26 Şubat 2015 Perşembe

İlahi Yasalar Değişmez - 3: Kalite-Nitelik-Nicelik Denklemi

 (Milli Gazete)

Giriş

Türkiye’de toplumun değişik katmanları arasında (en fakir- en zengin; hiç okumamış- en okumuş; en genç-en yaşlı; laik-seküler-dindar) yayılan bir huzursuzluk, mutsuzluk ve bunalım söz konusudur. Tatminsiz, doyumsuz ve sorumsuz bir insan unsuru sayısı, her geçen gün artmaktadır. Bu ülkede güzele güzel, doğruya doğru, iyiye iyi, kötüye kötü, pise pis demeyen, diyemeyen bir zihinsel kırılma, bir zihinsel kirlenme vardır. Her şey, siyah-beyaz düzleminde aşırı ifrata varan bir zeminde tartışılmakta, taraf olunmakta; farklı olguların, durumların, ihtimallerin olabileceği ya düşünülmemekte ya da söylenmekten korkulmaktadır. Asıl tehlike, bu zihinsel yapının gittikçe doğallaşması, içselleşmesi ve meşrulaşmasıdır.

Buna en güzel örneklerden biri, Suriye içerisinde Türkiye’ye 37 km uzaklıktaki “Süleyman Şahın mezarının” bir operasyonla alınıp Türkiye’ye 200m mesafede Suriye içerisinde bir yere taşınması ile ilgili yapılan tartışmalardır. Daha önce Musul Konsolosluğundaki rehineler krizi ile ortaya çıkan tartışmalarda, gerek iktidarın ve gerekse muhalefetin söyledikleri ile Süleyman Şah’ın türbesinin taşınması nedeniyle söylenenleri, mukayese amaçlı olarak yan yana koyduğumuzda her iki kesimin içine düştüğü tezatlı durumu, zihinsel karmaşayı daha iyi görebiliriz. Buradaki amacımız, bu konuyu incelemek değil, buna sebebiyet veren hastalığı keşfedebilmek ve hastalığın tedavisi için çözümler ortaya koyabilmektir.

Türkiye’de gündem, olaylar çok hızlı değişmektedir. Toplumun değişik katmanlarının, kesimlerinin bu olaylar karşısında takındıkları tavır, her geçen gün daha keskin, daha tezatlı ve daha kırıcıdır. Bu nedenle günlük, anlık meselelerin peşine takılıp gitmek, bizleri köklü çözüm arayıp bulmaktan alıkoymaktadır.

Kur’an-ı Kerim’in “Maraz” diye tabir ettiği toplumsal hastalıklarla karşı karşıyayız. Görünüre yansıyan toplumun iç dünyasında (nefsinde) var olan bir marazın dışa vurmasından başka bir şey değildir. Geçen yazılarda ele alıp incelediğimiz Rad 11 ve Enfal 53. Ayetlerinin biz söylediği tam da budur. Öncelikle bu mesele ele alınmadıkça meselelerimizi çözme şansı yoktur.

Toplumsal Maraz ve Geminin Batması

İlahi yasalar çerçevesinde dikkat edilmesi gereken nokta, toplumların tabi olduğu yasaların, tıpkı eşyanın tabi olduğu yasalar gibi olmasıdır. Her ikisinde de, gereği yapılmadığı ya da onlara riayet edilmediği takdirde sonuç kaçınılmazdır. Hz. Peygamberin toplumların durumunu, Gemi ile seyahat eden insanlara benzetmesi bunun güzel bir örneğidir:

“Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm): “Allah’ın hudûduna (emir ve yasaklarına) giren meseleleri tatbîk eden -ve yağcılık yaparak müsâmaha ve gevşeklik göstermeyen iyi- kimseler ile yasakları işleyen kimselerin durumları, bir gemiye binip kur’a çekerek, geminin alt ve üst katlarına yerleşen yolculara benzer.

Öyle ki, alt katta oturanlar, su ihtiyaçlarını giderirken üsttekilerin yanından geçip onları rahatsız ediyorlardı.

(Alttakiler bu duruma son vermek için) bir balta alarak geminin dibini delmeye başlasalar, üsttekiler hemen gelip:

“Yâhu ne yapıyorsunuz ” diye sorunca alttakiler:

“Biz su ihtiyacımızı görürken sizi rahatsız ediyorduk, halbuki suya muhtacız, şimdi sizi rahatsız etmeden yerimizi delerek bu şekilde elde edeceğiz” deseler ve üsttekiler bu işte onlara mâni olsalar, hem kendilerini kurtarırlar, hem onları kurtarmış olurlar.

Eğer yaptıkları işte serbest bıraksalar, hem onları helâk ederler, hem de kendilerini helâk ederler.”

Burada, geminin suda yüzebilmesinin bir kanuniyeti olduğu, o kanuniyete uyulmadığı, o kanuniyete zıt bir davranış yapıldığı zaman, geminin batmasının, tahrip olmasının kaçınılmaz olduğuna dikkat çekilmektedir. Bu, suyun kaldırma kuvvetine ilişkin yasaya bağlı olarak vuku bulan neden sonuç ilişkisidir. Geminin altının delinmesi neden, geminin batması ise bir sonuçtur. Diğer taraftan hadiste kötülüklerin yaygınlaşması ve kötülüklere karşı insanların duyarsız ve vurdumduymaz davranmasının, toplumun helakine neden olacağına dikkat çekilmektedir. Nasıl gemi yüzebilmesi için bir kanuniyete tabi ise; benzer şekilde toplumlarda da varlıklarını devam ettirebilmek için belli kanuniyetlere tabıdır. Bir toplumun içerisinde kötülüklerin, çirkinliklerin, günahların artması ile o toplumun varlığını devam ettirmesi arasında bir ilişki vardır. Burada da bir neden sonuç ilişkisi vardır. Kötülüklerin, çirkinliklerin ve günahların artması bir neden, toplumun helak olması ise bir sonuçtur:

“Resûlullah (s.a.s): “İnsanlar, günahları çoğalmadıkça helak olmayacaklardır.” (1).

“Ümmü Seleme (r.a.):”Ey Allah’ın Resulü! Aramızda salihler mevcut iken bizler helak mi olacağız ”

Aleyhissalâtu vesselâm: “Evet, buyurmuşlardır, pislik artarsa!”(2)

Geminin üst katında bulunanlar, gemiyi delmek isteyenlere mani olmadıklarında nasıl hep beraber helak olacaklar ise; kötülüklerin yaygınlaştığı toplumlarda da kötülüklerin yaygınlaşmasına mani olunmadığı zaman, toplum gemi gibi batmak/helak olmak durumunda kalacaktır. O nedenle kötülükleri teşvik edici, yaygınlaştırıcı ya da onların karşısında vurdumduymaz ve nemelazımcı olunmamalıdır. Çünkü gelecek helak herkesi kuşatıcı olabilir:

“Resûlullah (s.a.s): Onlarda, sizde helak olmadan beyinsizlerinizin kötülüklerinden emin olun.”(3).

Toplumlar, tabi oldukları kanuniyetlere uyduklarında varlıklarını devam ettirirler. Bu kanuniyetlere uymayıp belli bir eşik seviyeyi aştıkları zaman da mukadder akıbetleri olan ecelle karşılaşırlar. Bu da neden sonuç ilişkisine dayalı bir kanuniyettir:

“[10.49]De ki: «Allah’ın dilemesi dışında, kendim için zarardan ve yarardan (hiç bir şeye) malik değilim, her şey Allah’ın iradesine bağlıdır, Her ümmetin bir eceli vardır. Onların ecelleri gelince, artık ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler.»”

İlahi yardımın da gelmesi neden sonuç ilişkisine tabı bir kanuniyetin sonucudur. Bu, ilahi yardımı hak etme kanuniyetidir:

“[41.30] Şüphesiz: Onlar «Bizim Rabbimiz Allah’tır» deyip sonra da dosdoğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); onların üzerine melekler iner (ve der ki;) «Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size va’d olunan cennetle sevinin.»

[41.31] «Biz, dünya hayatında da, ahirette de sizin velileriniziz. Orda nefislerinizin arzuladığı her şey sizindir ve istemekte olduğunuz her şey de sizindir.»”

Burada “meleklerin müminlere gelmesi” ve “müminlerin cennet nimetlerine nail olmaları”, “«Bizim Rabbimiz Allah’tır» deyip sonra da dosdoğru bir istikamet tuttur”ma şartına bağlanmıştır. Burada da bir neden sonuç ilişkisi vardır.

Kalite, Nitelik Ve Nicelik İlişkisine İlişkin İlahi Yasa

Nefislerde var olanlar, ferdin ve toplumun kalitesini, niteliğini belirleyen şeyler olarak etkilidir. Kalite, nitelik ve nicelik arasında da geçerli olan ilahi bir yasa söz konusudur. Bu yasanın varlığını, aşağıdaki ayetlerde görebilmekteyiz:

“[8.65] Ey Peygamber, mü’minleri savaşa karşı hazırlayıp-teşvik et. Eğer içinizde sabreden yirmi (kişi) bulunursa, iki yüz (kişiyi) mağlub edebilirler. Ve eğer içinizden yüz (sabırlı kişi) bulunursa, bunlar da kâfirlerden binini yener. Çünkü onlar (gerçeği) kavramayan bir topluluktur.

[8.66] Şimdi, Allah sizden (yükünüzü) hafifletti ve sizde bir za’f olduğunu da bildi. Sizden yüz sabırlı (kişi) bulunursa, (onların) iki yüzünü bozguna uğratır; eğer sizden bin (kişi) olursa, Allah’ın izniyle (onların) iki binini yener. Allah, sabredenlerle beraberdir.”

Bu ayetlerde nitel değişiklik ile nicel değişim arasında bir ilişki bulunduğu; nitelik azaldıkça niceliğin artması gerektiği belirtilmektedir. Dikkat çekilen nokta, bireysel değişimlerden ziyade toplumsal değişimlerdir. Müminler ile müşrikler arasında nitelik nicelik ilişkisi, Enfal 65’de bire on iken; müminlerdeki zafiyet, kalite düşümü, bu oranın bire ikiye indirilmesine sebebiyet vermiştir (Enfal 66). Ancak burada dikkat etmemiz gereken bir nokta da, Allah’ın bir mümin, diğerlerinden 10 kişiye ya da 2 kişiye bedel olduğunu dememiş olması; buna karşılık yirmi, yüz ve bin kişilik topluluklar üzerinden bedel olma rakamlarını vermiş olmasıdır. Her müminin bir özel hayatı, yeteneği vardır. Ama her müminin bir de toplumsal bir hayatı vardır, olmalıdır. Toplumsal olarak varoluş, nefislerindeki özellikler birbirine yakın olmak, sabır gibi bazı ortak davranış göstermek şartıyla, birey olduklarında sahip oldukları güç, toplum olduklarında bire on veya bire iki katlanmaya sebebiyet vermektedir. Yasanın bu yönüne dikkat edilmelidir.

Bu mükâfat, cemaat olmanın, toplumsal sorumluluklar çerçevesinde bir bütün olmanın mükâfatıdır. Öyleyse iman edenler, Kur’an ve Sünnet düzleminde kendilerini bireysel olarak sağlamlaştırırken, “bir beden gibi”, “bir birini yıkayan iki el gibi” de birbirlerini sağlamlaştırmak, beslemek, desteklemek, cemaat/hareket olmak zorundadırlar. Hz. Peygamberin müminleri bir bedene benzetmesine bu açıdan bakmak gerekmektedir:

“Birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamette, birbirlerine şefkatte mü’minlerin misâli, bir bedenin misâlidir. Ondan bir uzuv rahatsız olsa, diğer uzuvlar, uykusuzluk ve hararette ona iştirak ederler.”(4)

Bugün iktidar ve muhalefet ilişkilerinde ve bu çerçevede meydana gelen siyasi kamplaşmalarda unutulan bu temel olgudur.

Sonuç: Nefislerde Olanı Değiştirebilmek

Yukarıda ele aldığımız tüm ayetlerde dikkat etmemiz gereken nokta, nefislerde var olanlara bağlı olarak nimetlendirildiğimiz, ona uygun, layık bir hayatı yaşadığımız ve ona uygun olarak da yönetildiğimizdir. “Her toplum layık olduğu yönetime kavuşur” yada “siz nasıl iseniz öyle yöneltilirsiniz” hadisleri bize bu kanuniyetleri en güzel bir şekilde hatırlatmaktadır(5).

Öyleyse nefislerde olan değişir mi Değişirse nasıl bu mümkün Sorularının cevapları çok önemli olmaktadır.

Kaynaklar

1- Ebu Dâvud, Melahim 17, (4347); (4794).

2- Muvatta, Kelam 22, (2, 991); Kütübü Sitte H. No:(5905); Sahih-i Müslim’deki H. No: (5128)

3 - 3: 435, Hadîs No: 3894; 2046

4- (3336); Buhârî, Edeb 27; Müslim, Birr 66, (2586).

5- 3043. [5:47, Hadîs No: 6406], Beyhaki’nin Şuebû’l-lman.

 

19 Şubat 2015 Perşembe

İlahi Yasalar Değişmez - 2: Bireysel ve Toplumsal Değişim

 (Milli Gazete)

Giriş

Türkiye’de toplumun değişik katmanları arasında (en fakir- en zengin; hiç okumamış- en okumuş; en genç-en yaşlı; laik-seküler-dindar) yayılan bir huzursuzluk, mutsuzluk ve bunalım söz konusudur. Neden Tatminsiz, doyumsuz ve sorumsuz bir insan unsuru sayısı, her geçen gün artmaktadır. Neden Bu ülkede yapılan güzellikleri dahi yok varsayan, güzele güzel, doğruya doğru, iyiye iyi demeyen diyemeyen bir zihinsel kırılma var. Neden

Türkiye’de siyası iktidar, muhalefetin yaptığı, söylediği hiçbir şeyi; muhalefette iktidarın yapıp ettiği hiçbir şeyi beğenmemektedir. Neden Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana gelen bu ilişki ve ruh hali, bireysel ve toplumsal hayatımızda nasıl bir sonuç doğurmaktadır İktidar muhalefet ilişkilerinin bu denli kötü olmasının, toplumun değişik katmanlarına yansıması nasıl olmaktadır Birinci paragrafta sorduğumuz sorularla, bu paragrafta sorduğumuz sorular arasında, karşılıklı olarak birbirini etkileyen iki yönlü çok yakın bir ilişki vardır.

Niçin bu böyledir sorusunun cevabı, bireysel ve toplumsal değişimle ilgili İlahi yasalarda aranmalıdır.

Bireysel ve Toplumsal Değişimin Anayasası

Gerek canlı, gerek cansız gerek maddi gerekse manevi alanda her şey belli bir kanuniyet sahiptir. Kâinatta hiçbir şey rastgele vuku bulmaz. Her şey yaratılış kanunlarına (İlahi Yasalar, Sünnetullah) boyun eğerek varlığını sürdürmektedir. Bu kanunları bizim bilmemiz ya da bilmememiz sonucu değiştirmemektedir. Ancak kanuniyetleri bilirsek ondan yararlanmaya, hayatımızı ona göre şekillendirmeye, daha iyiye, güzele gitme noktasında bir yol tutturmaya çalışırız.

Allah’ın koyduğu bu yasalar, bir taraftan canlı ve cansız âlemin uyduğu varoluş, yaratılış yasalarını ve diğer taraftan bunların arasındaki ilişkiyi, etkileşimi de ihtiva etmektedir. Beşeri ilişkiler, ferdi ve toplumsal yaşam ve farklı değer/inanç sistemleri arasındaki ilişki ve mücadele de ilahi yasalar çerçevesinde vuku bulup şekillenmektedir. Kur’an-ı Kerim, neredeyse baştan sona kadar bu kanuniyetleri konu edinmektedir. Bu dünya öteki dünya denklemine ilişkin kanuniyetler, bu kısımla alakalıdır. Bu dünyada yaptıklarımıza karşılık öteki dünyada yaşayacağımız hayat arasında ilahı yasayla belirlenmiş çok sıkı bir bağ vardır. Bu yasaya göre “Bu dünya ahiretin tarlasıdır”. Bu dünyada yapıp ettiklerimizin karşılığında Öte Âlemde bir karşılık bulacağız. Buna inanıp inanmamamız sonucu değiştirmemektedir.

Yukarıda ifade ettiğimiz gidişat, doğal mıdır İlahi yasalarla ilişkisi nedir Gidişatın yönünü daha iyiye, güzele, doğruya çevirmek mümkün müdür ya da değil midir Bu soruların cevabını, Rad Süresi 11, Enfal Süresi 53. ayetlerde bulmaktayız:

“[13.11] Onun (insanın) önünden ve arkasından izleyenleri vardır, onu Allah’ın emriyle gözetmektedirler. Gerçekten Allah, kendi nefis (öz)lerinde olanı değiştirip bozuncaya kadar, bir toplulukta olanı değiştirip-bozmaz. Allah bir topluluğa kötülük istedi mi, artık onu geri çevirmeye hiç bir (biçimde imkân) yoktur.”

“[8.52] Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin gidiş-tarzı gibi. Allah’ın ayetlerine küfrettiler de, Allah da onları günahlarından dolayı yakalayıverdi.

“[008.053] Nedeni şu: Bir kavim (toplum), kendinde olanı değiştirinceye kadar Allah, ona nimet olarak bağışladığını değiştirici değildir. Allah şüphesiz işitendir, bilendir.”

“[8.54] Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin gidiş tarzı gibi. Onlar, Rablerinin ayetlerini yalanladılar; biz de günahları dolayısıyla onları yıkıma uğrattık, Firavun ordusunu suda boğduk. Onların tümü zulme sapanlardı.”

Rad 11. ayetini yorumlamadan önce, Rad 2-10. ayetlerinde ele alınan konuları göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Rad 2-4. ayetlerde Allah’ın yerlere ve göklere yerleştirdiği ilahi yasalara, Rad 5. ayetinde ise bu dünya ile öteki dünya arasındaki ilişkiye, ilahi yasaya, Rad 6-7. ayetler ise farklı değer sistemine sahip olan insanlar arasındaki etkileşimi belirleyen ilahi yasaya, Rad 8-10. ayetler ise Allah’ın her şeyi bildiğine, gördüğüne ve işittiğine ilişkin ilahi yasaya vurgu yapılmakta, dikkat çekilmektedir.

Rad 11. ayetin ilk cümlesinde insanı Allah’ın emriyle gözeten meleklerin var olduğunun, dolayısıyla insanın yapıp ettiklerinin tamamen kayıt altına alındığının açıkça ifade edilmesi, devamında gelen cümledeki ana fikirle yakından ilgilidir. “Gerçekten Allah, kendi nefis (öz)lerinde olanı değiştirip bozuncaya kadar, bir toplulukta olanı değiştirip-bozmaz.” Bu cümlede birbiri ile iç içe geçmiş iki ana nokta söz konusudur. Birincisi, toplumların bir halden başka bir hale, bir durumdan başka bir duruma geçişi olarak tanımlanan değişim, bizzat toplumların kendi öz iradeleri ile ortaya koydukları tutum, tavır ve davranışın bir sonucudur. İkinci nokta “kendi nefis (öz)lerinde olanı değiştirip bozuncaya kadar” ifadesinde yer aldığı gibi değişimin yönünün olumsuz, bozulma yönünde seyretmesi ile ilgilidir. Allah fert ve toplumların olumsuz istikamette değişimleri konusunda müdahale yapmamaktadır. Allah’ın fiilleri yaratması ile değişimin bu yönü arasındaki ilişkiye dikkat edilmelidir. Ancak olumsuz istikamette vuku bulan değişim belli bir eşik seviyeyi aştığı andan itibaren ilahi yasaların cezalandırma ile ilgili boyutu devreye girmekte ve cezalandırma kaçınılmaz olarak vuku bulmaktadır. Hak eden fert ve toplumlar cezalandırılırlar. Rad 11’de geçen “Allah bir topluluğa kötülük istedi mi, artık onu geri çevirmeye hiç bir (biçimde imkân) yoktur” cümlesi ile anlatılmak istenen budur. Bu cümleden sonra gelen 13-14. ayetlerde yine yer ve göklerde olan kanuniyetlere vurgu yapılmaktadır. Bunlara yerdekilerin ve göktekilerin isteyerek ya da istemeyerek de tabi olması, bir başka kanuniyet olup “secde etme” kavramı ile ifade edilmektedir:

“[13.15] Hâlbuki göklerde olsun, yerde olsun kim varsa isteyerek veya istemeyerek, hem kendileri hem gölgeleri hepsi sabah akşam Allah’a secde ederler.”

Enfal 53. ayeti, Enfal 52 ve Enfal 54 ile birlikte ele alıp değerlendirmek gerekmektedir. Enfal 52 ve Enfal 54. ayetlerde “Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin gidiş tarzı gibi” ifadesi ile Firavun ve ona benzer davranan, yaşayan, zulmeden toplulukların helak edilmelerine dikkat çekilmektedir. Helak edilme nedenleri, “Allah’ın ayetlerine küfretmeleri”, ilahi yasalara uymayarak “günah işlemeleri”; ilahi yasalara aykırı bir tutum, yaşam ortaya koymaları, insanlara zulmetmeleri, insanları sömürmeleri, bölmeleri, parçalamaları, birbirine düşman hale getirmeleridir. Allah da onları bu günahlarından dolayı yakalayıp cezalandırmaktadır. Bu iki ayetin arasına yerleştirilmiş olan Enfal 53’de yer alan, Allah tarafından verilen “nimetlerin” değişimi, insanların kendilerini değiştirip değiştirmemesine bağlıdır.

 Ayette anlatılmak istenen, insanın sahip olduğu ya da sahip olmak istediği her türlü nimet, onun ortaya koyduğu tutum, tavır, davranış, huy, ahlak ve amellere bağlanmıştır. Kişisel huy, ahlak ve şahsiyetin değişmesi sonucu nimetlerde değişmektedir. Enfal 52 ve Enfal 54’de ifade edilen Firavun ve ondan öncekilerin başına gelenler, onların şahsiyetlerinde kişiliklerinde huylarında ve ahlaklarında kötü istikamette meydana gelen değişimin doğal sonucudur. Elmalılı’ya göre burada kast edilen iki farklı nimet vardır: “Akıl ve irade, küfür ve iman, ahlak ve amel gibi kişisel sebeplere bağlı olan nimetlerin dışındaki doğrudan doğruya alınıp verilen nimetler, bu konunun dışındadır”(1). Nitekim İsra 20. ayetine göre bu ikinci grup nimet, ister iman etsin isterse iman etmesin hiç kimseye yasaklanmış değildir:

“[17.20] Onların ve bunların her birine Rabbinin nimetinden ulaştırırız. Esasen Rabbinin nimeti kimseye yasak kılınmış değildir.”

Rad suresi 11 ve Enfal suresi 53. ayetlerde dikkat edilmesi gereken en temel nokta, ferdin ve toplumun değişmesi ile Allah’ın değiştirmesi arasındaki öncelik ve sonralık ilişkisidir. Bu iki değişim arasındaki öncelik ve sonralığın karıştırılması bambaşka sonuçlar doğurabilir. Her iki ayette de önce fert ve toplum değişiyor sonra da Allah onlara ilişkin değişimi yaratıyor. Burada İnsan yüklenen sorumluluk vardır ve yapıp ettiklerinden sorumludur.

Ali İmran suresi 140-167 ayetleri, Uhud savaşına yer vermektedir. Uhud savaşının birinci evresi zaferdir. Uhud geçidine yerleştirilmiş olan okçulardan çoğunluğunun zafer kazanıldıktan sonra, ganimet toplamak için emir dinlemeyip görev yerinden ayrılması, buna karşılık savaşı kaybetmiş olan müşriklerden Halit bin Velid’in savaşı kaybetmelerine rağmen 200 kişilik süvari birliği ile birlikte sabırla beklemesi, zaferin seyrini değiştirmiştir. Mücadeleye ilişkin ilahi yasaya sabrederek uyan Halid Bin Velid olmuş olduğundan ilahi yasanın doğal sonucu tezahür etmiş; müşrikler savaşı kazanmışlardır. Bunu üzerine Müslümanların bir kesimi bu nereden çıktı diye yakınmışlardır. Allah’ın bu soruya, serzenişe verdiği cevap, nefislerdeki değişimin istikametinin doğurduğu bir sonuç olduğu şeklindedir:

“[3.165] Başınıza bir belâ gelince niçin: «Bu nereden » diyorsunuz Halbuki siz (Bedir’de) onların (düşmanların) başlarına bunun iki katı belâ getirmiştiniz. Ey Peygamber, onlara de ki: «Bu belâyı kendi başınıza siz getirdiniz.» Şüphesiz Allah her şeye kâdirdir.”

Bu iki değişim arasındaki öncelik ve sonralık ilişkisi, Nahl suresi 33. ayetinde kesin bir kanuniyet olarak ifade edilmektedir. İnsanın başına gelenler, kendi elleri ile yaptıklarının bir ürünü, bir sonucudur:

“[16.33] Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendi nefislerine zulmediyorlardı.”

Sonuç: Nefislerde Değişen Nedir

Eğer değişim öncelikle ferd ve toplumun nefislerinde meydana geliyor ve değişimin yönüne bağlı olarak nimet ve külfet, ödül ve ceza hak ediliyorsa, ferd ve toplumun nefislerinde değişen nedir Ya da değiştirilmesi gereken nedir

Kaynaklar

1- Elmalılı, H. Y., Hak Dini Kuran Dili, Azim Dağıtım, İstanbul, Cilt 4, S: 243.

 

12 Şubat 2015 Perşembe

Geçmiş Toplumlar İçin Geçerli Olan İlahi Yasalar Bizim İçin de Geçerlidir

 (Milli Gazete)

Giriş

Kadife darbenin gölgesinde Türkiye yeni bir seçime doğru giderken, siyasetçilerin dili yeniden sertleşmeye başlamıştır. Siyaset erbabının dilinin sertleşmesi, kötüleşmesi, toplumsal zeminde daha da şiddetli bir karşılık bulmakta, toplum bir taraftan kamplaşırken, diğer taraftan da ahlaki ölçüleri zorlayan hatta yıkan iftira ve eylemlerde bulunmaktadır. Türkiye de Cumhuriyetin başlangıcından buyana dozajı değişmekle beraber siyasi dil ve bunun toplumsal zemine yansıması, genel olarak hep böyle olmuştur. 

Türkiye Cumhuriyeti kurucularının yeni devleti, halka kabul ettirebilmek ya da en azından yeni sistemi kabul edecek bir halk tabanı inşa edebilmek için kullandıkları, suçlayıcı, karalayıcı, aşağılayıcı dil, Cumhuriyet döneminde yetişen neslin genetik yapısının neredeyse temel özelliklerinden birisi haline gelmiştir. Bunun sonucu her siyasi iktidar ya da parti, başkasının karalanması, suçlanması, aşağılanmasında kendi varlığının yeşerip boy atacağını sanmıştır. Türkiye 2015 genel seçimlerine giderken kıran kırana bir siyasi mücadelenin verileceğini, ahlaki ölçülerin çok zorlanacağını söylemek abartı olmayacaktır. Siyasetin bu dili, toplumsal kirlenmeyi daha alt katmanlara yayarak daha büyük tahribata neden olabilecektir. Bu böyle mi olmalıdır Türkiye de Siyaset böyle mi yapılmalıdır. 

Siyasetin bu tutum ve tavrına karşı bir toplumsal tepki gerekmez mi Adil bir tepki. Parlamento dışında yer alan bilim insanları, ulema, düşünürler, kanaat önderleri, cemaatler, hareketler, STK lar ve kendisini tebliğle sorumlu tutan herkes, söz söyleyecekleri, tavır belirleyecekleri zaman bu günler değil midir Toplumsal kirlenmenin taban doğru daha da yaygınlaşmasına mani olmalı değiller midir Susmanın başka bir nedeni olmalıdır. Bu, nedir Bu yazı serisinde bu soruların cevapları araştırılacaktır.

İlahi Yasalar

Gerek canlı, gerek cansız gerek maddi gerekse manevi alanda her şey belli bir kanuniyete sahiptir. Kâinatta hiçbir şey rastgele vuku bulmaz. İnsanın yaptığı iş, bu kanuniyetleri keşfetmek, matematiksel ya da sözel kalıplar olarak ifadelendirmektir. Belli kalıplara dökemediğimiz vuku bulan olaylar, bizim açımızdan bilinmemektedir. Ama henüz bilemediğimiz, formüle edemediğimiz bir kanuna göre kâinattaki bütün canlı ya da cansız olarak nitelendirilen oluşumlar ya da olaylar tecelli etmekte, vuku bulmaktadır. Her şey yaratılış kanunlarına boyun eğerek varlığını sürdürmektedir. Bu kanunları bizim bilmemiz ya da bilmememiz sonucu değiştirmemektedir. 

Ancak kanuniyetleri bilirsek ondan yararlanmaya, hayatımızı ona göre şekillendirmeye, daha iyiye, güzele gitme noktasında bir yol tutturmaya çalışırız. Ayrıca keşfedilmiş kanunlar, Allah ın varlığının, birliğinin, güç ve kudretinin bir nişanı, bir delili ve bir belgesi olarak insanlığı hidayet yoluna çağırmak için bir araç olarak değerlendirilir/değerlendirilmelidir. Allah insanlığa hem afakta hem de enfüste ayetlerini göstereceğini, bu yolla da insanların Allah ın Hak olduğunu bilip öğrenmeleri ve gereğini yapmaları gerektiğini ifade etmektedir (41Füssilet 53). Kur an da Tabiattan (afaktan) verilen pek çok örnekte bu yaklaşım tarzını görmekteyiz (36 Yasın 38-40). 23 Mü minün 12-14. ayetlerinde de çocuğun oluşumu ile ilgili Allah, insana enfüsteki ayetlerini göstererek Allah ın hak olduğuna, varlığına ve birliğine iman etmesini istemektedir. 2 Bakara 164. ayette söz konusu ettiğimiz amaç, çok açık bir şekilde ifade edilmektedir. Allah, yerleri ve gökleri insanların faydasına ve hizmetine sunmuştur.

 İnsanın bundan yeterince ve olumlu bir şekilde yararlanabilmesi için Allah ın yerlere, göklere ve insan bünyesine vazettiği kanunları, bulması, keşfetmesi gerekmektedir. İnsanlar bu kanunları gerektiği gibi bilirlerse, bilme düzeylerine bağlı olarak ondan yararlanabilirler. (36 Yasın 33, 41; 45 Câsiye 12,13; 15 Hacc15; 16 Nahl 65). Allah ın koyduğu yasalar, sadece canlı ve cansız âlemin uyduğu varoluş, yaratılış yasaları değildir. Aynı zamanda beşeri ilişkiler, ferdi ve toplumsal yaşam ve farklı değer/inanç sistemleri arasındaki ilişki ve mücadeleyi de kapsamaktadır. Kur an-ı Kerim, neredeyse baştan sona kadar bu kanuniyetleri konu edinmektedir. Bu dünya öteki dünya denklemine ilişkin kanuniyetler, bu kısımla alakalıdır. Bu dünyada yaptıklarımıza karşılık öteki dünyada yaşayacağımız hayat arasında ilahi yasayla belirlenmiş çok sıkı bir bağ vardır. Varlığın uyduğu yasalar da, bu son iki yasaya vurgu yapmak, dikkat çekmek ve ders almak için aralara yerleştirilmiştir desek yanlış bir şey söylemiş olmayız. 

Bu noktada, dikkat çekici, ilginç bir örnek olarak 17 İsra Süresi 72-77 ayetlerini göz önüne alıp değerlendirmek yararlı olacaktır: [17.72] Kim bunda (dünyada) kör ise, O, ahirette de kördür ve yol bakımından daha şaşkın bir sapıktır . [17.73] Onlar(Müşrikler) neredeyse, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı düzüp uydurman için seni fitneye düşüreceklerdi; o zaman da seni dost edineceklerdi. [17.74] Eğer biz seni sağlamlaştırmasaydık, andolsun, sen onlara az bir şey (de olsa) eğilim gösterecektin. [17.75] Bu durumda, biz sana, hayatın da kat kat, ölümün de kat kat (acısını) tattırırdık; sonra bize karşı bir yardımcı bulamazdın. [17.76] Neredeyse seni (bu) yerden (yurdundan) çıkarmak için tedirgin edeceklerdi; bu durumda kendileri de senden sonra az bir süreden başka kalamazlar. [17.77] (Bu,) Senden önce gönderdiğimiz resullerimizin bir sünnetidir. Sünnetimizde bir değişiklik bulamazsın. (17 İsra 72-77) İsra 72. Ayette bu dünya ile öteki dünya arasında var olan yasaya dikkat çekilmektedir. 

Bu yasa, Kur an ın düşünce yapısı içerisinde Allah a İmanla Ahiret e İman olarak yol boyu çok sık kullanılmaktadır. İman edenler açısından bu dünya ahiretin tarlasıdır . İsra 73, 74 ve 76. ayetler, farklı değer sistemine mensup insanlar arasında mücadelenin temel kanuniyetine vurgu yapmaktadır. Örnek olarak sunulan, Hz. Peygamberle Müşriklerin arasındaki mücadeledir. Muhatabın Hz. Muhammed olması noktasından meseleye yaklaştığımızda, ayetlerde kullanılan ifadeler, bir müminin kanını donduracak mahiyettedir. 73. ve 74. ayetlerde Hz. Peygambere, onu vahyedilenlerin bir kısmından saptırtabilecek bir tuzak kurulduğu ve Hz. Peygamberin az da olsa bir eğilim içerisinde olduğu ifade edilmektedir. Bu, Tevhidi değer mensupları ile şeytani değer mensupları arasındaki mücadelede, şeytan ve taraftarlarının her türlü aldatma, hile, tuzak, komplo kurabilecekleri ve buna karşı iman edenlerin teyakkuz halinde bulunması gerektiği konusunda, Hz. Peygamberin şahsında, iman edenlere yapılan çok ciddi bir uyarıdır. 

Bu, inkâr edenlerin iman edenlerin sapmasını istedikleri, bunun için de her türlü hile, yalan, aldatma, komplo ve tuzağa başvuracaklarına ilişkin bir kanuniyettir. Konu ile ilgili bir başka yasa, Hz. Peygamber Allah tarafından kuvvetlendirilmemiş olsaydı, O nun kurulan tuzağa düşmesi ile ilgilidir. İman edenler, Kur an ve Sünnet düzleminde kendilerini bireysel olarak sağlamlaştırırken, bir beden gibi , bir birini yıkayan el gibi de birbirlerini sağlamlaştırmak, beslemek, desteklemek, cemaat/hareket olmak zorundadırlar. Ayetlerde geçen üçüncü temel yasa, iman edenlerle inkâr edenlerin dostluğu ile ilgilidir. Hz. Peygamber müşriklere uymuş olsaydı Hz. Peygamberin müşrikler tarafından dost edinileceği ifade edilmektedir. Bu, iman edenler sapmadıkça kendi düşüncelerinden vaz geçmedikçe, inkâr edenlerin onları gerçek anlamda ve içten dost kabul etmeyeceği yasasının var olduğu anlamındadır. Bu nedenle Kur an ın değişik yerlerinde Yahudi ve Hıristiyanların dost edinilmemesi uyarısı müminlere yapılmaktadır. Hak ve Batıl mücadelesinde inkâr edenler, iman edenlere karşı topyekûn ve sınırsız bir mücadelenin içinde oldukları, Hz. Peygamberi kendi yurdundan sürüp çıkarmak istedikleri ifade edilerek dile getirilmiş olmaktadır. Bu da, değer sistemleri arasındaki mücadelede temel bir yasadır. 

Ayetlerde geçen bir başka yasa, vahye aykırı bir şeye uyan peygamber de olsa, Allah tarafından hem bu dünyada hem de öteki dünyada çetin bir azaba duçar edileceği ile ilgilidir. İsra 72-76 de dile getirilen vaka ve yasalar, İsra 77 de, (Bu) Senden önce gönderdiğimiz resullerimizin bir sünnetidir. Sünnetimizde bir değişiklik bulamazsın. ifadesi ile İlahi sünnetin, kanuniyetin birer alt yasaları olduğu belirtilmiş olmaktadır. Allah Kur an da ilahi yasalarla ilgili üç ana hedef göstermektedir: Yasaları keşfederek onlardan yararlanarak daha iyiye, güzele doğru gidin. Sadece yasalara takılıp kalmayın, bu yasaları var eden, varlığa yerleştiren arkadaki asıl güce, Yaratıcı olan Allah a bakın, ona yönelin, onun her alanda vaaz ettiği yasaların gereğini yapın. Kul olduğunuzu unutmayın. Allah ın vaz ettiği ilahi yasalar sürekli ve değişmezdir.

İlahi Yasaların Sürekliliği ve Değişmezliği

İsra 77 de Peygambere hitaben söylenen, Senin başına gelenler senden önceki Peygamberlerin/resullerin de başına gelmiştir . Bu, Hak Batıl arasındaki mücadelede Allah ın değişmeyen bir yasasıdır. Allah ın Resulleri için geçerli olan yasasının tüm insanları, tüm müminleri kapsamına aldığı, tüm müminlerin bu yasalara uygun bir mücadele vermesi gerektiği asla unutulmamalıdır: 

Oysa hileli-düzen, kendi sahibinden başkasını sarıp-kuşatmaz. Artık onlar öncekilerin sünnetinden başkasını mı gözlemektedirler Sen, Allah ın sünnetinde kesinlikle bir değişiklik bulamazsın ve sen, Allah ın sünnetinde kesinlikle bir dönüşüm de bulamazsın. (35 Fatır 43; Bak: 33 Ahzâb 62)

Sonuç: Geçmiş Ümmetlerin başına Gelen Bizim Başımıza da Gelebilir

Allah, İnsanlığın var oluşundan bu yana değişmeyen bu yasalarını geçmiş ümmetler/milletler üzerinden hatırlatarak, onların başlarına gelenlerin bizim de başımıza gelmemesi için ibret almamız ve aynı tutum ve davranış içerisinde olmamamız noktasında bizleri uyarmaktadır: (İş) ne sizin kuruntunuza, ne Kitap Ehlinin kuruntusuna göre olmaz. Kötülük yapan cezasını çeker ve kendilerine Allah dan başka ne dost, ne de yardımcı bulamaz. (4 Nisâ 123; Bak: 54 Kamer 51; 3 Âl-i İmrân 137).

 

5 Şubat 2015 Perşembe

11 Eylül 2001 İkiz Kuleler Provokasyonundan 7 Ocak 2015 Karikatür Provokasyonuna Kirli Savaş - 4

 (Milli Gazete)

Giriş

Konu ile ilgili geçmiş üç yazıda; 1- “İki Olayın İcra edilmesinde ve Kamuoyuna Sunulmasında ki Benzerlikler”; 2- “7 Ocak 2015 Charlie (Çarli) provokasyonunu gerçekleştirilen güçlerle ilgili İhtimaller ve Fransa’yı etkileyen iç ve dış dinamikler”; 3- “11 Eylül 2001 İkiz Kuleler Provokasyonuna doğru ABD’ni Rahatsız Eden Gelişmeler ve ABD derin Devletinde bir iç hesaplaşma” konuları ele alınıp incelenmiştir. “7 Ocak 2015 Charlie (Çarli) provokasyonunu gerçekleştiren gerçek failleri bulabilmek için bir arka plan analizi yapılmıştır.

Burada, bu provokasyonu yapan gücün kim olduğu ve muhtemel gelişmeler üzerinde durulacaktır.

ABD-İsrail-İngiltere ittifakı ile Fransa Arasındaki Fay Hatları

Fransa ile ABD arasında Sovyetler birliğinden bu yana devam eden bir çekişme vardır. De Gaulle’un NATO’ya karşı takındığı tavırdan bu yana şiddeti değişmekle beraber Fransa ABD arasında bir gerilim yol boyu hep yaşanmıştır. Şu an mevcut olan muhtemel gerilimi kaynaklarını, aşağıdaki gibi özetleyebiliriz.

Avrupa Savunma Sistemi

Fransa, yol boyu AB’nin kendine özgü bir savunma sistemi olması gerektiği düşüncesini sürekli gündeme getirmiş, fakat ABD daima buna karşı çıkmıştır.  ABD, Fransa’ya tehdit içeren bazı çıkışlar yapmıştır/yapmaktadır. 24 Ekim 2003’ Prag, ‘NATO ve Büyük Ortadoğu’ adlı konferansta NATO Konseyi Daimi Üyesi R. Nicholas Burns’ün yaptığı konuşmada tehdit ile tavsiye iç içedir.

Avrupa’nın kendine özgü bir savunma sistemi olması, Fransa ile ABD arasında sürekli bir gerilim kaynağı olarak varlığını sürdürmektedir.

Fransa ve ABD’nin Afrika Çekişmesi

Fransa ve İngiltere arasında imzalanmış Sykes-Picot anlaşması ile 1. Cihan Savaşı sonrasında Ortadoğu ve Afrika üzerinde en etkili iki devlet olmuşlardır. 2. Cihan savaşı sonrasında bu iki bölgede Fransa ve İngiltere’nin yanı sıra ABD devreye girmiştir. Yol boyu bu üç devlet arasında kıyasıya bir hâkimiyet mücadelesi olagelmiştir.

Saddam zamanında Irak operasyonuna karşı en çok direnen ve son dakikada devreye giren Fransa olmuştur. Libya operasyonunda da Fransa, ABD ve NATO’ya rağmen Libya’yı tek başına bombalamaya başlamış, NATO, daha sonra devreye girmiştir. Kaddafi devrildikten sonra Libya petrollerine Fransa el koymuştur. Diğer taraftan bağımsız olmuş olmalarına rağmen Fransa tarafından sömürge muamelesi yapılan Afrika ülkelerinden Benin, Fildişi Sahili, Mali, Gine, Nijer, Togo, Kamerun, Burkina Faso, Ekvator Ginesi, Çad, Gabon, Senegal, Orta Afrika Cumhuriyeti ve Kongo’dan yaklaşık “300 milyar dolarlık” gizli bir “koloni vergisi”(!) almakta, yer altı zenginliklerine el koymakta, ithalat ve ihracatlarının Fransa üzerinden gerçekleştirilmesi için bu ülkelere baskı uygulamaktadır. Fransa bu “kolonilerden”(!) elde ettiği imkânları, kimseyle paylaşmamaktadır.  ABD, Fransa’dan bir pay istemektedir. Fransa, bu payı vermeyince, CIA tarafından Afrika ülkelerinde Fransız gazetecilere, papazlara ve askeri birliklere saldırılar düzenlenmekte, Fransa’yı Afrika’da zora sokmaya çalışmaktadır. “CIA, 2013 ve 2014’te Kamerun, Yemen, Mali, Nijer ve Togo’da Fransız papazları kaçırmıştır.” Yemen’de Fransız diplomatlar öldürülmüş, Orta Afrika’da Fransız askerlerine saldırılar düzenlenmiş, Fransız turistler kaçırılmış, Suriye’de 4 ay arayla Fransız gazeteciler kaçırılmıştır. Irak-Suriye hattında CIA organizasyonu ile kaçırılan 4 Fransız gazeteci daha sonraları, MIT operasyonu ile kurtarılıp Fransa’ya teslim edilmiştir. ABD’nin buna cevabı, Türkiye’nin Musul Konsolosluğu personelinin rehin alınması şeklinde gelmiştir (1).

Fransa, ABD’nin operasyonlarına değişik şekillerde karşılık vermektedir. Muhtemelen Libya’da, ABD büyükelçiliği, Fransız istihbaratının bir operasyonu ile basılmıştır. ABD’deki Ferguson olayları diye anılan olayların arkasında Fransa Dış İstihbarat Servisi’nin (Direction Generale de la Securite Exterieure (DGSE)) olduğu yaygın bir kanaat halindedir (1).

Fransa-Türkiye Yakınlaşması ve Türkiye’nin Füze İhalesi

Son yıllarda Afrika kıtasına hızlıca giren ve yayılan Türkiye ile Fransa arasında özel bir işbirliği mevcuttur. Bu işbirliği, ABD-İsrail-İngiltere ittifakının işine gelmemektedir. Türkiye çözüm süreci ile ilgili kararlı adım attığı bir dönemde Fransa’da, Paris’te, PKK’lı üç kadın terörist infaz edilmiş, Türkiye’de de Galatasaray Üniversitesi’nde ciddi bir yangın çıkarılmıştır. Operasyonun Türkiye tarafından yapıldığı servis edilmiş, Türkiye Fransa ilişkileri bozulmak istenmiştir. İlginç bir rastlantı da, Çarlı provokasyonunu yaptığı iddia edilen, Yemen El kaidesine mensup olduğu söylenen kardeşlerin ve onlarla bağlantılı kişilerin, Türkiye üzerinden Fransa’ya girdikleri bilgisinin medyaya servis edilmesidir. Bütün bunlar, ABD-İsrail-İngiltere ittifakının Türkiye Fransa ilişkilerini bozmaya dönük bir girişimi olarak değerlendirilmelidir.

ABD-İsrail-İngiltere ittifakının, hem Türkiye hem de Fransa ile ortak sorunlarından biri, Türkiye’nin Füze ihalesine Çin’in yanı sıra Fransa’nın da katılmış olmasıdır. Türkiye yaklaşık bir yıldan beri Füze savunma sistemi satın almak istemektedir. Çin hem en uygun fiyatı vermekte hem de teknolojiyi vermeyi taahhüt etmektedir. Amerikan firmaları, hem yüksek fiyat vermekte, hem de teknolojiyi vermemektedir. Buna rağmen ABD, ihalenin Çine verilmesine şiddetle karşı çıkmaktadır. Çine ihalenin verilmemesi, Türkiye-Çin yakınlaşmasının gerçekleşmemesi için Türkiye’yi ikna etmek amacıyla Irak-Suriye hattı üzerinden Kobani tezgâhlanmış, Türkiye’ye 6-7 Ekim hadiseleri ile özel bir mesaj verilmiştir.

ABD-İsrail-İngiltere’nin Türkiye’nin Çin ile olan yakınlaşmasına gösterdiği bu büyük tepkinin ardından Türkiye, Fransa ile yakınlaşmaya ve Füze savunma sistemi konusunda NATO ülkesi olan Fransa’yı ikinci bir alternatif olarak değerlendirmeye karar vermiştir. Hava Savunma Sistemi konusunda Türkiye, 7 Ocak 2015 tarihinde hava savunma sistemini kiminle gerçekleştireceğine karar verecekti. Beşiktaş, Sultanahmet’te patlayan bombaların 7 Ocak Çarlı Provokasyonunun birkaç gün öncesine tekabül etmesi, tesadüf değildi. Bir hafta içinde gerçekleştirilen bu olaylarla Türkiye ve Fransa’ya özel bir mesaj verilmiş ve Türkiye’nin kararı geciktirilmiştir.

Türkiye Fransa ilişkilerinde ABD-İsrail-İngiltere’yi rahatsız eden diğer iki önemli konu da, Fransa’nın gerek Suriye gerekse Filistin konusunda Türkiye’nin tezlerine belli oranda destek vermiş olmasıdır. Fransa, ABD-İsrail-İngiltere ittifakına rağmen Suriye devlet başkanı Esed’ın düşmesini istemektedir. Ayrıca Hollande’in, “Filistin’i tanımanın artık zamanı geldi!” şeklinde yaptığı açıklamayla Fransa’nın, Filistin devletini tanıyacağını açıklaması, ABD-İsrail-İngiltere ittifakını zıvanadan çıkarmıştır.

Euro’nun Uluslararası Para Birimi Olması

ABD-İsrail-İngiltere ittifakı, AB ile Çin ve Rusya’nın ilişkilerinden rahatsızdır. İttifak, Çin’in yayılmasına, Rusya ve AB ile iyi ilişkiler kurmasına karşıdır. Çin’in AB ülkeleri ile ticareti, Euro üzerinden yapma teklifi, Siyonizm tarafından Dolar üzerinden kurulu sömürü çarkının yıkılması anlamına gelmektedir. Bu bir kez gerçekleştiğinde dünyanın diğer ülkelerine kötü örnek teşkil edecek, kurulan tüm sömürü sistemi çökecektir. Fransa ve Almanya’nın Euro üzerinden ticaret yapılmasına onay vermemesi için özel bir uyarıya ihtiyaç vardı. Bu mesaj, Çarli operasyonu ile verilmiştir.

Fransa Rusya İlişkileri

Fransa ve Almanya, ABD-İsrail-İngiltere ittifakına rağmen, Rusya ile ilişkilerin geliştirilmesini, düzeltilmesini ve Ukrayna nedeniyle Rusya’ya uygulanan yaptırımların kaldırılmasını istemektedir. Hollande, 7 Ocak Çarli Provokasyonundan önce, “Washington’un Rusya’ya uyguladığı yaptırımlardan bir an önce vazgeçmesi gerekiyor!” açıklamasını yapması, ABD’ye rağmen Rusya’ya verilen çok önemli bir destek idi. Diğer taraftan Fransız petrol devi Total’in Ceo’su Christophe de Margerie, Rusya ile Avrupa’nın arasını düzeltmek için gayret sarf etmekteydi. Christophe de Margerie göre, Avrupa ile Rusya kavga yapmamalı, çıkarları ortaktır. Her iki bloğun asıl rakibi ABD’dir. Bu amaçla Rusya’ya gitmiş ve “ihtimal dâhilinde olmayan bir kaza” ile öldürülmüştür. Fransa’nın buna cevabı, Fransız Savaş Gemisi Charles de Gaulle’un Doğu Akdeniz’de Rus Karadeniz Filosu ile buluşması ve yakınlaşması olmuştur. ABD-İsrail-İngiltere ittifakı, AB-Rusya yakınlaşmasını istememektedir.

Sonuç

ABD-İsrail-İngiltere ittifakı Fransa merkezli AB hesaplaşması, çok daha sert geçecek gibi gözükmektedir. Çarli Provokasyonundan sonra Yemen’de karışıklıkların çıkması, İran destekli grupların Yemen’de etkin hale gelmesi, Obama’nın İran’a yaptırım uygulanmaması konusunda kongreyi uyarması, Türkiye- Fransa yakınlaşmasına ABD’nin İran’la yakınlaşma şeklinde verdiği bir cevap olarak değerlendirilebilir.

Yemen’de Fransa’nın ekonomik çıkarlarının çok yüksek olduğunu göz önüne aldığımızda, Yemen El Kaidesi adına operasyon yapılmasının daha başka bir anlamı ve mesajı olduğu ortaya çıkmaktadır. Yemen, teröre yataklık suçlaması ile ABD-İsrail-İngiltere ittifakı tarafından işgal edilerek Fransa’ya ciddi bir ekonomik darbe vurulabilir. Diğer taraftan Afrika’daki Fransız kolonisi olan(!) ülkelerde, ABD-İsrail-İngiltere ittifakı, yeni bir kadife darbe zinciri başlatabilir.

Avrupa’da hızla yayılan İslam Düşmanlığı hareketi PEGİDA, Almanya ve Fransa’ya rağmen ABD-İsrail-İngiltere ittifakı tarafından geliştirilmiş bir harekettir. Amaç, AB ülkelerini istikrarsızlığa sürüklemek, iç kargaşa çıkararak AB’yi kendi içine kapatmak amaçlanıyor olabilir. Türkiye, bu noktada çok dikkatli davranmak, iyi bir dil kullanmak zorundadır.

Yunanistan’da “Radikal Sol Koalisyon SYRIZA’nın” iktidar olması, AB merkez ülkesi Almanya ve Fransa’ya dönük ABD-İsrail-İngiltere ittifakı destekli bir operasyon olabilir. Soros ve ekibinin bu işin içinde olup olmadığı kısa zamanda ortaya çıkacaktır. Eğer olay, bir kadife darbe olarak gerçekleşmişse, bu dalga,  İtalya ve İspanya’yı da vuracak demektir. Bu da AB’nin güney kanadının çökmesi anlamına gelmektedir.

SYRIZA liderinin Güney Kıbrıs’a gidip orada Kuzey ve Güney Kıbrıs STK’ları ile görüşmesi, geçmişte Talat’ı iktidara taşıyan kadife darbe gibi yeni bir darbenin başlatılması amaçlı olmuş olabilir. Türkiye bu noktada daha dikkatli olmalı ve Kıbrıs’ı daha yakından takip etmelidir.

 

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...