(Milli Gazete)
Giriş
İkinci nesil kadife darbe girişimleri (`Arap Baharı ) ile Şer ittifakı/Şeytanı İttifak (ABD-AB-İsrail-Siyonizm-İngiltere), Mısır ve Tunus ta istenen sonuçları elde edemeyince; Mısır da Müslüman Kardeşler yönetimini, askeri darbe ile devirmiştir. Mısır daki işbirlikçi darbeye, Müslüman Kardeşler hareketinin cevabı, sivil itaatsizliği öngören, şiddete bulaşmayan bir stratejinin uygulamaya sokulması olmuştur. Bu zorlu ve uzun vadeli süreçte Müslüman Kardeşler hareketinin bizzat kendi içinde karşı karşıya kalabileceği bazı tehlikeler söz konusu olabilir. Geçen iki yazıda Mısır İslam devrimini bekleyen tehlikelerin bir kısmı ele alınıp incelendi. Burada, şer ittifakının Müslüman Kardeşler hareketinin içine dönük yürüteceği psikolojik harekâtın neden olabileceği bir tehlike olarak İdare-i Maslahatçılık (Oportünizm) ele alınıp incelenecektir. Bu konu da, Türkiye deneyiminden yararlanarak ele alınacaktır. Türkiye deneyimini ele alırken amacımız, birilerinin haklı birilerinin haksız olduğunu ortaya koymak olmayıp geçmişten ders alıp aynı hatalara tekrar düşmemektir.
Uzlaşma Oyunu/Tuzağı
2001 yılında ABD Başkanı Bush, 100 yıl sürecek haçlı seferlerini başlattığını açıklarken, seslendirdiği ve işin can damarı olan nokta, Bunlar (Müslümanlar) bizim yaşam tarzımıza karşılar hüküm cümlesiydi. Başkan Bush, bu ifadeyi kullanmakla bir gerçeği, tarihi bir gerçeği, Hz. Adem le İblis arasında başlayan Hak Batıl mücadelesi gerçeğini, dile getirmiştir. Tevhidi değerlere dayalı yaşam tarzıyla şeytanı/tağuti değerlere dayalı yaşam tarzının aynı olması, birbiri ile uzlaşması, mümkün değildir ve ilahi kanuniyete aykırıdır. Hakla Batıl arasındaki mücadele, topyekûn ve sınırsızdır. Hakla Batıl arasındaki mücadelenin, fikri-kültürel, siyasi, iktisadı, psikolojik ve askeri boyutu vardır. Bu mücadele şekilleri arasında, organik bağ var olup; bunlar, sınırsız ve topyekûn mücadele esasına bağlı olarak zamana, zemine, çatışan kuvvetlerin yapısına ve dünyadaki güç dengelerine bağlı olarak kullanılırlar. İktisadı ve askeri güç, sert güç olarak fikri-kültürel, siyasi ve psikolojik güç, yumuşak güç olarak ve sert güçle yumuşak gücün birlikte uyumlu bir şekilde kullanılması da, akıllı güç olarak adlandırılmaktadır. Bunlardan psikolojik harekat ve fikri-kültürel mücadele (Yumuşak Güç kullanımı), dozajı zamanave zemine bağlı olarak değişmekle beraber kesintisiz bir mücadele şeklidir.
Son yıllarda İslam coğrafyasında oynan büyük oyun da, önce sert güç kullanılarak korku ortamı oluşturulmakta ve bu psikolojik ortamdan yararlanarak uzlaşma çağrısı ve baskısı yapılarak, muhatabın iradesi felç edilip teslim alınmaya çalışılmaktadır. Geçmişte Türkiye de, bugünde Mısır da oynanan oyun budur. Her darbeden sonra, sistemden kopan ve sisteme karşı olan halk kesimini, sisteme entegre edecek ve sistemle uzlaştırmak isteyen bu oyuna, bu tuzağa biz uzlaşma oyunu/tuzağı demekteyiz. Bu, Müslüman ın düşünce yapısını bozacak, Müslüman ın kafasını ve zihniyetini karmakarışık edip gerçeklerden sapmasını sağlayacak bir uzlaşma çağrısıdır. Bu uzlaşma çağrısı; karşılıklı birbirinin hukukuna saygı göstermek amaçlı -teknik anlamda ittifak yaparak- birlikte yaşama çağrısı değildir. İslâmî düşünce ve tasavvuru batıl ile karıştırıp yeni bir anlayış oluşturmak, onu İslâm diye kabullendirmek için halka sunmak ve zulme karşı verilen mücadelelerin gereksizliğini ileri sürüp pasifizmi savunmaktır. Bu uzlaşma oyunu, genellikle, teorik bir alt yapıya oturtularak ve insanlara cazip gelecek tarzda sahnelenmektedir ve de sahnelenmek istenecektir. Bu nedenle de en tahripkâr ve en tehlikeli bir düşmanlık hareketidir. Temel hedefi, Müslüman ın kafasını ve düşünce yapısını karma karışık yapıp bir zihniyet sapmasını sağlamaktır. Bunun için de kural tanımaz, kirli özel savaşın en kirli özel bir halidir.
Bir taraftan `muhafazakâr demokrat , `milli muhafazakâr , liberal Müslüman , ılımlı Müslüman , mütedeyyin Müslüman , modernist Müslüman ve çağdaş Müslüman gibi kavramsallaştırmalarla zihinsel bir kirlenme oluşturmaya çalışılırken; diğer taraftan da 28 Şubat postmodern darbe sürecinde görüldüğü gibi Müslüm Gündüz, Ali Kalkancı ve Fadime Şahin gibi aktörlerle hem bilinç hem de davranış kirlenmesine sebep olacak pis, haysiyetsiz bir oyunu sahnelemek için çaba sarf edilmektedir. O nedenle uzlaşma oyununda tek bir kural ve şekil yoktur. O değişik ad ve görüntülerle ortaya çıkabilir ve değişik ambalajlarda sunulabilir. Bu sunumda, rol yapmakta mahir olanlar seçilir ve rollerinin gereği olan eğitimi alırlar. Uzlaşma oyunun alabileceği değişik görüntüleri, ana hatları ile iki başlık altında toplayabiliriz:
1- İdare-i Maslahatçılık (Oportünizm)
2- Yeniden Gözden Geçirmecilik ve Yeniden Anlamlandırmacılık (Revizyonizm)
İslâm dünyası, bugün büyük boyutlu bir saptırma hareketi ile karşı karşıya olup onunla hesaplaşmak zorundadır. Şeytanî ittifak, tarih boyu bu metodu kullanmıştır, şimdi de kullanmaktadır ve de kullanacaktır. Hidayet yolu yolcularının karşı karşıya kalabilecekleri asıl tehlike budur. Bu konu, Müslüman ın temel gündem maddelerinden biri olmalıdır.
İdare-i Maslahatçılık (Oportünizm)
Zor anlarda asıl amaçlarının gerçekleşmesini geleceğe erteleyerek, mevcut duruma ve mevcut sisteme uygun olarak davranmak diye tanımlanan idare-i maslahatçılık, gerçekte güçsüzlüğü bahane edip gerçekleri bilerek yanlış yorumlama eğiliminde olan çıkarcı bir hareket ve davranış şeklidir. Oportünist, mevcut düzeni çok güçlü görerek ve göstererek hiçbir şey yapmamayı, her şeyi geleceğe bırakmayı; bu nedenle de mücadele etmenin gereksizliğini savunur.
Çıkar ilişkisi, son derece önemli olup kendi çıkarları, davanın çıkarlarından önde gelir. Bu niyetle, kendi konumlarını sağlamlaştırmak için de Kur ânî terminolojiyi genellikle tevil ederek yumuşatır. Mücadele etmek yerine, taviz vererek uzlaşmanın daha yararlı olduğunu ileri sürer. Zalimlerle, Adalet i hâkim kılmak isteyen hidayet yolunun yolcuları arasındaki mücadele sertleştikçe, idare- i maslahatçılar ortaya çıkar veya çıkartılır. Zalimlere karşı yürütülen mücadeleyi, bilerek ya da bilmeyerek, sabote etmek için uzlaşma teorileri ve sloganları üretilir. Partiler kapanmak üzere kurulmaz , Biz liberal Müslümanız gibi kavramlaştırmalar, bu amaçla yapılır. İdare-i maslahatçılar, mevcut sistemin Müslümanlara hoşgörülü ve uzlaşmacı davranmasını istemekten ziyade; Müslümanların kendi hak ve hukuklarından vazgeçerek, taviz vererek, sistemle uyuşma ve uzlaşmalarını ve fedakârlık yapmalarını, Müslümanlardan isterler. İşte Kur ân-ı Kerim, tam da bu noktada Müslümanlara bir kanuniyeti hatırlatır: Onlar, senin kendilerine yaranıp-onlarla uzlaşmanı arzu ettiler; o zaman onlar da sana yaranıp, uzlaşacaklardı. (68 Kalem, 9) Burada dikkat edilmesi gereken nokta; uzlaşma hareketinin olabilmesi için önce, doğru ve haklı olanların sapmasının, değişmesinin istendiğidir. Bu haktan batıla doğru bir sapma hareketidir. O nedenle bütün oportünistler, batıl yolun mensuplarının daha doğru yolda olduğuna inanır ve Onlar, Müslümanlardan daha doğru yoldadır (4 Nisa 51) diyerek onları savunurlar.
İdare-i maslahatçı hareketler, rahatlarının ve çıkarlarının bozulmaması için hak ve hakikati aramaktan vazgeçip; şimdilik yapılabilecek bir şey yoktur tarzında teslimiyetçi politikalar üretirler. Böylelikle `refahtan şımarıp azan önde gelenler nezdinde itibar kazanmaya çalışırlar (4 Nisa 138,139) İdare-i maslahatçılar, bir müddet sonra, çürümüş sistemin tüm değerlerini meşru görmeye, düşünce ve değerler sistemini benimsemeye; `refahtan şımarıp azan önde gelenler gibi düşünüp onlar gibi davranmaya başlarlar(4 Nisa 140).
İdare-i Maslahatçıların Göremediği Gerçek
Her şeyi geleceğe erteleyen idare-i maslahatçıların göremedikleri ve anlayamadıkları şey, çürümüş sistemin müntesiplerinin gerçekleri aramayıp zulüm ve sömürü mekanizmalarını devam ettirmek istemelerindeki kararlılıklarıdır. Çünkü mevcut sistemdeki menfaat akışından en çok pay alanlar, refahtan şımarıp azan önde gelen zümrelerdir . İslâm ın daveti karşısında tutunamayan bu zümreler, davete karşı direnebilmek için, o zamana kadar hatırlamadıkları, görmezlikten geldikleri, örfleri, adetleri, hukukları ve atalarını bir güvence olarak öne sürerler. Davetçilerin getirdikleri, söyledikleri şeylerin doğruluk paylarının ne olduğunun araştırılmasını, üzerinde düşünülmesini toptan reddedip engel olmaya kalkışırlar (43 Zuhruf, 23,24). İdare-i maslahatçılar, bu davranışları ile zalimlerin takdirlerini kazanabilir, övgülerine mazhar olabilirler ve fakat sevgilerini asla kazanamazlar. İdare-i maslahatçılar, değerler mücadelesinin bu kanuniyetini idrak edememiş ve görememişlerdir. Onun için Kur ân-ı Kerim, `velî kelimesinin semantik alanına dikkat çekerek Müslümanları, kendilerinden olmayanları sırdaş edinmemeleri, onlara sevgi beslememeleri ve onlardan her türlü kötülüğün gelebileceği konusunda uyarmaktadır (3 Ali İmran 118-120).
İdare-i Maslahatçılar Uzlaştıkları Sistem Tarafından Tasfiye Edilirler
İdare-i maslahatçıların kaçınılmaz sonucu, ya tasfiye edilmek ya da Allah ın azabına dûçar kalıp helâk olmaktır. İdare-i maslahatçılar, kararlı ve ısrarlı mücadeleler sonucunda tasfiye edilip tarihin çöp sepetine atılırlar. Burada bu konu ele alınmayacaktır. Ayrıca idare-i maslahatçıların savundukları, taviz vererek uzlaşmaya çalıştıkları ve veli olarak kabul ettikleri mevcut çürümüş sistemin refahtan şımarıp azan önde gelen kesimi, idare-i maslahatçılara ihtiyaç duymadıkları ya da onlarla menfaat çekişmesine girdikleri anda, onlarla her türlü irtibatı kesip onları yok etmek için harekete geçerler; bu ilahi bir kanuniyettir, değişmez (60 Mümtahine 1-2)
Bu âyetin nüzûlü ile ilgili rivayet edilen olay, idare-i maslahatçı düşünce ve hareket şekillerinin ne kadar tehlikeli boyutlara ulaşabileceğini göstermektedir. Özündeki çıkarcılığı ve şahsi menfaatleri öne çekme psikolojisini yansıtması açısından da çok önemli bir olaydır. Çok gizli tutulan Mekke nin fetih hazırlıkları, Müslüman olan Hatıb b. Ebî Beltea tarafından nasılsa öğrenilmiş ve Mekke ye giden bir cariye vasıtasıyla Kureyşlilerin önde gelenlerine bir mektupla bilgi gönderilmek istenmiştir. Allah ın, Hz. Peygamberi(s.) bu istihbarat konusunda uyarması üzerine; görevliler tarafından Mekke ye gitmekte olan kadından mektup alınıp geri getirmiştir. Mektupta, Mekke ye sefer hazırlığının yapıldığı Kureyşlilere bildiriliyordu. Peygamberimiz Hatıb a sebebini sorunca, o: Ya Resûlallah, ben küfre sempati duyduğumdan değil, ama ailem orada, Mekke de onları koruyacak akrabalarım da yok. Bu davranışımı göz önünde bulundurarak Kureyşliler aileme sıkıntı vermezler ümidiyle bu işi yaptım demiştir.
Dikkat edilirse, küfre sempati beslememiş olmasına rağmen çıkarcı bir anlayışla ve gönüllü olarak Mekkelilere hizmete soyunmuştur Âyetlerde; davetçiler kendi inançlarını bırakıp kafir olmadıkça, uygun zaman ve zemini var olur olmaz, her türlü kötülükle karşılaşacaklarının belirtilmiş olması, Müslümanlara idare-i maslahatçılar konusunda yapılan ciddi bir uyarıdır. Ali İmran sûresi 118-120. ayetler ile birlikte konuya yaklaştığımızda, idare-i maslahatçıların nihayetinde refahtan şımarıp azan zalimlerce tasfiye edilmek isteneceğini rahatlıkla görebilmekteyiz. İslâm tarihi ve özellikle yakın tarih, bunun canlı örnekleri ile doludur.
İdare-i Maslahatçılar Allah ın Gazabına Uğrayıp Helâk Olurlar
İdare-i maslahatçı davranışın bir başka sonucu, Allah ın gazabına uğrayarak helâk olmaktır. Bunu, Kur ân da mevcut topluma ibret için hatırlatılması istenen Cumartesi balık avlanma yasağını çiğneyen kasaba halkının başına gelenlerde görmekteyiz (7 Araf 163-168). Bu ayetlerde kötülükleri icra eden bir toplumun düzelmesi için kendilerine uygulanan bir imtihan sürecine dikkat çekilmektedir. Kötülüklerin icra edildiği toplumda, 3 grup insan vardır: 1. Grup; kötülüğü icra edenler, 2. Grup; kötülüğe karşı çıkıp tavır alanlar, 3. Grup; ilk iki grup arasında olan mücadeleden rahatsız olanlardır. 3. grubun davranışı, idare-i maslahatçı ve çıkarcıdır. İdare-i maslahatçıların, çözümü başkalarına ve geleceğe bırakmaları gibi bu olayda geçen 3. grup da, çözümü geleceğe bırakmakta ve kötülüğü icra edenlere karşı bir şey yapılmasını istememektedir.
Hatta bu konuda Allah ı görevlendirerek çözümü ertelemektedir. Bu amaçla kötülüğe karşı çıkanlara, Allah ın yerle bir edeceği veya şiddetli bir felaket göndereceği şu güruha ne diye boşuna öğüt verip duruyorsunuz diyerek kötülüğe karşı çıkanların mücadele azim ve kararlığını kıracak ve fakat kötülüğü icra edenleri şevklendirecek bir tutum ve tavır almaktadırlar. Kendilerine yapılan uyarıları kabul etmeyen grupla ve kötülüklere karşı sessiz kalarak, hatta kötülüğü yapanlara karşı çıkanları engelleyerek tavır belirleyen grubun akıbeti aynı olmuştur. Her iki grup zalimler olarak nitelenip, birlikte, Allah tarafından cezalandırmıştır. Yukarıdaki âyetlerde (davet edenler hariç) kasaba halkına ` azap edecek insanların musallat edileceğinin belirtilmesi, `paramparça edilip dünyanın her tarafına dağıtılmaları , `dağıtılanlar içerisinde iyilerin de var olduğunun belirtilmesi; yukarıda ifade ettiğimiz idare-i maslahatçıların sonlarına ilişkin genel bir kanuniyetin varlığına işaret etmektedir. Yukarıda ki ayetlerin devamında dikkatimizi çeken önemli bir husus da, idare-i maslahatçı politikaların insan zihninde yapacağı kirlenmenin doğal sonucu olarak daha da tahripkâr olan Yeniden Gözden Geçirmeci ve Yeniden Anlamlandırmacı (Revizyonist) bir hareketin ortaya çıkmış olabileceğidir.
Sonuç: Ne Yapmalı
Şeytanî ittifak, Mısır da başlatılan büyük yürüyüşü engellemek, kendilerine karşı başlatılan direniş hareketini kırmak için Müslüman Kardeşler hareketi zemininde idare-i maslahatçı politikaları savunabilecek grup/gruplar ortaya çıkarmak isteyecektir. İdare-i maslahatçı hareketin yapabileceği tahribata karşı, acil tedbir olarak Müslümanlar, aşağıda belirtilen hususlarda hassas davranmalıdır: Mısır daki büyük İslam devrimi yürüyüşünü sekteye uğratacak, engelleyecek her türlü saptırıcı hareket ve davranışlara karşı çıkmalı, idare-i maslahatçıları uyarmalı ve ikna etmeye çalışmalıdır.
Ulu orta yapılan tenkitlerin Şeytanı ittifakın ekmeğine yağ süreceği unutulmamalıdır. `Cahil, bozguncu, gaflete düşenlerin yoluna uyulmamalıdır (Kur an-ı Kerim: 7/199, 142, 25/52, 38/26; 42/15, 18) `Hainleri savunmamalı ve nefsine ihanet edenlerden yana tavır alınmamalıdır (Kur an-ı Kerim: 6. 4/107-110, 105) `Suçlu günahkârlar desteklenmemelidir (Kur an-ı Kerim: 28/17, 86, 87; 11/113, 59 12/108; 4/107-110) `Zalimlere, kâfirlere, müşriklere, münafıklara, dünya hayatından başkasını istemeyenlere ve yalancılara vekil olunmamalı, hevalarına uyulmamalı, onlar benimsenmemelidir (Kur an-ı Kerim: (25/43, 48, 52; 96/19; 68/7-15; 76/24;11/59, 113 3/149; 18/28; 26/151-152; 33/48); `Veli (dost ve sırdaş) olarak kabul edilmemeli ve onlardan kopup uzaklaşılmalıdır (Kur an-ı Kerim: 2/144, 149, 7/179-181; 19/47-49; 10/105; 60/4-6; 4/138-140) Tarihin omuzlarımıza yüklediği en acil görevler bugün için bunlardır. Bunu yaptığımız takdirde hiç şüphesiz kazanacak olanlar İman Edenler olacaktır. (6 Enam 70).