28 Nisan 2017 Cuma

Yeni Bir Kadife Darbe Süreci-2: Referandum sonuçlarının temel sebepleri

 (Milli Gazete)

“Göz odur ki, dağın arkasını göre, 

Akıl odur ki, başa geleceği bile.”

Giriş

AKP ve MHP ittifakı, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” için Anayasa değişikliği kararı aldıktan sonra, Şer ittifakı (ABD-İngiltere-İsrail/Siyonizm-AB) Türkiye’de yeni bir Kadife Darbe için fırsat yakalamış ve bunun için gerekli çalışmalara başlamıştır. Referandum sürecinde Kadife darbelerin genel stratejisine uygun bir alt yapı oluşturulduğu anlaşılmaktadır. 

Geçen yazıda, Oslo Görüşmesinin deşifre edilmesinden bugüne kadar Türkiye’de vuku bulan olayları, beş ayrı döneme ayırarak 5. Dönemin yeni bir kadife darbe süreci olduğunu ve buna ilişkin gerekçelerimizi ana hatları ile açıkladık. 5. dönemin ilk aşamasında Kadife darbecilerin muhtemel amacı, gayrı memnun kitlelerde kin ve nefreti artırarak iki yıl boyunca tüm eylemlere destek vermelerini sağlamak ve siyasi iktidarın dengesini bozmaktır. Nihai hedefleri ise, 2019 Cumhurbaşkanlığı seçiminde Tayyip Erdoğan’ı Cumhurbaşkanı seçtirmemektir. 

Bu yazı serisinde, Kadife darbecilerin yeni dönemdeki (5. Dönem) muhtemel amaç ve hareket tarzları üzerinde durulacaktır. Geçen yazıda yeni dönemin daha iyi anlaşılabilmesi için Kadife darbelerin yönetim mekanizması ile teorik alt yapısı ele alınıp incelenmiştir. Bu yazıda, Kadife darbelerin stratejinin dayandığı analiz sistemi ve referandum sonuçlarının nedenleri, ana hatları ile ele alınıp incelenmektedir.

Kadife Darbe Stratejisinin Dayandığı Analiz

Kadife darbe stratejisi, sürece etki edebilecek tüm parametreler göz önüne alınarak belirlenmektedir. Analizlerde, iç ve dış dinamikler kapsamlı bir şekilde analiz edilmektedir: 

İç Dinamikler

Kadife Darbe sürecine etki eden, onu kolaylaştıran veya zorlaştıran iç parametreleri, aşağıdaki başlıklar altında toplayabiliriz:

1-Toplumsal Yapı:

– Demografik parçalanmışlık: Etnik unsurlar ve farklı inançlar arasında kin ve nefretin yayılma derecesi,

– Değerlerin yozlaşması, toplumsal bağların çözülmesi,

– Öğrencilerin ve gençlerin biriken öfkesi,  

– Yabancı istihbarat mensuplarının öğrencilerin arasına sızarak iyi bir konum elde etmiş olmaları,

– Şiddetin yaygınlaşması, suç oranlarında artış, 

– Güvensizlik dalgasının yaygınlaşması,

– Bizzat dışarıdan finanse edilen işbirlikçi sivil toplum örgütlerinin var olması, 

– Yönetime ve sisteme karşı güvensizlik, biriken öfke, gittikçe artan küskünler kitlesi,

– Partiler, cemaatler, hareketler, STK’ların durumu, tepkileri, dayanma güçleri, halkla bağları, olaylara tepkileri, kimin yanında yer alacağı.

2- İktidarın durumu:

• İktidardakilerin bütünlük düzeyi, 

– İktidar partisinin lideri ile hükümet, Cumhurbaşkanı ile Başbakan, Devlet Başkanı ile bakanlar kurulu arasındaki uyum-uyumsuzluk, 

– Liderle/Başbakanla/Cumhurbaşkanı ile halk arasında ilişki, parti ile halk arasındaki ilişki,

– Liderin/Başbakanın/Cumhurbaşkanının kadrosunun birikimi, bütünlüğü ve lidere/Başbakana/Cumhurbaşkanına bağlılık düzeyleri,

– İktidarın, iktidar olma kararlılığı,

– Muhtemel gelişmeler karşısında halkın, STK’ların/Cemaatlerin ve gençliğin tepkisi,

– Muhtemel gelişmeler karşısında Liderin/Cumhurbaşkanının/ Başbakanın/Hükümetin Kadife Darbeci Güçlerle uzlaşma/işbirliği yapma durumu.  

• Yönetimdeki zaaflar: 

– Yöneticilerin lükse, israfa kaymaları, yolsuzluklarının olup-olmaması

– Halka karşı duyarsızlaşmaları, 

– Eş, dost, akraba ve yandaşlık ilişkisi,  

– Aile saltanatı.

• Yönetimden dışlanmış olanların, kitleler üzerindeki etkileri.

3- Muhalefetin Durumu:

• Muhalefetin parçalı veya bütünleşmiş olması,  

• Muhalefetin halk/STK/Cemaatlerle ilişkisi, gücü, sürükleyiciliği,

• Muhalefet liderlerinin popülaritesi, güvenirliliği, sempatikliği,

• Daha önce yönetimde bulunup da dışlanan yöneticilerin muhalefet lideri olabilme kapasiteleri,

• Dış Güçlerle işbirliğine girme düzeyi, 

• İktidarı destekleyecek muhalefet partilerini, tarafsızlaştırma veya cepheye dâhil etme imkânları

4- Kitle İletişim 

Araçlarının Durumu: 

• Kimin kontrolünde olduğu,

• Ülke içinde ve dışında güvenirliliği,

• Dünya ve bölge kamuoyunu etkileme gücü,

• Eğlence kültürünü yayıcılığı,

• İşbirliğine uygunluğu. 

5- Yargı ve Güvenlik 

Güçlerinin Tutumu: 

• İktidara karşı mı?

• Tarafsız mı?

• İktidarı destekliyor mu?

• Süreçte muhtemel hareket tarzları ne olabilir?

6- Ekonomik Yapı:

• Güçlü mü?

• Zayıf ve kırılgan noktaları var mı; varsa nelerdir?

• İşbirliği yapılmasına uygun sermaye güçleri ve zararlarının karşılanması,

• Üretim, Borsa, Turizm, Hizmet sektörünün durumu,

• Çıkarılacak krizin ekonomik boyutunun ülkeye, bölgeye ve dünyaya etkileri,

• Halkın ekonomik kriz karşısında muhtemel tepkisi, dayanma gücü.

Dış Dinamikler

Kadife darbelerde göz önüne alına dış parametreleri aşağıdaki gibi özetleyebiliriz:

• Ülkenin Jeostratejik, Jeopolitik, Jeoekonomik ve Jeokültürel Durumu

– Bölgesel ve küresel güçler için ne anlam ifade ettiği,

– Büyük Ortadoğu’yu etkileyecek jeostratejik konumları,

– Enerji kaynakları ve ulaşım yolları,

– Diğer kıymetli yer altı kaynakları,

– Bölgesel ve küresel güçlerin ülke ile irtibat düzeyleri.

• Dış güçlerin (Bölgesel ve Küresel Güçlerin) Tutumu 

– Devletlerin, uluslararası kuruluşların (BM, NATO, IMF, Dünya Bankası) olaya bakışı, tavrı ve müdahale etme kararlılığı, 

– ABD ve AB yönetimlerinin doğrudan veya elçilikleri aracılığıyla müdahale etme imkânları.

– Dışlanmış yöneticilerle işbirliğinin sağlanması,

– Eksen çatışmasının süreci etkileme düzeyi,

– Bölgesel güçlerin süreci etkileme düzeyi.

• Ekonomik Manipülasyon: 

– Mevcut yönetimi sıkıntıya düşürebilmek ve halkın şikâyetlerinin artması için ekonomi ile oynamak. Böylece işsizlikle beraber memnuniyetsizlik ve güvensizliği artırmak. 

• Seçim Gözleyicilerinin Davranışları: Seçim sonuçlarını tanımama ve onları uluslararası kamuoyuna yanlış bir şekilde aktarma durumları. 

• Kitle iletişim Araçlarının Tutumu

• Dış destek sağlama imkânları 

• Gerçeği çarpıtarak yansıtma kapasiteleri 

• Yabancı Vakıfların hedef ülke içerisinde yıpratma faaliyeti yürütme imkânları

• İçerdeki Sivil Toplum Örgütlerine verdikleri parasal destek.

• Gençliğin kamuoyu oluşturma konusunda eğitilmesi.

• Gençlere burslar verilmesi ile sempati oluşturulması.

• Örgütlemeye fiilen iştirak edilmesi.

Kadife darbe teorisyenlerinden Gene Sharp, böyle bir analiz yapıldıktan sonra,

1. Örgüt, 2. Slogan, 3. Medya, 4. Finansman, 5- Eğitim, 6- Lider, 7. Gayrimemnunları toparlamak, 8. Asker ve güvenlik güçlerini kazanmak ya da tarafsızlaştırmak, 9. Yargının desteğini kazanma ya da tarafsızlaştırma, 10. Dış Güçlerin desteğini sağlama, 11- Eylemlerin başlama zamanı, 12- Psikolojik savaş, 13. Gerilimi sürekli artırmak, 14. Sokak hâkimiyeti, 15. Seçimler, 16- Dış güçler ve seçim sonuçları, 17- Gerçek niyetin perdelenmesi, 18. Sonuç’la ilgili 189 farklı eylem türü önermektedir(1). 

Referandum Sonuçlarının Nedenleri

1 Kasım 2015 seçimlerinde AKP %49,5, MHP %10,5 oy almışken, HDP tabanından %2-4 ve diğer partilerden %1 oy beklenirken (toplam %63-%65), Referandum sürecinde kurulan AKP ve MHP ittifakı, niçin %51,4 oy alabilmiştir?

Bu soru, aşağıdaki başlıklar dikkate alınarak, yol boyu, cevaplanmaya çalışılacaktır:

1- Başkanlık Sistemi için anayasa değişikliğinin gündeme getirilme zamanı,

2- Başkanlık Sistemi için yapılan anayasa değişikliğinin muhtevası ve toplumsal zeminde ciddi bir tartışmaya açılmaması,

3- Yeni Anayasa hazırlanması ile ilgili daha önce yapılan çalışmaların, varılan mutabakatların ve gönüllü kuruluşlar tarafından verilen raporların göz önüne alınmaması,

4- Bahçeli’nin 7 Haziran seçimlerinden buyana uyguladığı stratejilerin parti tabanında ve yönetim kadrolarında meydana getirdiği huzursuzluk,

5- Cumhurbaşkanı, Başbakan, AKP kadroları ve bazı STK’ların “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini” savunmada kullandıkları dil ve üslup.

6- 16 Nisan Referandumu için evet ve hayır kampanyasının, “hak-batıl”, “iman-inkâr”, “melek-şeytan”, “vatan haini- vatansever”, “PKK”, “FETO”, “terörist” ve “haçlı saldırıları” düzleminde ele alınarak propaganda yapılması, bu amaçla bazı dini önderlerin/ulemanın fetva vermesi, konu ile ilgili “hadis uydurulması”, “Ebcet hesabı” yapması, hayır diyeceklerle ilgili köşe yazarı, TV programcılarının saldırgan tutum ve tavırları, gazete manşetlerindeki ağır ifadeler. Buna karşılık, Hayır kampanyasını yürüten liderlerin dilinin çok daha kibar olması, süreci, özellikle gençliği ciddi bir şekilde etkilemiştir. 

7- 5. ve 6. maddelerde ifade edilenlerden dolayı gerilimin siyasi iktidar tarafından sürekli yükseltilmesinin etkileri.

8- FETÖ davasında siyasi ayağa hiç dokunulmaması, buna karşılık genellikle Gülen Hareketi sempatizanlarının ve Gülen Hareketi ile hiç alâkası olmayanların da açığa alınması, ihraç edilmesi ve tutuklanması. Halk tarafından FETÖ ile alâkası olduğu kabul edilenlerin serbest olması; ya da “adamını bulanların” süreçten yara almadan kurtulması kanaatinin yaygınlaşması.

9- Başta belediyeler olmak üzere, AKP kadrolarında, kirlenme, kibir ve müstağnileşme olduğuna ilişkin kanaatin yaygınlaşması.

10-  Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Eski Başbakan Ahmet Davudoğlu’nun meydanlara çıkmayıp sessiz kalmaları.

11- HDP yöneticilerinin tutuklanması. 

12- Referandumla ilgili “Almanya ve Hollanda’da meydana gelen olaylar” üzerine Türkiye’de açılan kampanya ve kullanılan dilin etkisi. 

13- “Ülker Reklamı” ve bunun üzerine Murat Ülker’e karşı girişilen linç kampanyasının etkisi.

14- Mesut Barzani’nin Türkiye’ye gelişinde yapılan karşılama töreninde asılan “Kürdistan Bayrağı”, “Kerkük’ün ilhakı için referanduma gidilmesi kararının alınması ve Kerkük’te binalara Kürdistan bayrağının asılmasını” etkileri.

15- Referanduma bir hafta kala Cumhurbaşkanlığı baş danışmanı Şükrü Karatepe’nin “Eyalet sistemi” tartışmasının etkisi.

Sonuç: Gerilim Yükseltmeyin, Düşürün

Kadife darbelerde seçime doğru gerilim ortamının yükselmesi, Kadife darbeciler tarafından arzulanan bir durumdur. Gerilim, insanların kolaylıkla tahrik edilip eylemlere girmesine, eylemleri desteklemesine imkân sağlamaktadır. Oslo Görüşmelerinin deşifre edilmesinden 7 Haziran 2015 seçim sürecine kadar kontrollü gerilim stratejisi uygulanmıştır. Kontrollü Gerilim Stratejisi tabirini kullanmamızın nedeni, Kadife darbeciler, gerilimi, kendi işine geldiği zaman daha da yükseltmeye, AKP’nin işine geldiği zaman, daha da düşürmeye çalışmışlardır. Cumhurbaşkanı seçim süreci ile 7 Haziran Genel seçimi sürecinde Kadife darbenin beyin takımı (Dış ve İç Beyin), AKP’nin aksine, gerilimi düşürmeye çalışmıştır. Bunun iki temel nedeni vardır: 1- Seçim sürecinde gerilim, AKP’nin işine yaramaktadır. 2- Halk gerilimli ortamda yaşamaktan yorulmaya başlamıştır. 

Adalet Bakanı Bozdağ’ın tabiri ile “CHP, Erdoğan Düşmanlığı orucu tutmuş” ve “Hayır kampanyasını” yürüten liderlerin, kadroların hemen hemen hepsi, referandum sürecinde çok daha sakin, birleştirici, bütünleştirici, yumuşak bir dil ve üslup kullanarak AKP’nin stratejisini bozarak oylarını artırmışlardır. Ancak Referandum sonrasında, sonuçlar üzerinden başlatılan tartışmalarla, gerilimi yükseltmeye ve kendi kitlelerini gelecek iki yıl için diri tutmaya çalışmaktadırlar. 

Başta Cumhurbaşkanı ve Başbakan olmak üzere AKP kadroları ve AKP’ye kayıtsız şartsız destek vermiş STK’lar, referandum boyunca gerilimi yükselterek kutuplaştırma üzerinden kendi tabanını bütünleştirip oylarını artırmayı ve bloke etmeyi strateji olarak benimsemişlerdir. Referandum sonuçları üzerine yaptıkları yorum ve değerlendirmelerde de aynı kutuplaştırıcı dili kullanmaya devam etmektedirler. Dolayısıyla gerek Cumhurbaşkanı ve Başbakan, gerekse AKP kadroları ve bazı STK’lar, hem referandum öncesi, hem de referandum sonrasında kullandıkları dilden dolayı gerilim ortamının doğmasına önemli katkıda bulunmuşlardır. Kadife Darbecilerin kendilerine zarar vereceğini düşündükleri için yapamadıklarını; Cumhurbaşkanı, Başbakan, AKP kadroları ve bazı STK’lar yaparak, Kadife Darbecilerin ekmeğine yağ sürmüşlerdir. O nedenle başta Cumhurbaşkanı olmak üzere, siyasi iktidarın gerilimi düşürmesi, gelecek iki yıl için önemlidir.

Siyası iktidar, geçmişte olduğu gibi (Oslo Görüşmelerinin deşifre edilmesinden bugüne) hata üzerine hata yaparak yoluna devam etmeye çalışır, kendisine çeki düzen vermez, nasıl olsa referandumdan istediğim sonucu aldım, “Atı alan Üsküdar’ı geçti” mantığı ile meclisteki sayısal çoğunluğuna güvenerek, “yaptım oldu” diyerek yoluna devam etmeye çalışırsa, yapılan haksızlıkları görmezden gelirse, hem gayrı memnun sayısını artıracak hem de çok ağır bedel ödeyecektir. 

Henüz vakit varken! Yarın çok geç olabilir!

Kaynaklar

1- Sharp G., Diktatörlükten Demokrasiye Kurtuluş İçin Teorik Bir Çerçeve, ABD, The Albert Einstein Enstitüsü, Dördüncü Baskı, Mayıs 2010.

21 Nisan 2017 Cuma

Kadife darbe sürecinde yeni bir dönem-1: Dikkat

 (Milli Gazete)

“Göz odur ki, dağın arkasını göre, 

Akıl odur ki, başa geleceği bile.”

Şer İttifakı (ABD-İngiltere-İsrail/Siyonizm-AB) tarafından başlatılan Taksim (Gezi Parkı) Kadife Darbe sürecinin amacı, şiddet kullanmadan siyasi iktidarı düşürmekti. Taksim Kadife Darbe sürecinin ana stratejisi, mahalli seçimler, Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve 2015 genel seçimleri göz önüne alınarak çizilmiş ve 7 Haziran Genel Seçimleri ile birlikte AKP’nin tek başına iktidar olması engellenerek bir başarı kazanılmıştır. “Taksim Kadife Darbe Süreci”nin her bir aşaması, Millî Gazete ve Umran dergisinde değerlendirilmiştir. 

Başlangıçtan bugüne dek olan süreci, farklı aşama ve evreler ihtiva eden beş büyük döneme ayırabiliriz:

● 1. Dönem: Taksim Gezi Parkı Olaylarından-7 Haziran 2015 Genel Seçimlerine Kadar Kadife Darbe Dönemi

● 2. Dönem: 7- Haziran 2015’den 1 Kasım 2015 seçimlerine kadar PKK’nın Sosyolojik Savaş Amaçlı Terör Dönemi.

● 3. Dönem: 1 Kasım 2015 Seçimlerinden 15 Temmuz 2016 Sosyolojik Savaş Amaçlı Askeri Darbe Girişimine kadar olan Terörle Savaş Dönemi.

● 4. Dönem: 15 Temmuz 2016 Sosyolojik Savaş Amaçlı Askeri Darbe Girişiminden 16 Nisan 2017 Referanduma kadar Gülen şantaj ve terör örgütünün tasfiye dönemi

● 5. Dönem: 16 Nisan 2017 Referandumundan 2019 Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar olacak olan yeni kadife darbe dönemi.

Bu yazı serisinde, Kadife darbecilerin yeni dönemdeki (5. Dönem) muhtemel amaç ve hareket tarzları üzerinde durulacaktır. Yeni dönemin daha iyi anlaşılabilmesi için Kadife darbelerin stratejisi ve mahiyeti, yeniden hatırlatılacak, geçmiş aşamalar özetlenecektir. 

Kadife Darbe

Kadife darbeler, seçim endeksli, dış destekli, gayrı memnunların ittifakına ve gerilime dayalı, seçim öncesi, esnası ve sonrasında sokak hâkimiyeti kurarak ve genellikle “yumuşak güç” (soft power) kullanarak (zaman zaman, özel amaçla sert güç kullanılmaktadır), siyasi iktidarları düşürmeyi hedefleyen yeni bir darbe türüdür. 

Şer İttifakı (ABD-İngiltere-İsrail/Siyonizm-AB) Kadife darbelerin ilk denendiği ve başarılı olduğu ülke Sırbistan’dır. Sırbistan, kobay olarak kullanılmış, elde edilen tecrübe, Ukrayna, Gürcistan, Kırgızistan, Belucistan ve Kıbrıs’ta kullanılarak kadife darbeler başarı ile sonlandırılmıştır (1). 

Kadife Darbelerin Yönetim Mekanizması

Dünyada bugüne kadar gerçekleştirilmiş olan kadife darbelerin ana stratejisini çizen beyin takımı, Soros Merkezli Siyonist-Mason bir kadrodur (Dış Beyin-Birinci Halka). Bu, hedef ülkelerin dışında bir merkezdir. Hedef ülkelerde, ana stratejiye uygun bir şekilde kadife darbelerin yönetilebilmesi için o ülke içerisinde var olan, o ülkenin vatandaşı konumundaki Mason-Sabetayist-Siyonist-İşbirlikçilerden oluşan 2. derecede bir beyin takımı (iç beyin- ikinci halka) daha vardır. Bu iki merkez, mevcut siyasi iktidara, sisteme/devlete karşı olan “gayrı memnun örgütleri”, bir “çatı kuruluş” etrafında (“Taşeron Yapı”) birleştirerek (yönetimin üçüncü halkası), ana stratejiyi ve ana stratejinin öngördüğü tüm taktikleri, bunlar aracılığıyla hayata geçirmeye çalışmaktadır (Şekil-1). Taşeron yapıda yer alan kadroların/yöneticilerin tümü, bu işbirliğinden haberdar olmayabilir; ya da ortak düşmana/rakibe karşı çıkar birliği olarak meseleye bakabilir. Taşeron yapı, ülkedeki tüm gayrı memnunları ya da önemli bir kısmını kuşatacak tarzda, öngörülen strateji ve taktikleri devreye sokmakta ve ona göre davranmaktadır.

Kullanılan Yöntem

Kadife Darbelerin teorik alt yapısı, Avusturyalı düşünür Karl Popper’in ‘Açık Toplum ve Düşmanları’ adlı kitabındaki düşüncelerine dayanmaktadır. Kadife darbelerde uygulanan yöntemin temel felsefesi ise, siyaset bilimci Gene Sharp’a aittir. ‘Şiddet İçermeyen Hareketin Politikası’ (‘The Politics of Nonviolent Action’) ve ‘Diktatörlükten Demokrasiye’ (‘From Dictatorship to Democracy’) adlı kitaplarında uygulanan yöntem anlatılmaktadır. Gene Sharp’ın Şiddet içermeyen sivil itaatsızlık teorisi; diktatörlüklerin, şiddete başvurmadan ve askeri darbe yapmadan, sokak eylemleri ile devrilmesine ilişkin bir teoridir (1) 

Bu mücadele metodunun nirengi noktası, diktatörün varlığı ve diktatöre karşı verilecek mücadelenin şiddet içermemesidir. Mücadelenin etkin olabilmesi için kamuoyunun (halk), iş başındaki liderin diktatör ve yönetimin diktatörlük olduğuna inanması veya inandırılması gerekmektedir. İnsanlar, genel olarak diktatörlerden ve diktatörlüklerden nefret ederler; fakat bu duygularını çevre ile paylaşmaktan korkarlar. Bu psikolojiden dolayı halk, diktatörlüklerin yıkılmasının ancak yabancı güçlerin yardım ve destekleri ile mümkün olabileceğine inanır. Gene Sarp, ‘sivil itaatsizlik ve uluslararası baskının’ diktatörlüklerin ‘aşil topuğu’ olduğunu ileri sürmekte ve bu amaçla 189 farklı eylem metodu önermektedir (1). Sharp’a göre bütün mesele, diktatörün inşa ettiği korkuyu yıkmak ve halka güven verebilmektir. Bunun için mutlaka sivil itaatsizlik inşa edilip yaygınlaştırılmalıdır. Şiddet içermeyen mücadelenin dayanak kitlesi, mevcut siyasi iktidara karşı olan tüm gayrı memnunların koalisyonudur.

Sivil itaatsizlik yaygınlaştırılarak diktatörün sivil ve askeri bürokrasi içerisindeki müttefikleri koparılabilir. O nedenle “diktatörün Aşil Topuğu” tespit edilip, tüm silahlar o noktaya yöneltilerek kesintisiz bir saldırı düzenlenmelidir. Bunun kadar önemli diğer bir konu da, diktatörün dayandığı güç kaynaklarını dağıtacak bir stratejik saldırının ve stratejik planlamanın yapılmış olmasıdır (2,3). Kadife darbe stratejisi, hedef ülkede sürece etki edebilecek, iç ve dış dinamiklerin ayrıntılı analizi üzerine oturtulmaktadır.

Gene Sarp’ın uygulamayı önerdiği yöntem şöyle özetlenebilir (1):

1. Örgüt: Öncelikle tek kelimelik vurucu bir örgüt ismi ile gençler ve öğrenciler arasında örgütlenme. 

2. Slogan: Basit ve etkileyici bir slogan oluşturma ve yayma.

3. Medya: Ulusal ve uluslararası medya desteği. 

4. Finansman: Uluslararası vakıf ve sivil toplum örgütlerinin parasal desteği.

5. Seçimlere Hazırlık: Seçimler halkın sokağa dökülmesi için en uygun dönemlerdir. Bunu için alt yapı çalışması yapmak: 

- Seçimlerden altı ay kadar önce seçimlere hile karıştırılacağı şüphelerini yayarak seçimlere gölge düşürmek. 

- Seçim sonuçları ne olursa olsun seçimlerin adil yapılmadığı ve seçimlere hile karıştırıldığı iddiasını gündeme getirmek.

- Seçimlere gözlemci olarak gelen batılı uluslararası teşkilat temsilcilerinin, bu iddiayı destekleyerek sorunun uluslararası arenaya taşınmasını sağlamak.

6. Gerilimi Artırmak:

- Ekonomik manipülasyon yaparak bunalımı körüklemek.

- Etnik ve mezhepsel farklılıkları kaşımak.

7. Gayri Memnunları Toparlamak:

- Kitlelerin takip edebileceği tanınan insanları lider olarak öne çıkarma. Eski yönetimden dışlanmış popüler isimler uygun olabilir. 

- Yönetime karşı olan tüm gayri memnunları bir çatı altında toplama. 

8. Asker ve güvenlik güçlerini kazanmak ya da tarafsızlaştırmak: Yönetimin yanında yer almamasını, en azından olaylara müdahale etmemesini, tarafsız kalmasını ve fakat muhalefeti de açık bir şekilde destekleyerek askeri darbe görüntüsü de verilmemesini sağlamak. Böylelikle kitlelerin daha cesur davranması sağlanır, katılım artar (2). 

9. Sokak Hâkimiyeti: Taraftarları sürekli olarak sokakta tutarak yönetimin otoritesini ve iradesini kırmak. Bu gelişme, yönetimi yalnızlığa iter, kendisine bağlı güçlerin iradesini çözer ve muhalefetin halk desteğini hızla artırır.

10. Sonuç: Yönetimin (diktatörün) şiddet uygulanmadan kansız bir şekilde yıkılışı. Kadife Darbelerde başlangıçtaki görünür amaç, ülkedeki mevcut “diktatörü (!) yıkmak”, “demokrasiyi getirmek” iken, sonraları bu amaca, hedef ülkelerin bölünmesi eklenmiştir. 

SONUÇ: Türkiye Yeni Bir Kadife Darbe Dönemine Sokulmuştur

5. dönemi, yeni bir kadife darbe süreci olarak isimlendirmiş olmamızın nedeni, kadife darbelerde uygulanan yukarıda özetlediğimiz metot ve stratejilerle büyük uyum göstermiş olmasından dolayıdır:

1- Referandum sonuçları birbirine çok yakın (%51,4 Evet; %48,6 Hayır oyu) çıkmıştır. Bir anayasa değişikliğinde toplum nerede ise yarıya bölünmüştür. Anayasa değişikliklerinde kamuoyunun arzusu, evet oyunun %60 ve yukarısı olması istikametindedir. O nedenle sonuçlar, yasaldır fakat kamuoyunun vicdanını rahatlatmamaktadır. Tüm kadife darbelerde darbe süreci, seçim sonuçlarının birbirine çok yakın olması üzerine başlatılmıştır.

2- 16 Nisan 2017 referandum sürecinde Hayır kampanyası için sahaya fiilen çıkmış olan Kılıçdaroğlu, Muharrem İnce, Meral Akşener gibi liderler, oy hırsızlığı yapılacak imajı oluşturacak tarzda ısrarla sandıklara sahip çıkılmasını istemişlerdir.

3- Sandık başkanlığı yapmış olanların beyanlarına göre seçim günü saat 08.00 civarında HDP ve CHP’lı avukatlar, sandıklara gelip “mühürsüz zarf ve oy olup olmadığını” sorarak bir bilgi havuzu oluşturmuşlardır.

4- Seçim gecesi sandıkların sayımları tamamlanmadan CHP sözcüsü, CHP genel merkezinde, YSK’nın, mühürsüz oy pusulaları kararını eleştirerek “2,5 milyon oyun şaibeli olduğu”, “gizli sayım yapıldığı”, “ıslak imzalarda sorunlar olduğunu” ilan etmiştir.

5- Kadife Darbenin Merkez Beyni olan Soros’un seçim sonrasında Türkiye’ye gelmiş olmasının özel bir amacı ve mesajı vardır.

6- Referandum sonuçları tam açıklanmadan Kadife Darbeci ekibin yayın organı gibi davranan Fox TV tarafından referandum sonuçlarının şaibeli olduğuna ilişkin bir kampanya başlatılmış ve farklı siyasiler üzerinden bu mesaj tekrarlanmıştır.

7- Medyada yer alan fotoğraflar referans alındığında BBC ve CNN, Taksim Gezi parkı olaylarında olduğu gibi Taksim Meydanında yayın yapmak üzere karargâh kurduğu görülmektedir.

8- Seçim sonuçları ile ilgili CHP’nin açmış olduğu “seçim sonuçları şaibelidir” kampanyasına anında Batı’ medyasından destek gelmiştir. AB basınında bu yönde yayınlar yapılmıştır. 

9- AB liderleri, “seçim sonuçlarının şaibeli” olduğu imajını oluşturacak tarzda açıklamalar yapmıştır. 

10- AGİT’ın seçim süreci ile ilgili hazırladığı ön raporda, seçimde şaibe olduğuna ilişkin olumsuz ifadeler yer almış ve ön raporun açıklanması dünya kamuoyu yönlendirilmiştir.

11- 850 bin civarında oyun iptal edilmiş olması, seçim süreci ile ilgili insanların kafasında şüphe oluşmasına sebebiyet vermiştir.

12- YSK’nin çok yüksek gerilimli bir ortamda referandum yapıldığını göz önüne almadan ve mühürsüz oy oranı ortaya çıkmadan, oy kullanma sürecinde, “mühürsüz oy pusulaları ve zarfların geçerli olduğuna” karar vermesinin ne tür sıkıntılar ortaya çıkarabileceğini göz önüne almaması ve

fakat “mühürleme işlemi yapmayan sandık başkanı ve üyelerinin hakkında suç duyurusunda bulunulması gerektiğini” belirtmiş olması, şaibe propagandası yapanların eline koz vermiştir.

13- Hem CHP, hem de bireyler referandumun iptal edilmesi için YSK’ya başvurmuşlardır. YSK, referandumun iptalini reddetmiştir. Bundan sonra iç hukukun gerektirdiği tüm mercilere baş vurulacak; istenen sonuç alınamadığı taktirde AİHM’e başvurulacaktır. AGİT raporunu göz önüne

aldığımızda AİHM, referandum sonuçlarının şaibeli olduğu gerekçesiyle referandumun iptal edilmesine karar verebilir. Bu Türkiye’de çok büyük bir tartışmanın başlatılmasına ve gerilime sebebiyet verebilecektir.

14- CHP, “referandumu şaibeli görüp, tanımadığını ve gerekirse Meclisten çekilebileceklerini” ilan etmiştir. CHP bu çıkışı ile Kadife Darbe sürecini yürütecek Çatı Kuruluş haline gelmiştir. Kadife darbelerin teori ve pratiğini daha ayrıntılı incelediğimizde, daha başka benzerlikler de ortaya

çıkabilecektir. Bu nedenle bu yeni süreci, yeni bir kadife darbe süreci olarak değerlendiriyoruz.AİHM’in vereceği karar, referandumu şaibeli hale sokarsa, Türkiye’deki gerilim artacak, siyasi iktidara karşı olan gayrı memnunların sokağa çıkmaları çok daha fazla kolaylaşacaktır. Uluslararası baskı yoğunlaşabilecektir. Kadife Darbeci beyin takımının da istediği budur.

5. dönemin ilk aşamasında Kadife darbecilerin amacı, gayrı memnun kitlelerde kin ve nefreti artırarak iki yıl boyunca tüm eylemlere destek vermelerini sağlamaktır. Nihai hedefleri ise 2019 Cumhurbaşkanlığı seçiminde Tayyip Erdoğan’ı Cumhurbaşkanı seçtirmemektir.

Kaynaklar:

1- Sharp G., Diktatörlükten Demokrasiye Kurtuluş İçin Teorik Bir Çerçeve, ABD, The Albert Einstein Enstitüsü, Dördüncü Baskı, Mayıs 2010, S: 10-16

2- Sharp G., age S: 34-36

3- Sharp G., age S: 77-85

 

14 Nisan 2017 Cuma

İhtilâf Ahlâkını İnşa Etme Sorumluluğu - 6: En güzel tarzda mücadele

 (Milli Gazete)

“Söz ola kese savaşı, 

söz ola kestire başı 

Söz ola ağulu aşı, 

bal ile yağ ede bir söz.” 

Yunus Emre 

Giriş

Geçen iki yazıda, kulluk ahlâkı ve ferdi ahlâkın güzelleştirilmesi konusu ana hatları ile ele alınıp incelenmişti. Kulluk ahlâkını kuşanmış bir ferdin, kulluk ahlâkının gerektirdiği bazı ferdi özelliklere sahip olması (ferdi ahlâk) ve onun gereğini hayatında bizzat tatbik etmesi, yaşaması ve çevresi ile ilişkilerini ona göre düzenlemesi gerekir. 

İhtilafların, tefrikaya, onun da fırkalaşmaya dönüşmemesini sağlayabilen en önemli özelliklerden biri, ferdi ahlâkın dışa yansıyan ve en etkili boyutları olan; kullanılan dil, takınılan tutum, tavır ve duruştur. Ferdi ahlâkın dışa yansıyan bu boyutu Kur’an’a göre, en güzel tarzda olmalıdır. Bu eksende yapılacak olan mücadeleye, en güzel tarzda mücadele demekteyiz. 

Bu yazıda, bu konu ele alınacaktır.

İhtilafları Tefrikaya Dönüştürmemek İçin “En Güzel Tarzda Mücadele” İlkesi

İnsanların değerlerini değiştirerek İslâmlaşmasını sağlamak, İslâm’ın birinci önceliğidir. İnsanları Allah’ın yoluna çağırırken tutulacak yol, takınılacak tavır ve kullanılacak üslubun en güzel tarzda olması, İslâm’ın olmazsa olmaz şartlarındandır. Bu tavır genel olarak insanlar arasında, özelde de, müminler arasında geçerlidir. İhtilafları tefrikaya dönüştürmemek için mesele, bu düzlemde ele alınmalıdır. 

İhtilaf ahlâkı, mücadeleye estetik bir hüviyet kazandırmakla inşa edilebilir. Bunun için olaylar, meseleler, ihtilaflar/farklılıklar, iyilikle, güzellikle ele alınıp, uzlaşmazlık boyutuna vardırmadan müzakere edilmelidir. En güzel tarz bir mücadele, en güzel bir şekilde Kur’an-ı Kerim’de Nahl Süresi 125. ayette formüle edilmiştir:

“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin yolundan sapanı bilendir ve hidayete ereni de bilendir.” (16 Nahl 125).

Bu ayette, “hikmet”, “güzel öğüt” ve “en güzel tarzda mücadele” (cedel) olmak üzere üç ana kavram yer almakta, genel olarak herhangi bir konu, özel olarak ihtilaflı konular müzakere edilirken buna göre davranılması istenmektedir. 

En güzel tarzda mücadele, doğru zamanda, doğru mekânda, en uygun metotla yapılması/söylenmesi gerekeni yapmaktır. Değer sistemleri arasındaki mücadeleye estetik hüviyet kazandırmaktır.

En güzel tarzda mücadele, kalpleri inceltir, pasları giderir ve düşüncelerin birbirine yakınlaşmasına sebebiyet verir. Böylelikle anlaşma, uzlaşma ve barış sağlanabilir. 

İnsanların Kalbini Fethetmenin Yolu: İhtilaf Ahlâkının En Güzel Tarzda Olması

İslâm, değerler sistemi/farklı görüşler arasındaki mücadelenin her aşamasında şartlar ne olursa olsun iyiliği ve güzelliği esas alır. Şeytanî değerlerin kullandığı usul ve vasıtaların çirkinliği, vahşiliği, kabalığı ve gayrı insaniliği bu olguyu, bu prensibi hiçbir zaman değiştiremez. Müslüman açısından mücadelenin gayesi, insan fıtratının bir ifadesi olan İslâmi değerlerin, farklı inanç sistemine sahip insanlara kabul ettirilmesidir. Bu amaç, mücadelenin tüm aşamalarını şekillendirir. Müslümanlar arasındaki ihtilafları, tefrikaya dönüştürmeden halletmenin yolu, böyle bir yaklaşımla mümkündür.

İslâm’ın amacı, insanların zihnini ve kalbini feth etmektir, işgal etmek değildir. Fetihte rahmet ve bereket, işgalde zulüm ve yok etme vardır. Fetihte dengede oluş, kararlı oluş vardır; işgal ve zorbalıkta kaos ve kararsızlık vardır. Biri yeşertir, diğeri ise kurutur. Biri meyve verir, öteki meyveleri kurutur.

Kur’an-ı Kerim en güzel tarz mücadelenin bu özelliğini, bir ağaçla/bir bitki ile ilişkilendirerek açıklamaktadır (7 Araf 58). “Güzel bir söz”, “güzel bir ağaca”; “kötü bir söz” ise “kötü bir ağaca” benzetilmektedir. “Güzel ağacın” kökleri sabit ve yerin derinliklerine doğru ilerleyip hem kendini sağlamlaştırır, hem de gerekli gıdayı topraktan sağlar. Bu dengeli, sağlam yapısından dolayı dallarını göğe doğru genişletip meyvesini verir. “Kötü ağacın” ise kökleri yerden kopmuş, tutunma imkânı kalmamış, dengesini kaybetmiş ve beslenemediği için de meyve vermesi söz konusu değildir. 

Bu benzetmeden çıkarılacak sonuç, İhtilaf ahlâkı, bir denge, kararlılık, bolluk ve bereket halidir. Bir inşa, bir fıtrata dönme hareketidir. 

En güzel tarzda mücadele, 14 İbrahim 24-27 ayetlerinde “bir ağaçla” temsil edilirken; 7 Araf 58. ayette de bir “şehrin bitkisine” benzetilmektedir. Bu benzetmelerle en güzel tarzda mücadelenin birinde bireysel boyutuna (14/24-27), diğerinde ise (7/58) toplumsal boyutuna dikkat çekilmektedir. Öyleyse İhtilaf Ahlâkı, ister bireysel zeminde olsun, isterse toplumsal zeminde olsun uygulanması gereken zorunlu bir ahlâkî tarzdır. Olsa da olur, olmasa da olur denebilecek keyfi bir hareket şekli değildir. 

En güzel tarzda ihtilaf ahlâkı, kötülüklerin iyiliklerle giderilmesi ilkesini esas alan bir ahlâkî sistemdir (11/114-115; 23/96; 41/34-36; 60/7). 

Kötülük yapanlara iyilik yaparak, onların kalplerini yumuşatmak ve hatta dostluğunu kazanmak mümkün olabilir:

“İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir.”

“Buna da, sabredenlerden başkası kavuşturulamaz. Ve buna, büyük bir pay sahibi olanlardan başkası da kavuşturulamaz.” (41/34-35; Bak: 11/114-115; 23/96; 60/7).

Kötülüğe kötülük yaparak cevap vermek, müminlere öğütlenen bir davranış şekli değildir. Çünkü müminin amacı, İslâmi değerlerin benimsetilmesi, yaygınlaştırılması; müminlerin birlik ve beraberliğinin sağlanması ve korunmasıdır. Ayette dikkat çekilen çok önemli bir nokta, ihtilafların, düşmanlıkların, anında, kısa zamanda çözüme kavuşturulmasının beklenmemesidir. Bu tür meselelerde, belli bir zamana ihtiyaç vardır. O nedenle, sabredilmelidir. Sabrın, ferdi ahlâkın en önemli özelliklerinden biri olduğu, yol boyu unutulmamalıdır.

En Güzel Tarzda İhtilaf Ahlâkı, Kibre, Nefsaniyete, Enaniyeteve Taassuba Yer Vermez 

Canı yanan, kalbi kırılan insanlara, şeytan, her türlü vesveseyi verir. Kendisine kötülük yapana daha fazla kötülük yapmayı telkin eder. Bütün bu iğvalara (azdırma, baştan çıkarma) karşı ancak Allah’a sığınarak büyük bir sabır ve irade gösterebilenler ve şeytanın yolundan gidenleri öğretmen olarak kabul etmeyenler, bu zorlu görevi başarabilir:

“İşte onlara; sabretmeleri dolayısıyla ecirleri iki defa verilir ve onlar, kötülüğü iyilikle uzaklaştırıp kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.

‹Boş ve yararsız olan sözü› işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve: «Bizim yapıp-ettiklerimiz bizim, sizin yapıp-ettikleriniz sizindir; size selâm olsun, biz cahilleri benimsemeyiz» derler.” (28 Kasas 54-55).

Ayette dikkat çekilen çok önemli bir nokta, “Boş ve yararsız olan sözlerle, konularla, işlerle uğraşılmaması”; bu noktalarda tartışmaya girilmemesidir. Özellikle mücadelenin stratejisine, seyrine fayda yerine zarar verecek konuların gündeme getirilip tartışılmasına; kamuoyunun yanlış bilgilendirilip yönlendirilmesine imkân ve fırsat verilmemelidir. Ayette geçen, ‘Boş ve yararsız olan sözü’ işittikleri zaman ondan yüz çevirirler ve: «Bizim yapıp-ettiklerimiz bizim, sizin yapıp-ettikleriniz sizindir; size selâm olsun, biz cahilleri benimsemeyiz» ifadesi, bir tutum, bir tavır ve bir duruş ortaya koymakta; dava adamlarının ve tebliğcilerin buna göre davranması istenmektedir.

En Güzel Tarzda İhtilaf Ahlâkı, Af ve Kolaylık Yoludur

İnsanın yapısında hem iyi özellikler, hem de kötü özellikler iç içedir. Şeytan ve yolundan gidenler, insanın kötülük cephesine hitap ederek hep kötü meziyetlerini öne çıkarmaya çalışırlar. Rahman’ın yolundan gidenlerin, kendi değerlerini en iyi bir şekilde özümseyerek, ona şek ve şüphe taşımayan bir içtenlikle sarılarak, insanlarla olan ilişkilerini af ve kolaylık merkezli olacak tarzda en güzel bir şekilde düzenleyerek, ihtilaflara çözüm bulmaları mümkündür ve bu, tarihi bir sorumluluktur (7/145). 

Cendereye sıkıştırılmış, her şeyi ters yüz edilmiş ve kafası karmakarışık olan insanları uyarabilmek için açık, etkileyici, nazik bir dil ve bir üslup kullanmak, En güzel tarz ihtilaf ahlâkının esasıdır, olmalıdır (4/63). Bu ilke, sadece mazlumlar için değil aynı zamanda zalimler için de geçerlidir. Allah, Hz. Musa ile kardeşi Harun’u Firavun’a uyarmaları için gönderirken, yumuşak davranmalarını onlara öğütlemesi anlamlı, düşündürücü ve dikkat çekicidir:

“«İkiniz Firavun’a gidin, çünkü o, azmış bulunmaktadır.»

«Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki o, öğüt alıp-düşünür ya da içi titrer-korkar.»” (20/43-44) 

Ayette geçen “umulur ki” ifadesi, nefsî davranmaya fırsat vermeyen bir tebliğ, bir müzakere, ihtilafları çözmede etkili olma ihtimalinin varlığına bir işarettir. Kimin, neden etkilenebileceğini ve ruhunda fırtınalar oluşturup tefekkür edebileceğini bilebilmek her zaman mümkün değildir. Onun için davetimiz, tebliğimiz, nasihatimiz, müzakeremiz ve mücadelemiz, yumuşak, etkileyici ve kuşatıcı olmalıdır. 

En güzel tarzda ihtilaf ahlâkı, Hz. Peygamber’in “Kolaylaştırın zorlaştırmayın. Müjdeleyin nefret ettirmeyin (1).” emrini merkeze alan en güzel ahlâk sisteminin (İslâm ahlâk sistemi) bir alt ahlâk sistemidir (17/53). En güzel tarz ihtilaf ahlâkı, başkalarının kutsallarına saygı gösterilmesini ister (6/108). 

En güzel tarz bir mücadeleyi esas alan İhtilaf Ahlâkı, karanlıklar içerisinde bocalayan insanlığa ve bir kaos yaşayan ümmete ışığı gösterme, onları aydınlığa çıkarma refleksidir. Dolayısıyla karanlıklar içerisinde el yordamı ile yol bulmaya çalışanların yaptığı hata ve kötülüklere karşı affedici olmayı öğütler (7 Araf 198-199).

Sonuç: En güzel Tarzda İhtilaf Ahlâkı Savaşı Değil Barışı Hedefler

Yaşadığımız ahlâkî sorunların tümü, İslâm dünyasında yetişen insan unsurunun kalbi hastalıklarının doğal sonucudur. Bunlar tedavi edilmeden İslam dünyasındaki ihtilafların tefrikaya dönüşmesine mani olmak mümkün gözükmemektedir. O nedenle İslam dünyası, “vasat” ümmetin inşası için Kur’an ve Sünnetin tanımladığı bir Müslüman insan tipine ilişkin asgari müşterekleri belirlemek ve de ona uygun bir insan unsuru yetiştirmek zorundadır. Bu, Kur’an ve Sünnetin öngördüğü Kulluk Ahlakı ile Ferdi Ahlakın en güzel bir tarzda inşa edilmesi ile mümkündür. 

Kur’an ve Sünnetin emrettiği bir ihtilaf ahlakını benimsemiş olanların mücadelesi, yanlışlıklar ve kötülüklere karşı olmaktır. İhtilaf ahlak sisteminde, söylenmesi ve yapılması gerekeni en estetik, en hikmetli ve en basiretli bir şekilde, muhatabın kalbini etkileyebilecek, etkilenip öğüt alabilecek bir üslupta, bir tarzda ifade etmek gerekmektedir. Muhatabın kalbinde, vicdanında ürperti meydana getirebilmek, düşünmesini sağlayabilmek amaçtır. O nedenle bedduacı değil duacı olmak; sabırla dağ devirmek, dengeli ve kararlı olmak esastır. 

Biz, şahısların yaptığı kötülüklerden dolayı onlara değil, yaptıklarına karşıyız. Biz, onlara değil, yaptıklarına buğzederiz. Onlara karşı şefkat ve merhametle davranmak inancımızın, ahlakımızın bir gereğidir. Biz, insanları kaybetmeye değil kazanmaya talibiz.

Bunun için; 

“Resûlullah (sav.): “Allah’ım! 

Senden işte (dinde) sebat etmeyi, doğruluğa da azmetmeyi istiyorum. 

Keza, nimetine şükretmeyi, Sana güzel ibadette bulunmayı talep ediyor, 

Doğruyu konuşan bir dil, eğriliklerden uzak bir kalp diliyorum. 

Allah’ım, Senin bildiğin her çeşit şerden Sana sığınıyorum, 

Bilmekte olduğun bütün hayırları Senden istiyorum, 

Bildiğin günahlarımdan Sana istiğfar ediyorum!” (2). 

Ve;

Güzel ahlakı kuşanıp “Allah’a yönelenleri arıtmak, kötüleri sakındırmak için öğüt telkin edenlere…” (77/5-6) selam olsun.

Kaynaklar

1- EbûDâvud, Edep 20, (4835); Müslim, Cihâd 6, (1737). 

2- Tirmizî, Daavât 22, (3404); Nesâî, Sehv 61, (1847).

 

7 Nisan 2017 Cuma

İhtilâf Ahlâkını İnşa Etme Sorumluluğu - 5: Ferdi ahlâkın güzelleştirilmesi

 (Milli Gazete)

Giriş

Geçen yazıda, kulluk ahlâkı konusu ana hatları ile ele alınıp incelenmiştir. Kulluk ahlâkını kuşanmış bir ferdin, kulluk ahlâkının gerektirdiği bazı ferdi özelliklere sahip olması (ferdi ahlâk) ve onun gereğini hayatında bizzat tatbik etmesi, yaşaması ve çevresi ile ilişkilerini ona göre düzenlemesi gerekir. Bu yazıda, bu konu ele alınacaktır.

Ferdi Ahlâk

Ferdi ahlâk, kulluk ahlâkının uzantısında muttaki, muhsin, muhlis, sâlih, birr ehli, şahit bir insan unsuru inşa etmekle alakalıdır. Tevhidi değer sistemi ferde, bizzat kendisine karşı yerine getirmesi gereken bir kısım görev ve sorumluluklar yükler. Bu görev ve sorumlulukların içselleştirilerek yerine getirilmesi, kendiliğinden icra edilmesi, insanı ve toplumu korur. 

Ferdi ahlâk, insanı iyiye, güzele götüren, mükemmelliğe ve muttakiliğe doğru yol almasını sağlayan, bir koruma sistemidir. Kulluk ahlâkının ferdin davranışlarına yansıması ve takva yolunu güvence altına almasıdır. Dolayısıyla ferdi ahlâk, ferdin ruh dünyasını kuvvetlendirecek, nefsini arındırıp zapt u rabt altına alacak emir, yasak ve mubahlarla ilgilidir. Bu emir, yasak ve mubahlar da, ferdin eylemi, arınması ve iradesinin kuvvetlenmesi ile ilgilidir.

Arınmada amaç; 1- Zihnin arınması, 2- Nefsin arınması, 3- Kalbin arınmasıdır.  İradenin kuvvetlendirilmesinden amaç; 1- Sabır-sebat, 2- Öfkeye hâkim olma, 3- İtidal üzere olmadır. 

İhtilafları tefrikaya dönüştüren, bu iki alandaki zafiyettir.

Zihinsel Arınma: Ferdi ahlâka ilişkin zihinsel arınma, temiz niyet, öğrenme, gerekli olan bilgileri edinme ve içselleştirme, iyi ve güzel olanları örnek alma, hüsnü zanda bulunma, doğruluk gibi bazı ana kavramlara bağlı olarak gerçekleşebilen bir olgudur.

Niyet, “Bir fiili, bir maksat için yapmayı düşünme ve yapmak için yönelme, bir şeyi yapmaya karar verme, azmetme, bir şeyi isteme, kastetme, murat etme” demektir (1). 

Hz. Peygamber’in (sas), “Muhakkak ki, ameller, niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey vardır.” (2) sözü, amelle niyet arasında ciddi bir bağın var olduğunu ortaya koymaktadır. Dolayısıyla ferdi ahlâk açısından temiz ve iyi niyet, önemli bir haslettir. Niyetin ana hedefi, yalnız ve yalnız Allah›ın rızasını kazanmak olmalıdır.

Güzel ahlâkın inşa edilebilmesi, ferdin bu konudaki bilgisine bağlıdır. Doğru ve sağlam bilgi edinmeden zihinsel bir arınma mümkün değildir. O nedenle bilgi, ahlâklı insanı inşa etmede bir vasıtadır; bir amaç değildir. İnsanlar için bilgi edinmenin değişik yolları vardır. Bir kısım insanlar ilimde derinleşmeli, diğerleri de onlara sorarak öğrenmelidir (9/122). “Bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun.” (16/43, 21/7) ayetleri, ihtilâfların tefrikaya dönüşmemesinde bir yol haritası ortaya koymakta, kesin bilgi sahibi olmadan zannî bilgilerle hareket edilmemesi gerektiğini söylemektedir.

Güzel ahlâk sisteminde elde edilen bilgi, fiile dönüştüğü zaman anlamlıdır. Buradaki bilgi, bilgili olmak amacı taşımaz; kazanılan bilginin gerektirdiği davranışı göstererek mütevazı olup mükemmele gidişi ön görür. Bilgi, arınmayı sağlamalı ve güzel amellere sebebiyet vermelidir (62/2).

Amaçsız ve pratiğe yansımayan bilgi, bilgiçlik taslamaya, övünmeye, gurur ve kibre sebebiyet verebilir; sahibinin sırtına yük olur. Bu çeşit bilgi sahipleri, Kur’an’da “Kitap yüklü merkep” (62/4) olarak tanımlanmıştır.  Doğruluk; “1- doğru olma halidir, istikamet, 2- doğruya has davranış, dürüstlük, sıdk, 3- kaidelere, ölçülere uygunluk, hilesizlik, 4- hatasızlık, yanlışsızlık, isabet.” Doğru ise; 1- gerçek, hakikat, 2- yalan olmayan, sahih, 3- yanlışsız, hatasız, yanlış olmayan, 4- namuslu, 5- akıl ve mantık ölçülerine uyan, 6- yönelmiş şekilde, doğruca, 7- dik, 8- mevsuk, doğrulanabilir, 9- hakikat, gerçek şekil, 10- kaidelere uygun.” (1) anlamlarına gelmektedir.

Nefsin ve Kalbin Arınması: Hayâ, edep sahibi olmak, iffetli olmak

İslâmî terminolojide geçen nefs ve kalp, henüz mahiyetleri çözülememiş, ‘cevher’ olarak kabul edilen birer karar mekanizmalarıdır. Gerek nefs ve gerekse kalp, değişebilirlik özelliğine sahiptir. Kur’an’da hem kalbin, hem de nefsin değişik halleri söz konusu edilir (12/53).

Hayâ ve edep kavramları, İslâm ahlâk sistemi içerisinde özel öneme sahip kavramlar olup, İslâm âlimleri tarafından üzerinde çokça durulmuştur. Râğıb el İsfehanı, hayâ kavramını; “Nefsin kendini kabih (kötü, çirkin) şeyi yapmaktan tutmasıdır.” “Hayâ insana has bir duygudur. Bununla her istediğini yapmaktan kendini alıkoyarak hayvandan ayrılır. İffet ve hayırdan mürekkeptir (oluşmuştur)...” (3) şeklinde tanımlamaktadır.

Hz. Peygamber; hayânın İslâm ahlâk sistemi içerisindeki özel önemini imanla bağlantı kurarak belirtmiştir: 

“Hayânın azlığı küfürdür” ve “Hayâ imandandır” “Hayâ, imanın nizamıdır. Bir şeyin nizamı bozulunca parçaları darmadağın olur. Her bir dinin kendine has bir ahlâkı vardır. İslâm’ın ahlâkı hayâdır.” (4, 5) 

Hayâ/edep, güzel ahlâkı koruyan önemli bir haslettir. Hayâ duygusunun kaybolduğu insanlarda, çirkinlikler meşrulaşır, kalpler kararır, nefsin esiri olarak hevâya tabi olunur (6, 7). Selmân-ı Fârisî, Müslüman kardeşlerine yaptığı bir nasihatte, hayâ duygusunun kaybının neden olacağı sonuçları, çok veciz bir şekilde özetlemiştir:

“Allah Teâlâ, kullarından biri hakkında şer ya da kötülük dilediğinde, ondan hayâ duygusunu kaldırır. Bunun sonucunda da o kişiden merhamet çekip alınır. Böylece diğer insanlar onu kötü ahlâklı haşin ve kaba biri olarak tanırlar ve bunun için de sevmezler. Bu şekilde ondan emanet (güvenilirlik) de alınır ve insanlar onu bir hain olarak görür. Sonuçta da İslâm’ın ipi onun boynundan çözülür ve lanetlenir» (8)

Hayâ/edep duygusu, insanı iffetli kılar, bakış dâhil olmak üzere her türlü haramdan sakındırır, böylelikle güzel ahlâkı korur (24/30-31, 33, 60; 23/1-7; 33/32-33.)

Güzel ahlâk için iradenin kuvvetlendirilmesi: Sabır-sebat, hevâ ve hevese hâkimiyet, öfkeye hâkimiyet, itidalli olmak, amel, eylem, fiil, gayret, güzel işler.

Gayret ve mücadele ruhu, müminin önemli özelliklerinden biridir. Değerler arası mücadele, inişli ve çıkışlıdır. Hayatın her alanında zorluklar vardır. İmanda samimi olmanın bir ölçüsü sabırlı olmaktır. Onun için sabırdan kast edilenin ne olduğunun iyi anlaşılması gerekmektedir. 

Sabır, “1- Acıya, üzüntüye, sıkıntıya katlanma; güçlük ve musibetlere dayanma, haksızlıklar karşısında, nefsi, tepkilerden alıkoyma; elde edilemeyen şeyler için kendini zapt etme; tahammül. 2- Olabilecek şeyleri telâşa kapılmadan bekleme. 3- devam etme, sebat gösterme. 4- Nefsine hâkim olmaktır.” Sebat ise, “sözde durma, ahde vefa etme, kararlı olma, yerinde durma, sabit olma” gibi anlamlara sahiptir (1).

Dikkat edilirse sabırda, çok farklı olumsuzluklara karşı itidal sahibi, tahammüllü olma ve kendini kontrol altında tutarak yapılması gereken davranışı ve tavrı ortaya koyma vardır. Sabır gösterilmesi istenen alanlar, Kur’an’da ve Hadislerde açıkça belirtilmektedir. Korku, açlık, mal, can ve ürünlerden eksilme durumlarında takınılması gereken tavır, sabrın ölçüsüdür (2/155). İman etmenin hakiki göstergesi, Allah uğrunda çekilen eziyet ve çilelere karşı tahammül gücü gösterebilmektir (29/2,3; 10; 2/214). Değişik kesimlerden gelen eziyet edici, hor görücü ve hakir görücü sözlere karşı tahammüllü olmak, sabırlı olmanın bir gereğidir ve kararlılığın bir ölçüsüdür (3/186). Sabırlı olmak ile affedici olmak arasında bir ilişki vardır ve sabredenler af edebilmeyi bilmelidir (42/43). 

İhtilâfların, tefrikaya; onun da fırkalaşmaya dönüşmemesinde en etkili unsur, Allah rızası için sabır göstermek, nefsi kontrol altına alıp hevâyı devre dışı bırakmaktır. Sabredenler, sabrettiklerinin karşılığını mutlaka Allah katında bulacaklarına olan inançlarını yitirmemelidir (39/10). Bu nedenle ferdî güzel ahlâkın toplumsallaşabilmesi için sabır konusunda tüm iman edenler, birbiri ile yarışmalıdır (3/200). Haset duygusunu yenmek, mütevazı olup kibirli olmamak, sabırlı oluşta bir ölçüdür(9). 

Unutulmaması gereken nokta, “makbul olan sabrın, musibetle ilk karşılaşıldığı andaki sabır” olduğudur. Bu nedenle ihtilâfla ilk karşılaşıldığı zamanki ilk tepki ve tavır önemlidir. İhtilafın tefrikaya dönüşmemesi için, gösterilecek olan sabır, sadece Allah rızası için yapılmış olmalıdır (74/7). Değişik olumsuzluklar karşısında sabırlı olmak zordur, kolay değildir. Böyle yüksek bir ruh haline ulaşıp, güzel ahlâk sahibi olmak için sabırlı olma konusunda Allah›tan yardım talep edilmelidir (16/127).

Sabır, iradenin kuvvetlendirilmesi için ortaya konan bir tavırdır. İrade kuvvetlendikçe, hevânın insan üzerindeki etkisi, kırılır, fitne ve fesat önlenir; ihtilâfların tefrikaya dönüşmesine mani olunur (23/71; 38/26; 4/135; 79/40-41). O nedenle hevâsını ilâh edinenlere tâbi olunmaması, itaat edilmemesi gerekir (18/28; 42/15; 2/120; 5/48, 49, 77;  6/56, 150;  45/18;  13/37).

Öfkeye Hâkimiyet

Öfke, şiddetli kızgınlık hissi, hiddet ve gazap demektir. Birey için güzel ahlâk açısından tehlikeli bir özelliktir. Halk arasında ‹öfke ile kalkan, zararla oturur›, ‹öfkede akıl olmaz› deyimleri, öfkenin tehlikeli boyutunu belirtmektedir. Hz. Peygamber, günlük hayat içerisinde yaptığı sohbetlerde sık sık «öfkelenmeyin!» uyarısında bulunmuştur (10).

Öfkelenme anı, genellikle insanın kontrolünü kaybedip, nefsine ve şeytana zayıf düştüğü andır. Güzel ahlâk sahibi olmak, nefse ve şeytana karşı dik durmakla mümkündür. Güzel ahlâk için öfkenin zapt u rabt altına alınması gerekmektedir. Bu nedenle Kur’an, öfkelenmemeyi muttakilerin bir vasfı olarak göstermektedir(3/134).

Sonuç: Ferdî Güzel Ahlâkın İnşası İçin İtidal Sahibi Olmak, Ölçülü Olmak/ Ölçülü Davranmak.

İtidal, 1- Aşırı olmama, ortalama halde olma, ölçülülük, 2- Yavaşlık, yumuşaklık, 3-  Soğukkanlılık, 4- Uygunluk, 5- Denge anlamlarına gelmektedir (1). Çok anlamlı olan kelimenin anlamlarının hemen hemen hepsi, güzel ahlâkla ilgilidir. Yürüyüşte, konuşmada itidâl sahibi olmak güzel hasletlerdendir: 

“«Ey oğlum, dosdoğru namazı kıl, ma›ruf olanı emret, münker olandan sakındır ve sana isabet edene (musibetlere) karşı sabret. Çünkü bunlar, azmedilmesi gereken işlerdendir.

«insanlara yanağını çevirip (büyüklenme) ve böbürlenmiş olarak yeryüzünde yürüme. Çünkü Allah, her büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez.»

«Yürüyüşünde orta bir yol tut, sesinden de (yüksek perdeleri) eksilt. Çünkü seslerin en çirkin olanı gerçekten eşeklerin sesidir.»” (31/17-19).

Güzel haslet; ne cimrilik yapmak, ne de müsrif olmaktır; orta yolu izlemektir (25/67; 17/29). Alışverişte, ölçü ve tartıda hile yapmamak, taşkınlık yapmamak, haksızlık yapmamak da ölçülü oluşun bir gereğidir (55/7-9). Sevgi bile bir ölçü içerisinde muhataba yöneltilmelidir. “Hz. Muhammed (sas): Dostunu severken ölçülü sev, günün birinde düşmanın olabilir. Düşmanına da buğzunu ölçülü yap, günün birinde dostun olabilir.” (11) buyurmuştur.

Sevgide bile ölçülü olmamız gerektiğine göre, fikirlerimizde, muhataba davranışımızda, tartışmalarda ölçülü olmalıyız ki, ihtilâflarımız, tefrikaya dönüşmesin ve de fırkalaşma meydana gelmesin.

Ve, “Dinlerini parçalayan ve bölük bölük olanlardan olmayın. Bunlardan her fırka, 

kendi elindeki ile övünüp sevinç duymakta, böbürlenmektedir “(30/32) ilâhi emrini her zaman hatırlayalım.

Kaynaklar

1- Doğan D.M., Büyük Türkçe Sözlük, Pınar Yayınları, İstanbul, 2005.

2- Buhâri, Bed›ü›l-Vahy 1, Itk 6, Menâkıbu›l-Ensâr 45, Nikâh 5, Eymân 23, Hiyel 1; Müslim, İmâret 155, (1907); Ebu Dâvud, Talâk 11, (2201); Tirmizi, Fedâilu›I-Cihâd 16, (1647); Nesâî, Tahâret 60, (1, 59, 60).

3- Râğıb el İsfahani, Müfredat, (Çeviri), Pınar Yayınları, İstanbul, 2007.

4- Ebu Davud, Edeb 6, (4790); Tirmizî, Birr 41, (1965).

5- Buharî, İman, 16; Müslim İman, 57 59)

6- Muvatta, Hüsnü›l-Hulk 9, (2, 905); İbnuMâce, Zühd 17, (4181, 4182).

7- Buhârî, îmân 3; Müslim, îmân 58. Ayrıca bk. EbûDâvûd, Sünnet 14; Tirmizî, Birr 80; Nesâî, îmân 16; İbniMâce, Mukaddime 9.

8- Tirmizî, Birr 47, (1975); İbnuMâce, Zühd 17, (4185).

9- Tirmizî, Kıyamet 59, (2514).

10- Buhârî, Edeb 76; Tirmizî, Birr 73 (2021); Muvatta, Hüsnü›l-Hulk 11,(2, 906).

11- Tirmizî, Birr 60, (1998).

 

1 Nisan 2017 Cumartesi

İnsan Fıtratını Merkeze Alan Bir Eğitim Sistemi

 (Umran Dergisi)

“Orduların mızrağı ancak bir mil öteye gider. Eğitim ordusunun etkisi yüzyılları kuşatır.” Nizamülmülk


Fıtrat üzere bu dünyaya gelmiş olan bir çocuğun, fıtratını bozmadan, onu büyütmek ve yetiştirmek nasıl mümkündür? Bunda, çok önemli ilk etken aile iken; ikinci etken eğitim sistemidir. Öyleyse, fıtrat merkezli bir eğitim sistemi nasıl mümkün olabilir? Burada, bu konu ele alınmaktadır.

Eğitimin Tanımı 

Eğitim, Türkçe “eğmek” mastarından türetilen bir kelime olup “eğip bükme, biçim verme” anlamına gelmektedir1 . Eğitim, “bireyin davranışlarında değişim meydana getirme süreci” olarak da tanımlanmaktadır2 . Eğitim kavramı, Türkçe bir kavram olarak amaçlananı, zihinlerde olanı, tam yansıtamamaktadır. Ferdin davranışlarını daha iyiye, daha güzele, daha doğruya, daha yükseklere gidiş olarak bir değiştirme anlamını, ilk bakışta içermiyor. Bu açıdan, Arapçadaki, “neşvünema vermek, büyütmek, yükseltmek” anlamına gelen terbiye ile İngilizce ve Fransızca ’da “yükseltmek, yetiştirmek” anlamlarına gelen education, (education) kelimelerinin eşdeğeri değildir3 . Çünkü bu kavramlarda, değişimin yönü olumlu istikamettedir. Burada eğitimi, hem terbiye hem de education’un ihtiva ettiği anlam alanı kapsamında kullanmaktayız.

Eğitim, kişilik oluşturma, karakter teşekkülü veya kişi davranışlarını daha iyiye, güzele, doğruya doğru değiştirme süreci yanı sıra bir öğretim/bilgilenme sürecini de bünyesinde bulundurur4 . Gerek daha iyiye gidiş olarak davranış değiştirme, gerekse bilgilendirme, bireyi toplumla, tabiatla etkileşim içine sokar. Öyleyse eğitim bu süreci de kapsamalıdır5 . Davranışların etkilenmesi ve bilgilenme, yalnız içinde bulunulan toplum ve coğrafyanın ürünü değildir. Tarihle ve diğer dünya toplumları ile ilişki, gerek bireyi, gerekse toplumu farklı açılardan etkilemektedir. Dolayısıyla eğitim, bu süreci de kapsamak zorundadır. Tarihte meydana gelen birikimi, kazanımı (kültür), bir davranış değiştirme ve bilgilenme aracı olarak eğitim içermelidir6 . Eğitim, “biriken beşer kültürünü yeni nesillere aktarma ve doğuştan getirdiği kapasiteleri inkişaf ettirme faaliyeti’dir.”7 . Öyleyse eğitim; ferdin kişiliğini, kültür ve medeniyetin temel değerlerini göz önüne alarak inşa etmek, bunu koruyarak bir meslek edindirmek ve toplumu, kültür değerlerini koruyarak geleceğe hazırlama sürecidir.

Bu nedenle eğitim, fert, toplum, sistem, tarih, gelecek, meslek, dünya, tabiat gibi temel kavramlarla etkileşim içinde bulunur ve karmaşık bir ilişki ağı kurar. Bu karmaşık ilişki ağının tam ortasında insan vardır. Eğitimin temel amacı, yaratılış amacına uygun olarak insana fıtrat merkezli bir mutluluk sağlamak, kurtuluş yolları göstermek ve bir meslek kazandırmak olmalıdır. O nedenle eğitim, insanı mutluluğa ve kurtuluşa götürecek bir süreç olarak algılanmalıdır. Eğitim sistemi ve eğitime etki eden tüm faktörler, bu temel amaca göre şekillenmelidir/şekillendirilmelidir. 

Eğitime Etki Eden Faktörler 

Eğitim kavramının oluşturduğu semantik alan, eğitimin hem etki ettiği hem de etkilendiği kavramları ortaya koymaktadır. Bu karşılıklı etkileyiş, eğitimin kalitesi üzerinde etkilidir. Eğitimi bir sistem olarak ele alırsak sistemin girdileri, çıktıları vardır. Sistemin çıkışından sistemin girişine, yukarıda ifade ettiğimiz etkileşimi temsil eden gelen girdiler, “geri besleme” söz konusudur. Eğitim sistemi, böyle bir yapı olarak insan mutluluğunu hedefl eyecektir. Fert-toplum, tarih-gelecek arasında köprü kuracaktır. “Ferdi beklentiler ve memnuniyetsizlikler”, “ferdi yapı ve toplumsal beklentiler”, teknolojik değişimler, siyasi sistem, eğitim siteminin yapılanışı, öğretmen, ekonomi, küresel etkiler ve müfredat gibi faktörler eğitimi etkilerler. Bunları, birincil faktör olarak nitelendirebiliriz. Bunun yanında ikinci derecede, ikincil faktörler diyebileceğimiz, daha başka etkenler hiç şüphesiz bulunmaktadır. Bu faktörler altında eğitim, insanın mutluluğunu sağlayacak şekilde tek bir hedefe doğru yönlendirilmelidir. Öyleyse nasıl bir yapılanış sağlanmalıdır ki bütün bu faktörlerin bileşke kuvveti, insanı mutlu kılacak bir istikamete sevk etsin. Bu, eğitime etki eden faktörler arasında eş zamanlı bir uyumun var olması gerekliliğini ortaya koyar. Bu etkileyiş, bazen olumlu, bazen ise olumsuz olabilir. Küresel etkileşimle, bilginin hızlı değişimi, üretimi ve tüketimi, iletişim teknolojisindeki gelişmeler, siyasi, sosyal, ekonomik ve teknolojik değişimler bireyi, toplumu ve eğitimi olumlu veya olumsuz etkileyecektir. Öyleyse “eğitimin bilim ve politika olmak üzere iki boyutu” bulunmaktadır. Eğitimin bilimsel boyutu eğitimcilerin, politika boyutu ise toplumun tümünün görevidir8 .

Toplumu dışlayarak birkaç bürokrat ve siyasetçinin eğitim politikalarını belirlemeleri, Türkiye’deki eğitim sisteminin temel çıkmazlarından biridir. Cumhuriyet tarihi boyunca eğitim sisteminin içine düştüğü buhran, halkın eğitim politikalarından dışlanması ve asker-sivil tepeden inmecilerin dayatmalarının doğal bir sonucudur. Geçmiş nesiller, bu bedeli çok ağır ödemişlerdir. Gelecek nesillerin bedel ödemesine müsaade edilmemelidir. 

Eğitim Sisteminin Öngörmesi Gereken İnsan 

Eğitim, salt bir bilgilendirme olmadığına, bir kimlik, kişilik ve şahsiyet inşa işi olduğuna göre, tarih-toplum-gelecekle bağlantılı olarak ele alınmalıdır. Kişinin yeteneklerini ortaya çıkarıp geliştirerek içindeki toplumun toplumsal değerleri ile, tarihi ile, kültürü ile barışık, gelecek nesillere kazanımlarını aktarma fedakârlığını, gayretini üstlenebilecek, diğer toplumlarla adalet duygusu içinde birlikte bir dünyayı paylaşma bilincine sahip bir insan, nasıl inşa edilebilir sorusu eğitimin temel meselesi olmalıdır. 

Gerek Kur’ân-Sünnet’in gerekse tıp biliminin insan yapısı ile ilgili verdikleri bilgileri göz önüne aldığımızda, farklı kavramlar kullanılmış olmasına karşılık, insan yapısında iki farklı cephenin(veçhe) var olduğunu söyleyebiliriz: 1- İnsanın iyilik cephesi, 2- İnsanın kötülük cephesi. Kur’ân-ı Kerim’in deyişi ile insanoğlunun “en güzel” ve de “en aşağılık” yönleridir bu iki yapı (95/4-5). Bu iki yapı, iki ayrı karar merkezine (Kur’ân’da geçen “kalp” ve “nefs”) sahipler (12/53). İnsanı iyiliğe veya kötülüğe sevk etmek isteyen bu iki karar mekanizmasının bir özelliği de değişebilir olmalardır. Her ikisi, hem olumlu istikamette hem de olumsuz istikamette değişim gösterebilirler (91/7-10). İnsanı iyiliğe veya kötülüğe sevk etmek isteyen bu iki karar mekanizmasına ilişkin kuvvetler, insan bünyesinde birbirleri ile çarpışır durur. Bu çatışmanın sonucu oluşan bileşke kuvvet, insanı ya olumlu istikamete ya da olumsuz istikamete götürür. Bunun sonucunda insan ya huzuru, mutluluğu yakalar ya da hüsrana uğrar9 . Bu iki karar merkezine hitap eden iki varlık melek ve şeytandır10. İki farklı değer sistemini bünyesinde barındıran, melez değer sistemlerine sahip insanların ulaşacağı sonuç, kaos, tezat içerisinde bocalayıp güvenirliliğini ve saygınlığını kaybetmek olacaktır (2/137). 

Günümüz Türkiye’sindeki insan unsurunun ana meselesi budur. İnsanoğlu, anne karnından bu dünyaya fıtrat üzere tertemiz, saf, duru bir şekilde ve ‘gerçeği kabul, anlama kabiliyeti’ aktif, perdelenmemiş, gölgelenmemiş ve örtülmemiş bir şekilde Hanif ve Müslüman olarak gelmektedir: “Hz. Peygamber (s.a.v.): “Hiçbir doğan çocuk yoktur ki, fıtrat üzere doğmuş olmasın. Sonra onu annesi babası Yahudileştirir, Hıristiyanlaştırır veya Mecusileştirir... Doğan hiçbir çocuk yoktur ki, konuşmaya başlayıncaya kadar şu din üzere olmasın.”11 Yusuf Hamedani’ye göre; “Fıtratın insanı sırat-ı müstakime çekişi, mıknatısın demiri çekişine benzer. Mıknatıs özelliği eşyada, doğruya gidiş özelliği insanın yaratılışında vardır.”12. Şimdi sorulması gereken soru şudur: Bu dünyaya saf ve temiz olarak gelen bir çocuğu, genelde Türkiye’nin sistemi ve özelde eğitim sistemi nasıl etkilemektedir? Hangi yönünü kuvvetlendirmektedir? Bugünkü eğitim sisteminin odak noktasında, insanın ve toplumun mutluluğunu sağlayacak şekilde fıtratın korunması esas alınmakta mıdır? Bugünkü eğitim sisteminin odak noktasında, siyasal sistem ve devlet vardır. Gerek siyasal sistem, gerekse devlet, insan ve toplum için var olması gerekirken; bizde tersi olmuş, insan ve toplum rejim için, devlet için var olmuştur. İnsanın ve toplumun bekası için denecek yerde, hep “devletin ve rejimin sağlık ve bekası için” denmiştir. Araçlar, amaç olmuştur. Bu, İttihat Terakki’den günümüze kadar uzanan süreçte çok temel bir özelliktir. O nedenle Cumhuriyet dönemi neslinin kafası karışıktır. 

Cumhuriyet Dönemi Eğitim Sisteminin Yetiştirdiği Kafası Karışık, İnkârcı, Tehditçi Bir Nesil

Cumhuriyet’in kurucuları, nesep olarak Osmanlı olup mücadele anlayışlarında, İttihat Terakki geleneğinden gelmekteydiler. Osmanlı’nın son yıllarında iyi yetişmiş sivil-asker aydın zümresine dâhillerdi13. “İnkılâpçıların yaptığı devrimlerin tümü, fi kir olarak Osmanlı aydınları arasında tartışılmıştır.”14. Anadolu’daki Milli Mücadele, Cumhuriyet yöneticilerinin önderliğinde zaferle sonuçlanmış, İstanbul’un düşman işgalinde oluşu, Cumhuriyet yöneticilerine serbest hareket alanı tanımış ve yapacakları her şeyi bir “kılıç hakkı olarak” görmelerine neden olmuştur. Yaptıkları en temel hata ise, milli mücadeleye iştirak eden ve kendilerini bağırlarına basan halkın, bu sonuçtaki “kılıç hakkını” görmemiş olmalarıdır. Bu hak gaspı, Cumhuriyet tarihini şekillendiren en temel tezatlardan biridir ve ana sorundur. İttihatçılar, mücadelelerinde nasıl hep muhataplarını karalamayı hedef almışlarsa; Cumhuriyet yöneticileri de, “karalamayı” yöntem olarak benimsemişlerdir. 

Kendi meşruiyetleri için Osmanlı yönetimini hain ilan etmekle kalmamış, 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu’nu ve birikimini toptan reddetmişlerdir. 1924 Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile başlayan süreç, 1928 Harf İnkılabı, 1932 Dil İnkılabı, 1937 Laiklik’in getirilişi ile; yeni bir musiki, yeni bir tarih ve yeni bir din, yeni bir ahlak ve terbiye sistemi inşası ile bir halkın tarihle olan tüm ilişkisi kopartılmak istenmiştir. Mazisi olmayan, yakın devir ataları hep “hain, geri zekâlı” olan bir toplum inşasının getirdiği problem, “Anadolu Türklüğü”, “Güneş-Dil Teorisi”, “Bütün medeniyetlerin beşiği Orta Asya” gibi temeli olmayan iddialar ile çözülmek istenmiştir15. Bu nedenle Cumhuriyet döneminin eğitim sistemi, tepeden inmeci, darbeci, tehditçi bir kafa yapısını inşa etmiştir. Genel olarak Cumhuriyet yöneticileri, tarihe açtıkları savaşı inkâra ve karalama kampanyasına dönüştürmüşlerdir. Eğitim sistemine sokulan bu inkârcı ve karalayıcı anlayış, Cumhuriyet tarihi boyunca birbirini suçlayan, karalayan ve biri diğerinin varlığını inkâr eden, yeni bir neslin yetişmesine neden olmuştur. 

Cumhuriyet Dönemi Eğitim Sisteminin Yetiştirdiği Takiyyeci, Çifte Standartçı Bir Nesil 

Bu inkârcı, tehditçi ve karalayıcı mantık, genel olarak Cumhuriyet neslini takiyyeci yapmıştır. Cumhuriyetin başlangıcında öngörülen insan unsuru ile 1948’e gelinirken öngörülen insan unsuru arasındaki farklılık; Cumhuriyet yöneticilerinin -kendileri açıkça ifade etmeseler bile- takiyye yaptıklarının bir göstergesidir. Nitekim 1924 Anayasasında “Devletin dini İslâm” iken 1928’de devlet dinsiz kalmış ve 1937’de ise devlet “laik” hale getirilmiştir. Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 2. maddesi, eğitim sisteminin nasıl bir insan yetiştirmeyi amaçladığını açıklamaktadır16. Bu maddede geçen “demokrasi”, “laiklik”, “Atatürk milliyetçiliği”, “ahlaki”, “insani”, “manevi”, “kültürel değerler”, “geniş bir dünya görüşü” kavramları; açık seçik ve bilimsel olarak tanımlanmamıştır. Son derece esnek tanımlamalar yapılmış, böylelikle iktidar sahiplerinin rahatlıkla at oynatacakları bir alan meydana getirilmiştir. Bir şeyin doğru olup olmadığı, Kur’ân’ın nasıl yorumlanacağı veya yapılan yorumların geçerliliği, Cumhuriyet dönemi yöneticilerinin keyfi ne kalmış esnek bir alandır. 

Tevhid-i Tedrisat Kanunu’na karşı gelebilecek reaksiyonları engellemek için Mustafa Kemal’in konuşmasında bu durumu, çok rahat bir şekilde görebilmekteyiz. Mustafa Kemal’in “Herkes dinini, ahkâmını eşit şartlarda mekteplerde öğrenecektir.” Vaadi17 ne yazık ki yakın zamana kadar gerçekleşmemiştir. Başlangıçta maarifte; “Çocuklara verilecek terbiye her manada dini ve milli” iken; sonraları ise dinin d harfi ne bile tahammül edilememiştir. İçişleri Bakanı Şükrü Kaya (1937 yılında); “Türklerin maneviyatı için kendi temiz ahlakını geliştirmesi yeter... Laiklikle biz, dinin memleket işleri üzerinde nüfuz sahibi olmasını önlemek istiyoruz... Dinler vicdanlarda ve mabetlerde kalmalı, maddi hayatın ve dünyanın işlerine karıştırılmamalıdır.”18 ve Başbakan Hasan Saka ise (18.6.1948 yılında); ‘‘Her derece okullarımızda demokratik terbiyenin yerleşmesine ehemmiyet vereceğiz.”19 demiş olmaları, yaşanan tezadın bir sonucudur. Terbiyede, 1920’de din ve millilik referans iken; 1937’de milli ahlak, 1948’de ise demokratiklik, ana kıstas olmuştur. Artık terbiye herkesin istediği zaman istediği şekilde kullanabileceği belirsiz, muğlâk bir zemine kaymıştır. Muğlaklık, sanki Cumhuriyet döneminin bir simgesi haline gelmiştir. Ne olduğu gereği gibi açıklanmayan/tanımlanmayan “Atatürk Milliyetçiliği” kavramı, 1982 Anayasası’nda yer alarak sivil- asker iktidar sahiplerinin rahat hareket edebileceği yeni bir alan meydana getirilmiştir. Atatürk Milliyetçiliği kavramı, Milli Eğitim Temel Kanunu’na da konarak (Madde 10) ne olduğu belli olmayan bir kavrama göre yeni nesillerin eğitilmesi öngörülmüş ve nesillerin kafası karma karışık yapılmıştır. Milli Eğitim Temel Kanunu’nda demokrasi ve laiklik kavramlarının anlam alanları, Atatürk Milliyetçiliği kavramı ile sınırlandırılmıştır (Madde 11). Çok temel kavramlar, yerleştikleri alanlardan ya alınıp çıkarılmış onlara yeni bir elbise giydirilerek ciddi anlam sapmalarına uğratılmış; ya da “Atatürk ilke ve inkılâpları”, “Atatürk milliyetçiliği” ve “Atatürk laikliği” gibi kavramlarla anlam alanları son derece daraltılmıştır. Orta Öğretimde okutulan Din kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinin gerek amacı, gerekse ilkeleri kısmında anlatılacak konular; Atatürk ilkeleri ve Atatürk laikliği ile sınırlandırılmıştır20. Dinin anlam sahası, Allah’ın gönderdiği ilkeler, Atatürk ilkeleri ve Atatürk laikliği ile daraltılmaktadır. Kısacası Cumhuriyetle birlikte kurulan eğitim sistemi, genel olarak, inkârcı, kötüleyici, nifakçı, baskıcı, tahammülsüz, tehditçi, çifte standartçı, halka tepeden bakan hatta halkı tehlikeli ve düşman gören bir neslin yetişmesine neden olmuştur. Çünkü gidilen yol, “Şayet onlar da, sizin inandığınız gibi inanırlarsa, kuşkusuz doğru yolu bulmuşlardır; yok eğer yüz çevirirlerse onlar elbette bir çelişki ve aykırılık içindedirler.” (2Bakara 137) ayetinde ifade edilen ilahi sünnete tersti. 

Eğitim Sistemi, Fıtrat Merkezli Temel Değerler Üzerine Kurulmalıdır 

Eğitim, ferdin ihtiyaçları, toplumun ihtiyaçları, siyasal sistem, küresel etkileşimler, eğitim sisteminin yapısı, felsefesi, yönetimi, müfredatı, iletişim ve ekonomi gibi faktörlerden birincil derecede etkilenmektedir. Ferdin kimlik ve kişiliğinin inşasında, esas alınması gereken ana unsur, kültür ve medeniyetimizin dayandığı temel değerlerdir. Meslek edindirme, bir öğretim faaliyetinin sonucudur. Meslek ahlakı, toplumsal değerlerle, mesleğin gerektirdiği özel davranışların bileşkesi olarak oluşur. Her yeni gelişen meslek, toplumun değer sisteminin oluşturduğu bir semantik alanda ahlakını oluşturur. Ancak bu bakış açısı ile toplum, geleceğe kültür ve medeniyetini zenginleştirerek taşıyabilir. Öyleyse toplumun birinci derecede ihtiyacı, temel değerlerinin korunması, kültür ve medeniyetinin gelecek kuşaklara zenginleştirilerek aktarılmasıdır. Bu bağlamda, din, örf, adet, gelenek ve görenekler, tarih şuuru, kültürel değerlerimiz, eğitim aracılığı ile genç nesillere aktarılmalı, öğretilmeli, benimsetilmelidir. Ancak böylelikle toplum, olaylar karşısında ortak duygu, düşünce, inanç ve hareket birliği içinde bulunabilir. Topluma etki eden farklı kuvvetlerin bileşkesinin, nihayette olumlu istikamette olabilmesi; toplumun olaylar karşısında aynı ortak heyecanı duyması, ortak bir dayanışmaya girmesi, bu temel varsayıma bağlıdır. Eğitim, ancak bu bakış açısı ile fertleri, toplumun, milletin bir azası, ülkenin vatandaşları yapar. Toplumun ortak paydalarını oluşturur. Aksi takdirde her olay, toplumda, haklı veya haksız önemli değil, daima, gayr-ı memnunların sayısını artıracaktır. Eğer bir eğitim sistemi, fıtrat düzleminde toplumsal değer eksenli bir yapılanış içinde değilse, bu sonuç kaçınılmazdır. Son 200 yıllık süreçte, toplum hep gayr-ı memnun olmuşsa, nedeni, büyük ölçüde budur.21 

Çağdaş Bilginin Öğretilmesi ve Toplumsal Değerlerin Korunması 

Eğitim sistemi, dünyadaki bilimsel ve teknolojik gelişmeleri ve bilgileri, yeni nesillere öğretmelidir. Gençlerin en son bilgilere göre, mesleki formasyon kazanması mutlaka olmalıdır. Ancak bilim ve teknolojideki baş döndürücü değişim ve gelişim, gençlere öğretilirken ve bu çerçevede gençler meslek sahibi yapılırken, yukarıda ifade olunan temel değerler ve kültürel yapı tahrip edilmemelidir. Toplum ve devlet, bu konuda hassasiyet göstermelidir. Eğitim sistemi, gençlere sağlam bir tarih, düşünce ve bilim şuuru vermelidir. Bu noktada tarih ve geçmiş nesiller değerlendirilirken, geçmişin olumlu ve olumsuz yönleri, eğitim sisteminde müfredata yansımalıdır. Geçmiş nesillerin; insanlığa, bilim ve teknolojiye yaptığı katkılar veya yaptıkları hatalar, gerçek bir bilim ve düşünce tarih anlayışı, içinde verilmelidir ki; yanlışlıkların, nerelerde yapıldığı kavranabilsin. İnsanlarımız, böylelikle önyargılardan arınmış olarak gerçeği arayabilirler; ancak böyle yapılarak düşünebilen, üretebilen insanlar yetiştirilebilir. Eğitim sistemi, toplumu aşağılayan, horlayan insanlar yetiştirmemeli, kendi toplumu ile barışık, ona ışık götüren, ona önderlik yapabilecek şekilde, onunla bütünleşen insanlar, aydınlar yetiştirmelidir. Eğitim sistemimizin yetiştirdiği aydın, halktan korkan ve kopan tipler olmamalıdır. 

Son 200 yıllık tarihe baktığımızda mektep ve medreselerden yetişenler, genel olarak, halka karşı bir tavır sergilemiş, halkı küçümsemiştir. “Bu halk adam olmaz”, “Bu halk tembeldir”, “Bu halka güvenilmez”. “Bu halk seçmesini bilmez” gibi kolaycı değerlendirmeler, “en iyi öğretim almışlar” tarafından yapılmıştır22. Çocukları yarış atlarına döndüren, düşünme, analiz, sentez yapabilme yerine; ezberciliği ön plana çıkaran bir eğitim sistemi, Türkiye’nin en ciddi sorunudur. Yetenekleri ortaya çıkarıp yönlendirici, yatay ve dikey geçişlere imkân veren, esnekliği olan, hayata hazırlayan, güven duygusu kazandıran, bireydeki gizli kuvvetleri açığa çıkarabilen bir milli eğitim sistemi olmalıdır. Üniversiteyi bitirdiği halde doğru, hızlı okuma alışkanlığını kazanamayan, derdini anlatamayan, çevresi ile iletişim kuramayan insanların, bu eğitim sisteminden çıktığını, artık görmeliyiz. Onun için toplumun talep ettiği becerileri karşılayacak, onları ön planda tutacak, bir eğitim sistemi geliştirmeliyiz. 

Fıtratı Koruyan ve İhya Eden Kaliteli Manevi Bir Eğitim 

Toplum, dünyadaki en son, en yeni bilgi ve teknolojilerin yeni nesillere öğretilmesini eğitim sisteminden talep ederken aynı zamanda kendi çocuklarının, fıtrat merkezli manevi bir eğitimle donatılarak her türlü olumsuzluğa karşı dirençli olmasının sağlanmasını da istemektedir. İnanç +duygu+bilgi+katılımcılığın oluşturacağı manevi eğitim, toplumu yıllardır sürüklendiği bezginlik, bedbinlik, ümitsizlik, bataklığından kurtaracaktır. Eğer bu 4’lü formülü içeren bir manevi eğitim seferberliği başlatılmazsa, “TV/bilgisayar/ internet ağlarıyla/Sosyal Medya” üzerinden yayılan her türlü ahlaksızlığa karşı yeni nesiller, korumasız kalacaklardır23. Eğitim sistemi, alkoluyuşturucu, kumar, fuhuş, şiddet, yalan, dolan ve zulümden gençleri koruyabilmelidir. Hz. Ali, “Çocuklarınızı kendi devrinizden daha ileri bir anlayışa göre terbiye ediniz, Unutmayın ki onlar sizden sonraki bir zamanda yaşayacaklardır” derken; devletin, toplumun ve ailenin, gençlerin gelecekte karşılaşabileceği tehlikeleri göz önüne alarak gerekli tedbirleri alması gerektiğine işaret etmektedir. Bu noktada en etkili olabilecek olan ya da olması gereken eğitim sistemidir. Bu nedenle eğitim sistemi, bu tür ihtiyaçlara cevap verebilecek esnek bir yapıda olmalıdır. 

Sonuç: Hak-Hukuk, Adalet ve Sorumluluk Duygusu Kazandıran Bir Eğitim Sistemi 

Dini inanç havuzunda beslenip büyüyen anababa hakkı, komşuluk hakkı, akrabalık hakkı, fakir-fukara hakkı, yetim hakkı, zayıf ve kimsesizlerin hakkı, mahallelinin hakkı, toplumun hakkı ve doğanın hakkı şeklindeki pek çok sorumluluk, sürekli eğitim ile ancak korunabilir. Zamanla bu davranışlar örfl eşir, gelenek haline dönüşür ve ahlakı ilke olur. Pek çok davranış refl eks halinde yapılmaya başlanır. Bu dönemde insanlar, toplumsal bir sorumluluğu otomatik olarak üstlenirler, yanlışlıklara, kötülüklere karşı Hz. Peygamberin, “Biriniz bir kötülüğü gördüğü zaman onu eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin, buna da gücü yetmiyorsa kalbinden buğz etsin. Kalbinden buğz etmeyenin kalbinde imandan bir zerre yoktur” hadisinde ifade edildiği gibi tepki gösterir, tavır sergiler; toplum kendisinin polisi, jandarması olur. Artık birçok sorunu, yazılı olmayan hukuka göre çözer. Eğer bir ailede dede ve nine; huzur evlerine, Darülaceze’ye terk edilme veya dışarıya atılma korkusu içinde yaşıyorsa, bu eğitim sistemi görevini yapamıyor demektir. Eğer bir apartmanda, komşuluk hakkı yoksa, akrabalar arasında ilişki kopmuşsa, mahalleli birbiri ile selâmlaşmıyor ve birbirinin derdi ile dertlenmiyorsa, bu eğitim sistemi görevini yapamıyor demektir. Eğer otobüs, tren ve vapur kuyruğundaki yaşlıları gençler, ezerek geçip vasıtaya biniyorlarsa; gençler koltuklarında oturup yaşlılar, çocuklar zar zor ayakta durabiliyorsa, bu eğitim sistemi, isteneni veremiyor demektir. Kırsal kesimde gençler, kahvelerde kâğıt oynayıp vakit geçirirken; bir yoksulun bir yaşlının, bir kimsesizin, bir muhtacın yardım çağrılarına kulak tıkıyorsa, bu eğitim sisteminin varlığı tartışılmalı değil midir? Bayram tatillerini, akrabalık bağlarını kuvvetlendirecek bir vesile görme yerine; turistik bölgelerde eğlence olarak algılama anlayışının yaygınlaşması, nasıl bir çözülme ile karşı karşıya olduğumuzu göstermiyor mu? 

Özetle toplum; parayı kutsayan, gücü kutsayan, makamı kutsayan, ne olursa olsun güce ulaşmaya çalışan, kaba, saygısız, sevgisiz bir nesil istemiyor. Dinini, örfünü, adetlerini, gelenek ve göreneklerini, kültür ve medeniyetini zenginleştirerek yaşatacak bir nesil istiyor. Eğitim sistemi de, toplumun bu ihtiyaçlarına cevap vermelidir; bu ihtiyaçları karşılamalıdır. Bu ülkede herkes, dinini rahatça öğrenebilmeli ve yaşayabilmelidir. Eğitim sistemi, bu temel varsayıma dayanmalıdır. Darulaceze’deki Cami-Kilise-Havra’nın birlikteliği veya Haydarpaşa Lisesi’ndeki Cami-Kilise birlikteliği, bizim tarihimizin ve eğitim sistemimizin en güzel yanlarından biridir. Din ve vicdan hürriyetinin en canlı, en diri ve en güzel uygulamalarından biridir. Bu nedenle bizim eğitim sistemimiz, dinini bilen, yaşayan, dine ve dindara ve her türlü düşünceye saygılı, geçmiş, şimdi ve gelecek arasında köprü kurabilen nesiller yetiştirmelidir. Bizim eğitim sistemimiz, Anadolu coğrafyasındaki mozaiği iyi kavrayan, farklı toplulukların inanç, örf, adet ve geleneklerine saygılı insanlar yetiştirmelidir. Bizim eğitim sistemimiz, ezbercilikten uzak, öğrenmesini bilen, okuyan, düşünen, algılama gücü yüksek, karar verme yeteneği olan insanlar yetiştirmelidir. Bizim eğitim sistemimiz, insanların yeteneklerini ortaya çıkarıcı, ona güven verici, taklit ve kopyacılıktan uzaklaştırıcı, üretici insanlar yetiştirmelidir. Evet bizim eğitim sistemimizin ortasında insan fıtratı olmalı ve insanın mutluluğu hedef alınmalıdır. Toplumsal ihtiyaçlar ön planda tutulmalı, “halk için halkla beraber” olmalıdır. İnsan ve toplum, devlete ve rejime feda edilmemelidir. Hepsi birlikte var olmalıdır. 

“Şunu da unutma! İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” (Şeyh Edebali)

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...