11 Mart 2016 Cuma

Kadına şiddet/Aile içi şiddet söylemi üzerine-1: Tarihsel Arka Plan

(Milli Gazete)

“Dünyadaki her şeyin bir sebebi vardır.

Her bitki bir hastalığı tedavi etmek için büyür

Ve her insan bir görevle yaratılmıştır.”

Apaçi Kızılderilileri Atasözü

GİRİŞ

8 Mart Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle Türkiye’nin her tarafında toplantılar yapıldı, yürüyüşler düzenlendi ve medyada özel programlar gerçekleştirildi. Sivil toplum örgütlerinden siyasetçilere kadar hemen hemen her kesim, sahnede rol aldı. Söylem ve dillerinde farklılıklar olsa bile konuşmaların ortak paydası, “Kadına Şiddet”, “Aile İçi Şiddet”, “Erkek Egemen Toplum”, “Ataerkil Aile” olarak tezahür etti. Şiddet konusu, bir bütün olarak ele alınma yerine özellikle ve sadece “Kadına şiddet” konusu, bütünden koparılıp, yalıtılıp seslendirildi.

Kadınlara yönelik şiddet, sırf kadın olduğu için sırf cinsiyetinden dolayı yapılan bir şiddet türü olarak sunulmaktadır. Acaba gerçek böyle midir? Kadın salt kadın olduğu için mi şiddete maruzdur? Şiddet sadece ve sadece kadınlara yönelik bir olgu mudur? Erkeklere, çocuklara yönelik şiddet yok mudur? Erkeklere erkek, çocuklara çocuk oldukları için mi şiddet uygulanmaktadır? Kadından kadına, erkekten kadına, çocuktan kadına, erkekten erkeğe, kadından erkeğe, çocuktan erkeğe şiddet uygulanmamakta mıdır? Bu farklı muhataplara uygulanan şiddettin dağılımı, oranı nasıldır?

Niçin şiddet bir bütün olarak ele alınmamakta, böyle bir talep “şiddetle” susturulmaya çalışılmaktadır? Şiddeti, sadece kadın boyutuna ve aile içi boyuta indirgemekten maksat nedir? Evi, yuvayı, kocayı bizzat şiddetin kaynağı olarak gösterme gayreti neden var? Şiddete neden olan “risk faktörleri” hiç göz önüne alınmadan evi, yuvayı ve kocayı şiddetin ana unsuru gösterme gayretinin arkasında nasıl bir zihniyet ve strateji yatmaktadır?

Mevcut söyleme karşı farklı şeyler söyleyenler, niçin linç edilmeye ve susturulmaya çalışılmaktadır. Kadını, ferdileştirerek yalnızlaştıran, genetik ve fıtri yapısına yabancılaştıran, kadın ve erkeği birbirlerine karşı ötekileştiren bir strateji kimin ya da kimlerin işine yarar? Kocasını ve çocuklarını rakip, alt edilmesi gereken bir düşman, hesaplaşılması gereken bir varlık şeklinde gösterip kadını militanlaştırma, nasıl bir zihniyetin eseridir?

Bunun için öncelikle tarihsel arka plana bakmakta fayda vardır.

Bu yazı serisinde yukarıdaki soruların cevapları, istatistikî verilere ve belgelere dayalı olarak cevaplandırılmaya çalışılacaktır.

Dünya Kadınlar Günü

8 Mart 1857 tarihinde ABD’nin New York kentinde, 40.000 dokuma işçisi, daha iyi çalışma koşulları istemiyle Triangle Gömlek Fabrikasında greve başlamıştır. 25 Mart günü öğleden sonra polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi sonrasında, sebebi kesin olarak belirlenememiş yangın başlamış ve bu yangında yaklaşık 120 kadın işçi ölmüştür.

26 - 27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka’nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonale bağlı Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda, Almanya Sosyal Demokrat Partisi liderlerinden Clara Zetkin, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8 Mart’ın “Dünya Kadınlar Günü” olarak anılması teklifini getirmiş ve teklif oybirliğiyle kabul edilmiştir (1).

Tarihin 8 Mart olarak kesinleşmesi ise 1921’de Moskova’da gerçekleştirilen 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı’nda (3. Enternasyonal Komünist Partiler Toplantısı) gerçekleşmiştir. Adı da “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” olarak belirlenmiştir. 1960’lı yılların sonunda Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan çeşitli gösterilerden sonra Batı Bloku ülkelerinde konu daha güçlü bir şekilde gündeme gelmiştir. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart’ın “Dünya Kadınlar Günü” olarak anılmasını kabul etmiştir (1).

Türkiye’de 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü ilk kez 1921 yılında, Moskova toplantısı ile uyumlu olarak “Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanmaya başlanmıştır. Türkiye’de, 1975 yılında, “Türkiye 1975 Kadın Yılı” kongresi yapılmıştır. 1984’ten itibaren her yıl, düzenli olarak, çeşitli kadın örgütleri tarafından “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” kutlanmaktadır (1).

Tarihsel arka plandan da görülebileceği gibi Dünya Kadınlar Günü hareketinin kökeninde, sosyalist hareket dolayısıyla sosyalist söylem ve felsefe vardır. Komünizmin “Komun hayatı” felsefesine uygun olarak, aileye açtığı savaş, zamanla feminist hareketin şuur altına yer ederek benzer bir söylemin devam ettirilmesini sağlamıştır. Feminist harekette erkek, kadının rakibi hatta düşmanı olarak konumlandırılmakta, ev de özgürlüğün kaybedildiği, şiddetin var olduğu bir mekân olarak yorumlanmaktadır.

Diğer taraftan her şeyi para gören Batının açgözlü kapitalistleri, ucuz işçi bulabilmek için evinde, bağında, bahçesinde çalışan, kendi ihtiyaçlarını üreten, yağını, yoğurdunu, salçasını, peynirini vb. ürünleri üreten kadınlara savaş açmış, onları “asalak” olarak nitelendirip fabrikalarda ucuz işçi olarak çalışmaya zorlamışlardır (2).

Başlangıçta çok iyi çalışan bu sistem, zamanla kadınların “Eşit işe eşit ücret”  direnişi ile karşılaşmıştır. Bu mücadele, kadınların “kariyer yapma”, “yönetici olma” mücadelesiyle bir üst boyuta taşınmıştır (2).

Görülebileceği gibi feminist hareket, hem kapitalistler hem de sosyalistler tarafından desteklenen bir hüviyete kavuşmuştur.

Bu noktada en ciddi problem, kadınların kariyerlerinin önünde çocuğun ciddi bir engel olarak ortaya çıkması olmuştur. Bunun üzerine kariyer yapan kadınlar, çocuk yapmak istememişlerdir.

Açgözlü kapitalist patronlar da çocuğu iş verimini düşürdüğü gerekçesiyle çalışan kadınların çocuk yapmasına taraftar olmamışlardır. Kadınların çocuk yapmaması, bir taraftan neslin yaşlanmasını sağlarken diğer taraftan karı koca arasındaki önemli bağların da zedelenmesine, birbirinin kahrını çekmeme eğiliminin baskın olmasına ve aile hayatının anlamsızlaşmasına sebebiyet vermiştir (2).

Artık haz ve hız merkezli bir hayat için nikâh külfet olarak görülüp “Nikâhsız birliktelik” bir hayat felsefesi olarak kabul edilmeye başlanmıştır. Aile hayatı, “haz”/”şehvet”/”zevk” boyutuna indirgenince farklı cinsel yönelimler, tatmin aracı olarak tezahür etmeye başlamış eşcinsellik ve eşcinsel birliktelikler yaygınlaşmıştır. Feminist hareketin üçüncü destekçileri eşcinseller olmuştur.

Kutsalla bağını koparan Batı aile yapısı, hızlıca çözülürken, şiddet, uyuşturucu, alkol, kumar, nikâhsız birliktelik, tecavüz, gayrı meşru çocuk sayısında ve boşanmalarda patlama yaşanmaktadır (2-4).

Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve Kadına Şiddet

Birleşmiş Milletler, dünyadaki kadın sorunlarını ele alıp çözümlemek amacıyla 1970’lı yıllardan buyana 4 kez dünya kadın konferansı düzenlemiştir. Birinci Dünya Kadın Konferansı Meksika’da düzenlenmiş ve bu toplantıda alınan kararların bir sonucu olarak, 1979 yılında, BM Genel Kurulu tarafından “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi” (CEDAW) kabul edilmiştir.

Türkiye’nin de 1986 yılında imzaladığı sözleşmeye 186 ülke taraf olmuştur. CEDAW, kadına karşı ayrımcılığın önlenmesi için geniş bir katılımla imzalanmış, bağlayıcılığı olan, en önemli uluslararası belge olarak kabul edilmektedir.

İkinci konferans 1980’de Kopenhag’da, üçüncü konferans ise 1985 yılında Nairobi’de yapılmıştır. Dördüncü Konferans 1995 yılında Pekin’de gerçekleştirilmiş ve konferansın sonunda “Pekin Deklarasyonu” ve “Eylem Planı” isminde iki belge kabul edilmiştir.

2000 yılında ise BM tarafından, Pekin’de yapılan konferansın sonuçlarını ve yeni gelişmeleri değerlendirmek ve yeni stratejiler belirlemek amacıyla “Kadın 2000: 21. Yüzyıl İçin Toplumsal Cinsiyet Eşitliği, Kalkınma ve Barış (Pekin+5) ” ismiyle özel bir oturum gerçekleştirilmiştir. Toplantı sonucunda bir siyasi deklarasyon ve bir de sonuç belgesi kabul edilmiştir.

BM, 1999 yılında “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” mücadelesinin en önemli kazanımı olarak görülen CEDAW sözleşmesine ek bir protokolü kabul etmiş ve üye ülkelerin onayına sunmuştur. CEDAW’a imza atmış ülkelerin yargılama yetkisi altında bulundurduğu bireylere CEDAW komitesine hukuki başvuru hakkı tanımaktadır. BM ve AB, üye ülkelerin toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarını uygulamasını önemsemekte, ülkelerin takibini yapmakta ve periyodik değerlendirme raporları yayınlamaktadır.

“Toplumsal cinsiyet eşitliği”, AB uyum sürecinin de önemli makro göstergeleri arasında yer almaktadır. Türkiye, 8 Eylül 2000’de imzaladığı bu protokolü, 30 Temmuz 2002 tarihinde onaylamıştır.

Ayrıca Türkiye, 2011 Mayıs ayında, kısa adı “İstanbul Sözleşmesi/Konvansiyonu” olan “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” adlı uluslararası sözleşmeyi, hiçbir maddesine çekince konulmaksızın, imzalayarak kabul etmiştir. Bu sözleşme, 8 Mart 2012 tarihinde kabul edilen “Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun”a esas teşkil etmiştir.

“26218 Sayılı Başbakanlık Genelgesi: Çocuk Ve Kadınlara Yönelik Şiddet Hareketleriyle Töre Ve Namus Cinayetlerinin Önlenmesi İçin Alınacak Tedbirler”, 4 Temmuz 2006 tarihinde resmi gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. Türkiye, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği politikasını (TCE) bakanlıklar üstü bir ana bir politika haline getirmiş, 9. Kalkınma planı, Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine duyarlı olarak hazırlamıştır.

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, bu genelgenin uzantısında “2007-2010 Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı” hazırlamış ve yürürlüğe sokmuştur. Bu plan daha sonra “2008-2013 Kadına Yönelik Şiddetle Mücadelede Ulusal Eylem Planı” ve “2012-2015 Kadına Yönelik Şiddetle Mücadelede Ulusal Eylem Planı” şeklinde yol boyu güncellenmiştir.

Ayrıca Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün “Kadına Yönelik Aile İçi şiddetle Mücadele Projesi” kapsamında Avrupa Birliği desteğiyle “Aile içi şiddetle mücadele el kitabi” yayınlanmıştır. Toplumsal Cinsiyet Eşitliği politikasına dayalı uluslararası belgeleri esas alan yönetmelik ve genelgeler çıkarılmıştır.

Sonuç

Batı Kültür ve medeniyetinin aileye ilişkin ürettiği kavram, teori ve modeller, yapılar ve bulduğu çözümler, kendi toplumsal yapımız, zihin dünyamız, kendi değerlerimiz ve kültür ve medeniyetimizle uyuşup uyuşmadığına bakılmadan, AB uyum yasaları ve Uluslararası sözleşmeler gerekçe gösterilerek alınmakta, sonuçlarının ne olabileceği öngörülmeden hemen uygulamaya sokulmaktadır.

Bu anlamda “Toplumsal Cinsiyet eşitliği”, “şiddet”, “kadına şiddet”, “cinsel yönelim” gibi kavramlar, aileyi ilgilendiren önemli, hayatı kavramlardır. Bunların felsefi boyutları, ana kabulleri ve ne getirip ne götürecekleri tam olarak tartışılmadan uygulamaya sokulması, Türkiye’nin ciddi bir zaafıdır.

Bu gerçek, kanun yapıcılar tarafından ve siyasiler tarafından göz önüne alınmamaktadır. Gönüllü kuruluşlar ise genel olarak sürece seyirci kalmaktadırlar.

Kaynaklar

1-https://tr.wikipedia.org/wiki/Dünya_Kadınlar_Günü

2- Fukuyama F., Büyük Çözülme, Sabah Kitapları, İstanbul,2000

3- Şahin,M., Gültekin, M., Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Dayalı Politika Uygulayan Ülkelerde Kadın ve Aile(İzlanda, Finlandiya, Norveç, İsveç, Türkiye), SEKAM, Aile Akademisi, İstanbul, Aralık 2014.

4- Gültekin, M., Şahin, M;  Türkiye’de ve Dünyada Kadına Şiddet, SEKAM, Aile Akademisi, İstanbul, Mart 2015. 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...