27 Kasım 2015 Cuma

ABD'nin yığınla ihanetine rağmen hâlâ Türkiye ile ABD Model Ortak mı? - 2

 (Milli Gazete)

‘21. YÜZYIL ABD Yüzyılı’ olacak projesi, ABD’nin dünya hâkimiyetini gerçekleştirmek üzere soğuk savaş sonrasında uygulamaya sokulmuş bir projedir. Bu proje kapsamında ABD, çok taraflı, çok ortaklı politikalar uygulamaya başlamıştır. Bu amaçla ittifak yapmak istedikleri ülkelere, ‘Model Ortaklık’ (Model Partnership) adı altında yeni bir ortaklık dikte etmektedir.

Türkiye ABD ile 2009 yılından bu yana “stratejik ortaklığına” “model ortaklık” ekleyerek yol almıştır. Bu süreç içerisinde Türkiye, ABD’den hep ihanet görmüştür. Buna rağmen Antalya’da yapılan (15.11.2015)  G-20 toplantısında, ABD başkanı Obama ile birlikte yapılan görüşme sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Koalisyon güçleri noktasında bundan sonraki süreçte atacağımız adımları değerlendirme fırsatı bulduk.

Model ortaklar olarak, stratejik ortak olarak bundan sonraki süreçte de dayanışmamızı dünya barışına bir katkıda bulunmak için kararlılıkla devam ettireceğiz” (1) demiştir. Bunun üzerine geçen yazıda 2009 yılında Türkiye’ye dayatılıp kabul ettirilen ve yol boyu tekrarlanıp durulan “Model Ortaklık” kavramının anlam alanı değerlendirilmiş ve yeni bir kimlik tanımlaması olduğu ifade edilmiştir. Burada, Model Ortaklık kavramının kapsamı üzerinde durulacaktır.

Model Ortaklık İç İşlerine Müdahale Hakkını İçermektedir

Model Ortaklık kapsamında ABD Türkiye’ye, Batının yüzyıllarca dini dışlayarak kurduğu laik, seküler, Protestan bir kültür ve medeniyet etrafında gelin bir ve beraber olalım demektedir. Yüzyıllar önce dinlerine takındıkları tavrı, sanki yeni bir tavırmış gibi sunarak Müslüman dünyadan da kendi din, kültür ve medeniyetlerini, önemsememelerini, terk etmelerini istemektedir. Dolayısıyla ABD (Obama), Stratejik Ortaklıktan daha tehlikeli sonuçlar doğuracak yeni bir Ortaklık Modeli teklif etmektedir.

Model Ortaklık kavramının idealler ve değerler etrafında bir birliktelik olması, ABD’nin, yeni dönemde ülkelerle kuracağı ilişkilerin, sadece devletler, hükümetler ve ordular arası sadece ekonomik-güvenlik eksenli bir ilişki olmayacağı; aynı zamanda halklar arası bir ilişkiyi olacağı, halklarla doğrudan doğruya temas kuracağı anlamına gelmektedir. Nitekim ABD Başkanı Barack Obama’nın dış politika danışmanı Zbigniew Brzezinski, ihdas edilecek model ülkelerde, halklarla doğrudan temas kurarak onları etkilemeyi politika olarak benimsediklerini belirtmektedir:

“Eskiden dikta rejimlerini yıkmak için inanılmaz olan silah gücümüzü kullanırdık. Silah kullanarak bir şeyi değiştirmek çok kolay olabilir ama yüksek bir maliyet gerektiriyor. Büyük bir jandarma olarak silah gücüyle bu işi yapamayacağımızı anladık. Bu gücü kullanamayacağımızı biliyoruz.

O yüzden çoğu yerde halklarla temasımızı geliştirip, onları heyecanlandırıp, sempatik yeni yüzümüzle bunları yapmalıyız. Yeni model ülkelerden faydalanarak bu değişimi sağlamalıyız. Eskiden olduğu gibi yeni yüzümüzle, yeni demokrasi anlayışımızla ortaya çıkmalıyız.” (2)

Diğer taraftan 17.09.2009 tarihinde, ABD Dışişleri Bakanlığı’nın “Müslüman toplumlarla ilişkiler için atadığı ilk özel temsilci olan Farah Pandith’in” yemin töreninde konuşan ABD Dışişleri Bakanı H. Clinton doğrudan doğruya halkların hedef alınacağını çok açık bir şekilde ifade etmektedir:

“Bu atama, bundan daha vakitlice olamazdı. Başkan Barack Obama’nın Kahire ve Ankara’da söylediği gibi, ulusumuz, dünya genelindeki Müslümanlar ile karşılıklı çıkar ve saygıya dayanan yeni bir başlangıcın peşinde. Bu, barışçıl ve müreffeh bir gelecek için dinlememizi, düşünceleri paylaşmamızı ve ortak zeminler bulmamızı gerektiren bir ilişki türü. … Ülkemizden gönderdiğimiz mesajın yalnızca hükümetler arası değil, insanlar ve toplumlar arasında da olduğundan nasıl emin olacağız? İşte Pandith bu görevi yerine getirmede bize yardımcı olacak.’’

Bütün bu ifadelerden anlaşılan ABD, Türkiye’yi bir Truva atı olarak kullanarak İslam coğrafyasına girmek ve oralarda hâkimiyet kurmak istemiştir/istemektedir. Nitekim 2009 yılından beri İslam coğrafyasında, Türkiye ile birlikte uyguladığı bir politikadır bu. “Arap Baharı” diye adlandırılan süreç (Tunus’tan-Suriye’ye), ABD ve Sırbistan’da eğitilmiş STK’lar aracılığıyla başlatılmış ikinci nesil bir kadife darbe olarak hedefine ulaşamayınca süreç, kanlı darbeler ve iç savaşa dönüştürülmüştür. ABD, Suriye-Irak hattında PKK, PYD, YPG, İŞİD ve Esed ile birlikte hareket etmekte; PYD’yi stratejik ortak olarak kabul etmekte ve ona silah yardımında bulunmaktadır. ABD, model ortaklık kapsamında, Türkiye’de de çok farklı STK ve Cemaatleri Taksim Kadife Darbe sürecinde kullanmıştır. Özetle işin felsefi boyutuna baktığımızda Model Ortaklık, toplumların ABD tarafından şekillendirilebilmesi için ABD’ye yeni imkânlar ve müdahale etme hakkı tanımaktadır.

Model Ortaklık Müslümanlar Arası Çatışmayı Öngörmektedir

Bush yönetimi ‘önleyici savaş’ doktrini ile gelecekte kendisine rakip olabilecek İslami potansiyel ile vaktinden önce, ‘Terörle Küresel Savaş’ çerçevesinde hesaplaşmak ve bu gelişmeyi engellemek, hatta yok etmek istemiştir. Ancak benimsenen strateji, İslam coğrafyasının belli bölgelerinin kan gölüne dönmesine sebebiyet vermiş olmasına rağmen, ABD yönetiminin çok korktuğu Kur’an-Sünnet merkezli İslami kimliğin uyanmasına, bütün ülkeleri etki altına almasına sebebiyet vermiştir. Uyanan sadece Müslüman aydın kesim değil, uyanan bir halk ve bir ümmettir. ABD için en korkulu olan bir halkın uyanması, kendi kimliğini araması ve kimliğinin gerektirdiği sistemi inşa etmek istemesidir.

Model Ortaklık fikrinin teorik temelleri ABD’de yayınlanan RAND raporlarına dayanmaktadır. “Sivil Demokratik İslam, Ortaklar, Kaynaklar ve Stratejiler Raporunun Üçüncü Bölümünde “Önerilen Strateji” başlığı altında izlenecek yolun, Müslümanlar arası savaşa dayanması gerektiği çok açık bir şekilde ifade edilmektedir:

“-Öncelikle modernistleri destekle. Onlara düşüncelerini belirtmeleri ve yayınları için geniş bir platform sağlayarak İslam vizyonlarının gelenekçi anlayışa baskın olmasını sağla. Çağdaş İslam’ın yüzü olarak modernistler görülmeli, gelenekçiler değil.

- Laikleri seçici ve dikkatli bir şekilde destekle.

- Laik, sivil ve kültürel kurumları ve programaları cesaretlendir.

- Fundamentalistlere karşı gelenekçilere arka çık ve bu iki grup arasında  oluşabilecek ittifakları engelle. Gelenekçilerin arasında ise modern sivil toplumla daha uyumlu kesimleri destekle. Mesela, bazı İslam hukuku okulları bizim adalet ve insan hakları anlayışımızla çok daha uyumludur.

- Son olarak fundamentalistlerin zayıf taraflarına hücum ederek onlarla kesin bir mücadele içine gir.

- Fundamentalist ve gelenekçilerin İslâm’ı açıklama ve yorumlama konusunda oluşturdukları tekelin kırılmasına yardım et.

- Bir internet sitesinde günlük  sorunlara cevaplar yazabilecek modernist aydınlar bul. (Modernist İslam fikirlerinin yayılması için.)

- Modernist aydınları kitap yazmaları konusunda teşvik et.

- Modernistlere ait ülke giriş kitaplarının fundamentalisterinki kadar yaygın olması için destek ver.

- Modernist müslümanların İslam’ın nasıl olması gerektiği konusundaki fikirlerinin yayılması için radyo gibi popüler yerel medya organlarını kullan.” (3).

Raporda öngörülen, Müslüman Potansiyeli parçalamak için, “Modernist”, “dünyevileşmiş” olanlarla işbirliği yapmak, geri kalanları kendi aralarında çatıştırarak bertaraf etmek; yanı Müslümanı Müslümana kırdırmaktır. 

17.09.2009 tarihinde, ABD Dışişleri Bakanı H. Clinton, Farah Pandith komisyonunun görevinin, ABD’nin değer ve geleneklerini benimseyen Müslümanlar ile (“Modernist Müslümanlar”) benimsemeyen Müslümanlar arasında bir çatışmanın başlatılması olduğunu üstü kapalı bir şekilde ifade etmektedir:

“Pandith, şiddeti ve aşırılığı reddeden Müslümanların seslerini yükseltebilmek için, dinsel liderleri, sivil toplum gruplarını ve siyasetçileri biraraya getirme yolunda çalışacak. Ulusumuzun çoğulcu değerleri ve geleneklerini yansıtacak biçimde, güven ve işbirliğinin temelini oluşturmada bize yardım edecektir.’’

Model Ortaklığın İç Müttefikleri

ABD, politika değişikliklerine bağlı olarak ilişkide olduğu ülkelerdeki iç muhataplarını değiştirmektedir. Bush yönetimi, “Ilımlı İslam” kavramsallaştırması ile ‘Modernist’, ‘sekülerleşmiş’, ‘burjuvalaşmış’ ‘müslümanları(!)’  muhatap alırken; Obama yönetimi, ‘Model Ortaklık’ tanımlaması ile Türkiye’deki “dünyevileşmiş”, “burjuvalaşmış”, ‘Modernist Müslümanlarla’; laik, seküler, anti Amerikancı olmayan liberal-Sol kesimlerin ittifakını ön görmektedir (4). Taraflardan birinin devre dışı kalması, Türkiye’den istenen fonksiyonların yerine getirilmesine mani olmaktadır. Böyle bir ortaklıkla tarafların birbirini dengelemesi sağlanarak kendilerine tayın edilen dairenin dışına çıkması engellenmek istenmektedir.

Sonuç: Türkiye’ye ve İslam Âlemine İhanet Etmiş ABD ile Model Ortaklık kurulmamalı

Irak Diktatörü Saddam, İran’a karşı savaşırken ABD ve Batı tarafından demokrasi kahramanı ilan edilmiş; Halepçe’de 5000 Kürt, ABD’nin verdiği kimyasal silahlarla katledilirken; kendisine hiç ses çıkarılmamıştır. Görevi tamamlandığında Kuveyt’i işgali teşvik edilmiş; ardından “demokrasi kahramanı” ilan edilmiş olan Saddam”, “en büyük katil” olarak dünyaya takdim edilip Irak işgal edilmiştir. Afganistan, Suriye ve Irak’ta akan kardeş kanını ne Obama’nın siyahî yüzü, ne de isminde Hüseyin yazması ve ne de kökeninde Müslüman bir aile olması örtemez, unutturamaz ve unutturmamalı da.

Bu nedenle Obama dönemi, İslam coğrafyası için daha sancılı ve sıkıntılı olmuş ve olmaya da devam edecektir. Toplumun değişik kesimleri arasında fitne ve fesadın yaygınlaştırılması, kitleleri, ABD menfaatleri istikametinde kullanmak, yeni yol olarak seçilmiştir. ABD, her zaman tek yanlı menfaatlerini önemsemiş, her seferinde, İslam coğrafyasının her yerinde, Türkiye’ye ihanet etmiş ve hâlâ ihanet etmektedir. ABD’nin, hâlâ, model ortak kabul edilmesi anlaşılabilir değildir.

ABD ile ilişkiler, 11 Eylül İkiz Kulelerin vurulmasından sonra ABD başkanı Bush’un “100 yıl sürecek Haçlı seferleri başlatılmıştır” şeklinde kullandığı ve 100 yıllık bir stratejik hedeflerini göz önüne alarak değerlendirilmelidir.

Kaynaklar

1- ‘Uluslararası Terörizm Çok Keskin Karşılık Bulacaktır’, Anadolu Ajansı 15.11.2015

http://www.aa.com.tr/tr/turkiye/uluslararasi-terorizm-cok-keskin-karsilik-bulacaktir/473794.

2- Okur M., Yoksul Coğrafyada Müthiş Pazarlama, Sabah 07.04.2009

3- Benard, C., “Sivil Demokratik İslam, Ortaklar, Kaynaklar ve Stratejiler, Rand Milli Güvenlik Araştırma Bölümü, 2003, S: 63.

4- Obama’nın TBMM’de ki Konuşması, Beyaz Saray Basın Bürosu, 6 Nisan 2009 Ankara, Türkiye. 

 

20 Kasım 2015 Cuma

ABD'NiN YIĞINLA İHANETİNE RAĞMEN HÂLÂ TÜRKİYE İLE ABD "MODEL ORTAK" MI? - 1

(Milli Gazete)

“…İman ile küfür arasında bir yol tutmak isterler,

İşte bunlar gerçek kâfirlerin ta kendileridir...”

(4 Nisa 150-151)

Giriş

’21. Yüzyıl ABD Yüzyılı’ olacak projesi, ABD’nin dünya hâkimiyetini gerçekleştirmek üzere soğuk savaş sonrasında uygulamaya sokulmuş bir projedir. Projenin birinci evresi, Clinton dönemi olup yumuşak güç kullanılarak “hegemonya kurmak için” bir hazırlık devresidir. Projenin ikinci evresi, Bush dönemi olup sert güç kullanılarak en stratejik iki ülke Afganistan ve Irak işgal edilmiştir. Projenin üçüncü evresi, Obama dönemi olup ikinci evrede yıkılan ABD imajının tamir edilebilmesi için birinci evredeki yumuşak güç ile ikinci evredeki sert güç kullanımının karışımından oluşan yeni bir güç olarak “akıllı güç” kullanılan bir devredir. Bu dönemde tek taraflı politikalar yerine çok taraflı, çok ortaklı politikaların uygulanması ön görülmektedir. Bu amaçla ittifak yapmak istedikleri ülkelere, ‘Model Ortaklık’ (Model Partnership) adı altında yeni bir ortaklık dikte edilmektedir.

Türkiye, ABD ile 2009 yılından buyana “stratejik ortaklığına” “model ortaklık” ekleyerek yol almıştır. Bu süreç içerisinde Türkiye, ABD’den hep ihanet görmüştür. ABD destekli Taksim Gezi Parkı ile başlayan Kadife Darbe sürecine Türkiye muhatap olmuş; AKP iktidarı darbe ile düşürülmek istenmiştir. Tunus-Irak hattındaki tüm olaylarda Türkiye yalnız bırakılmış, Türkiye’ye zarar verecek politikalar uygulanmıştır. PKK, PYD, İŞİD ve Esed desteklenmiştir. “Sıfır sorunlu dış politikadan” çok sorunlu dış politikaya geçişin ana sebebi, Türkiye’deki siyasi iktidarın hayalciliği ve basiretsizliği yanı sıra ABD’nin sürekli ihanet içerisinde olmuş olmasıdır.

Bütün bu olup bitenlere rağmen Antalya’da yapılan G-20 toplantısında, ABD başkanı Obama ile birlikte yapılan görüşme sonrasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Koalisyon güçleri noktasında bundan sonraki süreçte atacağımız adımları değerlendirme fırsatı bulduk. Model ortaklar olarak, stratejik ortak olarak bundan sonraki süreçte de dayanışmamızı dünya barışına bir katkıda bulunmak için kararlılıkla devam ettireceğiz” (1) demiş olması, hem düşündürücü hem de üzücüdür.

O nedenle burada 2009 yılında Türkiye’ye dayatılıp kabul ettirilen ve yol boyu tekrarlanıp durulan “Model ortaklık” kavramını ve sebeplerini, hatırlanması için, yeniden ele alıp inceleyeceğiz.

Model Ortaklık Nedir?

ABD’nin uyguladığı ana politikalar şahıslara göre değişmemektedir. ABD devleti, önce uygulanacak politikaları belirlemekte sonra bunu en iyi kimin uygulayabileceği üzerinde bir mutabakat sağlamaya ve ona göre kamuoyu oluşturmaya çalışmaktadır. Başkan Bill Clinton’ın politikaları ile Başkan Obama’nın politikaları, ABD menfaatleri açısından özünde örtüşmektedir. Bill Clinton, 15 Kasım 1999 tarihinde Türkiye’ye gelip TBMM’de yaptığı konuşmanın muhtevası, kullandığı kavramlar ve vurgu yaptığı noktalar ile Obama’nın 6 Nisan 2009 tarihinde TBMM’nde yaptığı konuşmanın muhtevası, kullandığı kavramlar ve vurgu yaptığı noktalar, neredeyse birebir örtüşmektedir. Bu açıdan ‘21.Yüzyıl ABD Yüzyılı’ projesi, görüntüsü farklı olmakla beraber adım adım uygulanmaktadır. Bu nokta asla unutulmamalıdır.

Obama’nin  ‘Hıristiyan dünya ile Müslüman dünyanın Türkiye’de buluşması’, ‘Türkiye’nin Model Ülke olması’ fikri, Bill Clinton’un 8 Kasım 1999 tarihinde Georgetown Üniversitesi’nde ve 15 Kasım 1999 tarihinde TBMM’de yaptığı konuşmalardaki özdür:

“…Türkiye Avrupa, Ortadoğu ve Orta Asya kavşağında bir ülkedir ve eğer Türkiye tümüyle Avrupa’nın bir parçası ve istikrarlı, demokratik, laik bir İslam ülkesi olabilirse gelecek daha iyi şekillenecektir. Avrupa ve Müslüman dünya barış ve uyum içinde Türkiye’de buluşabilir ve yeni bir bin yılda (milenyum) rüyalarımızdaki geleceğin şekillenmesi şansını sağlar”- (2)

“20’nci Yüzyılı anlamak için, Türkiye’nin tarihi, bir anahtardır. …Türkiye’nin Doğu ile Batı’yı birleştirebilmesindeki başarısı, bu coğrafyayı göz önüne alınca, daha da önem kazanmaktadır...

Bu odada başlayan ve halen yükselmekte olan demokratik devrimi derinleştirerek, Türkiye, vatandaşlarına iyi hizmet etmekten daha da fazlasını yapabilir. Sizin örneğinizle ve sizin çabanızla, Türkiye, dünyanın ilham kaynağı olabilir.” ( 3)

 Bill Clinton, bu konuşmalarında Türkiye’nin jeopolitik ve jeostratejik öneminden bahsederek Türkiye’yi ‘Stratejik Ortak’ ve ‘Model Ülke’ olarak ilan etmiştir. Buna karşılık Obama, gerek TBMM’de gerekse ilgili devlet ricalı ile yaptığı konuşmalarda, Türkiye’nin jeopolitik ve jeostratejik öneminden pek bahsetmemiş ve eskiden beri çok sık kullanılan “stratejik ortaklık” kavramı üzerinde ise durmamıştır. Bunun yerine Obama, Türkiye ile ilgili ilişkileri, uluslararası ilişkilerde bu güne kadar kullanılmayan yeni bir kavram üzerine oturtmak istemiştir. O kavram da,  ‘Model Ortaklık’ (Model Partnership) kavramıdır.

Model ortaklık kavramı, son yıllarda ABD’de değişik kurumlar arasında çokça kullanılan bir kavram olmuş olmasına karşılık siyasette ve uluslararası ilişkilerde ilk defa Obama tarafından kullanıldığı anlaşılmaktadır. Muhtemelen 2006 yılında CSIS’de yapılan ve  ‘Akıllı Güç’ ve ‘Akıllı Güç Stratejisinin’ belirlendiği toplantılarda kullanılan kavramlardan biri olabilir. Kavramın Siyasette ve Uluslararası ilişkilerde ne anlamda ve hangi boyutta kullanıldığı, Obama’nın yaptığı tanımlama ile sınırlı kalmıştır:

“Başarı Türkiye ve ABD’nin model ortaklık oluşturmasıyla mümkün olabilir. Baskın bir Hıristiyan ulusla Müslüman ulus bir araya gelecek ve iki kıtayı birleştirecek. Büyük bir Hıristiyan nüfusa sahip olmamıza rağmen biz kendimizi vatandaşların oluşturduğu, ideallerin birbirine bağladığı bir ulus olarak görüyoruz. Laik bir ülke vaadinin ve hukukun üstünlüğüne saygı gösterme vaadinin sürdürülmesinin, Batı ve Doğu olarak birlikte hareket edecek olursak son derece sıra dışı bir etkisi olacaktır…”

“Biz kendimizi Hıristiyan, Müslüman veya Musevi diye tarif etmiyoruz; vatandaşlık ve ortak ideallerle tarif ediyoruz. ABD gibi, Türkiye de benzer değerlerle kurulmuştur.” “Ülkemizde çok sayıda Hıristiyan’ın yaşamasına rağmen, biz kendimizi Hıristiyan bir ulus olarak görmüyoruz. Laik bir ülke, inanç ve hukuk üstünlüğüne bağlılık vaadini desteklemeye devam edeceğiz…” “Nüfusunun çoğunluğu Müslüman olan Türkiye ile nüfusunun çoğunluğu Hıristiyan olan ABD’nin ortak ideallerde, ortak hedeflerde, ortak çözümlerde işbirliği yapabilmesi mümkündür…” (4-6).

Obama’nın tanımlamasından ‘Model Ortaklık’, “idealler ve değerler(!)” temelinde meydana getirilen bir birliktelik, bir ortaklıktır. Her iki ülkenin aynı ortak paydada birleşmesi, bu ortak payda etrafında birbirlerini kabul etmeleri, birbirlerine karşı sorumluluk duymaları ve birlikte sorumluluk alıp hareket etmeleri, ideal ve değerlerden neşet eden ortak çıkarları korumaları, Model ortaklığın alt zeminini oluşturmaktadır. Ortak ideal, değer ve çıkarlar, model ortaklığın temel bileşenleridir.

Model Ortaklık (Model Partnership) kavramının İngilizcesinden dolayı hem “model ortaklık” hem de “model ortaklığı” olarak anlaşılabilmektedir. Obama’nın TBMM’de, basın toplantısında yaptığı konuşmaların bütününe ve de Anıtkabir defterine yazdıklarına bakılırsa bu kavramı, her iki boyutu ile birlikte kullanmış olabilir. Obama, bir taraftan Türkiye ve ABD’nin kullandığı sistem modellerinin aynı olduğu, dolayısıyla modellerin ortaklığından yeni bir ortaklık anlayışı oluşturulabilir derken; diğer taraftan Türkiye’yi İslam dünyasına İslam’la demokrasiyi bir arada yaşatan ‘eşsiz’ bir ülke olarak göstermektedir. ‘Hıristiyan ABD ile Müslüman Türkiye’nin’ dinleri dışarıda bırakan, ABD’nin öngördüğü bazı ideal ve değerler etrafında oluşturacağı bir ortaklığın dünya için yeni bir model ortaklık olacağı Obama’nın açıklamalarından anlaşılmaktadır.

Bu ideal ve değerler, Obama’ya göre hem Hıristiyanlıktan ve hem de İslam’dan bağımsız ideal ve değerlerdir. Obama’nın konuşmalarından halkların Hıristiyan ya da Müslüman olmalarının hiçbir önemi yoktur. Önemli olan her iki ülkede, her iki dinin toplumun günlük hayatında, yaşam tarzında etkili olmamasıdır. Her iki ülkenin laik, seküler yapısı, laik ve seküler yönetimle idare edilmiş olması, iki ülke arasında en temel benzerlik ve ortak paydadır. Ayrıca her iki ülke demokrasi ile idare edilmekte ve bütün eksikliklerine rağmen her iki ülkede de, insan hakları, din, vicdan, fikir özgürlüğü vardır. Bütün bunlar, iki ülkenin temel değerleri, ortak paydaları ve benzerlikleri olarak kabul edilip bunların üzerine bir ortaklık inşa edilmelidir.

Sonuç: Model Ortaklık Şizofren Bir Kimlik Dayatmasıdır

Obama 2009 yılında yaptığı tanımlamalarla Türkiye’nin taşıması gereken kimliği tarif etmiş ve dayatmıştır. Laik, seküler, demokratik, Batılı değerleri benimsemiş ve Batı ile bütünleşmiş, İslami temel değerleri hayattan dışlayan ve bununla beraber halkının büyük çoğunluğu Müslüman olan melez değerlere dayanan şizofren bir toplum inşa edecek olan mozaik bir kimlik tanımlaması yapmıştır. Bu, RAND raporlarında ısrarla tanımlanan ‘Modernist Müslüman’  ya da ‘sekülerleşmiş’, ‘Protestanlaşmış’, ‘Burjuva Müslüman’ bir kimliktir. Ya da Bush döneminin ‘Ilımlı İslam’ından’ başka bir şey değildir.

Bu, “imanla Küfür arasında bir yol” (4 Nisa 150-151) olup Şizofren bir kimlik tanımlamasıdır (2 Bakara 137); İslam’la alakası yoktur. Bir Müminin bunu kabul etmesi mümkün değildir.

Bu, sosyolojik bir savaşın şiddetlendirileceği anlamına gelmektedir. Türkiye’yi yönetenlerin kullandıkları kavramlara dikkat etmesi gerekmektedir. Aksi takdirde sosyolojik savaşın bir unsuru haline gelinebilir.

Allah basiretimizi ve ferasetimizi artırsın.

Kaynaklar

1- ‘Uluslararası Terörizm Çok Keskin Karşılık Bulacaktır’, Anadolu Ajansı 15.11.2015

http://www.aa.com.tr/tr/turkiye/uluslararasi-terorizm-cok-keskin-karsilik-bulacaktir/473794.

2-8 Kasım 1999 Georgetown Üniversitesi Konuşması-SAE (Stratejik Araştırmalar Enstitüsü) Nisan 2009.

3- Bill Clinton’ın 15 Kasım 1999 TBMM Konuşması.

4- Obama’nın TBMM’de ki Konuşması, Beyaz Saray Basın Bürosu, 6 Nisan 2009. Ankara, Türkiye

5- Bila, F., Obama Modeli Ortaklık,  Milliyet, 07.04.2009.

6- Korkmaz T., Ortaklık? Yeni Şafak, 09.04.2009. 

 

 

12 Kasım 2015 Perşembe

TAKSİM KADİFE DARBESiNiN TASFİYE SÜRECİ

 (Milli Gazete)

Gerçek şu ki, onlar tuzaklar/hileli düzenler kurdular. Oysa onların tuzakları/düzenleri, dağları yerlerinden oynatacak da olsa, Allah katında onlara hazırlanmış tuzak/düzen vardır. (14 İbrahim 46).

Giriş

Kadife darbeler, seçim endeksli, dış destekli, gayrı memnunlar ittifakına ve gerilime dayalı, seçim öncesi, esnası ve sonrasında sokak hâkimiyeti kurarak ve fakat şiddet kullanmadan siyasi iktidarları düşürmeyi hedefleyen yeni bir darbe türüdür. Bugüne kadar üç farklı coğrafyada, özü aynı kalmak şartıyla farklı kadife darbe türleri denenmiştir. Bir kısmı başarılı olmuş, bir kısmı da başarılı olamamıştır. Kadife darbelerin ilk denendiği ve başarılı olduğu ülke Sırbistan dır. Sırbistan, kobay olarak kullanılmış, elde edilen tecrübe, Ukrayna, Gürcistan ve Kırgızistan, Belucıstan ve Kıbrıs ta kullanılarak kadife darbeler başarı ile sonlandırılmıştır. Bu darbelerin ortak özelliklerinden dolayı bunlara Birinci Nesil Kadife Darbeler adını vermekteyiz. İkinci Nesil Kadife Darbeler, Arap Baharı denen süreçle başlatılan darbelerdir. Siyasi iktidarların düşürülmesi aşamasında Tunus ve Mısır da başarılı olunmuş fakat seçim aşamasında, her iki ülkede de Müslüman Hareketler iş başına gelerek Kadife darbecilerin öngördükleri yönetimi engellemişlerdir. Ancak Mısır da Sisi Darbesi ile Müslüman kardeşler; Tunus ta ise seçim ile Nahta Hareketi düşürülmüştür. Libya ve Suriye de Kadife darbe girişimi iç savaşın başlamasına neden olmuştur.

Reyhanlı ve hemen ardından Taksim Gezi Parkı olayları ile Türkiye de Kadife Darbe süreci (Üçüncü Nesil Kadife Darbe) fiilen başlatılmıştır. Kadife darbelerin seçim odaklı olmasını göz önüne aldığımızda, Reyhanlı olaylarının başladığı zaman itibarıyla Türkiye nin önünde mahalli seçimler, Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve 2015 genel seçimleri olmak üzere üç seçim dönemi vardı. Taksim Gezi Parkı eylemleri ile birlikte başlatılan Kadife Darbe sürecinin ana stratejisi, en azından bu üç seçim dönemi göz önüne alınarak çizilmişti (Ayrıntılı bilgi için Geçmişteki Umran Dergisi ve Milli Gazete yazılarına bakılabilir).

AKP ye vurulmak istenen darbe, 7 Haziran Genel Seçimleri olarak planlanmış, strateji ve taktikler buna göre şekillendirilmiştir. Genel olarak dini hassasiyeti yüksek olan camia, özel olarak da AKP kadroları, Taksim Gezi Parkı olayları ile fiilen başlatılan kadife darbe sürecini ve bu sürece ilişkin ana stratejiyi görmemiş/görememiş, daha doğrusu görmek istememişlerdir. O nedenle de, 7 Haziran 2015 Genel seçim stratejisini, yanlış temeller üzerine inşa etmişler ve bedelini seçimlerden birinci parti ve fakat iktidar olarak çıkamamakla ödemişlerdir. Kadife Darbeciler, 7 Haziran seçimlerinde AKP yi çok daha başarısız kılma noktasında öngördükleri hedefi gerçekleştirememekle birlikte tek başına iktidar olmasını engelleyerek büyük bir başarı kazanmışlardır.

MHP lideri Bahçeli nin seçim sonuçlarına ilişkin erken seçim mesajı, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından zamanında alınıp değerlendirilerek Türkiye tekrar seçim sürecine sokulmuştur. AKP - MHP gizli ittifakı ve Ordu-Emniyet-MİT desteği ile 1 Kasım 2015 seçimleri tüm algıları, beklentileri altüst ederek AKP yi tek başına iktidar yapmış ve Reyhanlı ile başlatılan Taksim Kadife Darbesi fiilen tasfiye sürecine sokulmuştur. Burada, Reyhanlı dan bugüne Taksim Kadife Darbe Sürecinin farklı aşamaları özetlenecektir. Daha sonraki yazı serisinde Sosyolojik Savaş kapsamında 1 Kasım seçimleri değerlendirilecek ve sosyolojik savaşa karşı Türkiye nin alması gereken tedbirler üzerinde durulacaktir.

Reyhanlı dan 1 Kasım 2015 Seçimlerine Kadar Taksim Kadife Darbe Sürecinin Farklı Aşamaları

Dünyada bugüne kadar gerçekleştirilmiş olan kadife darbelerin ana stratejisini çizen beyin takımı, Soros Merkezli Siyonist-Mason bir kadrodur. Bu, kadife darbelerin yönetimi anlamında ilk halkayı oluşturmakta olup uygulanan ülkelerin dışında bir merkezdir. Bu nedenle hedef ülkelerde, ana stratejiye uygun bir şekilde Kadife darbelerin yönetilebilmesi için o ülke içerisinde var olan, o ülkenin vatandaşı olan Mason- Sabetayist-Siyonist-İşbirlikçilerden oluşan 2. Derecede bir beyin takımı daha vardır. Bu iki merkez, mevcut siyasi iktidara, sisteme/devlete karşı olan gayrı memnun örgütleri , bir çatı kuruluş etrafında (Taşeron Yapı) birleştirerek (yönetimin üçüncü halkası), ana stratejiyi ve ana stratejinin öngördüğü tüm taktikleri, bunlar aracılığıyla hayata geçirmeye çalışmaktadır. En dış halkada ise ülkedeki gayrı memnunlar yer almaktadır.

Türkiye deki Kadife Darbenin (Taksim Kadife Darbe Süreci) Reyhanlı dan 1 Kasım 2015 Genel Seçimlerine kadar olan dönemini, aşağıdaki şekilde, farklı aşamalara göre tasnif etmemiz mümkündür:

Birinci Aşama: İktidara karşı Çıkılabilir Psikolojisini İnşa etme Aşaması: Eylemci Yapı ve Dayanak Bir Kitle Ortaya Çıkarma,

Birinci Evre: Reyhanlı Olayları Alevi-Sünni Gerilimi Meydana Getirme ve Sol-Alevi Özellikli DHKP-C nin öne çıkarılması.

İkinci Evre: DHKP-C nin önderliğinde Taksim Gezi Parkı Olayları ile Türkiye nin dört bir tarafında eylem yaparak sokak hâkimiyeti kurmaya çalışma,

İkinci Aşama: İttifakı Genişletme ve Gülen Maskesi Takmış Yapının Öncülüğe Getirilmesi: Dershaneler Savaşı

Üçüncü Aşama: Gülen Maskesi Takmış Yapının Öncülüğünde Polis-Yargı Kıskacı

Birinci Evre: 17 Aralık Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu ile İtibarsızlaştırma

İkinci Evre: 25 Aralık Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu ile İtibarsızlaştırma- Yalnızlaştırma-İhtilaflar çıkarma 

Üçüncü Evre: İzmir Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu

Dördüncü Aşama: Gülen Maskesi Takmış Yapının Öncülüğünde MIT Tırları Operasyonu: AKP-İŞİD Ortaklığı Algısı Oluşturma

MİT in Tırları ile İŞİD e silah gönderildiği algısı oluşturma Teröre yardım yataklıktan suçlu gösterme İktidarı Acziyet içerisine sokma Kürt halkında AKP karşıtlığı algısı oluşturma.

Beşinci Aşama: Dişişleri Bakanlığının Dinlenmesi Teröre yardım yataklıktan suçlu gösterme İktidarı Acziyet içerisine sokma operasyonu.

Altıncı Aşama: Mahalli Seçimlerde Yeni İttifak Modeli Deneme(Ankara/Yalova Modeli)

Bazı Alevi-Sol Yapılarla Gülen Maskesi Takmış Yapının İttifakı

Yedinci Aşama: HDP nin, Kadife Darbenin Çatı Örgütü Haline Getirilmesi Hazırlık Aşaması. CHP, Bazı Alevi-Sol Yapılar ve Gülen Maskesi Takmış Yapının İttifakı

Birinci Evre: Soma Maden Sabotajı, 13 Mayıs 2014

İkinci Evre: IŞİD in Musul Konsolosluğu personelini rehin alması

Üçüncü Evre: Cumhurbaşkanlığı Seçimine İhsanoğlu nun CHP den aday gösterilerek, CHP nin belli bir seçmen kitlesinin öfke ile HDP ye yönlendirilmesi.

Dördüncü Evre: Cumhurbaşkanlığı Seçimine HDP adayı olarak Demirtaş ın katılması ve %9,8 civarında bir rey alarak Genel Seçimlerde HDP nin barajı geçeceği algısının inşa edilmesi.

Sekizinci Aşama: Çatı Örgüt HDP Öncülüğünde Bazı Sol-Alevi yapılarla Gülen Maskesi Takmış Yapı İttifakının Sağlanması

Birinci Evre: Musul Konsolosluğu rehinelerinin serbest bırakılması

İkinci Evre: İŞİD in Ayne El Arab a (Kobani) saldırması ile Kürt Seçmenlerde İŞİD ile ilgili bir şuuraltı oluşturma ve AKP karşıtlığını derinleştirme.

Üçüncü Evre: Bazı Sol yapılarla- PKK-HDP-KCK nın Sokak Terörü provokasyonu (Kobani Provokasyonu)

Barajın geçilmemesi durumunda Türkiye nin kan gölüne döneceği algısını oluşturma. Kürt Halkında AKP karşıtlığını Pekiştirme.

Dokuzuncu Aşama: 7 Haziran 2015 Seçimlerine Hazırlık: Psikolojik Alt yapı Oluşturma, Özel Mesajlar verme, Biz Güçlüyüz Siyasi İktidar Çaresiz, AKP Oy Tabanını Ayrıştırma ve AKP yi yalnızlaştırma

Birinci Evre: Siber Saldırı; 79 ilde Elektriklerin kesilmesi. Seçimlere Şüphe Düşürme algısı oluşturma.

İkinci Evre: Çağlayan Adliyesinde Savcının öldürülmesi ve aynı anda Emniyet Müdürlüğüne saldırı düzenlenmesi

Üçüncü Evre: Fenerbahçe Futbolcularına silahlı saldırı yapılması

Dördüncü Evre: Seçimlere bir hafta kala MIT Tırları ile İŞİD e silah gönderildi (!) fotoğraflarının yayınlanması ile AKP li Kürt Seçmenin bir kısmını daha AKP den uzaklaştırma.

Onuncu Aşama: 7 Haziran 2015 Seçimlerinde AKP yi İktidardan Düşürme-Tek Başına İktidar Yapmama (%41 oy oranı, 258 Milletvekili) AKP nin 2003 Çizgisine Geri Döndürülmesi

Birinci Evre: CHP ve/veya HDP ile koalisyon ortağı yapılarak yıpratılması

İkinci Evre: Koalisyon dışında bırakılarak iç ihtilaflar meydana getirilmesi

Üçüncü Evre: AKP Yönetiminin el değiştirmesi (ANAP, DYP deneyimleri)

Dördüncü Evre: AKP nin bölünmesi (RP/FP, ANAP, DYP, DSP deneyimleri)

On Birinci Aşama: Tekrar Seçim Aşaması: Türkiye yi Suriyeleştirmek Ve Zihnen Bölmek, AKP nin tasfiye edilmesi (RP/FP, ANAP, DYP, DSP deneyimleri)

Birinci Evre: PKK nin Doğu ve Güney Doğuda Kıra Dayalı Şehir Gerillasına geçmesi , Özerklik ve İç Savaş İlan etmesi

İkinci Evre: Suruç Provokasyonu

Üçüncü Evre: Türkiye nin PKK-İŞİD operasyonunu Türkiye-Irak-Suriye Düzleminde Eş zamanlı Başlatması

Dördüncü Evre: Seçim Hükümeti Kurulması

Beşinci Evre: Tuğrul Türkeş-Sedat Peker in sürece dâhil olması

Altıncı Evre: Ankara Provokasyonu

Yedinci Evre: Medya Provokasyonları, Kayyum Olayı ve Şehir Üniversitesi Olayları

Sekizinci Evre: Bahçeli nin beşinci parti İddiası, Abdullah Gül ve Bülent Arınç ın konuşmaları ve yapılan toplantılar

Dokuzuncu Evre: Tekrar Seçimin Yapılması; AKP nin Tek başına İktidar olması ile Taksim Kadife Darbesinin Tasfiye Sürecinin Başlaması

Sonuç: Taksim Kadife Darbesinin Tasfiye Süreci

Şer İttifakı (ABD-İngiltere-İsrail-AB) tarafından Taksim Kadife darbe süreci bir siyasi iktidarı düşürmek amacıyla başlatılmıştır. Ancak 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra amaç, bir siyasi iktidarı düşürmekle birlikte Türkiye yi Suriyeleştirmek ve zihnen bölmek tarzında genişletilmiştir. AKP nin tek başına iktidar olması, seçim endeksli kadife darbesini sonun başlangıcına getirmiştir. Bundan sonra yapılacak iş, Taksim Kadife Darbe sürecinde rol alan tüm unsurların, belgeli ve delilli olarak teşhir edilip yargı önüne çıkarılmasıdır. Bu ülkeyi seven ve Allah a ve Ahiret gününe iman ettiğini söyleyen herkes, ülkeyi birleştirici, bütünleştirici ve kaynaştırıcı bir politika ortaya koymalı ve güzel bir dil ve söylem kullanmalıdırlar.

Henüz vakit varken!

Yarın çok geç olabilir!

 

6 Kasım 2015 Cuma

Sosyolojik Savaş - 1

 (Milli Gazete)

İnsanlık, Hz. Adem’le İblis arasında başlayan ve kıyamete kadar sürecek olan bir mücadelenin muhatabıdır. Bu mücadele tarih boyu iktisadi, siyasi, askeri, kültürel, psikolojik ve sosyolojik boyutlu olarak hep var olmuş ve var olmaya da devam edecektir. Değer sistemleri, doğası gereği kendilerini mutlak hak olarak görür ve kendi dışındaki değerlere karşı tahammülsüzdürler. Değerlerin kendilerini mutlak hak olarak görmeleri, onları inhisarcı yapar ve sınırsız ve topyekûn bir mücadeleye sevk eder. Bu sınırsız ve topyekûn mücadelenin hedefi, diğer tüm değer sistemlerini tasfiye ederek tüm dünyaya hâkim olmaktır.

Bu mücadelede kullanılan vasıtalar bilim ve teknolojinin gelişmesine bağlı olarak değişip genişlemiştir. Psikoloji, sosyoloji ve antropoloji v.b. bilim dalları gelişip sistemleştikçe, elde edilen bulgular, bu büyük mücadelede daha sistematik olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu bulgular, mücadelede sistematik olarak kullanılmaya başlanınca savaşın şekli, vasıtaları ve muhtevası değişmiştir. Bu yeni mücadele şekli, “Sosyolojik Savaş” olarak adlandırılmaktadır.

Bugün Afganistan-Pakistan-Irak-Suriye-Türkiye-Libya-Yemen-Somalı-Sudan düzleminde yoğunlaşan iç çatışmalar, sosyolojik savaşın bir sonucudur. O nedenle Bugün sosyolojik savaş, başta Türkiye olmak üzere ümmetin en önemli bir sorunudur.

Bu yazı serisinde, sosyolojik savaş üzerinde bir değerlendirme yapılacaktır. Ancak sosyolojik savaşı daha iyi anlayabilmek için Kimliğin oluşumu ve kimlik krizini öncelikle ele almamız gerekmektedir.

Kimlik ve Oluşumu

İnsanoğlu tarih boyu hayatın başlangıcı ve sonucuna ilişkin bir sorgulama içinde bulunmuştur. Bu, doktriner (akidevi) bir arayıştır. Hayat, kâinat, insan ve bunların başlangıç ve sonuçlarına ilişkin sistemli bir düşünceye ulaşmak demek bir doktrine/akideye, değerler sistemine sahip olmak demektir. Değerler sistemi, kim olduğumuzu ve kimlerden olduğumuzu, nereden gelip, nereye gittiğimizi cevaplandırır.

Bu soruların cevapları, tek bireyin malı olmaktan çıkıp, bireylerin ortak doğruları olduğu zaman topluluk; bireylerin toplamı -yığın-, olmaktan kurtulup toplum olmaya hak kazanır. Bireyler arasında ortak değerler arttıkça bütünleşme sağlanır. Kader birliği oluşur. Hayat, ortak paydalar etrafında şekillenir. Yeni bir hayat tarzı ortaya çıkar. Gelenek, görenek, örf, adet, töre, yazılı olan ve olmayan hukuk, ekonomi, eğitim, ahlak, özetle her şey, ana değerler sistemine göre oluşur ve gelişir. Bütün bunlarla örtüşen bir kültür ve medeniyet meydana gelir.

Değer sistemi, hayatın başlangıcı, sonucu, ölüm ötesini kuşatacak bir donanıma sahipse evrensellik iddiasında bulunabilir. Evrensellik iddiasındaki değer sistemlerinde değerler, iki ana sınıfta toplanabilir. Birincil değerler ve ikincil değerler.

Birincil değerler; zaman ve mekândan bağımsız, kalıcı, değişmeyen, o değerler sistemi için olmazsa olmazlardır. İkincil değerler, birincilerle uyumlu ve fakat zaman ve mekâna bağımlıdır. Birinciler değişmeden kalırken, ikinciler değişik coğrafyada, farklı şartlarda, farklı zaman dilimlerinde farklı şekiller alabilir. Hatta uygulamadan kalkabilir de. Aynı koşullar meydana geldiğinde, yeniden uygulanabilir. Bir değer sistemi, farklı değer sistemleri ile etkileşerek yeni ikincil değerler kazanabilir. Bu boyutu ile bakıldığında kültürler arasında karşılıklı etkileşim olabilir. Ancak birincil değerlerde değişim, o düşünce ya da değerler sisteminin kendini inkârıdır. Oluşturduğu kültür ve medeniyetin yıkımıdır.

Değerler sisteminin hayatın değerlendirilmesi ve tanzimine ilişkin ortaya koyduğu maddi ve manevi her şey kültür ve medeniyet olarak isimlendirilmektedir. Dolayısıyla her kültür ve medeniyet, dayandığı değer sistemine bağlı olarak hayatı yorumlar ve tanzim eder. Bu gücünden dolayı saygındır, özgündür. Ancak zaman ve mekâna bağlı olarak, özü aynı kalmak kaydıyla değişime uğrayabilir. Ana doğrular etrafında değişebilirlik bir kültür ve medeniyetin gücünü gösterir; ona gelişip yayılma imkânı verir. Her kültür ve medeniyet, bazı ortak paydaları olsa bile bir başka kültür ve medeniyetin aynı olamaz.

İnsanın bir değer sistemine ya da bir kültüre tabi olması ile başlayan değişimi, kendisinin başkaları ile aynileşmesine ya da farklılaşmasına neden olur. Bu, insanın kendini yeniden tanımlaması ve konumlandırmasıdır. Bu aşamada “ben ve öteki” vardır; “ben idraki” ortaya çıkar. Bireyler arasındaki etkileşimin yönüne bağlı olarak “ben ve ötekiler” (1) ya da biz ve ötekiler meydana gelir. Tanımlama, konumlandırma ve tasnif etme, belli özellikler, ortak paydalar, etrafında bireylerin bütünleşmesi, kaynaşmasıdır. Olaylar karşısında, genel olarak, benzer tutum ve tavrı ortaya koyabilmeleridir. Daha genel bir ifade ile kader birliği yaparak dayanışma içerisine girmeleridir. İşte bu, bir kimliğin oluşumudur.

Kimlik, konumlanma, aidiyetin ve tasnifin ortak paydalara göre yapılışıdır. Bir özdeşleşmedir. Kazanılan ortak özelliklerin bütünleşmesi, güven duygusunun oluşumudur. “Farklı” oluştur, “farklılık” şuurudur. Kendinden beklenen rollerin istenerek yapılmasıdır. Değerlerin, kuralların ve onların yaptırım gücünün belirli ve sürekli oluşudur. Değerlere, kurallara, daha genel ifade ile kültür ve medeniyete kesin ve emin bir inançla bağlanıştır. Karşılıklı etkileşimin ortak bir senteze ulaşabilmesidir. Kutsalları, ortak bir zeminde saygın bir şekilde severek, isteyerek gönül huzuru içinde tutabilmedir. Kimlikte, ferdi olandan toplumsal olana doğru bir açılma, aynılaşma, aidiyet olgusu vardır.

Kimlikte önemli olan bireyin/bireylerin kendisini/kendilerini nasıl algıladığı, değerlendirdiği, konumlandırdığı ve kimlerle özdeş kıldığıdır. Karşıdakine/ Karşıdakilere göre kendine nasıl bir konum biçtiğidir. Burada önemli olan başkalarının onu nasıl görüp konumlandırdığı değil; kendisinin kendisini nasıl görüp konumlandırdığı, kim ya da kimlerle kader birliği yaptığıdır.

Kimliğin Elemanları

Bir kimliğin üç ana unsuru mevcuttur:

• Taraflar: Ben/Biz, Öteki/Ötekiler

• Ortak payda ya da ortak özellikler: Temel değerler, tarih, coğrafya, dil, kan, kültür-medeniyet, vatandaşlık, özel sözleşme; Bizim aramızda, Ötekiler arasında

• Taraflar arasında ki etkileşim: Dost, Müttefik, Düşman, Rakip

Burada en önemli unsur, bizi biz yapan, bizi birbirine bağlayan ortak paydanın ya da ortak özelliklerin ne olduğudur. Kimlikte bu ortak payda, değer sistemi, tarih, coğrafya, dil, kan, kültür-medeniyet, özel sözleşme, soy bağı, vatandaşlık bağı gibi özellikler etrafında oluşur. Seçilen ortak payda kimliği niteler: Dini kimlik, milli kimlik, ulusal kimlik, etnik kimlik, bireysel kimlik, ümmet kimliği gibi. Bunlar arasında en etkin olanı değer sistemidir. Değer sistemi, bir taraftan bizim kendi aramızda ki hukuku, İç Hukuk, belirlerken; diğer taraftan bizimle ötekiler arasındaki ilişkiyi de, hukuku da, dış hukuk, belirler. Değer sisteminin değişmesi, hem iç hem de dış hukukun değişmesine neden olacaktır.

Kimlik Krizi: Kimlikten Şüphe

Kimlik ortak paydalar etrafında rızaya dayanan bir birliktelik olduğuna göre ortak paydaların zayıflaması-azalması ya da parçalanması, kimlikte ayrışmaya ve krize neden olacaktır. Fertlerin ortak paydaya karşı şüphe duyması, kimlik için en ciddi tehlikedir. Çünkü Kimlik, ortak değerlere rıza tabanlı bir bağlanış olduğu için fertlerin ortak değerlere mutmain olmuş olarak bağlanmaları önemlidir. Buna kimliğin mutmainlik ilkesi diyebiliriz. Mutmain olma duygusu, aidiyeti kuvvetlendirirken, kişiye de yüksek bir enerji kazandırır.

Kimlik oluşumunda mutmain olma olgusu, Kur’an’ın üzerinde yoğun bir şekilde durduğu bir konudur. Vahyi bilginin mutmainlik ilkesine verdiği önemi bütün peygamberlerin kimlik oluşturma mücadelesinde görebilmekteyiz. Hz. İbrahim’in âlemlerin Rabbi olan Allah’a karşı, “ölüleri nasıl dirilttiğinin kendisine gösterilmesini” istemesini bu açıdan değerlendirmek gerekmektedir (2 Bakara 260). Bu ayette Allah’ın “inanmıyor musun ” sorusuna Hz. İbrahim’in verdiği, “Hayır inandım; ancak kalbimin tatmin olması için” şeklindeki cevabı çok anlamlıdır. Allah’ın Hz. İbrahim’in kalbinin mutmain olması için gerekeni yapması, kimlik krizinin ortaya çıktığı durumlarda müminler için izlenecek yolun bir ölçüsü olarak değerlendirilmelidir.

Bir beşerin mutmain olmak için Âlemlerin Rabbi’ne soru yöneltebilmesi ve cevabını alabilmesi üzerine bugün hepimizin oturup düşünmesi gerekmektedir. Çoğunluk olmak ya da güç ve kuvveti elde bulundurmak sorunun zorla, baskı ile çözüme kavuşturulabileceği vehmine kimseyi kaptırmamalıdır. Bugün Türkiye’nin en ciddi sorunu, bu ülke insanlarının genelinin kalbi mutmain olmuş bir şekilde bir üst kimlikte uzlaşamamış olmasıdır.

Bu sorun, güç kullanarak değil; tartışarak, konuşarak, doğrularda anlaşarak, uzlaşarak ve ortak paydalar oluşturarak çözülebilir. İşte bu aşamada Hz. İbrahim’in duruşu gibi bir duruş, hayati bir önem kazanır. Çünkü Hz. İbrahim, vahyi bilgi, akıl ve beş duyuyu (gözlem ve değerlendirme) en estetik ve ayrıntılı bir şekilde kullanarak bir kimliğin, nasıl ortaya çıkabileceğini bize göstermektedir(6 Enam 74-78; 19 Meryem 42; 26 Şuara 72-73; 29 Ankebut 17; 37 Saffat 91- 95; 21 Enbiya 58-67).

Sonuç: Dini Hassasiyeti Olan Türkler ve Kürtler Ümmet Kimliğinden Şüpheye Düşmeyin

Kimlikler ya da değerler arasında mücadele, zaman zaman çok sert şekil alabilir. Çok farklı nedenlerle, psikolojik faktörlerle iman edenlerin ruh dünyalarında geçici de olsa kırılmalar meydana gelebilir. Bu beşeri bir vakadır. Bu nedenle Allah’ın yol boyu, kendi peygamberlerini şüpheye düşmeme konusunda uyarıp desteklediğini göz önüne almak gerekmektedir: “Gerçek (hak) Rabbindendir. Şu halde sakın kuşkuya kapılanlardan olma”.(2 Bakara 147; 3 Al-i İmran 60; 6 En’am 114; 10 Yunus 94-95)

Gerçekte uyarılan ve desteklenen Peygamberlerin şahsında peygamberlerin izinden gidenlerdir.

Öyleyse, Ey İman Edenler, Ümmet Kimliğinden asla vazgeçmeyin.

Unutmayın! Sosyolojik savaş kimlik krizi inşası üzerine yapılan bir savaştır.

Henüz Vakit varken!

Kaynaklar

1- Kösoğlu, N., Kültür Kimlik Üzerine, Türkiye Günlüğü, sayı 33 1995, s. 41-47.

 

ŞER İTTİFAKI ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI İÇİN İKİ ANA EKSEN OLUŞTURMAYA ÇALIŞMAKTADIR

(Umran Dergisi)   Şer İttifakı (Siyonizm-ABD-İngiltere-İsrail, AB) 21. yüzyılı “dijital dönüşüm” yüzyılı olarak öngörmekte, bu nedenle “büyü...