27 Mart 2015 Cuma

İlahi Yasalar Değişmez - 7: İmanla Küfür Arasında Bir Yol Aramak!

 (Milli Gazete)

Toplumsal değişimin mahiyeti ve sonuçları açısından insanın, toplumun yol tercihi yapması, en hayati konulardan biridir. ABD, “akıllı güç stratejisi” çerçevesinde hedef seçtiği ülkelere, Türkiye dâhil,  “model ortaklık” teklif etmekte hatta dayatmaktadır. Model ortaklığa göre Kur’an ahkâmı hayata uygulanmayacak ve fakat bunun dışındaki ibadetle ilgili tüm vecibeler yerine getirilebilecek ve laik-seküler değerler etrafında bütünleşme sağlayan yeni bir yol inşa edilecektir.

Model ortaklık konusu incelenmeden önce imanla küfür arasında böyle bir yol ortaya koymak, Kur’an’a göre mümkün müdür sorusunun cevaplandırılması gerekmektedir. Burada bu konu ele alınacaktır.

İnsana Gösterilen İki Ana Yol

Allah, yarattığı varlığın yapısında ki iki zıt cepheye hitap eden iki de yol yaratıp insanoğlunun önüne koymuştur ve tercihi kendine bırakmıştır (91/7-10). Bu yollar, Kur’ân’da, mahiyetine (doğru olup olmaması), bedeline, rehberine bağlı olarak isimlendirilmektedir:

• Allah’ın Yolu (16/9, 6/153,3/73) / Peygamberlerin Yolu(25/27) - Tağutun Yolu (4/75,76).

• Müminlerin Yolu (4/115) - Kafirlerin Yolu (4/42,5/12,29/12) / Suçluların Yolu (6/55) / Bozguncuların Yolu (7/142) / Azgınların Yolu (7/145,146) / Bilmeyenlerin Yolu (10/89,7/148).

• Nimet Verilenlerin Yolu (1/7) - Sapıkların Yolu (1/7) / Gazaba Uğrayanların Yolu (1/7).

• Doğru Yol (90/10,16/9, 6/153,3/73) - Eğri Yol (90/10,16/9) / Sapık Yol (25/34,42,44).

• Aydınlık Yol (2/257, 5/16, 57/9) - Karanlık Yol (2/257, 5/16, 57/9).

• Cennete Giden Yol (3/195, 9/111) - Cehenneme Giden Yol (4/169, 37/22-23).

Ayetlerde yol, yolcu, bedel ve rehber arasında ortaya konan ilişki, bunları, birbirinden bağımsız olarak ele alıp değerlendirmenin yanlış olduğunu göstermektedir. Gene bu ayetlerde, kendisine gösterilen yollarla ilgili insanın seçim hakkının olduğu çok açık ifade edilmekte ve seçtiği yola bağlı olarak da yolcular, Ashab-ı Meymene ve Ashab-ı Meş’eme olarak isimlendirilmektedir. Ashab-ı Meymene olanların cennete, Ashab-ı Meş’eme olanların ise cehenneme gideceği açık bir şekilde belirtilmektedir.

Üçüncü Bir Yol -Melez Yol- İmanla Küfür Arasında Bir Yol Mümkün mü

Bu yol tablosunda Allah’ın Yolu ile / Peygamberlerin Yolu ile Tağutun Yolu’nun,  Müminlerin Yolu ile Kâfirlerin Yolu’nun / Suçluların Yolu’nun / Bozguncuların Yolu’nun /Azgınların Yolu’nun / Bilmeyenlerin Yolu’nun, Nimet Verilenlerin Yolu ile Sapıkların Yolu’nun / Gazaba Uğrayanların Yolu’nun, Doğru Yol ile Eğri Yol’un / Sapık Yol’un, Aydınlık Yol ile Karanlık Yol’un ve Cennete Giden Yol ile Cehenneme Giden Yol’un harmanlanmasıyla üçüncü ara bir yol ortaya koymak mümkün müdür  

Yukarıda İnsana gösterilen iki ana yol birbirine zıttır. Bu yolların mensupları da birbirlerine karşıttırlar. Yolları birbirinden ayıran en temel unsur, değerlerdir. Yollar, farklı değerler üzerine inşa edilmiştir. Yolların melezleştirilmesi demek, üçüncü yol, birbirleri ile zıt olan, birbirlerini ret eden temel değerlerin harmanlaması, hakla batılın, helal ile haramın, maruf ile münkerin, temiz ile pisin karıştırılması demek olup imanla küfür arasında bir yol inşa etmek demektir.

Böyle bir yaklaşım ya da çaba, ayetlerin anlamlarını değiştirmek, hakkı batıl ile örtmek ve hakkı gizlemek demektir(2/41-42; 3/71). Böyle bir yaklaşım ya da çaba, Kur’an’ı kavramların anlam alanlarını çarpıtarak tahrif etmedir, kelimeleri anlam alanlarından kopararak onlara ayrı bir anlam yüklemedir (5 Maide 41).

Böyle bir yaklaşım ya da çaba, hak yoldan sapmak olup Allah’ın cezalandırmasına muhatap olmaktır(17/73-75). Böyle bir yaklaşım ya da çaba, Kitab’ın parçalanması, dinin parçalanması ve de işlerin parçalanması anlamına gelmektedir (3/118-120;  11/12;  5/ 49;  2/ 85-86;  15/ 90-95;  6/ 159).

İman İle Küfür (Allah’ın Yolu ile Tâğût’un Yolu) Arasında Bir Yol Aramak Kâfirliktir

Kur’ân, melez bir yol arayışını sapma olarak kabul edip buna çok şiddetli ve çok sert bir şekilde karşı çıkmakta; böyle bir yaklaşım sergileyenlerin ödeyeceği bedelin, onur kırıcı bir azap olacağını belirtmektedir (4/136-152).

Nisa 136. ayeti, “Ey iman edenler” diye başlamakta ve devamında onların “Allah’a, Resulüne, indirdiği Kitaba ve bundan önce indirdiği kitaba iman etmesi” istenmektedir. İman edenlerin iman etmeye çağrılması, kalplerinde hastalık başladığı, iman dairesinden cahiliyeye doğru bir geri dönüş içerisinde oldukları manasına gelmektedir. Nitekim Nisa 137. ayetinde, “iman edip sonra küfre sapanlar, sonra yine iman edip sonra küfre sapanlar sonra da küfürleri artanlar” ifadesinin yer almış olması, böyle bir insan unsurunun varlığına bir delil olmaktadır. Bu insan unsuruna ilişkin “onları doğru yola da iletecek değildir” hüküm cümlesinin kullanılması, imanla küfür arasında gelgit yaşamanın ya da bir yol aramanın yanlışlığına olan özel bir vurgudur. Nisa138-139. Ayetlerinde gelgit yaşayan, ne zaman ne yapacağı belli olmayan insan unsuru için “münafık” kelimesi kullanılmaktadır. Bu insan unsuru, “mü’minleri bırakıp kâfirleri dostlar (veliler) edinir”; “Kuvvet ve onuru (izzeti) onların yanında” ararlar. “Arada bocalayıp dururlar. Ne onlarla, ne bunlarla” olabilirler; doğru yoldan sapmışlardır da farkında değillerdir. Dolayısıyla iman ile küfür arasında bir orta yol aramak, kâfirlik ve münafıklık olup bu arayışta olanların cezaları cehennemdir (4 Nisa 140-146).

İki yolu harmanlamak, iki yol arasında orta bir yol aramak demek, yolları oluşturan temel değerleri harmanlamak, hakla batılı, marufla münkeri, helalle haramı karıştırmak, kitabı parçalamak demek olup küfür düzeyinde bir sapma hareketidir. Aşağıdaki ayette bunu açıkça görebilmekteyiz.

“Allah’ı ve peygamberlerini inkâr edenler, Allah ile peygamberleri arasında ayırım yaparak; ‘Buna inanır, fakat şuna inanmayız’ diyenler böylece, iman ile küfür arası bir yol tutturmak isteyenler var ya, işte onlar gerçek anlamı ile kafirdirler. Biz kâfirler için onur kırıcı bir azap hazırladık” (4Nisa150,151).

Özet olarak İlahi sünnete göre Allah’ın yolu ile şeytanın yolu arasında, imanla küfür arasında üçüncü bir yol yoktur. Böyle bir yol oluşturmaya kalkmak, ilahi sünnete/ ilahi yasalara aykırı bir sapma hareketidir.

Sonuç: Sosyal Şizofreni

 Değer sistemlerinin ve dolayısıyla yolların bu şekilde melezleştirilmesi, ciddi bir sapma olup psikolojik hastalıklara sebebiyet vermektedir. Nereye ait olduğunu, ne zaman ne yapacağını bilemeyen, tezatlarla dolu bir insan unsuru ortaya çıkmaktadır: “Şayet onlar da, sizin inandığınız gibi inanırlarsa, kuşkusuz doğru yolu bulmuşlardır; yok eğer yüz çevirirlerse, onlar elbette bir (çelişki ve) aykırılık içindedirler” (2 Bakara 137).

Bugün Türkiye’nin en ciddi sıkıntısı sosyal şizofrenidir. Batı kültür medeniyet değerleri ile İslam kültür ve medeniyet değerleri arasında bocalayan, hiç birine gerektiği gibi inanmayan, değişik tezatları nefsinde barındıran bir insan unsuru sayısı, gittikçe artmaktadır. SEKAM tarafından 15-28 yaş grubu için 81 vilayette 5541 kişi üzerinden yaptığımız bir saha çalışmasında, yeni neslin bu tezadı, çok açık bir şekilde görülmektedir(1). Komünistlerin %10’u, ateistlerin %13’ü düzenli beş vakit namaz kılarken; İslamcıların ve dindarların %18’i, ülkücülerin %21’i ve Müslüman kimliğini benimseyenlerin %28’i hiç namaz kılmamaktadır. Araştırmada, dini değerler, toplumsal değerler ve aile değerleri konusunda 15-28 yaş grubundaki gençlerin kafasının çok karışık olduğu görülmektedir.

Bu, onların ne hatası ne de suçudur. Bunun ana suçlusu, Lozan’da Hayım Nahum Doktrini’ne ve Batı kültür ve medeniyet değerlerine göre, Müslüman bir halka rağmen, “kanunen ve cebren” kurulmuş olan Türkiye’deki sistem ve bu sisteme göre şekillenen devlet yapısıdır. Suçlu, bu sistemi değiştirmeyi düşünmeyenler, bunun için mücadele etmeyen gençlerin ebeveynleridir.

Bu sosyal şizofreninin ortadan kaldırılabilmesi için, Hz. Adem’le İblis arasında başlayan kavganın şekillendirdiği iki yol ve iki değer sistemi arasındaki uzlaşmaz kavganın tarihsel bir süreç olarak var olduğu ve devam edeceğinin öncelikle kabul edilmesi gerekmektedir.

 “O: ‘Dini dosdoğru ayakta tutun ve onda ayrılığa düşmeyin’ diye dinden Nuh’a vasiyet ettiğini ve sana vahyettiğmizi, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya da vasiyet ettiğimizi sizin için de teşri’ etti (bir şeriat kıldı). Senin kendilerini çağırmakta olduğu şey, müşrikler üzerine ağır geldi. Allah, dilediğini buna seçer ve içten kendisine yöneleni hidayete eriştirir” (42 Şura 13).

Bu gerçeği göremeyip imanla küfür arasında üçüncü bir yol aramak demek, Allah’ın kitabından şüphe içerisinde olmak demektir.

“Onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca aralarındaki ‘tecavüz ve haksızlık’ dolayısıyla ayrılığa düştüler. Eğer senin Rabbinden, adı konulmuş bir ecele kadar geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, muhakkak araların da hükmü verilmiş (iş bitirilmiş)ti. Şüphesiz onların ardından kitaba mirasçı olanlar ise, herhalde ona karşı kuşku verici bir tereddüt içindedirler” (42 Şura 14).

 Kitabın tarihselliğinin tartışıldığı, anlatılan kıssaların ve olayların sembolik olduğunun söylendiği ve hadislere dil uzatıldığı günümüzde, bize düşen görev, Kur’an’ın bize gösterdiği dosdoğru bir istikamet üzere olmak, yürütülen psikolojik savaşa karşı dimdik durarak geleceğe emin adımlarla yürümektir.

“Şu halde, sen bundan dolayı davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru bir istikamet tuttur. Onların hevalarına (istek ve tutku) uyma. Ve de ki: Allah’ın indirdiği her kitaba inandım. Aranızda adalet yapmakla emrolundum. Allah, bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bizim, sizin amelleriniz sizindir. Bizimle sizin aranızda (karşılıklı delillere dayalı=hüccet) bir tartışma konusu yoktur. Allah, bizi bir arada birleştirip-toplayacak ve dönüş de O’nadır” (42 Şura 15).

Kaynaklar:

1-SEKAM, Türkiye’de Gençlik, Gençliğin Özellikleri, Sorunları, Kimlikleri ve Beklentileri, İstanbul, 2013

 

19 Mart 2015 Perşembe

İLAHİ YASALAR DEĞİŞMEZ - 6: Yol, Yolcu, Rehber ve Bedel Denklemi

(Milli Gazete)

REY vermek gerek şarttır, yeter şart değildir. Yeter şart, rey verdikleri partilerin kendi kültür ve medeniyet değerlerine uygun ne ürettiklerinin, ne yaptıklarının, kendi kültür ve medeniyet değerlerine zarar verip vermediklerinin, daha açıkçası dosdoğru bir yol tutturup tutturmadıklarının denetlenmesi ve yol boyu gereken takdir ve tekdirin ortaya konmasıdır. Toplumun şikâyetlerinin ana kaynağı, Lozan dan bu yana sistemin/devletin tutuğu yolun yanlışlığıdır. Türkiye de asıl sorgulanması gereken konu budur, bu olmak zorundadır. Bu amaçla geçen yazıda Kuran-ı Kerim de yol anlamında kullanılan farklı kavramların bir analizi yapılmıştır. 

Kur ân da; Tarîk, Sebîl, Sırât, Şeri at, Din, Minhâc ve Millet gibi çok farklı kelimelerin kullanılmış olması, istikamet ve yolun ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır. Kuran a göre insanın önüne iki anayol konmuş, yollar arasında tercih yapma hakkı kendine bırakılmıştır. Toplumsal değişimin mahiyeti ve sonuçları açısından insanın, toplumun yol tercihi yapması, en hayatı konulardan biridir. Burada bu konu ele alınacaktır.

Sarp Yokuş

21. asrın çölleşen dünyasında tutulacak yol, insan fıtratının gereklerine uygun olmalıdır. Edinilecek rehber, yolu ve yolcuyu bilmeli, tanımalıdır. Yolcunun girmek istediği her yolla ilgili bilgisi olmalı ve o yolda karşılaşabilecekleri tehlikelere karşı yolcuyu uyarmalı, uyarabilmelidir. Karşılaşabilecekleri tehlikelere karşı yolculara gerçek ve sağlıklı çözüm üretmeli, yollara ilişkin hakiki haritaları ve gerçek çıkış yollarını göstermeli, gösterebilmelidir. Yolculara bilerek veya bilmeyerek ihanet etmemelidir, onları satmamalıdır. 

İnsanın ve kâinatın yaratıcısı olan Allah, yaratılışın amacına uygun olarak insanın önüne iki ana yol koymuş ve ona yolların özelliklerini açıklamış ve yollardan birini tercih etmesini istemiştir. Kendi öz iradesi ile yapacağı tercihe bağlı olarak ödüllendirilip cezalandırılacağı bilgisi kendisine verilmiştir. 90 Beled Süresinin 4-19 ayetlerinde bu durum çok açık bir şekilde belirtilmektedir. Beled Suresi, Allah ın yemin etmesi ile başlamaktadır. Bunun anlamı, dile getirilen konular, son derece hayatı ve insanoğlunun ya da müminlerin zafiyetlerinin olduğu, bu nedenle de tehlikeye kendilerini attıkları konulardır. Beled Suresi nin 4. ayetinde, insanın meşakkatlere dayanma noktasındaki güç ve yeteneğine vurgu yapılırken; 5. ayette ise, O, hiç kimsenin kendisine asla güç yetiremeyeceğini mi sanıyor ifadesi ile ona, güç zehirlenmesinin kendisinin hayrına olmayacağına dair tehdit dolu bir uyarı yapılmaktadır. 

Tehdidin ya da uyarının ana nedeni, 6. ayette geçen, O: Yığınla mal tüketip yok ettim diyor cümlesinde yer alan lüks, israf ve gösteriş olgusudur. Bu ifadenin arkasından 7. ayette İnsan, Kendisini hiç kimsenin görmediğini mi sanıyor ifadeleri ile bir kez daha hem tehdit ediliyor hem de uyarılıyor. Bu tehdit ve uyarılarla insana gücü, konumu ve geleceği hatırlatılmaktadır. Bu ayetlerden sonra İnsana görme, gözlemleme ve konuşma yeteneklerinin verildiği belirtilerek iki yol ve iki amacın önüne konduğu(90/8-10), bunu görerek tercih yaptığı hatırlatılmaktadır. Kendisine gösterilen yollardan biri sarp yokuştur . İnsan yapısında var olan kötülük cephesinin yapılmasını emrettiği şeylere karşı, fıtratın öngördüğü iyilikleri, güzellikleri yerine getirme noktasında tercih yapma, Beled Suresi nde sarp bir yokuşa göğüs germe olarak ifade edilmektedir. Beled 6 da geçen Yığınla mal tüketip yok etme ile malı, Beled 13-16 da yer alan köle, yoksul, yetim ve yolda kalmışlarla paylaşmak arasında tercih yapabilmek, insanın özgür iradesine bırakılmıştır. Malı, lüks ve israf içerisinde harcama yerine kölelerle, yoksullarla, yetimlerle ve yolda kalmışlarla paylaşmak, özel bir fedakârlık gerektirdiği için bu ikincisi sarp yokuş olarak adlandırılmaktadır. 

Sarp yokuş, ferdi arzulardan, menfaatlerden, rahatlıklardan fedakârlık etmeyi meşakkatlere katlanmayı gerektirmektedir. Bununla beraber sarp yokuş, sadece maddi fedakârlık değil aynı zamanda da İman etmeyi, Allah ın vazettiği değerlere, yaşam tarzına uymayan değerleri, hayat tarzını terk etmeyi ve buna bağlı olarak da hakkı, sabrı ve merhametli olmayı ve tavsiye etmeyi ihtiva eden bir yoldur. Beled 9 da İnsana bir dil iki dudak verilmesinin bir hikmeti de, Beled 17 de, sabrı birbirlerine tavsiye edenlerden, merhameti birbirlerine tavsiye edenlerden olma ifadeleri ile açıklanmakta ve tebliğ yapma sorumluluğunu yerine getirmek olarak belirtilmektedir. İman etmiş olmak, infak etmeyi, zekât vermeyi, fitre ve sadaka vermeyi, yoksulu, yolda kalmışı ve köleyi korumayı, hakkı, sabrı ve merhameti tavsiye etmeyi ihtiva etmiş olmasına rağmen; köleye, yoksula, yetime ve yolda kalmışa yardım, hakkı, sabrı ve merhameti tavsiye etme, Beled Suresi nde iman etme eyleminin dışına çekilerek ifade edilmiş olması, bahsedilen konuların önemine özel vurgu yapılmak istenmiş olmasından dolayıdır. 

Diğer taraftan farklı düşünce sistemlerinde iman etmediği halde, kölelere, yoksullara, yetimlere yolda kalmış olanlara yardım eden pek çok insan var olabilir/vardır. Nitekim bazı ideolojik akımlar, salt bunun için ortaya çıkmış, bu uğurda mücadele vermiştir. Beled Süresine göre sadece bunları yapmış olmak, sarp yokuşa göğüs germek olarak nitelendirilemez. Bu kesim, iman edip hakkı, sabrı ve merhameti tavsiye etmedikçe sarp yokuş olarak isimlendirilen yolun mensubu olamamaktadır. Nitekim, Beled 19 da, Ayetlerimizi inkar edenler ifadesinin kullanılmış olması, Sarp yokuşa göğüs germek için, iman etmenin gerek şart olduğunu ortaya koymaktadır. Ayrıca iman etmedikleri sürece varacakları yerin, Kapıları kilitlenmiş bir ateş onların üzerinedir şeklinde açıklanmış olması, tutulan yolla varılacak yer arasında sıkı bir ilişkinin var olduğu anlamındadır. 

Diğer taraftan da iman ettiği halde köleye, yoksula, yetime ve yolda kalmışa yardım yapmayanlar, hakkı, sabrı ve merhameti tavsiye etmeyenler, durumlarını gözden geçirmek zorundadırlar. İman ettiği halde, rantiyeci sınıfına dahil olanlar, imar planları değişikliği ile fakir, fukaranın elinden mallarını mülklerini alıp vurgun vuranlar, rüşvet yiyenler, faiz yiyenler, yetimleri ve yoksulları korumayanlar, sarp yokuşa göğüs germemektedirler. Allah, sarp yokuşa göğüs gerenleri Ashab-ı Meymene , göğüs germeyenleri de Ashab-ı Meş eme olarak nitelendirerek her iki yolun yolcularının kimliğini ifade etmiş olmaktadır.

İki Yol, İki Rehber, İki Ödül

Yol bir noktadan/durumdan kalkıp bir başka noktaya/duruma ulaşmak için takip edilmesi gereken güzergâhtır. Bir yerden kalkıp başka bir yere, en kısa zamanda, en az enerji sarf ederek ve en az bedel ödeyerek gitmek esastır. Zaman, enerji ve bedel arasında en uygun ilişkinin (optimal) olduğu yol en uygun, en doğru yoldur; optimal yoldur. Ancak bu optimizasyon, yolun özelliklerinin yanı sıra yolcunun vücut yapısına, psikolojisine, sağlığına ve ortama/hava durumuna da bağlıdır. İnsanın genç-yaşlı, sağlıklı-sağlıksız olması sonucu nasıl etkiliyorsa; açık, sisli, fırtınalı hava (ortam) koşulları da sonucu etkileyecektir. 

Yolcunun yol hakkındaki bilgisi (yolu bilip bilmemesi, rehberi olup olmaması, yol haritasının bulunup bulunmaması), kullanacağı aracın cinsi, özellikleri, yetenekleri sonuca etki eden önemli parametrelerdir. İşte bunun gibi insanlığın değerler dünyasındaki yolculuğu da insanın fıtratına, düşüncesine, rehberine, elindeki haritaya ve kullanacağı vasıtalara ve ortama bağ(ım)lıdır. İnsan nefsinde vuku bulan vesvese fırtınası (50/16), kum fırtınasından daha beterdir. Önlem alınmadığı takdirde insan zihninde, düşüncesinde ve kalbinde yehmalar oluşturur. Yehmaların içerisine düşen yolcuların ödeyecekleri bedel, çok ağırdır. İnsan için dünya bir imtihan dünyasıdır. Bu nokta gözden ırak tutulduğunda insanda ki zıtların birlikteliğinin(olumlu-olumsuz, iyi-kötü, güzel-çirkin) nedeni, tam anlamıyla anlaşılamaz. Allah, yarattığı varlığın yapısında ki iki zıt cepheye hitap eden iki de yol yaratıp insanoğlunun önüne koymuştur (91/7-10). 

Bu yollar, Kur ân da, mahiyetine(doğru olup olmaması), bedeline, rehberine bağlı olarak isimlendirilmektedir: 

Allah ın Yolu (16/9, 6/153,3/73) / Peygamberlerin Yolu(25/27) - Tağutun Yolu (4/75,76) Müminlerin Yolu (4/115) - Kafirlerin Yolu (4/42,5/12,29/12) / Suçluların Yolu (6/55) / Bozguncuların Yolu(7/142) / Azgınların Yolu (7/145,146) / Bilmeyenlerin Yolu (10/89,7/148) Nimet Verilenlerin Yolu(1/7) - Sapıkların Yolu(1/7) / Gazaba Uğrayanların yolu (1/7) Doğru Yol (90/10,16/9, 6/153,3/73 ) - Eğri Yol (90/10,16/9) / Sapık Yol (25/34,42,44). Aydınlık Yol (2/257, 5/16, 57/9) - Karanlık Yol (2/257, 5/16, 57/9) Cennete Giden Yol (3/195, 9/111) - Cehenneme Giden Yol (4/169, 37/22-23) 

Ayetlerde yol, yolcu, bedel ve rehber arasındaki ilişki, konunun karmaşıklığını ve bunları birbirinden bağımsız olarak ele alıp değerlendirmenin yanlışlığını göstermesi açısından önemlidir. Gene bu ayetlerde kendisine gösterilen yollarla ilgili insanın seçim hakkının olduğu çok açık ifade edilmektedir. Seçtiği yola bağlı olarak da bedel ödeme hakkı vardır. Ashab-ı Meymene ile Ashab-ı Meş eme, gösterilen iki farklı yolu seçen insanların adlarıdır. Birinciler cennete, ikinciler ise cehenneme ulaşmaktadırlar. İnsanın yaratıcısı olan Allah, insan için en sağlam, en güvenilir ana(birincil) yol gösterici, rehberdir(16/9). 

Kur ân da yolla ilgili ayetler incelendiğinde insanları kurtuluşa götüren rehberler, genel olarak, 4 grupta sınıflandırılmaktadır: 

Allah (Ana Yol Gösterici) (16/9 76/3, 80/20 33/4 5/16 29/69) Kitaplar (14/1 34/6 42/52 43/43,44), Peygamberler (2/38 12/108 23/73 42/52 19/43), Müminler/Nimet verilenler (4/115, 1/7), 

Allah ın gösterdiği ana yolun sağında ve solunda başka tali yollar ve yol başlarında da saptırıcı rehberler vardır. Bunların ortak adı şeytan/tağut olup başkanları, ataları İblis tir. Bütün bu şeytanlar/tağutlar, birbiri ile organize bir vaziyette, birbirlerinin velisi olarak (8/73) insanları saptırabilmek için çalışmaktadırlar. Bunlar, insanlığı ateşe ve helâke götüren rehberlerdir.

 

12 Mart 2015 Perşembe

İlahi Yasalar Değişmez - 5: Kuran'da Yol Anlamında Kullanılan Kavramlar

 (Milli Gazete)

Giriş

Bugün insanlar, genel olarak, hem iktidar partisinden ve hem de muhalefet partilerinden şikâyet etmektedirler. Daha da dikkat çekici olanı, insanlar, kendi rey verdikleri partilerinden şikâyet etmekte, başka iktidar alternatifi olmadığından sürekli yakınarak rey vermelerini makul ve mazur göstermeye ve böylece kendilerini avutmaya hatta aldatmaya çalışmaktadırlar. Dört yılda bir verilecek bir reyle her şeyin düzeleceğini, rey verip kurtulacaklarını sanmak gibi bir düşünce ve bir tavır sergilenmesi, en acı durumdur. Dört yıllık bir dönemde rey verdiği partinin kapısını çalmayanlar, ona şikâyetlerini iletmeyenler, takdir ve tekdirini göstermeyenler, sadece rey vererek gerçekten bütün sorumluluklarını yerine getirmiş oluyorlar mı Rey vermek gerek şarttır, yeter şart değildir. 

Yeter şart, rey verdikleri partilerin kendi kültür ve medeniyet değerlerine uygun ne ürettiklerinin, ne yaptıklarının, kendi kültür ve medeniyet değerlerine zarar verip vermediklerinin, daha açıkçası dosdoğru bir yol tutturup tutturmadıklarının denetlenmesi ve yol boyu gereken takdir ve tekdirin ortaya konmasıdır. Türkiye deki siyasi mücadelede toplum, olayın bu yönü üzerinde genellikle pek durmamaktadır. Kur an ın sorgulanmasını istediği Nereye gidiyorsunuz (81 Tekfir 26) sorusu sorulmamaktadır. Oysa bizden istenen, yol ve istikamet tercihi noktasında bir sorgulamanın yapılmasıdır. Toplumun şikâyetlerinin ana kaynağı, Lozan dan bu yana sistemin/devletin tutuğu yolun yanlışlığıdır. Türkiye de asıl sorgulanması gereken konu budur, bu olmak zorundadır. Bu amaçla burada, Kur an-ı Kerim de yol anlamında kullanılan farklı kavramların bir analizi yapılacaktır.

Çölleşen Bir Dünyada Dosdoğru Yolu Bulabilmek

Hz. Adem in İblis in kurduğu tuzağa düşmesi sonucunda cennetten çıkarılıp yeryüzüne gönderilmesi ile insan neslinin dünyada başlayan yolculuğunu, çöldeki kervanın yolculuğuna benzetmek yanlış olmayacaktır. Çöl, çölde seyahat etmek zorunda kalanların korkulu rüyasıdır. Çölde seyahat etmek bir kâbustur. Çölde her taraf bir kum denizidir, her yer birbirine benzerdir. Zemin sürekli değişim halindedir. Tepeler ve çukurlar sürekli yer değiştirir. Bir anda koyduğunuz işaretler, kısa bir zaman içerisinde kum fırtınası ile yok olup gidebilir. Bulunduğunuz noktadan etrafa baktığınızda her yön ve yol, doğru veya yanlış olabilir. Hele çölün bazı bölgeleri vardır ki orda her yer aynı görünür. Buralara yehma denir(1). 

Burada yön ve yol bulmak insan için neredeyse imkânsızdır. Çölde kaybolma tehlikesinin yanı sıra kum fırtınası, çöl sıcaklığı, susuzluk, vahşi ve zehirli hayvanlardan oluşan bir tehlike çemberi daha vardır. Bütün bu tehlikelere karşı nasıl davranılacağını ve nasıl tedbir alınacağını bilen insanlara ihtiyaç vardır. Bunlara hâdî (rehber) denir. Bir hâdî, lalettayin bir yol gösterici değildir. Hâdî, sıcaktan, kum fırtınalarından, susuzluktan ve vahşi hayvan saldırılarından ölmeye neden olacak sayısız çöl yollarının arasından doğru olanını bulup, böylelikle gereksiz sıkıntılara katlanmayı veya ölüme giden yanlışları engelleyerek hedefe varmayı sağlayan rehberlerin ismidir (1) 

Çölde seyahat etmek zorunda olan bir kervan, çölü çok iyi bilen rehber, yol gösterici (hâdî) olmadan yola çıkmaz/çıkamaz. Hâdîsiz yola çıkanların akıbeti çölde kaybolmaktır. Bununla beraber çölün yehma adı verilen bölgelerinde hâdîler de çok zor durumda kalırlar. Çölde seyahat eden bir kervanla insanoğlunun zaman içerisindeki yolculuğunun benzerliği, yön ve yol tayin etme ve karşılaşılan tehlikeler açısındandır. Çölün tehlikesi, kendi doğallığındandır/yapısındandır. Yaşamın tehlikesi, İblis in/şeytanın varlığındandır. İnsanın yeryüzünde karşılaşacağı her türlü kaybolma, İblis in insanoğluna savaş açmasının doğal bir sonucu olarak vardır. Bu savaş ilanı (İblis in yemini), iyi okunmadan, iyi algılanmadan, iyi anlaşılmadan insanoğlunun tek başına doğru yolu bulması imkânsız gibidir(7/16-17; 15/39-40). 

İblis in bu yemininde, pusu kurmak, gerçekleri çarpıtarak başkaldırmayı, isyanı, çirkinliği, hayâsızlığı, haramı süslü ve doğru göstermek, vesvese vermek, insan iştihasını tahrik ederek azdırmak ve tüm yol ve istikametleri aynîleştirmek yer almaktadır. Kum fırtınasının, çölde bütün yön ve yolları aynîleştirerek yönü, yolu olmayan bir mekan meydana getirmesi ile; İblisin insan zihninde, zihniyetinde ve düşüncesinde doğru ile yanlışı, temizle pisi, helalle haramı, hakla batılı, güzelle çirkini ve meşrû olanla gayrı meşrû olanı bir karışım haline getirmek istemesi arasında bir fark yoktur. İblis in yaptığı yeminde; yol boyu insanlığın ruh dünyasında, zihinsel dünyasında ve düşünce yapısında nasıl bir çölleşme meydana getirmek istediği çok açıktır. İblis le insan arasında ki kavga, bir yön ve yol bulma veya saptırma kavgasıdır; istikamet kavgasıdır. 

Kur an da Yol Anlamında Kullanılan Kelimeler Yol, sözlükte aşağıdaki anlamlarda kullanılmaktadır: Yol bir noktadan/durumdan kalkıp bir başka noktaya/duruma ulaşmak için takip edilmesi gereken güzergâh. Bir amaca ulaşmak için başvurulması gereken çare. Davranış, tutum, gidiş veya davranış biçimi. Uyulan ilke, sistem, usul, tarz. Gaye, uğur, maksat. Kur ân da yol anlamında, Tarik , Sebil , Sırat , Şeri at-Şir a , Minhac , Din , Millet , Selek gibi kavramlar kullanılmaktadır. Bu kavramların tümü, yol (maddi, manevi yol) anlamına gelmekle beraber aralarında önemli farklılıklar vardır. Tarîk, en genel anlamda her türlü yol anlamını ihtiva eden bir kavramdır. Kur ân da genellikle fiziki anlamdaki yollar için kullanılmıştır. Yoldan başka anlamları da bulunmaktadır. Sebîl, üzerinde kolayca yürünen yol, işlek yol, çıkar yol anlamındadır. Bununla beraber Kur ân da çâre, imkan, delil, hüccet, güç, fırsat, yeterli araç, gerekli zaman ve bedenî yetenek anlamlarında gelmektedir.(2) 

Sebîl kelimesi yol anlamında, hem sapık yollar için hem de doğru yollar için kullanılmaktadır. Yolun niteliği, kendisine eklenen takı veya sıfatlarla belirlenmektedir. Genel olarak yolun doğru veya sapık oluşunu belirtmek için rüşd ve ğayy kelimeleri kullanılmaktadır. Ğayy, İnsanın Allah ın yolundan başka bir yola ayrılması demektir. Rüşd doğruluk, istikamet demektir. Rüşd, hak yolunda sağlam ve sabırlı ve tam bir isabetle dosdoğru gitmektir(3). Doğru yol anlamında, sebîl-ür-rüşd, Allah ın yolu anlamında ise es-Sebil şeklinde kullanılmaktadır(2,3). Sırât, cadde, anayol, işlek büyük yol demektir(2,4). 

Allah ın yolu, İblisin yolu anlamında kullanıldıkları zaman sebîl ile sırât eş anlamlıdır. Bunun dışında sebîl ile sırât arasında belirli farklar vardır. Sebîl hem tekil, hem de çoğul(sübül) olabilirken; sırât yalnızca tekildir(2-4). Enam Suresi 153 de sırât ve sebîl bir arada -sırât tekil sebîl çoğul olarak- yer almaktadır (6/153). Sırât kelimesi, Kur ân da genel olarak Allah a giden sebîl olarak geçer. Bir yerde de cehenneme giden sebil anlamında bulunur(37/22-23). Doğru yol anlamında es-sırât ül-müstakîm, zaman zaman da es-sırât üs-seviyy deyimleri kullanılır. Maverdî nin tefsirinde sırât için, yemeğin geçiş yolundan türetilmiş bir kelimedir. Bu onun boğazdaki geçididir. denmektedir. Enam Sûresi (6/153) ve Maverdi nin tanımlaması göz önüne alındığında Sırat, içerisine girildikten sonra dönüşü olmayan, yalnızca bir giriş ve bir çıkışı olan bir yol, bir tünel, bir tüp geçit olarak değerlendirilebilir. Şeri at, Şe-Ra-A fiilinden gelir. Şe-Ra-A, yol açtı demektir. Şeri at ise geniş yol, su yolu demektir. Elmalılı, tefsirinde şer a, şir a ve şeri at arasındaki ilişkiyi açıklamakta ve Şeri at ın, ahkâmla belirlenmiş amel ve uygulamayı içeren hukuksal bir yol olduğunu ifade etmektedir(5). 

Minhâc, suyun kaynağına denir. Bununla beraber geniş, açık yol anlamına da gelir. Minhâc ile şir a arasında özel bir ilişki vardır. Şir a, zamanların ve zeminlerin, ahvâlin (durumlar) değişmesiyle değişebilen dinin fürûu (dalları); minhâc da daima sabit, açık ve devamlı olan dinin asıllarıdır ki, şir a bunun şubeleri ve çeşitleri demektir. (5). Minhac Hz. Adem le başlayan insanlık tarihinde tarih boyu insanlık için elzem olan, değişmeden kalan ve değişmeyecek olan, değiştirilmeye kalkılmaması gereken iman esasları ve temel değerlere göre şekillenmiş bir yol, bir güzergâh demektir. 

Millet, sözlükte, söyleyip yazdırmak veya ezbere yazmak manasına gelen bir isimdir. Millet; din, şeriat,  tutulup gidilen yol, tarikat, sünnet, yol anlamlarına da gelmektedir. Şehristanî ye göre din, şeriat, millet denilen şeyler hadd-i zatında hep aynı şeylerdir. Ancak itibar edilen ve gözetilen mânâya göre, yine de her biri bir başka yönden diğerinden farklı bir anlam kazanır. İtikat ve iman bakımından din, amel ve tatbikat bakımından şeriat, sosyal bakımdan, yani sosyal realite bakımından millet denilir Elmalılıya göre, bu manalara ilaveten, millet kelimesi ehl-i millet mânâsına da mecaz olarak kullanılmaktadır. (6). 

Sonuç: İnsanın Önüne Konan İki Anayol 

Kur ânda; Tarîk, Sebîl, Sırât, Şeri at, Din, Minhâc ve Millet gibi çok farklı kelimelerin kullanılmış olması, istikamet ve yolun ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır Hepsi genel anlamda yol anlamına gelmekle beraber aralarında belli farklılıklar bulunmaktadır. Burada önemli olan nokta, yolların olumlu ve olumsuzluk bağlamında iki ana sınıfa ayrılmış olmasıdır; Biz ona iki göz vermedik mi Bir dil ve iki dudak Biz ona iki yol-iki amaç gösterdik. (90 Beled 8-10)

Kaynaklar

1- Vatandaş C., Dosdoğru Yolun Rehberi ve Yolcuları, Umran Dergisi, İstanbul, Sayı: 32, 1996, S: 17-24

2- Ünal A., Kur ânda Temel Kavramlar, Beyan Yayınları, İstanbul, 1990 S: 134-139

3- Elmalılı M.H.Y., Hak Dini Kur ân Dili, Azim Dağıtım, İstanbul , Cilt: 7, S:198

4- Elmalılı M.H.Y., age, Cilt: 1, S: 122

5- Elmalılı M.H.Y., age, Cilt: 7, S: 88

6- Elmalılı M.H.Y., age, Cilt: 1 S: 399

 

5 Mart 2015 Perşembe

İlahi Yasalar Değişmez - 4: İnsanda İki Veche Ya da İnsanın Değişebilir Özelliği

 (Milli Gazete)

Giriş

Kur an-ı Kerim in Maraz diye tabir ettiği toplumsal hastalıklarla karşı karşıyayız. Görünüre yansıyan toplumun iç dünyasında (nefsinde) var olan bir marazın dışa vurmasından başka bir şey değildir. Geçen yazılarda ele alıp incelediğimiz Rad 11 ve Enfal 53. Ayetlerinin biz söylediği tam da budur. Öncelikle bu mesele ele alınmadıkça meselelerimizi çözme şansı yoktur. O nedenle insan değişebilir mi Değişebilirse nasıl, neyle Sorularının cevaplarını aramamız gerekmektedir. Burada, insanın iki farklı yönüne dikkat çekilerek insanın değişebilme özelliği ele alınacaktır.

İnsanın Yaratılışındaki Değişim ve Gelişim

Kur an ın anlatımını göz önüne aldığımızda insanın ilk yaratılışı, basitten karmaşığa doğru değişen ve gelişen bir yol izlemiştir (1). Allah, İnsanın yaratılışına dikkat çektiği ayetlerden biri olan Rum süresinin 30. Ayetidir: O halde (ey Peygamber ve Peygamber e uyanlar) yüzünü samimiyetle ve tamamen bu dine çevir, Allah ın fıtratına çevir ki O insanları bu fıtrat üzerine yaratmıştır. Allah ın yaratması değiştirilemez. İşte doğru din (budur) fakat insanların çoğu bilmezler. (30/30) 

Bu ayette Allah, insanı fıtrat üzere belli bir kanuniyete sahip kılarak, yaratmıştır. Bu ilk yaratılış insanın maddi ve manevi, zihni, psikolojik, tüm yönlerini kapsayan saf ve temiz bir yaratıştır. Allah, insanı bu ilk yaratış kanununa göre üç temel yapıdan meydana getirmiştir: Maddi yapı (toprak), Ruh ve bilgi. Bilgisayar lisanını kullanırsak, Donanım (toprak), Yazılım (İsimlerin Öğretilmesi), Özel Enerji (Can, Ruh) kavramlarını kullanabiliriz. En doğrusunu Allah bilir. İnsanın ilk yaratılışı ile ilgili ayetler göz önüne alındığında maddi (donanım) safhasının basitten mütekamile doğru bir değişim geçirdiği görülmektedir (1): 

1- Toprak Safhası (3/59); 2- Çamur Safhası (Secde 7, Sad 71), 3- Yapışkan Çamur (Saffat 11), 4- Havada Kurumuş Çamur (Hicr 28), 5- Şekillenmiş Balçık (Hicr 26-29), 6- Ateşte Pişmiş Çamur (Rahman 14). Toprak safhasının bu tekamülünden sonra, Kur an ın tabiri ile kendisine ruh üflenmiştir: [15.28-9] 

Rabbin meleklere: «Ben, balçıktan, işlenebilen kara topraktan bir insan yaratacağım. Onu yapıp ruhumdan üflediğimde ona secdeye kapanın» demişti. (Bak: 38/72) Ruh konusunda genel olarak ne ayetlerde ne de hadislerde bir açıklama bulunmamaktadır. Allah ın Ruhundan ne maksat edildiği açık değildir. Buradaki ruh kavramı, hem özel enerji (can) hem de bilgiyi (yazılımı) ihtiva etmiş olabilir. Bunu Allah bilir. Ancak Allah ın ruhundan bir Ruh üflenmesi, insan ayrı bir değer ve mana kazandırmaktadır. Diğer taraftan Hani Rabbin, Meleklere: «Muhakkak ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim» demişti. 

Onlar da: «Biz seni övüp-yüceltir ve (sürekli) takdis edip dururken, orada fesat çıkaracak ve orada kanlar akıtacak birini mi var edeceksin » dediler . (2/30) ayetinde ifade edildiği şekliyle melekler topluluğunun bir serzenişte bulunmasından sonra; Ve Adem e isimlerin hepsini öğretti. Sonra onları meleklere yöneltip: «Eğer doğru sözlüler iseniz, bunları bana isimleriyle haber verin» dedi. (2/31) ayetinde Adem e isimlerin öğretilmiş olması, kendisinin özel bir bilgiyle-yetenekle donatılmış olduğu anlamına gelmektedir. Buna bugünkü tabirle bilgi üretme yeteneği, gücü (özel bir yazılım) diyebiliriz. Bu üç kavram, hangi anlama gelirse gelsin Kur an a göre insanın ilk yaratılışı basitten mükemmele doğru bir gelişim takip etmiştir. Bu gelişim içerisinde insana tanınan bir serbest alan, seçim alanı bırakılmış mıdır Sorusu, çok önemli bir soru olarak karşımıza çıkmaktadır.

İnsanın İki Farklı Taban Tabana Zıt Yönü

Kur an da İnsanın ilk yaratılışını anlatan ayetlerde dikkat çekilen en önemli noktalardan birinin, insanın en güzel ve aşağıların aşağısı (esfeli sâfilîn) şeklinde tanımlanan, birbirine zıt, iki farklı yönünün ya da özelliğinin onun bünyesine konulmuş olmasıdır: Doğrusu, biz insanı en güzel bir biçimde yarattık. Sonra da aşağıların aşağısına (esfeli sâfilîne) çevirdik. (95/4-5). 

En üstün güzel olanla en aşağı- en düşük olan arasında (sınır değerler dahil) bir yapının var olması, ortaya ciddi bir mesele çıkarmaktadır. Bu, bu kadar zıt özelliğe sahip olan bir insanın, iyiye ya da kötüye yönelmesinin nasıl meydana geldiği, bu noktada ona bir seçme hakkının verilip verilmediği, bir iradesinin var olup olmadığı meselesidir. Bu sorunun cevabını Şems süresinin 7- 11. Ayetlerinde bulabilmekteyiz: Nefse ve ona bir düzen içinde biçim verene, Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun) . Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur. Ve onu (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır. (91/7-10)

 Burada, ilk iki ayette, gene insanın birbirine taban tabana zıt iki yönüne vurgu yapılmaktadır. Daha sonra ise nefsin arındırılmasından ve bozulmasından bahsedilmiş olması, insana bir tercih hakkının tanındığı ve bu tercihine göre bir yol tutacağı andolsun vurgusu ile belirtilmektedir. Ayrıca ayetlerde nefsini arındıranların felah bulacağı, bozanların da yıkıma uğrayacağının açıkça ifade edilmiş olması, Rad 11 ile Enfal 53 ün farklı açılardan tefsiri olarak da yorumlanabilir.

İnsanda Kendini Değiştirme İradesi

Kur an da insanın bu iki yönüne vurgu yapan ayetlerde, iki anahtar kavram olarak Kalp ve Nefs kavramları yer almaktadır. Bunların her ikisinin iki farklı istikamette değişebilme özelliğine sahip olması, bize İnsandaki değişim ve gelişimle ilgili çok önemli bir yol haritası vermektedir. Bu ayetlerin analizini başka bir yazıya bırakarak insanın değişimine açıklık getirecek birkaç hadisi burada ele alıp incelemekte fayda vardır. 84 (Huzeyfe:) 

Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): Emanet (din, adalet duyguları) insanların kalplerinin derinliklerine (yaratılışlarında, fıtrî meyiller olarak) konmuştur. Sonradan Kur ân-ı Kerîm indi. (İnsanlar kalplerine konmuş olan bu fıtrî temâyüllerin) Kur ân ve hadiste te yîdini buldular (2) Bu hadiste bütün güzel özelliklerin, İnsan Kalbinin derinliklerine yerleştirildiği belirtiliyor. Devamında ise Kur an ın bu fıtri eğilimleri kuvvetlendirmek ve beslemek üzere indiği ifade edilerek Din ile fıtrat, hayat tarzı ile fıtrat arasında bir ilişki kurulmaktadır. Bu nokta gözden kaçırılmamalıdır. İnsanın bu şekilde yeryüzüne gelmiş olmasına karşılık, insanı saptırmak amaçlı olan şeytan ve taraftarları, onların kötülük yönüne hitap ederek onları fıtrattan koparmaya çalışmaktadırlar. Aşağıdaki hadis bu noktanın çok güzel bir açıklamasıdır:

5900 - Resülullah aleyhissalâtu vesselâm: Rabbim, bugün bana öğrettiği şeylerden bilmediklerinizi size öğretmemi emretti. (Ve buyurdu ki): Benim bir kula verdiğim her mal helaldir. Ben bütün kullarımı hanif (=müslüman, hakka taraftar) olarak yarattım. Ancak şeytanlar onlara gelip (fıtri) dinlerinden alıp götürdüler, kendilerine helal kıldığım şeyleri haram kıldılar. Kendisine bir güç vermediğim şeyi bana şirk koşmalarını emrettiler (3)

Hz. Peygamber, bu şekilde bir saptırma hareketini Kalbe atılan fitnelerle ve onlara verilen tepkilerle açıklamaktadır:

Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) : Fitneler, tıpkı (kamışlardan örülen) hasır gibi, (insanların kalbine) çubuk çubuk atılır. Hangi kalbe bir fitne nüfuz ederse onda siyah bir leke hasıl olur. Hangi kalp de onu reddederse onda beyaz bir benek hasıl olur. Böylece iki ayrı kalp ortaya çıkar: Biri cilalı taş gibi bembeyazdır; dünyalar durdukça buna hiçbir fitne zarar vermez. Diğeri ise, alaca siyahtır. Tepetaklak duran testi gibidir; bu kalp, ne iyiyi iyi bilir, ne de kötüyü kötü. O, hevadan (beşeri değerlerden) kendisine ne yutturulmuşsa, onu (hak veya batıl) bilir. (4)

Fitnelerin kalpte siyah bir nokta meydana getirmesi ile insanın ona karşı verdiği tepki arasında Hz. Peygamber bir ilişki kurmaktadır. Fitneye karşı anında verilen olumlu cevap, kalbi temizlerken; onu iyilik güzellik yönünde harekete sevk etmektedir. Bu kalp beyaz olup İnsanı daima iyiye doğru götürmektedir. Eğer fitneye tepki verilmeyip kabullenilirse, benimsenilirse o takdirde de, Kalp gittikçe kararmakta ve insanı esfeli salihine doğru bir seyahate götürmektedir. Bu kalp alaca olup ne iyi iyi ne de kötüyü kötü bilmekte; hevanın etkisi altında şuursuzca hareket etmektedir. Bu hadiste konumuz açısından en önemli nokta fitnelere verilen cevapların insanı iradesine bağlanmış olmasıdır. Değişim iradesinin bizzat kendine verilmiş olmasıdır. Aşağıda ki hadiste, Melek ile Şeytanın insanı etkilemek üzere bir mücadele içinde bulundukları ifade edilmektedir:

507 - Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) : Şeytan da, melek de insanoğluna sokularak onun kalbine birtakım şeyler atarlar. Şeytanın işi kötülüğe çağırmak, sonu fena ve zararlı olan şeylere teşvik etmek ve hakkı yalanlamak, haktan uzaklaştırmaktır. Meleğin işi hak ve hayra, iyiliğe çağırmak ve kötülükten uzaklaştırmaktır. Kim içinde hakka, hayra, iyiliğe çağıran bir ses duyarsa bilsin ki bu Allah tandır ve hemen Allahu Teala ya hamd etsin. Kim de içinde şerr ve inkâra çağıran bir fısıltı duyarsa ondan uzaklaşsın ve hemen şeytandan Allah a sığınsın. (5)

Burada dikkat edilmesi gereken nokta, Meleğin çağrısına olumlu cevap verilmesi ve bunun Allah tan bir yardım olduğunun ifade edilmesi ile Allah ın insanı, iyiye güzele doğru yönlendirme noktasında yardımcı olduğudur. Şeytanın çağrısı ile ilgili de Allah ın şeytanın vesvesesinin ret edilmesini isteyerek insanı uyardığını, dolayısıyla insanın iyiye güzele gidiş noktasında ona yardımcı olduğunu görmekteyiz. Her iki çağrıya verilecek cevabın, insanın özgür iradesi ile yapılacağına işaret edilmesi, fert ve toplumsal değişimin nirengi noktasını teşkil etmektedir.

Kaynaklar

1- Bayraklı, B., Kuran da değişim, gelişim ve Kalite Kavramları, M.Ü. Vakfı, IFAV, İstanbul, 1999, S: 17-34.

2- Buhârî, Rikak 35, Fiten 13; Müslim, İman 230, (143);

Tirmizî, Fiten 17, (2180); İbnu Mâce, Fiten 27, (4053).

3- Müslim, Cennet 63, (2865).

4- Buhari, 4733

5- Tirmizî, Tefsir, (2991). Buharı 507

 

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...