(Milli Gazete)
“Dünyadaki her şeyin bir sebebi vardır.
Her bitki bir hastalığı tedavi etmek için büyür
Ve her insan bir görevle yaratılmıştır.”
Apaçi Kızılderilileri Atasözü
GİRİŞ
8 Mart Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle Türkiye’nin her
tarafında toplantılar yapıldı, yürüyüşler düzenlendi ve medyada özel programlar
gerçekleştirildi. Sivil toplum örgütlerinden siyasetçilere kadar hemen hemen
her kesim, sahnede rol aldı. Söylem ve dillerinde farklılıklar olsa bile
konuşmaların ortak paydası, “Kadına Şiddet”, “Aile İçi Şiddet”, “Erkek Egemen
Toplum”, “Ataerkil Aile” olarak tezahür etti. Şiddet konusu, bir bütün
olarak ele alınma yerine özellikle ve sadece “Kadına şiddet” konusu, bütünden
koparılıp, yalıtılıp seslendirildi.
Kadınlara yönelik şiddet, sırf kadın olduğu için sırf
cinsiyetinden dolayı yapılan bir şiddet türü olarak sunulmaktadır. Acaba gerçek
böyle midir? Kadın salt kadın olduğu için mi şiddete maruzdur? Şiddet sadece ve
sadece kadınlara yönelik bir olgu mudur? Erkeklere, çocuklara yönelik şiddet
yok mudur? Erkeklere erkek, çocuklara çocuk oldukları için mi şiddet
uygulanmaktadır? Kadından kadına, erkekten kadına, çocuktan kadına, erkekten
erkeğe, kadından erkeğe, çocuktan erkeğe şiddet uygulanmamakta mıdır? Bu farklı
muhataplara uygulanan şiddettin dağılımı, oranı nasıldır?
Niçin şiddet bir bütün olarak ele alınmamakta, böyle bir
talep “şiddetle” susturulmaya çalışılmaktadır? Şiddeti, sadece kadın boyutuna
ve aile içi boyuta indirgemekten maksat nedir? Evi, yuvayı, kocayı bizzat
şiddetin kaynağı olarak gösterme gayreti neden var? Şiddete neden olan “risk
faktörleri” hiç göz önüne alınmadan evi, yuvayı ve kocayı şiddetin ana unsuru
gösterme gayretinin arkasında nasıl bir zihniyet ve strateji yatmaktadır?
Mevcut söyleme karşı farklı şeyler söyleyenler, niçin linç
edilmeye ve susturulmaya çalışılmaktadır. Kadını, ferdileştirerek
yalnızlaştıran, genetik ve fıtri yapısına yabancılaştıran, kadın ve erkeği
birbirlerine karşı ötekileştiren bir strateji kimin ya da kimlerin işine yarar?
Kocasını ve çocuklarını rakip, alt edilmesi gereken bir düşman, hesaplaşılması
gereken bir varlık şeklinde gösterip kadını militanlaştırma, nasıl bir
zihniyetin eseridir?
Bunun için öncelikle tarihsel arka plana bakmakta fayda
vardır.
Bu yazı serisinde yukarıdaki soruların cevapları,
istatistikî verilere ve belgelere dayalı olarak cevaplandırılmaya
çalışılacaktır.
Dünya Kadınlar Günü
8 Mart 1857 tarihinde ABD’nin New York kentinde, 40.000
dokuma işçisi, daha iyi çalışma koşulları istemiyle Triangle Gömlek
Fabrikasında greve başlamıştır. 25 Mart günü öğleden sonra polisin işçilere
saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi sonrasında, sebebi kesin olarak
belirlenememiş yangın başlamış ve bu yangında yaklaşık 120 kadın işçi ölmüştür.
26 - 27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka’nın Kopenhag
kentinde 2. Enternasyonale bağlı Uluslararası Sosyalist Kadınlar
Konferansı’nda, Almanya Sosyal Demokrat Partisi liderlerinden Clara Zetkin, 8
Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen kadın işçiler anısına 8
Mart’ın “Dünya Kadınlar Günü” olarak anılması teklifini getirmiş ve teklif
oybirliğiyle kabul edilmiştir (1).
Tarihin 8 Mart olarak kesinleşmesi ise 1921’de Moskova’da
gerçekleştirilen 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı’nda (3. Enternasyonal
Komünist Partiler Toplantısı) gerçekleşmiştir. Adı da “Dünya Emekçi Kadınlar
Günü” olarak belirlenmiştir. 1960’lı yılların sonunda Amerika Birleşik
Devletleri’nde yapılan çeşitli gösterilerden sonra Batı Bloku ülkelerinde konu
daha güçlü bir şekilde gündeme gelmiştir. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16
Aralık 1977 tarihinde 8 Mart’ın “Dünya Kadınlar Günü” olarak anılmasını kabul
etmiştir (1).
Türkiye’de 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü ilk kez 1921
yılında, Moskova toplantısı ile uyumlu olarak “Emekçi Kadınlar Günü” olarak
kutlanmaya başlanmıştır. Türkiye’de, 1975 yılında, “Türkiye 1975 Kadın Yılı”
kongresi yapılmıştır. 1984’ten itibaren her yıl, düzenli olarak, çeşitli kadın
örgütleri tarafından “Dünya Emekçi Kadınlar Günü” kutlanmaktadır (1).
Tarihsel arka plandan da görülebileceği gibi Dünya Kadınlar
Günü hareketinin kökeninde, sosyalist hareket dolayısıyla sosyalist söylem ve
felsefe vardır. Komünizmin “Komun hayatı” felsefesine uygun olarak, aileye
açtığı savaş, zamanla feminist hareketin şuur altına yer ederek benzer bir
söylemin devam ettirilmesini sağlamıştır. Feminist harekette erkek, kadının
rakibi hatta düşmanı olarak konumlandırılmakta, ev de özgürlüğün kaybedildiği,
şiddetin var olduğu bir mekân olarak yorumlanmaktadır.
Diğer taraftan her şeyi para gören Batının açgözlü
kapitalistleri, ucuz işçi bulabilmek için evinde, bağında, bahçesinde çalışan,
kendi ihtiyaçlarını üreten, yağını, yoğurdunu, salçasını, peynirini vb.
ürünleri üreten kadınlara savaş açmış, onları “asalak” olarak nitelendirip
fabrikalarda ucuz işçi olarak çalışmaya zorlamışlardır (2).
Başlangıçta çok iyi çalışan bu sistem, zamanla kadınların
“Eşit işe eşit ücret” direnişi ile karşılaşmıştır. Bu mücadele,
kadınların “kariyer yapma”, “yönetici olma” mücadelesiyle bir üst boyuta
taşınmıştır (2).
Görülebileceği gibi feminist hareket, hem kapitalistler hem
de sosyalistler tarafından desteklenen bir hüviyete kavuşmuştur.
Bu noktada en ciddi problem, kadınların kariyerlerinin
önünde çocuğun ciddi bir engel olarak ortaya çıkması olmuştur. Bunun üzerine
kariyer yapan kadınlar, çocuk yapmak istememişlerdir.
Açgözlü kapitalist patronlar da çocuğu iş verimini düşürdüğü
gerekçesiyle çalışan kadınların çocuk yapmasına taraftar olmamışlardır.
Kadınların çocuk yapmaması, bir taraftan neslin yaşlanmasını sağlarken diğer
taraftan karı koca arasındaki önemli bağların da zedelenmesine, birbirinin
kahrını çekmeme eğiliminin baskın olmasına ve aile hayatının anlamsızlaşmasına
sebebiyet vermiştir (2).
Artık haz ve hız merkezli bir hayat için nikâh külfet olarak
görülüp “Nikâhsız birliktelik” bir hayat felsefesi olarak kabul edilmeye
başlanmıştır. Aile hayatı, “haz”/”şehvet”/”zevk” boyutuna indirgenince farklı
cinsel yönelimler, tatmin aracı olarak tezahür etmeye başlamış eşcinsellik ve
eşcinsel birliktelikler yaygınlaşmıştır. Feminist hareketin üçüncü destekçileri
eşcinseller olmuştur.
Kutsalla bağını koparan Batı aile yapısı, hızlıca
çözülürken, şiddet, uyuşturucu, alkol, kumar, nikâhsız birliktelik, tecavüz,
gayrı meşru çocuk sayısında ve boşanmalarda patlama yaşanmaktadır (2-4).
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve Kadına Şiddet
Birleşmiş Milletler, dünyadaki kadın sorunlarını ele alıp
çözümlemek amacıyla 1970’lı yıllardan buyana 4 kez dünya kadın konferansı
düzenlemiştir. Birinci Dünya Kadın Konferansı Meksika’da düzenlenmiş ve bu
toplantıda alınan kararların bir sonucu olarak, 1979 yılında, BM Genel Kurulu
tarafından “Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi”
(CEDAW) kabul edilmiştir.
Türkiye’nin de 1986 yılında imzaladığı sözleşmeye 186 ülke
taraf olmuştur. CEDAW, kadına karşı ayrımcılığın önlenmesi için geniş bir
katılımla imzalanmış, bağlayıcılığı olan, en önemli uluslararası belge olarak
kabul edilmektedir.
İkinci konferans 1980’de Kopenhag’da, üçüncü konferans ise
1985 yılında Nairobi’de yapılmıştır. Dördüncü Konferans 1995 yılında Pekin’de
gerçekleştirilmiş ve konferansın sonunda “Pekin Deklarasyonu” ve “Eylem Planı”
isminde iki belge kabul edilmiştir.
2000 yılında ise BM tarafından, Pekin’de yapılan konferansın
sonuçlarını ve yeni gelişmeleri değerlendirmek ve yeni stratejiler belirlemek
amacıyla “Kadın 2000: 21. Yüzyıl İçin Toplumsal Cinsiyet Eşitliği, Kalkınma ve
Barış (Pekin+5) ” ismiyle özel bir oturum gerçekleştirilmiştir. Toplantı
sonucunda bir siyasi deklarasyon ve bir de sonuç belgesi kabul edilmiştir.
BM, 1999 yılında “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” mücadelesinin
en önemli kazanımı olarak görülen CEDAW sözleşmesine ek bir protokolü kabul
etmiş ve üye ülkelerin onayına sunmuştur. CEDAW’a imza atmış ülkelerin
yargılama yetkisi altında bulundurduğu bireylere CEDAW komitesine hukuki
başvuru hakkı tanımaktadır. BM ve AB, üye ülkelerin toplumsal cinsiyet eşitliği
politikalarını uygulamasını önemsemekte, ülkelerin takibini yapmakta ve
periyodik değerlendirme raporları yayınlamaktadır.
“Toplumsal cinsiyet eşitliği”, AB uyum sürecinin de önemli
makro göstergeleri arasında yer almaktadır. Türkiye, 8 Eylül 2000’de imzaladığı
bu protokolü, 30 Temmuz 2002 tarihinde onaylamıştır.
Ayrıca Türkiye, 2011 Mayıs ayında, kısa adı “İstanbul
Sözleşmesi/Konvansiyonu” olan “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin
Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” adlı
uluslararası sözleşmeyi, hiçbir maddesine çekince konulmaksızın, imzalayarak
kabul etmiştir. Bu sözleşme, 8 Mart 2012 tarihinde kabul edilen “Ailenin
Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun”a esas teşkil
etmiştir.
“26218 Sayılı Başbakanlık Genelgesi: Çocuk Ve Kadınlara
Yönelik Şiddet Hareketleriyle Töre Ve Namus Cinayetlerinin Önlenmesi İçin
Alınacak Tedbirler”, 4 Temmuz 2006 tarihinde resmi gazetede yayınlanarak
yürürlüğe girmiştir. Türkiye, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği politikasını (TCE)
bakanlıklar üstü bir ana bir politika haline getirmiş, 9. Kalkınma planı,
Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine duyarlı olarak hazırlamıştır.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, bu genelgenin uzantısında
“2007-2010 Kadına Yönelik Aile İçi Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı”
hazırlamış ve yürürlüğe sokmuştur. Bu plan daha sonra “2008-2013 Kadına Yönelik
Şiddetle Mücadelede Ulusal Eylem Planı” ve “2012-2015 Kadına Yönelik Şiddetle
Mücadelede Ulusal Eylem Planı” şeklinde yol boyu güncellenmiştir.
Ayrıca Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün “Kadına Yönelik
Aile İçi şiddetle Mücadele Projesi” kapsamında Avrupa Birliği
desteğiyle “Aile içi şiddetle mücadele el kitabi” yayınlanmıştır.
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği politikasına dayalı uluslararası belgeleri esas
alan yönetmelik ve genelgeler çıkarılmıştır.
Sonuç
Batı Kültür ve medeniyetinin aileye ilişkin ürettiği kavram,
teori ve modeller, yapılar ve bulduğu çözümler, kendi toplumsal yapımız, zihin
dünyamız, kendi değerlerimiz ve kültür ve medeniyetimizle uyuşup uyuşmadığına
bakılmadan, AB uyum yasaları ve Uluslararası sözleşmeler gerekçe gösterilerek
alınmakta, sonuçlarının ne olabileceği öngörülmeden hemen uygulamaya
sokulmaktadır.
Bu anlamda “Toplumsal Cinsiyet eşitliği”, “şiddet”, “kadına
şiddet”, “cinsel yönelim” gibi kavramlar, aileyi ilgilendiren önemli, hayatı
kavramlardır. Bunların felsefi boyutları, ana kabulleri ve ne getirip ne
götürecekleri tam olarak tartışılmadan uygulamaya sokulması, Türkiye’nin ciddi
bir zaafıdır.
Bu gerçek, kanun yapıcılar tarafından ve siyasiler
tarafından göz önüne alınmamaktadır. Gönüllü kuruluşlar ise genel olarak sürece
seyirci kalmaktadırlar.
Kaynaklar
1-https://tr.wikipedia.org/wiki/Dünya_Kadınlar_Günü
2- Fukuyama F., Büyük Çözülme, Sabah Kitapları,
İstanbul,2000
3- Şahin,M., Gültekin, M., Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine
Dayalı Politika Uygulayan Ülkelerde Kadın ve Aile(İzlanda, Finlandiya, Norveç,
İsveç, Türkiye), SEKAM, Aile Akademisi, İstanbul, Aralık 2014.
4- Gültekin, M., Şahin, M; Türkiye’de ve Dünyada
Kadına Şiddet, SEKAM, Aile Akademisi, İstanbul, Mart 2015.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder