27 Mart 2014 Perşembe

Müslüman kardeşine veli (dost-sırdaş) olabilmek ve sorumluluğunu yerine getirebilmek

(Milli Gazete)

Giriş

Bütün Kadife Darbelerde, seçim öncesi, esnası ve sonrasında “seçime hile karıştı” denip kitleleri sokağa çekip sokak hâkimiyeti kurarak ülkeyi bir kaosa sürüklemek temel bir stratejidir. Bundan sonra gerilim artırıcı provokatif hareketler gittikçe artabilir. Her yanlış adım, söz ve kelam gayrı memnunlar ittifakını genişletebilir. Bu da Kadife darbeci şer cephesinin işine yarar. O nedenle başta siyasiler olmak üzere tüm Müslümanlar, iki ana kavram üzerinden dostluk (veli) ve kardeşlik duygularını geliştirici, kuvvetlendirici bir dil, tavır ve tutum ortaya koymalıdır.

Bu amaçla geçen yazıda kardeşlik üzerinde durmuştuk. Burada ise dostluk (velilik) üzerinde durulacaktır.

Veli, Velâ ve Velâyet

Velâ ve velâyet’in sözlük anlamı, “arada bir şey bulunmadan bitişiklik, yan yana olma ve yaklaşmadır”. Bu anlamdan hareketle ‘velâyet’ kavramına; arkadaşlık, yardımda, inançta tam bir yakınlık anlamları verilmektedir (1-6).

Ragıb’e göre veli kelimesinin esas kökü, velâ kelimesidir. Velâ ve velâyet, “zaman, mekan, din, inanç, itikat, değer, arkadaşlık, dostluk, sırdaşlık, bağlılık ve nisbet bakımından arada bir şey bulunmadan tam bir yakınlık, bitişiklik, yan yana oluş” anlamındadır (4, 5). “İki şey arasında kendilerinden olmayanın bulunmaması” demektir (1,2). ‘Velâyet’, bir işi yüklenme, emirlik, riyâset (yönetim ve yetki), yardım işini üzerine alma, destek olma anlamlarına da gelir. İçerisinde sevgi manasını da barındırmaktadır.

Fahreddin er-Râzî’ye göre velî kelimesinin ıstılâhî manası, “insanın menfaati ve elde etmek istediği amaç doğrultusunda işlerinin yolunda gitmesine vesile olabilecek şeyleri üstlenen kimse demektir”.

Velî kelimesinin mastarı olan “Velâyet” kelimesi, Kur’ân’da sadece iki yerde geçerken bu kavramdan türeyen “Velî” kelimesi 24’ü tekil, 62’si “Evliya” şeklinde çoğul olmak üzere toplam 86 âyette geçmektedir. Veli kavramı 13 ayette, Allah’ın rahmet ve yardımı ile ilgili bir ismi olarak iyi kullarına dost, onları koruyup kollayan ve yardımcı olan anlamlarında kullanılmaktadır. Bazı ayetlerde veli kelimesi, mürşid (yol gösterici), vali (koruyucu), şefi (şefaatçı) ve hamid (övgüye layık, öven) vaak (koruyucu) sıfatları ile birlikte kullanılırken; bazı ayetlerde de mirasçı, temsilci, efendi ve layık anlamlarında kullanılmaktadır (1-4).

Tevalla kelimesi ise “uzaklaşma, yüz çevirme, sırt dönme” anlamlarına gelmektedir. Mevla kelimesi, “bir başkasının işine veli olan, ona başkasından daha layık olan” anlamındadır (1).

Kur’an’da Veli Kavramının   Anlam Alanı (Semantik Alan)

“Velâyet” ve onun türevleri olan “velî” ve “mevlâ” kavramlarının Kur’an’da geçtiği yerlerde, dost, sırdaş, yardımcı, taraftar, hâkim, vâli, yönetici, koruyucu, sahip, gözeten, yol gösterici, aydınlatıcı, mürşid, şefaat eden, koruyucu ve yücelten gibi sıfatlarla birlikte kullanılmaktadır. Dolayısıyla veli kelimesinin, Kur’an’da etkileştiği kavramlarla birlikte meydana getirdiği bir semantik alan vardır ve bu alanın merkezinde, Allah ve iman kavramları yer almaktadır. Bu semantik alan içerisinde veli kelimesi, hubb (sevgi), bitane (sırdaş), halil (dost), Nusret (yardım) yardımcı (nâsır); arka veya sırt (zahr), destekçi (zâhir); müttefik (halîf), andlaşma, dost, dostluk (hılf); yardımcı (ensâr); yardımcılar, (a’vân); sırdaş (velîce) kavramları ile etkileşim içerisindedir. Velayetin zıddı, adavet olduğundan veli kavramının oluşturduğu semantik alanda, adavet kavramı da yer almaktadır.

Veli kavramının, bu geniş etkileşim ağından dolayı Müslümanlar için özel bir anlamı ve konumu vardır. Veli kavramı, bir taraftan Allah ile olan ilişkilere bir boyut ve çerçeve kazandırırken; diğer taraftan insanlar arasındaki ilişkilere, iman, değer, hak ve batıl merkezli bir boyut getirmektedir. Her iki ilişkide de çift yönlü bir etkileşim söz konusudur. Allah’tan İnsana doğru ve insandan Allah’a doğru çift yönlü ilişkide, Allah’ı veli kabul edenler ile Allah’ın dost kabul ettikleri iki insan unsuru vardır. Veli kelimesinin insanlar arasındaki ilişkilerdeki etkileşimi, iman eksenli olup gerek iman edenlerle etmeyenler arasında ve gerekse her iki grubun kendi içerisindeki ilişkilerde iki yönlüdür.

Bu sebeple veli kavramının bu iki boyutlu etkileşim ağını, daha yakından incelemek ve günlük hayattaki karşılığını bulmak ve bugün çatışan iki güç açısından değerlendirmek çok anlamlı olmaktadır.

Velayet Allah’ındır ve Veli Ancak Allah’tır

Allah Teâlâ, “el-Velî” ve “el-Vâlî” isimleri ile, genel olarak tüm canlılar için özel olarak da iman edenler için velidir. Allah’ın, genel olarak insanların yegâne ve tek velisi olduğunu belirten ayetlerde dikkat çeken nokta, insanların zor, sıkıntılı olduğu dönemlerde, bu gerçeği kabullenmeleri ve Allah’a sığınmak istemeleridir. Bazı ayetlerde de, böyle dönemler hatırlatıldıktan sonra insanlara hitaben “velilerinin yalnızca Allah olduğu”, “Allah’tan başka velinin” olmadığı hatırlatılmaktadır. (2 Bakara 107, 6 Enam 14, 51, 62, 70; 9 Tevbe 116; 10 Yunus 30; 11 Hud 20; 13 Rad 11; 18 Kehf 26, 44; 32 Secde 4; 39 Zümer 3; 42 Şura 9, 28; 44 Duhan 41; 46 Ahkaf 32).

Allah’ın Velisi Olduğu İnsan Unsurları

Allah, tüm insanların, ister kabul etsinler ister etmesinler, yegâne ve tek velisidir. Kur’an’daki bu çağrı, tüm insanlara yapılan bir uyarıdır. Allah’ın veli olmasının nimetlerinden yararlanmanın yolunu, Allah, iman etmeye bağlamıştır. Bu bağlamda, Allah’ın Velisi/Mevla’sı olduğu insan unsurları, aşağıdaki gibi sınıflandırılabilir:

1-Allah Müminlerin Velisi/Mevla’sıdır(2 Bakara 257; 3 Ali Imran 68, 149-150; 5 Maide 55-56; 6 Enam 62, 127; 8 Enfal 39-40; 9 Tevbe 51; 10 Yunus 30; 22 Hacc 78; 47 Muhammed 11; 66 Tahrim 2)

2- Allah Muttakilerin Velisi/Mevla’sıdır (45 Casiye 19)

3- Allah Salihlerin Velisi/Mevla’sıdır ( 7 Araf 196)

Yukarıda geçen ayetlerin bir kısmında, Allah’ın veli oluşunun hatırlatıldığı durumlar, iman etmeyenlerin müminler üzerindeki baskı ve şiddetini artırdığı durumlardır. Böyle durumlarda müminler, Allah’ın kendilerinin Velisi ve Mevla’sı olduğunu hatırlayarak, sabretmeleri, direnmeleri, mücadele azim ve şuurlarını artırmaları gerekmektedir. Bu ayetlerde bir yönüyle müminlere moral verilmekte, motivasyonları artırılmaktadır. (4 Nisa 45).

Allah’ın Veli Olmayacağı İnsanlar

Allah, genel olarak tüm insanların özel olarak da iman edenlerin velisidir. Ancak Allah, inkâr ve zülüm düzleminde bazı insanların velisi olmayacağını Kur’an’da açıklamaktadır:

Allah Kâfirlerin Velisi Değildir (48 Fetih 22; 33 Ahzab 64-65

Allah Münafıkların Velisi Değildir (9 Tevbe 74; 33 Ahzab 17)

Allah Zalimlerin Velisi Değildir (42 Şura 8, 46, 241; 11 Hud 20)

Allah Zulme Eğilim Gösterenlerin Velisi Değildir (11 Hud 113)

Allah Çağrıyı Reddedenlerin Velisi Değildir (46 Ahkaf 32)

Allah Sapıkların Velisi Değildir (42 Şura 44; 18 Kehf 17; 17İsra 97)

Allah Heva ve Hevesine Uyanların velisi değildir (13 Rad 37; 2 Bakara 120)

Allah Kötülük Yapanların Velisi Değildir (4 Nisa 123)

Allah Müstekbirlerin Velisi Değildir (4 Nisa 173; 45 Casiye 7-10)

İman – İnkâr Düzleminde Velilik

İnsanları İman etme ve etmeme düzleminde iki ana sınıfa ayırabiliriz. Bu durumda, veli kavramı çerçevesinde bir analiz yaptığımızda, dört farklı durumla karşılaşmaktayız:

1-İman Edenler Birbirlerinin Velileridir. (5 Maide 55-56; 6 Enam 62, 127; 7 Araf 196; 8 Enfal 34, 72; 9 Tevbe 71; 10 Yunus 30)

2- Küfredenler Birbirlerinin Velileridir (8 Enfal 72)

3- Zalimler Birbirlerinin Velileridir (45 Casiye19)

4- İman Edenlerin Veli Edinmemesi Gereken İnsan Unsurları Vardır

İman Edenler Birbirlerinin Velileridir

Kur’an’da, İman edenlerin birbirine veli olması, Allah ve O’nun Resulü sıralamasından sonra 3. sırada zikredilmesi (5 Maide 55-56); iman edenlerin birbirlerini veli edinmelerinin, “galip gelme” ve “Allah’ın taraftarları” ifadeleri ile birlikte kullanılması, konunun ne kadar önemli olduğunun göstergesidir.

Cinsiyet düzleminde Mümin erkeklerle mümin kadınlar da birbirlerinin velileri olup iyiliği emredip kötülükten sakındırmakla görevlendirilmişlerdir (9 Tevbe 71). Dolayısıyla tebliğin neden olacağı gerilim ya da çatışma durumunda, kadın ya da erkek tüm müminlerin birbirinin velisi olduğu gerçeğinden hareketle birbirlerine sahip çıkmaları ve birbirlerini savunmaları ve korumaları istenmektedir. Takva düzeyleri farklı olsa bile tüm müminler birbirlerinin velileridirler (7 Araf 196, 8 Enfal 34, 72)

Burada ki çerçeveye göre bugün Türkiye’de savaşan iki Müslüman Camiayı, nasıl konumlandırmalıyız

Öyleyse Ey savaşan taraflar bu savaşı durdurun.

İman Edenlerin Veli Edinmemesi Gereken İnsan Unsurları

Kur’an’ın konu kapsamında üzerinde hassasiyetle durduğu bir konu, iman edenlerin birbirlerini veli edinmeleri iken; diğer bir konuda, iman edenlerin, bazı insan unsurlarını veli edinmemeleridir. İman edenlerin veli edinmemesi gereken insan unsurlarını, aşağıdaki gibi sınıflandırabiliriz:

Allah’tan Başkasını Veli Edinenler (7Araf 3; 29 Ankebut 41; 42 Şura 6, 9; 25 Furkan 18)

Kâfirler (3 Ali Imran 28; 4 Nisa144; 5 Maide 57; 8 Enfal 73; 9 Tevbe23, 24; 18 Kehf 102)

Ehli Kitap-Yahudi ve Hıristiyanlar (3 Ali Imran 100; 5Maide 51,57, 80-82; 60 Mümtehine 7,8)

Allah’ın Gazabına Uğrayanlar (58 Mücadele14; 60 Mümtehine 13)

Allah’ın Düşmanları (60 Mümtehine 1,2; 58 Mücadele 22)

Müminlerin Düşmanları (60 Mümtehine 1)

Putlar (13 Rad 16; 22 Hac 13; 39 Zümer 3)

Münafıklar (4 Nisa 88-91, 139-140)

Müminlere Karşı Savaşanlar Ve Yurtlarından çıkaranlar (60 Mümtehine 8, 9)

Zalimler (43 Casiye 18-19)

Hicret Etmeyen Müslümanlar (4 Nisa 75; 8 Enfal 72)

Şeytan (3 Ali Imran 175; 4 Nisa 76, 119; 6 Enam 121; 7 Araf 30; 16 Nahl 63, 99,100; 18 Kehf 50; 19 Meryem 44,45; 22 Hac 4)

Bütün bu ayetleri ele alıp burada incelemek mümkün olmayacağı için kardeşlerimizin, ayetleri okuyup dersler çıkarması yararlı olacaktır. Ancak bu noktada aşağıdaki soruların sorulması mecburiyeti vardır:

Bu çerçevede bugün savaşan tarafların durumu nedir

Kim kimin yanındadır

Kim kime karşı savaşmaktadır

Bugün savaşan taraflar, 28 Şubat ve sonrasında kimlerle beraberdi, kimlerle iş tuttular ve ittifak ettiler

Laik-Seküler, Yahudi-Hıristiyanları veli edinenler kimlerdir

Bu savaşın gelecek nesillere bedeli ne olacaktır

Bu savaşın ülkeye, millete ve tüm dünya Müslümanlarına maliyeti nedir ve ne olacaktır

Bugün savaşan tarafların hiçbiri, kendisini yukarıdaki insan unsurlarından hiçbirine dâhil etmeyeceğine göre bu savaşın anlamı nedir

Bu ve buna benzer soruları, herkes kendine sormalı ve cevaplarını, duygusal davranmadan, hesap gününü göz önüne alarak adalet üzere vermeli ve gereğini yapmalıdır.

Öyleyse; Ey savaşan taraflar, bu savaşı durdurun.

Sonuç: Örümcek Yuvası Olan Bir Türkiye Sistemi

Genel olarak tüm müminler, birbirlerinin velisi olmasına karşılık, iman edip cihad edenlerin ve cihadın riskini üstlenenlerin aralarında özel bir hukuk vardır. Enfal Süresinin 72. Ayeti, velilik çerçevesinde Müminleri iki ana sınıfa ayırmaktadır: 1- İman edip cihad eden ve cihadın neden olabileceği tüm tehlikeleri üstlenenler. 2- İman edip hicret etmeyenler ve hiçbir risk üstlenmeyenler. Birinci gruptakilerin, birbirlerinin velisi olduğu ifade edilirken; birinci gruptakiler ile ikinci gruptakilerle arasında velilik çerçevesinde bir ilişki olmadığı, değişik ihtimaller dile getirilerek, ifade edilmektedir. Bu ayrıştırma, cihad edenleri, onların hukukunu ve çizdikleri stratejiyi korumakla alakalıdır.

Enfal 73’de “Küfredenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur.” denerek bu ayrışma, onaylanmamakta ve yeryüzünde var olan fitne ve fesadın müsebbibi olarak İman edenlerin bölünmüşlüğü, parçalanmışlığı gösterilmektedir. Öyleyse bu ülkedeki fitne ve fesadın varlığı ile bu ülkedeki Müslümanların parçalanmışlığı arasında doğrudan bir ilişki vardır. Bunu bugünün Müslümanları göz önüne almalıdır.

Bu nedenle bu iki camianın çatışmasını durdurmak için sorumluluk üstlenmek ve her iki tarafa da çağrı yapmak zorunluluğu vardır.

Öyleyse; Ey savaşan taraflar, bu savaşı durdurun!

Bugün Türkiye’de var olan gerilimin, huzursuzluğun fitne ve fesadın bir sebebi, Müslümanların birbirlerini veli edinmemek suretiyle bölünmüş, parçalanmış olmaları iken; diğer bir sebebi de, “Allah’tan başkasını veli edinmiş” bir sistemi kabul edip içselleştirmeleridir. Allah, Allah’tan başkasını veli edinen yapı, sistem ve toplulukları, Örümceğin yuvasına benzetmektedir:

“Allah’ın dışında başka veliler edinenlerin örneği, kendine ev edinen örümcek örneğine benzer. Gerçek şu ki, evlerin en dayanıksız olanı örümcek evidir; bir bilselerdi.”( 29 Ankebut 41)

Niçin Allah, Allah’ın dışında veli edinmekle örümcek yuvası arasında bir ilişki kurmaktadır Kuran’ın nazil olduğu dönemde ki toplum göz önüne alındığında, örümceğin kurduğu fiziksel yuvanın çok zayıf olduğu söylenebilir. Belki de sahabe bunu, örümceğin ağlarının zayıflığı şeklinde anlamıştır. Ayetin sonunda ki “bir bilselerdi” ifadesi, ayette bu görünür anlamın dışında da, başka derin bir anlamın da var olduğuna işaret etmektedir.

Örümceğin iplikleri, zannedildiği gibi zayıf olmayıp aynı incelikteki çelik iplikten 3-4 kat daha hafif iken; 4-5 kat daha fazla çekme, gerilme kuvvetine dayanmaktadır. Öyleyse ayet, daha farklı bir özelliğe dikkat çekmek istemektedir. Bazı örümcek ailelerinde çiftleşme dönemlerinde, dişi örümcek, çiftleşme sürecinde erkek örümceği yavaş yavaş yiyerek öldürmektedir. Doğan yavrulardan güçlü olanlar da zayıfları öldürüp yemektedir.

Dolayısıyla Ayet bize Allah’tan başkasını veli edinmiş tüm sistemler, yapılar, organizasyonlar ve toplum kesimlerinde, fitne, fesad, kavga, çatışma ve bunalımın kaçınılmaz olarak meydana geleceğini söylemektedir.

Lozan’da Hayım Nahum Doktrinine ve Batı Kültür ve Medeniyet değerlerine göre kurulmuş, Allah’ı yok saymış bir Türkiye sistemi, bir örümcek yuvası olarak, bunalımın, huzursuzluğun, çatışmanın ana sebebidir. O nedenle öncelikle Türkiye’nin sistem sorunu halledilmelidir. Türkiye’de var olan sistem değişmelidir.

Öyleyse; Ey Savaşan taraflar, bu savaşı durdurun ve sizi çatıştıran bu sistemi birlikte değiştirin.

Bunun için Ey Savaşan taraflar, Allah’ın şu ayetinde emrettiğini yerine getirin:

“İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir velin (dostun) oluvermiştir.” (41 Fussilet 34)

Kaynaklar

1- Ünal, A., Kuran’da Temel Kavramlar, Beyan Yayınları, İstanbul, 1990, S: 575-583.

2- Akyüz, V., Kuran’da Siyasi Kavramlar, Kitabevi, İstanbul, 1998, s: 63-91.

3- Öccü, M., Kur’ân’da Velî ve Velâyet, İstanbul, 1997.

4- Öztürk, Y. N., Kuran’ın Temel Kavramları, Yeni Boyut, İstanbul, 1991, S: 659-666.

5- Ragıb el İsfahani, Müfredat, Pınar Yayınları, İstanbul, 2007, S: 1590-1593.

6- Ece, H. K., İslâm’ın Temel Kavramları, Beyan Yayınları, İstanbul, S: 747-757

 

20 Mart 2014 Perşembe

Kardeş olabilmek ve sorumluluklarını yerine getirebilmek

(Milli Gazete)

Giriş

Taksim Kadife Darbe sürecinin ortaya çıkardığı en ciddi sıkıntılardan biri, iki Müslüman camianın birbirlerini çok ağır bir şekilde suçlayarak birbirleri ile savaşmalarıdır. Ahlakı endişe ve kural tanımayan, hak ve hukuku göz önüne almayan bir kavga ortamına ağır ağır çekildiğimizin, özel olarak iki tarafın, genel olarak da tüm Müslüman camianın farkına varmaması, bugünün en ciddi meselesidir.

Diğer taraftan unutulmaması gereken bir gerçek de, Ukrayna Kadife darbe sonuçlarının, Türkiye’deki Kadife darbecileri etkilediği ve onlar için moral ve motivasyon kaynağı olduğudur. Bütün Kadife darbelerde, seçim öncesi, esnası ve sonrasında “seçime hile karıştı” denip kitleleri sokağa çekip sokak hakimiyeti kurarak siyası iktidarı düşürmek ve ülkeyi bir kaosa sürüklemek temel bir stratejidir. Son ölüm hadisesine (Berkin) ve yapılan eylemlere bu açıdan bakmak gerekmektedir. Bundan sonra gerilim artırıcı provokatif hareketler gittikçe artabilir. Her yanlış adım, söz ve kelam gayrı memnunlar ittifakını genişletebilir. Bu da Kadife darbeci şer cephesinin işine yarar. O nedenle bu ülke insanının dostluk ve kardeşlik duygularını geliştirici, kuvvetlendirici bir dil, tavır ve tutum ortaya konulmalıdır. Bunun için herkes üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi gerekmektedir.

Bu amaçla burada kardeşlik üzerinde durulacaktır.

Değer Eksenli Kardeşlik

Kan merkezli, süt merkezli ve değer merkezli olmak üzere üç farklı kardeşlik tanımlanmaktadır. Biz burada değer eksenli kardeşliğin üzerinde duracağız.

En genel anlamda inanç kardeşliği, ortak değerler etrafında toplanan insanların birbirlerine, ötekilere nazaran, ayrı bir sevgi bağı ile bağlanmaları ve ayrı bir ilişki, dayanışma içerisinde bulunmalarıdır. Değerlerin ortak olma derecesi ve düzeyine bağlı olarak bu kardeşlik, merkezden çevreye doğru bir genişleme, bir yayılma göstermektedir.

Değer eksenli kardeşliğin en güzel örneklerinden birini, Kur’an’da Rum suresinin 1-4 ayetlerinin nazil olmasına sebep olan olayda görebilmekteyiz. Sure, İran-Bizans arasında 613’de başlayıp 616’da Bizans’ın mağlubiyeti ile sona eren savaşın geleceği ile ilgilidir. Mekkeli müşrikler, Kitap Ehli olan Bizans’ın mağlubiyetine sevinerek, Müslümanlara meydan okumuşlardır:

“Siz ve Hıristiyanlar Ehl-i kitapsınız, biz ve İranlılar ümmiyiz (kitap sahibi değiliz). Bizim kardeşlerimiz sizin kardeşlerinizi tepelediler, biz de sizi tepeliyeceğiz” (1)

Mekkeli müşrikler, İran’ın putperest olmuş olması nedeniyle İranlıları kendilerine kardeş; Bizans’ı da, Ehl-i Kitap olmasından dolayı, Müslümanlara kardeş olarak görmekte ve İran’ın zaferinden dolayı sevinmektedirler. Bunun karşısında Müminler de Ehl-i Kitap olan Bizans’ın Putperestler karşısında yenilmiş olmalarına üzülmektedir. İşte Rum 1-4 ayetleri, morali bozulan müminlere, Bizans’ın 9 yıl içerisinde galip geleceği müjdesini vererek onlara manevi destek olmuştur (30 Rum 1-4).

Mekkeli müşriklerle Müslümanlar arasında ortak payda olarak kan bağı vardı, birbirlerinin akrabaları idiler. Böyle olmuş olmalarına rağmen kardeş olma değil arkadaş olmaları bile mümkün olmamıştı. Müşrik Araplarla Putperest İran arasında hiçbir kan bağı, akrabalık ilişkisi söz konusu değildi. Bununla beraber Mekkeli müşrikler görmedikleri, tanımadıkları İranlıları, değerler sisteminin ortak oluşundan dolayı kardeş olarak kabul etmişler ve kendi kan bağı ile bağlı oldukları insanları, akrabalarını ret etmişlerdir. Aynı tutum, davranış ve anlayış Müslümanlar için geçerli olmuştur. Müslümanlar da, kendi akrabaları yerine hiç görmedikleri ve tanımadıkları Bizanslıları, bazı değerlerin ortaklığından dolayı Mekkeli müşriklere karşı kendilerine daha yakın bulmuşlardır.

Bu noktada sormamız gereken soru, AKP ile Gülen hareketi arasındaki mesafe, Mekkeli Müşrikler-İranlılar ile Müminler arasındaki mesafe kadar mıdır Ehli Kitap olan Bizans kadar dahi birbirine yakın değiller mi Eğer mesafe bu kadar açılmışsa yapılacak bir şey yok demektir. Aksi durumda, taraflar delillerini, belgelerini daha açık bir şekilde ortaya koyarak Müminlerin hakemliğine müracaat etmelidirler. Özellikle taraflar, seçim sonrasında bu konuya açıklık getirmek zorundadırlar.

Değer eksenli kardeşliğin daha canlı bir örneğini, Müslümanların Mekke’den Medine’ye hicretlerinde görmekteyiz. Tarihte bu güne kadar görülmüş en büyük inanç eksenli bir kardeşlik, Müslümanların Mekke’den Medine’ye hicretiyle Medine de yaşanmıştır. Hz. Peygamber kendi akrabalarının zulmünden kaçarak Mekke’den Medine’ye Göç eden (muhacir) Müslümanları, kendileri ile akraba olmayan Medine’nin yerli Müslümanları (Ensar) ile birbirlerine varis olabilecek bir hukukla (başlangıçta) bire bir kardeşleştirmiştir (59 Haşır 9)

Gerek ayetlerde, gerekse hadislerde ve gerekse işin pratiğinde farklı değer sistemlerine mensup insanların kendi içlerinde birbirlerini kardeş olarak gördükleri anlaşılmaktadır (59 Haşır 11; 7 Araf 202).

Müminler/Müslümanlar kardeştir

Müminleri kardeş yapan bağ, Allah’ın gönderdiği değerleri içeren Kur’an’dır ve Hz. Peygamberin Sünnetidir. Kur’an-Sünnet merkezli bir dayanışma, onları kardeş kılmış, her türlü ihtilafları onun hakemliğinde çözerek adaleti tesis etmişler ve dağılıp parçalanmaktan kurtulmuşlardır. Kalpleri onun sayesinde birbirlerine ısınmış, aradaki soğukluk sıcak bir sevgiye dönüşmüş, böylelikle ateşe düşmekten helak olmaktan kurtulmuşlardır(3 Alı Imran 103).

Kur’an’da müminlerin kardeş olduğunu söyleyen ayete, aralarında çatışma/ihtilaf bulunan müminlerle ilgili arabuluculuk görevinin diğer müminlere yüklenmesinden sonra yer verilmiş olması, Kur’an’ın müminlerin kardeşliğine verdiği önemden dolayıdır (49 Hucurat 9-10). Çatışan iki Mümin topluluğun arasını bulmaya çalışmak, diğer müminlerin aslı görevidir.

İşte Müminlere böyle bir görev ve sorumluluğu yükleyen ayetten (49 Hucurat 9) sonra ‘Müminler ancak kardeştir’ hükmünün yer alması (49 Hucurat 10), kardeşliğe verilen önemden dolayıdır. Bundan dolayı Hz. Peygamber Müminler arasındaki kardeşlik sorumluluğunu, anayasal bir sorumluluk olarak Medine anayasasına koydurmuştur:

“Madde 12-b) Hiçbir mü’min diğer bir mü’minin mevlası ile onun aleyhinde olmak üzere bir anlaşma yapmayacaktır.

Madde 13- Takva sahibi mü’minler, kendi aralarında mütecavize veya haksız bir fiil ika’ını tasarlayan, yahut bir cürüm yahut bir hakka tecavüz veyahut da mü’minler arasında bir karışıklık çıkarma kasdını taşıyan kimseye karşı olacaklar ve bu kimse onlardan birinin evladı bile olsa, hepsinin elleri onun aleyhine kalkacaktır.

Madde 15- Allah’ın zimmeti (himaye ve teminatı) bir tektir: (Mü’ minlerin) en ehemmiyetsizlerinden birinin (himayesi) onların hepsi için hüküm ifade eder. Zira mü’minler diğer insanlardan ayrı olarak birbirlerinin mevlası (kardeşi) durumundadırlar.”(2)

İşte böyle bir kardeşliğin tesisi üzerinde bugünün Müslümanları, yoğun bir

şekilde düşünmek ve çaba harcamak zorundadırlar. Bu nedenle Madde 13, bugün Türkiye’de var olan ve gittikçe derinleşen kavga ile ilgili Müslümanlara çok tarihi bir sorumluluk yüklemektedir. Gerek Hucurat 9 ve gerekse Madde 13’e göre emredilen adil bir hakemlik sisteminin kurulması ve tarafların bu hakem heyetine tabi olması ve verilen karara uymalarının sağlanması, çatışan tarafların dışındaki diğer Müslümanlara düşen bir görev ve sorumluluktur.

Mart seçimleri sonrasında bu konu ele alınmalıdır.

Müminlerle Müşriklerin Kardeş Olması Mümkün mü

Kur’an değişik ayetlerde Müşriklerin tutumlarını, davranışlarını, anlayışlarını, dostluklarını, müttefikliklerini açıklamaktadır. Tevbe süresinin ilk 20 ayetinde müşriklerle yapılan anlaşmalara ne oranda sadık kalacakları ve yeminlerini tutacakları anlatılmakta, onları kardeş olarak kabul edebilmenin şartları ortaya konulmaktadır. 1. ayet de Müslümanlarla antlaşma imzalayan Müşriklere Allah’tan ve Resulü’nden ‘kesin bir uyarı’ yapılmakta; 3. ayette ise ‘Allah ve Resulü’nün müşriklerden uzak olduğu’ insanlara duyurulmaktadır. Sonraki ayetlerde anlaşma yapanlarla yapmayanlara karşı takınılacak tavırlar belirlenmekte ve anlaşma yapılanlara karşı daha uyanık ve daha dikkatli olunması Müslümanlardan istenmektedir. Çünkü onlar, her fırsatta anlaşmalarını bozan ve her türlü kötülüğü yapmaya kalkan, ahitlerine ve yeminlerine bağlı olmayan bir toplulukturlar (9 Tevbe 8-11).

Taksim Kadife darbe süreci, AKP’nin yıllardır dost ve kardeş ilan ettiği Müşrik AB, ABD ve İsrail yöneticilerinin maskelerini düşürmesi açısından ilahi bir tecelli ve uyarı olarak algılanmalıdır. Gülen Hareketinin de, ittifak içerisinde bulunduğu bu kesimlerin tutum ve tavırları ile ilgili gerekli dersi alması, alındığı kumpastan kurtulması için gayret etmesi ve barış taraftarı olması, kendileri için daha hayırlı ve yararlı olacaktır. Bugün AKP’ye saldıranlar ve onu tasfiye etmek isteyenler, yarın kendilerine saldırıp tasfiye etmek isteyeceklerdir.

‘Allah’ın Emrettiği Şekilde Kardeşler Olmak’

İslam’ın istediği değer odaklı bir kardeşlik, içinde bulunduğumuz sıkıntıları aşmada bir anahtar rol oynayabilir. Ancak Müslümanların kardeş olması demek aralarında ihtilaflar, husumetler meydana gelmeyecek anlamına gelmemektedir. Şeytanların yaşadığı bir dünyada, risk her zaman var olmuştur ve bundan sonra da var olacaktır. Önemli olan, bu riskin hangi şartlarda ve nasıl minimize edileceğidir. İşte bu noktada Hz. Peygamber’in ‘Allah’ın emrettiği şekilde Kardeşler olun’ şeklinde bir kavramsallaştırma yapması, önemli olmaktadır. Bu niteleme, Kardeşlik kavramına büyük bir derinlik kazandırmakta, onu keyfi ve yüzeysel bir kavram olmaktan çıkarmaktadır:

“Selamı yaygınlaştırın, yemek yedirin, Allah Teâla hazretlerinin size emrettiği şekilde kardeşler olun!” (3).

“Sakın zanna yer vermeyin. Zira zan, sözlerin en yalanıdır. Tecessüs etmeyin, haber koklamayın, rekâbet etmeyin, hasedleşmeyin, birbirinize buğzetmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin, ey Allah’ın kulları, Allah’ın emrettiği şekilde kardeş olun. Müslüman Müslüman’ın kardeşidir. Ona (ihânet etmez), zulmetmez, onu mahrum bırakmaz, onu tahkîr etmez. Kişiye şer olarak, Müslüman kardeşini tahkir etmesi yeterlidir. Her Müslüman’ın malı, kanı ve ırzı diğer Müslümana haramdır.

Allah sizin suretlerinize ve kalıplarınıza bakmaz, fakat kalplerinize ve amellerinize bakar. Takva şuradadır- takvâ şuradadır, takvâ şuradadır, (eliyle göğsünü işaret etti). Sakın ha! Birinizin satışı üzerine satış yapmayın. Ey Allah’ın kulları kardeş olun. Bir Müslümanın kardeşine üç günden fazla küsmesi helâl olmaz.” (4)

Burada Müslümanlara verilen emir/öğütlerde, ‘Allah’ın emrettiği şekilde kardeş’ olabilmek için Müslümanların nelere dikkat etmesi gerektiği açıklanmaktadır. Hz. Peygamber, gerilim meydana getirecek, harareti yükseltecek ve güveni yıkacak hususlarda Müslümanları eğitmektedir. Bunlara dikkat edilmezse toplumsal bünye tahrip olacak, birlik, beraberlik, dirlik ve dayanışma yok olacaktır.

Bugün gerek AKP ve gerekse Gülen Hareketinin birbirlerine karşı kullandıkları dil, tutum ve tavırlar yukarıdaki hadisin ruhuna terstir. Allah, Resulüne ve Ahiret gününe iman edenlerin hem Kur’an’a hem de Hadise ters bir tutum içerisinde olmaları uygun değildir.

Öyleyse ey çatışan taraflar, Allaha ve Resulüne uyun! (4 Nisa 59)

Hz. Peygamberin aşırı hassasiyet göstermiş olmasının sebebi, toplumsal yapı ile bireysel yapıyı bir bedenin organları, bir bütünün parçaları olarak görmesidir (5,6).

İnsan vücudunda en basit hücreden en karmaşık birime kadar bütün alt birimler, birbirleri ile eş zamanlı, birbirleri ile organizeli bir bütün oluşturur. Her biri kendi bireysel görevini yerine getirirken bütünün mükemmel bir şekilde var olmasına katkıda bulunur.

İşte Hz. Peygamber, ümmeti böyle bir yapıya benzetirken bu mükemmel görev anlayışına ve dayanışmaya dikkat çekmektedir. Bütünlüğü sağlayacak bir işbirliği, Allah’ın emrettiği kardeşlikle vuku bulabilir. Bunu sağlayacak olanlar, yalnızca Allah’tan gerçek anlamıyla korkup sakınanlardır.

Öyleyse ey çatışan taraflar, Allah’tan korkup sakının!

Müminler arasında gerilim, huzursuzluk, hoşnutsuzluk meydana getirecek bazı temel davranış bozukluklarının, Müminlerin kardeş olduğunu belirten Hucurat süresinin 9 ve 10. ayetlerinin devamında dile getirilmesi dikkat çekicidir. Gerçekten bu ayetlerde müminler, çok sert bir şekilde uyarılmaktadır. Müminler arasında güven bunalımına sebebiyet verecek bu tür hareketler, fasıklık ve zalimlik olarak vasıflandırılmakta ve yapılanlar ölü kardeşinin etini yemekle eşdeğer tutulmaktadır (49 Hucurat11-12).

Öyleyse ey çatışan taraflar, birbirinizin etini yemeyin!

Kardeşler arasında güven bunalımının ortaya çıkmış olması, safların bozulmasına, birlik, beraberlik ve dayanışma ruhunun yıkılmasına sebebiyet vermektedir. Bunun için Hz. Peygamber, müminlere Sıdkı ve Birri tavsiye etmektedir(7).

Müslümanlar arasında güven bunalımına sebebiyet verip safları bozan her davranış ve tutum, aynı zamanda Allah’ı gazablandırmaktadır (61 Saff 2-4).

Ayette Allah’ın gazablanması kavramının kullanılmış olması bile, tüm iman etmiş olanların tüylerini diken diken etmeye yetip artması gerekir. Çünkü Allah’ın azabından, gazabından kurtulmak için iman edilmektedir.

Öyleyse İman Edenlerin Kardeşliği, sadece bir slogan değil aynı zamanda pratik hayatta ikame edilecek bir olgu, bir görevdir de.

Öyleyse ey çatışan taraflar, Allah’ı gazablandırmayın!

Hz. Peygamber, tüm Müslümanlara yaptığı en büyük ve son olan vasiyetinde (Veda Hutbesi), Müslümanların kardeş olduğunu vurgularken kardeşliği bozacak davranışlardan kaçınılmasına bir kez daha özenle vurgu yapmıştır (8).

Vasiyete uymak Müslümanlar için önemli bir görev olduğuna göre günümüz Müslümanlarını, Hz. Peygamberin vasiyetine uymaya ve gerekli hassasiyeti göstermeye davet ediyoruz.

Öyleyse ey çatışan taraflar Hz. Peygamberin (sas) vasiyetine uyun!

Sonuç: ‘İman Edenlere Karşı Kalbimizde Bir Kin Bırakma’

İslam’da asl olan tevhidi değerlerdir. Bunlar her türlü ekonomik ve kan ilişkisinden bağımsız ve onların üzerinde başlı başına bağlılık oluşturan temel değerlerdir (9 Tevbe, 23).

Bugün her zamankinden daha fazla birlik ve beraberliği muhtacız. Ayrıntılarda boğulup bütünü gözden kaçırmamalıyız. Sahip olmamız gereken birlik ve beraberlik için geçmişte olup bitenlerin sebep olduğu kin ve nefreti bir tarafa bırakıp Allah’ın emrettiği şekilde kardeşler olmalıyız (59 Haşr10).

Öyleyse Ey çatışan taraflar, iman edenlere karşı kalplerinizdeki kin ve nefreti atın!

Ancak böyle bir kalbi yönelme ile Allah, kalplerimizi birbirine ısındıracak kardeşlik duygularımızı pekiştirecek, dağılıp parçalanmaktan kurtaracaktır (3 Al-i İmran 103).

Öyleyse Ey çatışan taraflar, Allah’ın ipine sımsıkı sarılın düşüp parçalanmaktan korunun ve kardeşler olun!

Allah’a ve Ahiret gününe gerektiği gibi iman edenlerden Allah’ın razı olması için bu, yapılması gereken çok önemli bir sorumluluktur(58 Mücadele 22).

Öyleyse ey çatışan taraflar, Allah rızası için çatışmayı durdurun!

İslam’ı sadece 5 şarta indirgeyip de makamlarını, mevkilerini, mal ve mülklerini, güçlerini ilahlaştıran, grupçuluk-hizipçilik davasında bulunan, bu tutum ve davranışları ile Müslümanların ‘Allah’ın Emrettiği Şekilde Kardeşler’ olmasına mani olan Müslümanların, unutmaması gereken nokta, öldükten sonra hesap vereceğimizdir.

Öyleyse, ey çatışan taraflar, Allah’a ve Resulüne başkaldırmış olanlara karşı sevgi, saygı ve dostluk beslemeyin!

Öyleyse ey çatışan taraflar, ellerinizin, dillerinizin, derilerinizin şahitlik yapacağı o hesap gününden korkun ve sakının!

Öyleyse bu savaşı bitirin, başkalarının değirmenine su taşımayın!

Kaynaklar

1- (734)- Tirmizî, Tefsir, Rum (3190).

2- Hamidullah M., İslam Peygamberi, İrfan Yayınevi, İstanbul,1972.

3- Kütübü Sitte, 3252, 6955 Nolu Hadisler)

4- (3312)- Buharî, Nikâh 45, Edeb 57, 58, Ferâiz 2; Müslim, Birr 28-34, (2563-2564); Ebu Dâvud, Edeb 40, 56, (4882, 4917); Tirmizî, Birr 18, (1928).

5- (3336)- Buhârî, Edeb 27; Müslim, Birr 66, (2586).

6- Buhari - (3352)- Tirmizî, Birr 17, 18, (1927, 1928, 1930); Müslim, İman 95, (55).

7- Kütübü Sitte 3849, 7152 Nolu Hadisler.

8- Tirmizî, Fiten 2, (2610); Tefsir 2, (3087); Müslim, Hacc, 194, (1218).

13 Mart 2014 Perşembe

Çağımızın Abdülhamit’i Necmettin Erbakan -3: Erbakanın ırkçı emperyalistlerle (siyonistler-masonlar) savaşı

 (Milli Gazete)

“Uygun zaman geldiğinde Türkiye özel statüyle AB’ye alınacak, hemen arkasından İsrail’in de AB’ye girmesi suretiyle Türkiye İsrail ile aynı birliğin parçası olacaktır. Bunun ardından “AB çok büyüdü, Ortadoğu’yu ayrı bir kısım yapalım denecek, Türkiye’nin içinde bulunduğu bölge İsrail ile birlikte ayrı bir birlik, ayrı bir devlet olarak tanınacaktır.”

Prof. Dr. Necmettin Erbakan

***

“Ben bir karış toprak dahi satmam.

Zira bu vatan bana değil, milletime emanettir. Milletim bu vatanı kanları ile mahsuldar kılmışlardır.”

Sultan II. Abdülhamit

***

Rahmetli Abdülhamit Han ile rahmetli Erbakan Hoca arasında en büyük benzerlik/ortak paydalardan biri, Siyonist ve masonlara karşı verdikleri mücadeledir. Ne yazık ki her iki liderin bu şer hareketine karşı verdiği mücadele, dönemlerinde anlaşılamamış, sürekli eleştirilmişlerdir. Abdülhamit’in Siyonizm’e karşı verdiği mücadele ile Erbakan Hocanın verdiği mücadele arasında ciddi bir benzerliğin var olması, her iki dönemde de Siyonizm’in eşdeğer güçte olduğu anlamına gelmemelidir. Erbakan Hoca döneminde, Siyonizm’in, daha büyük ve tehlikeli küresel bir güç haline geldiği göz ardı edilmemesi gerekmektedir. Ayrıca Abdülhamit hükümdar iken Erbakan çok kısa fasılalı bakan, başbakan olmuştur. Dolayısıyla Erbakan, Siyonizm’e karşı mücadelede devlet güç ve imkânlarını kullanabilmiş değildir. Bu açıdan O’nun Siyonizm’e karşı mücadelesi, bir siyası parti lideri olarak ve imkânsızlıklara rağmen destansı bir mücadeledir.

Siyonizm, genelde Müslüman camiada parlamento dışında etkisi olan bir konu iken, Erbakan, bunu parlamento içine taşıyarak Türkiye’nin siyası gündemine sokmuştur. Siyasetin doğası gereği konu halk arasında daha sık tartışılır olmuştur.

Burada, Erbakan Hoca’nın Siyonizm’e-Masonluğa karşı verdiği destansı mücadele ele alınacaktır.

Erbakan Hocaya Göre Siyonizm’in Amentüsü: Kabala-Tevrat-Talmut Eksenli Bir Yapılanış

Rahmetli Erbakan Hoca, Siyonizm meselesini, toplumsal algıdaki değişimlere ve Türkiye’nin içinde bulunduğu şartlara uygun olarak başlangıçta Yahudi sonra Siyonizm daha sonra da, “Irkçı emperyalizm” kavramlarını kullanarak gündeme taşımıştır. Irkçı emperyalizm kavramsallaştırması, kendisine aittir.

Erbakan Hoca, Siyonizm meselesini bir bütün olarak ele almıştır. Siyonizm’in basit bir teşkilatlanma olmadığı, derin felsefi temeller üzerinde yükselen ve en az 2000 yıllık bir mücadelenin sonucu ortaya çıkan ve dünya hâkimiyetini esas alan bir hareket olduğu üzerinde ısrarla durmuştur. O nedenle de Siyonizm’in felsefi temellerini, Siyonizm’in olmazsa olmazı olan temel kabullerini (amentüsünü), her seferinde gündeme taşımıştır. Erbakan’a göre Siyonizm’in amentüsü, dört maddeden meydana gelmektedir:

Erbakan: “Hak kitap ortadan kalkmış, Kabala’yı getirip, Hak kitap diye ortaya koymuşlar. İster Kabala’yı incele, ister Tevrat’ı incele. Bunları incelediğin zaman varacağın sonuç şudur: Bunların amentüleri dört maddedir:

1-Biz, Ben-i İsrail ırkı, üstün bir ırkız. Biz insan olarak yaratıldık. Diğer insanlar maymun olarak yaratıldı. Bize hizmetkâr olmak için, sonradan insana dönüştü.

2-Bizim dünyanın efendisi oluşumuz ve diğerlerinin bizim kölemiz oluşu nazariyede kalmayacaktır, mutlaka gerçekleşecektir.

3-Bunun gerçekleşmesi için de bizim şu üç şartı yerine getirmemiz lazım:

• Bir: Dünyanın her yerine sürgüne gönderilmiş olan Ben-i İsrail’i Kudüs’te toplayacağız.

• İki: Fırat’la Nil arasında hududu belli olan Arz-ı Mev’ud’u kucaklamak üzere büyük İsrail’i yeniden kuracağız ve onun emniyetini sağlayacağız.

• Üç: Onun emniyetini sağlamak için Fas’tan Endonezya’ya kadar 28 ülkenin iktidarı bizim kontrolümüz altında olacak ve 19 Haçlı Seferi’ni püskürtmüş olan Anadolu’da Selçukluların ve Osmanlıların mirasçısı büyük bir devlet olmayacak. Türkiye olmayacak! Anadolu’da bağımsız bir devlet bırakmayacağız. Neden Çünkü İsrail için tehdit olur.

4- Nihayet Süleyman Mabedi’ni yapacağız. Biz bunları yaptık mı, bizim Mesih’imiz, Ben-i İsrail’in Mesih’i yeryüzüne gelecek. Davut (A.S.) tahtına Yahudi kralı olarak oturacak ve böylece ebedi hâkimiyetimizi perçinleyeceğiz.

İşte imanlarının temeli bu 4 maddedir. Buna inanıyorlar. Bunun için çalışıyorlar.” (1)

Erbakan Hoca, Siyonizm meselesini bu dört ana şart üzerine oturtarak anlatmakta ve açıklamaktadır. Bu dört şartı anlamadan Siyonizm’in yaptığı tahribatları anlamak mümkün değildir.

Erbakan Hocaya Göre Siyonist Yapı: Bir Dolar Üzerindeki Ehram

Erbakan Hocaya göre Siyonizm’in öngördüğü Gizli Dünya Devleti, piramit şeklinde bir yapılanma içindedir. En üstten en alta doğru, kesin itaat içeren, kademeli hiyerarşik bir yapı vardır. Bu yapı bir dolar üzerinde bulunan ehramla temsil edilmektedir:

“Gizli Dünya devletinin ne olduğunu anlamak için bugün küresel para haline getirilen Amerikan dolarını incelemek bile yeterlidir. Doların üzerine 1933 yılında Roosevelt tarafından ehram resmi, Mısır piramidi yerleştirilmiştir. Bu ehram, Siyonist güçlerin dünyayı nasıl kontrol ettiğini gösteren karakteristik bir şemadır.”(2)

Siyonizm, bir dolar üzerinde bulunun en üstte herkesi gözleyen, kontrol eden göz ile en altta var olan insanlık arasında 3 ana düzlemde, kademeli bir yapıdır. Gerek Erbakan Hocanın açıklamalarından gerekse bu konuda yayınlanmış eserlerden yararlanarak öngörülen Siyonist yapılanmayı aşağıdaki gibi ifade etmemiz mümkündür (1–5):

• 1- Hiç Görünmeyenler:

a. RT (3 Kabbalisten Oluşan Üst Komuta Kademesi);

b. 13’ler Meclisi;

c. 33’ler meclisi;

d. 300’ler Kulübü.

13’ler Meclisi, 33’ler meclis ve 300’ler meclisi, SANHEDRİN, En üst Yönetim Meclisi olarak isimlendirilmektedir.

• 2-Ucu Gözüken Büyük Kısmı Gizli Olan Kademeler (5 Kademe):

a. B’naiB’rıth-Bilderberg (Görünen en üst Ara Koordinasyon ve Yönetim Kademesi);

b. Büyük Şark Locası Teşkilatı (Fransız Mason Locası);

c. Komünizm (Rusya Mason Locası);

d. İskoç Locası Teşkilatı: 1-33 Derece (İngiliz Mason Locası);

e. York Locası Teşkilatı (Alman Mason Locası).

• 3- Halkın İçine Giren Ve Yukarının Emirlerini Uygulayan Saçaklar (Alt Kademeler; Üç Kademe):

a. Rotary-Lions-Diner-Propeller, YMCA;

b. Mavi Localar;

c. Önlüksüz Masonlar.

Gizli Dünya Devleti yapılanışını ahtapota benzetirsek, hiç görülmeyenler kademesini (RT ve Sanhedrin), ahtapotun baş ve gövdesi ile; dünyaya yayılmış diğer tüm yapıları da (2. ve 3. Düzlemdeki Kademeler), ahtapotun kolları ile temsil edebiliriz. Dışarıdan bakanlar, kolların bağlantı yerleri hariç, kolları kolaylıkla görebilmektedirler. Ancak, kolların nereye bağlı olduğu, yani bağlantı noktalarını görmeleri mümkün değildir. Sır dedikleri konu da budur. Sırra ancak belli eğitimleri alıp belli imtihanlardan geçenler, o da belli boyutu ile vakıf olabilir. Onlar da beyin ve gövde takımını oluşturan, Hahamlar topluluğudur.

Gizli Dünya Devleti, açık ve nispeten açık yapıları ile dünyayı örümcek ağına benzer bir ağla örmüştür. Her bir yapının, ana amaçla bağlantılı ve uyumlu, ayrı bir amacı vardır. Her biri bu amaca uygun olarak çalışmaktadır. Ahtapotun kolları, B’naiB’rith ve Bilderberg, BM, Dünya Bankası, IMF, NATO, CFR, CIA, Busıness RoundTable, AIPAC, AB, Trilateral, Mason Locaları, Rotary, Lıons Kulüpleri, Dıner, Propeller, YMCA gibi yapılardan oluşmaktadır.

Erbakan Hocaya göre Masonluk, Siyonizm’in en etkin ve tehlikeli yan kuruluşlarından biridir (6–8). Erbakan Hocanın başlangıçtaki söylemlerinde, Yahudi ile Masonluk birlikte kullanılırken; sonraları Siyonizm, Masonluk, Rotary ve lions kulüpleri birlikte kullanılmıştır. Bunların hepsinin görünürdeki amaçları farklı olsa bile, perde arkasında, aynı gayeye hizmet ettiklerine ısrarla vurgu yapmıştır.

Bu noktada Milli Görüş Hareketi, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir ilke, imza atmıştır. O da, 23.3.1992 yılında ‘Mason Dernekleri, Rotary ve Lions Kulüplerinin Faaliyetleri ile ilgili meclis araştırması’ istemiş olmasıdır.

Erbakan Hocaya göre, dünyadaki ‘faizci sistem’ İnsanlığı sömürmek için bizzat Siyonizm tarafından icat edilmiştir (1). ‘Rantiyeci’ kavramı, Türkiye’deki siyasi mücadeleye Erbakan tarafından sokulmuş bir kavram olup halkın dikkatini bu ülkeyi sömürenlerin üzerine çevirmek amacıyla kullanılmıştır. Refah-Yol Hükümeti zamanında Erbakan’ın kurduğu ‘Havuz Sistemi’, ülkenin “rantiyeciler” tarafından soyulmasının engellemek içindi. 28 Şubat Postmodern darbesi, Erbakan Hocaya karşı yapılmış Sabatayist bir darbedir.

Erbakan, uluslararası para transferlerinin doğrudan doğruya yapılamayıp Batı üzerinden yapılmış olmasını, denizyolları, hava yolu şirketlerinin biletlerinden ve telefon görüşmelerinden pay alınmasını, Siyonist bir operasyon olarak görüp karşı çıkmıştır (2).

Erbakan’a göre Protestanlık ve Evangelizm Siyonizm’in eseridir. Bu tarikat ve mezhepler aracılığıyla dünyayı yönetmek istemektedir. “Amerika’yı yöneten Bush’lar, Clinton’lar, Reagan’lar, aklınıza hangisi geliyorsa, hepsi bu tarikatın (Evangelizm) mensubu. Bunları Siyonizm nasıl aldatmış da taşeron gibi kullanmaktadır (1).

Erbakan’ın üzerinde en çok durduğu konulardan biri de, Avrupa Birliği’dir. Avrupa Birliği, Siyonist bir organizasyondur. Türkiye Avrupa Birliği’ne sokularak eritilmek, işçi statüsüne düşürülmek ve toprakları para ile satın alınarak işgal edilmek istenmektedir (6–8).

Erbakan Hocaya Göre: Abdülhamit’in Düşürülmesi, Osmanlı’nın Parçalanması Siyonizm’in Eseri

Erbakan Hoca, Siyonizm’in stratejik hedeflerini, Herzl’in 1897 Viyana’nın Basel şehrinde gerçekleştirilen Birinci Siyonist Kongre’nin aldığı kararlar üzerinden ifşa etmeyi adeta ilke haline getirmiştir (6–8).Erbakan Hoca’nın 1897 Basel Birinci Siyonist Kongresi’ni önemsemesinin nedeni, Siyonistler tarafından Filistin dolayısıyla Osmanlı topraklarını birinci derecede stratejik hedef konumuna koymuş olmalarından dolayıdır. Erbakan Hocaya göre Abdülhamit ikna edilip Filistin toprakları satın alınamayınca Siyonistlerin “Üçlü Planı” devreye sokulmuştur (2):

“Sultan Abdülhamit tahttan indirilecek. Osmanlı yıkılacak. 100 sene içerisinde İslamiyet’in velev ki reformlar yoluyla da olsa ortadan kaldırılması sağlanacaktır.”

Osmanlı’nın yıkılışında Siyonistlerin operasyonel gücü Masonluk, İttihat Terakki maskesini kullanarak çok etkin rol almıştır. Emanuel Karaso, İttihat Terakki’nin kurucularından, 33. Dereceli Mason Meşrik-i Azamdır. İttihat Terakki’nin bütün sırlarını, dokümanlarını kendisinde bulunduran, Karbonarı Hareketi üyesi, B’naiB’rith Yahudi örgütünün lideri, Abdülhamit’in hal heyeti başkanı ve aynı zamanda da İtalya’dan para alıp casusluk yapan bir vatan hainidir.

Erbakan Hocaya göre Abdülhamit’in hal edilmesi, Birinci Cihan Savaşı’na Osmanlı’nın sokulması ve Lozan süreci Siyonist programın uygulanmasının sonuçlarıdır:

“1909’da Sultan Abdülhamit’i Selanik’e sürgüne gönderdiler. Bunun sonrasında İttihat Terakki parti haline getirildi. Ve meclise hâkim olundu. Birçok askeri bürokrat etki altına alındı. Böylece Emanuel Karaso, Basel Konferansı’nın kararlarının birinci adımını gerçekleştirmiş oldu.

Sıra ikinci adıma gelmişti. Önce Libya, İtalyanlara verildi. Sonra Balkan Harbi çıkartıldı. Sonra hiç lüzumu yokken Osmanlı Birinci Cihan Harbi’ne sokuldu…

Sevr, temelde büyük İsrail projesidir. İngilizler, bu toprakların kendilerinin olması için değil “Arz-ı Mev’ud”a dâhil olduğu için burayı alıp İsrail’e vermek amacıyla geldiler. Siyonizm, Büyük İsrail’i kurmak amacıyla Sevr’i uygulayabilmek için 5 yıl uğraştı” (2).

Erbakan Hocaya Göre Lozan Anlaşması: Siyonist Bir Operasyon

Lozan’da Türkiye’nin kaderinin gizli anlaşmalarla farklı bir şekilde çizildiği, daha sonraki uygulamalardan anlaşılmaktadır. Cumhuriyetin ilk başbakanlarından Rauf Orbay, hatıratında, Lozan’da Hahambaşı Hayım Nahum, İnönü ve Lord Curson arasında gizli bir anlaşmanın yapıldığına dikkat çekmektedir (9). Haham Başı Hayım Nahum’un Lozan’da İsmet İnönü ile Lord Gurzon arasında hilafetin kaldırılması ve yapılacak devrimler konusunda özel, gizli bir diplomasi yürüttüğüne ilişkin bazı bilgiler, Mısırlıoğlu’nun Lozan’la ilgili kitabında da yer almaktadır (10). Ancak bu konu gündem yapılıp pek tartışılmamıştır Türkiye’de. Erbakan Hoca, bu konuyu, 2000 yılından sonra gündeme taşımış ve tartışmaya açmıştır. Lozan’ı, İslam’ı yıkmak ve bu milleti parçalamak için yapılmış, gizli yönleri olan Siyonizm’in etkin olduğu bir anlaşma olarak görmektedir:

“İslam’ı ortadan kaldırmak için ne yapacak Bütün gücüyle çalışıyor. Üç türlü ortadan kaldırır İslam’ı Allah muhafaza buyurusun.

• Bir tanesi, yasaklamak suretiyle ortadan kaldırılır.

• İkincisi değiştirilmek sureti ile ortadan kaldırılır.

• Üçüncüsü ise ‘ılımlı İslam’ diyerek aldatmak suretiyle ortadan kaldırılır.

Bunların hepsini de gerçekleştirmek için canla başla çalışıyorlar.

Bu plan Hayim Nahum Doktrini’dir. Lozan imzalanırken yalancıktan imzalandı. Asıl olanın Sevr olması planlandı.

Nedir bu doktrin;

• Anadolu insanını aç bırakacaksın bir,

• İşsiz bırakacaksın iki,

• Borca esir edeceksin üç,

• Dininden uzaklaştıracaksın dört.

• Böylece yumuşak lokma yapıp yutacaksın, bu kadar telafiyat vermeyeceksin, kolayca yutacaksın.

Hayim Nahum Doktri’ni bu. İşte 90 senedir üzerimizde bu doktrin uygulanıyor. Bu doktrini uygulamak için bildiğiniz gibi her türlü gayreti gösterdiler, bugüne kadar. Ama bu millet buna direndi” (1).

Sonuç: Bu Millet Bu Siyonist Tezgâhı Bozup Parçalayacaktır

Erbakan Hoca, büyük bir basiret, feraset ve cesaretle Siyonizm meselesini Türkiye’de siyasetin ve halkın gündemine sokmuştur. Bu yolla halkın bilinçlenmesine büyük bir katkıda bulunmuştur. Erbakan’ın bu mücadelesini abartı olarak görenler ve ihmalkâr davrananlar, bugün hem kendileri bedel ödüyor hem de ülkeye bedel ödettiriyorlar.

Her bedel, yeni bir uyanışa, şuurlanmaya ve arınmaya vesile olmaktadır (8 Enfal 37; 3 Âli İmran,133–155, 165–167; 22 Hac, 40). Bu toprağın derinliklerine kök salmış tohumlar, çok daha güçlü, sağlam meyve verecek ve gelecek çok daha parlak ve aydınlık olacaktır. Çünkü bu, Allah’ın davasına sahip çıkanlara Allah’ın bir vaadidir:

“Allah içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara vaat etmiştir; hiç tartışmasız, onlardan öncekileri nasıl güç ve iktidar sahibi kıldıysa, onları da yeryüzünde güç ve iktidar sahibi kılacak, kendileri için seçip beğendiği dinlerini yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları korkularından sonra güvenliğe çevirecektir” (24 Nur, 55).

Kaynaklar:

1-Erbakan N.,Milli Kurtuluş Konferansları 1-4

2-Erbakan, N., Davam, MGV Yayınları, 2014, S: 83-117

3-Allen, G., Gizli Dünya Devleti, Milli Gazete, İstanbul, 1996.

4-Mars, T., İllüminatı, Entrika Çemberi, Timaş Yayınları, İstanbul,2002.

5- Erbakan, N., Yeni Bir Dünya ve Adil Düzen, Esam, Ankara, 2010,s: 27-30.

6- Erbakan N., Milli Görüş, Dergâh Yayınları, İstanbul,1975, S:235-270.

7-Erbakan’ın Basın Toplantı Özetleri, İstanbul İl Teşkilatı Yayın No: 3, 1990

8- Erbakan N., Türkiye’nin Temel Meseleleri, Rehber Yayıncılık, Ankara, 1991, S: 52,80-96,199

9- Tan A., Kürt Sorunu, Timaş Yayınları, İstanbul, 2009, S: 180-210

10- Mısırlıoğlu, K.,Lozan Zafer mi, Hezimet mi , İstanbul, Sebil Yayınları, Cilt 1,1971, S:268-277.

 

6 Mart 2014 Perşembe

Çağımızın Abdülhamidi Necmettin Erbakan -2: Abdülhamid’in Siyonistlerle - Masonlarla kavgası

 (Milli Gazete)

“Ben bir karış toprak dahi satmam. Zira bu vatan bana değil, milletime emanettir. Milletim bu vatanı kanları ile mahsuldar kılmışlardır.”

Sultan II. Abdülhamid

Giriş

Rahmetli Abdülhamid Han ile rahmetli Erbakan Hoca arasında en büyük benzerlik/ortak paydalardan biri, Siyonist ve masonlara karşı verdikleri mücadeledir. Ne yazık ki her iki liderin bu şer hareketine karşı verdiği mücadele, dönemlerinde anlaşılamamış, sürekli eleştirilmişlerdir. Abdülhamid’in Siyonizm’e karşı verdiği mücadele ile Erbakan Hoca’nın verdiği mücadele arasında ciddi bir benzerliğin var olması, her iki dönemde de Siyonizm’in eşdeğer güçte olduğu anlamına gelmemelidir. Erbakan Hoca döneminde, Siyonizm’in, büyük ve tehlikeli küresel bir güç haline geldiği göz ardı edilmemesi gerekmektedir.

Burada, Abdülhamid Han’ın Siyonizm’e karşı verdiği mücadele ele alınacaktır.

Siyonizm (Irkçı Emperyalizm)

İsrail oğulları, yaşadıkları bölgelerde yaptıkları işlerden dolayı iki kez yurtlarından sürülmüşlerdir. Bu sürgün, cezalandırılma gerekçelerine ağırlık verilerek Kur’an’da, İsra süresinde özet olarak (17 Isra 4-7). Tevrat’ta, Tesniye 28/15-68 ve Leviller 26/14-39 bölümlerinde oldukça ayrıntılı bir şekilde anlatılmaktadır.

Son sürgünden sonra İsrail oğulları dünyanın dört bir yanına dağılmışlar, farklı Cemaat veya örgüt çatıları altında vatanları olmadan kimliklerini korumaya çalışmışlardır. Yahudiler, 19. asırdan itibaren birçok ideolojik hareketin içerisinde yer almışlar ve pek çok yer altı örgütü kurmuşlar veya içerisinde bulunmuşlardır. Dünyanın her yanına dağılan Yahudiler, ele geçirdikleri medya ve sermaye gücü ile genellikle yönetimlerin üzerinde baskı gücü oluşturmuş, ülkelerin kaderlerinde söz sahibi olmuşlardır. Bu durum Yahudilere karşı var olan antipatinin daha da artmasına sebebiyet vermiştir.

Yahudileri aşağılık ırk görerek gettolara kapatmak Avrupa ve Rusya’nın tarihinde mevcuttur. Hıristiyan dünyasının baskılara dayanamayan Yahudiler, değişik zamanlarda kitleler halinde Osmanlı coğrafyasına göç etmişlerdir. 19. Asır Avrupa’sında ise Yahudi düşmanlığı gittikçe yayılmakta ve yükselmektedir. Bu nedenle yönetimler, Yahudileri (Eşkenazlar) Avrupa’dan çıkarmak, ayrı bir coğrafyaya göndermek istemektedirler. Yöneticilerin kafalarında farklı ülkeler olmakla beraber, hedef, dönemin ‘Hasta Adamı’ olarak isimlendirilen Osmanlı coğrafyası özellikle de Filistin’dir. Avrupa’da baskıların bu denli artması üzerine, Fransa vatandaşı Haham İzak Sarfati, çok duygusal ve ağır muhtevalı mektupla yazarak Avrupalı Yahudileri, Osmanlı coğrafyasına göç etmeye davet ettiği bilinmektedir (1).

Yahudilerin bir vatanı olması, eskiden beri bir özlem/ideal olarak kafalarda var olsa bile, bir hareketin ortak paydası haline uzun zaman gelememiştir. Yahudilerin bir vatanı olması ve bu vatanın da Filistin’de olması gerektiğini, ilk defa derli toplu bir proje haline getiren Theoder Herzl olmuştur (1,2). Siyonizm’in kökleri, eskiye dayansa bile (‘Dini Siyonizm’) onu projelendiren ve güçlü bir akım haline getiren (Siyasi Siyonizm) Herzl’dir. Sadece bir vatana değil aynı zamanda da bir devlet sahip olma, Siyonizm’in ana hedefi olmuştur.

Siyonizm’le ilgili yapılmış değişik tanımlamaları göz önüne aldığımızda (3,4) Siyonizm’i, Tevrat’ın tahrif edilerek yorumlanması ile ortaya çıkmış bir ifsad hareketi, dini, ırkı, siyası ve sömürgeci bir doktrin olarak tanımlayabiliriz.

1897 Basel Birinci Siyonist Kongresi

Herzl tarafından organize edilen 1897 Basel Birinci Siyonist Kongresi’nde, Siyonist hareket için bir hedef ve bir program ortaya konmuştur:

“Siyonizm’in hedefi, Yahudiler için Filistin’de kamu hukukuyla güvence altına alınmış bir vatan yaratmaktır”.

Bu fikri gerçekleştirmek için öngörülen program aşağıdaki şekildedir:

“1- Filistin’de Yahudi kolonisinin tesisi.

2- Yahudilerin yaşadığı her bir ülkedeki kurumlar vasıtasıyla dünya Yahudilerini birleştirme amacına matuf bir örgütün kurulması.

3- Yahudi ulusal fikrinin güçlendirilmesi.

4- Siyonizm’in hedefinin ifası için, yönetimin onayının sağlanması”(5)

1897 Basel Kongresinden sonra Theodor Herzl Hatıratına, «Ben Yahudi Devletini Basel’de kurdum. Eğer bunu bugün yüksek sesle söylersem, cümle alem bana gülecektir. Fakat belki beş yıl içinde ama kesinlikle elli yıl içinde onu herkes tanıyacaktır.» notunu düşmüştür (1). Bu tarihten sonrada Siyonizm ile Abdülhamid’in etkileşim alanları oluşmuştur. Bu dönemde içlerinde banker ailesi Rothschildler de bulunduğu zengin Avrupalı Yahudiler bir araya gelerek, Yahudiler için para ile satın alınacak bir yurt aramaya başlamışlardır. Düşünülen Kıbrıs, Uganda ve Filistin’dir.

Abdülhamid ve Siyonizm

Basel Siyonist Kongresinden sonra Herzl, Filistin’e Yahudilerin yerleştirilmesi için önce 1898 yılında, Alman imparatoru Wilhelm II ile görüşmüş sonra da Abdülhamid Han’la görüşmek istemiştir. Herzl, 1896-1902 yılları arasında 5 kez İstanbul’da bulunmuş fakat bir kez Abdülhamid ile görüşebilmiştir (1). Herzl, Osmanlı ile ilgili stratejisini, Osmanlı 1881 Muharrem Kararnamesi üzerine kurmuştur. Bu kararname ile “Osmanlı Hazinesi dış borçları ödeyemeyeceğini belirterek, iflasını ilan etmiştir”. “Daha sonra Borçların idaresi Düyun-ı Umumiye’ye devredilmiştir.”

Theodor Herzl, hem kendi dostu hem de Abdülhamid’in dostu olan Kont Newlinski ile girişimde bulunarak Abdülhamid ile görüşmek istemiştir. Herzl’in Abdülhamid’e teklifi, 5 Milyon altın (20 milyon Sterlin) ve Osmanlı ekonomisinin ve kalkınmasının iyileştirilmesi karşılığında “Yahudilerin Filistin’e göç etme izni” ve “İç işlerinde serbest dış işlerinde Osmanlı’ya bağımlı bir yapı” kurulmasıdır. 23 Mart 1897’de Abdülhamid’in ajanı Kont Newlinski, Herzl’in bu teklifini, Abdülhamid’e bir dilekçe yazarak bildirmiştir (1). Dilekçenin ana fikri, Osmanlının borçlarının ödenmesi karşılığında Filistin topraklarının Yahudilere satılmasıdır. Yahudilerin para desteği yanında medya desteği verecekleri de taahhüt edilmektedir. Fakat bu teklif, Abdülhamid Hanı çok öfkelendirmiş ve cevabı da çok sert olmuştur:

«Eğer bay Herzl benim arkadaşım olduğun gibi bir arkadaşınsa ona söyle:

Bu meselede ikinci bir adım atmasın. Ben bir karış toprak dahi satmam. Zira bu vatan bana değil, milletime emanettir. Milletim bu vatanı kanları ile mahsuldar kılmışlardır. O, bizden ayrılıp uzaklaşmadan tekrar kanlarımızla örteriz. Benim Filistin ve Suriye alaylarımın efradı birere birer Plevne’de şehid düşmüşlerdi. Bir tanesi dahi geri dönmemek üzere hepsi muharebe meydanında kalmışlardır. Türk imparatorluğu bana ait değildir, Türk milletinindir.

Ben onun hiçbir parçasını veremem. Bırakalım Museviler milyonlarını saklasınlar. Benim imparatorluğum parçalandığı zaman onlar Filistin’i karşılıksız bile ele geçirebilirler. Fakat yalnız bizim cesetlerimiz taksim edilebilir. Ben canlı bir beden üzerinde ameliyat yapılmasına müsaade edemem.» (1,6).

Herzl, böylesine sert bir cevap almış olmasına rağmen ümidini yitirmemiş; Abdülhamid ile bizzat görüşmek için çareler aramıştır. Zaman zaman kendisine telgraflar çekerek saygılarını sunmuş ve taleplerini tekrarlamıştır. Nihayet Sultan Abdülhamid Han’dan randevu almayı başarmış ve 1901 yılında görüşme gerçekleşmiştir. Herzl, Abdülhamid’den özet olarak şunları istemektedir:

“Herzl: Biz Avrupa’dan dışlanıyor, istenmiyoruz. Sürekli eziyetlere maruz kalıyoruz. Bu kıtada insanca yaşamak hakkına malik değiliz. Siz ki büyük bir devletsiniz; zamanında bize kucak açmıştınız (1492 Sefarad Göçü). Yahudiler sizin kanatlarınız altında mutlu ve huzurlu yaşadılar. Bugün de bizden aynı hayırhahlığınızı esirgemeyin. Filistin’e gelip yerleşelim ve sermayemizle, teknik bilgimizle, yetişmiş insan gücümüzle Osmanlı Devleti’ni el ele verip kalkındıralım.

Siz de demiryolları yapmak, eğitimi geliştirmek, iktisaden kalkınmak istiyorsunuz.

Pekala bunları finanse edebiliriz. Avrupalılarla özellikle Almanlarla ilişkilerinizi geliştirelim. Ne yapmak istiyorsanız yardımcı olalım. Yeter ki bize Filistin’den bir miktar toprak tahsis edin. Avrupa’da ki baskılardan uzak, kendi başımıza hür bir şekilde yaşayabileceğimiz, dış işlerimizde size bağlı bir toprak.” (1)

Herzl’i dinleyen Abdülhamid, “Toprak satma ve toplu yerleşim tekliflerini ret etmiş, fakat başka tekliflere açık olduğu intibaını oluşturmuştur”. Abdülhamid’in bu katı tutumu karşısında Herzl, “Toprak satılması fikrinden vaz geçerek Yabancı sermaye –Avrupalı Yahudiler – Osmanlı’da yatırım yapacaklar, Filistin’i kalkındıracaklar, Borçların ödenmesine yardımcı olacaklar ve Düyun-u Umumiye’yi feshettireceklerdir.” teklifini yapmıştır (7). Abdülhamid, Yahudilerin topluca hem Filistin’e hem de Osmanlı coğrafyasının herhangi bir yerine yerleşmelerini tehlikeli görerek teklife farklı bir teklif ile cevap verir:

«Osmanlının 30 milyon sterlin tutarındaki dış borcunu ödemek üzere bir konsorsiyum kuracaklar. Osmanlı topraklarına yerleşmelerine izin verilecek. Geldikleri ülkelerin vatandaşlığından çıkarak Osmanlı tebası olacaklar. Yahudiler toplu olarak Filistin topraklarına yerleşmeyecek, kitlesel yerleşmelerine izin verilmeyecek, değişik bölgelere dağıtılacaklardır; beş aile şuraya, beş aile oraya.» (7).

Bu teklif, Siyonistler tarafından reddedilir. Abdülhamid, Siyonistlerin ısrarı, Avrupa ve Rusya’nın baskılarının neden olabileceği tehlikeleri göz önüne alarak «Kırmızı Tezkere Uygulamasını» başlatır. «Yabancıların Toprak Alımını Yasaklar.» «Borçların hızlı bir şekilde azaltılması için tedbirler alır.» Herzl’i oyalamak ve yararlanmak amacıyla onu hoş tutacak “Nişan-ı Zişan” taktim eder. Herzl’e Nişan-ı Zişan verilmesinde Abdülhamid’in özel bazı hedeflerinin olduğu bilinmektedir (1). Herzl, Osmanlı maliyesini rahatlatacak teklifler sunacak olan Fransız Mösyö Rouvier’e rakip çıkarılmak ve böylece pazarlık gücünü artırmak amacıyla 1902 Temmuz’unda bir telgrafla İstanbul’a davet edilir ve fakat kendisine pek yüz verilmez; Abdülhamid ile görüşme gerçekleşmez. Bu olaydan sonra Herzl, İngiltere’ye yönelir ve orada çözüm aramaya başlar.

Bundan sonra Siyonistler, Abdülhamid ile bu iş olmayacağını ve iktidardan düşürülmesi gerektiği kararını alırlar. Jön Türkler ve İttihatçılar içerisine sızmış ve yerleşmiş olan Siyonist ve Mason biraderlerle Abdülhamid’e karşı mücadeleyi sertleştirirler.

Abdülhamid ve Masonlar

19. Asır Avrupa coğrafyasında etkili olan gizli ve açık değişik teşkilatlar bulunmaktadır. Bunlardan Siyonizm, Masonluk, Karbonarı Hareketi, Lehistan Gizli Cemiyeti, B’nai B’rith (Bene Berit) adlı Yahudi örgüt, değişik vesilelerle Osmanlı coğrafyasında etkin olmuş olanlardır. 1865 yılında Ebuzziya Tevfik ve 5 Arkadaşı, Karbonarı hareketini ve Lehistan Gizli Cemiyetini referans alan Yeni Osmanlılar Cemiyetini kurmuşlardır. İngiliz Başbakanı Lord Palmerston’un hem Kabonarı hareketine hem de Yeni Osmanlılar Cemiyetine ve hem de B’nai B’rith (Bene Berit) adlı Yahudi örgütüne gizli desteği bulunmaktadır (8).

Yeni Osmanlılar Cemiyeti, Karbonarı Hareketinin desteği ile 1876 yılında Abdülaziz’i tahttan indirir, Mason, ruh hastası V. Murat’ı tahta çıkarır. Ancak V. Murat’ın sıhhat durumundan dolayı, Şehzade Abdülhamid’i, Meşrutiyetin ilanı seçimlerin yapılması şartıyla tahta çıkarırlar. Koltuğa yeni oturmuş olan Abdülhamid, sistemi tanımakta, çevresinde olan biteni anlamakta, yorumlamakta, kendine özgü kadrolar ve yapılar oluşturmaktadır. İlk fırsatta birbirlerine düşmüş olan I. Meşrutiyetçileri birer birer cezalandırarak etkin konumdan uzaklaştırmaktadır.

Bu arada B’nai B’rith (Bene Berit) adlı Yahudi Örgütü, Karbonarı ve İngiliz Başbakanı Lord Palmerston desteği ile etkinliğini gittikçe artırmaktadır. Teşkilatın lideri, Selanikli üyelerinden Musevi Emanuel Karasso’dur. Kendisi İtalyan vatandaşı ve İtalya’dan para alan bir ajandır. Aynı zamanda Mason olan Karbonarı’nın lideri Mazzini’nin dava arkadaşıdır (8,9). Bu örgüt, Meşrutiyetçilerin güçlü isimlerinden Serasker Hüseyin Avni Paşa, Mithat Paşa ve Namık Kemal gibi liderleri, kullanmış ve birbirlerine düşürmüştür. Bunlar birbirleri ile savaşırken B’nai B’rith (Bene Berit) adlı Yahudi örgüt, Osmanlı’nın kılcal damarlarına, sınır sistemine yerleşmiş ve Jön Türk hareketini Masonluğa bağlamıştır.

Vatan haini Emanuel Karasso, İttihatçılar tarafından 1. Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusunun iaşe müfettişliğine atanmış, halka dağıtılması gereken malları zimmetine geçirerek 2 milyon liradan fazla servet edinmiştir. Savaş sonrasında, 1919, İtalya’ya kaçmıştır (9).

Selanikli Jön Türklerin kurduğu Osmanlı Hürriyet Cemiyeti (sonra İttihat ve Terakki adını almıştır), Merkezi Selanik’te bulunan Mason Macedonia Risorta Locası ile iç içe geçmiş durumdadır. «Osmanlı Hürriyet Cemiyeti (İttihat ve Terakki)’ne gireceklerin Mason olması şartı vardı. 1901- 1908 döneminde 23’ü karargahları Rumeli’de bulunan ve 2., 3. Orduların en üst rütbeli muvazzaf subayları olmak üzere 188 ittihatçı Masonluğa alınmış.» (10). İttihatçıların önde gelenlerinden Talat Paşa, Emanuel Karasso, Macedonia Risorta Locasının ilk üyeleri olup 33. dereceli Ustad-Azam durumundadırlar. Emanuel Karasso’nun İttahatçılara «Gizli belgelerimizi ben bir Mason mabedinde muhafaza altına alayım» teklifinin kabul edilmesi ile ittihat terakkinin tüm sırları masonların eline geçmiş ve masonluk, yeri zamanı geldiğinde gerekli tüm operasyonları mason olmayan ittihatçılar üzerinde yapmıştır (10).

Abdülhamid’i tahtan indirmeye giden ekibin içerisinde Mason, Musevi, Macedonia Risorta Locasının üyesi, Karbonarı Hareketinin üyesi ve B’nai B’rith (Bene Berit) adlı Yahudi örgütün lideri Emanuel Karasso’nun bulunmuş olması, ibretlik bir durumdur.

Meşrutiyetin ilanından sonra Adalet Bakanlığı’na getirilen Manyasizade Refik Bey’in The Morning Post’a ve Le Temps gazetelerine verdiği demeçler, İttihat Terakki hareketinin çelik çekirdek kadrosunun ve kahir ekseriyetinin ihanet şebekesi Masonluğun üyesi olduğu, Mason localarının emir ve direktifleri yönetildikleri, aldatıldıkları ve kullanıldıklarını göstermektedir:

«Orada (Macedonia Risorta ve Labor et lux localarında) Masonlar olarak toplanıyorduk, çoğumuz da masonduk, fakat aslında örgütlenmek için toplanıyorduk. Bunun yanı sıra yoldaşlarımızın büyük bir bölümünü, üyelerini ince eleyip sık dokuyarak seçmeleri nedeniyle Cemiyetimiz için bir elek işlevi gören bu localardan seçtik… Ayrıca bu localar, ihtiyaç halinde İtalyan sefaretinden müdahale teminatı almış olan İtalyan Grand Orienti’ne bağlıydı.»

«Masonluk ve İtalyan masonluğu bize manen destek verdi… Hakikatte İtalyan Locaları İttihat Terakki’ye yardımcı oldular, bizleri korudular, Bizlere birer sığınak sağladılar. Çoğumuz mason olduğumuzdan teşkilatlanmak için genelde localarda toplanırdık. Üyelerimizi de localardan seçmeye çalışırdık, çünkü locaya üye olabilmek için sıkı bir kontrolden geçirilmekteydi.»(10)

Sonuç: Alınacak Ders

Dün Osmanlının yıkılışı için çalışan Siyonizm ve onun kolu masonluk, bugün de Türkiye Cumhuriyeti’ni, Yeni İttihatçılarla yıkmaya çalışmaktadır.

Kaynaklar

1. Armağan M., Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı, Timaş, İstanbul, 2013, c1, s: 151-170

2. Atasoy A., “Türkiye ve Balkan Yahudileri Tarihi, çeviri, İletişim Yayınları, İstanbul, 2003, s: 80

3- Garudy R., Siyonizm dosyası, Pınar yayınları, İstanbul S:15)

4- Garaudy R., İsrail Mitler ve Terör, Pınar Yayınları, İstanbul, 1996: 16-26

5. Taylor A.R., İsrail’in Doğuşu, Pınar Yayınları, İstanbul,1992, S:19

6. Mim Kemal Öke, Saraydaki casus, Gizli Belgelerle Abdülhamid Devri ve İngiliz Ajanı Yahudi Vambery, İrfan yayınları, İstanbul, 1998, 2. Baskı, s: 212

7. Armağan M., Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı, Timaş, İstanbul, 2013, c 2, s: 176-190.

8. Armağan M., Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı, Timaş, İstanbul, 2013, c 1, s: 135-139.

9. Öztuna, Y., Büyük Türkiye Tarihi, Ötüken yayınları, İstanbul, cilt 7, s: 213.

10. Armağan M., Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı, Timaş, İstanbul, 2013, c 2, s: 253-259.

 

ÜÇÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI HİBRİT SAVAŞLAR DÜZLEMİNDE BÖLGESEL EKSENDE BAŞLATILMIŞTIR

(Umran Dergisi)   “Eğer Hakk, onların hevalarına (istek ve tutku) uyacak olsaydı, hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herke...