwell, İngiltere kabinesine “Anglo-Iranianin millîleştirilmesine müsaade etmenin kötü örnek teşkil edeceğini” ve “kuyruğumuzun devamlı kapıya sıkıştırılamayacağını göstermeye hazır olmalıyız” tarzında yaptığı konuşmada[2], “kötü örnek” tabirini kullandığına dikkat edilmelidir.

Anglo-İran Petrol Şirketi gelirinin % 30’unu İngiltere’ye vergi vermekteydi. İran petrollerini millîleştirince, İngiltere ciddi bir ekonomik kayba uğramıştır. İngiltere devletinin İran’la, özellikle Musaddık’la uğraşmasının çok önemli nedenlerinden birisi buydu. Olayın bir başka boyutu da, bu durumun, diğer hâkimiyet altındaki ülkelere, yani görünürde bağımsız, özünde sömürge olan ülkelere yayılması tehlikesidir. 

İran’ı asıl önemli kılan, bölgesel ve küresel güçlerin hâkimiyet mücadelesinin merkezine oturtan ana etken, sahip olduğu petrol ve doğal gaz kaynaklarıdır. İran, dünyanın üçüncü en büyük petrol rezervlerine ve dünyanın en büyük dördüncü doğal gaz rezervlerine sahiptir. İran, o günlerde dünyanın dördüncü büyük petrol ihracatçısı idi ve Avrupa petrolünün % 90’ını karşılıyordu. İran’ı stratejik öneme sahip kılan özelliklerden biri bu zengin enerji kaynaklarının varlığıdır.[3]

1901 yılında İran petrollerinin işletim hakkını, İngiliz Anglo-İran Petrol Şirketi (Anglo-Iranian Oil Company) 60 yıllığına almış ve 1933’te Şah ile yaptıkları yeni bir anlaşma ile süreci 60 yıl daha uzatmışlardır. 1933 imtiyaz antlaşmasına göre İran yönetimi, kendi petrollerinde ancak % 15 oranında bir hakka sahiptir. Buna karşılık Şirket, kârın % 30’unu İngiliz hükümetine vergi olarak vermektedir.

1950 itibarıyla İran petrol sahalarında 32,1 milyon ton ham petrol üretiminden Anglo-Iranian Oil Company (AIOC), 170 milyon pound kâr elde etmiştir. İran bu petrol gelirinden ancak 44,9 milyon dolar almıştır.  Aynı dönemde ABD hâkimiyetindeki Suudi Arabistan petrol yataklarından 26,2 milyon ton petrol elde edilmekte ve Suudi yönetimi, bu üretimden 111,7 milyon dolar pay almaktaydı. Bu adaletsiz durum, İran tarafında ciddi rahatsızlık meydana getirmiş, 1949’da AIOC ile İran Hükümeti arasında “Tamamlayıcı Petrol Antlaşması” imzalanmış ve İran’ın payı % 30’a çıkarılmıştır. Fakat aynı dönemde Suudi Arabistan’la Arabian-American Oil Company (ARAMCO) arasında yapılan anlaşmada taraflar arasında kârın % 50-50 olarak paylaşılması kararı alınmıştır. Bu anlaşma sonucunda 1949’da 38 milyon dolar olan Suudi Arabistan’ın yıllık petrol geliri, 1950’de 111,7 milyon dolara çıkmıştır. Ayrıca İngiliz şirketinin karşı çıkmasına rağmen ABD, Irak hükümeti ile de yeni bir kâr paylaşım antlaşması imzalanmıştır.[4]

 Suudi Arabistan ve Irak’taki bu gelişmelerden dolayı, Musaddık’ın başkanlığındaki Petrol Komisyonu, Temmuz 1949’da imzalanmış olan “Ek Antlaşmayı”, Mart 1951’de reddetmiş ve petrol sanayisinin millîleştirilmesine dair tasarıyı kabul etmiştir. Komisyonun teklifi, 13/15 Mart 1951’de Meclis’e sunulmuş ve yapılan açık oylama sonucu tasarı, oybirliği ile kabul edilmiş ve İran petrol sanayisi millîleştirilmiştir[5]: “Çoğunluk hissesi İngiliz devletine ait olan bir İngiliz şirketi, 20. yüzyılın ilk yıllarından itibaren İran petrolünün üretim ve satışı üzerinde muazzam karlı bir tekelin kârını çıkarıyorlardı. İran topraklarının altında akan zenginlik Britanya’ya dünyanın zirvesinde söz sahibi olma imkânı sağlarken, İranlıların çoğunluğu bu adaletsizliğin getirdiği sefalet içinde yaşıyordu. Sonunda, 1951 yılında, Anglo- Iranian Petrol Şirketine (AIOC) duydukları öfkeyi şahsında bütün diğer politik liderlerden daha çok somutlaştırdığına inandıkları Musaddık’ı desteklediler. Musaddık da bu şirketi İran’dan kovma, ülkenin dev petrol rezervlerini geri alma ve İran’ı yabancı güçlerin boyunduruğundan kurtarma sözü verdi. “Başbakan Musaddık sözünü samimi bir hevesle yerine getirdi. Yurttaşlarının çılgınca desteği ile dünyadaki en karlı İngiliz şirketi olan Anglo-Iranian’i millîleştirdi. Hemen ardından İranlılar İran körfezindeki Abadan’da bulunan dev rafineriyi kontrol altına aldılar.”[6]

Avrupa’da yayınlanan gazetelerde, “Musaddık İngilizlere vereceği en basit bir imtiyaz yerine Pers petrolünde kızartılmayı tercih ederdi.” tarzında ifadeler kullanılmış olması[7], Musaddık’ın İran petrollerinin millîleştirilmesi konusundaki kararlılığının bir göstergesi olarak değerlendirilmelidir.

Musaddık Darbesinde Etkili Olan Bölgesel Dinamikler

İran’da Musaddık başbakan olduğu dönemde, ABD, İngiltere ve SSCB küresel güç olarak öne çıkan 3 ülkedir. Enerji üretim ve ulaşım açısından etkili olan bölge ülkeleri, Suudi Arabistan, Irak ve Mısır’dır. Bu ülkelerin Musaddık darbesinde farklı etkileri olmuştur. Ayrıca Türkiye ve Hindistan, İngiltere’nin İran’a uyguladığı ekonomik ambargo sürecinde bir şekilde ve kısa süreli olarak isimleri öne çıkmıştır.

Suud ve Irak, İran ile İngiltere arasındaki petrol krizine iki farklı boyutta etkili olmuştur:

Birinci boyut, ABD’nin Suud ve Irak petrolleri ile ilgili antlaşmalardaki Suud ve Irak yönetimlerinin pastadan pay alma oranlarının yüksekliği ile ilgilidir. Bu anlaşmalar, doğrudan doğruya İran-İngiltere ilişkilerini etkilemiştir. İran ABD’nin bu ülkelerle yaptığı anlaşmalardaki paylaşım oranlarını (yukarıda geçen) gerekçe göstererek İngiltere’yi yeni anlaşma yapmaya zorlamış fakat İngiltere buna yaklaşmamıştır.

İkinci boyut, İran’ın petrollerini millîleştirmesinden dolayı İngiltere İran’a ekonomik ambargo uygulamıştır. Ekonomik ambargonun neden olabileceği petrol fiyatlarının yükselmesi sonucu, Batı ekonomilerinin zarar görmemesi için Suud ve Irak, petrol üretimini artırmışlardır. Böylece petrol fiyatları yükselmemiş, İngiltere ambargosu sadece İran ekonomisine zarar verir hale gelmiştir.

İran bu ekonomik ambargoyu aşabilmek için Hindistan ve Türkiye ile mal mübadelesi yapma yoluna gitmiş; fakat İngiltere’nin her iki ülkeye yaptığı baskı sonucu bu çözüm yürürlüğe girememiştir.[8] Bu durumun günümüzdeki karşılığı Halk Bankası davasıdır. İran-Türkiye-Hindistan ekseninin Halk Bankası üzerinden ticaret yaparak ABD’nin İran’a uyguladığı ambargoyu etkisizleştirilmesi ile olan benzerliğe dikkat edilmelidir.

Küresel Dinamikler ve İngiltere’nin “ Üç Çatallı Stratejisi”

İngiltere Dışişleri İran’la olan petrol krizini kontrol altına alabilmek için farklı ihtimalleri içeren bir strateji (“Üç Çatallı Strateji”) uygulamaya başlamıştır. “Üç Çatallı Strateji” olarak anılan stratejiye göre İngiltere’nin hedefi, İran’ı ekonomik ambargo ile diz üstü çökertmek; bu başarılamaz ise askeri olarak İran’ı işgal etmek, bu da başarılamaz ise Musaddık’ı darbe ile iktidardan düşürmek idi.

22 Ağustosta İngiltere İran’a karşı resmen ekonomik ambargo uygulamaya başlamış; “şeker ve çelik olmak üzere temel Britanya mallarının İran’a ihracatını yasaklamış”, “İran’a ham madde ve materyal ihracatını keserek Fars Körfezi’ni deniz ablukasına almış”, “tüm Britanya personelinin İran petrol alanlarından ve yaklaşık “üç yüz anahtar “ yöneticinin de Abadan’dan ayrılmasını emretmiş ve “İran’ın Britanya bankalarında bulunan hesaplarını bloke etmiştir.”[9] Bölgede bulunan “Mauritius adlı İngiliz Kruvazörün yanına 4 Destroyer daha göndererek Abadan yakınlarında askeri tatbikat yapmış ve bölgeye yeni Kara ve Hava Kuvvetleri göndermiştir”.[10]

İngiltere’nin benimsediği “Üç Çatallı Strateji”nin önemli boyutlarından biri, Şah Muhammet Rıza’nın ve ABD başkanı Truman’ın İngiltere’nin öngördüğü stratejiye ikna edilmesi ile ilgilidir[11];

“1- Şah Muhammet Rıza Meclisi feshetmeye ikna edilecek,

2- Britanyalıların favorisi yaşlı Sayid Ziya’nın başbakan olarak atanması sağlanacak

3- ABD Başkanı Truman’ın İngiltere’den farklı bir tavır” ortaya koymaması sağlanacak.”

Öngörülen stratejiye göre İran kaosa sürüklenecek, İngiltere’nin müdahalesi meşruiyet kazanacak ve başta ABD olmak üzere dünya kamuoyu bu duruma karşı çıkmayacak. İngiltere müdahale edebilmek için İran’ın iç işlerine karışmaya ve İran’da kaos çıkarmaya çalışmıştır[12]:

  “1- Anglo-Iranian şirketi İranlı işçilerin ücretlerini azaltarak sokağa çıkmalarını sağladı.

    2- Abadan sularına savaş gemileri göndermeye başladı. Üç Firkateyn ve iki krüvazör rafinerinin görüş alanı içinde pusuya yattı.

   3- Bazı İranlılar Britanyalıların askeri müdahale etmesi için kasdi provokasyonlara başladı.”

İran’da bu olaylar meydana gelince İngiliz başbakanı Attlee, ABD başkanı Truman’a gönderdiği “muzafferane bir telgrafta”, “…Sanırım görüşmelerin kesilmesine sebep olan tarafın Persler olduğunu kabul ediyorsunuzdur. Artık tek yol Birleşik devletler kamuoyunun Majestelerinin hükümetini desteklemesidir,” diyerek ABD yönetiminin İngiltere yanında yer almasını sağlamaya çalışmıştır.[13]

Küresel Dinamiklerin Çatışması: ABD’nin İngiltere’nin İran’ı İşgal Planını Engellemesi

Savunma Bakanı Emanuel Shinwell, İngiltere kabinesine ve tarzında bir konuşma yaparak İran’ın işgal edilmesi gerektiğini savunmuştur. Diğer taraftan, Anglo-Iranian yetkilileri, İngiliz Dışişlerine gönderdikleri bir notta, belirtilmiştir.[14] Bütün bunlar, İngiltere’nin İran’ı istila etmek için başlatılan geniş kapsamlı bir ikna, kamuoyu oluşturma kampanyasının birer göstergesiydi:

  “1951 Mayısında, Britanyalılar İran’ın işgali ve İstilası için detaylı hazırlamışlardı. Değişik aşamalarda rafineri ve petrol sahalarını “ele geçirip emniyet altına almak” için yetmiş bin askeri “hava yoluyla gelebilecek azami sayıda kuvvetli bir birlikte bir deniz taarruzu yaparak” kullanmayı tasarlamışlardı.

Mini harekât adlı daha kısıtlı olan diğer planda ise, sadece rafineri iki haftalığına ya da süresiz olarak ele geçirilecek, tankerlerle depolarda bulunan petrolü alarak körfezde başka bir yerde rafine edilmesini sağlayacaktı. Bu planlara taraftar olanlar sadece Britanya’ya petrol akışını sağlamakla kalmayacaklarını aynı zamanda ülkede bir yurtseverlik dalgası yaratabileceklerini düşünüyorlardı. Amirallik birinci Lordu olan Lord Fraser’e göre, cesur bir askeri darbe Britanya’daki “köhnelik ve kasveti” dağıtıp “Pers cüceler tarafından itilip kakılmaya” razı gelmeyeceklerini ispatlayacaktı.”[15]

İngiltere’de istiladan yana çok kuvvetli bir eğilim vardı. Fakat İngilizlerin endişesi, ABD yönetiminin tavrının belirsizliği idi. Yazışmalardan anlaşıldığına göre İngiltere yönetiminde genel kanaat, “ABD’nin çok sert tepki koymayacağı” istikametindeydi. Amerika’nın Britanya büyükelçisi Walter Gifford, 16 Mayısta Dışişleri bakanı Acheson’a gönderdiği telgrafta Londra’daki “savaş taraftarı havanın” ciddi bir tehlike oluşturduğunu ifade ettikten sonra; dair bir düşünceye sahip olduğunu ifade etmekteydi. ABD Büyükelçisi telgrafında, “Bu arka plana rağmen Britanyalıların güç kullanma tehdidi onları eninde sonunda şu seçeneklerden biri ile karşı karşıya bırakacaktı: Ya öngörülemeyen sonuçların riskini alacaklar ya da teslim bayrağını çekip itibarlarının yok olmasının ve belki de mevcut konumlarının kaçınılmaz olarak zayıflamasının sonuçlarına katlanacaklardı. diyordu.[16]

Büyükelçinin verdiği mesajın önemli olduğunu gören ABD dışişleri bakanı Acheson, İngiliz Büyükelçisi Franks’i çağırarak “ belirtmiştir.[17]

ABD’nin bu tepkisi, istenen sonucu vermiş ve İngiltere, İran’ı işgal etme planından vaz geçmiş fakat Truman’a rağmen Musaddık’ın darbe ile düşürülmesi fikrini benimsemiştir:

İngiltere İran’da darbe yapma kararını alıp alt yapı çalışmalarına başlayınca Musaddık’ın bundan haberi olmuş, karşı hamle yaparak İngiliz büyükelçiliğini kapatmış ve İran’daki tüm İngilizlerin İran’ı terk etmesini emretmiştir: “Musaddık’ın petrol şirketini millîleştirmesinin hemen ardından İngiliz ajanlar darbe için hazırlıklara başladılar. Çok kararlı ve saldırgandılar. Bu planlardan haberdar olan Musaddık Ekim 1952 yılında İngiliz Büyükelçiliğinin kapatılmasını emretti, İran’da bulunan tüm İngiliz diplomatların ve diplomatik görüntü altında faaliyet gösteren ajanların İran’ı terk etmesini istedi. Böylece ülkede darbe tezgâhlayacak kimse kalmamış oluyordu.”[19]

İngiltere bu arada bir hamle yaparak İran’la olan petrol krizini Uluslararası Adalet Divanı’na taşıyarak İran yönetimini şikâyet etmiş, Divan 5 Temmuz’da bir bildiri yayınlayarak “görüşmeler süresince petrol şirketinin faaliyetlerine izin vermesini” tavsiye etmiştir. İran ise “Adalet Divanı ülkeler arasındaki anlaşmazlıklar için karar verebilir; oysa 1933 tarihli petrol anlaşması İran ile özel bir şirket arasında yapılmış olduğundan Adalet Divanı’nın çalışma alanına girmez” diyerek kararı reddetmiş, “İran’ın iç işlerine müdahale” olarak yorumlamıştır.[20]

Küresel Dinamiklerin Çatışması: ABD Başkanı Truman, İran’ın SSCB’ye Kayma Tehlikesini Engellemek İçin İşgal ve Darbeye Karşı Çıkıyor

1950’lerdeki dünyada ABD ve SSCB olmak üzere iki ana güç merkezi vardır. ABD, kapitalist bloğun, SSCB ise komünist bloğun ağırlık merkezleri idi. İngiltere ikinci derecede bir güç merkezidir. İkinci dünya savaşından sonra dünya, Tahran, Moskova, Qubeec ve Yalta Antlaşmaları ile paylaşılmıştır. Buna rağmen güçler arasında çok ciddi bir soğuk savaş sürmekte; nükleer silahlanma yarışı devam etmektedir. 1950’lı yıllar itibariyle SSCB, sıcak denizlere inmenin çaresini aramaktadır. Komünist ideolojiyi yaymak için tüm bağımsızlık hareketlerini desteklemektedir. Tüm ülkelerde “devrim yapmak” için legal ve illegal örgütler kurmakta her türlü yardımı yapmaktadır. Kapitalizme açılan savaş, onun temsilcisi ABD ve İngiltere’ye karşı açılan bir savaştı.

Güçler mücadelesinde İran coğrafyası, çok stratejik bir coğrafya olduğu için ABD, bölgenin SSCB’nin kontrolüne geçmesini çok tehlikeli görüyordu. ABD başkanı Truman, bu nedenle İran’da bir darbe yapılmasına şiddetle karşı çıkıyordu. İran’da TUDEH gibi çok güçlü ve etkin bir komünist parti vardı. Başarısızlık durumunda İran’ın SSCB tarafına kayacağı, SSCB’nin olaylara müdahale edebileceği ve dünyanın en stratejik coğrafyalarından birinin SSCB’nin kontrolüne gireceğinden endişe ediyordu. Bu nedenle İngiltere ile ABD’nin meseleye bakışı farklıydı. İngilizlerin isteği petrol, ABD’nin isteği ise SSCB’nin frenlenmesi idi: “İngilizlerin tek isteği, AIOC ile edinilen petrol imtiyazına tekrar kavuşmaktı. Biz ise bu mesele ile pek ilgilenmiyor, Rusların muhtemel yayılmalarının doğuracağı apaçık tehlikeyi hesaba katıyorduk.”[21]

ABD Başkanı Truman Musaddık’la yaptığı özel görüşmede,  “İran’ın davasına çok yakınlık duyduğunu” ifade ettikten sonra “petrol krizinin kontrolden çıkması durumunda” “aniden saldırmak için duvarın üzerinde hazır bekleyen bir akbabaya “ benzettiği Sovyetlerin İran’ı işgal edebileceği” endişesini Musaddık’a söylemiştir. Konuşmanın devamında “Eğer Sovyetler İran’ı ele geçirirse bir dünya savaşı başlatabilecek duruma gelirler“ diyerek de Musaddık’ı uyarmıştır. Musaddık, “aynı tehlikeyi kendisinin de gördüğünü söyledi ama İran’ı karışıklığa Britanya’nın uzlaşmaz tavrının sürüklediği fikrinde ısrar etti.”[22]

ABD’nin Ulusal Güvenlik Konseyi’nde bulunan Ortadoğu uzmanlarının raporlarda, “… açıkça belirtiliyordu.[23]

ABD büyükelçisi Grady ise 1 Temmuzda ABD başkanı Truman’a çektiği telgrafta;

Truman sonrası ABD Başkanı Eisenhower, CIA’nin İran’da bir darbe yapmasına müsaade ettiğinde, ABD Dışişleri Bakanı Foster Dulles’in darbeci ekiple yaptığı değerlendirmede, İran’ın stratejik önemi üzerinde hassasiyetle durarak başarısızlığın neye mal olacağına dikkat çekmiştir:  “İran, tarih boyunca Uzakdoğu ülkeleri ile Akdeniz ve Avrupa ülkeleri arasında köprü vazifesi gördü. 1860’larda Süveyş Kanalı’nın açılışı ile ticari önemi azaldıysa da, süper devler arasındaki bir ülke olarak kalması stratejik önemini büyüttü. Eskiden Fransa ve Almanya için önem taşıyordu, şimdi İngiltere ve Amerika için önemli. Rusya için her zaman önemli oldu.

Meseleye bir başka açıdan bakarsak Sovyetlerin Güney tarafında, onların ılık denizlere inmesini engelleyen bir barikat görevi yapıyor. Elbette Rusların ellerinde Karadeniz var ama bu denizden dış dünyaya açılmak için İstanbul ve Çanakkale boğazından geçmeleri gerekiyor. Boğazlar bağımsızlığa çok önem veren Türklerin kontrolünde ve Ruslar da Türklere güvenmemek, onlardan bir şey beklememek gerektiğini öğrendiler. Bu yüzden de güneye bakıyorlar. Eğer İran’ı kontrol edebilirlerse, İran körfezini de kontrol edebilecekler. Bu, Rusların büyük rüyası ve önemli hedeflerinden biri. Deli Petro’dan beri böyle. Yani iki buçuk asırlık bir istek bu.”[25]

İngiltere’nin İkna Aracı: “Musaddık Başarı Kazanırsa Kötü Örnek Olur”

İngilizler, Truman sonrası gelen başkan ABD Başkanı Eisenhower’in ve yönetiminin onayını alabilmek için yaptıkları propagandadaki malzemeleri değiştirmek zorunda kalmışlardır. Başlattıkları psikolojik harekâtta şu iki noktayı öne çekmişlerdir:

  1. Musaddık, TUDEH komünist partisi ile iş birliği içinde İran’ı Sovyet bloğuna getirip teslim edecektir.
  2. Eğer Musaddık, İran petrollerinin millîleştirmesinde başarılı olursa bu “anti-kolonyal mücadeleler” için referans alınıp “kötü örnek” olacaktır.

Sömürgeciler için olacaklara tahammül etmek mümkün olmadığından kötü örneklerin yok edilmesi gerekir. İngiliz propagandasına göre olan .[26]

Gerçekten de 8 Ekim 1951 yılında Musaddık, BM toplantısına katılmak üzere ABD’ye geldiğinde gazetecilere yaptığı yazılı açıklamada, “olduğunu göstermiştir. Musaddık’ın BM’de yaptığı konuşma bağımsızlık mücadelesi veren sömürge ülkeler için bir umut olmuştur. Bu nedenle yaptığı konuşmanın kısa bir özeti aşağıda verilmiştir:

İran dünya petrol üretiminin önemli bir kısmını sağlamasına ve son elli yılda üç yüz on beş milyon ton petrol üretmesine rağmen yabancı şirketin kayıtlarına göre tüm kazancı sadece yüz on milyon pound olmuştur. Bu muazzam sanayiden İran’ın kazancının ne olduğu hakkında bir fikir vermesi için size şunu söyleyebilirim:

Şunu da eklemeliyim ki, dünyanın en büyük rafinerisinin bulunduğu İran’ın güneyindeki Abadan’da petrol sahalarında yaşayan halk hayattaki en basit ihtiyaçlarını karşılamaktan yoksundur ve tam bir sefalet içinde yaşamaktadır!

Eğer petrol sanayimiz geçmişte olduğu gibi gelecekte de böyle sömürülmeye devam ederse, eğer Mescidi Süleyman, Agacari ve Kirmanşah’taki petrol sahaları ile Abadan rafinerisinde çalışan İranlıların sadece kol güçlerine ihtiyaç duyulan basit ameleler olmasına göz yumarsak ve eğer yabancı sömürücüler tüm gelire el koymaya devam ederse bizim halkımız sonsuza kadar yoksulluk ve ıstırap çekecektir. İşte bütün bu sebeplerden dolayı İran parlamentosunu -Meclis ve senatoyu- petrol şirketini kayıtsız şartsız millîleştirmesi için oylama yapmaya teşvik ettik.”

“Tıpkı toprağı, akarsuları ve dağları gibi İran’ın petrolü de İran halkının malıdır. Onunla ne yapılacağı gibi, kiminle ve nasıl yapılacağına karar vermek sadece onların yetkisindedir. …İran’ın ekonomik olarak sömürülmesi Britanya’nın sicili için üzücü olup, sonucunda da petrol sanayiinin millîleştirilmesi kimse için sürpriz olmamalıdır.”

“ …Birleşik Krallık Hükümetinin görüşmede bulunmak yerine her türlü gayrı meşru yolu kullanarak ekonomik, psikolojik ve askeri baskı ile bizim irademizi kırmak istediği aşikârdır. Savaş gemilerini kıyılarımıza, askerlerini de yakınlardaki üslere yerleştirmeleri barışa duydukları aşkın kanıtıdır.”.

“…Sir Gladwyn Jebb’in (BM’de Konuşan İngiliz Temsilci) birçok cümlesinde bulunan küçük düşürücü sözleri gerçekten saymadım, kayıtlara bakarsanız artarda birçok iftira görürsünüz. Hareketimiz insafsız olarak nitelenirken, halkımızı aldattığımız söyleniyor. Biz düşüncesiz ve keyfi hareket edip hayatı da katlanılmaz yapmışız. Bizim yasama sürecimiz bir “hır gür” olarak tanımlanıyor. “Uzlaşılmaz” olarak lanetleniyor ve “ültimatom” vermekle suçlanıyoruz. Bizim kederlerimiz “vahşi” suçlamalar olarak damgalanıp görmezden geliniyor. Biz “acayip ve nankörüz”.  Biz kendi kellesini kurtarmak için halkını yabancılara karşı kışkırtan ve kendi halkını sömüren “aşırı” insanlarız. Hedeflerimiz hayâlı onlara ulaşma şeklimiz intihardan farksız, Meselemiz bir körün hayaleti kovalaması kadar kusurlu kabul ediliyor. …

Ülkemizi kalkındırmanın, halkımızın yaşam şartlarını iyileştirmenin ve onlara fırsatlar yaratmanın büyük ölçüde bu olağanüstü önemli ulusal kaynağa bağlı olduğunun çok uzun zamandan beri farkındayız. Ama petrolün ulusal refahımıza katkısı ancak yabancı şirketin masasından toplamamıza izin verilen kırıntılar kadar acınacak miktardadır… Meselenin pratik gerçekleri ile yüz yüze gelmek için Birleşik Krallık temsilcisinin konuyu buraya getirmesini ben de seve seve kabul ettim ve görüşme yapmak için de ondan daha az istekli değilim. Ancak, şirket gelecekte nerede faaliyet gösterirse göstersin bir daha asla İran’da faaliyette bulunamayacaktır. Ne vekâleten ne de anlaşma yapmak suretiyle petrol kaynaklarımızı yabancılara devredip onlara sömürme hakkı vermeyeceğiz.”[28]

Musaddık’ın BM’de yaptığı bu konuşma, Castro, Sukarno, Nkrumah, Lumumba ve Erdoğan’dan çok önce olup, mazlumların hakkını savunan ilk konuşma olmuştur. Yoksul ve mazlum ülkelerin sesi ilk kez BM salonlarında çok yüksek düzeyde bu şekilde duyulmuştur. O nedenle sömürgeciler için “korkulu rüya olmuş” ve “kötü örnek”(!) olmuştur.

Musaddık’ın bu konuşması etkisini medyada göstermiş, 20 Ekim 1951 tarihli New York Times gazetesinde James Reston: “İran petrolleri üzerinde süren kavga Birleşmiş Milletler tarihindeki hiçbir tartışmanın yapamadığını yaptı.” …Tartışma külliyen kaybın temelini oluşturdu. Şimdiye kadar şüpheli olan bir şey açıklığa kavuştu ve Birleşmiş Milletler’in kendisi de dâhil olmak üzere büyük ya da küçük her devletin kaybetmesinin mümkün olduğu ispatlandı”[29] şeklinde bir değerlendirme yapmıştır.

İngiltere başbakanı Attlee, bir toplantıda “Musaddık’la bir şekilde uzlaşma sağlanmalı” dediğinde İngiliz Dışişleri Bakanı Herbert Morisson, Musaddık ile uzlaşma teklifine; “ gerekçesi ile şiddetle karşı çıkmıştır.[30] Başbakan fikrinden vazgeçerek ABD Dışişleri Bakanı Acheson’a iletilmek üzere İngiltere’nin Washington büyükelçisi Franks’a; 

ABD Dışişleri bakanı Acheson ise Musaddık’ın, inanıyordu.[32] Hem İngiliz Dışişleri Bakanı Herbert Morisson, hem de ABD dışişleri Bakanı Acheson düşüncelerinde haklıydılar. Her ikisinin haklı olduğu, Musaddık’ın hem “kötü örnekliği”(!) hem de “, İran’a dönerken Mısır’a uğradığında apaçık bir şekilde ortaya çıkmıştır:

“Coşkulu bir şekilde karşılandı. Zaten Mısırlılar birkaç yıl sonra Süveyş Kanalı krizine sebep olacak anti-emperyalist bir taşkınlık yaşıyorlardı ve ne zaman halkın içinde görünse Musaddık’ı coşkuyla alkışlıyorlardı. Gazeteler onu “ tarihi yenen” ve “ülkesine özgürlük ve şeref getiren” bir kahraman olarak selamlıyorlardı. Birkaç gün kalıp Kral Faruk tarafından hüsnü kabul gördü. Ve başbakan Nahas Paşa ile bir dostluk anlaşması imzaladı. Anlaşmada “birlik halindeki İran ile Mısır’ın Britanya emperyalizmini bozguna uğratacağına” yemin ediyorlardı.”[33]

“Dr. Musaddık İran’a Kahire yoluyla dönerken orada Cemal Abdünnasır tarafından bir kahraman gibi karşılanır” (Necip ve Nasır 1952 yılına kadar iktidarı alamadılar ve Musaddık’la dost olmayan Faruk o sırada hala kraldı.)[34]

Sonuç: “BM’de Beş Ülkenin Veto Hakkı Olması Çelişkidir” Diyen Erbakan ve “Dünya Beşten Büyüktür” Diyen Erdoğan “Kötü Örnek” Olmuşlardır(!)

Rahmetli Erbakan tüm mücadelesinde zalimleri hedef almış, mazlumları savunmuş, bu amaçla BM’de “beş ülkenin veto hakkının” olmasına karşı çıkarak “kötü örnek”(!) olmuştur: “Bugün Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası, IMF, UNDP ve UNICEF ırkçı emperyalizmin kuruluşlarıdır. Tekelci sermayeye hizmet etmektedirler. Bu kuruluşları ırkçı emperyalizm yönetmektedir…”[35] “Bu gün, şu Birleşmiş Milletler Teşkilatında 5 ülkenin veto hakkı var; bu çelişki değil mi?... Bu, elli sene öncenin dünyası; bu dünya böyle yürümez. Şimdi, bütün dünyanın hepsi haklı bir dünya istiyor; herkes elli yıl sonra dünyayı yeniden kurmak istiyor.”[36]

Erbakan uluslararası ticaretin dolar merkezli, New York ve Londra bankaları üzerinden yapılmasına karşı çıkarak “kötü örnek”(!) olmuştur: “Bugün biz Amerika izin vermediği için İsviçre’ye imam gönderemiyoruz, Mekke’ye para göndermek ancak Amerikan bankaları üzerinden mümkün olmaktadır ve bir İslâm beldesine telefon etmek bile batı santralleri üzerinden olabilmektedir.”[37]

Erbakan, D-8’leri kurarak küresel sisteme başkaldırarak “kötü örnek” olmuştur: “Burada 8 tane Müslüman ülke bir araya gelmiş, çekirdek oluşturulmuş,1 milyarlık bir nüfus meydana getirilmiştir. Bu bir çekirdektir; yola çıkmış, çekirdeği teşkil etmiştir. …Bunun arkasından 2. hedefimiz vardı. Bunlar, bütün Müslüman ülkeleri ve ezilen ülkeleri yani Rusya’sı, Çin’i, Hindistan’ı dâhil 5 milyar ezilen sömürülen insanın hepsini biz adil bir dünya düzeni etrafında toplayacağız, prensibinden hareket edilmişti. Bizim gayemiz sadece 5 milyara değil. 6 milyar insanın (o zaman ki dünya nüfusu, B.C.) hepsine hizmettir.  O takdirde kendini gelişmiş sayan ülkeleri de bu sefer bir yuvarlak masa etrafında toplayacağız. Onlara, "Oturun bakalım buraya, yeni dünya sizin kuvvet ve prensiplerinize göre değil, adil düzen prensiplerine göre kurulacaktır” diyeceğiz. "Herkes saadet bulacak" diyeceğiz ve buna uymak için de gereken müeyyideyi elimizde tutacağız. Çünkü bunlar lâftan anlamazlar.  Müeyyidesiz bunlara bir iş yaptırmak mümkün değildir. İşte yeni dünyanın adil esaslara göre kurulması prensibi gözetilerek D-8`ler kurulmuştur.”[38]

Erdoğan, Türkiye’nin tanklarını kendinin modernize etmesi, helikopter ve insansız hava aracı üretmesi, yerli otomobil üretmek istemesi, savunma sanayinin değişik alanlarına girmesi ve başarı kazanması, Çin’den uzun menzilli füze almaya kalkması, Avrasya eksenine yaklaşması, Şanghay beşlisine girmek istemesi, İran, Kuzey Irak ve Hindistan’la ticareti Türk Lirası olarak Halk Bankası üzerinden yapması, Mısır’daki darbeyi meşru görmemesi, Irak-Suriye düzleminde ABD’den farklı politikalar ortaya koymaya çalışması, ABD’nin PYD/YPG ittifakına karşı çıkması, İran ambargosunu desteklememesi, Filistin devletine açık destek verip, İsrail ve ABD’nin uyguladığı birçok politikaya karşı çıkması, İslâm İşbirliği Örgütü’nü harekete geçirmesi, BM’yi devreye sokması, Katar’a uygulanan ambargoyu ve işgal hareketini, Türkiye-İran-Pakistan eksenini oluşturarak kırması, Katar ve Sudan’da üsler kurması, Sudan’ın çok stratejik bir adasını kiralaması, Somali ile ilişkileri çok ileri düzeye taşıması, Afrika’ya, Balkanlara ve Türki Cumhuriyetlere geçmişe göre çok hızlı ve kapsamlı girmesi, bütün baskılara rağmen Kıbrıs’tan taviz vermemesi, F-35’ler projesine ortak olup para yatırması, Rusya ile S-400 füze anlaşması yapması ve “Dünya beşten büyüktür” demesi nedeniyle “kötü örnek”(!) olmuştur[39]:

“…Zaman içinde Birleşmiş Milletler’in insanlığı barış ve refah beklentilerini karşılamaktan uzaklaştığı da bir gerçektir. Özellikle Güvenlik Konseyi sadece veto hakkına sahip 5 ülkenin çıkarlarına hizmet eden, dünyanın diğer bölgelerine yaşanan zulümlere seyirci kalan bir yapıya bürünmüştür.”

“BM'nin yapısında ve işleyişinde reforma gidilmesi gerektiğini söylüyoruz.

… Böyle önemli bir yapının adı sürekli başarısızlıklarla anılan bir kurum haline gelmesine bizim gönlümüz rıza göstermiyor. İşte bu sebeple her fırsatta Güvenlik Konseyi başta olmak üzere BM’nin yapısında ve işleyişinde kapsamlı bir reforma gidilmesi gerektiğini söylüyoruz. Onun için de dünya 5’ten büyüktür derken de insanlığın ortak vicdanının sesi olduğumuza inandırıyoruz.”

“…Özellikle Güvenlik Konseyi sadece veto hakkına sahip 5 ülkenin çıkarlarına hizmet eden, dünyanın diğer bölgelerine yaşanan zulümlere seyirci kalan bir yapıya bürünmüştür.”

“…Geçmişte Bosna’da, Ruanda’da, Somali’de yakın tarihte Myanmar’da, halen Filistin’de yapılan katliamlar hep BMGK’nın gözü önünde gerçekleşmiştir. Filistinlilere uygulanan zulme ses çıkarmayanların, onlara yapılan yardımı kısma konusundaki gayretleri sadece zalimlerin cesaretini artırmaktadır.”

“…Dünya 2. Dünya Savaşı sonrasının şartlarında değil. Burada 194 ülkeden temsilciler var. Niçin bu 194 ülkenin tamamı da BMGK’da temsil eden durumuna gelmesin. Niçin hepsi de daimi üye olma dönerli olarak konumuna gelmesin? Sadece 5 üye, diğerleri maalesef geçici. Onların da orada hiç inisiyatifi yok…”[40]

     Musaddık, Mursi, Menderes, Demirel, Özal, Erbakan, Ecevit, Baykal ve Erdoğan’ın başına gelenlerin ve Türkiye’de yapılan darbelerin, Şer İttifakı’nın “kötü örneklik”(!) yaklaşımı açısından yeniden değerlendirilmesi gerekir.

     Henüz vakit varken!


[1] Can, B., İslâm Coğrafyası ve Küresel Savaş-1: “Kaostan Kaynaklanan Düzen” ve “Küresel Savaş”, Umran, Eylül 2017. Can, B., İslâm Coğrafyası ve Küresel Savaş-2:  Küresel Savaş Türkiye Üzerinden Mi(!)? Çıkarılmak İsteniyor, Umran, Ekim 2017.

[2] Stephan Kinzer, Şah'ın Bütün Adamları, İletişim, İstanbul, 2004, s.140-145.

[3] Stephan Kinzer, Şah'ın Bütün Adamları, İletişim, İstanbul, 2004, s.140-145. “Batı'nın Musaddık Darbesi ve Arka Planı”, Dünya Bülteni /Tarih Dosyası, 22 Ağustos 2013; https://www.dunyabulteni.net/tarihten-olaylar/batinin-musaddik-darbesi-ve-arka-plani-h271641.html Kuduoğlu, A., “İran’da Musaddık Dönemi: 1951-1953”, İran Çalışmaları Dergisi, cilt: 2, sayı: 2, s: 37-62. Stephan Kinzer, a.g.e., s. 17. Oktay, H; Cerrah, U; “İran Krizi ve Bölgesel Güvenlik Raporu”, Kafkasya Stratejik Araştırmalar Merkezi, Ankara- 14 Mayıs 2018.

[4] “Batı'nın Musaddık Darbesi ve Arka Planı”, Dünya Bülteni /Tarih Dosyası, 22 Ağustos 2013; https://www.dunyabulteni.net/tarihten-olaylar/batinin-musaddik-darbesi-ve-arka-plani-h271641.html

[5] “Batı'nın Musaddık Darbesi ve Arka Planı”, Dünya Bülteni /Tarih Dosyası, 22 Ağustos 2013; https://www.dunyabulteni.net/tarihten-olaylar/batinin-musaddik-darbesi-ve-arka-plani-h271641.htmlBulunmaz, A., “İran’ın Hafızasından Silinmeyen Lider: Muhammed Musaddık” Jan 15, 2018

[6] S. Kinzer, a.g.e., s. 17.

[7] S. Kinzer, a.g.e., s. 17.

[8] S. Kinzer, a.g.e., s. 147-152.

[9] S. Kinzer, a.g.e., s. 140-145.

[10] “Batı'nın Musaddık Darbesi ve Arka Planı”, Dünya Bülteni /Tarih Dosyası, 22 Ağustos 2013; https://www.dunyabulteni.net/tarihten-olaylar/batinin-musaddik-darbesi-ve-arka-plani-h271641.html Kuduoğlu, A., “İran’da Musaddık Dönemi: 1951-1953”, İran Çalışmaları Dergisi, cilt: 2, sayı: 2, s. 37-62.

[11] S. Kinzer, a.g.e., s. 107-108.

[12] S. Kinzer, a.g.e., s. 107-108.

[13]S. Kinzer, a.g.e.,  s.140-145.

[14] S. Kinzer, a.g.e.,  s.140-145.

[15] S. Kinzer, a.g.e.,  s.140-145.

[16] S. Kinzer, a.g.e.,  s.140-145.

[17] S. Kinzer, a.g.e.,  s.140-145.

[18] S. Kinzer, a.g.e., s. 17.

[19] S. Kinzer, a.g.e., s. 17.

[20] S. Kinzer, a.g.e., s.  120-130.

[21] Roosevelt, K., Roosevelt, K., Karşı Darbe, CIA İran’da, Timaş, İstanbul, 2007, s.

12-20.

[22] S. Kinzer, a.g.e., s. 155-165.

[23] S. Kinzer, a.g.e., s.  120-130.

[24] S. Kinzer, a.g.e., s.  120-130.

[25] Roosevelt, K.,a.g.e.,12-20.

[26] S. Kinzer, a.g.e., s. 147-152.

[27] S. Kinzer, a.g.e., s. 147-152.

[28] S. Kinzer, a.g.e., s. 155-165.

[29] S. Kinzer, a.g.e., s. 155-165.

[30] S. Kinzer, a.g.e., s. 119.

[31] S. Kinzer, a.g.e., s. 119.

[32] S. Kinzer, a.g.e., s. 119.

[33] S. Kinzer, a.g.e., s. 155-165.

[34] Roosevelt, K.,a.g.e.,s.120.

[35] Erbakan, Yeni Bir Dünya ve Adil Düzen, ESAM, Ankara, 16 Kasım 2010.

[36] Erbakan, 09 Aralık 1996 tarihinde parlamentoda bütçe üzerine yaptığı konuşma.

[37] Erbakan, Uluslararası Müslüman Topluluklar 4. Kongresi, 4. Kongrenin Rapor ve teklifleri, İstanbul, 1995, s. 9-10, 37.

[38] Erbakan, N., Gayemiz Bütün Beşeriyetin Saadetidir, ESAM, Ankara, 16 Kasım 2005

[39] https://www.trthaber.com/haber/gundem/cumhurbaskani-recep-tayyip-erdogan-konusuyor-386409.html …

[40] https://www.trthaber.com/haber/gundem/cumhurbaskani-recep-tayyip-erdogan-konusuyor-386409.html …;

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...